Text
                    RESİM Lİ - HARITALI

MUFASSAL

OSMANLI TARİHÎ
★
BİR HEYET TARAFINDAN H AZIRLA N M IŞT IR

C ilt: IV

Baha â fa tb u s ı

196Û

«İ s t a n b u l)


BU S A L A H İY E T L İ fcltt ESER İÇİN HEYETLE Ç A L IŞ A N L A R : METİN VE İL Â V EL E R: MUSTAFA CEZAR (T A RİH ÖĞRETM ENİ) R EDA KSİY ON : S ER V E R R. İSKİT V E Z a RÎF ORG U N {TOPKAPI S A R A Y I M ÜZESİ ESKİ M ÜTEH ASSISLARIN DA N ) V E N A İL İN AL ★ R E S İM L E R H A K K IN D A İZ A H : P adişah ların portreleri: İk in c i Sultan Mahm-ud'a kadar olan k lâsik oval seri; Ü çün cü S ultan Selim zam anında ressam K&pıdağlı Kost&utin’e y a p tı­ rılm ış ve hnnun iğin m evcut vesikalara, gtere Ü çün cü Ahm ed zam anında A vrupalı b ir ressama y ap tırıla n to p lu şecere resmînden faydalam lm ıştır. D iğer portrelerin ekserisi T opkapı sarayı m ü zesi resim galerisindeki taolblolardan alın m ıştır İk in c i Sultan M ustafa’ya k adar olan daire şeklin­ deki küçük tire resimler ise In g iliz dip lo m atı Ricaiatrıvuıî ik i-c ilt olarak alm ancaya çev rilip 162 4 ve 1701 de basılan m eşhur tarihînden nak le d il­ m iştir, Bu seriler dışın dak i portrelerle vak*> re­ simleri m u h te lif müze, arşiv, alb üm ve b ita p la r ­ dan alınm ış olup, b âzı vakaların canlandırılm ası ve tetk ikin in kolaylaştırılm ası iç iîî de ressamla­ rım ızla h arita cım ızın fırç a ve kalemlerinden faydalanılm ıatır. Resimlerden, icabedenlerin altın a nereden a lın ­ dığı veya-kime a it o lduğu y azılm ıştır. ★ O r ijin a l yazı ve re sim le rim iz in her h a k k ı m a h fu z d u r.
O s m a n lı D e v le tin in " K u r u lu ş Devri'* itib a r ed ile n I2 S S - 1 45 3 senelerine a lt v e k a y i b ir in c i c iltt e v e r ilm iş ve yine a y n ı c iltt e “ Y ü k se lm e D e v ri” k a b u l ed ilen 1 4 5 3 - 157S se ne lerin in de F a t ih ’in ö lü m ü n e k a d a r o la n k ısm ı n a k le d ilm iş tir . İk in c i c iltte de “ Y ü k s e lm e D e v r i" n in K a n u ­ n î S ü le y m a n tn ö lü m ü n e k a d a rk i bttliim ü y a z ılm ış tı. o la n Ü ç ü n c ü c iltt e “ Y ü k s e lm e D e v r i" nifl s o n u S o k u llu n u n ö lü m ü ve ondan so n ra da “ D u ra k la m a D e v r i" a d d e d ile n İ S 78 - 16B 3 y ılla r ı o la y la r ın d a n 1 6 1 7 t a r ih in e k a d a r o la n la r v e r ilm iş ­ t ir . Bu d ö rd ü n c ü c iltt e İse, " D u r a k la m a D e v ri’’ ile ve m ü te a k ip d e v ir o la y la r ın a d e v am e d ile c e k ­ t ir .
B irin ci M u s tafa'n ın tuğrası BİRİNCİ MUSTAFA ( ilk saltanatı) ★ Birinci Mustaia'mn cülusu — Dartissaade ağasının padişahın vaziyetini devlet erkânına açıkla­ ması vc buna bir an evvel çare bulunması tavsiyesi — Mustaianın halline gidilmesini isteyenler ve buna muarız olanların faaliyeti — Padişahın hal‘1. ★ ------- BİK1MCİ MUSTAFA Saltan Birinci Ahi cildi. Halbuki Trıed tahta geçtiği tan Ahmed öldüğü Babası : Üçüncü Mehmed zaman, yaşmuı kü­ zaman en büyük oğAnnesi : (İsmi tarihlerde kaydedilmemiş­ tir.) çüklüğü sebebiyle Lu Osman, ondört henüz çocuğu bıılunyaşma yeni basmış­ Doğduğu tarih : Hicri 1000 (M: 1591/1592) 'nadığından. Kardeşi tı. Yani Osman’ın Padişah olduğu tarih ; 22 kasım 1617 Mustaia hakkında yaşı, babasının tah­ T a h t ta n in d ir ild i ¿ i ta r ih ■ 26 ş u b a t 1618 Fatih kanunnâmesi ta geçtiği zamandaki Ç ocukları : Y o k tatbik edilmiyerek yaşından hemen he­ w hayatta bırakılmış­ men onbir ay kadar Veziriazam ı : H a lil Paça. tı. Bilâhare erkek noksandı. Bu ba­ çocukları olduktan kımdan Osman’ın sonra, Hammer’e yaş durumu tahta (C: 8, S: 172) göre: kardeşi Mustafa’yı geçmesine engel addedilemezdi. Esasen öldürmeyi tasarlamışsa da bunu tatbike bununla ilgili bir kanun da yoktu. fırsat bulamamıştır. Osmanlı tarihlerin­ Birinci Mustafa’nın tahta geçmesiy­ de sarih bir işaret bulunmamakla bera­ le, saltanatın intikal şeklinde mühim bir ber, Sultan Ahmed’in böyle bir niyetini değişiklik meydana gelmiş oluyordu. icraya, kardeşi Mustafa’nın şuurunun ye­ Şimdiye kadar, saltanat tamud-ı nesebi» rinde olmaması bakımından, kendisine denilen tarzda, yani babadan oğula in ­ saltanatta rakip addedilemiyeceğini te­ tikal etmişti. Bu defa ise, amüd-ı nesemin suretiyle devlet erkânı mâni olmuş bîye riayet edilmiyerek «ekberiyet sis­ olabilir. temi» ne geçilmekteydi. Osmanlı tarihlerinde, tahta Musta­ Sultan Ahmed’in cülûsunda şehzade fa’nın iclâsı ile ekberiyet sistemine gi­ Mustafa’ya dokunylmaması, muhakkak dilmesinde kimlerin âm il olduğuna dair ki mühim bir hâdise idi. Fakat bundan sarih bir bilgi mevcut değildir. Sadnçok daha mühimm i onun ölümü üzeri­ âzam Halil Paşa o sırada tran seferi ile ne vukua geldi- Sultan Ahmed’in oğlu meşgul olduğu cihetle, hükümet merkedeğil de kardeşi Mustafa tahta geçi-
zindeki en mühim şahsiyetler, bilhassa mevkileri bakımından. Sadaret kayma­ kamı Sofu Mehmed Paşa ile Şeyhülis­ lâm Hoca Esad Efendi idi. Onun içindir ki. Mustafa'nın padişah yapılmasında bunların tesir ve rolüne işaret ederi ta­ rihçilere rastlanır. Bu arada hatırlanma­ sı icap eden bir şahsiyet de. Birinci Ahmed'in meşhur zevcesi Mâhpeyker Kösem Sultanadır. İlerde pek çok işlerde nüfuz ve rolüne işaret edeceğimiz bu kadının, Mustafa’nın tahta geçmesinde kendi oğuiian Murad, Kasım ve İbrahim'in is­ tikballeri bakımından fayda mülâhaza edip perde arkasından Mustafa lehinde nüfuzunu kullanmış olabilir. Zaten bazı batılı tarihçiler bu noktaya dikkati çe­ kerler. Bunların tahminlerine göre: A k­ len zayıf bir kimse olan Mustafa hüküm ­ darlık tahtına oturduğu takdirde, oğlu Murad'ın saltanatım temin etmek üzere daha rahat çalışacağım ve bu hususta muvaffakiyete ulaşacağını hesaplıyan Kösem Sultan, Birinci Ahmed’i ölüme fîötüren hastalığından itibaren faaliyete geçmiş, baaı devlet erkânına paralar da­ ğıtıp bazılarım da şahsî nüfuzu iie elde etmek suretiyle, Mustafa'nın padişahlı­ ğına âmil olmuştur. Sultan Ahmed’in on dört sene süren saltanatı sırasında iki üç odalık bir yer­ den ibaret dairesinde, daima, öldürülece­ ğini düşünerek ve bu yüzden ecel terle­ ri dökerek yaşıyan Mustafa'nın akli m u ­ vazenesi iyice bozulmuş bulunuyordu. Onun için tahtta fazla tutulmadı. Kâtib Çelebi’nin «Fezleke» sinde kaydedildiğine göre: Mustafa’nın muva­ zenesinin bozukluğunu gösteren birtakım halleri müşahede edilmiştir. Garip kaçan arzulan ifade suretiyle türbeleri gez­ mek, denizde balıklara altun atmak ve abes yere yoliara para saçmak gibi ha­ reketleri görülmüştür. Yine Fezleke’de kaydedildiğine nazaran; Sultan Ahmed zamanında nüfuzlu bir şahsiyet olup Mustafa’mı; tahta geçmesiyle bu mevkii­ ni muhafaza eden Darüssaade ağası (K ız­ lar ağası) Hacı Mustafa Ağa, «Sultan Mustafa’nın bu gayri tabiî hallerinin hal­ kın malûmu olduğunu, gizlenecek tarafı kalmadığım, bu yolda ihmal gösterildiği takdirde hâzinenin boşalacağını, sonra pişmanlığın fayda vermiyeceğim, onun için. bir an önce buna bir çare aranması­ nı» Sadaret Kaymakamı Sofu Mehmed Paşa ile Şeyhülislâm Hoca-zâde Esad Efendiye haber venniş. neticede Birinci Mustafa’nın hal’îne karar verilmiştir. Bu ifadeye nazaran, Darüsaade ağası Mus­ tafa Ağa memleketin lehine düşüncelere sahip bir kimse sıfatiyle hareket ve faa­ liyette bulunmuş demektir. Müverrih Haşan Bey-zâde'ııin kay­ dettiğine göre de: Sultan Mustafa’nın mevkiinde kalmasına taraftar olan ulema ve nıeşayihten bazı kimseler, onun akli muvazenesinin bozukluğuna ve bu duru­ ma bir çare bulunmasına dair sadaret kaymakamı ve Şeyhülislâma hsber gön­ deren darüssaade ağasının saraydan uzaklaştırJması için Valide Sultana baş­ vurmuşlardır. Fakat zeki bir adam olan Mustafa Ağa ise, yolladığı ilk haberden sonra gevşek davranan sadaret kayma­ kamı ve şeyhülislâmı telâşa düşürmek için, padişahın bütün şehzadeleri katlet­ mek üzere olduğunu, bunun tahakkuku halinde Osman-oğulları soyunun inkıra­ za uğrayacağına dair ikinci bir haber yollayınca. Sultan Mustafa’nın hal’edilmesi için faaliyete geçilmiştir. Bu hususta karara varılınca kapıku­ lu askeri mevacib tevzî’i bahanesi ile sa­ raya toplanmış ve bu arada Sultan Mus­ tafa’nın oturduğu oda veya dairesinin kapısı üzerine kapanıp kilitlenerek, Sul­ tan Ahmed’in şehzâdelerinin en büyüğü olan Osman dairesinden çıkarılıp kendi­ sine biat edilmiştir. Böylece Birinci Mus­ tafa’nın 3 ay 7 günden ibaret olan ilk saltanatı nihayete ermiştir. Üç ay gibi kısa bir zamanda askere iki defa üçer milyondan altı milyon cülûs bahşişi da­ ğıtıldığından hazine bir hayli fakirleş­ miştir. Sultan Mustafa’nın üç aylık ilk sal­ tanatı sırasında, padişahın tayasını tezviç şartlyle Silâhdan Mustafa Ağaya Mısır, Çuhadarına Şam, Doğancıbaşıya da Ka­ raman eyâletleri tevcih olunmuştur. ★ 1797
İkinci Osman'ın tuğrası İKİNCİ OSMAN ★ P a d işa h ın oüLûsu — İran harbi ve Serav m uahedesi — İk in ci O s m an 'ın H û tin seferi ve m u a ­ hedesi — P ad işah ın bazı düşünceleri ve hareketleri — Y eniçerilerle îk in e i O s m a n 'ın ta h tta n in dirilm esi. sip ah ilerin ay aklanm ası, ★ nazaran Osman’ın ------ İK İN C İ O SM A N ----A klî muvazenesi­ annesi Mahfirûz nin bozukluğu sebe­ Babası : B irin c i A hm ed (Mahfirûze) Sultan biyle hal’edilen Bi­ Annesi : M a h iirü z S u ltan aslen yunanlı olup rinci Mustafa'nın ye­ D o ğ d u ğ u ta r ih : 3 k asım 1604 asıl adı «BasiHie.;. rine tahta geçirilen P adişah o ld u ğ u ta rih : 26 şubat 1618 İkinci Osman, o sı­ d:r Osmanlı kay­ Tahttan, in d ir ild iğ i ta r ih : 19 m a yıs 1622 rada henüz on dört naklarında rastlanÖ lü m ü : 20. m ayıs 1622 yaşının içindeydi. mıyan ve Madame B ilin e n zevceleri: M ey likay a (M elek sim a). Dört sene dört ay de Gomez’de görülen A k ile (U k a y le ), P ertev P aşan ın k ız ı. hükümdarlığı müte­ bu son noktanın doğ Ç o cu k ları : M ustafa, Zeynep. Ömer, akip askerî bir aruluğu kabul edildi­ * yaklanma neticesin­ ği takdirde, Sultan V eziriazam ları : H a lil P a şa —* — İS ocak Osman’ın yunancayı de tahttan indirilip 1619, azil. Ö k ü z (D a m a d ) M ehm ed Paşa annesinden öğrenmiş öldürülecek olan î(ik in c i sadareti) 18 ocak 1619 — 23 ara­ olacağı düşünülebi­ kinci Osman’ın, pa­ lık 1619. azil. Güzelce A li P aşa 23 a r a lık 1619 — 9 m a rt 1621, ölüm . O h r ili H üse. lir. Arapça ve Fars­ dişahlığı sırasında y in P aşa 9 m a rt 1621 — 17 ey lül 1621. ça zaten o devirde teşebbüs ettiği şey­ azil. D ilâ ver P aşa 17 e y lül 1621 — 19 m a­ yıs 1622» öld ürülm e . şehzadelere öğretil­ lere ve icraatına ba­ meğe çalışıldığı, kılınca, kendisinin Sultan Osman’ın da hayli zeki ve yaşma zekâsının işlekliği ve şahsi kabiliyeti sa­ göre erken inkişaf etmiş olduğu anlaşıl­ yesinde bu dilleri erkence kavraması maktadır. m üm kün görülebilirse de, lâtince ve italİstanbul'a birbiri arkasına gelmiş üç Fransız elçisinin raporlarına ve sair m u­ yancavı da bu yaşta ve diğerleri ile bir­ asır vesikalara istinaden, Onsekizinci as­ likte öğrenmiş olması, herhalde çok za­ yıf bir ihtimalden ileri gidemez. rın başlarında «Histoire d’Osman» adı Genç yaşta tahta geçen ve yine genç ile Sultan İkinci Osman hakkında iki ciltlik bir tarih yazmış olan Madam de yaşında tahttan indirilip öldürüldüğü iGömere göre; Sultan Osman Arapça, çin «Genç Osman» diye de anılan İkinci Osman, padişah olunca, bir buçuk asırlık Farsça, Lâtince, Yunanca ve İtalyanca bilmekteymiş. Yiııe Madame de Gomez’e geleneğe uyularak kapıkulu askerine cü1796
lûs bahşişi verildi. Üç ay içinde iki defa bahşiş almış olan -asker bu halden mem­ nundu. Yine yerleşmiş bir adete uyula­ rak Sultan Osman da cülûs münasebe­ tiyle selefleri gibi Eyüb türbesini ziya­ retle kılıç kuşandı. Oradan dönüşünde ecdadının türbelerini ziyaret etti. d’in asabiyeti daha fazlalaşmış ve K ırım hanının kardeşlerinin hapsini emretmişti. Bunun üzerine Mehmed Giray İstanbul’a götürülerek Yedikuleye hapsedilmiş, Kili’de bulunan kardeşi Şahin Giray ise, hapsedilmek üzere yakalanmak isterken kaçıp kurtulmuştu. İşte, Sultan Osman’ın cülûs günü Yedikule’den kaçan K ın m şehzadesi, o K ırım şehzadesinin Y edikule’den hâdiseden beri m a­ kaçması iyeti halkı ile birliktf burada bulu­ Sultan Osman inan Mehmed Giray’çin cülus merasimi dı. Mehmed Giray, yapıldığı gün. K ı­ cülûs günü münase­ rım şehzadesi Mehbetiyle mirzalarını nıed Giray, hapis -bindirmek için otuz bulunduğu Yedikuk ırk -at istemiş ve le:den kaçtı. bunları mahbesin Birinci Sultan Ahavlusunda atlandırmed 1614 senesinde mıştı. Bu arada ka­ Edirne'de bulundu­ le dizdarının bir kaç ğu sırada bir av par­ dakikalık dalgınlı­ tisi tertip ettirmişti. ğından istifade ede­ Padişahın maiyetin­ rek hep beraber ka­ de bulunan Sadra­ pıdan fırlamış ve zam Nasuh Paşa, sür’atle Kırım yolu­ kendisinin şahsan nu tutmuşlardı. tuttuğu K ırım şeh­ Sadaret kaymaka­ zadesi Mehmed Gimı Sofu Mehmed ray’ı hanlığın tevci­ Paşa bunu duyunca, hine bir fırsat düşer karadan İskender ümidiyle davet etti­ ğinden (Hammer, C: Paşa’yı takibe gön­ derirken Karadeni8. s: 155), o da bu ze de küçük ve sü­ av topluluğuna da­ ratli bir gemi çıkar­ hil bulunmaktaydı. mıştı. İskender Pa­ Sultan Ahmed avda şa, Bulgaristan ara­ iken, çalılıktan bir zisinde Pravadi’de doğan çıkıp kendi İklîicı Osman şehzadesine doğanının üzerine (Avrupalı bir ressamındır. Aslı Top kapı Kırım yetişerek, kendisini hücum ettiğini gö­ Sarayı Müzesi’ndedir) yakalayıp İstanbul’a rünce müthiş kızmış getirdi. Mehmed Giray Yedikule’ye eski­ ve « benim avımı aldıran küstah sinden daha sıkı şekilde kapatıldı. k im d ir?» diye söylenerek o tarafa Suitan Ahmed zamanında K ili’de ya­ doğru ilerlemişti. Doğanın avı yaka­ kalanmak istenen diğer şehzade Şahin ladığı yere yaklaşınca mükemmel silâhlı bir takım Çerkeş süvarisi görmüştü. Bun­ Giray İran’a kaçmıştı. İran hükümdarı lar K ırım hanının kardeşi Mehmed GIŞalı Abbas, Osmanlı tahtında vuku bu­ lan değişikliği, K ırım şehzadesine bizzat ray’ın maiyetine dahil süvarilerdendi. Mehmed Giray, padişahı asabiyete sevkehaber vererek memleketine gitmesine müsaade etmişti. Şahin Giray İran’dan den halden dolayı itizarda bulunmuştu. Lâkin, o sırada bazı kimseler, Nasuh Pa­ ayrılırken Şah Abbas onun üzengisini tu ­ şanın Kırım şehzadesini Osmanlı tahtına tarak (Naimâ C: 2. s: 164) ata bindirmiş iclâs için getirtmiş olduğu şeklinde bir ve o arada: ithamda bulunduklarından Sultan Aiıme— Hanzâdem, eğer Osmanlılar seni 1799
serdar tayin ederlerse bizim üzerimize gelir misin? Demiş, Şahin Giray ise cevaben: — Gelirim. Deyince Şah Abbas: — Ya benim askerime kıhç çeker m i­ sin? Sualini sormuş, ona da : — Şüphesiz! , Cevabın: vermiştir. Lâtife şeklinde cereyan ettiği kaydolunan bu konuşmayı müteakip Şahin Giray, İran’dan ayrılıp Kırım'a gitmiştir. 1615 - 1618 OSMANLI — İRAN HARBİ İranlılarla 1612 de yapılan İkinci İs­ tanbul muahedesinin temin ettiği sulh devresi üç sene sürmüştür. Muahede ge­ reğince İranlılann göndermesi icap eden ikiyüz yük ipeği yollamamaları harbin yeniden açılmasına sebep olmuştur. İran’ın meşhur hükümdarı Şah Abbas’ı, muahedenin bu şartına riayetsizli­ ğe sevkeden esas âmilin, kendisini kuv­ vetli görmekten başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. İcra ettiği askerî ısla­ hatla İran’a hakikaten kudret kazandı­ ran Şah Abbas, bundan önce bir hamle­ de Azerbaycan ve Kafkasya’daki OsmanLı fetihlerinin çok büyük kısmını istir­ dat ederken nasıl kuvvetine güvenerek meydana atılmışsa, şimdi de ikiyüz yük ipeği gönderm em et.;e teşebbüs ederken de, ayni şeye istinattan başka bir şey düşünemezdi. Onun içindir ki 1612 Osmanlı - İran sülhü âdeta bir mütareke mahiyetini andırmaktan ileri gideme­ miştir. 1612 İstanbul muahedesini aktetmek üzere Nasuh Paşa ile Osmanlı hükümet merkezine gelen İran elçisi Kadı Han, hükümeti namına muahedeyi imza edip İran’a dönmüştü. Kadı Han memleketine giderken Dergâh-ı âli çavuşlarından İn­ cili Mustafa Çavuş da onunla beraber İran’a gönderilmişti. Osmanlı tarihinde zarif nükteleri ve hazır cevaplığı ile meşhur olan İncili Mustafa Çavuş’dan iki seneden beri haber çıkmaması ve bu müddet zarfında İranlılann ipek vergi­ sini göndermemeleri, ayrıca Şah Abbas’m Gürcistan'a asker şevketmiş olması yeni bir harbin sebebi addedilmiştir. Öküz (Dam ad) Mehmed Paşa’nın İran seferine hareketi (Kara) Mehmed Paşaya ferman gönde­ rerek, sefer için gereken hazırlıklara gi­ rişilmesini istemiştir. İran seferi serdarlığı kendisine tev­ cih edilmiş olan Öküz Mehmed Paşa ha­ zırlıklarını bitirince, Gürcü Mehmed Pa­ şayı sadaret kaymakamı olarak İstan­ bul'da bırakıp 22 mayıs 1615 de Üskü­ dar’a geçmiştir. Üsküdar’da yirmi gün kaldıktan sonra yola çıkan serdar Öküz (Damad) Mehmed Paşa yollarda yavaş ilerlemiş ve 1024 şabanında (26 ağustos /24 eylül 1615) Halep’e varmıştır. Sul­ tan Selim cami’i muvakkit) müneccimbaşı Derviş Tâlib Efendi’yi de yanında götüren Mehmed Paşa, bu adamın tertip ettiği zâyieenin tesirinde kalarak seferin icrasını ertesi seneye bırakmıştır. B u ­ nun üzerine ordu efradını Maraş, Ma­ latya, Sivas ve Karaman mıntıkalarına kışlaklara dağıtmıştır. Osmanlı ordusu­ nun bu durumu İranlılann işine yara­ mış, Şah Abbas esaslı şekilde hazırlana­ bilmek için bol bol vakit kazanmıştır. Sadrıâzam Öküz Mehmed Paşa H a­ lep’te kışlarken, o sırada buranın valisi bulunan Ekmekçi-zâde Ahmed Paşa İs­ tanbul’a gönderilerek kendisine sadaret kaymakamlığı tevcih edilmiştir. Sadrıâzam Öküz Mehmed Paşa Halep'e yaklaştığı sırada, Şah Abbas’m elçi tayin ettiği Kasım Bey adında bir şahıs İncili Çavuş ile birlikte Revan’a geldiğini haber vermiştir. Lâkin sefer niyetiyle yolun mühim kısmı katedilmiş olduğundan kendisine aldırılmamış, îraıı elçisi ise, doğruca İstanbul’a gel­ miştir. Fakat ne hediyesi ne de nâm e­ sine itibar gösterilmeyip tevkif olun­ muştur. Sultan Ahmed, İranlılara karşı harp açılmasını emredince Sadrıâzam Öküz 1800 1616 senesi harekâtı Kış mevsimini Halep’te geçiren Sad-
rıâzam Öküz Mehmed Paşa. 1616 nisa­ nının 18 inde Gök-meydan denilen yere çadırım kurdurarak karargâha çıkmış ve kışlakta bulunan askerin Erzurum ta­ rafına hareketlerini emretmiştir. Serda­ rın otağa çıkışından bir hafta sonra Maraş ve Halep beylerbeyleri Birecik üze­ rinden Erzurum’a doğru harekete geç­ mişler, Mehmed Paşa’nm kendisi de yola koyulmuş ve Göksün yaylâsmı geçip Akşar sahrasına ulaştığı sırada Rumeli beylerbeyi Davud Paşa eyâleti askeriy­ le birlikte serdara m ülâki olmuştur. E r­ zurum’a varıldığı zaman kalesinden ye­ di top alınmış, burada iken Anadolu. Karaman ve Sivas eyâletleri askerleri serdara iltihak etmiştir. Sadnâzam' Mehmed Paşa Erzurumdan hareket etmek üzereyken Diyarbekir beylerbeyi Dilâver Paşa ile Van bey­ lerbeyi Tekeli Mehmed Paşa’vı Revan üzerine göndermiş. Şahı şaşırtmak gayesi­ ni gözettiğinden Bağdad valisi Mustafa Paşr.’vı Musul beyi Seyyid Kaıı ve sair Kürt beyleriyle birlikte Nihavend üze­ rine şevketmiş, kendisi de geri kalan kuvvetlerin başında olduğu halde Kars’a gitmiştir. Öküz Mehmed Paşa, bundan önceki harpte İranlılar tarafından tahrip edile­ rek bir harabe haline getirilmiş olan Kars’ı tamir etmek istemiştir. Bu niyet­ le bir hafta süren çalışmalar neticesinde evlerin bir çokları oturulabilecek hâle getirilmiş, tahkimatının da ikmalini m ü ­ teakip muhafazası için 4300 asker bıra­ kılmıştır. Revan muhasarası Sadnâzam Öküz Mehmed Paşa Kars­ ın tamir ve tahkiminden sonra Revan’a doğru ilerlemiş ve şehrin önüne gelince siperler hazırlanarak muhasaraya baş­ lanmıştır. 1604 senesinde İranlılar tara­ fından zaptedilmiş olan Revan muhafız­ lığında o sırada Em ir Güne Han bulun­ duğu cihetle, şehrin müdafaası bu şa­ hıs tarafından organize ve idare edil­ miştir. Revan kuşatılırken Şah Abbas Gökçe göl veyahut da Nahcivan tarafın­ da bulunduğu cihetle, şehrin zaptı işi hayli çetinlik arzetmiştir. Serdar Öküz Mehmed Paşa Revan’ı kuşatırken, muhasara ordusuna karşı gi­ rişilecek bir baskm hareketini önlemek gayesiyle Van beylerbeyi Tekeli Meh­ med Paşa’yı karakol hizmetine memur etmiştir. Van beylerbeyi bu vazifedey­ ken üzerine hücum eden bir kaç bin kişilik bir İran kuvvetini mağlûp edip bin kişi öldürmüş ve beş yüz kişi de esir (Naimâ, C: 2, S: 143) almıştır. Revan kuşatılması esnasında evvelâ Kale 20 gün müddetle top ateşine tutul­ muş, bunda muvaffakiyet sağlanamayın­ ca toprak sürülmek suretiyle kaleye yak­ laşılıp içerisine girilmek istenmiştir. Lâ­ kin gündüz yığılan toprak geceleri içe­ riye çekildiğinden bundan da müsbet netice elde edilememiştir. Revan önünde­ ki çarpışmalar sırasında Osmanlı ordusu bir hayli şehid de vermiştir. Yeniçeri ağası Muslu Ağa da şehit düşenlere da­ hildir. Muhasaranın uzaması neticesin­ de mevsimin ilerlemesi, ayni zamanda top mermisi ve barut mevcudunun bitercesine azalması üzerine 25 şevvalde (5 kasım) Erzurum’a ricat kararı veri­ lerek muhasara kaldırılmıştır. Ekseri kaynaklar bu muhasaranın 44 gün sür­ düğünü söylerse de 55 hattâ 60 gün sür­ düğünü zikreden eserler de mevcuttur. Sadnâzam Öküz Mehmed Paşa Re­ van muhasarasını kaldırırken İranlılar tarafından yapılan sulh teklifini kabul ihtiyacını hissetmiştir. Müverrih Naimâ (C: 2, S: 143) bu noktayı şu şekilde an­ latır: «toplar çekilüp muhasaradan fera­ gat ve canib-i Rum ’a avdet mukarrer oldukta, zaruri sulhe rağbet lâzım gelüp Nasuh Paşa ile m ün’akid olan sulhde ve­ rilecek hediye ve haririn (ipek) nısfı ve­ rilmek üzre tecdid-i sulh ettiler». Öküz, Mehmed Paşa bu şekilde İran­ lIlarla anlaştıktan sonra Erzurum’a doğ­ ru yollanmış, kış içinde Soğanlı yaylası­ nı geçerken bir hayli insan soğuktan do­ narak ölmüştür. Öküz Mehmed Paşa’nm Revan’ı ala­ mamış olması aleyhinde sözler söylen­ mesine vesile teşkil etmiş, Revan gibi toprak bir kaleyi zaptedemeyişi hizmet kusuruna atfedilmiştir. Onun için sada­ retten azledilerek mühr-ü hüm âyun İs­ tanbul’da bulunan H alil Paşa’ya teslim edilmiştir (17 kasım 1616), 1801
H a lil Paşa’nın serdarlığı H alil Paşa sadrıâzam olunca İran serdarlığıyle de vazifelendirildi. Bu ara­ da K ın ın ham İkinci Canbey (Canı-bek) Giray hana da harcırah gönderilip sefe­ re iştiraki emrolundu, Haljl Paşa lüzum ­ lu hazırlıkların ikmalini müteakip 15 haziran 1617 de Üsküdar’a geçti. Mesa­ fenin uzunluğu nazarı itibara alınarak askerin yorgun şekilde harbe sokulmama­ sı için sadrıâzamm Diyarbekir’de kışla­ ması kararlaşmıştı. Bu sebeple Halil Pa­ şa Ağustos içinde Diyarbekir’e ulaşma­ sına rağmen daha ileri gitmedi. Sadrıâzam Diyarbekir’e doğru ilerlemekteyken, Kırım hanından gelen haberde. İran arazisiııe yaklaştığı bildirilmekteydi- S;ıdrıâzam bu haberi alınca. İran toprağına akın etmesi için kendisine emir verdi­ ğinden, Kırım hanı maiyetindeki 40 bin tatar süvarisi ile Gence. Nahcivan ve Culfa taraflarını vurduktan sonra Diyar­ bekir’e geldi. Halil Paga Canbey Giray’ı merasim ve iltifatla karşıladı. Eskiden Cezire-i İbni Ömer diye anılan Cizre kasabası Kırım askeri için kışlak yeri olarak seçildiğinden Canbey Giray as­ keriyle birlikte Cizre’ye gitti. Veziriâzam’m Diyarbekir’e gelişin­ den sonra Gürcistan’daki Guril beyi bir mektup göndererek, İranlIların İmerethi (A çık-baş), Gurya (Guril) ve Dadyaıı gibi Osmanlı hâkimiyetinde kalan kısmı tazyik ettiklerini bildirmişti. Bu haber üzerine oraların muhafazası için Batum beylerbeyi Ömer Paga, Çıldır beyi Murtaza Bey ve Sefer Paşa’nm eyâlet ve sancaklarının askerleri ile, Gürcistan’ın mevzuubahis sahasına gitmeleri emrolunduğu gibi, Erzurum ve Trabzon’daki ye­ niçerilerin de (Naimâ, C: 2, S: 152) git­ meleri bildirildi. Sadrıâzam Halil Paşa Diyarbekir’de kışlamaktayken Sultan Ahmed vefat ederek yerine Birinci Mustafa padişah oldu. Üç ay sonra da İkinci Osman tahta geçirildi. Saltanat değişiklikleri vesilesiyle sadaret ve serdarlık makamlarında bir değişiklik yapılmadığından Halil Paşa 1618 senesi mayısında Diyarbekir’de otağa çıkıp bir müddet sonra harekete geçti. Sadnâzamın niyeti Bitlis ve Van üzerinden Tebriz’e gitmekti. Van’a var­ 1802 dığı sırada tatar hanı da gelip sadrıâzama m ülâki oldu- Burada yapılan bir toplantıda, o sırada Şah Abbas'm bulun­ duğu Erdebil üzerine yürünmesine ka­ rar verildi. Serav muharebe ve muahedesi Osmanlı ordusu İran’a doğru yürü­ yüşe geçtiği zaman İran şahı Tebriz'i boşalttırıp halkını Erdebil’e nakletmişti. Şahın kendisi Tebriz halkının Erdebil'e yerleştirilmesiyle meşgulken ordusunun idaresini Azerbaycan valisi Karca kay (Karçıgay) Han'a .vermiş bulunmaktan­ dı. Vaziyet böyleyken iki taraf arasında bir takım elçiler gidip gelmekteydi. Osmanlı ordusu Tebriz önlerindeyken Erdebil’den dönen Hâkim (Hekim) Osman adındaki bir Osmanlı elçisi, Karçakay H an’ın Tebriz muhacirlerini muhafaza ile uğraştığını, sür’atli bir yürüyüşle Erdebil’e ilerlendiği takdirde büyük muvaf­ fakiyetler kazanılacağını söylemesi üze­ rine Kırım Hanı ve bir kısım beylerbey­ lerinin derhal ileriye gönderilmesine ka­ rar verildi. Defterdar Bâki Paşa ile ba­ zı tecrübeli ihtiyarlar böyle bir hareke­ tin hata ve tehlikesinden bahsettilerse de sözleri dinlenmedi. Neticede Kırım Han’ı tekmil tatar askeri ile, Diyarbekir, Van, Sivas, Halep ve Rumeli beylerbey­ leri Erzurum beylerbeyi Haşan Paşa’nın idaresine verilerek ileri gönderildi. Bun­ lar sekiz günlük mesafeyi iki buçuk gün­ de katederek Tebriz ile Erdebil arasında ve İkincisine daha yakın mesafede bu­ lunan Serav (Serab) ovasına geldikleri sırada Karçakay H an’ın hücumuna ma­ ruz kaldılar. Karçakay H an’ın yerleştir­ diği pusudan çıkan İran askeri, bitkin denecek derecede yorgun olan Osmanlı askeri üzerine yüklenince şiddetli bir muharebe başladı ve iki saatlik çarpış­ ma sonunda Osmanlı kuvvetleri bozguna uğradı. Serav ovasının Pül-i-Şikeste mevkiinde cereyan eden ve tarihe daha ziyade Serav muharebesi diye geçen bu çarpışmada Erzurum beylerbeyi Haşan, Rumeli beylerbeyi Arslan, Diyarbekir beylerbeyi Mustafa Paşa’lar şehid, ayrı­ ca iki Paşa da esir düştüler. K ırım hanı çok tehlikeli vaziyete düşmüşken yeni­ çerilerin sebatı ve tranlıları şiddetli tü-
fenk ateşi ile geriletmesi sayesinde kur­ tuldu. Sadnâ 2 am H alil Paşa Serav’da v u ­ ku bulan bozgun'üzerine derhal bir harp meclisi tophyarak vaziyeti görüştü. R i­ cat edildiği takdirde, vaktiyle Ciğala-zâde Sinan Paşa kuvvetlerinin uğradığı âkıbete maruz kalınabileceği hesaplandı­ ğı cihetle Erdebil üzerine harekete ka­ rar verildi. Böyle bir karara varılmasın­ da hakikaten isabetli davranılmıştı. Erdebil’e yürünmekte askerin maneviyatı yükselmiş, buna m ukabil İranUara da ürperti verilmiş oluyordu. Esasen Seravda mağlûp olan kuvvetler Osmanlı ordu­ sunun tamamı da değildi. Gerçi Karçakay Han. Serav galibiyetini müteakip 70 bayrak ile idam ettirdiği beş yüz esirin başmı gönderince Erdebil'de sevinç his­ sedilmesine sebep olmuştu ama, Şah Abbas. Osmanlı ordusunun tamamının yenilmediğini nazarı itibara alarak Se­ rav muvaffakiyetini gözünde fazla bü ­ yültmüyordu. Onun için Sadrıâzam Ha­ lil Paşa’m n emrindeki ordu Erdebil isti­ kametinde yürüyüşe geçince, İranlılar Sultan İkinci Osman üzerinde tehlike tesiri yaptı. Onun için (Kapıdağlı Serisinden) İranlıların sulh teşebbüsünde bulunduk­ ları görüldü. Burnunun büyüklüğünden dolayı «Burun Kasım» namını taşıyan eyâleti teklif edildi, fakat kabul etmibir elçi Osmanlı karargâhına geldi. Er- yerek Üsküdarlı Aziz Mahmud Efendi debil’e bir konak mesafedeki Serav’da zaviyesinde bir hücreye kapandığı içiıı cereyan eden müzakereler neticesinde, kendisine dokunulmadı. Nasuh Paşa sulhünün hemen aynı olan Bir müddet sonra. Serav’da İran na­ bir muahede imzalandı (26 eylül (1618). mına muahedeyi imzalamış olan Burun Serav muahedesinin Nasuh Paşa muahe­ Kasım elçilikle İstanbul’a geldi. Nâme­ desinden farklı tarafı iki yüz yük ipek sinde Yadigâr A li Sultan unvanı oku­ haracının yüz yük ipek, kumaş ve sair nan İran elçisi, beraberinde yüz yük ipek metalara indirilmesiydi. Sulh imzalanın­ vergisi ile dört fil, bir gergedan ve da­ ca Şah Abbas Osmanlı ordusuna sekiz ha bazı hediye de getirmişti. İran elçi­ yüz katar deve yükletip çeşitli zahire ve sinin bu gelişi Serav muahedesinin tas­ ayrıca bazı paşalara da hediyeler gönder­ dikini hedef tutmaktaydı. Yadigâr Ali di. Halil Paşa da bazı hediyeler yolla­ Sultan, muahedenin padişah tarafından mak suretiyle buna mukabelede bulun­ tasdiki mahiyetinde bir nâme-i hümâyun du. alıp (29 eylül 1619) gitmeden önce, kar­ Serav muahedesinin aktinden sonra şılıklı olarak bir hudut tashihi işinde de Osmanlı ordusu Erzurum’a hareket etti. anlaşmaya varıldığından muahede son Halil Paşa’m n kendisi ise Tokat’a gitti. ve kat’i şeklini aldı. Buna göre: Buraya vardığında padişahın seferin ne­ 1 — Kanunî Süleyman zamanında­ ticesinden memnuniyet izhar eden bir ki sulh muahedesinde tayin edilen sımr fermanını aldı. Tokat’ta fazla kalmayan iki devlet arasında esas olacak, Halil Paşa İstanbul’a geldiği zaman sa­ 2 — Hudutta yapılan bir tashih ile daretten azledilerek (18 ocak 1619) ÖAhıska eyâletinin OsmanlIlarda kalma­ küz Mehmed Paşa ikinci defa- sadnâsına mukabil Bağdad eyâletinin Deme zam yapıldı. O arada Halil Paşa’ya Şam 1803
ve Dertenk sancakları İranlIlarda kala­ cak. 3 — traıüılar her sene haraç olarak yüz yük ipek, kumaş ve sair kıymetli eşya gönderecek. 4 — Esirler karşılıklı olarak iade ed ilecek. 5 — Iranlılar, Osmanlı hâkimiyetin­ de bulunan Dağıstan şamhalma taarruz etmivecek. 6 — İranlılar Ebubekir, Ömer, Os­ man'dan ibaret üç halife ile Hazreti A y­ şe’ye sebb-ü-şetm etmivecek. LEHLİLER İLE HARP Birinci Alımed zamanında, Lehliler tarafından kazakların, Osmanlılar tara­ fından da Kırım tatarlannjn akın ve te­ cavüz hareketleri yüzünden iki devlet arasında çıkan harp, padişahın ölüm ün­ den bir kaç ay önce sulhe bağlanmıştı. Bu sulh gereğince. Osmaıilılar tatarla­ rın, Lehliler de kazakların akm lanna mâni olmayı ve Osmanlı himayesindeki Erdel. Eflâk, Boğdan işlerine karışma­ mayı taahhüt etmişlerdi. Lâkin, bir m üd­ det sonra cereyan eden hâdiseler bilhas­ sa Lehlilerin muahede şartlarına riayet etmediklerini gösterdi. Bu riayetsizlik­ ten de yeni bir harp safhası açıldı. Leh­ lilerin, 1617 sulhüne riayetsizliklerine. Boğdan voyvodası Gratiani'nin Türklere ihaneti hayli müessir oldu. İskender Paşa’nın himaye ettiği bir şahıs olan Gratiani, evvelce bir iki defa İskender Paşa ile birlikte elçilikle Avustur-'a’ya gönderilmiş, bu hizmetlerine karşılık, önce Nakşa (Naxos) adası du­ kalığı (Naimâ. C: 2, S: 179) iltizam su­ retiyle kendisine verilmiş, sonra da Boğ­ dan voyvodalığına getirilmişti. Gratia«) Boğdan voyvodalığına tfilip olduğu za­ man, İskender Paşa onun doğrulukla hizmet edeceğine kefil bile olmuştu. işte bu şartlar altında yükselerek Boğdan voyvodalığına nâil olan Gratiani, Kazak ve Lehlerin hareket ve tecavüz­ lerde dair Erdel kıralı Bethlen Gabor’un Osmanlı hükümetine yazdığı mek­ tupları ele geçirerek, vaziyetten Kazak ve Lehlileri haberdar etmiştir. Bunun üzerine Gratiani’den intikam almaya ye­ min eden Betîılen Gabor, onun voyvo­ dalıktan azline müessir olmaya çalıştı. Zaten Osmanlı hükümeti de Gratiani’nin hıyaneti karşısında hareketsiz, kalmayıp, kendisini azil ile yerine eski voyvoda Aleksandr İlyaş (İlya) ı tayin etti (1620). Gratiani ise, azli kabul etmiyerek fiilî muhalefete kalkarak asker topladı ve Lehlilerden de yardım alarak m ühim bir kuvvetin başında mücadeleye hazır va­ ziyette Yaş şehrinin karşısına geçti. Kâtib Çelebi’nin «Fezleke» si ile Peçevi’ye istinaden mücadeleyi pek tafsi­ lâtlı şekilde anlatan NaimâT ya göre; Gratiani'nin emrinde 50-60 bin kişilik kuvvet birikmişti. Gratiani’ye karşı, onun yükselmesi­ ne âmil olan eski koruyucusu ö zi bey­ lerbeyi İskender Paşa serdar tayin olun­ du. İskender Pasa, yalnızca Gratiani ile değil onu koruyup kuvvet tahsisi sure­ tiyle fiilen destekleyen Lehlere karşı çarpışacaktı. Bu arada K ınm hanı Canbev Giray seferberlik emrini alınca kar­ deşi Kalgay Devlet Giray’ı İskender Paşa’nın maiyetine gönderdi. Rumeli bey­ lerbeyi Yusuf Paşa, Niğbolu sancak be­ yi Tiryaki (veyahut Sarımsak) Mehmed Paşa, Mihal-oğuIIan ahfadından Vidin sancak beyi Koca H ızır Paşa ve ayrıca Nogay beyleri ile Kantemir Mirza da İskender Paşa’va iltihak emrini aldılar. İskender Paşa’nın emrindeki Osman­ lI kuvvetleriyle Gratiani ve Leh kuv­ vetleri arasındaki muharebe Yaş şehri civarında cereyan etti. 19 eylül 1620 de vuku bulan ilk temasta öncü kuvvetle­ ri arasında çarpışmalar oldu. Esas şid­ detli muharebe ise ertesi gün cereyan eyledi. İskender Paşa şöyle bir harp n i­ zamı aldı: sağ cenaha Rumeli beylerbe­ yi Yusuf Paşa'yı, onun önüne Devlet Giray emrindeki K ın m kuvvetlerini, sol cenaha Niğbolu sancak beyini ve nogay lar kumandasında olmak üzere Kante­ mir Mirza’yı koyup kendisi de ordunun merkezinde mevki aldı. Muharebe pek şiddetli cereyan etti. Bir aralık piştar kumandanlarından Mihal-oğullanndan H ızır Paşa pek ileri giderek tehlikeli vaziyete düşmüştü. 1804
Tiryaki (Sarımsak) Mehmed Paşa bunun farkına varınca serdardan emir almayı beklemeksizin beşyüz yiğit askerle im ­ dada koştu ve ihtiyar Hızır Paşa’vı kur­ tardı. Muharebenin şiddetli bir anında İskender Pasa ön hatlarda çarpışan kalgay Devlet Giray’a, han ailesinin yegâ­ ne mümessili olması bakımından, tehli­ keye maruz ön hatlar yerine geride dümdar kuvveti halinde vazife görmesini b il­ dirdi. Lâkin Devlet Giray buna razı ol­ madı. Serdarın ikinci defa haber gön­ dermesi üzerine, ön hatlarda çarpışarak düşmana haddini bildirmek arzusunda olduğunu, gayet geriye çekilmesi husu­ sunda yine İsrar edilirse tatar askerini alıp çekilip gideceğini söyleyince, İsken­ der Paşa bir daha ayni şeyi tekrarlama­ dı. Muharebenin şiddetle cereyanı sı­ rasında bir aralık Hızır, Hüseyin ve Tir­ yak: Mehmed Paşalar fazlaca ilerliyerek her taraftan düşman kuvvetleri tarafın­ dan san İdil arsa da tatar ve nogaylann pervasızca hücumlarını müteakip tehli­ keli vaziyetten kurtuldular. Bu arada Lehliler hayli zayiata uğradılar. 20 eylül günü cereyan eden çarpışmalar netice­ sinde Lehlilerin zayiatı Naimâ’ya (C: 2, S: 182) göre 10 bin, Hammer'e (C: 8, S: 189) göre 2 bin kişi idi. Ayrıca yakala­ nan esirlerin serdarın çadırı önünde bo­ yunları vuruldu. Gratiani kaçarak canı­ nı kurtarmış ve kazanılan muvaffakiyet sayesinde bir çok ganimet ele geçmişti. Leh başkumandanı bu günki mağlûbiyet ve zayiatı müteakip mev2İe girdi ve bu günden sonra 17 gün daha süren çarpış­ malar hep mevzi harbi şeklinde cereyan etti. Leh başkumandanı işi mevzi harbi şekline dökmek üzereyken İskender Paşa’ya haber göndererek: «Biz yalnız eski düşmanlarımız olan tatarlarla uğraşaca­ ğımızı sanıyorduk, bizzat vezir ile m u­ harebe edeceğimizi bilmiyorduk. Kiralın yeğenini ve diğer asilzadeleri size rehin olarak vermeye hazırız; şu şartla ki siz de Kan temi r Mirza ile Hüseyin Paşa'yı bize gönderirseniz, Dniestr’in öte tara­ fında rehinler mübadele olunarak her­ kes sükunetle yerlerine avdet eder*- de­ di. Aynca serdara yüzbin altun flori pa­ dişaha da senelik vergi vereceğini bil­ dirdi. Leh başkumandanının bu teklîfle- ri karşısında İskender Paşa bir harp meclisi toplıyarak müzakereye koyuldu. Harp meclisine silâhlı olarak ve yırtık kalpakla iştirak eden Kantemir Mirza rehin meselesini duyunca hiddetten yu­ valarından fırlayan gözlerini serdara di­ kerek: «— Kâfirin malına tapıp kâfir ol­ muşsun! ben otuz yıldır bunlara kılıç urup anaların oğulların öldürmüşüm. Niçin özümüzü ellerine vereyim? tâ ki be­ ni diri diri şişe geçinip büryan etsinler! Bunlar kâfirdir; bizim bunlarla barışığı­ mız yoktur; bunlara hemaıı kılıç um ruz başka sözümüz yoktur» dedi. Hüseyin Paşa da rehin gitmeyi reddedince İsken­ der Paşa Lehlilerden gelen adamı hap­ sederek mücadeleyi devam ettirdi. Onyedi günlük çarpışmalar esnasın­ da tatarlar bir hayli esir aldılar. Mah­ volmaktan kurtulmak isteyen Leh baş­ kumandanı ordusunun önce süvarisini, onun arkasından piyadesini Dniestr’den geçirmek isterken başgösteren karışık­ lıktan faydalanan Türkler Leh ordusunu lam mânasiyle ezdiler. N aimâ’ya göre {C : 2, S: 184), 60 binlik Leh ordusun­ dan sadece dört yüz kişi kurtulabildi. Başkumandan Stanislas Zülkiyevski (Zolkiewskv) nin başı ordugâha getirilip teşhir olunmak üzere İstanbul’a gönde­ rildi. Kumandanlardan Kalmovski Prut suyunda boğuldu; Koniekapolski esir edilip İstanbul’da hapsedildi. Harbin m ü­ sebbibi Gratiani ise firarı sırasında bir köylü tarafından öldürüldü. Şehzade Mehmed ’in Öldürülmesi İskender Paşa Yaş civarında Lehli­ lere karşı kesin bir zafer kazandığı sı­ rada sadaret makamını işgal eden G ü­ zelce (Çelebi, îstanköylü) A li Paşa, mev­ kiinde tutunabilmek için tatbik ettiği müsadere siyaseti ile, bir de ikinci Os­ man’ı Lehistan seferine teşvik etmiş bir şahsiyet olarak nazarı dikkati celbeder. Genç hükümdar sefer için karara var­ dıktan sonra feci bir işe teşebbüs etmiş ve böylece namını lekelemiştir. Bu feci iş, kardeşi Mehmed’i idam ettirmesiydi. Şehzadenin idamı için ortada hiç bir se­ bep mevcut olmadığına göre Sultan Os­ 1805
man'm Lehistan seferine çıktığı zaman meye mecbur olmuş, İngilteıe sefiri Sir arkasından kuvvetli ve sevilen bir şah­ John Eyre’in tavassut teklifi de redde­ dilmişti. siyet bırakmak istemediği anlaşılmakta­ dır. Şehzade Mehmed’in idamına dair bir İkinci Osman'ın Lehistan seferine sebep zikretmeyen Osmanlı müverrihle­ bizzat iştirak kararı vermesine Sadrırinin, idamın, padişahın sefere iştirak âzam Güzelce Ali Paşa hayli müessir ol­ kararından sonra icra edilmiş olmasını muştu. Fakat, padişahı sefere teşvik eden müttefikan belirtmeleri, bu sebebin, on­ ve sefer hazırlıkları için etrafa emirler larca üstü kapalı şekilde anlatılışı diye gönderen bu adamın, sefer mevsimine tefsir mümkündür. ulaşılmadan 9 mart 1621 de ölmesine İkinci Osman, kendisinden iki yaş rağmen İkinci Osman buna ait niyetinde veya daha büyük ihtimalle dört ay kü­ hiç bir değişiklik yapmamıştı. Güzelce çük olan kardeşi Mehmed’i öldürmeye A li Paşa'dan sonraki Sadrıâzam Ohrili karar verdiği zaman evvelâ şeyhülislâm Hüseyin Paşa, bostancıbaşılıktan yeni­ Hoca-zâde Esad Efendı’den fetva istediy­ çeri ağalığına, ondan Rumeli beylerbey­ se de Esad Efendi istenen fetvayı verme­ liğine ve vezirliğe, dördüncü vezirlikten di. Lâkin padişahın gözüne girip şeyhül­ birdenbire sadrıâzamlığa yükselmiş bir islâmlık makamına ulaşmayı gözeten kimseydi. Bilgi ve tecrübesi kıttı. Padi­ Rumeli kazaskeri Kemalüddiıı Efendi bu şahın gençlik ve tecrübesizliğinden do­ fetvayı verdi. «Şakayık-ı Numaniyye» ve ğacak noksanlıkları kapatacak kıratta «Mevzuat-ül-ulûms> adlı eserlerin meş­ bir adam değildi. hur m üellifi Taşköprülü-zâde Ahmed Madame de Gomez’in «Histoire d ’OsEfendi’h in oğlu olan Kemalüddin Efenman» isimli eserindeki kayıt ve mütadi’nin bir ilim adamına yakışmıyan fet­ lealara nazaran; İkinci Osman, Lehistan vasını müteakip zavallı şehzâde boğula­ üzerinden Baltık denizine çıkmak, ora­ rak öldürüldü. Şehzâde Mehmed, kendi­ da bir donanma meydana getirerek hırissini öldürmeye gelen cellâdları kargısın­ t;vaıı Avruparyı hem Akdeniz’den, hem da görünce: de kuzeydeki denizlerden tehdit ve sı­ — Osman, Allahdan dilerim ki ömr-ü kıştırmalarla Avrupa’ya hâkim olmak devletin berbad olup beni ömrümden n i­ gibi fikirler beslemekteydi. Halbuki, o ce mahrum eyledin ise sen dahi behredevrin şartları hesaba katılırsa, böyle mend olmayasun! demişti. bir fikri tahakkuk ettirmek maddeten Osmanlı müverrihlerinin ittifakla imkânsızdı. Hayal sayılması gereken belirttiklerine göre, Şehzâde Mehmed pek böyle bir fikrin arkasından Kanunî S ü ­ güzel ve sevilen bir gençti. Müverrih leyman bile koşmamıştı. En evvelâ, İk in­ Kaim â (C; 2, S: 188); «kendi biraderleri ci Osman zamanındaki Avrupa devletle­ iken ol şelızâde-i bigünaha raiım etmeri Kanunî devrindekiııden daha üeri ve yüp nahak yere şehid etmekle gaddar­ daha kuvvetliydi. Buoa m ukabil Osman­ lık ettiler» cümlesiyle, kendi yaşadığı lI devleti, ne ordu ne de devlet adam­ devirdeki şartlara göre, İkinci Osman'ı ları bakımından Kanunî devrinin kudre­ ağır bir şekilde tenkid etmiş addedile­ tini haiz değildi. Bu derece g'eniş şeyler bilir. düşündüğü söylenen padişah, tasavvur­ larının muayyen bir parçasını dahi ta­ hakkuk ettirebilmek için ordu ve dev­ İkinci Osm an’ın Hotin let adamlarının cân-u gönülden gayreti­ seferi ne muhtaçtı. Halbuki gençlik ve tecrü­ besizliği yüzünden ordu, halk ve ilmiye İskender Paşa’n m Yaş civarında Leh sınıfı arasında güceniklikler yaratmıştı. ordusunu ezmesine rağmen iki devlet aHassaten cimri olan İkinci Osman sipa­ rasındaki harp hali devam etmekteydi. hilerin mütedahil maaşlarını verdirme­ Gerçi, Yaş muharebesinin mağlûbu olan mek suretiyle askerleri, ilmiye sınıfının Lehliler sulhe kavuşmak istemişlerse de arpalıklarını kesmek suretiyle (Ravzat buna muvaffak olamamışlardı. Nitekim ül-ebrar, S: 541) ilmiye sınıfını gücenbu gaye ile Osmanlı hükümet merkezi­ dirmişü. Sultan Osman’ın hatalı hare­ nin yolunu tutmuş olan bir Leh elçilik ketleri bu kadarlıkla da kalmadı. Hamheyeti' Küçük Çekmece’den geriye dön­ 1806
mer (C: 8, S: 203) in elçi raporlarına is­ tinaden bildirdiğine göre; cepheye git­ mekteyken kazak esirlerini ve hattâ m u­ hafızlarından bazı kimseleri ııışan talim ­ lerinde oklarına hedef yaparak onları öldürmesi askerlerin kendisinden iyice soğumasına sebep olmuştur. Yine bu arada yeniçerilerin firarlarına ait riva­ yetler üzerine onların subaylarına itimad etmiyerek neferleri birer birer önünden geçirterek bizzat sayması subay sınıf üzerinde de fena tesir bırakmıştır. İşte, onun çocukea ve nihayet şıma­ rıkça hareketleri kargısında beliren so­ ğuk hava dolayısiyle Lehistan seferinin aleyhinde bulunan erkâna da rastlanmış­ tır ki. Şeyhülislâm Hoca-zade Esad Efen­ di bunlardan biridir. Padişahın sefere çıkmasının aleyhinde bulunanların fik ri­ ne göre, Lehistan işi sulhe bağlanmalı, veyahut da sefer ancak iyi bir serdarın idaresinde icra edilmelidir. Padişahın İstanbul'dan hareketi İkinci Osman Sefer için lüzum lu ilk hazırlıkları (Macarca “A Magyar Nemzet Törtcnete” müteakip padişahın otağı 29 nisan 1621 adlı kitaptan) (7 cemaziyülahır 1030) de Davudpaşa sahrasına kuruldu. Bundan dokuz gün ferde bir netice husule gelmek m üşkül­ sonra da İkinci Osman otağa çıktı. Pa­ dür deyu nice kelimat söylemigler». dişahın emrinde sefere katılacak asker Davudpaşa’da toplanmakta devam eder­ Bir kaç gün gecikmesinde bir m ah­ ken kendisine vezaret tevcih edilen Pir zur bulunmadığı halde, daha işin baş­ Mehmed Paşa (Ravzat-ül-ebrar’da M ı­ langıcında maneviyatın sarsılmasına âm il olan Sultan Osman Davudpaşa’dan sır’dan mazul vezir Ahmed Paşa) İstan­ bul m uhafızlığı ile vazifelendirildi. Pa­ hareketinin onuncu günü Edirne’ye va­ sıl oldu. Burada kaldığı onbeş günlük dişah Davudpaşa karargâhında iken gü­ neş tutuldu. O devrin itikadına göre, kümüddet zarfında yeniçeri ve topçulara suftan bir kaç gün önce ve sonrası «ey- nişan talimleri ve atışlar yaptırarak de­ yâm-ı nahss. denilen uğursuz günlerden rece alanlara ihsanlarda bulundu. Edir­ sayılırdı. Fakat İkinci Osman bu inanı­ ne’den ayrıldıktan sonra şiddetli yağm ur­ şa ehemmiyet vermiyerek harekete geç­ lar yağdığından Yanbolu’ya kadar olan tiği cihetle, bu hal halk üzerinde ürper­ kısa mesafenin katedilmesinöe epeyce ti yarattı. Nitekim bu husus N aim â’ (C: müşkilât çekildi. Miktarı yüz bin' kişiyi bulduğu tahmin edilen ordunun yürüy ü­ 2, S: 89) m n dilinde şöyle anlatılmakta­ dır: «kusufdan evvel ve sonra bîr kaç şe devamı sırasında kazakların A kyolu’günedek eyyâm-ı nahsattan madud olup ya baskın hareketinde bulundukları ve iskelesini yaktıkları öğrenildi. Padişa­ sulh şehr günü bile nahs olup, hususa küsuf ola bir kâra şürûğ etmek kat’a tec-. hın emrinde ilerliyen ordu 12 temmuzda viz olunmamış iken gaflet ile Davudpa­ Dobruca’da İsakcı kasabasına vasıl ol­ şa menzilinden göçülüp böyle bir sefer-i du. Tuna’mn sağ sahilinde ve Tulcea azîme müteveccih olması nâmünasib idi. (Tulçi) niıı otuz kilometre kadar batı­ Lâkin kaza ve kader hükm ünü icra ede­ sında bulunan İsakçı’da bir köprü ku­ cek idi. Ol vakitte nice üstadlar bu se- rulması için faaliyete geçildi. Köprü in­ 1807
şaatı ikmal edilinceye- kadar geçen m üd­ det zarfında, yeniçeri ve sipahilere pa­ dişahların ilk seferlerinde verilmesi mutad olan sefer bahşişi (Naimâ; C: 2, S: 191) dağıtıldı. Bu arada Özi beylerbeyi Hüseyin Pa'şa’nın onsekiz şayka ile Özi sahilini talana gelen kazakları mağlûp ettiği öğrenildi ve Hüseyin Paşa’nın ya­ kaladığı kazak esirleri padişahın huzu­ runda idam olundu. Ordu Isakçı’da iken, şehzâde Mehmed’in idamına fetva vermiş olan Rume­ li kazaskeri Taşköprülü-zâde Mehmed Kemalüddin Efendi vefat eyledi. Nâşı İstanbul’a nakledilen Kemalüddin Efen­ dinin yerine Habeşî Hadım Molla Ali Rumeli kazaskerliğine tayin edidli. Büyük işler tasarlıyan ve böyle şey­ lere bizzat teşebbüs eden genç hüküm ­ dar, ok ve silâh kullanmakta da üstün­ lük hevesini tatmine çalışmaktaydı. Bu neviden bir hareket olarak bir defasın­ da Tuna’nm öte tarafına bir ok yetiştir­ meye muvaffak oldu. Ve okun düştüğü yere bir sütun dikilmesini emretti. A y­ rıca İsakçı’da bir kale yapılmasını em­ retti. Padişahın emri üzerine inşa olunan kale ondoku 2uncu asır ortalarına kadar mevcudiyetini muhafaz etmiştir. İkinci Osman Isakçı’da iken Kaptan-ı derya Halil Paşa padişaha m ülâki oldu. H alil Paşa donanma ile Karadeniz’den gelirken Osmaniı ordusunun Hotin seferinde yolda cereyan eden bir olay (Ricaut’dan) bir kazak filosuna rastlamış, bunlardan beş şayka batırmış ve onsekiz şayka zap­ tedip şaykaları kullananlardan ikiyüz kazağı esir etmişti. Ordugâha getirilen kazak esirleri gayrı insani şekilde öl­ dürüldüler. Köprü inşası için onsekiz gün İsakçı'da bekleyen ordu 29 temmuzda köprü­ den geçti. İki gün sonra Kefe beylerbe­ yinin yakaladığı üç yüz kazak esiri or­ dugâha getirildi. Bunlar da evvelkiler gibi idam edildi. Ağustosun birinde K i­ rim hanından haber geldi. Canbey G i­ ray 50 bin kişi ile Özi (Dniepr) suyunu geçtiğini bildiriyor ve orduyu humâyuna nerede iltihakının emredildiğim soru­ yordu. Bundan bir hafta sonra Diyarbekir beylerbeyi Dilâver Paşa eyâleti as­ keri ile, Eflak voyvodası Radu Mihne 6 bin Ei'laklı ile orduya iltihak etti. Agustosun 12 sinde düşman ordusunun vaziyetine dair ilk haber geıdi: bu ha­ berde 50-60 bin kişilik tüfenkdaz kuv­ vetinin Hotin önünde metris ve tabya hazırladığı, ayrıca «kıral-oğlu» idaresinde ikinci bir kuvvetin de geleceği bildiri­ liyordu. Bu arada Erdel beyi Bethlen Gabor’dan imparator askeriyle bir kaç çarpışmada aldığı bayraklar ve esirler geldi. K ın m hanının veziri Mirza Bey ordugâha gelerek düşman arazisine akın yapmak üzere izin istediği cihetle Ağustosun 20 sinde bu izin kendilerine verildi. Yine bu günlerde Silistre beylerbeyi ile Boğdaıı beyi orduya ilti­ hak eyledi. Ağustosun 24 ü n ­ de, yeniçerilerin yansı kal­ madı diye bir şayianın çık­ ması üzerine İkinci Osman yeniçeri neferlerini teker te­ ker huzurundan geçirtmek suretile yoklama yaptırdı­ ğından bu hareket yeniçeri subaylarının hayli gücenme­ sine sebep oldu. Bu arada yolların iyi tamir edilmemiş olmasından dolayı Boğdan voyvodası Aleksandr İlyaş azledilerek yerine Stefan Tomşa ikinci defa voyvoda yapıldı. Ağustosun 26 smda Kırım hanı, Tur­ la .(Dniestr) suyunu geçmiş olan kazak­ 1808
lara karşı vuruşmak üzere yardım iste­ diğinden kendisine bir miktar kuvvet ile 25 top gönderildi. Lâkin bunlar hanın yanma ulaşıncaya kadar kazaklar bu­ lundukları yerden kaçmışlar ve büyük kuvvetlere iltihak etmişlerdi. Ağustosun 29 ve 30 unda da münferit bazı düşman kuvvetleriyle ileriye gönderilmiş Osman­ lI askeri arasında çarpışmalar cereyan etti, ve düşmandan az miktarda esir aIındı. O rdunun H otin önlerine muvasalatı Padişah İkinci Osman’ın idaresinde­ ki Osmanlı ordusu, Peçevî’ye göre 1 ey­ lülde, Kâtib Çelebi ve N aimâ’ya göre 2 eylülde Hotin önlerine vasıl oldu. Dniestr nehri kenarında ve nehrin sağ sahilinde olan Hotin şehri, Türk!erin Kamaniçe dedikleri Kaminiek (Kamenec-Podolsk) şehrinin 20-25 kilometre kadar güneyindedir. Türk kuvvetleri bu­ raya geldiği zaman Leh kuvvetlerinin bir kısmı başkumandan Chodkîewics idaresinde Dniestr kıyılarında, 60 binlik kısmı da Leh veliahdı Ladislas'm ida­ resinde Kamaniçe kalesinin altında müstahkem ordugâhtaydı. Başkumanda­ nın tuttuğu mevki, bir tarafında yalçın kayalar bir tarafında da uçurumlar ihti­ va eden ormanlık bir saha idi. Bu ba­ kımdan Dniestr kıyısındaki yer de, müs­ tahkem mevki derecesinde Lehler için müsait bir şekil arzetmekteydi. Birbiri­ ne yakın iki müsait sahaya yerleşmiş Leh kuvvetleri Hammer’e göre 72 bin, bazı Batı kaynaklarına nazaran ise 102 bin kişiydi. Türk kaynakları kesin bir rakam kaydetmemekle beraber Osman­ lI ordusu, K ın m tatarlariyle birlikte 100 binden aşağı değildi. Netice itibariyle, muharebe, aşağı yukarı denk kuvvetler arasında cereyan edecekti. Ordunun Hotin önlerine vasıl oldu­ ğu gün K ırım hanı Canbey Giray da gel­ di. Padişah tarafından kabul edilmek üzere otağa girerken belindeki tirkeşi sadrıâzam tarafından alındığı cihetle, k ı­ sa bir müddet için korkuya kapıldı. Fa­ kat belinden çıkarılanın yerine muras­ sa bir tirkeş ve bir murassa kılıç takıl­ dığını, bir samur kürk ve murassa eğer­ li bir at ihsan olunduğunu görünce kor­ kusunun yersizliğini anladı. Hotin önündeki çarpışmalar Hotin önünde Osmanlılarla Lehliler arasındaki muharebe esas itibariyle 3 eylülde (16 şevval) başladı. Lehliler, kendileri için pek müsait bir mevkie yer­ leşmiş olduklarından. Türk ordusu ya­ rım daireye yakın şekilde ve muhasaraya girişir tarzda bir tertip aldı. Nihayeti nehre istinat etmek üzere sağ cenaha Anadolu, Kaıaman, Sivas ve Diyarbekir beylerbeyleri, sol cenaha da Şam ve H a­ lep beylerbeyleri ile Eflak voyvodası ve Kırım hanı; merkeze de yeniçerilerle ka­ pıkulu sipahileri yerleştirildi. Sağ cena­ hın ucunun nehre uzanmasına mukabil sol cenabın ucu da ormana uzanıyordu. İlk güne ait çarpışmaların en şid­ detlisi ormana doğru uzanan kısımda ce­ reyan etti. Araziye yerleşişlerindeki hâ­ kim durumları dolayisivle Türklerin sı­ kıştırmasına kolaylıkla mukavemet eden Lehliler Orman içinden çıkmamakta ıs­ rarlı davranarak buradan açtıkları tüfenk ateşi ile Türklere b ir hayli zayiat verdirdiler. Bosna beylerbeyi de bugün ağzından vurularak şehitlere karıştı. Muharebenin ilk gününde zayiatla karşılaşılınca ferdası gün toplar tabiye edilip yeniçeriler metrise girdi. Böylece muharebeyi uzatacak bir yol tutulmuş oldu. Düşmanın işgal ettiği mevkiin üs­ tünlüğü yüzünden, Türk kuvvetleri, bi­ raz da, böyle davranmaya mecburiyet hissetmiş vaziyetteydi. Maamafih 4 eylü­ le rastlıyan muharebenin bu ikinci g ü­ 1809 Hotin kalesinin bugünkü halinden bir görünüş
nünde Leh ordusundan bazı birliklerin ileriye çıktıkları hücumlarla şaşkınlık yaratmak istedikleri, hattâ bir aralık bir kaç Türk topunu zaptetmek için cesurane teşebbüslerde bulundukları görüldü. Lâkin Lehlilerin bu teşebbüsleri hep akamete uğratıldığı gibi epeyce zayiat da verdirildi. T ürklerin m üteaddit um um î hücum da bulunm aları Çarpışmalar mevzi harbi şekline dö­ külmüş olduğu cihetle, Lehlilerin yerleş­ miş bulundukları sahadan sökülüp atıl­ ması, umumî bir hücumun icrasına bağ­ lı görüldüğünden, 8 eylülde umumî ta­ arruza kalkıldı. Öğleye doğru çarpışma­ lar iyice şiddet kesbetti. Düşmanın yer­ leşmiş bulunduğu tahkimli mevzilerden bir kaç tanesi zaptedildi. Bu arada 12 top, 130 bayrak, 2 büyük sancak ele ge­ çirildi ve düşmandan bin kişi öldürül­ dü. Nogay beylerinden Kantemir Mirza bir kaç gün önce akına gönderilmişti. Cesaret ve gayreti ile temayüz eden Kantemir Mirza bugün esir ve ganimetler­ le ordugâha dönünce, padişahın iltifatı­ na nail oldu ve kendisine Özi beylerbey­ liği tevcih edildi. İlk umumî hücumdan düşmanın va­ ziyetini değiştirecek bir netice elde edi­ lemediğinden ertesi gün umumî hücum ayni şekilde tekrarlandı. Lâkin Lehliler çok sıkı top ve tüfenk ateşi açtıklarından mevzilerine yaklaşılamadı. 11 eylülde ic­ ra edilen üçüncü um um î hücum, bir ön­ cekinden daha tertipli ve daha şiddetli olduğu ha!de yine düşmanı yerinden sökmek m üm kün olamadı ve akşam ka­ ranlığının bastırmasiyle askerler çadır­ larına döndü. Esas cephedeki umumî hücumlardan müsbet bir netice çıkmadığı sırada Kırım Ham Kamaniçe mıntıkasına akına gönde­ rilmişti. Düşmanı açlığa mahkûm etmek için „yapılan bu akında tatar askeri Lehfilerin yüz zahire anbarını bastı, yolları kesti ve epiyce esirle ordugâha döndü. Eylülün 12 sinde yeniçeri ağası azle­ dilerek istikamet Efendi'nin damadı Ali Ağa yeniçeri ağalığına tâyin edildi. Eylülün 14 ünde icra edilen dördün­ cü hücum diğerlerinden daha şiddetli şe­ 1810 kilde cereyan etti. Düşmanın mevzilerin­ den sökülmesini istiyen padişahın ken­ disi bile karşısında bulunan kazak alayı­ na karşı bizzat taarruza kalktı. Bugünkü muharebenin en dikkate değer hadisesi Budin Beylerbeyi Karakaş Mehmed Pa­ şanın çarpıştığı kısımda vuku buldu. Avusturyalılardan Vaç <Waitzen) ı zaptederek şecaat ve becerikliliği ile temayüz etmiş olan Mehmed Paşa ordugâha bir gün önce gelmişti. Bu şeci kumandan hücüma kalktığı mıntıkada düşman mev­ zilerine girdi. Lâkin geriden tam zama­ nında desteklenmediği için, o kısımda te­ min edilen muvaffakiyet boşa gittiği gibi kendisi de vurularak şehit düştü. Müver­ rih Haşan Bey-zâde’nin kaydettiğine gö­ re, Karakaş Mehmed Paşanın muvaffaki­ yet kazandığını gören Veziriazam Ohrili Hüseyin Paşa, onun sayesinde zafere kavuşulduğu takdirde sadrazamlığın elden gideceğini düşünmüş, bu sebeple arka­ sından takviye göndermiyerek şehadetine âmil olmuştur. Neticesi bakımından bir ihanetten başka bir şey olmıyan bu hareketinden dolayı Hüseyin Paşa sadnâzamlıktan az­ ledilerek (17 eylül) ikinci vezirliğe in­ dirilmiş ve köprü inşa ettirerek nehrin karşı tarafına geçmekle vazifelendirilmiştir. Hüseyin Paşa azledilince Diyarbekir valisi Dilâver Paşa sadrıâzamlığa getiril.di. Turla (Dniestr) üzerinde kurulma­ sına çalışılan köprünün inşaatı 21 eylül­ de tamamlandığından Hüseyin Paşa kar­ şıya bir m iktar asker ile 30 top geçirdi. Ertesi gün bu toplarla düşman mevzile­ rinin iç kısımlarını döğmeğe başladı. Turla’vı geçen kuvvetlerin ateşinden m ü ­ teessir olan bir kısım Leh kuvvetleri mevzilerinden çıkarak daha yukarıya ormanlık içine girdiler. Ertesi gün vezir Ohrili Hüseyin Paşa, Çerkez Hüseyin Paşa ve Erzurumdan mazul Doğancı A li Paşa bunlan muhasaraya çalışırken Leh­ ler nehrin aşağı tarafından dolanarak ge­ celeyin harbe tutuştular. Üe saat devam eden çarpışma esnasında Doğancı Ali Paşa gehid düştü, Bolu beyi yaralandı; Hüseyin Paşa ise bir çıplak beygire b i­ nerek kendini güg kurtardı. Turla kar­ şısına gönderilenlerden Eflak voyvodası o sırada köprü üzerinde bulunduğundan (Naimâ, C: 2. S: 203) bir zarara uğrama-
di. Peçevî’ye göre; Nc^ay beyi Kantemir Mirza'nın yetişmesi ve düşmanı bozma­ sı sayesinde. Lehlilerin gece baskınının bir felaket halini alması önlenmiş oldu. 24 eylül günü yapılan beşinci h ü ­ cum sırasında Kırım iıanı Canbey Giray ve Rumeli beylerbeyi Yusuf Paşanın gayretleri sayesinde Leh tahkimatının iki katı, yâni birinci sıradan sonraki ikinci sıra da ■zaptedilmek üzereyken ge­ riden düşmanın zinde kuvvetleri çıkarak muharebeye tutuştu. îş bu dereceye ka­ dar gelmişken yeniçerilerin gayretsizlik­ leri yüzünden bir netice elde edilemedi. Yeniçerilerin böyle davranışlarına âmil olan şahıs da Padişahın bizzat kendisiydi. Zira daha Hotin önünde çarpışmala­ ra başlanmadan yeniçerileri gücendirmiş olan padişah, mücadele esnasında da cimri davranıp, ecdadının, muvaffakiyet gösteren askere bahşiş verme usulüne riayetsizlik göstermek suretiyle, bu gü­ cenikliği beslemiş oluyordu. 27 eylülde (11 zilkade) altıncı ve son hücum icra edildi. Umumî hücum emrini müteakip gönüllü ve serdengeçtiler en ön saflarda ileriye atılırken ordunun diğer efradı da ayni şeyi tatbike ça­ lıştı. Bu darbenin başlangıcında ilk an­ larda düşman askerleri mevzilerinden dı­ şarı fırladıysa da biraz sonra yine her­ kes mevzilerine girerek şiddetle karşı koymaya devam etti. Böylece altıncı uaıuıtıi hücumdan da bir şey elde edile­ medi. Naimâ (C:2. S: 204) ya göre bu­ günkü muharebede Türk ordusu insan ve at bakımından hayli zayiat verdi. Altıncı umumî hücumun muvaffakıyetsizliğe uğraması üzerine Padişah bü­ tün vezirleri yanına çağırarak kendile­ riyle görüştü ve onlara: «— Feth-ü teshir aksây-ı muradım­ da'! lâzım gelirse ihzar-ı zehâir edüp katımda kışlamak dahi caizdir. Şöyle bilüp ana göre takayyüd idesiz» dedi. İkinci Osman’ın bu sözlerini m üte­ akip «otuz gün oturaks> ilân edildi; ya­ ni otuz gün müddetle orada kalınacağı Osmaıılı ordusunun Hotin’e bir hücum’u (Rieaut’dan) 1811
tün bunlardan dolayı Sultan Osman da bildirildi; bu münasebetle umumî hücum ­ sulhe yanaştı. Harbin devamı sırasında lara da nihayet verildi. Taarruzlara son Eflak voyvodası bulunan ve sulhü m ü­ verilince Kırım hanının ikinci veliahdı demek olan «Küredin Sultan» akma gön­ teakip Boğdan voyvodalığına tayin edi­ len Radu Mihne’nin tavassutta bulunm a­ derildi. K ırım askerinin yaptığı akınlar neticesinde, Türk kaynaklanıra göre yüz sı, iki devletin sulhe gitmesinde epeyce müessir oldu. bin esir alındı; esir sayısının çokluğu Osmanlı - Leh sulh muahedesi 6 eyüzünden esirler pek ucuza satıldı. kim 1621 de imzalandı. Bu muahede şu Ordunun Hotin önünde kaldığı gün­ ler zarfında mücadele sadece Kırım sü­ şartlan ihtiva etmekteydi : varilerinin akıncı gönderilmesine inhisar 1 — Hotin kalesi Osmanlı hâkimiye­ tinde bulunan Boğdan voyvodalığına (is­ etmedi. Otuz eylülde Turla’nm öte tara­ fına akan Kantemir Mirza, Leh ordusu­ yan eden Boğdan voyvodası Hotin’i Leh kiralına vermiş, Lehliler de şehrin kale­ nun zahiresinin hıfzedildiği Palankayı sine muhafız kuvvet koymuşlardı) iade muhasara etti. Ayrıca Hüseyin Paşa da Leh ordugâhının varoşunda tahribatta 4 edilecektir. 2 — Kanunî Süleyman devrindeki bulundu. hudut esas olacaktır. 3 — Lehliler eskidenberi K ırım ta­ Osmanlı -Leh sulhü tarlarına vermekte oldukları yıllık kırk Osmanlı ordusunun bir hayli zorla­ bin altun floriyi yine ödemekte devam edeceklerdir. masına rağmen Leh ordusu yerinden sö­ 4 — Kazaklar Osmanlı arazisine, külüp atılamamıştı. Türk kuvvetleri müs­ tahkem mevkilere taarruz ettiği cihetle K ırım tatarları da Leh arazisine akın et­ meyecektir. epeyce zayiat vermekle beraber Lehle­ rin zayiatı da çok fazlaydı. Üstelik K ı­ 5 — Kırım ham Lehistan toprakla­ rım süvarilerinin akınlan neticesinde pek rından ordu geçirmek istediği takdirde geçtiği yerlere zarar vermiyecektir. çok Leh esir edilmiş ve civarda bir hay­ Sultan ikinci Osman’ın arzu ettiği li tahribat meydana getirilmişti. Vaziyet derecede bir zafer kazanılmamakla bera­ böyle gittiği takdirde Lehlerin uğrıyaber, mevzi muharebelerinde düşman or­ caklan zarar çok daha büyük olacaktı. dusu eritildiği ve sonunda da gayet açık Onun için 29 eylülde Lehlilerin sulh te­ şebbüsünde bulundukları görüldü. Naişekilde üstünlük ifade eden bir muahe­ rriâ’m n (C: 2, S: 204) diliyle: «yüz kadar de imzalandığı cihetle, Hotin karargâ­ kâfir alayı bayrağıyle Eflak voyvodası­ hından her tarafa zafemameler gönderil­ miş ve geceleri İstanbul’un tenviri em­ na geldiler ve barışıklık arzusu şayi ol­ redilmiştir. du». Lehlerin teşebbüsü bununla da k al­ ikinci Osman’ın idaresindeki ordu imadı. Bir hafta sonra gelen yeni bir he­ le daha büyük ve kesin bir zafer kaza­ yet sulh arzusunu tekrarladı. nılması m üm kün olduğu halde, padişahın Lehlerin bu talepleri karşısında Sul­ tan Osman nihayet sulhe razı oldu. Ger­ yarattığı güceniklik; Veziriâzam Ohrili Hüseyin Paşanın cehaleti ve bir aralık çi kendisi zaferin kazanılması hususun­ Karakaş Mehmed Paşaya karşı duyduğu da ısrar göstermekle beraber, muharebe­ nin verdiği netice ortadaydı. Esasen her şiddetli kıskançlık; K ırım hanının Nogay beyi Kantemir Mirza’yı kıskanışı; cahil geçen gün kışın biraz daha yaklaştığını ve harpten anlamıyan bir kimse olan haber veriyordu. Karakaş Mehmed Pa­ Darüssaade ağası Süleyman Ağanın pa­ şanın şehadetinden sonra askerin istek­ dişahı tesir altında bırakışı ancak bu ıussiz muharebe edişinin de herkes farkın­ bette bir neticenin alınmasına müessir daydı. Müverrih Haşan Bey-zâde’nin olan âmillerdir. kaydına nazaran; Veziriazam Hüseyin Paşa ile darüssaade ağasının sui niyetle hareketlerinden doğan aksaklığı yeni Ve­ Padişahın İstanbul’a dönüşü ziriazam Dilâver Paşa telâfi edememişti. Müverrihin diliyle: «muktezay-ı akl-ı Sulh muahedesinin aktinden üç gün selim üzere hareket edemedi». İşte bü­ sonra Hotin önünden harekete geçen pa­ 1812
dişah İkinci Osman yolda iken bir oğ­ lunun dünyaya geldiğini öğrendi. Padi­ şah Edirne’ye vardığı zaman, iki aylık kadar olan Ömer adındaki bu küçük şehzâde aslen Rus ve çok güzel bir ka­ dın olan annesi tarafından oraya getiril­ miş bulunuyordu, Lehistan seferinden umduğu neticeyi istihsal edememekten üzgün olan padişahın teessürü bu şehzâdesinin verdiği sevinç sayesinde bir hay­ li hafiflemişti. İkinci Osman 25 ocak 1622 de alay­ la İstanbul’a dahil oldu. Bu münasebetle şehirde üç gün üç gece genlik yapıldı. DAHİLİ DURUM VE SULTAN OSM AN’IN TAHTTAN İNDİRİLMESİ İkinci Osman zamanında memleke­ tin idare, iktisadi, m alî ve kültürel du­ rumunda, seleflerinden Üçüncü Mehmed ve Birinci Ahmed zamanına nisbetle farklı bir vaziyet mevcut değildi. Hâdi­ se olarak m ühim fark, Celâli isyanları gibi büyük bir gailenin mevcut bulun­ mamağıydı. Kanunî zamanında son şek­ lini almış olan devlet teşkilâtında bir değişiklik mevcut olmadığı gibi, Üçüncü Murad zamanında bozulmaya başlamış olan devlet nizamlarında iyiliğe doğru giden bir taraf da görülmüyordu. Dev­ let adamlarının İdarî zihniyetinde bu bo­ zuk düzenin havası hâkimdi. İkinci Os­ man pek genç yaşta tahta çıkmış olduğu cihetle elbette yakınlarının tesiri altın­ da kalacaktı. Ancak aradan iki sene ka­ dar zaman geçtikten sonra kendisinde fikir istiklâline teveccüh, vesayet ve m ü­ dahalelere mukavemet yolunda bir te­ mayül görülmeye başladı. Bu temayül zaman geçtikçe, gittikçe kuvvetlenmeye doğru yöneldiyse de, 14 yaşının içinde tahta geçen ve 4 sene 2 ay 21 gün tahtta kalmış olan Sultan Osman’ın yaşı yine de küçük sayılırdı. Onun için saltanatı­ nın son gününe kadar maiyetinin tesi­ rinden sıyrılmış değildi. Maamafih, te­ şebbüslerine bakılınca, genç hükümdarın zeki, ayni zamanda aklî kabiliyetlerinin erkeıı inkişaf ettiği görülmektedir. Yine gerek kendisinin gerekse maiyetinden bazılarının icraatına bakılınca, bu genç hükümdarın en m ühim şahsi kusurunun paraya düşkünlük, yersiz cimrilik ve za­ mansız sertliklere kapılış hareket ve va­ sıflarından ibaret bulunduğu müşahede olunmaktadır. Osmanlı padişahları arasında tahtın­ dan indirilip öldürülen yegâne hükümdar olan İkinci Osman’ın, bu feci sonuca yu­ varlanışı ile ilgili hadisenin ve padişa­ hın yapmak istediği şeylerin iyi anlaşı­ labilmesi için, bununla ilgi kurulabilecek bazı noktaların tetkik ve tahlili gerekir. Osmanlı tarihlerinde «vak’a-i Osmaniye» diye zikredilen bu hâdise, bir taraftan İkinci Osman'ın yenilik yapmaya niyetli bir hükümdar halinde tarihe geçmesine vesile teşkil etmekle kalmıyarak, bilhas­ sa memleketin o zamanki idari zihniye­ tinin, İçtimaî ve askerî dertlerinin teş­ rihine de imkân vermektedir. İkinci Osman’ın bizzat kendisinin ve bazı erkânının birtakım hareketleri h ü ­ kümdarın etrafında kırgın bir havanın teessüsüne, veyahut da bazı şahsiyetle­ rin padişaha karşı gücenik durmasına âmil olmuştur. Bu neviden hareketler şöyle sıralanabilir. Sultan Osman, babasının ölümünden sonra Birinci Mustafa’nın padişah yapıl­ ması münasebetiyle Sadaret kaymakamı Sofu Mehmed Paşa ve Şeyhülislâm Esad Efendi’ye gücenmişti. Bunun için Sofu Mehmed Paşayı sadaret kaym akamlığın­ dan uzaklaştırdı ise de şeyhülislâmı az­ letmedi; fakat ilmiye sınıfının azil ve nasb selâhiyetini elinden alıp bu selâhiyeti hocası Ömer Efendi’ye devretmek suretiyle şeyhülislâmın vazifesi yalnızca fetva vermekten ibaret kaldı. Daha son­ ra Esad Efendi’nin kızı Akile (Ukayle) hanım ile evlendiyse de, şeyhülislâmın padişaha karşı duyduğu güceniklik tam manasiyle zail olmadı. İkinci Osman’ın devlet erkânı ara­ sında güceniklik yaratacak hareketlerde bulunan şahsiyet Veziriazam Güzelce Ali Paşadır. Padişahın paraya düşkünlüğün­ den istifadeye çalışan A li Paşa, hâzine­ ye daha çok varidat temin edeceğini vadetmek suretiyle Öküz Mehmed Paşanın yerine veziriâzam oldu. Sadrazamlığı el­ de edince, çeşitli bahaneler icadı suretiy­ 1813
ı le müteaddit müsaderelerde bulundu. Güzelce Ali Paşanın müsadere hareketi­ ne ilk plânda yakasını kaptıranlardan bi­ risi de selefi Mehmed Paşa idi. Sadrazam­ lıktan uzaklaştırılınca Halep valiliğine ta vin edilen Öküz Mehmed Paşa yeni va­ zifesine gitmezden önce otuz bin altun vermeye mecbur edildi. Yeni sadrazam bu parayı tahsil için bir günde beş defa kapıcılar kethüdasını göndererek tama­ mını almadan onun arkasını bırakmadı. Ali Paşa, bir çok senedenberi yeni­ çerilerin et müteahhitliğini yapan Skarlati isminde bir yahudiyi çağırarak, m ü ­ teahhitliği zamanındaki koyunlann de­ risinin hesabını istedi; yahudi tüccar de­ rilerin bedelini ödemeden yakasını kur­ taramadı. Kiliselere metropolit tevcihi münasebetile 011 senede üç yüz bin duka almış olduğu hesaplanan Rum patriğin­ den bir hayli para istiyen A li Paşa, on­ dan da yüz bin duka istedi ve Hammer’e (C: 8. s: 194) nazaran 30 bin kuruş ko­ pardı. Mısır valisi Câfer Paşaıım tere­ kesinden de 15 bin altun tahsil etti. Sad­ razamın istirdat politikasını tasvip etme­ yen Defterdar Bâki Paşa’nın servetinden iki milyonluğunu hazine namına zaptet­ tikten başka kendisini de Yedikule’ye hapsettirdi. Bu şekildeki istirdatlarla ha­ zîneye para temin eden A li Paşa padişa­ ha da bazı hediyeler takdim ediyordu. Sadrıâzam Ali Paşa aynca bazı k im ­ selerin nüfuzlarını kırmaya da çalıştı. Bu cümleden olarak padişahın hocası ve şeyhülislâm ile işbirliği etmek suretiyle Darüssaade ağası Mustafa Ağayı padişa­ hın gözünden düşürerek Mısır’a sürdür­ düğü gibi servetinden iki buçuk milyon altunu da hazine namına zaptetti. Tabiî Sadrazam Güzelce Ali Paşa’nın istirdat siyaseti, mağdurların kendileri, uzak ve yakınları tarafından sadece sad­ razamın aleyhinde değil, onu tutan padi­ şahın aleyhinde de bir cereyanın vücu­ duna yol açıyordu. İkinci Osm an’ın T ürk kızları ile evlenmesi İkinci Osman. Lehistan seferinden döndükten sonra, kendisine meşru zevce olmak üzere üç kız seçti. Üçü de Türk olan bu kızlardan bir tanesi Pertev Pa­ şanın, birisi de Şeyhülislâm Esad Efen­ 1814 n v C.IVIE dinin .kızı Akile (Ukayle) Hanım idi. Pa­ dişahın ilk zevcesi aslen Rus olan bir ka­ dındı. ikinci Osman'ın nikâh etmek su­ retiyle aldığı bu ilk zevcesi Murad Pa­ şanın cariyesinden idi. Hükümdarın, Çi­ mer adındaki ilk oğlu bu haseki sultan­ dan dünyaya gelmişti. Sultan Osman Le­ histan seferinden döndükten sonra şen­ likler tertip edilmişti. Şenliklerin yapıl­ dığı sahaya getirilmiş olan küçük şehza­ de bir tüfeğin kazaen ateş alması üzeri­ ne yaralanarak ölmüştü. İşte ilk zevcesi olan bu kadından son­ ra nikâh ettiği kızların üçü de Türktür. Osmanlı sarayında bir buçuk asırdan be­ ri cariye istifragı yerleşik bir âdet hali­ ne gelmiş olduğu halde ikinci Osman’ın bu âdete aldırmıyarak Türk kızlarım n i­ kâh etmesi, şüphesiz onun lehine kayde­ dilecek bir noktadır. Fakat onun bu ha­ reketi o zaman için pek de hoş görül­ memiştir. Nitekim H am m erin Venedik kaynaklarına istinaden bildirdiğine gö­ re, Şeyhülislâm Hoca-zâde Esad Efendi, evvelki padişahların sadece cariye aldık­ larını beyanla kızını vermemek hususun­ da peşinen mukavemet bile etmiştir. On­ dan önce Pertev Paşanın zevcesi olan bir sultanın büyük kızım nikâh ederken de devlet adamları muhalefetlerini ifa­ deden geri kalmamışlardır. İkinci Osm an’ın ıslahat fikirleri ve akıl hocalarının zihniyetleri Osmanlı imparatorluğunda ıslahata ilk teşebbüs eden şahıs ikinci Osman 0 lup, bu uğurda hayatını veren ilk şahıs da kendisidir, ikinci Osman’ın ıslahat niyetlerini tahakkuk ettirememesinde, genç ve tecrübesiz oluşunun, kendisine fikir veren kimselerin zayıflığının çok büyük hissesi mevcuttur. İkinci Osman’ın ıslahat fikirleri ve feci ölümüyle son bulan hâdise üzerin­ de bir hayli durulmuştur. Bu hususta ka­ lem oynatan yerli ve yabancı müellifler, ya Sultan Osman’ı olduğundan daha bü ­ yük göstermişler, veyahut da ıslahat me­ selesi üzerinde lâyıkı veçhile durmamış­ lardır. Onu olduğundan büyük gösterme yolunu tutanlar, padişahın bazı hareket ve sözlerinden de ıslahat meselesi lehin­ de manalar çıkarmışlardır. «İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi»
isimli eserinde, kitabının hacmma nishı esas itibariyle Lehistan seferine çık­ betle İkinci Osman hadisesine fazla say­ ması hususunda tesir altında bırakmış­ falar tahsis eden İsmail Hami Daniştır. Padişahın başına felâketler geldiği mend, genç hükümdarın ıslahat yapmak sırada sadrıâzam bulunan Dilâver Paşa­ istediği noktalan şöyle sıralamaktadır : nın faaliyet şekline dair kaynaklarda fazla bir şey bulunmadığı cihetle, onun 1 — Tereddi ve tefessüh etmiş koz­ tesir ve rolünün zikre değmiyecek dere­ mopolit bir cemiyet haline gelen yeniçe­ cede ehemmiyetsiz olduğu anlaşılmak­ ri ve sipahi ocaklarını tamamiyle ilga ve tadır. İkinci Osman, saltanatının başla­ imha ederek onların yerine Anadolu, Su­ rında annesinin tesiri altında kalmışsa riye ve Mısır Türkleriyle Türkmenlerin­ da, bilahara ona esas akıl hocalığı eden­ den m illî bir ordu -kurmak. lerin, hoca Ömer Efendi ile darüssaade 2 — Payitahtı İstanbul’dan Anado­ ağaları olduğu görülmektedir. İlk Da­ lu’ya nakledip kozmopolit bir muhitten rüssaade ağası Hacı Mustafa Ağa sadrim illî bir muhite geçmek. âzam Güzelce Ali Paşa’nm tesiriyle M ı­ 3 — İlmiye sınıfının siyasî ve malî sır’a sürüldükten soııra darüssade ağa­ kudret ve nüfuzunu kırarak artık bozul­ sı olan Süleyman Ağa padişah üzerinde maya başlıyan bu zümreyi devlet işlerin­ pek çabuk ve kuvvetli tesir meydana den el çekmiş bir din ocağı haline getir­ getirmiştir. Esasen bu yönden zikredil­ mek. mesi gereken esas şahsiyet de budur. 4 — Kozmopolit saray an’anelerini Peçevî tarihinde (C: 2. S: 376) b u .şah­ değiştirerek Harem-i Humâyunu tasfiye sın padişah üzerindeki nüfus derecesini etmek ve hanedanın Türk ailelerinden izaha medar olacak şu satırlar okunmak­ nikâhla kız almasına yol açmak. tadır: «saadetlü padişaha andan mukar5 — Kıyafette değişiklik yapmak. reb kimse yoğ idi. Veziriâzamdan, belki 6 — Fatih »ile Kanunî’nin eskiyen validesinden takarrübü artuk idi; araba­ mevzuatı yerine yeni hayat şartlariyle ya girse bile girer: tahtı revana binse mütenasip kanunlar tedvin etmek. bile binerdi; belki her saat saadetlü pa­ Bir memlekette ıslahat yapmak ve­ dişahı böyle hoş âmed sözlerle mağrur ya mevcut nizamları değiştirerek eskileider idi». t rin yerine yenilerini koymak, muhakkak İste padişaha bu derece yakın olan ki çok güç bir meseledir. İcraatta isabet ve üstelik onun gururunu da mütemadi­ ve muvaffakiyet temin edebilmek için yen kabartan Süleyman ağanın fikir ve memleket realitelerini iyi kavramış ol­ bilgi derecesini ölçmeye yanyacak şöyle mak, fikirce olgun, şahsiyetçe kudretli bir hâdise (Fezleke, C: 2. S: 4 ve N aimâ müşavir ve yardımcılara sahip bulunmak C: 2, S: 207) anlatılır: lüzumu aşikârdır. İcra m akam ının ba­ Veziriâzam O hrili Hüseyin Paşa, h u ­ şında bütün kudreti elinde tutan padişah dut ve düşman meselelerinde fikir ve bulunduğuna göre, en geniş fikir olgun­ mütaleasmdan faydalandığı vezir Debluğunun onda bulunması, veyahut da bu bağ-zâde Mehmed Paşa’yı sever ve oolgunluğa sahip müşavir ve yardımcıla­ nunla bu meselelere dair konuşmalarda rın hükümdara doğru yolu göstermesi bulunurdu. Lehistan seferine gitmeden lâzımdır. İkinci Osman’ın zekâsının ya­ önce sadrıâzam, Debbağ-zâde’yi padişa­ şma nisbetle erken inkişaf ettiği muhak­ hın huzuruna çıkarmış bu vesile ile D a­ kaksa da, kanaatımızca ona, sayın İsmail rüssaade ağası Süleyman Ağa da kendi­ Hami Danigmend’in dediği şekilde «dâ­ siyle tanışmıştı. Bu tanışmadan sonra hi» vasfım, kondurmak fazla mübalâğa bir gün Süleyman ağa Debbağ-zâde ile etmek olur. görüşürken, : Padişaha akıl veren ve tesir altın­ — Leh kıralı padişaha mukabeleye da bırakan kimselere gelince; bunların, gelir mi ve gelmeye iktidarı var mıdır? Validesi Mahfiruz Sultan, ilk DarüssaDiye sormuş, Debbağ-zâde Mehmed ade ağası Süleyman Ağa, hoca Ömer Paşa ise: Efendi, biraz da sadrıâzamlardan G ü­ — Biz gelir diyerek tedarik gprelim, zelce Ali Paşa ile Dilâver Paşa olduğu gelirse tedbirde kusurumuz bulunmaz; görülmektedir. Güzelce Ali Paşa padişa­ gelmezse devlet padişahındır. 1815
Diye makûl bir cevap vermiştir. Fakat Debbağ-zâde’nin bu sözünü beğenmeyip canı sıkılan Süleyman Ağa: — Biz seni ehl-i vukuf bir kimse sanırdık, dünyadan bihaber imişsin. Leh kıralı ne köpektir ki Al-i Osman padi­ şahına kargı dura, onun ne denlü askeri olsa gerek. Demesi üzerine Debbağ-zâde, onu yine makul bir cevapla aydınlatmaya çalışarak: — Sultanım, düşmanı hor ve hakir görmek olmaz; cümle küffar bir millet hükmündedir. Nemçe. Moskov, Kazak, Macar belki İspanya, Françe, Papa ve sairleri' kimi asker, kimi mal ile imdat ederler ve aralarından namus-ı din gö­ zetirler» Dedi. Lâkin buna rağmen kendi gö­ rüşünde ısrar eden Süleyman Ağa üste­ lik bir de: — Böyle bunakların tedbirinden ne hayır gelir! Cümlesi ile muhatabım istiskal yo­ luna sapmıştır, işte Sultan Osman’ı te­ sir altında bırakanlardan habeşî bir ha­ dım olan Süleyman Ağa böyle bir şah­ siyetti. Binaenaleyh ondan kıymetli f i­ kirler pek beklenemezdi. Nitekim m ü ­ verrih Naimâ bu konuşmayı anlattıktan sonra: «İşte böyle ahval-i rûz-u kârdan gafil hoş-amed ve müdahaneye mail, hak sözü dinlemez, vaz’ma hoş gelmeyen doğru kelâmı anlamaz, mağrur ve nâdar. mukarribler gice gündüz hoş-amed ile cenab-ı padişahiyi dahi gurur ve gaflete düşürmüşler idi. Derakap semeresi zâhir olup, hilâf-ı me’mul hayf ve ye'se sebep oldu» mütaleasını eklemektedir. Padişahı geniş şekilde tesirinde bu­ lunduranlardan Hoca öm er Efendi’nin bilgi derecesini ölçmeye yarıyacak bu­ nun gibi bir misale malik değiliz Maamafih onun Süleyman Ağa kadar bilgice zayıf olmadığı muhakkak ise de, Hammer’in (C: 8, S: 208) tavsifi veçhile ha­ rislik sıfatına müstahak bulunduğunu belirtecek deliller göstermek m üm kün­ dür. İkinci Osman'ı tesir altında bırakan şahsiyetleri tanıdıktan sonra onun yap­ mak istediği ıslahatın hakiki mahiyetine gelince; bu, kapıkulu askeri yerine M ı­ sır, Suriye ve Anadolu halkından yeni bir asker meydana getirmek diye hulâsa edilebilir. Merkezi hükümeti İstanbul’dan Anadolu’ya nakletmek, ilmiye sınıfına devlet işlerinden el çektirmek, kıyafette değişiklik yapmak gibi meseleler, bazı müelliflere, padişahın bazı söz ve hare­ ketlerinden istihraç edilen neticelerdir. Bunları isbatlıyacak deliller kâfi olma­ dığından üzerlerinde geniş çapta müna­ kaşalar yapılabilir. Hele Fatih ve Kanu­ nî devrinin mezuatı yerine yeni kanun­ lar tedvin edilmek istendiğine dair, o zamanın kaynaklarında ufacık bir işa­ ret dahi mevcut bulunmamaktadır. İkin­ ci Osman zamanının ve onyedinci asır­ da yaşamış müverrihlerin eserlerinde müttefiken üzerinde durulan mevzu, ka­ pıkulu askerlerinin ortadan kaldırılması­ na desteklik edebilecek yeni bir asker sınıfının teşkilinin düşünülmesidir. Bu mesele, hâdiselerin bir kısmının bizzat içinde yaşadığı anlaşılan; Solak Hüseyin Tuği’nin «İbretnüma^ isimli eserinde (Belleten sayı: 43) en sarih ifadesini bulmaktadır. Hüseyin Tuği, darüssaade ağasının padişaha mütemadiyen: <•Yeni­ çeri tarifesinin tüfenk atmakta ve sipah halkının cündilikte ve cenk günlerinde meharetleri meydandadır; bu kul yeni­ çeri ve sipahi kulluktan çıkmıştır. Kul olursa asker olursa Mısır ve Şam cündileri gibi ve tüfenk atmakta Anadolu sekbanı gibi olmalıdır. Evvelce Hotin seferinde düşmanın taburunu bozmağa kadir olmadılar, Hünersiz, marifetsiz, dırıntı. madrabaz ve erbab-ı maaş kul olur mu?» dediğini kaydetmektedir. Sultan Osman vak’asın a tekaddüm eden günler Sultan Osman, tahayyül ettiği zafe­ ri temin edemeden İstanbul’a dönünce hocası Ömer Efendi ile Darüssaade ağası Süleyman Ağa mütemadiyen kendisini tahrik etmişler ve kapıkulu askerinden kendisini soğutmuşlardı. Bunların teşvik ve telkinleri neticesinde Sultan Osman Hacca gitmek üzere hazırlıklar yapılma­ sını emretmişti- Görünüşe nazaran padi­ şah Anadolu üzerinden Hicaza gitmek tasavvurundaydı. Tuği’nin «İbretnüma» smda kaydedildiğine (Belleten sayı: 43, S: 393) göre, padişahı Anadolu’ya geçir­ mek istiyenler arasında hocası Ömer Efendi’nin yanında Sadrıâzam Dilâver Pa­ 1816
şa da vardı. Tâ başlangıçtan beri müşev­ viklere dahil bulunmadığı anlaşılan Dilâver Paşa, padişah üzerinde tesir icra eden kimselerin otoriteleri karşısında se­ sini çıkaramamış ve padişah, hazırlıklar yapılmasına dair emir verince sesini çıkaramayıp onlara taraftar görünmüş ol­ malıdır. İkinci Osman’ın Hicaz’a gitmesiyle ilgili hazırlıklar meyanında Hoca Ömer Efendi’nin kardeşi Karabaş Efendi Mek­ ke kadılığına gönderilmiş, fakat Mekke şerifi Karabaş Efeııdi’yi yakalayıp as­ mak istemişti. Padişah Mekke’ye götü­ rülmek istenirken. Mekke şerifinden in ­ tikam alınması için de bahane ediliyor­ du. Halep, Şam ve Mısır taraflarına Ka­ rabaş Efendi'den başka memurlar da gönderilmişti. Zahire temin etmek sözüile Halep ve Şam tarafına Eski Yusuf adında birinin gönderilmesi bu neviden bir hareketti. Anlaşıldığına göre, Eski Yusuf sekban yazmakla vazifeli k ılın­ mıştı. F aö'şam n rüyası Sultan Osman, otağ-ı hümâyunun Üsküdar’a geçirilmesi için emir verme­ sinden bir kaç gün önce bir rüya gör­ müştü. Rüyasında: bir taht üzerinde oturup Kur'an-ı kerim okurken birden­ bire Hazreti Peygamber karşısında be­ lirir ve padişahın elinden K ur’an-ı keri­ mi ve sırtından cüppesini alır, ondan sonra bir sille vurup yere düşürür. Sul­ tan Osman, Peygamberin ayağına kapan­ mak isterse de bunu yapamadan uya­ nır. Padişah bu rüyadan dolayı endişe­ ye kapılır ve hocası Ömer Efendiye an­ latır. Ömer Efendi, tokat, hacca gitmek­ te tereddüte düşmeniz dolayısiyle bir ihtardır der. Rüyanızda ayağına yüz süremediyseniz inşallah merkadine yüz sürmeniz .nasib olur sözlerini ilâve eder. •Ömer Efendi’nin tabirinden sonra hacca gitmek hususunda daha ısrarlı davranan Sultan Osman’ın merakı tam mânasiyle zail olmadığından, bir de ay­ ni rüyayı imamı vasıtasiyle Üsküdarlı Şeyh Aziz Mahmud Efendi’ye tabir et­ tirmek ister. Şeyh de tabirini yazarak padişaha gönderir, bunda: «okuduğunuz Sultan İkinci Osman’ın kendi adına ya­ pılan Şehname’deki bir minyatürü (Aslı Topkapı Sarayı kütüphanesindedir) kelâm-ı izzet, hükm-i rabbanidir ve ona imtisal lâzımdır ve oturdukları taht cübbe-i vucuttur; bu rüya ziyade korkulu ve muhataralıdır. Allah bilir bu korkulu vak’a yakın günlerde olur ve tövbe ve istiğfar üzere hak sübhanehu ve tealâmn evliya kullan merâkid-i şeriflerinden ve kubur-ı münirelerinden istimdat talep buyurun ki beliyyeler def’ ola» sözlerinin yazılmış olduğu görülür. Aziz Mahmud H üdai’nin tabirinden sonra Eyyub türbesini ziyaretle fukara­ ya sadaka dağıtan Sultan Osman koyun ve sığırlardan kurbanlar kesilmesini emretti. Padişahın emrini yerine getir­ mek üzere faaliyete geçen bostancılar Edimekapı ve Raragüm rük’te araba sı­ ğırlarını cebren sahiplerinin ellerinden alarak üç bin akçelik çift kayvamna bin akçe ödemişlerdir. Tabi’i bu hareket memnuniyetsizlik ve dedikoduya sebep olmuştur. 1817
ı M m n v cavın Hoca Esad Efendi’nin fetvası Sultan Osman, rüyanın tesirinden kurtulur gibi olunca otağı hümâyunun Üsküdar’a geçirilmesini emretti. H üküm ­ darın Hacca gitmesine taraftar olmayan şeyhülislâm Esad Efendi söz ile onu fik ­ rinden caydıramayınca: «padişahların Kabe’ye gitmesi farz değildir, adalet üz­ re ahalinin ahvalini görmek evlâdır» d i­ ye fetva gönderdi. Sultan Osman bu fet­ vayı dinlemedi. Hüseyin Tuği’nin ifadesivle: «gazaba gelip amel eylemedi». Y i­ ne mezkûr müellifin kalemiyle: «Sonra meşayih-i kiram ve ûlemay-ı izamın ek­ serisi haberler gönderüp men etmek is­ tediler. Amma padişahı alıkoymak m üm ­ kün olmadı. Bu hususta sadrıâzam da ulema tarafından olup çok takayyüd ey­ ledi. Amma neylesün başı ve mansıbı korkusundan Hoca Ömer Efendi’ye ve Süleyman Ağaya mütabaat eyledi». İşte padişahın Hacca gitmek için böyle ayak diremesi üzerine 18 mayıs 1622 çarşamba günü kapıkulu askerinin ayaklandığı görüldü. Askerlerin ayaklanm asının u m u m î sebepleri ikinci Osman’ın hacca gitmek iste­ yişinden şüphelenip kendi ocaklarının kaldırılmasının düşünüldüğünü sezen yeniçeri ve sipahilerin ayaklanışlannm bir takım sebepleri vardır. Sultan Os­ man’a karşı birikmiş memnuniyetsizlik âmillerinden ibaret bulunan bu sebep­ ler. Naimâ tarihinde (C: 2, S: 209) Kâtib Çelebi, Haşan Bey-zâde ve Tuği, ta­ rihlerinde derlenerek şöyle sıralanır: 1 —■Sultan Osman’ın Lehistan se­ feri sırasında «in’am bahanesizle» yeni­ çeri ve sipahileri yoklama yapıp onları gücendirmiş olması: 2 — Hotin muharebelerinde Karakaş Mehmed Paşa’mıı şehid düştüğü gün yeniçeri ve sipahileri şiddetli sözlerle tekdir etmiş olması. 3 —■Sultan Osman Lehistan seferi­ ne gitmeden önce Bostancıbaşı Pîr Meh­ med Ağa ve yeniçeri ağası Yusuf Ağa ile birlikte şehir içinde tebdil gezerek meyhane ve yasakçı odalarını basıp i­ çerisinde rastladığı sipah ve yeniçerileri değnekle döğdürmesi, bazılarım da taş gemilerinde küreğe vurdurması; 4 — Lehistan seferi sırasında düşman­ dan baş ve dil getirenlere az bahşiş ve­ rilince, bunların «bu bir altun nedir? biz padişah uğruna bezl-i cân edüp baş alırız» dedikleri zaman hükümdarın musahib ve mukarriblerinin «getirdiğin baş bir akçe değer mi» cevabiyle onları tenfir edip gücendirmeleri; 5 — Yine ayni harp sırasında aske­ rin gayretsizlik ve gevşekliğine hamle­ dilerek açıkça nefret ifade eden bazı hareketlerde bulunulması; 6 — Hotin harbinde muvaffak olunamayışmın sebebi kapıkuluna affolu­ narak, bunlara ulufe vermeye değmez d i­ ye sözler söylendiğine ve Mısır tara­ fından cündi yani süvari askeri yazılmak istendiğine dair bir şayianın asker ara­ sına yayılması; 7 — Bu fikrin tatbiki ile ilgili olmak üzere, aslında sekban yazmak için Es­ ki saray baltacılarından Eski Yusuf is­ minde birinin zahire cem’i . bahanesiyle Şam ve Halep’e gönderilmiş olması, 8 — Ve nihayet zahirde Hacca git­ mek bahanesiyle, padişahın «raht ve taht ve cümle hâzinelerini Üsküdar’a geçirt­ mek üzere» olması. Naimâ, Solak Hüseyin Tuği, Kâtib Çelebi, Haşan Bey-zâde ve Peçevînin savdığı bu sebeplere, daha yukarda ye­ ri geldikçe zikredilmiş olan, padişahın rüşvet kabul edecek dereceyi bulan pa­ ra hırsı dolayısiyle itibarının askerden başka halk arasında da sarsılmış olması; arpalıklarını kestirmek suretiyle ilmiye sınıfını gücendirmesi; askerin aidat ve bahşişlerini kısmas: ve kendisinin fazla gururunun yarattığı güceniklikler de ilâve edilebilir. K ap ık u lu askerlerinin A tm eydam nda toplanması Yeniçeri ve sipah zümresinden ib a ­ ret askerler 18 mayıs 1622 (7 receb 1031) çarşamba günü, evvelâ Süleymaniye cam i’i avlusunda toplandılar. Burada, Naim â’nın (C: 2, S: 213) ifadesiyle: «pa­ dişahın bu tarikle Hicaz’a gitmesi, mücerred bizden nefretine mebni olup, gay­ rı mucibi yoktur. Nizâm-ı âlem için pa­ 1818
dişahlar hace-ı şerifi terk edegelmişlerdir; düşman zuhuru ve a’dâm n şerr-ü şûru ihtimali var iken Memalik-i Mahruseyi koyup gitmek hatadır, bu kârdan feragat etmek gerekir» diye söyleştiler. Tuği’nin İbretnümasmda (Belleten, sayı: 4, S: 493) kaydedildiğine göre, Süleymaniye avlusunda toplanan kalabalık ara­ sında sipahi ve yeniçerilerden başka çe­ şitli zümreden halk da mevcuttu. Bu kalabalık oradan Atmeydamna (Sultanahmed meydanı) geldi. N aim â’ya naza­ ran, buradaki kalabalık arasında ilmiye sınıfının alt kademelerinden bir hayli kimseler de vardı. Atmeydanmda bü­ yük bir insan topluluğu meydana gelir­ ken çarşıdaki dükkânların bir kısım da kapandı. Atmeydamndaki insan kalaba­ lığından «padişahımızı Kâbeye gitmek nâmı ile Anadolu’ya götürmek istiyeıılcri isteriz ve padişahı Anadolu’ya geçmek­ ten vaz geçirmek isteriz» sesleri yükse­ lirken İstanbul surlarının kapıları ka­ patıldı. Bu arada sadrıâzam tarafından Atmeydamna gönderilen çavuşbaşı Halıcı-zâde oradakiler tarafından taşlana­ rak kaçırıldı. Şeyhülislâm a yapılan müracaat Atmeydamndaki kalabalığın sinirleri gerilmeye yüz tutarken içlerinden yaşlı ve tecrübeli kimselerden mürekkep bir kaç kişi «bu maslahatı şer’ ile görelim» diyerek şeyhülislâma gittiler. Ve şey­ hülislâm Hoca-zâde Esad Efendi’den şöyle bir fetva aldılar: «Sual — İslâm padişahını azdırıp bevt-ül-malin itlafına sebep olup padi­ şaha hacca gitmek lâzım değil iken böy­ le fetret ve fitneye sebep olanlara ne lâzım gelir? Cevap — Elcevap, fitne uyduranla­ ra katil lâzım olur». Bu fetvanın suretini alan yeniçeri ihtiyarları dönüp toplantı mahalline geldiler. O arada sadrıâzam tarafından kalabalığa nasihat etmek üzere gönde­ rilmiş olan yeniçeri ağası île bölük ağa­ la n mevdandakiler tarafından taşlanarak kaçırıldılar. Bu sırada Beşiktaş’tan Yedikule’ye gitmekte olan donanmanın ef­ radı Sultanahmed meydanındaki toplu­ luğun farkına vararak gemileri kıyıya yanaştırdılar've kapılar kapalı olduğun­ 1819 dan surlardan aşıp şehre girerek kala­ balığa dahil oldular. Âsilerin Hoca Öm er Efendi ve Sadrıâzantm konağına gitmeleri Sultanahmed meydanındaki topluluk, padişahı Hacca gitmekten vazgeçirmesi için Hoca Ömer Efendi’ye müracaat ka­ rarma vardığı cihetle, hükümdar üzerin­ de büyük tesiri bulunan "bu zâtın evine gittiler. Fakat Hoca Ömer Efendi kala­ balığı görünce kendisini öldürmeye gel­ diklerini zannederek evden kaçtı. Bu­ raya gelenler evdeki hizmetçilerden ho­ canın saraya gittiği cevabını alınca, ka­ pıyı kırarak içeri girdiler ve evi yağ­ maladılar. Ondaıı sonra sadnâzamm ko­ nağına gitmeye yöneldiler. Tuği’ye (Bel­ leten sayı: 43. S: 494) göre; bunların niyeti «padişaha bu toplanışın sebebi­ nin bildirilmesi, Süleyman Ağanın kat­ line ferman buyrulmasmın ve padişahın kâbeye gitmekten feragatinin temini» idi. Sadnâzamm konağının önüne gelen kalabalık binanın bütün kapılarının ka­ palı olduğunu gördü ve bu yüzden de içeriye kimse giremedi. O sırada, sadn­ âzamm hizmet ve muhafazasında bulu­ nan kimseler içeriden ok atarak bir kaç kişinin ölüp yaralanmasına sebep • olun­ ca kalabalığın asabiyeti birdenbire ço­ ğalıverdi. Oraya silâhsız gelmiş olduk­ larından ok, yay, kılıç vesaire gibi harp âleti temin etmek için sipahi çarşısına koştular. Fakat esnaf bunlara karşı çıkıp yalvardığı ve o aralık artık hava da kararmaya yüz tutmuş olduğu cihetle ertesi gün silâhlı gelmeye karar vererek dağıldılar. Padişahın Hacdan vazgeçmesi Sultan İkinci Osman cereyan eden hâdiseleri biraz sonra duymuştu. Onun için ulemanın büyüklerini saraya davet ederek askerin niyet ve arzusunun ne olduğunu sûrdu. Kendisine: «Kâbeye gitmekten vazgeçmesi, Hoca Ömer Efen­ di ile darüssade ağasının nefvedilmesi» ni istediklerini bildirdiler. Euna karşı padişah: «— Kâbeye gitmekten vazgeçtim.
amma istedikleri adamları şehirden sür­ mek değil mansıblannı bile kaldırmak olmaz» dedi. Asker ise, ertesi gün Atmeydanında j^eniden toplanmak hususunda kararlı idi. Yeniçeriler kışlalarına gittikten son­ ra, bunların arasında «padişahın bütün bostancılar: ve saray halkını silâhlandır­ mış olduğu, hattâ on tane darbzen topu getirttiği» şeklinde' bir söz şayi oldu. Yeniçerilerin heyecanlanıp daha sıkı şe­ kilde harekete azmetmelerine sebep oIan bu şayiaya mukabil saray ve bahçe­ lerdeki bostancılar arasında da «donan­ ma efradının silâhlanmış olduğu ve ka­ dırgalardan çıkarılan toplan tâ’biye edip bahçe hisarından yürüyüş yapacak­ lar» şeklinde mukabil bir şayia dolaştı. Tabı'i bu şayia bostancı ve diğer saray hizmetlilerinin korkuya kapılmalarına yol açtı. Yeniçerilerin hıncı kabarır ve erte­ si gün için silâhlı olmaya karar verir, bun a mu kabil bostancılar da korkuya kapılıp kendilerine verilecek emirleri tatbik cesaretini kaybetmek üzereyken padişahın hareketsiz kalarak herhangi bir tedbire tevessül eylemediği görül­ mektedir. Sarayı tehdide maruz kalmış olan sadnâzamm bu muhataralı geceyi nasıl ve nerede geçirdiğine dair de kaynaklanm ızda bir bilgi görülmemekterir. Binaenaleyh onun da padişah gibi tebbirsiz kaldığına hükmetmek gerekir. A yaklanm anın ikinci günü 19 mayıs perşembe günü sabahleyin erkenden yeniçeri ve sipahiler evvelâ odalar meydanında toplanıp oradan Fatih csmi’ine gittiler. Sonra Camiden dönüp silâhlanarak muazzam bir kalabalık ha­ linde Sultanahmed meydanına doğru yü­ rüyüşe geçtiler. Tuği’nin «îbretnüma» smdaki kayda göre; yeniçeri ve sipahi­ ler Et meydanında iken padişahın emri üzerine; Kâtib Çelebi’nin «Fezleke» sin­ de ve Naimâ tarihindeki kayda nazaran da Fatih Camiine doldukları sırada ken­ dilerinin daveti üzerine şeyhülislâm Esad Efendi, nakib-üleşraf Şerif Efendi, iki kazasker, Şeyh Ömer, vaizlerden Şeyh Sivasî, Şeyh İbrahim, Kadı-zâde, Şeyh Derviş Efendiler bu kalabalığa: *— Bu toplantınızdan muradınız ne­ dir?» Diye sorduklarında, hepsi birden it­ tifakla altı kişinin idam lannı istedikle­ rini bildirdiler ve buna ait bir liste ver­ diler. Listede padişahın hocası Ömer Efendi, Darüssaade ağası Süleyman Ağa, Sadrıâzam Dilâver Paşa, Kaymakam Ahmed Paşa, Defterdar Baki Paşa, Sekbanbaşı Nasuh Ağanın isimleri vardı. Ulema heyeti, listede isimleri bulunanlann suçlarının ne olduğunu sorun­ ca: Hoca Ömer Efendi ve darüssade ağa­ sının padişahı hacca gitmeye teşvik et­ miş oldukları; sadrıâzamm sarayına va­ rıldıkta maiyetinin bir kaç yeniçerinin ölüm ve yaralanmasına sebep olduğu; defterdann askere züyûf akçe vermekten suçlu bulunduğu; kaymakamın padişah seferde iken İstanbul’daki oturak ve ko­ rucuların maaşlarını eksik verdiği, hat­ tâ bu yüzden kendisinin taşlandığı, korucubaşı Salih Ağayı bu arada azletti­ ği, sekbanbaşı Nasuh Ağa’m n da o sıra­ da kaymakamla işbirliği etmekde -bulun­ duğu bildirildi. Âsi vaziyete geçen askerin ileri sür­ düğü istekler, artık kendilerinin gemi azıya almaya başladıklannı ve işlerine gelmiyen şahsiyetleri basit sebeplerle öldürmeye niyetlendiklerini gösteriyor­ du. Ulema heyetinin padişah ile görüşmesi Ulema heyeti âsilerin isteklerini b il­ dirmek üzere saraya geldi. Padişah ile vaki görüşmede Sultan Osman: —■Katli talep olunan adanılan ver­ mem! Dedi. Lâkin genç hüküm dann bu şekildeki celâdetinin hiç bir müstenidatı yoktu. M ühim şahsiyetlerin başım is­ teyen askeri değil dağıtmak, gözlerini korkutmak için bile hiç bir tedbir alın­ mamıştı. Onun için ulema rica ve nasi­ hat yollu konuşarak: — Cumhura muhalefet iyi değildir, ecdad-ı izamın zamanında da olagelmiş­ tir; bunlar istediklerini yaparlar; sonra vaziyet güç olurî Dediler. Sultan Osman ise fikrinde yine sebatta devam eylediğinden, ulema, «ehvenişer olanın tercihi lâzımdır» tar­ zında nasihat yollu konuştu. Sultan Os­ 1820
man bu arada asker topluluğu için de: — Siz aldırmayın, onlar başsız as­ kerdir, tez dağılır. Dedi. Halbuki padişah bu mütaleasında yanılıyordu. Askerler başsız gibi görünmekle beraber, bir gün önceki top­ lantıdan sonra bugün silâhlı şekilde ye­ niden toplanışları ve isteklerini de buna göre çoğaltıp ağırlaştırmaları azimli bu­ lunduklarını gösteriyordu. Fakat padişah, gençliği sebebiyle tehlikeyi iyice kavrıyamadı. Muhtemelen o sırada karşısında­ ki ulema heyetine de pek itimad edemi­ yordu. Mamafih ulema heyeti padişahın inadında ısran karşısında yine nasihat yollu konuşmaktan geri kalmayınca bu defa padişah asabileşerek; — Onların işi görülmüştür, onların haklarından gelindikten sonra sizin da­ hi içinizden haklarından gelinecekler m a­ lûmdur, dedi. Bunun üzerine ulema heyeti padişa­ hın huzurundan ayrıldı.. Âsilerin saraya girmesi Sultanahmed'dc toplanan âsi asker­ ler bir müddet bekleyip ulemadan haber gelmediğini görünce saraya yürümeye karar verdiler. Fakat bir taraftan da bostancıların silâhlandırılmış olabilecek­ lerini düşünerek tereddüte kapıldılar. Bu arada Dideban Ömer Bey namındaki şa­ hıs sarayın avlusunu görebilmek için Ayasofya minarelerine adam çıkarttı. M i­ narelere çıkanlar ulemadan hiç kimse­ nin gelmediğini, ayni zamanda saray bahçelerinde silâhlı hiç kimsenin bulun­ madığını müşahede ederek vaziyeti top­ luluğa bildirince askerler derhal saraya girmek için ilerlediler ve o sırada kapı­ yı açık bulduklarından kolaylıkla içeriye daldılar. Askerler birinci avludan gir­ mekteyken kapıcılardan bir kaç kişi «ga­ fil olmayın, tedbirli bulunun» diye ihtar­ da bulunduğundan beş yüz kadar silâhlı yeniçeri ve sipahiyi kapıya bekçi koydu­ lar. Silâhı olmıyan yeniçeri, topçu, cebe­ ci, acemi oğlanı ile şehir halkının ayak takımından olup askerin arasına karış­ mış silâhsız kimseler sarayın odun anbann a İlerliyerek ellerine birer odun aldı­ lar. Askerlerden bir kısmı «şehirli ara­ mızdan çıksın» diye seslendiği için, şe­ hir halkı «biz askerden ayrılmayız» ce- Sultan İkinci Osman’ın diğer bir resmi vabıyle, onlarla birlik olduklarım sözle­ riyle de tekid eylediler. Birinci avludan sonra ikinci avluya doğru ılerliyen âsilerden b ir grup Kubbealtı, bir grup m atbah-ı âmire önüne yürüyüp daha büyük bir grup da Arzodası önünde bir müddet beklediler. Bu­ radakiler: «padişahımızdan altı nefer kimseleri istedik cevap gelmedi. Şer’ ile davamız ve elimizde fetvamız vardır» diye bir çok defa söylendilerse de ne ses çıktı, ne bir cevap veren oldu. N aimâ’ya göre askerin bu şekilde beklemesi üç saat devam etti, yine ayni müellifin kaydına nazaran, askerler Divan’ı h ü ­ mâyun, mutfaklar ve arzodası önlerin­ de büyük bir kalabalık halinde ve söy­ lenerek beklemekteyken evvelce saraya gönderilmiş olan ulema heyeti de iç ka­ pı önünde oturmaktaydı. Rivayete göre bir aralık nakibüleşraf Gubari Efendi’nin: — Bizim sözümüz geçmedi siz ken­ diniz girip söyleyin! Demesi üzerine askerler de derhal 1821
I /AfTin v t ı v ıt Ş id d e tli kış y ü z ü n d e n İs ta n b u l B o ğ a zın ın donm ası ( İ lâ v e : S u ltan İk in c i Osm an zam anınd a pek şiddetli gecen b ir kış m e vsim inde İs­ tanbul^ Boğazı buz tu ttu . İk lim i m u te d il elan İsta n b u l'u n böyle bir kış geçirm e­ si, h a k ik a te n fevkalâde sayılacak b ir ta. b ia t hadisesi ile k arşılaşılm ası dem ekti. O n yedinci asırda yaşam ış O sm anlı m ü ­ verrihleri, gerek bu d o n du ru cu kışı, ge­ rekse S u lta n O s m an ’ın sa lta n a tın ın feci şekilde sona erişini vesile ittih az ederek, onun talih sizliğin e işaret niyetiyle., zam a­ n ın d a v uku b u lm uş bazı ta b ia t hadisele­ r in i de b ir b ir i ar kas m a sıralarlar. B o ğa­ zı d on du ran soğuk lar kadar n a d ira tta n ve fevkalâde say ılm ası gereken hadiseler ş u n la r d ır : a) 1618 senesi H aziran a y ın d a M a­ caristan'd a M ut nehri k ıy ıla rın a m eteor taşları düşm üştür. B u hadiseyi bir tezke­ re ile d iv ana arzeden Bu d in valisi Karakaş M ehm ed Paşa, taşların şiddetli bir y a ğ m u ru m ü te ak ip yere d ü ş tü ğ ü n ü , bir kaç zira' k adar d ü ş tü ğ ü yere göm üldüğün ü , bazısının ta r tıld ıg m ı ve üç k a n ta r a. g ır lığ ın d a g eldiğini b ild irm iştir. so ğu ğu n daha şiddetlen diğin i ve G a la ta ile İs ta n b u l. İs ta n b u l ile Ü sküdar a ra sın ın tam am en buz tu ttu ğ u n u , İsta nbu ldan Ü sk üdar'a y ü rüy erek geçenler bulundu* ğ u n u da rivayet en kaydeder. S u lta n Os­ m a n zam an ın d a yaşam ış olan m ü e llifle r­ den T u ğ i ise daha kesin b ir ifade İle: «1030 senesinde B oğaziçi dondu, Ü sküdar ve B eşiktaş a ra sı kara olup, üzerinde a. dam lar gezip. Ü sk ü da rdan İs ta n b u l’a y ü ­ rüy erek gelirler id î» der. T a b ii b u g örülm em iş derecedeki şid­ detli k ış İsta n b u l'a pek p ah alıy a m a l ol. m u ştu r. S o ğ u ğ u n şiddetli devresinde nak. lîy a t d u r d u ğ u n d a n şehirde erzak fiy a tla ­ rı pek y ükselm iştir. Y etm iş d irhe m ek­ m ek b ir akçeye, etin okkası onbeş akçe­ ye çık m ıştır. B u şiddetli k ı§ için b ir ço k şairler şiirler yazm ış ve m a nzu m ta r ih le r dü ­ şürm üşlerdir. Ş a ir N e şa tî'n ln şu ş iir i B o­ ğazın h a lin i de pek güzel tasvir etm ek­ tedir : E m r j H a k ile S ıta n b u ld a olan k ış b u sene Belki d ü n y a d u ra lı o lm adı bu resme sitâ Ü sk üd a r ile S ıta n b u l arası do n du kam u R ûy_i d e ry a y ı gören kimse san ırdı sahra B u n u k im gördü k i deryada b uzun üstünde K ara yer gibi gezerler niceler bîperva M üncem id oldu dehende nefesi insanın Nice m a h lu k u h elâk eyledi berd-i serma Lafzan-ü-ma'nen a n a de N eşâti tarih Be m eded dondu bin otuzda soğuktan derya b) B ir k üsu f yani güneş tu tu lm asın ı ta k ıp eden h a fta içinde S u lta n O sm an tah ­ ta geçmiş. H o tin seferine hareket edece­ ğ i günlerde de y in e güneş tu tu lm u ştu r. c) 1618 senesinde b ü y ü k b ir y ang ın çık m ış ve Bedesten y anm ış, ertesi sene de çarşının başka ta ra fla rı yine bir yan­ g ın d a h arap olm uştur. d) 1620 de İsta n b u l'd a üç g ün şiddet­ li y a ğ m u r y a ğ m ış ve sellerden b ir çok evler y ık ılm ış , A k saray ta ra fın d a k i bir m ahallede mescidler bir ay m üddetle su içinde kalmıştı* B oğazı do n d u ra n şiddetli k ış h a k k ın ­ da en güzel m a nzum tarih i d ü şü re n şair de H â ş im i Ç e le b i'd ir. O nun şu güzel m ıs­ raı b u k ıştan bahseden b ü tü n Osm anlı ta lih le rin d e yer alır. e) 1620 senesi b aşlarınd a veba salgını olm uş ve yaz o rtaların a kadar süren has. ta lik y üzünden epeyce ölenler olm uştur. f) Ve nih ay et 1621 şu b atın d a b u l Boğazı don m uştu r. 116) Y o l oldu Ü s k ü d a r’a bin o tu zda Akdeniz dondu. îstan* M üverrih N a im â , 24 ocaktan S şuba­ ta kadar dev am lı şekilde k ar y a ğ d ığ ın ı ve o g ün so ğu ğu n şiddetinden denizin buz tu ttu ğ u n u . ancak boğazda ak ın tı m ın tık a s ın ın ortasında k ü ç ü k b ir nehir gen işliğinde acık yer k a ld ığ ın ı kaydeder. O n d an sonra ertesi g ü n , yani S şubatta B îb liy o g ra fy a : N a im â ; T a rih , C : 2 Solak-zâde: T arih. Karaçelebi-Zâde Abd ü la z iz : Ravzat-üLebrar. H a m m e r (M . A ta ): Devîet-ı O sm aniye T arih i. C : 8. T u ğ i: İb r e tn ü m a (B elleten, sayı: 33). İsm ail H a m i D am şm en d; İz a h lı Osm anlı T a rih i kronolojisi. 1822
üçüncü kapıdan içeri dalmışlardır. (Tuğfnin «Îbretnüma» srnda ulemanın iç kapı önünde oturduğuna dair bir şey söylenmediği gibi, nakibüleşrafın adı da daha önce Şerif Efendi diye kaydedilir.) Sultan M ustafa'nın malıbesinden çıkarılm ası Bu sırada askerlerden birisi «Sultan Mustafa’yı isteriz!» diye bağırmış ve kalabalık da bunu derhal yüksek sesle tasvip ve tekrar eylediğinden bir anda askerin dikkati Mustafa’nın bulunması işi üzerine çevrilmiştir. O arada zülüflü baltacılardan birisi harem tarafını işaret etmiş, Mustafa’yı ortaya çıkarmak iste­ yenler de hareme doğru teveccüh eyle­ mişlerdir. Lâkin Mustafa'nın bulunduğu yere açılan kapının iç taraftan kapalı olduğunu görmüşler. Bunun üzerine b i­ nanın üstüne çıkarak kubbeyi balta ve kazmalarla delmeye başlamışlardır. As­ kerler kubbeyi delmeye uğraşırken bir kaç hadımın onlara ok attığı görülmüş ve hadımlar yakalanarak hemen oracık­ ta parçalanmıştır. Kubbeyi delenler ip sarkıtarak içe­ riye girdiklerinde Sultan Mustafa’nın bir minder üzerinde oturduğunu, karşı­ sında iki cariyenin divan durduğunu, ya­ ni ayakta hürmetkar tavırla kendisini beklediklerini görmüşlerdir. Üç günden beri aç ve susuz bırakılmış olan Sultan Mustafa’nın ilk sözü bir bardak su is­ temek olmuştur. Kubbeden giren üç as­ ker: «padişahım askerler dışarda size muntazırdır» demişler ve kendisine su verilmesini müteakip kubbeden sarkıtı­ lan ip ile Mustafa’yı yukarıya çekmişler­ dir. Bu sırada Mustafa’nın Eskisarayda bulunan annesine müjdeciler gitmiştir. Sultan Mustafa avluya çıkarılınca bir ata bindirilmiş, fakat at üzerinde, dura­ madığı görüldüğünden attan indirilmiş ve Arzodasma konulmuştur. D ilâver Paşa’nın öldürülm esi Sultan İkinci Osman âsilerin iç ka­ pıdan dühullerini öğrenince müthiş he­ yecana kapıldı ve Tuği’nin tabiriyle «can başına sıçrayıp, tiz Dilâver Paşa’yı bu­ lun» dedi. Sadrıâzam Dilâver Paşa, va­ ziyetin nazik safhaya girmekte olduğunu sezince kaçmıştı. Onu aramaya giden bostancılar kendisini Üsküdar’da Şeyh Aziz Mahmud Hüdai Efeııdi’nin tekkesin­ de bulup bir kayığa koyarak getirdiler. Dilâver Paşa saraya getirilinceye kadar âsiler, Mustafa’yı malıbesinden çıkarmış olduklarından tam mânasiyle iş işten geçmişti. Fakat Sultan Osman, sadnâzam ile darüssaade ağasını «işte istediği­ Askerin saraya hüeumu ve mukavemet eden harem hizmetkârlarım öldürerek Birinci Mustafa’yı aramaları (Ricaut’dan) 1823
• ^ niz adamlar» diyerek hadımlar vasi tasiyle dışarıya bıraktırdı ve kızlar dai­ resinin kapısını kapattırdı. Âsiler der­ hal ikisini de parçaladılar; bir müddet sonra da cesetleri alıp Sultanahmed meydanına götürüp bıraktılar. Âsilerin istediği kimselerden iki kişi öldürülmüş olmakla beraber askerler kendilerini tatmin edilmiş saymadılar. Daha doğrusu Mustafa’yı mahbesinden çıkardıktan sonra onun hükümdarlığını kavileştirmeye uğraşmaktan geriye kal­ madılar. O arada ulema heyetinin Sul­ tan Osman lehindeki söz ve hareketleri hiç bir tesir icra etmedi. Neticede S u l­ tan Mustafa’ya biat edilip kendisi Eskisaraya nakledildi. Tuği’nin İbretnümasmda bu cihet şöyle anlatılmaktadır: «Sultan Mustafa’yı Arz odasının kapısı önünde biraz oturtup oradan Esad Efend i’nin atma bindirip, zindandan çıkmış adam gibi zaaftan oturmağa mecali yok idi; bu cihetle yine Arz odası karşısına oturtup burada Sultan Osman tarafın­ dan şeyhülislâm ve kazaskerler ve kibar - ulema ve meşayih cumhurun içine gel­ diler ve padişahınız Sultan Osman size selâm edüp istedikleri adamları verdim, diğerlerini de bulayım, her ne muradları var ise verelim, Sultan Mustafa’yı b ı­ rakın dursun ve biz dahi bu hususta ke­ fil olalım; istedikleriniz ne ise m uradı­ nızı yaptırıverelim dediler. Cumhur da «bu söz evvelce gerekti, biz istediğimizi bulduk» dediler. Bu mahalde Sultan Mustafa orta kuşak ile oturuyor ve üze­ rinde ferace yok idi. Ulemadan ferace İM İ istediler kimse ferace vermedi. Sonra: «Sultan Mustafa’ya biat edin» dediler. Ulema cevap verdiler ki; «henüz Sultan Osman tahtta oturur biat câiz değildir» diye ahali cumhuru ulemâ ile bir saat kadar nizâ eylediler. Sonra herkesten evvel kethüda Mustafa Efendi biat eyleyüp bunun üzerine ulema ve meşayih cümleten biat ettiler ve şehr-i İstanbul içine dellâllar çıkarup «Sultan Mustafa padişah oldu» diye ilân ettirdiler. Bu biat gürültüsünden Kaf-zâde Faizi Efen­ di fücceten vefat eyledi. Sonra cumhur dediler ki «padişahım, sen burada otur­ ma. Sultan Osman sana hatâ eder, seni eski saraya götürelim». Amma Sultan Mustafa’nın orada oturmağa bile iktida­ rı yok idi; dışarıdaki hastalar arabasına bindürüp iki cariye ve valdesi ve Der­ viş adındaki bir gulâmı arabaya bindiril­ diler. arabaya her taraftan ipler takılıp bir birine el ele tutup arabayı çekerek Eskisarava getirdiler». S-ultan M ustafa’nın O rta cam iine nakli Sultan Mustafa’ya yapılan biat ile kendisinin ikinci defa hükümdarlığı' ke­ sinleşiyordu. Fakat ortalıkta tam mânasiyle bir disiplinsizlik ve karışıklık ha­ vası esmekteydi. Mustafa’ya biat edil­ mekle beraber Sultan Osman henüz sa­ rayda idi. Lâkin isyancı askerin tazyiki saatler geçtikçe her tarafta daha fazla hissedilir olmuştu. Âsiler sadece Musta­ fa’yı tekrar padişah yapmakla ve bu İkinci Osman (1618 - 1622) zamanındaki hükümdarlar (İlâve : 117) ★ A vusturya : İk in c i M athias İk in c i F erdina nd 1619 — . — .1619. I^ehistan : Ü çün cü Z igism und —> —^ ■ İsveç : G üstav A d o l f _> — (Vasa) F ransa O n üçün cü L u i İsp an ya ; Ü çün cü F ilip D ö rd ü n c ü F ilip 1621 — . P ortekiz : İkin ci Ü çüncü F ilip 1621 — 1621. R usya : M ih a iî R o m an o v . İran : B irin c i Abbas _^ . — Filip . P apa la r : B eşinci P ol beşinci G reguvar 1621 — . İngiltere : B irin ci J a k _ > — 1 V I— 1 V 1 1 _ . — 1621, On. . ^ . Özbek H a n lığ ı : îm a m K u lu B a h adır M ehm ed —^ . 1621, 1824
£ arada Dilâver Paşa ile üarüssaade ağa­ sını öldürmekle kalmadılar. Hâkimiyeti ellerine aldıklarını hisseder etmez bir bölüğü gidip İstanbul, Galata, ve tersa­ ne» zindanlarını açarak içerisindekileri salıverdiler. Başka gruplar da başlarım istedikleri şahısların veya onlarla ilgile­ ri bulunan kimselerin evlerini yağmaya koştular. Bu cümleden olarak büyük bir kalabalık Baki Paşa’nın evini, baş­ ka bir bölük Hoca Ömer Efendi’nin oğlu olan İstanbul kadısı Abdullah Çelebi’nin evini yağmaladı. Bu sırada Sultan Os­ man Yeniçeri ağalığım Kapıcıbaşı Ali .Ağaya verdi. Ali Ağa Sultan Osman’ın elini öpüp evine geldi ve yeni rütbesine uyacak bir kıyafetle girebilmek üzere elbisesini değiştirir ve yeniçerilere ihsan edilmek üzere otuz kese akçe ve bölük ağalarına ihsan edilmek üzere h il’atler hazırlatırken evi baskına uğradı. Gelen âsiler bir anda evi tamtakır hâle geti­ rirken Ali Ağa evinden kaçarak başına bir iş gelmekten kurtuldu. Âsiler gruplar halinde zikredilen şahısların evlerini basıp yağmalar yaparken. Sultan Mustafa'nın götürülmüş olduğu Eskisaray muhitinde, Sultan Os­ man'ın bostancılarla Eskisaray’ı basıp Sultan Mustafa’yı öldüreceğine dair bir şayia dolaştı. Bunun üzerine âsiler en­ dişeye kapılarak yeni hüküm darın m u­ hafazası hususunda münakaşaya tutuştu­ lar. Bunlardan bir kısmı «bu gece Eskisarav’da Sultan Mustafa’yı bekliyelims> derken diğer bir kısmı «Fatih cam i’ine götürüp orada bekliyelim» diyor­ du. İçlerinden Feridun Efendi namını ta­ şıyan şahsiyetin Orta cami’ine götürme fikrini ortaya atması üzerine, bu husus diğerlerinden daha fazla emniyet telkin edici bulunduğundan derhal bir araba hazırlandı. Kendisine sahip olamıyacak derecede mecnun bulunan Sultan Mus­ tafa, annesi ve iki cariye arabaya bindi­ rildi. Saray ağası. Derviş namındaki adamı yaya olarak arabanın yanında yü rümek suretiyle akşam namazından son­ ra Orta cami'ine varıldı. Naimâ (C: 2, S: 221) da kaydedildi­ ğine göre; Sultan Osman’ın yeniçeri ağalığma tâyin ettiği Ali Ağa’ya, yeni va­ zifesini tebrik etmek isteyen bir kaç k i­ şi: «Bu ne haldir? Asker Sultan Mus­ tafa'yı padişah ettik diyorlar» deyince, A li Ağa gafil bulunarak: «Bir şey yok, erazilden bir kaçı toplanmış; inşallah bu gece iş basılır» cevabını vermiştir. Sul­ tan Osman’a sadık görünen A li Ağa’nın bu sözleri işin fecaatini tam mânasiyle kavrıyamadan sarfettiği anlaşılıyor. Z i­ ra yine N aimâ’nın ilâve ettiğine göre, bu sözleri sarfedişinden biraz sonra evi askerlerin taarruzuna uğradığı cihetle, kendisi ancak kaçmak suretiyle canını kurtarabilmiştir. Sultan Osman’ın birden bire feci akıbete mahkûm vaziyete düşüşünde ted­ birsizliğin, burnunun ucunu göremiyecek kadar hâdiselerin ne yolda inkişaf edebileceğini tahmin edememenin çok büyük rolü olduğu bütün hâdise boyun­ ca göze çarpmaktadır. Tedbirde kusur edip ilerisini göremiyen en başta Sultan Osman olmakla beraber, maiyeti halkın­ dan da vaziyeti kavrıyamıyanlarm mev­ cudiyetine şahit olunmaktadır. Kapıcıbaşılıktan yeniçeri ağalığına tayin edilen Ali Ağa’nm en kritik devrede sarfettiği sözler, işte buna delil olarak gösterile­ bilir. 1825
BİRİNCİ MUSTAFA (ik in c i saltan atı) ★ B irin ci M u s ta ia 'n ro ta h ta geçirilm esi — Z o rbalar iıa ftm iy e U — Sultası O s m a n 'ın ieci a k ıb e ti — • A baza M ehm ed P a s a 'n m isy anı — S u lta n M u s ta fa ’n ın ta h tta n indirilm esi. ★ --------- B İ R İ N C İ M U S T A F A ------- ğil ben anda neyle­ Âsilerin mahbesrim» mütaleasiyle ten çıkardığı Birin­ Padişah o ld u ğu ta rih : 19 m a yıs 1622 gelmedi ve «padişah­ ci Mustafa kendisine T ah ttan in d ir ild iğ i ta rih : 10 e y lü l 1623 lık kimde karar iyapılan biat netice­ Ö lü m ü : 20 ocak 1639. derse sonra ana va­ sinde ikinci defa h ü ­ * ralım» dedi. Daha kümdar oldu. Mus­ sonra odabaşılardan V e ziriazam ları : K a ra D av u d Paşa 20 m a. tafa’ya biat edildiği yıs 1622 — 13 haziran 1622, azil. Mere H ü . bir kaç tanesi yanı­ gün İkinci Osman şeyin Paşa 13 h a zira n 1622, — 8 tem m u z na giderek «Eğer sarayda bulunmak­ 1622 (ilk sad areti), azil. L efkelî M ustafa P aşa 8 tem m u z 1622 — 21 e y lül 1622. azil. biz isteyip dilersek la beraber maiye­ G ürcü (H a d ım ) M ehm ed Paşa 21 ey lül 1622 elbette gelirsin» de­ tinde bir kaç kişiden — 5 şu bat 1623, azil. Mere H üseyin Paşa (ik in c i sadareti) 5 şubat 1623 — 30 ağus­ mesi üzerine, işin fazla adam kalma­ tos 1623, azil. K em ankeş K a ra A li Paşa fenaya varabileceği­ mış, ve hükümdarlık 30 Ağustos 1623 — . ni hesaplıyan A li Aotoritesi fiilen elin­ ğa kalkıp Orta Ca­ den gitmişti. Sultan miine geldi ve yeni hükümdarın elini Mustafa cinnet halinde olduğu cihetle öpüp h il’at giydikten sonra Ağa-kapısıbütün kudret bugün âsilerin elindeydi. na yani yeniçeri ağalığı dairesine gitti. Tahtını kaybedip hemen hemen yalnız A li Ağa yatsı vaktından biraz sonra Adenecek derecede yardımcısız kalan Sul­ ğa-kapısma vardığı zaman Sultan Os­ tan Osman hüküm darlığını kurtarabil­ man’ı orada buldu. A li Ağadan tahminen mek için hadiselerin akış seyrine kapıl.dı ve neticede tahtım kurtaramadığı gi- beş on dakika önce buraya gelmiş olan Sultan Osman’ın Ağa-kapısma sığınma­ ,bi hayatını da kaybetti. Sultan Musta­ sı şöyle cereyan etmişti. fa’ya biat ve onun orta camiine götürül­ mesinden sonraki hadiseler aşağıda an­ Naimâ’ya (C: 2, S: 221) nazaran latıldığı tarzda cereyan etti. Sultan Mustafa’ya biat edilip Eskisaraya, oradan da Orta Camiine götürüldü­ Sultan Osm an’ın Ağa-kapısına ğü zaman Sultan Osman vüzeraya izin vermiş, diğerleri evlerine gittiği halde sığınması ikinci vezir Ohrili Hüseyin Paşa yanın­ Sultan Mustafa Orta camiine götü­ da kalmıştı. Tuği’ye (Belleten sayı: 43, sayfa: 500) nazaran ise, Sultan Osman, rüldüğü zaman eski yeniçeri ağası Ali Ağaya yeniçeri Ağalığı tevcih edilerek Mustafa’nın Orta Camiine götürüldüğünü duyunca can başına sıçramış ve derhal Orta Camiine çağrıldı. Sultan Osman’ın Hüseyin Paşa’yı davet edip mühr-ü h ü ­ yeniçeri ağalığına getirdiği şahıs ile ay­ nı adı taşıyan A li Ağa bu davet karşı­ mayunu ona vererek şimdi ne yapılması gerektiğini görüşmeye koyulmuştur. sında: «Ne Sultan Osman’a ve ne de Sul­ Sultan Osman'ın, Hüseyin Paşa ve tan Mustafa’ya varırım, vüzera anda de­ 1826
Bostancıbaşı Pir Mehmed Ağa ile yaptı­ yu arz etmekle mütehayyir kaldılaı ğı görüşme neticesinde, vardığı karar ve Nefsinde bu kaziyeyi terkip ve istih takip ettiği hareket tarzı şaşkınlığın akâmda ittifak iden erkân, lâzım olan u çık bir örneğidir. Hüseyin Paşa Sultan muru. mukaddemce görüp, padişah he Osman’ın yanma ' gelince: «kendi kendi­ nüz gaflette kendü âleminde iken leva mize inadımızla acayip iş işledik, şimdi zım-ı maslahatı tertip etmişler idi. Hat tedarik nedir, ne dersiniz?» demiş. H ü­ tâ iskelelerden kebir ve sagir kayıkla, seyin Paşa ve Pir Mehmed Ağa da: bile kaçırmışlar idi; bu suretle havre «madem ki Sultan Mustafa Odalara va­ ve telâş elverüp bâ’de harab-ül-basr; rıp sığındı, biz de tedbire şüruğ eyle­ Ağa-kapısına vara­ diler». lım» mutaleasmda Neticede on ke­ bulunmuşlardır. On­ se altun flori alaı: ların bu tekliflerine Sultan Osman, H ü ­ karşılık Sultan Os­ seyin Paşa ve Pîı man: «yok bu, söz Mehmed Ağa ya­ değildir. Eğer yalnız nında olduğu halde yeniçeri olsaydı on­ yatsıdan sonra Ağa lara söz geçerdi. Ulema ve sipah da âMüverrih Naimâ’nm silerle beraberdir» (C: 2, S: 222). «Hü­ sözleriyle, daha aseyin Paşa’nın tezk’ kıllıca konuşmuştur. recisi Sadık Efendi'Sultan Osman bu den menkuldür ki scümlesinin arkasını: kaydivle bildirdiği­ «Hâlâ iki yüz kise ne göre; bunlar Abağlıdır; bir kaç yüz ğa-kapısma giderken tevabiimizle kayık­ Hüseyin Paşaya yak lar müheyya edüp laşarak : «Sultanım, Anadolu’ya geçelim yeniçeri Sultan Mus­ sonra tahtgâh-ı ka­ tafa’yı padişah ettik dim Bursa’ya vara­ derler iken padişa­ lım; kul yazalım, yı­ hı onların kapusuğmak yapalım göre­ na götürmeniz m a­ lim ne zuhur eder» kul müdür?» deyin­ Birinci Mustafa diye bağlamıştır. Fa­ ce Hüseyin Paşa . kat Hüseyin Paşa ve (Avrupalı bir ressamındır. Aslı Topkapı «Hay efendi, devlet sarayı müzesindedir) Pir Mehmed, Sultan hangisinin ise anın Osman’ın teklifini yerinde bulmamışlar ve «padişahım, bu makul değildir, kapıya varmamız yeğdir» diyerek Ağa-kapısma sığınmayı Anado­ lu’ya geçme işine tercih eylemişlerdir. Fakat Naimâ (C: 2, S: 222), iskelelerde kayık ye kayıkçı bulunamadığı için Ağakapısına sığınmaktan gayrı çıkar yol bu­ lunamadığına işaret olmak üzere «riva­ yet-; sahihe» kaydı ile şu bilgiyi de ververmektedir: «bostancıbaşı Hacı Mahmud Ağayı çağırıp kayık tedarikin fer­ man etti. Tâ ki bir m iktar hazine yükledüp Üsküdar’a geçe. Bostancıbaşı h â­ lâ neferden kimesne kalmayup firar ey­ ledi ve iskelelerde kayık bulunmaz de1827 olur, tek nizâm-ı âleme halel gelmeyip fitne def olsun» şeklinde cevap vermiştir. Fitnenin def olmasını ve sükûnetin teessüsünü iste­ mek bir devlet adamı için iyi bir düşün­ ce addedilebilirse de, cinnet halindeki bir adam hükümdar bulundukça sükû­ netin avdet edemiyeceği muhakaktı. Bı; bakımdan Hüseyin Paşa’nm son demin­ de Sultan Osman’ı Ağa-kapısma götür­ me fikrinde samimî olmadığı, bu ada­ mın, ne bir delinin ve ona hükmeden zorbaların elinde memleketin harabiyete sürükleneceğini: ne de Ağa-kapısma gitmekle Sultan Osman’ın hayatının teh­ likeye girebileceğini düşünmeyip kendi
T A R IH V E M ] şahsını kurtarmak için uğraştığı: veya­ hut da hâdiselerin süratle aksi istika­ mette inkişafı yüzünden fazlaca telaşa kapılıp bu ihtimalleri hesaplıyamıyacak derecede belalıatla hareket ettiği anla­ şılmaktadır. Yeniçeri Ağası A li Ağa, Ağa-kapısı yâni yeniçeri ağasının dairesine geldiği zaman Sultan Osman'ı orada bulunca kendisiyle görüşmeye başladı, varılan karara göre, yeniçeri ağası sabahleyin erkenden yeniçeri odalarına giderek odabaşıları davet edecek, yeniçerilere el­ lişer altun in ’am ve mor çuha, sipahile­ re onar akçe terakki verileceğini bildi­ recek ve kendilerini yumuşatıp gönülle­ rini yaparak Sultan Osman’ın hüküm ­ darlıkta kalmasını temin eylıyecekti. Yeniçeri ağası A li Ağa 20 mayıs 1622 cuma günü sabahleyin erkenden ye­ niçeri, odalarına gitti ve odabaşılaröan yirmi beş tanesini davet ederek, gece aIınan karar gereğince onlara ihsan vaadlannda bulundu. Ağayı dinliyenler d i­ ğer odabaşıların da bunu duyması için ötekileri de çağırttırdı. Neticede (Naimâ C: 2, S: 223) hepsi birlikte: «Sözle­ riniz doğru, fakat biz neferata söylesek belki itimad etmezler, kendiniz Orta cam i’ine gelüp bu cevabı söyleyin, umumen sipah ve yeniçeri işitsünler, üm it­ tir ki hayır ola» dediler. Yeniçeri ağası odabaşıların istek ve tavsiyeleri üzerine Orta Cami’inin cümle kapısının merdi­ venlerine çıkıp: «— Ağalar, yoldaşlar, padişahınız mübarek ola, amma Sultan Osman da ocağınıza düştü, kapuya geldi, size sı­ ğındı». Dedi. Bu sözünün arkasından in’am ve ihsan vaatlanm sıralamak isterken: «— Urun! söyletmen!» Sesleri yükseliverdi ve bir sipahi eteğinden çekerek yere düşürdüğü gibi bir çok kişi üzerine yüklenip adamcağı­ zı kılıçlariyle parça parça ettiler, sonra cesedini sürükleyip Aksaray’da dört yol ağzına bıraktılar. Yeniçeri ağası bu şe­ kilde can verirken âsilerden bir grup derhal evini yağmaya koştular. Ayrıca başka bir grup gümrük emini Murad Çavuşun, diğer bir grup da Hacı Subaşımn evini talana, daha büyük bir top­ luluk da Sultan Osman’ı bulmak üzere Ağa-kapısma gittiler. Davud Paşa’nın Sadrsâzanı tay in edilmesi Yeniçeri ağası Kara A li Ağa’ııın öl­ dürülmesini takip eden saatlerde ocak ağalarından kethüda bey, zağarcı başı ve yedi sekiz kişi Sultan Mustafa’nın anne­ sinin yanma giderek sadrıâzam tayini işini görüştüler. Bu ağalar Valide S u lta n ­ ın damadına karşı meylini anlıyarak or.u ileri sürdüler. Böylece Sultan Mus­ tafa’nın anne baba bir kız kardeşinin kocası olan Kara Davud Paşa, takdir kabiliyetleri zayıf ve tayin selâhiyetleri mevcut olmayan kimseler vasıtasitrle saarıâzamlığa getirildi. Naimâ’nm (C: 2, S: 224) kaydına nazaran Valide Sultan, huzuruna çıkan şahıslara: «— Aranızda iyi yazı yazan var rr:ı?» Diye sorunca, içlerinden biri ileriye çıkmış, Davud Paşa’nın sadareti ile bir­ likte oıısekiz kişiye dağıtılan mansıblara ait emir yazılmıştır. Tabi’i mansıblara konanlar meyanına Valide Sultan’ın h u ­ zuruna gelmiş olanlar da dahildir. Osmaıılı tarihinde kara bir leke olan Boş­ nak devşirmesi Kara Davud Paşa’nın sadrıâzainlığmm yanında bugün mühim mevkie sahip olanlardan birisi de. Topkapı sarayından Sultan Mustafa ile bir­ likte getirilmiş bulunan ve bir gün ön­ cesine kadar bir iç-oğlanından başka bir şey olmayan Derviş Ağa’dır. Topkapı sarayından Eski saraya gelince silâhdar, ertesi gün de yeniçeri ağası olmuştur. Bu tayinlerden sonra askerler padi­ şaha bir istida sunarak, eski kanunları değiştirip yenilerini ihdasa kalkanların idamlarını ve işlerin düzgün yürümesi için bir takım şartlara riayet edilmesini istediler. Askerlerin tatbikini istedikle­ ri peyler: yeniçeri ağasının ocak subay­ larından olmaması, padişah ile ilgili iş­ lere .»sdrıâzamdan gayrisinin karışma­ ması. rüşvet alınmaması, her hizmetin ehline verilmesi. Katli talep olunanlar meyalımda ise; Kaymakam Ahnıed Paşa, Hoca Ömer Efendi, Defterdar Baki F î şa Sokir-anbaşı Nasuh ve Ayas Ağa­ nın isimleri mevcuttu. 1828 Veziriâzam O h rili Hüseyin Paşa’n ın Öldürülmesi Yeniçeri ağası Kara A li Ağa’nın öl­
dürülmesini müteakip Sultan Osman'ı bulmak üzere Ağa-kapısma koşan grup buraya gelip de padişahı ararken, H ü ­ seyin Paşa binadan dışarıya çıkıp kaç­ maya başladı. Lâkin âsi askerler arka­ sını bırakmıyarak kendisini kovaladılar. Bir aralık bir tanesi yetişerek kılıcını salladıysa da Hüseyin Paşa’mn üzerinde iki kat zırh bulunduğundan kılıç işle­ medi: Hüseyin Paşa da biraz daha kaç­ masına devam etti. Bir taraf kaçıyor, bir taraftan da: «yoldaşlar, padişahımız ocağınıza sığındı; mürüvvet sîzindir; pa­ dişahımızı bu hakarete lâ 3'ik görmeyin» diye yalvarıyordu. Fakat onun yalvarmaJaı. boşa gittiği gibi bu kaçışla kurtul­ ması da m üm kün olmadı. Nihayet Saka­ lar kârhanesi önünde kendisine yetişerek oracıkta öldürdüler ve başını kesip Orta cemime getirdiler. Sultan Osman’ın kinci defa sadrıâzam tayin etmiş oldu­ ğu, fakat Sultan Mustafa’ya biattan son­ ra kendisine mühr-ü hümâyun tevdi edilmekle beraber hiç bir icraatta bulu­ namadığından, ekseri müverrihlerce bu son bir günlük sadareti nazarı itibara alınmayan Hüseyin Paşa’ya yeniçeriler kırgındı. Bu kırgınlık da: Sultan Osman Hotin seferinde iken Hüseyin Paşa, h ü ­ cum tekliflerinde bulunduğu zaman, ye­ niçeri ihtiyarları bunların bazısını lü ­ zumsuz addederek askerin kırılacağını beyan edince: «padişaha kul mu eksik d u r, topal eşeğin yerine sağlamım bağ­ larız» demişti. Ayni sefere giderken usul gereğince sancağı şerifin yanında Kur’anı kcıim okunurken birkaç kişi Hüseyin I’iiss’nm medlıini yapıyormuş. Bunun üzerine hafızlardan biri: «benim sulta­ nım, kelam-ı şerif okunurken tahfif-i kur’an eylemeyin» demiş, o da: «asker­ lik halidir, bazı yerde tilâvet, bazı yer­ de de şekavet olur» cevabını vermiştir. İşte tarihlerin kaydettiğine göre Hüse­ yin Paşa’nm yeniçerilere karşı işlediği suç bu sözlerden ibarettir. Hüseyin Paşa’nın böyle bir sebepten öldürülmesine mukabil. Sultan Osman ile Ağa-kapısma gelmiş olan Bostancıbaşı Pîr Mehmed Ağaya dokunmadılar. Zira bu ağa, Sultan Osman’ın meyhanelerin basılıp yakala­ nanların öldürülmesi için emir verdiği günlerde bir kaç yüz yeniçeri ve sipahiyi öldürmevip azad etmişti. Sultan Osm an’ın O rta canıi’ine getirilmesi Sultan Osman’ı ele geçirmek için A¿a-kapısma gelmiş olan âsiler, padişahı saklanmış olduğu hatunlar dairesinden bulup çıkardılar. Sırtında bir beyaz en­ tari ve başı açık olan hükümdarı kötü bir beygire bindirdiler. Tuği bu noktayı anlatırken der ki: «Kadınlar yanında Sultan Osman'ı bulup çıkardılar ve bir beygire bindirdiler. Başında arakiyesi bile yok, kâkülü perişan o mazlum-ı merhumun gözlerinden yaşlar akar. Orada Panaz-oğlu namında bir sipahi acıyıp kendinin dülbendini padişaha giy­ dirdi». Zavallı genç hükümdar için artık hiç bir Osmanlı padişahının maruz kalmadı­ ğı hakaretli saatler başlamıştı. Tuği, bu hakaretin başlangıcını şöyle anlatır: «Sultan Osman’ı Ağa-kapusundan bir beygire bindürüp enva-ı teşhir ve teşn i’ ile yola çıkardılar. Yolda ona söyle­ dikleri herze ve hezeyan ve şutum-i ga­ lize söylense insana gam getirir». İnsaf ve utanmayı ortadan kaldıran âsiler padişaha ağızlarına geleni sövlüvor ve hınçlarını ortaya dökü\'ordu. Bunlardan bir tanesi: — Canım Osman Çelebi, meyhane basıp, sipah ve yeniçeriyi taş gemisine kovmak, deryaya atmak olur mu? De?ken, Tuği’nin «deııî ve müptezel ve mülevves-i bi'itibars- diye tavsif et­ tiği Altuncu-oğlu namındaki şahıs da padişahın baldırlarını edepsizcesine sı­ kınca Sultan Osman ağlamaya başladı ve: «— Behey edepsiz, padişahınız de­ ğil miyim? Tazelik başınızdan geçmedi mi?» Diyerek gözyaşı döktü. Padişahın bu haline rağmen askerler edepsizlik ve ha­ kareti elden bırakmadı. Âsilerden bazı­ ları, onun sekban yazmak için Anadoluya geçme arzusuna telmihen: «— Ecdadın sekban ile mi vilâyetler fetheyledi? Anadolu vilâyetinde sekban eşkiyasmm tuğyanında vilâyet elden gidüp pederin Sultan Alımed zamanında sekiz sene babanı uğraştıran Kalender oğlu, Canbolad ve bunlara benzer eşkiya sekban eşkiyası değil m i idi?» Diyordu. Böyle söylenerek götürürlerken kendisini 1829
t a r ih dursun; sonra nice iktiza ederse öyle ol­ sun. Dışardan böyle sesler geldiği halde. Sultan Mustafa'nın eniştesi olan Sadrıâzam Kara Davud Paşa el çabukluğu ya­ pıp velvele devam ederken Sultan Os­ man’ın vücudunu ortadan kaldırmak is­ temekteydi. Tabi’i bu niyetini tatbike çalışırken gerisindeki desteği, hâdisele­ re bilfi'il karışmasına rağmen ismini ta­ rihlerin kaydetmediği Sultan Mustafa’nın annesi idi. Davud Paşa, askerlerin bağ­ rışması üzerine Sultan Osman’ı pencere­ den gösterince dışarıda sesler kesildi. Nainıâ'nın, hâdiselerin bizzat içinde yaşamış ve Mustafa’nın annesinin emriy­ le Davud Paşa’nın sadrıâzamlığa tayini­ ne ait emri yazmış olan Kara Mezak’tan menkuldür ki kavdiyle bildirdiğine göre; Sultan Mustafa Orta cami’inde mihraba oturtulduğu sırada onun yerin­ den ayrılmaması için ik i cariye iki tara­ fından eteklerini tutuyordu. Fakat Mus­ tafa dışardan sesler duyunca yerinden kalkıp cariyelerin elinden kurtuluyor ve paıcereve koşarak pencere demirlerin­ de’', sıkıca yapışıyordu. Deli padişah böy­ le yapınca annesi zoruzar ile onu penct-reden ayırıp yerine oturtmaya uğra­ şıyordu. Cami’in bir köşesinde bulunan Sultan Osman: «— Bakıp görün hey derdmendler padişah ettiğiniz adamı! Bu devletin inkırazına sebep olup kendi ocağınızı söndürür­ sünüz: siz yakında pişman olursunuz». Dedi ve daha bazı sözler sarfını müteakip başındaki köhne destan çıkarıp atarak ağlamaya başladı ve ağalara: «— Bilmezlik ile size ce­ fa ettim ise affedin; siz et­ meyin! D ün sabah padişah-ı cihan idim şimdi üryan kal­ dım: merhamet edip, halim ­ den ibret alın; dünya size da­ hi kalmaz. Hangi padişahın k ullan padişahlarına bu ih a­ neti etmiştir?» Dedi vebu sözleriyle ya­ nındakileri ağlattı. Padişahın haline müteessir olan turnaSultan İkinci Osman’ın Ağa-kapısı ndan cıbaşı keçesindeki tülbendi Orta cajni’ine götürülüşü (Ricaut’dan) çıkanp: Hüseyin Paşa'nm cesedinin yanandan geçirdiler; Sultan Osman bunu görünce: «—■Bu mazlum bigünah idi; her za­ man kul hakkında bana iyilik söylerdi. Eğer onun sözleriyle hareket etsem ba­ şıma bu hal gelmezdi. Beni ızlâl eden ho­ ca île darüssaade ağası idi». Dedi. Padişah bunları söylerken bir taraftan da gözlerinden yaşlar dökülü­ yordu. Lâkin âsilerde insafa dair hiç bir işaret mevcut değildi. Nihayet bu şekil­ de Orta cami’ine getirildi ve ondört ce­ maatinden Haseki San Mehmed Ağa’\ı padişahın yanma bekçi koydular. Sultan Osman’ın Orta cami’indeki durumunu Tuği’den biraz farklıca anla­ tan Naimâ (C: 2, S: 227) ya göre: Sul­ tan Osman da Sultan Mustafa da Orta cami nde iken dışarıda askerler: — Sultan Mustafa Han'ı görelim. Diye bağrışınca, Mustafa'nın yanın­ dakiler kendisini pencereden dışarıdakilere gösterdiler. Askerler de padişahı gö­ rünce tekbir getirip alkışladılar. O ¿ün cuma olduğu cihetle minarelerden cuma salası verilince âsiler Sultan Osman’ın katlolunduğuııu zannederek bağrışmayn başladılar: — Zinhar Sultan Osman’a kasd o lu n­ maya ve vücuduna zarar erişmeye uza­ mı?. yoktur. Şim dilik Sultan Muştu Ca Han padişahtır. Sultan Osman mahpus
«— Padişahım pâkçedir, mübarek başınıza sarın» Diye tülbendi verdi, Sultan Osman önce almak istemeyip sonra alıp başına sardı. İşte bu esnada Davud Paşa gel­ di, onun emir ve işaretiyle hareket eden yanında bulunan cebecibaşı Sultan Os­ man'a bir kemend attı. Sultan Osman kemendi yakalayıp boynuna geçmesini önlediğinden o dakikada ölümden kur­ tuldu. Orada hazır bulunan ocak ağala­ rı : «— Neylersiz? Şimdi dışarıda duyu­ lursa cümlemizi kırarlar» Diyerek Sultan Osman'ın öldürülm e­ sine mâni olmak istediler. Sultan Osman o anda hain Davud Paşa’ya dönerek: «— Behey zâlim! Ben sana neyledim? îki defa mucib-i kati cürmünü affedip öldürmedim, mansıb verdim, bana düş­ manlığın nedir?» Diye söylendikten sonra ocak ağala­ rı yani yeniçeri subaylarına dönüp: «■ — Bu zâlim beni sağ koymaz, öl­ dürür!» Dedi, ocak ağalan ise: «— Yok padişahım hatırınızı hoş tu­ tun; ortalık bir miktar sükûn bulsun, yine padişahımı- sîzsiniz» Şeklinde teselli verici sözler söyle­ diler. Lâkin Sultan Osman'ı ¡:o:ıııııak fikrinde samimi olup olmadıkları sarih şekilde anlaşılamıyan ocak ağalarına karşı Sultan Mustafa’nın annesi : «— Siz bilmezsiniz bu ne yılandır! Buradan sağ kurtulursa bizden ve sizden kim se^om azb Dedi, işte tam bu sırada Kara D a­ vud Paşa’nm işaretiyle Cebecibaşı bir daiıa kemend attı ve ocak ağalarının müdahalesiyle bu İkincisi de önlendi. Valide Sultan (Bazı hâdiselere bilfi'il ka­ 'yorıfıoıı d,'O sm an! Sultan İkinci Osman'ın Ağa-kapısı'ndan hareketle Orta cami’ine götürülüşiinü tasvir eden bu resini de “Moeurs et usagres dcs Tıırcs” adh eserden alınmıştır. 1831
I AVKI r i V t l V I t rışmasına rağmen Birinci Mustafa’nın anesinin adı tarihlerde kaydedilmemiş­ tir. İngiliz tarihçisi Alderson Birine: Mustafa’nın Sultan Ahmed ile kardeş oluşunu nazaıı itibara alarak annesinin adıııı Handan Sultan diye kaydetmişse de yanlıştır. Zira Handan Sultan 26 kasım 1605 te ölmüştür.) Ocak ağalarına söyle­ diği sözlerle. Sultan Osman’a karşı n i­ yetini tam mânasiyle beili etmişti. Ga­ leyan devam etmekteyken Sultan Os­ man’ın vücudu kolaylıkla ortadan kaldı­ rılabilir diye düşündüğü, damadı olan Yeziriâzam Davud Paşa’nın da bu fikre iştirak ettiği anlaşılıyordu. Kalabalığın helecanını yatıştıracak ve Sultan Os­ m an’ın mazlumluğuna dair hisler uyan­ dırmağa uğraşacak kimseler yoktu. Onsekiz yaşındaki zavallı genç tek başına kalmıştı. Bu arada Sultan Osman yanın­ da bulunan Mehmed Ağa’ya: «— Sen ocakta ne idin?» Diye sordu. Mehmed Ağa da: «— Haseki kulun idim» Cevabını verdi. Osman devamla: «— Ya yeniçerilik kethüdalığını kim verdi?» Sualini tevcih edince, o: «— Sultan Mustafa verdi» Dedi. Sultan Osman bu defa: «— Ya onun hükmü nafiz olur mu? ) divanedir, kendi ismini bilmez: iç şu pencereyi ben c.ıe kullarıma söyliyeyim». Mehmed Ağa bu söze mutavaat göstererek pencereyi açtı, Sultan Osman da dışarıda bulunanlara: «— Benim sipahi ağalarım, yeniçe­ ri ihtiyarlan babalarım! Tazelik belâsivle m ünafık sözüne uydum; beni bu vech ile hakaret ile getirmekten nolaydı orada öldüreydiniz» Sonra kalabalığa şöyle seslendi: «— Beni istemez misiniz?» Bu suale yükselen cevap: «— Seni hilâfete kabul etmeyiz, fa ­ kat katline de rızamız yoktur*. Seslerinden ibaretti. Bunun üzerine: «— Mademki beni katle razı değil­ siniz. o halde beni Sultan Mustafa’nın olduğu odaya hapsedin» Diye yalvardı. Sultan Osman asker tarafından istenmediğini ve yalvarmala­ rının da para etmediğini son olarak bir daha duydu. Askerin toptan red sesle­ rinden cesaret almış olmalı ki Davud Paşa'mıı işaretiyle cebecibaşı bir daha kemend attı. Naimâ’ya göre bu kemen­ di Haseki Mehrr ed Ağa önledi; Tuğiys nazaran da «Mehmed Ağa, yeniçeri ket­ hüdası A li Ağa ve başçavuş Ahmed Ağa yetişüp cebecibaşıya yumruk üşürüp taşra eylediler». Cebecibaşmm bu teşebbüsünden b i­ raz sonra Sultan Mustafa’yı annesi ve iki cariyesi ile birlikte bir arabaya bin­ dirdiler ve Topkapı sarayına götürerek tahtına iclâs ettiler. O gün (20 mayıs 1622 cuma) Sultani Osman ve Sultan Mustafa’nın bulunması sebebiyle Orta cami'inde namaz kılınmadı. Diğer cami­ lerde kılm an cuma namazında hutbe Sultan Mustafa namına okundu. Sultan Osm an'ın Y edikule’de öldürülm esi Sultan Mustafa’yı Topkapı sarayına götürdükten sonra Orta cami'ine avdet eden Veziriazam Davud Paşa, yeniçeri ağası Derviş Ağa Sultan Osman’ı bir pazar arabasına koyarak Yedikule've gö­ türdüler. Naimâ’ya (C: 2, S: 230) göre Sultan Osman’ın Yedikule've nakli «azîm cemiyet ile» vuku bulmuş ve subaşı ket­ hüdası Kalender (Kilindir) uğrusu de­ nen şahıs da — ihtimal padişahı tut­ mak için — arabaya bindirilmiştir. Tu­ ği ise, Saray-ı Âmire’deıı Orta cami’ine dönenler ve Sultan Osman’ı Yedikule’ve götürüp hapsedenler meyanmda veziri­ azam ve yeniçeri ağasından başka diğer vezirlerle ocak ağalarının bulunduğunu da bildirir. Binaenaleyh Sultan Osman’­ ın ikindiden sonra Yedikule’ve götürülüşünün bir kaç kişiden ibaret küçücük bir toplulukla değil büyücek bir toplu­ lukla cereyan ettiği kesin şekilde anla­ şılmaktadır. Solak-zâde tarihinde (say­ fa 718) Sultan Osman’ın Yedikule’ve götürülüşünün «eşhas-ı nâm a’dud enva-ı şetm ve cefalar ile» cereyan ettiği söy­ lenirse de, Solak-zâde’ye nisbetle hâdi­ seyi tafsilen anlatan diğer eserlerde şetm ve cefadan bahsedilmez. Sultan Osman’ın âdi bir mahkûm gi­ bi Yedikule’ve götürülüp hapsedilişi hayra alâmet değildi. Bu gidişin ölüme işaret olduğu besbelliydi. N aimâ’ya na^ zaran. Sultan Osman Yedikule’ve götürü­ lünce Veziriazam Davud Paşa, kethüdası 1832
Öm er Ağa, cebecibaşı ve daha bir kaç kişi orada kalıp kapıyı kapatm ışlardır. Tuği tarihinde ise bu nokta; «o gece y at­ sı vaktinde sadrıâzam ve kethüdası ve cebecibaşı varıp S ultan Osm an'ı1 katle başlayıp» cümlesiyle ifade edildiğinden. Veziriazam ve sairlerinin orada m ı ' k a l­ dığı. yoksa k alab alığın dağılm asını m ü ­ teakip tekrar dönüp m ü geldiği sarih şe­ kilde anlaşılam am aktadır. S ultan Osm an'a O rta camiinde ke­ rnend atmış olan cebecibaşı burada da ayni m arifeti işledi. Genç ve yiğit bir kimse olan S ultan Osman mücadele et­ m ek için davrandıysa da o sırada K a ­ lender (K ilin d ir) uğrusu nam ındaki m el’un hay alarını sıkm ak suretiyle ö lü ­ m ü n ü tem in etti. Böylece bazı hususla­ rına rağm en kıym etli tarafları daha iis- tüıı olan genç h ü k ü m d arın hayatı sön­ d ü ve ona yapılan hareketler de Osman lı tarihine kara bir leke halind e geçti Topkapı sarayında «Sultan M üstafa’y. isteriz» sesleri yükselinceye kadar azçok şuurlu olan bu ayaklanm a, o dakikadan itibaren şuursuzlaşarak meşru h ü k ü m ­ darın feci şekilde .öldürülm esi ve tan: m ânasiyle deli bir şahsiyetin Osmanlı tahtında kalm ası neticesini verdi. H a l­ buki ayaklanm anın başlangıcında Sultan M ustafa'nın talıta çıkarılm ası hatırlarda bile yoktu: M ustafa’ya Arzodası önünde biat edildikten sonra meydanı ■boş b u ­ lan âsi topluluğu, Osm an'ın geçnA teki hatalarını dahi hesaba katarak, bundan doğan k ırg ın lık ve k üsk ün lük le rin i onu tahttan m ahrum etmek ba kım ından de­ ğerlendirmeye çalıştılar. Saltan ikinci Osman'ın Yedikule'de boğuîuşu. (Not: Ricaut’datt alınan bu resimde yanlış olarak Osman'ın ölümü zehirle gös­ terilmiştir) . 1833
Gürültü ve heyecanın devamından faydalanarak Sultan Osman'ın öldürül­ mesini hazırlıvanlar meyamnda Sultan Mustafa’nın annesi ile Davud Paşa’mn rolü şüphesiz hayli fazladır. Fakat Sul­ tan Osmanı öldürme günahı yalnız bun­ lara da mahsus değildir. İleride işaret edileceği veçhile, Davud Paşa ile cebecibaşma cinayeti işliyebilme cesaretini ve­ ren kuvvet sadece Valide Sultan değil, onlardan daha önemli olarak kazasker­ lerin verdiği fetvadır. Sultan Osman’ın böyle bir hadise neticesinde öldürülmesi yüreklerde de­ rin tessür izleri bırakmasına sebep ol­ du. Bu yüzden birtakım mersiyeler ya­ zıldı. Bunların arasında en güzeli «Nev'i» mahlaslı Hüseyin İbni Sefer’in aşağıda­ ki şi’iridir; Bir şâh-ı âlî-şân iken şâh-ı cihâna kıy­ dılar Gayretli genç arslan iken şâh-ı cihâna kıydılar Gazi bahadır han idi âli neseb sultan idi Nâmiyle Osman Hân idi şâh-ı cihâna kıydılar. Niyet edip haccetmeğe komadı kullar gitmeğe Kulak gerek işitmeğe şâh-ı cihana kıy­ dılar Hükmetmeğe kaadir iken emr-i hakka nâzır iken Haccetmeğe hâzır iken şâh-ı cihâna kıy­ dılar Ol bir şeh-i âlâ iken hep cümleden evlâ iken Şer'i şerif icra iken şâh-ı cihana kıydı­ lar Eşrât-ı saattir bu dem devr-i kıyamettir bu dem Bize nedamettir bu dem şâh-ı cihana kıydılar «Nev’i» ciğerler oldu hun derdim bir iken oldu on Kan ağladı ehl-i fünün şâh-ı cihana kıy­ dılar. Sultan Osm an’ın cenaze merasimi Sultan Osman Yedikule’de öldürül­ dükten sonra cenazesi geceleyin Topkapı sarayına nakledildi. Ertesi gün (21 1834 mayıs 1622) sabahleyin teçhiz ve tekfi­ ni yapıldı, padişahların cenaze namaz­ ları usulen şeyhülislâmlar tarafından kılduılm akla beraber, Sultan Osman’ın kayınpederi olan Şeyhülislâm Esad Efendi o gün cenazeye çıkmadı ve nama­ zı Zekeriya-zâde Yahya Efendi tarafın­ dan kıldırıldı. Sultan Osman’ın cenaze­ si hazin bir törenle Topkapı sarayından alınıp Sultanahmed cami'ine götürülerek babası Birinci Ahmed’ie türbesinde ha­ zırlanan mezara defnedildi. Y e n i tâ y in le r ve c ü lû s bahşişi Saltanat değişikliklerinde umumiyet­ le vuku bulan yeni tayinler bu defa da görüldü. Saltanat değişikliği bir askerî ayaklanma neticesinde vuku bulduğu ve başta da deli bir padişah bulunduğu ci­ hetle; tayin ve azilde askerin nüfuzu âm il olmakta ve veziriazam ile perde ar­ kasında kalan Valide Sultan da mansıbları bu tesirle tevzi eylemekteydi. Sultan Mustafa’nın tahta iclâsı ile vuku bulan en mühim tayinler şunlar­ dı: Sultan Osman’ın cenazesine çıkma­ yan Esad Efendi mazul addedildiğinden onun yerine şeyhülislâmlığa Zekeriya zâde Yahya Efendi getirilmiş; daha son­ ra Mustafa Efendi Rumeli kazaskerliği­ ne; Bostan-zâde Mehmed Efendi Anado­ lu kazaskerliğine, Çeşmi Efendi İstanbul kadılığına tayin edilmiştir. Ayrıca Ömer Ağa sekbanbaşı olmuş, Haşan Paşa def­ terdar, yeni' hükümdarın silâhdarı da Mısır valisi yapılmıştır. Bu arada altı bölük ağalarının ekserisi değiştirilmiştir. Yeni cülûs dolayısiyle tatbiki gere­ ken en mühim mesele askere cülûs bah­ şişi verilmesi işiydi. 22 mayıs günü si­ pahilere, bir kaç gün sonra da yeniçeri­ lere cülûs bahşişleri tevzi edildi. Sipa­ hilere tevziat yapılırken yeniçeriler «hurda para istemeyiz, altun isteriz» d i­ ye tutturduklarından onlarınki bir kaç gün gecikti. Neticede bu iş için hâzine­ den bir buçuk milyonluk sarfiyat yapıl­ dı. Para sıkıntısı çekildiğinden sipahile­ re, bahşişleri karşılığında haraç defter­ leri verildi; sipahiler bu vergi defterle­ rini Fatih cami’inde kim fazla verirse ona sattılar.
H üküm et ve İstanbul’un um um î durum u Birinci Mustafa’nın bu ikinci salta­ natı müddetince hükümet çevresinde ve İstanbul'da bir türlü huzur teessüs ede­ medi. Bu tarihe kadar Osmanlı hüküm e­ ti bu derece ehliyetsiz ve üstelik de bir kısmı kara ruhlu olan kimselerin elinde kalmamıştı. Huzurun teessüs edememe­ si gayet tabi’i idi. Başta bir deli hüküm ­ dar mevcut bulunduğu, ehliyetsiz ve ka­ ra ruhlular mühim mevkiler elde etti­ ği, ortalıkta zorbalık ruhu hâkim olduğu müddetçe huzurun teessüsü beklenemez­ di. Bütün bu haller, bir hükümdarın tahttan indirilip feci şekilde öldürülme­ sinden doğmuştu. Sultan Osman'ı öldü­ renlerin cezalandırılması ve kendilerin­ den intikam alınması işini bir dava ha­ line getirmeye çalışanlar görüldü. Cahil, menfaatperest vezirlerden bir tahrik âmili rolünü oymyanlar oldu. Bu yüzden yeni karışıklara şahit olundu. Velhasıl umumî manzara «hükûmetsizlik» kelime- sivle tavsif edilecek bir şekil arzetti. Sultan Mustafa'nın 16 aya yaklaşan pa­ dişahlığı müddetince altı defa veziria­ zam değişti. İstanbul halkı huzur duy­ madıktan başka bilhassa Anadolu’da da huzur kayboldu: Sultan Osman’ın öldü­ rülmesi ve Sultan Mustafa'nın saltana­ tının yarattığı başsızlık. Celâli hareketi­ nin yeniden kımıldanması sebepleri ara­ sında da yer aldı. Şehzâdeiere suikast rivayeti 11 haziran 1622 günü yeniçeri ve si­ pahiler söz birliği ederek, Sultan Os­ man vak'ası günü idamlarını istedikle­ ri şahsiyetlerden Hoca Ömer Efendi, Kaymakam Ahmed Paşa, Kara Ali Ağa, Nasuh .Ağa, Avas Ağa ve sabık kethüda Hüseyin Ağa’nm idamlarına ait talep­ lerini tekrarladılar. Halbuki hâdise gü­ nünden beri hâli firarda olan bu şahsi­ yetler arkalarına adam konmasına rağ­ men henüz yakalanamamışlardı. Ayni günün gecesinde Topkapı sa­ Suîtan Birinci Ahmed Camii. Sağ tarafta görülen kubbeli bina Ahmed’le oğlu İkinci Osman'ın gömülü bulunduğu türbedir. 1835
ı « r \ ı n v C . 1V1 C, rayındaki iç-oğlaıılan elbirliği ederek kapı-ağasım öldürmüşler ve Ağa-kapısı yani yeniçeri ağalığı dairesine bir tezkere göndererek, bu cinayeti, kapı-ağasının şehzadelere suikast yapmak.istemesinden dolayı yaptıklarını bildirmişlerdir. Sul­ tan Osman’ın öldürülmesi umumî nefre­ ti mucip olduğu cihetle, böyle bir hava­ dis heyecana sebep olmuştur. Bunun için yeniçeriler Veziriazam Davud Paşaya giderek: «Sultan Osman'ın acısı yüreği­ mizde iken bir de şehzadelere mi gadret­ mek istersiniz?» diye sıkıştırınca, böyle bir şeyden haberi olmadığına dair yemin etmesi üzerine kendisine dokunmamışlardıı*. Bilâhara. şehzadelere suikast me­ selesinin bir töhmetten ibaret olduğu, ehliyetsiz ve zâlim kapı-ağası iç-oğlaıılanna eziyet ettiği için, onu öldürme igini meşru gösterebilmek gayesile, iç-oğlanlarınm böyle bir şey uydurmuş olduk­ ları meydana çıkmıştır. Tuği’nin «İbretnüma»sı;ıda kapı-ağası şahsiyeti hakkın­ da: «Amma en doğru söz budur ki mak­ tul olan ağa acemi idi: yirmi yıl daha sarayı beklese kapu-ağalığı yolu bile gelmezdi. Birden bire kapu-ağası olmak için nevan mağrur olup o yolsuz işlere başladı; sair ağalar hazmedemediler» de­ mektedir. Veziriazam D avud Paşa’nın azli Veziriâzam Kara Davud Paşa sada­ rete yükselişini kapıkulu askerinin ayak­ lanmasına medyundu. Ayrıca Sultan Osman'ın da katiliydi. Bu yüzden kapıkuluna karşı başı eğikti. Osman’ın öldü­ rülmesi askerin arzusu hilâfına vuku bulduğundan, Davud Paşa onların sesle­ rini çıkarttırmamak için mütemadiyen para döküyor ve her türlü arzularını yerine getirmeye bakıyordu. Bu şekilde­ ki yatıştırma siyaseti yüzünden hâzine­ nin tamtakır olması pahasına maliye ve evkaf defterlerini onlara vermişti. Ken­ disinden bir şeyler isteyen serseri takı­ mına bile: «kendine münasip bir hizmet bul. verelim» demekte ve hakikaten de her istiyene mevki, makam ve iş dağıt­ maktaydı. Askerleri bu yolla tatmine ça­ lışmakla beraber halkın dili durmamakta ve kendisine kargı duyulan nefret de azalmıyordu. Halk «padişah katili» diye ağzına geleni söylüyor, kendisine karşı her taraftan nefret hisleri yükseliyordu. Bu yüzden sadrıâzamlığı müddetince an­ cak bir defa divan toplantısına İştirak edebilmişti. Sadnâzamlık edecek zerre ka­ dar otoritesi kalmamıştı. Umumî vaziyet böyleyken Mısır va­ liliğinden mazul Mere Hüseyin Paşa Şeyhülislâm Zekeriya-zâde Yahya Efendi ile gizlice görüşüp, ıslâhat yapmak istiyen bir kimse rolünü oynamıştır. Zekeriya-zâde Yahya Efendi ise, V ali­ de Sultan’a giderek, şimdiki gidişin ya­ ratacağı tehlikeye işaretle, Davud Paşa­ nın azlini, İlere Hüseyin Paşa’mn sadrıâzamlığını temin etmiştir (13 haziran 1622). Padişah katili Kara Davud Paşa'mn sadrıâzamlığı 24 gün sürmüştür. Mere Hüseyin ve Lefkeli Mustafa Paşa’ların Sadrıâzam iıkları Türkçeyi iyi bilmiyen bir Arnavut olan Hüseyin Paşa, huzurundan kaldırı­ lıp hapis ve katlolunmasmı emretmek is­ tediği zaman arnavutça «alın!» mânası­ na «mere» dediği için kendisine Mere Hüseyin Paşa demişlerdir. Satırcı Mehmed Paşa’nm aşçısı iken bilâhara sipa­ hi, Çavuş, kapıcı, ikinci emiriahur ol­ muş, ve nihayet İkinci Osman zamanın­ da bir buçuk sene kadar Mısır valiliği etmiştir. Bu cahil veziriâzam askeri sus­ turmak ve sadaret makamının otoritesi­ ni tesis bahanesiyle bu makama gelmek­ le beraber, böyle bir şeyi tahakkuk et­ tirmeğe ne zaman ne de Hüseyin Paşa’nın şahsiyeti müsaitti. Selefi Kara Da­ vud Paşa nasıl devJet hâzinesinin boşal­ masına aldırmıyarak zorba takımına dal­ kavukluk etmişse, Mere Hüseyin Paşa da hemen hemen ayni şeyi yapmıştır. Adetâ âmirane bir eda ile maaşlarına zam isteyen askerlerin söylenmesini önlemek için devlet hâzinesinin- tamtakır boşalma­ sına sebep oldu. Veziriâzam Mere Hüseyin Paşa’nın «koyun akçası» namı ile verdiği parayı bölüşmek için Sultanahmed cami’iîie toplanmış olan sipahi ve silâhdarların mülâzımları bu yüzden münakaşa eder­ lerken (21 haziran), bir elinde bıçak bu­ lunan birisi içeriye girmiş: —- Sultan Osman’ı ne yaptınız? Diyerek önüne gelene bıçak sapla­ maya başlamıştır. Osmanlı tarihlerinde 1836
bir meczup şeklinde tasvir edilen bu adamın, Sultan Osman’ın katillerinden intikam almak isteyen bir fedai olması muhtemeldir. Bir kaç kişiyi yaralayıp mülâzım basıyı öldürmüş olan bu adamın üzerine üşüşen askerler tabiatiyle ken­ disini ¡saklamışlardır. Mere Hüseyin Paşa’nm sadrıâzamlığı zamanında 24 haziran günü Sultan Mustafa cuma raiıtı gayesiyle camiye çıkmıştır. Padişah cuma selâmlığına çık­ tığı bu gün kıyafet ve maiyet alayı ba­ kımından sadeliği tercih etmiyerek eski debdebeyi ihya eylemiştir. Sultan Mus­ tafa kendini idare edemiyecek derecede aklen malûl olduğuna göre, onu böyle bir olay ve kıyafetle camie götürenlerin Sultan Osman.ın izlerini silmeye çalış.ıl.ıannda şüphe yoktur. Sultan Mustafa’nın padişah yapıldı­ ğı gün yanında bulunan adamı Derviş Ağa yeniçeri ağası yapılmıştı. Mere H ü­ seyin Paşa buna Karaman eyâletini ver­ mek suretiyle İstanbul’dan uzaklaştır­ mak istedi. Derviş Ağa MudanyaVa var­ dığı gün İstanbul’da onun katledildiğine dair bir şayia dolaşması üzerine yeniçe­ ri ve sipahiler derhal toplandılar ve sa­ raya bir istida verip «bu adam ağamızı öldürdü, bizi de birer ikişer öldürür» d i­ yerek azil ve katlini istediler. Oğlunun deliliği yüzünden devlet işlerine h ü k ­ meden Valide Sultan, askerlerin dileğini duyurmak üzere saraya gelen yirm i ki­ şiyi baş örtüsüyle kabul etti. Neticede Mere Hüseyin Paşa azledildi (8 temmuz) 1622). Naimânın (C: 2. S; 238) bildir­ diğine göre, Mere Hüseyin Paşa azledi­ lince. Davud, Gürcü Mehmed, Lefkeli Mustafa Paşalardan hangisi istenirse onun sadnâzam yapılacağına dair bir hatt-ı hümâyun çıkmış, bunun üzerine, askerlerden her grup kendi işlerine ge­ len adamın sadrıâzamlığmı tercih ettik­ lerinden aralarında anlaşamamışlar, ne­ ticede sadnâzam olacak şahsı padişahımız seçsin diyerek bir kenara çekilmişlerdir. Neticede Lef keli Mustafa Paşa sadrıâzam yapılmıştır. Padişahın dadısının kocası olan ve dördüncü vezirlikten sadrıâzamlığa ge­ tirilen Lefkeli Mustafa Paşa âciz ve eh­ liyetsiz bir kimseydi. Kendisi, Derviş ağanın İstanbul’dan uzaklaştırılması me­ selesi yüzünden sadnâzam olduğundan, Sultan Birinci Mustafa (Kapıdağlı serisinden) bu makama geçer geçmez ilk işi, onu ge­ riye getirttirmek ve eski vazifesi olan yeniçeri ağalığına iade etmek olmuştur. Lefkeli Mustafa Paşa’nm sadiıâzamlığı da iki selefi biçiminde kısa sürmüş­ tür. Padişah Davudpaşa kasrına çıktığı sırada sipahiler Lefkeli’yi irtikâp ve irti­ şada bulunmakla itham edip azlini iste­ diler. Hattâ «Biz bu veziri istemeyiz, ga­ yet yumuşaktır» diyenler ve onun gev­ şekliğini açıkça belirtenler vardır. Bu yüzden 21 eylülde Lefkeli Mustafa Paşa azledilerek Gürcü Mehmed Paşa sadrıâzam tayin edildi. G ürcü Mehmed Paşa’nın Sadareti Kuvvetli bir şahsiyet olmamakla be­ raber Sultan Mustafa devrinde sadnâzamlığa tayin edilenlerin en iyisi budur. Bir hadım olan Gürcü Mehmed Paşa ev­ velce üç defa sadaret kaymakamlığında bulunmuş olduğu cihetle devlet muame­ lâtına ait bilgisi iyiydi. Sadnâzamlığa geçtiği zaman, devletin içinde bulunduğu 1837
t a r ih v e is buhrana çare bulacak ve bozuklukları düzeltecek bir şahsın iş başına geçtiğine dair halkta bir miktar üm it uyandı. Uzun zamandan beri hükümet mer­ kezinde âşayiş bozulmuş, geceleri hırsız­ lık ve katil hâdiseleri görülmeye başla­ mıştı. Gürcü Mehmed Paşa bu duruma bir çare bulmak niyetiyle vüzera ve ulemayı toplıyarak meseleyi müzakere et­ ti. Göze çarpan bozukluklar sadece âsayiş meselesiyle ilgili şeyler değildi. Bir çok işlerde sakatlıklar ve düzensizlikler göze çarpıyordu. Meselâ en yakın bir hâdise olarak, Mere Hüseyin Paşa’nm evkaf mütevelliliklerini sipahilere ver­ mesi bir hayli düzensizlikler yaratmıştı. Divan-ı hümâyun kâtiplerinden bir çok­ ları istifa ederek evkaf mütevellisi ola­ bilmek için sipahi yazılmışlardı. Ağaların hizmetinde çalışanlardan bazı kimseler ise hiç sipahilik etmeden mülâzım ya­ zılarak mütevelliliğe konmuşlardı. Bu işe girenler çabucak servet teminine m u­ vaffak oluyorlardı. Sadnâzam Gürcü Mehmed Paşa bu meseledeki bozukluğu önliyecek bir tedbir olmak üzere mülâzım lıklann saç sakal ağartmış sipahiler­ den başkasına verilmemesini emretti. Tabi’i böyle bir tedbir gençleri memnun etmedi ama yaşlı sipahiler memnun kal­ dılar. Gürcü Mehmed Paşa’mn sadrıâzamlığı sırasında Karadeniz donanmasının zafer şenlikleriyle îstanbula dönmesi, bo­ zuk düzen giden hâdiseler arasında h a l­ kın maneviyatını düzeltici bir tesir bı­ raktı. Lehistan ile yapılan muahedede Kazakların Karadeniz kıyılarına tecavüz­ lerini meneden maddeler konmakla be­ raber Osmanlı hükümet merkezindeki hâdiselerden cesaret bulan kazaklar es­ ki huylarını bir daha tekrarlamışlardı, işte bunların tecavüzleri üzerine vezaret payesiyle Karadeniz serdarlığma tayin edilen Damad Eeceb Paşa 600 şaykalık Kazak denizcileriyle muharebeye tutuş­ muş, Kazak şaykalarının pek çoğunu ba­ tırmış, 3 karamürsel 18 şayka zaptedip 500 esirle İstanbul’a dönmüştü (1 ekim 1622). Bundan onbir gün sonra da Kaptan-ı derya Halil Paşa da Akdeniz’den döndü. Her yaz yapılması mutad olan dolaşmalar nevinden olan bu sefer sıra­ sında donanma gemileri dört büyük fır­ tına atlattığından epeyce sarsılmıştı. 1838 Bu arada (8 ekim) Sultan Mustafa'­ nın cülusunu tebrik için İstanbul'a gelen Aga Pjza adındaki İran elçisi yeni padi­ şaha bir takım hediyeler de getirmişti. Ekim ayının 14 ünde yeniçeri ağası Derviş ağa azledilerek miranur berber Mustafa Ağa yeniçeri ağası yapıldı. Para getirecek işlere kendi adamlarını gön­ deren Derviş Ağanın bu hareketine ye­ niçeriler kanuna m uhaliftir diye itiraz edince, o «lânet ocağınıza da, size de!» demiş ve Derviş Ağanın bu şekilde küfranı nimet edişine içerliyen yeniçeriler padişaha başvurarak azlini temin etmiş­ lerdir. Derviş Ağa’nm böyle nankörlük edişi karşısında zamanın şairlerinden biri şöyle demiştir: Pir ocağında yiyüp nan-ü nemek M ünkir olmayup "beyim hizmet gerek Tiz hükme kor mizan-ı felek Uyuz olur inine üren köpek. Bazı valilerin durum u ve Abaza Mehmed Paşa Sultan Osman’ın tahttan indirilip öldürülmesinin yarattığı huzursuzluk Aııadolu’ya da tesir etmekte gecikmedi. Anadolu’da onbirlerce insanın hayatının mahvolması pahasına ancak Birinci Ahmedin son zamanında sükûnet teessüs edebilmişse de, yine de merkezin emri­ ni hafife alıp dinlememe temayülünde olan valiler göze çarpmaktaydı. Sultan Osman hâdisesi ise bu neviden temayül­ lerin sarihçe açığa vurulmasına sebep oldu. Erzurum valisi olan Abaza Mehmed Paşa Sultan Osman’ın sağlığında Erzu­ rum kalesindeki yeniçerileri kaleden çı­ karmış ve sekban yazmaya başlamıştı. Mehmed Paşa, yeniçerilere karşı böyle davranırken. Sultan Osman’ın kapıkulu askerine karşı takındığı tavırdan cesaret bulduğundan şüphe edilemez. Sekban yazışını ise. Sultan Osman’dan verilen gizli bir emir ihtimaline bağlıyan m üver­ rihler, bu noktada yanlış bir tahminde bulunmasalar gerektir. Yeniçeriler aleyhine faaliyetle işe koyulup, bilahara Sultan Osman’ın kan davası ile muhalefe kalkan ve nihayet bir isyancı şekline bürünen Abaza Meh­ med Paşa hâdisesi bir hayli uzun sür­ müştür. Bunun tafsiline girişilmeden di­
ğer bazı valilerin durumlarına göz at­ mak daha isabetli olacaktır. Abaza Mehmed Paşa gibi yeniçerile­ re muhalefetini ifade edenlerden biri de Trablusşam beylerbeyi. Seyf-oğlu Yusuf Paşa’dır. Maraş Türkmenlerinden olan Seyf-oğlu Yusuf Faşa Sultan Osman'ın katlinden sonra eyâleti dahilindeki ye­ niçerileri tarderek sekban yazmış ve böylece sekbanlara istinat edince eyâle­ tinde müstakil yaşar gibi bir tavır takın­ mıştır. Yeniçerilere karşı. Erzurum ve Trablusşam vâlilerininkinden daha açık bir nefret ifadesine Antepte rastlanmaktadır. Antep kadısı Abdulbaki Efendi, Sultan Osman'ın yeniçeriler hakkında imha emri vermiş olduğundan bahisle halkı ocaklılara karşı ayaklandırmış ve orada bulunan pek az miktardaki kapı­ kulu askerinden birkaç kişi katledilmiş­ tir. Yeniçerilere karşı takınılan bu ta­ vırlarda. Sultan Osman’ın öldürülüşü­ nün Anadolu halkı üzerinde bıraktığı acı tesirin akislerini görmek mümkün ol­ duğu gibi, üçüncü Mehmed ve Birinci Ahmed zamanındaki Celâli isyanlarında kapıkulu halkına ve devşirme devlet er­ kânına kargı sezilen kıskançlıktan doğan kinin devamını da hissetmek m üm kün­ dür. Abaza Mehmed ve Seyf-oğlu Yusuf Paşalar gibi yeniçerilere nefret zaviye­ sinden işe başlamayıp doğrudan doğruya serkeşliğe kalkanlar da vardır. Marag beylerbeyi Kalavun Yusuf Paşa ile Kon­ ya beylerbeyi Safer Paşa bu neviden va­ lilere idhal edilebilir. Irkan Abaza olan Mehmed Paşa B i­ rinci Ahmed devrinin meşhur celâlîlerinden Canbolad-oğlu’nun hazinedarı idi. Canbolad-oğlu mağlûp olduğu zaman Abaza Mehmed yakalanmış ve yeniçeri ağasının şefaati sayesinde hayatı bağış­ lanmıştı. H alil Ağa (Paşa) bilhara kaptan-ı derya olunca, Abaza’ya bir kalyon kumandanlığı vermişti. Sadrıâzam olun­ ca da Marag valiliğine tayin etmişti. Böylece Paşa rütbesine yükselen Abaza Mehmed daha sonra Erzurum valiliğine getirilmişti. Sultan Osman Hotin seferi­ ne gittiği sırada Abaza Mehmed Paşa Erzurum valisi bulunuyordu. Bu arada Sultan Osman’ın, yeniçerileri imha etme­ si hususunda Abaza Mehmed Paşa’ya gizliden emir gönderdiğine dair İstan­ bul’da bazı rivayetler (Naimâ, C: 2, S: 240) dolaşmıştı. Bu rivayetin doğruluk derecesini tespit m üm kün değildir. Abaza Mehmed Paşa’nın yeniçeriler aleyhine faaliyete geçişine, onun adam­ ları ile yeniçeriler arasında bir mesele­ den dolayı kavga çıkmasının başlangıç .teşkil ettiği söylenir. Kavga sırasında yeniçerilerden üç, paşalı denen Abazan’m adamlarından beş kişi ölmüştü. İşte bu hâdise üzerine Abaza Mehmed Paşa yeniçerileri katle niyet etmiş, yeniçeri­ ler de kendilerini koruyabilmek için iç kaleye girmişlerdir. Mesele daha kötü bir şekle bürünmeden sabık Erzurum va­ lisi Hüseyin Paşa’nm aracılığı sayesinde iki taraf arasında biraz anlaşma olmuş, bunun üzerine Abaza Mehmed Paşa ye­ niçerileri çıkanp iç kaleye kendisi gir­ miştir. işte Abaza’nın hâdiseyi daha faz­ la büyütmesi bundan sonradır. İç kalede kuvvetle yerleşince sekban yazmaya başladığı görülmektedir. Erzurum kale­ sinden koğulaıı yeniçeriler İstanbul’a geldiği zaman, eski Diyarbekir valisi Mustafa Paşa Erzurum, Abaza Mehmed Paşa da Sivas valiliğine tayin edilmiştir. Fakat Abaza Sivas’a gitmeyip mütesellim ini göndermiştir. Abaza Mehmed Paşa’nm Sivas’a gitmeyişinin, hükümetin emirlerine kargı gelmek olduğunu söylemeye lüzum yok­ tur. O, böyle yaparken, tahtta Sultan Mustafa gibi bir zavallının bulunması yüzünden zaten devlet idaresinde zorba­ lar hâkim vaziyete gelmiş ve İstanbul’un intizam ve disiplini bozulmuştu. Ana­ dolu’da ise eşkiya kımıldanışlarına şahit olunmaktaydı. Erzurum kalesinden çıkarılan yeni­ çeriler 17 kasım 1622 de İstanbul’a gel­ dikleri zaman Abaza Paşa’dan şikâyet ettiler. Bundan bir ay sonra topluca Divan-ı humâyun’a gelerek, Abaza Meh­ med paşa’nm sekbanları çoğaltmaya ça­ lıştığını, yeniçerileri kovmaları için Kars ve Ahıska Paşalarına emirler yazmış ol­ duğunu bildirdiler. Bunun üzerine, eski koruyucusu H alil Paşa Abaza’ya bir mektup yazarak bazı nasihatlarda bulun­ du ve kendisinden kaleden çıkarak yeni tayin olunan valiye teslim etmesini rica eyledi. Halil Paşa böyle bir teşebbüste bulunduğu halde İstanbul’daki yeniçeri­
TA R IH VE f ler 23 aralık 1623 de sadnâzamm sara­ yına giderek: «Abaza'nın isyanına sebep İstanbul'da Gürcü Mehmed Paşa ile H a­ lil Paşa’dır. Abaza onlara istinat etmek­ tedir; zira. o. sadrıâzatnın biraderi H ü ­ seyin Paşa’nm damadı ve H alil Paşa’nın da oğulluğudur» dijrerek gürültü çıkard-?ar. Bereket versin ki o sırada subay­ ları araya girerek bir mesele çıkmasına mani oldular. Oradan dönerlerken Kaptan-ı derya H alil Paşa’ya rastlayıp et­ rafını çevirdiler ve: «Veziriazam senin hatırın için Abaza’yı cezalandırmıyor. Abaza sana istinad etmek suretiyle böy­ le yapıyor» dediler. Bu sırada da sadrıâzam kethüdası Çeşteci Ali Ağa yetişe­ rek yeniçerilerin dağılmalarını temin su­ retiyle, vukuu muhtemel müessif bir h â ­ diseyi önledi. Ertesi divan gününde de yine Divan-ı hümâyun önünde toplana­ rak Abaza’nın katlolunması için bağrıgırlarken subayları araya girdi. Yeniçe­ rilerin böyle meselenin üzerinde ısrarla durmaları kargısında «Erzurum beyler­ beyini azlettim. H alil Paşa’nm bu husus­ ta medhali yoktur, onu incitmeyiniz» mealinde bir hatt-ı hümâyun çıktı. B u­ nun üzerine yeniçeriler huzursuzluk çı­ karmaktan vazgeçtiler. O arada hıristiyan çocuk devşirmek üzere Zağarcıbaşı Bayram Ağa yanına Mehmed ve Korkud Ağa’ları da alarak Rumeli’ne, baş hase­ ki de Anadolu’ya (Naimâ C: 2, S: 247 ve Hammer C: 8. S: 241) gittiler. Istanbulda yeniçeriler Abaza Meh­ med Paşa’ya karşı duydukları infiali yer yer yangınlar çıkarmak suretiyle gös­ termekte devam ederken o. Mustafa Paşa'nın mütesellimine (vali vekili) şehri teslim etmiyerek sekbanlarını çoğaltma­ ya devam ediyordu. Nihayet İstanbul’­ dan tahkik için gönderilen bir yeniçeri subayı, Abaza’nın, sancakları kendi adamlarıııa verdiği; reayaya hane başı­ na biner akçe vergi saldığı ve 15 bin kadar askere sahip olduğu haberini ge­ tirdi. Hükümete karşı is*an için Sultan Osman’ın katli hadisesini bahane yapan Abaza Mehmed Paşa’nm yanına ilk plân­ da Biber Solak, Çolak Bekir, Kör Haz­ nedar, Küçük Abaza ve Sarhoş bölükbaşı gibi sergerde reisleri toplanmıştı. As­ kerleri arasında Sultan Osman’ın in ti­ kamcısı olmak üzere sekban yazılıp onun emri altma koşan eski Celâli sekbanla­ rının artıkları da mevcuttu. Abaza Mehmed Paşa'mn ilk tecavüz hareketi Şebinkarahisar üzerine vuku buldu. Buradaki sancak beyi Murtaza Paşa peşinen ona muhalefet ettiğinden. Abaza, bu kasabayı on gün müddetle muhasara etti. Sonra teslim olmak mec­ buriyetinde kalan Murtaza Paşa teslim­ le birlikte onun tarafına geçti. Şebin­ karahisar’ı zaptedince askeri fazlalaşan ve nefsine güveni artan Abaza daha son­ ra Sivas ve Ankara üzerine yürüdü. Bir taraftan da etraftaki sancak beylerine daveti mutazammuı mektuplar gönder­ di. Kendilerine mektup yollanan sancakbeyleriniıı çoğu Abaza'ya iltihak eyledi. O arada Maraş beylerbeyi Kalavun Y u­ suf Paşa da gelip Abaza’ya m ülâki oldu. Sıvas valisi Tayyar Mehmed Paşa ise kendi rızasiyle ona iltihak etti. Fakat Kalavun Yusuf Paşa’dan şüphelendiğin­ den Zile’de onu idam ettirdi. Kayserili bir şeyh Abaza'ya «Seni bu kavim zâ­ limler (yeniçeriler kastedilmiş olmalı) üzerine musallat etmiştir, korkma fırsat şenindir» diye lıitab etmek suretiyle Abaza'ya manevî kuvvet telkin etti; o da batı istikametinde yürüyüşünü uzatmak­ tan geri kalmadı. Çorum’dan Kayseri’ye vardığı zaman Nogay Paşa istikbaline çıkıp ziyafet verdi. Abaza Mehmed Paşa uğradığı yerlerde rastladığı yeniçerile­ rin m allarını alıp kimini katlettirdi, k i­ m inin de tabanına nal çaktırarak işkence içinde öldürdü. Abaza’nın emrinde toplanan kuvvet­ lerin miktarı kısa zamanda 40 bin kişi gibi, bir âsî paşa için muazzam sayılacak dereceyi buldu. Abaza Mehmed Pasa bu kadar kuvvetle Ankara üzerine yürüdü ve şehri muhasara etti. Bunun üzerine Anadolu beylerbeyi îlyas Paşa ve K a­ raman beylerbevisi eyâletleri askeri ile Abaza’nın tenkiline memur olundu. A y­ rıca İstanbul’dan Ciğala-zâde Sinan Paşa’nııı oğlu vezir Mahmud Paşanın em­ rine 4 bin yeniçeri ve atlı kapıkulundan dört bölük halkı verilerek Abaza’ya kar­ şı serdar tayin olundu. Mahmud Paşa önce Bursa’ya gidip oradan Ankara’ya teveccüh etti. Beypazarı’na geldiği za­ man Abaza’nın kuvvetlerinin çokluğunu öğrenerek Bursa’ya geri döndü- Üç ay müddetle Ankara’yı kuşatan Abaza Meh­ med Paşa ise Ankaranm iç kalesini ala­ 1840
m adı ve kışlam ak üzere Niğde'ye gitti. ne gibi ellerde ve nasıl bir zihniyetin 1623 eylülü içerisinde B irinci M us­ hâkim iyeti altında bulu n du ğu n u göster­ tafa hal'' edilerek D ördüncü M urad ta h ­ mesi ve bilhassa im paratorluğu çök ün ­ ta geçirildi. Yeni padişahın k üçük lüğ ü tüye götüren bazı sebeplerin iyi a n laşıl­ dolayısiyle kapık ulu askerlerinin h ü k ü ­ masına im k ân vermesi bak ım ın dan em et m erkezindeki serkeşlikleri uzun hem m iyet arzeder, m üddet devam etti. B u arada Bağdad'da 1 ocak 1623 (28 safer 1032) günü sipa­ da Abaza isyanına taş çıkartacak yeııi hiler Divan-ı h üm ây u n önünde toplana­ hâdiseler ortaya çıktı. Gerek Bağdad, rak g ü rü ltü çıkardılar ve: gerekse A baza meselesinin h a lli D örd ün ­ «— Dışarda kuzât-u reaya bize kacü M urad zam anında m ü m k ü n olacaktır. atil-i sultan devu ta ’ıı ederler, elbette kim katlettiyse h ak k ınd an gelinsin!» Diye bağrıştılar; o arada b ö lü k aSultan Osm an’ın ğaları araya girerek g ü rültüy ü b astırd ı­ katillerinin idam ları lar. S ipahiler oradan O rta cam rine gi­ derek bir yerde toplanıp «Taşrada geze­ Sultan O sm an’ın tahttan in d ir ilir in ­ den sonra hakaretsiniz m uam eleye tâbi cek h alim iz kalm adı; bizim padişah k a t­ tutularak öldürülm esi, halk vicdanında linde sun’um uz yoğ iken bu töhm eti ka­ derin yaralar açmış ve padişahın ö lü ­ bul etmeyiz» diyerek, bu sözlerinin pa­ m üne sebep olan k apıkuluııa kargı u m u ­ dişaha duyurulm ası için subaylarım vem î bir nefrete sebep olmuştu. K a p ık u ­ ziriâzam a gönderdiler. Ve bilhassa «Elu askerleri kendi ocaklarını bu ağır töh­ ğer padişah ferm an eylediyse kendi bilir, m etin zilletinden kurtarm ak isterken ve illâ kaatili katleylesin ki bu b ü h ta n ­ halk padişahın k atilleri aleyhine ağzına dan k u rtu lalım » dediler. S ipahilerin top­ geleni söylüyor, h a ttâ yeniçeri ocağını la n tıların ın ferdası günü Ahi-zâde H üse­ toptan suçlandırıyordu. Meselâ, Mere yin R um eli. Bostan-zâde Y ahya Efendi Hüseyin Paşa ilk sadaretinde, yeniçeri A nadolu kazaskerliğine tayin edildiler. ağası Derviş A ğa'yı İstanbul’dan uzak­ B ugün (2 ocak) sipahiler yine Divan-ı laştırm ak gayesiyle K aram an eyâletine iıum âyun önünde toplandılar, o sırada tayin ettiği ve onun M u d any a’ya m u v a­ sipahi ihtiyarlarından beş on kişi S u lta n salatı sırasında, İstanbul'da onun idam O sm an’ın k atillerinin id a m ı için şey hül­ edildiğine dair bir şayianın dolaşması üislâm dan fetva istediler. Ş eyhülislâm da zerine, yeniçerilerin saraya m üracatla «bu husus padişaha arzolunm alıdır; eğer ferm an etmediyse, katline hükm -ü ger’i sadrıâzam m azil ve k atlin i istemiş o lm a­ larını telm iheıı (N aim â C: 2, Sr 238), icra olunsun» şeklinde haber gönderince halk: sipahiler dağıldılar. «— B ir doğancı Çelebiyi (Derviş aH alk ın k apık ulu nu suçlandırması ğa sarayda doğancılıktan yetişm işti) v e­ devam ettiği, sipahilerin daha önceki ziriazam n için k atletti diye davaya k a l­ toplantılarının neticesi de henüz a lın m a ­ k arlar da veli nim etleri olan b ir padidığı için, sipahiler Divan-ı h ü m ây u n öşah’ı azim üşşanın n im eti h a k k ın ı gözet­ nüııde b ir daha toplanarak (3 ocak 1623) meyip, hasm ı eline sureta em anet v e ril­ S ulta n Osm an’ın katillerinin idam edil­ m işken gadr ve zu îm ile katline sükût mesine dair isteklerini tekrarladılar. Bu ederler». arada (N aim â C: 2, S: 248); «biz Orta Diye söylenmekteydi. M ütem adiyen camie emanet vermiş id ik ne temessük ha lk ın acı tarizlerine m aruz kalan k a p ı­ ile katlolundu» diye bağrıştılar. k u lu askerleri de nihayet bu sözlerden Sipahilerin istek ve sözleri saraya endişe ve huzursuzluk duym aya başladı­ bir telhis ile arzedilince, şu m ealde bir lar. O n u n içind ir k i k ap ık u lu askerlerine hatt-ı h üm ây u n u n çık tığı görüldü: «Ben, dahil sipah züm resinin S ultan O sm an’ın Sultan Osm an katlolunsun demedim. Dâkatillerin id am larını istemek suretiyle vud Paşa öldürdü, katiller kim ise h a k ­ kendilerini temize çıkarm aya çalıştıkla­ larınd an gelinip katlolunsun». rı görülür. B u hâdiselefle ilg ili bazı n o k ­ S ultan O sm an’ın k atli hakkında bir taların tafsili yeknazarda lüzum suz gibi hatt-ı h üm ây u n ve fetva olm adan onun görünürse de, o sırada devlet idaresinin öldürülm esi im kânsızdı. B una m u k ab il 1841
T A R IH V E M ] Birinci Mustafa’nın akİi durumu da or­ tadaydı. Binaenaleyh daha önce onun 'adına idam hattını yazdıranlar şimdi de yine o malûl padişahın adı altında yalan söylüyorlardı. Padişahın hatt-ı hüm â­ yununda birinci derecede suçlu olarak Davud Paşa gösterildiği ve katillerin öl­ dürülmesi hususunda da müsaade çıktı­ ğı için sipahiler: — Tez katiller bulunsun! Diye bağrışıp dağıldılar ve katilleri aramaya koştular.' O gece evvelâ katil­ lerden Cebecibaşı yakalanıp boynu vu­ ruldu. Böylece Sultan Osman öldürüldü­ ğü zaman kulağını kesip Valide Sultan’a götürmüş olan Cebecibaşı cezasmı buldu. O sırada Davud Paşa saklanmıştı. M ü j­ de parası almak isteyen yakınlarından birisi onun saklandığı yeri haber verdi. Bunun üzerine Eyub civarında Topçular’da Hamza Bey isminde bir sipahinin samanlığında bulunup yakalandı. S ır­ tında nefti bir kapama bulunan Davud Paşa bir arabaya konarak saraya geti­ rildi. oradan da Yedikule’ye gönderilip hapsedildi. Sultan Osman’ın katillerinden Kalender (Kelender, Kilindir) Uğrusu denilen şahıs da yakalanıp Yedikule’ye gönderildi. (7 ocak 1623 - 5 rebiülevvel 1032). Davud Paşa ertesi gün divan top­ lantısını müteakip idam edilecekti. Davud Paşa Yedikule’ye gönderilin­ ce Sultan Mustafa’nın kızkardeşi olan zevcesi onu kurtarmak için derhal fa­ aliyete geçti. Yeniçeri ve sipahilerin ele başlarına paralar dağıttı. Ayni zaman da Cellâtbaşı Usta Süleyman da ağır dav­ ranması için elde edildi. Ertesi gün D a­ vud Paşa sarajr avlusuna getirilerek idam edilmek üzere çeşme önüne çöker­ tildi. Tuği’nin «İbretnüma» smdaki ifa­ desiyle: «Tamam bu tedarik görülüp ertesi gün Divâıı-ı hümâyunda o kadar adam toplandı ki mahşerden bir nişan verdi. O gece zikrolunan cumhur ki ihsan al­ mışlardı. divan halkının önünde durup «bakalım zaman ne yüzden hareket eder» derken Davud Paşayı kapıcılar odasın­ dan çıkarıp çeşme önünde siyaset mey­ danına çökerttiler. Cellâd ileri gelüp Davud Pagan’m başından bin naz ve is­ tiğna ile dülbendini çıkarıp kâh kolunu sıvavup kâh kılıcı çıkarup omuzundaki peştemaiıııa silüp oyalanırdı. Bu m ahal­ de Sadrıâzam Gürcü Mehmed Paşa m uh­ zır ağayı gönderüp “tiz padişahın emri verüne gelsün boynu urulsun” diye m ah­ zar gelüp cellâdı yerinde bulamadı, cel­ lâdı bekledi. Cellâd geldiğinde nerede idüıı deyince “diğer kılıcı getirmeğe git­ tim " dedi. Muhzır ağa "tiz şimdi masla­ hatın gör” dedi. Cellâd emir padişahın deyüp kılıcı kınından çıkarup Davud Paşa’nın başı üzerinde döndürüp Davud Paşanın başına indirmek üzere iken mahud ihsandideler “sakın urma” diye çağrışıp diğer cumhur “elbette ur" diye çağrıştılar». Cellâdın kılıcı mahkûm un boynuna ineceği zaman etraftan «sakın urma!» diye sesler yükselmesinin sebebi vardı. Sebebi izah eden bu nokta N aimâ’da (C: 2, S: 249) şöyle anlatılır: «şemsîri nivamından çıkarup çalacak mahalde Davud Paşa kovnundan hücceti ki, kendi veziri­ âzam oldukta Sultan Osman’ı katlettik­ ten sonra Rumeli ve Anadolu kazasker­ leri kethüda Mustafa Efendi ve Yahya Efen d f d en alup ve cevab-ı katl-i Os­ man Han babında ikisine de imza ettirüp temessük edinmiş idi. Anı ve Sultan Mustafa H an’dan husus-u mezkûr için aldığı hatt-ı çıkarup eliyle yukaru kaldırup “ben bu temessükler île şer’an K a t i ettim” deyu feryada başladı. Ol za­ man zikr olunan ihsan dideler cellâda “urma görelim” deyu çağrıştılar», îşte bu sırada askerlerden bazıları «ur öldür!» bir kısmı da «urma, göre­ lim aslını!» diye bağırırken yeniçeriler­ den Kul-oğlu namındaki şahıs Davud Paşa’vı siyaset meydanından kapıp kal­ dırmış, böylece idam işi o gün tahakkuk edememiştir. Cellâdın kılıcının altından kaldırılan Davud Paşa bir ata bindirile­ rek Orta camie götürülmüştür. Sipahiler fetvalar sebebiyle idam işini tehir et­ mek, yeniçeriler de üzerlerindeki lekeyi silebilmek için Davud Paşanın hemen katlini arzuladıklarından, az daha kan dökülecek derecede iki sınıf asker bir­ birine girecek hale gelmişlerse de, ara­ ya girenler sayesinde böyle bir şey vu­ ku bulmamıştır. Davud Paşa siyaset meydanından kapılıp götürülürken devlet erkânı şaş­ kınlık, onu kaçıranlar ise sevinç için­ deydi. Davud Paşa’yı götüren askerler- 1842
deıı Iıer biri onu kurtarmakta rolü oldu­ ğunu ısbat ile ihsanlara konabilmek için elbisesinden birer parça koparıyordu. Orta cami’ine yaklaşıldığı sırada sipahi­ lerden birisi başından destarmı çıkarıp getirdi, birisi feracesini verdi. Bu hal ile Orta cami’ine varılınca bazıları müjde götürmek üzere onun evine koştular. Davud Paşamı kalabalık alay halinde ge­ tirenler onu cami mimberinin ikinci ba­ samağına oturttular. Başına bir mücevveze geçirip sırtına bir h ü ’at giydirdiler ve kendisini veziriazam ilân ettiler. O da etrafındakilere makamlar dağıtmaya başladı. Davud Paşa kaçırılınca Veziriâzam Gürcü Mehmed Paşa önce cellâdı çağıra­ rak onu kimin meydandan götürdüğünü sordu ve sipahilerin kaçırmış oldukları cevabını aldı. Bu defa sipahi reislerini çağırdı; onlar bizim haberimiz yok; ce­ vabını verdiğinden veziriazam tam bir şaşkınlığa kapıldı. Bu sırada kapıcılar kethüdası Rahiki damadı Ahnıed Ağa sadrıâzamın yanına yaklaşarak «emredildiği takdirde Davud Paşa’nın idamı işini halledeceğini» bildirdi. Veziriazam lüzumlu muvaffakatı verince Ahmed Ağa yanına ikiyüz kapıcı alarak Orta cami­ ine gitti. Camie girinci Davud Paşa’nın etrafındaki kalabalık kendiliğinden da­ ğıldığından Ahmed Ağa Davud Paşa’nm yakasından tutup derhal dışan çıkardı ve Sultan Osman'ı Yedikule’ye götürmüş olan arabaya bindirdi. Kapıcılar arabanın etrafını çevirdi ve böylece Yedikule’ye götürülüp hapsedildi. Ertesi günü yani 9 ocak 1623 (7 rebiülevvel 1032. Tuği’nin İbretnümasmda 3 rebiülevvel gecesi de­ niliyor) günü Yedikule’de boğulup öldü­ rüldü.- Sultan Osman’ın katillerinden Kelender (K ilindir) Uğrusu da onunla be­ raber boğuldu ve cesedi denize atıldı. Tuği’ye göre, Davud Paşa’nm cesedi arabaya konup saraya getirildi ve teçhiz ve tekfinim müteakip A tik A li Paşa cam i’i harimine gömüldü. Davud Paşa ve Kelender Uğrusu’mm idamından sonra Sultan Osman’ın katillerinden olup o sı­ rada Budin beylerbeyi bulunan Derviş Paşa ile Köstendil sancak beyi olan Meydan Bey’in idamları için idam emri­ ni hamil kapıcılar gönderildi. Mere Hüseyin Paşa’mn ikinci sadareti Veziriazam Gürcü Mehmed Paşa Sultan Osman’ın katillerini temizleyince ortalığa biraz sükûnet geldi. Halk epey­ ce tatmin olmuş gibiydi. Sadnâzam bun­ dan istifade ederek hükümet işlerine dü­ zen vermek istedi. Gürcü Mehmed Paşa ivi niyetlerle bazı gayretler sarfetmekteyken Mere Hüseyin Paşa boş durma­ makta ve sadrıâzamın aleyhinde çalış­ maktaydı. Seksenlik bir ihtiyar olan Gürcü Mehmed Paşa’nın Valide Sultan ile anlaşarak iş görüşünü telmihen ye­ niçeriler «devleti iki kocakarı idare ediyors' demekteydi. Mere Hüseyin’in en şiddetli taraftarlarından sipah zorbası Arnavut Süleyman para kuvvetiyle asker arasında bir fitne tertibini taahhüt etti. Mere Hüseyin bu arada sipah taife­ sine bir kaç kese flori gönderdi. Sipah ocak ağalan Tophaneli Ahmed Çelebi’nin evine her gece odabaşılan toplayıp her odaya yirmi beşer bin akçe ve odabaşıların her birine beşer bin akçe, bazıla­ rına ise ikişer yüz flori, iki bölük başıya da onar bin altın dağıttılar. Böylece, para kuvvetiyle Mere H ü ­ seyin Paşa lehinde bir hava meydana ge­ tirilmiş oldu. Sultan Osman, aleyhine ilk hareket gününden beri zorbalıkla hayli şeyler yapmış olan sipahi ve yeniçeriler bu defa da yine zorbalıkla Gürcü Ahmed Paşa’yı düşürmek istediler. Bir divan günü çorba içmediler ve Veziriazam G ür­ cü Hadım Mehmed Paşa’ya: «Sen bizim evvelce bazı arkadaşlarımızı öldürmüş­ tün; biz seni istemeyiz; tevaşi taifesinin vezarette alâkası olduğuna razı değiliz; yok dersen hançer üşürüp seni paralarız» dediler. Bu red ve tehdidin arkasından da: «biz Mere’yi isteriz; hemen şimdi divana gelmelidir» sözlerini ilâve etti­ ler. Böylece Mere Hüseyin Paşa’nm ter­ tibiyle cereyan eden ayaklanma m u ­ vaffak olmuştu. Gürcü Mehmed Paşa işin daha fazla büyümesine meydan ver­ meden mühr-ü hümâyunu çıkanp kapı­ cılar kethüdasına verdi ve nazikâne şe­ kilde divanı terketti. Hadiseden habersiz rolünü ' oynıyan Mere Hüseyin Paşa’ya derhal haber giderek saraya gelmesi te­ min olundu. Böylece ikinci defa mühr-ü hümâyunu elde eden (5 şubat 1623) Me- 1843
1 r t l \ l İkinci Osman ve Birinci Mustafa zamanındaki Veziriazamlar (İlâve : 118) ★ H A IÂ L PAŞA di etm iştir. H a lil P a ş a 'n m sadrıâzamiığı. o sıra d a sadaret k ay m ak a m ı b u lu n a n Ekmekci-zâde A hm ed P aşa için haya l su­ k u tu n a u ğ ra ta n b ir sürp riz teşkil et­ m iştir. S u lta n A hm ed sa d rıâzam ı de­ ğiştirm eye k a ra r verince şey hülislâm ı çağırarak fik r in i sorm uş, o da «kaide-i teselsül ic a b ınca Ekmekci-zâde*nin olm a, sı lâzım gelir» de m iştir. B u n u n üzerine padişah: «v akıa k a y m a k a m d ır; lâ k in b ir kaç defa y a la n söylediğine m u tta li ol­ du m , sad rıâzam y alan söylem em elidir» diye k onu şm uştu r. Ş ey h ülislâm da h u de. fa H a lil P a ş a ’y ı ileri sü rm ü ştür. S u ltan A hm ed, şey h ülislâm dan sonra Ekmekçizâde’y i y a n ın a ç a ğ ır m ış ve ay nı sual­ le ri ona sorunca, m u h a ta b ı «zât-i saha, neleri irade b u y u ru rla rsa y o lu n u zd a ca. n ım ı ve ba ş ım ı feda ederim » demiş., pa­ dişah da hiç b ir şey söylem iyerek h u ­ zu rdan çık m a sın a iz in verm iştir. S ultan A h m ed’in susm asını m ü h r .ü h ü m â y u n u n kendisine verileceğine dair son işaret k a b u l eden Ekmekci..zâde evine giderken S u lta n A hm ed de m ü h r_ ü h ü m â y u n u H a­ l i l P aşa’y a g önderm iştir. H a lil Paşa sad rıâza m lığ a ta y in in i öğrenir öğren­ mez b ir çavuş göndererek reisülk üt. tab H a m z a E fe n d İy 'I çağ ırm ıştır. B u çavuş. H a m za E fe n d i’y i Ekmekci-zâde’n in evinde y em ek yerken bu lm u ş ve «sizi sadrıâzam ister» deyince, H am za E fe n ­ di Ekmekci-zâde’y i göstererek «İşte sadr ıâ z a m !» dem iş, bu söze k a rş ılık çavuş da «sadrıâzam H a lil P aşa1dır» cevabını verm iştir. Böylece Ekmekcİ-zâde’nin ha­ yalleri a ltü s t o lm u ştu r. H a lil Paşa sad. rıâza m o lu nca Ekm ekci-zâde’y i m ü ş k ü l d u ru m d a b ıra k m a k ta n geri k a lm ıy a ra k onu sadaret a y m a k a m lığ ın d a da tu tm a m ış ve B u d in valisi S o fu S inan P a ş a ’y ı sadaret k ay m a kam ı y a p m ıştır. H a lil P aşa sa d rıâ z a m o ldu k tan son­ ra İran ordusu serdarlığıy le vazifelendi­ rilm iş, O sm an lı kuvvetleri S erav 'da m a ğ ­ lu p o ld u ğ u h alde E rd e b il üzerine y ü rü ­ yüşe geçtiğinden, İra n lIla r bir m uahede im zalam ıy a m ecbur k a lm ış la rd ır (1613). H a lil P aşa İr a n ordusu serdarlığıy le m eşgulken B irin ci A hm ed ölm ü ş, onun yerine geçen B irinci M u s ta fa da üç ay sonra h a l’ e d ild iğ ind e n İk in c i O sm an tah- B irin c i S u lta n A h m e d 'in son sadrı, âzam i olan H a liî Pasa, B irin c i M usta­ fa ’n ın üç ay süren ilk saltanatı esna­ sın d a m e vk iin i m u h a fa za e ttiğ i gibi5 y i­ ne a ray a fasıla verm eden İk in c i O s m an '­ ın ilk sad rıâzam ı sıfatiy le de o n b ir ay m ü ddetle m e v k iin i m u h a fa za etm iştir. D ö rd ü n c ü M u r a d zam anınd a b ir defa d a h a sadaret m a k a m ın ı işg al edecek o. lan H a lil P aşa'n m , b irb iri ark as ın a üç h ü k ü m d a r devrine rastlıy an ilk sadare­ ti 2 sene üç ay sürm üştür. K ayse ri civarında Zey tu n veya R us. van k ö y ün d e d ün yay a gelm iş bir erm e­ ni o lan H a lil, devşirm e o la ra k İs ta n b u l’a g e tirilm iş ve saraya alın arak enderunda y etişm iştir. Ü çün cü M u ra d ’m m usah ib i beylerbeyi M ehm ed P a şa’n m k ü ç ü k k a r­ deşi o lan H a lil saray da Ç akırcıbaşı iken 1607 de M ary o l H üsey in P aşa’n m yerine yeniçeri ağası ta y in e d ild iğ in d e n taşra hizm etine çık m ıştır. K u y u cu M u ra d P a. ş a 'n m C elâli tenkilinde yeniçeri ağası sıfa tiy le hizm et eden H a lil P asa, S a d rıâ. zam K u y u c u M u r a d ın İs ta n b u l’a avdeti s ıla s ın d a k a p ta n .ı derya ta y in edilm iş­ tir. H a lil P a ş a ’n m bu ilk kaptan-i der­ y a lığ ı m u v affak iy e tli geçmiş, M alta ve F io ransalı korsan gem ileri ile çarp ışm ış­ tır. A v ru p alIların « k ırm ız ı kalyon», Türklerin «K a ra cehennem» a d m ı verdikleri M alta şövalyeleri k a p ta n ın ın k a ly o n u n u n zap tedilip İs ta n b u l’a getirilm esi padişa­ h ı m e m n un e tm iş ve b u n u n üzerine H a ­ lil Paşa"ya vezaret payesi tevcih edil, m iştir. H a lil P a şa 'n m 1609— 1611 y ılla rı ara­ sındaki ilk kaptan-ı d e ry alığınd an sonra bu m a k a m ı ık î sene kadar Ö k üz M eh­ m ed P aşa işgal etm iş, o n u n arkasından H a lil P aşa yine kaptan-ı derya olm uş­ tu r. H a lil P aşa, ik in c i kaptan-ı d ery alı­ ğ ı zam anınd a M a lta 'y a b ir a k ın h areke­ tind e b u lu n m u ştu r. Bu a ra d a d ik k a ti çe­ ken faaliyetlerinden birisi de* Isp an ya’y a karşı Felem enk ve Fas ile ittifa k k u r ­ m a ya çalışm asıdır. S ad rıâzam Ö k üz M ehm ed P aşa’n m ^ r a n seferinde m u v affak olam am ası üzerine B irin ci A h m ed sadrı â za m i azle­ dip m ü h r .ü h ü m â y u n u H a lil P aşa'ya tev­ —> 1844
— ta geçirilm iştir. B inaen aleyh H a lil Pasa u m B irin ci M u stafa ve İk in c i O s m a n ’ın p a d işah lık ları işinde m ü h im bir ro l oy­ nam am ış olm ası lâzım gelir. K a ili P aşa İran seferinden İs ta n b u l’a d ö n diık ten sonra m a tlu b a m u v a fık h iz­ met görem ediği iç in azledilm iş, hattâ kendisi m ü rid i o ld u ğ u Ü sk üd arlı A ziz M ah m u d H ü d a i E fe n d i’n in dergâhına, çe­ kilm ek m e cbu riy etini hissetm iştir. Aziz M ah m ud E fe n d i’n in tavassutu sayesinde nadişahla arası düzelen H a lil P aşa 1620 ta-i hinde ü ç ü n c ü defa kaptan-i deryalı ira g etirilm iş, bilah are altı a y lık b ir ay n lıg ı m ü te a k ip d ö rd ün cü defa kaptan.» derya olm uştur. B irin ci M u s ta fa 'n ın ik in c i saltanat* sırasında k e n d isin i yeniçeri ve sipahi z o r b a la rın ın tesirinden uzak ta tu ta n H a ­ lil Paşa s a d rıâza m lığ a ta y in i h a k k ın d a padişahın annesi ta r a fın d a n y a p ıla n tek lifleri reddetm iştir. B irin c i M u s ta fa 'n ın b u h ra n lı salta­ n a t y ılla n geçtikten sonra H a lil P aşa idare ve siyaset sahnesinde y ine m ü h im rol o y nam aya başlam ış ve H a fız A hm ed P aşa’n ın ilk sadaretini m ü te ak ip ikinci defa s a a n â z a m olm u ştu r. D ö r d ü n c ü Mura d za m a n ın a rastlı y a n bu ik in c i sada­ retinde A b aza M ehm ed P aşa’ya karşı g iriştiğ i h arekâtta m u v a ffa k o lam adığı iç in azledilm iş, b u n d a n b ir sene sonra da ö lm ü ş tü r (1629). T ürbesi, şeyhi A ziz M ah m u d H ü d a i E fe n d i’n in Ü sk ü d a r’da­ ki d e rg âh ın ın y an ın d ad ır. H a lü P a şa ’n ın F a t ih ’te M ille t k ütüp h anesi civarın d a ca­ m i. çeşme ve sebili vardı. Y ık ılm ış olan çeşm esinin kitabesi T ü r k ve İs lâm eser­ leri m üzesinde hıfzedilm ek tedir. Ü sk ü­ d a r ’daki türbesin in altın d a k i çeşme ve sebili S ultanahm ed c a m i’İnin m im a rı M ehm ed A ğ a ’n m eseridir. H u d a i dergâ­ h ın ın y a n ın d a k i kapıcı tekkesini de H a­ lil Paşa y ap tırm ıştır. sonra S u lta n O s m a n 'ın ta y in ettiği „ilk sad n i z a m olan Ö k ü z M ehm ed Paşa, S u l. tan A hm ed devrindeki ilk sad areti vesi­ lesiyle üçüncü c ildim izin 1776 m c ı say­ fasında 114 n u m a r a lı ilâvede a n la tılm ış ­ tır. GÜ ZELCE ALİ PAŞA T unus beylerbeyi îs ta n k ö y ’lü A h m e d Paşa n ın o ğ lu d u r. Bu sebeple îs ta n k ö y ’lü A li Paşa diye de a n ılır. K a y a P a ş a ’­ n m k ızı olan ann esin in soy itib a riy le şe­ riflerden y a n i peygam ber sülâlesinden g eldiği sÖ57lenir. Babası Ahm ed P aşa, T rablusg arb'da m e h d iü k iddiasında b u ­ lunan Y ah y a b in Y ah y a a d ın d a k i kim se İle çarpışarak ö ld ü ğ ü z a m a n o h e nü z b u lu ğa ermemiş çağd a idi. Ç o cu k lu ğu ve g en çliğ i denizlerde geçen A li P a ş a 'n m babasının m esleğine intisab eylediği ve y etişkin hale g e ld iğ i zam an b a basının k atilin d e n in tik a m alm ak d uy g usu bes­ lediği m üşahede e d ilir. D im y a t sancak­ beyi ve m üteak iben Y e m e n ve T u nu s beyler bey lig in d e b u lu n m u ş tu r. H a lil P a ­ şa'm n İkinci kaptan-i d e ry alığından az­ lin i m ü te ak ip sonra bu vazifeye g e tirile n (1617) Güzelce A li Paşa, B irin c i M u s ta ­ fa 'n ın ilk saltan a tı sırasınd a kaptan-i dery alıkta n azledildi. O n u n yerine ta y in olunan K a ra D av u d P a g a'nın arkasından ik in c i defa kaptan-ı derya o ldu . İk in c i kaptan-ı d e ry a lığ ı sırasında k a ra k o l hizm eti if a ve ko rsanları tedip n i ­ yetiyle çık tığ ı Akdeniz seferlerinin so­ nu n cu su n da altı düşm an gem isi y a k a la ­ dı ve k ü lliy e tli m ik ta rd a g anim et elde etti. G anim e te d a h il ik iy üz e sirin s ır tın a birer kese k u ru ş koyarak padişaha ta k ­ dim e ttiğ i zam an, paraya d ü ş k ü n bir kim se olan S u lta n Osman b u n d a n pek m e m n u n k a lıp A li P aşa y ı h i l ’a t ve a l­ tın zencir ile ta ltif eyledi. O sırada Ve­ ziriazam Ö küz M ehm ed Paşa, kaptan-ı dery anın getirdiğ i g a n im e t m a lın ın F ran sız ve V enedik tü c c a rların a ait o l­ d u ğ u n u söylem iş ve V enedik elçisi de divana şikâyette bulu n m u şsa da b u n dan bir netice çık m am ıştır. F a k a t S u lta n Os­ m a n 'ı m e m n un b ıra k a n ve padişaha, h â ­ zineye daha fazla g elir te m in edeceğini söyüyen Güzelce A li Paşa sad rıâza m lığ ı elde e tti (1613). A v ru p alı m üelliflerin, itid a l ve adaletperverliğinden bahsettikleri H a lil P a­ şa kaptan-ı d e ry a lığ ın d a um u m iy e tle m u ­ vaffak olm uş, sa d rıâ za m lığ ı sırasında idare e ttiğ i seferlerde zafer k aza n a m a ­ mışsa da b ü y ü k h a ta la r da işlem em iştir. S a d rıâ z a m lığ ı esnasındaki ic ra a tın a ba­ k a rak b ir h ü k ü m verm ek icap ederse, or­ ta derecede b ir h ü k ü m e t b a lk a n ıy d ı de­ m ekle h atay a düşülm ez. Güzelce A li P a ş a ’n m sad areti m ü ­ saderelerle dolu geçti. A li P a ş a müsadere y olu yle hâzineye para te m in in e u ğraş­ m a ktay dı. O nun m üsadere siyasetinin m a ğ d u rla r ı arasında defterdar B aki P a ­ şa, Hersek-zâde A hm ed P aşa ah fadınd a n ÖKÜZ MEHMED PAŞA B irin c i A hm ed ve B irin c i M ustafa z a m an ın d an in tik a l eden H a lil P aşa’ dan 1835
IA K IH V L M t bir za t ve k e n d isin in velinim eti olan k ız. lar ağası M ustafa A ğ a , h a ttâ selefi Öküz M ehm ed P aşa gibi kim seler de var­ dı. P ara ve m a lla rın ı m üsadere e ttiği ad a m la rm ekserisini sürg üne de gön d e ri­ yordu. A li Paşa b ir çok kim seleri böyle m a ğ d u r ve perişan hale getirirken asla sert davranm az güler y ü z lü ve çelebice d a v ranarak y ap a rd ı. O n a ta k ıla n «G ü­ zelce» ve «Çelebi» la k a p la rı da zâten bu halin d e n m ü te v e llittir. Avrupa tarihçilerine göre A li Paşa İs ta n b u l'd a k i A v ru p a devletleri m üm es­ sillerine soğuk ve sert dav ranm ıştır. G ü ­ zelce A li P aşa h a k k ın d a böyle b ir h ü k ­ m e v a rılm a sın ın sebebi. Venedik elcili­ mi birinci te rcüm anın ı id am ettirm esin­ den ile ri gelse gerektir. İd a m ettirilen tercüm an. L eh istan île O sm an lı devleti arasında harp çık m asına sebep olan Boâdan voyvodası G r a tia n i’n in k ay ın pede­ ri idi Güzelce A li Paşa S u ltan O sm an 'ı L e­ h istan seferine teşvik etti. F a k a t padişah ‘ sefere çık m adan önce mesane h a sta lığ ın ­ dan ö ld ü (9 m a rt 1620) ve B eşiktaş'ta Y a lıy a E fe ndi türbesi y a k ın ın d a k i tü r ­ besine defnedildi. A li P aşa n m B oğazı, çînde Y en iköy 'de ve S a k ız’da birer cam i'i v ard ır. K a sım p aşa'd a K u lak s ız'd a Saçlı E m ir E fe n d i tekkesi köşesinde de bir çeşmesi m evcuttur. OHRİLİ HÜSEYİN PASA Aslen A rn a v u t olan H üsey in P aşa A rn a v u tlu ğ u n O hri kasabası halkındand ır. B ostancı ocağında yetişm iş ve bostancıbaşı olm u ştur. Bostancıbaşı ike n. B irin ci Ahmed., s a d ra z a m la rın d a n N asuh P a şa'n m id a m ın a bu n u m e m u r etm iş. H üseyin A ğa da y a n m a y üz kadar bos­ tan cı alarak Nasuh P aşa'y ı kendi odasm da boğm ugtur. Ö k üz M ehm ed P aşa’n m R evan sefe­ ri sırasında yeniçeri ağası M uslu A ğa­ n ın ö lü m ü üzerine O h rili H ü se y in bostan. c ıb a şılık ta n yeniçeri a ğ a lığ ın a (1516) ter­ fi e ttirilm iştir. D ah a sonra k ısa bir m ü d ­ det R u m e li beylerbeyliğinde b u lu n m u ş ve bilahare vezir rütbesiyle Divan- h ü ­ m â y u n a d ah il olm uştu r. Yeniçeri a t a lı­ ğ ın d a n sonra s ü r 'a tli sayılacak şekilde yükselm esine rağm en o nun bu arada m ü h im b ir h izm etine veya h e rh ang i b ir v a k ’ada göze batacak rolüne r a s tla n ıl­ m am aktadır. Güzelce A li P a şa 'n m v efatını m ü te ­ akip dördüncü vezirlikten sadrıâzam lığa y ükseltilen O h r ili H üseyin P a ş a ’m n ha. y a tın ın en fazla bilin e n ta r a iı, a ltı ay devam eden sadnâzam ] iğ i ile ö lü m ü n e tek addüm eden son g ü nle rine m ü n h a s ır ­ dır. S u ltan O s m a n 'ın L eh ista n seferine s a d n âza m sıfatiyle iştirak eden H üsey in P aşa H o tin ö n ü n d e k i m uharebe ler es­ nasında B u d in beylerbeyi K arak aş M eh­ m ed P a ş a y a y a rd ım etm iyerek şehid düşm esine sebep olm asından do lay ı az­ ledilm iş, fa k a t p a d işa h ın kendisine k a r­ şı teveccühü dolayısiyîe gadre uğratılm ıy arak ik in c i vezirlikte b ır a k ılm ış tır. S u lta n O sm an v a k'a sının ilk günü S a d n â z a m D ü â v e r P a ş a 'n ın âsiler ta r a ­ fınd an ö ld ü rü lm e s i üzerine S u lta n Osm an ta ra fın d a n kendisine ikinc i defa mühr-ü büm ây u n teslim edilmişse de. o saatler­ de B irin ci M u sta fa ’y a biat e d ilm iş o ldu ­ ğu ve dolayısiyîe S u lta n M u sta fa 'ya h ü k ­ meden zo rb a la rın h âk im iy e ti başladığı cihetle O h r i'lin in sadareti sözde k a lm ış ­ tır. O n u n iç in d ir k i ekseri m üverrihlerce H üseyin P aşa n ın b u bir g ü n lü k sada­ reti hesaba katılm az. H üsey in Paşa, S u lta n Osm an v a k ‘a sın m ik in c i g ü n ü p a d iş a h ın Ağa.kapısm dan O rta c a m i'ine na k lin d e n b ira z önce âsiler ta r a fın d a n ö ld ü rü lm ü ş tü r. A lm a n tarihçisi H am m e r V enedik k a y n a k la rın ı esas tu ta r a k onun h ak kın , d a : «m üıeassıp b ir m ü s lü m a n , dünyada hiç tecrübe görm em iş b ir nevi vahşi id i; kürre-i arzd a p a d işah tan başka h ü k ü m ­ dar y o k tu r, cih a n ın geri kalan y erlerin­ deki im p a ra to r ve k ıra lı ar ancak o nu n keyfiyle h ü k ü m e t eder fikrinde idi» şek­ lin d e b îr h ü k m e v arm aktadır. H üsey in P aşa n ın m ezarı B eşiktaş'ta Y a h y a E.'endi T ü rbesi m e za rlığ m d a d ır. Cırağan saray ının b u lu n d u ğ u yerde bir mevlevihane, kendi m em leketi o lan Oh_ r i’de de bazı eserler y a p tırm ıştır. D İHAVER PAŞA Aslen H ırv a t olup en derundan ye­ tişm iş ve ç a şn ig irb aşılık ta n saray dışı hizm ete çık m ıştır. B ilâh ara beylerbeyliğe yükselm iş olan D ü âv e r P a ş a y ı. V eziriâzam Ö k üz M ehm ed P a ş a 'n m İr a n serdarlıgı sırasında D iy arbek ir valisi o la ra k gör­ mekteyiz. M ehm ed Paşa 1615/1616 k ışını H alep ’te geçirdikte n sonra O rd u n u n esas b ü y ü k k ısm ın ın başına geçm ek üze­ re E rz u r u m 'a hareket e ttiğ i zam an. Di_ y arb e k ır beylerbeyi D ilâv er P aşa ile V an beylerbeyi Tekeli M ehm ed P aşa'ya P„evan üzerine y ü rü m e le rin i em retm işti. D ilâver
m ir a h u r M u sta fa A ğ a yı m ir im ir a n lık ile m ü m ta z ve b ir h a fta d a n so n ra h e r ö irin i vezaret ile serefraz eyledi. S u lta n M eh . med H an d u h terlerinden bire r su lta n d ah i tezviç o lu nm ak la m ü k e rre m o ld u , lar». O arada böyle k o la y lık la y üksek m a k a m la ra k o n a n la r b u i k i k işiden ib a ­ ret olm ayıp dah a başkaları da vardı. On u ıı içind ir k i N a im â «herkes b ilâ m u c ip bu iltifa tla ra h a y ra n k a ld ıla r» der. 1605 senesinde T avil H a lil ve S a çlı ad la rın d a k i eşk ıyala r h a k k ın d a İs ta n b u l’a şikây etçiler gelince, S u lta n Ahm ed, b ü ­ tü n devlet e r k â n ın ın k a rşıs ın d a D a v u d P aşa y ı C elâîilere k a rşı serd a rlık la v a z i­ felendirm ek istem iş, fa k a t o bizzat p a d i­ şaha karşı izhar-ı acz edince b u vazife A n a d o lu beylerbeyi Gej d e h a n A li P a ­ şa'y a havale o lu nm u ştu r. U zu n m ü d d e t kubbe veziri o la rak vazife g ö rd ü ğ ü a n la şıla n D avud P aşa, bilah a re R u m e li ve Siîistre beylerbeyliki erinde b u lu n m u ştu r. Ö k ü z M ehm ed P a ­ şa’n m İra n se rd a rlığ ı sıra sınd a R u m e li beylerbeyi olarak; g ö rd ü ğ ü m ü z D av u d P asa 1616 b a h a rın d a R u m e li eyaleti aske­ ri ile b irlik te S erdar V eziria za m Ö k ü z M ehm ed P a şa ’y a G ö k s ü n 'u n ile risin d e k i A ksar sahrasında m ü lâ k i o lm uştu. D a v u d P aşa’n m R u m e li beylerbeyliğinde fa z la k a lm a d ığ ı a n la ş ılm a k ta d ır. Z ira 1617 se­ nesi yazında B osna beylerbeyi İskender P a ş a 'n m Leh k aza k la rın ı tedib e tm e k üzere R u m e li eyâleti pâyesiyle serda r ta y in edildiği görülm ekted ir. S u lta n O sm an v a k 'a s m a lâ k a b ı g ib i kara şekilde geçm iş o la n D avud P aşa , âsile rin zoru neticesi S u lta n M u stafa’ya bia t edilm esinden sonra k a y ın valid esi olan p adişahın annesi ta r a fın d a n sadrıâ z a m lığ a g e tirilm iştir. S a d n â z a m lığ ı 24 g ü n süren D a v u d P aşa, b u vazifeye g e tir ild iğ i ilk günün gecesinde S u l­ ta n O s m an ’ı Y e d ik u le ’de b o ğ m u ştu r. Sadaretten az lin d e n a ltı b u ç u k ay so n ra id a m edilm ek suretiyle padişah k a tilli, ğ in in cezasını b u lm u ş tu r. K abri A k s a ­ ra y 'd a M urad P a şa m e za rlı tın d a d ır . İ h ­ tifa le ! M. Z iy a Bey in « İs ta n b u l ve B o ­ ğ aziçi» isim li eserinde y a z d ığ ın a g öre b u m ın tık a d a k i y o l gen iş le tild iğ i z a m a n k a b r in i m e ydan a getiren m erm er lâ h id açılınc a iskeletinin başsız o ld u ğ u g ö r ü l, m ü ştü r. P aşa b ir ara h k D iy a r beki r v aliliğ in d e n a y rılm ıştır. O a r a lık S u lta n O s m a n 'ın cülûsu üzerine İr a n seîeri ile m eşgul o. lan orduya cülûs b ah şişi g ötüre n Mus­ tafa A ğ a önce yeniçeri a ğası sonra Di­ yar bekir valisi o lm u ştu r. B u v a lin in Ser av m uharebesinde şehid düşm esinden sonra D ilâv er P aşa ik in c i defa D iy ar be. k ir valisi ta y in e d ilm iştir. Serav muftarebesinden sonra O sm an lı ordu su Erde. b il üzerine y ürüy üşe geçtiği zam an Qsm a n lı k a ra rg â h ın a gelen B u r u n K asm ı a dın dak i İr a n elcisi ile m üzakerede b u ­ lu n a n e rk ân arasında D ilâv e r P aşa da vards. D îlâv er P aşa b u n d a n sonra sa d n âz. zam o luncaya k a d a r D iy a rb e k ir v aliliği, n i m u h a fa za etm iştir. S u ltan O s m an 'ın L ehistan seferinde, o rdunu n Is a k ç ı’dan geçtikten sonra T a taran m e vkiine ulaş, t ığ ı sırad a padişaha m ü lâ k i oîan D ilâv er P a ş a 'n m ey âletinin süv arisi teçh izatın ın düze n liliğiy le göze ça rp m a k ta y d ı. H o tin m uharebesi esnasında Oforili H üseyin P aşa'y ı azleden S u lta n Osm an o nu n yerine D iy a rb e k ir valisi D ilâver P aşa’y ı veziriazam ta y in etm iştir. S u lta n O sm an vak'ası g ü n ü Veziri âzam D ilâv e r P aşa Ü s k ü d a rlı Aziz Mahm u d HücLai E fe n d im in d e rg â h ın a kaçıp sığın m ışsa da, p adişah sıkışınca onu a. ra tıp b u ld u rm u ş ve âsilere te s lim ettiği anda derh al p arçalan arak ö ld ü rü lm ü ştü r. D ilâv er P a şa 'n m m ezarı Ü s k ü d a r 'd a M is. k in ler tekkesi k arşıs ın d ad ır. KARA BAVC» PAŞA Aslen B o s n a lı o îan K a ra D a v u d P a. şa enderundan y etişm iştir. S a ray d a kap ıcıb aşîlığa k adar y ükselm iş ve sonra ta şra hizm etine ç ık m ış tır. Y em işçi H a ­ şan P aşa’n m sadaretinde 1603 y ılı içinde v u k u b u la n sipahi a y ak lan m as ı esnasın, da kap ıcıbaşı idi. M ezk ûr hâdisede yeni­ çerilere is tin a t ederek vaziyete h âk im o lan Y e m işçi H aşan P aşa k ap ıcıb aşı D a. v ud A ğ a ’y ı y an m a ça ğ ırıp , şey hülislâm . , Iık ta n azledilm iş olan S u nullah E fe n d i’yi R odos’a nefyetm e işiy le vazifelendirmişti. D av u d A ğa s a d rıâza m m e m ri üzerine y a n m a k ır k k a p ıc ı a lıp şe y h ü lis lâm ın evine gitm iş, fa k a t S u n u lla h E fe n d i k a ­ çıp sa k la n d ığ ın d a n onu b u lam am ıştı. D avud A ğa b ilah are başkapıcıbası ol­ m uş ve S u lta n A h m e d 'in sa lta n a tın ın b aşların d a hiç sebep yokken birdenbire yükseliverm iştir (1604). N a im â (C : l â S : 408) b u noktay ı şöyle a n la tm a k ta d ır; «başkapiçîbaşı D avud P aşa’yı ve b ü y ü k M E R E H Ü S E Y İN PAŞA İlk i D avud P a ş a ’n m a z lin d e n so n ra d iğe ri de G ü rc ü M ehm ed P a ş a ’n m is ti­ fasın ı m ü te a k ip ik i defa sadrıâzam o lan 1847
ı «r\ ın v —> in cülu su n dan iki h afta sonra saray a ğ a lı­ ğ ın d a n k a p ı a ğ a lığ ın a te rfi e ttirilm iştir. B u nd an sekiz ay kadar sonra y a n i 1604 senesi Ağustos a y ın d a bazı kim selere m ü h im terfii er ta n ın ırk e n G ürcü M ehm ed A ğ a da h aso d ab a şılıkta n birdenbire üçü n c ü vezirliğe yükselm iştir. B u n u n üze­ rinden belki b ir ay bile geçmeden H a ­ d ım G ü rc ü M ehm ed P aşa M ıs ır valisi ta y in edilm iş ve v a lilik m ın tık a s ın a k a , dırga ile g itm iş tir. K endisind en önceki v ali H acı İb r a h im P a ş a ’y ı katledenleri y ak alatıp idam e ttirm iş, M ıs ır'd a asayişi le m ın eylediği g ib i hazine işlerin i de d ü ­ zene: k oym uştur. G ürcü M ehm ed P aşa 1014 m u h arre, inin d e (1605 m a y ıs/h a z ira n ) M ıs ır v a lili­ ğinden azledil d iğ i için İs ta n b u l'a gelmiş, bu defa kendisine B elgrad ve T una k ıy ı, l a n m u h a fız lığ ı k aydiy le B osna beyler­ be y liği v erilm iştir. D a h a sonra üç defa sadaret k a y m a k a m lığ ın d a b u lu n m u ş tu r. O n un sadaret k a y m a k a m lığ ın ın ilk i 1609 y ılın d a başlar. K u y u c u M u ra d ve N asulı Paşa")arın sadaretlerinin b ir k ısm ında k a y m a k a m lık eden G ürc ü M ehm ed P a ­ şa. D am ad (Ö k ü z ) M ehm ed P asa’n m sa d rıâzam lığ ı za m a n ın d a ik in c i vezirliğe y ükseltilm işti". S adaret k a y m a k a m lık la ­ rın d a n b iris i Ö k ü z M ehm ed ve H a lil P a ş a la r ın sadaretleri z am a n ın a rastlar. Leh k abak ların a k a rşı m u v affak iy etler kazanm ış o lan Bosna beylerbeyi İskender P aşa yı k aza kla rla çarpışacak kuvvetle­ rin serdarlığ ın a ta y in eden G ü rc ü Meh­ m ed P asa’d ır. G ürcü M ehm ed Paşa. S ultan O s m a n 'ın H o tin seferi esnasında otağ-i h ü m â y u n ve hazine m u h a fa za sınd a bu lu n m u ştu r. M üv errih N a im â , S u ltan O sm an’ın H o tin seferinden dönüşünde D ivan.ı h ü m â y u n ­ da b u lu n a n vezirleri sayarken, V eziriâzam D ilâv er P a şa ’dan sonra s ıra ile H üsey in (O h rilı), G ürc ü M ehm ed, M ehm ed, A h ­ m ed, Çerkeş Mehm ed. Receb Paşa,, isim ­ lerin i dizm ektedir. L ef k eli M u s tafa P a ş a 'n ın a z lin i m ü ­ teak ip s a d rıâ z a m lığ a getirile n G ü rc ü Mehmed Paşa, o sırada m evcut bo zu k ­ lu ğ u düzeltm ek için bazı gayretler sar. fetm iştir. Fak at, yeniçeri ve sip a h i zor­ b a la rın ın ta zy ik le ri devam e ttiğ i, Mere H üseyin g ib i b ir m ü fs id in ta h rik ve k a ­ rıştırm a la rı da b u n a in z im a m ey lediğin­ den sa d rıâ z a m lık ta fazla k a lam a m ıştır. M aam afih S u lta n O s m a n ’ın k a tille ri b u ­ n u n sadareti za m a n ın d a ö ld ü rü lm ü ş tü r. D ö rd ü n c ü M u ra d zam an ın d a üçüncü defa sadaret k a y m ak a m ı ta y in edilen G ürcü M ehm ed P aşa, yeniçeri zorbalari- ve ik i defadaki sadareti yedi bu çu k ay tu ta n Mere H üsey in Paşa aslen Arnavu ttu r. Ü çüncü M ehm ed zam an ın d a M a ca ristan s e rd arlıs ın d a bu lu n m u ş olan Satırcı M ehm ed Fasa'n m ah çısı ike n o. nu n sayesinde k a p ık u lu süvarisi olmuş, bilahare çavuş, çavuşbaşı, kapıcı başı ve m ir a lıu r lu k e tm iştir. S u ltan O sm an 'ın eü lü sundan sonra M ıs ır valisi ta y in edil­ m iş ve M ıs ır ’da k a ld ığ ı b ir bu çu k sene­ lik m ü d d e t zarfında. M ıs ır’ın y ıllık ver. gisi olan 600 b in a ltu n d a n başka b ir de b u n u n y a rıs ı k ad ar kendi n a m ın a ta h ­ sila tta b u lu n m u ştu r. D av u d P aşa n ın azlinden sonra sadr ıâ z a m h ğ a getirilen Mere H üsey in ehli­ yetsiz, âdi ayni zam anda iki y ü z lü idi. D ö r d ü n c ü .M u rad 'ın h ü k ü m d a r lığ ı sıra­ sın d a 1624 tem m uzu n da idam edilm iş olan Mere H üseyin P a s a 'm n k ab ri Ü sk ü­ d a r'd a M iskinler tekkesi civarındadır. JLÜFKELÎ MUSTAFA PAŞA Mere H üsey in Paşa nın 25 gün sü­ ren b irin c i sadaretinden sonra kendisine m ü h r .ü h ü m â y u n tevdi edilm iş olan Lefkelî M u s ta fa P aşa da kendisinden önce­ ki ik i k işi g ib i s a d rıâza m lık edecek eh­ liy e ti b u lu n m a y a n b ir kim se idi. L âk in B irinci M us tafa'n ın zam a n ın d a k i zorba h â k im iy e ti devrinde, o nların zoru ne ti­ cesi. ehliyetsiz sad rıâzam lar listesine Def k e li de eklenm iştir. N a m ın d a n da an laşılacağı üzere B ile­ cik vilây etinde ki Defke kasabası h a lk ın ­ dan olan M u stafa Paşa., irk e n T ü r k oldu ­ ğ u halde ö k ü z Meiımed* P aşa gibi her nasılsa E nderuna g irip orad an yetişm iş­ tir. S ilâ h d a r ike n 161? a r a lık a y ın d a M ı­ sır valisi ta y in edilm iştir. B irin c i M us. ta fa ’n m tay asın ın kocası o lan M ustafa P a ş a n ın ik i bu çu k ay süren sadareti o nu n çok âciz b ir kim se o ld u ğ u n u m ey­ dana koym uştur. Sadaretten azlinden sonra daha bir h ay li yaşayıp 1648 y ı­ lın d a Ölen L efkeii M u s ta fa P a g a n ın k a b ­ r i D iv a n y olu 'n d a E ski A li Paşa cam i'i kab ris tan ın d ad ır. GÜRCÜ MEHMED PASA B irin ci M ustafa zam anınd a sadaret m a k a m ın ı işgal edenler arasın da ehil b ir kimse diye gösterilebilecek yegâne şah­ siyet olan G ürcü M ehm ed Paşa, K a n u ­ nî *nin son z a m a n ın d a k i sad rıâzam lardan Sem iz Ali P asa’n ın kölelerindendir. A k h a d ım la rd a n olan G ü rc ü M ehm ed, Sem iz A li P a şa ta ra fın d a n saraya verilm iş, sa­ ray hizm etlerinde b ulu n m ak tayk en , Naim ây a (C: İ S : 377) göre. B irin ci Ahmed- —> -» 1848 l . ıvı
re Hüseyin Paşa subaylara hil'atler giy­ dirip neferlere koyun akçesi adı altın­ da paralar. Ağa-kapısına da bin kelle şeker- gönderdi, Orta cami'ine de ipek halılar döşetti. Bunu müteakip eski Sadnâzam Gürcü Mehmed Paşayı Bursa’ya. Kaptan-ı derya H alil Paşayı Malkaraya sürdürttü. Karadeniz’de Kazak şay­ kalarına karşı muvaffakiyet kazanmış olan Receb Paşayı kaptan-ı deryalığa getirdi. Para kuvvetiyle ve zorbalara istina­ den mühr-ü hümâyunu elde eden ve sadnâzam olur olmaz da yeniçeri ve si­ pahileri yine para vasıtasiyle memnun bırakmaya bakan Mere Hüseyin Paşa Kır.m hanlığında da d-eğişiklik yaptı. Ro­ dos'ta bulunan Mehmed Girav’ı getirtip han tayin eyledi. Mehmed Girav’ın han­ lığa tâyini üzerine kardeşi Şahin Giray da kalgay oldu. Mehmed Girayın selefi Canbey Giray ise K ırım ’dan getirtilip Rodos’a gönderildi. Bu sırada bir seneden beri saklı olan Sultan Osman’ın hocası Ömer Efendi ulemanın şefaati neticesi meydana çıktı ve Mekke’ye şeyhülharem oldu. Onun oğlu Abdullah Efendiye de Menemen kazası arpalık olarak verildi. Mere Hüseyin Paşa’nm sadareti zu­ lüm ve israfın bir numunesi halinde te­ zahür eyledi. Askere yaranmaya bakan Mere Hüseyin onların arzularım tatmin edebilmek için hâzineyi son demine ka­ dar açık tuttu. Bu yüzden bir çok rezil zorbanın cebi para ile doldu. Askere böy­ le dalkavukluk eden Mere Hüseyin Pa­ şa halka ve sair devlet erkânına karşı hayli zalim davranmaktaydı. Bir gün beylerbeyi rütbesinde namuslu bir şalisi divanda dayak altında öldürdü. Yine onun gibi doğru ve muamelâtı kusursuz olan bir kadıya dayak attırdı. Mere’nin sertliği ecnebi devlet mümessillerine b i­ le dokundu; yabancı devlet elçilerinin zevcelerinin şehir surları dışında araba ile (Hammer. C: 8. S: 255) gezmelerini menetti. nm baz: id d ia la rı neticesi haksız yere bo­ ğ u lm u ş tu r (A ğustos 1626). Ö ld ü r ü ld ü ğ ü sırada 90 y aşların da o ld u ğ u rivayet edilen G ürcü M ehm ed P aşa h a k k ın d a b ü ­ tü n k ay n akların verdikleri h ü k ü m onun leh m d e d t'. M üv errih N a im â : «ak ıl, na m . d a r, mehil) ve vekar sah ibi id i» der. K a b ­ r i E y ü p c a m i'in in ik in c i avlusund adır. ritesi kuvvetlendiği, yeni h ü k ü m d a r ın da çocuk oluşundan fa y d a la n a ra k kendisine hasım ve rakip g ö rd ü k le rin i bazı bahane­ lerle hapis, ne fiy ve h a ttâ k a tlettirm esi düşm an k azanm asın a sebep oldu. Bu arada ç irk in ve k ö tü bir iş olan rüşvet alm ay a d a b aşladı. Ş e y h ülis lâm Y a h y a E fe ndi ikazda bulunduysa d a b u h u y d a n vazgeçeceğine Ş e y h ü lis lâm ı azle ttird i. B u nu n üze-ine d üşm an la rı daha da fa z ­ lalaştı. Neticede hasım ları onun katline m u v a ffa k o lm u şla rd ır (n is a n 1624). K a b ­ ri D ivan y o lu 'u d a E ski A li Pasa c a m i'i kafor 3st anındadır. KEM ANKEŞ ALİ PAŞA A y n i zam an d a «K ara» lâ k a b ı ile de a n ıla n K em ankeş AH P aşa Is p a r t a lı bir T ürk tür. Sarayda yetişm iş, vezirlikle taş­ ra hizm etine çık m ıştır. D iy a rb e k ir; B ağ. dad ve M ıs ır v a lilik le rin d e bulunm uş, ayrıca h ü k ü m e t m erkezinde kubbe ve­ zirliğ i etm iştir. Mere H ü se y in P aşa nın ikinci sad aretin i m ü te a k ip d ö rd ün cü ve­ z irlik te n sad rıâzam lıg a g e tirilm iştir. K em ankeş A li P a g a 'm n y a p tığ ı en iy i iş, d eli h ü k ü m d a r B irin ci M u s ta fa 'n ın ta h ttan in d irilm e sin i te m in etm ek ol­ m uştur. B u suretle S u lta n M u s ta fa 'n ın son D ö rd ü n c ü M u r a d 'ın ilk veziriazam ı d u ru m u n a geçm iştir. K e n d isi becerikli ve iş b ilir b ir kim se îd i. L â k in S ultan M u s ta fa 'y ı ta h tta n in d ir d iğ i zam an oto­ Fatih cam i’inde Ulema ayaklanması Sultan Osman’ın katil ve Birinci B ibliyografya : H a m m e r (M, A ta ) ; Devlet-i O sm aniye ta rih i C : 8, 9. N a ­ im â : T arih. Solak-zâde: T a rih . Selâniki M u s ta fa ; T arih. Feçuylu İ b r a h im ; T a­ rih . M eh m ed S üreyy a; Sicil-i Osm ani. Osman-zâde T a ib ; Hadikat-ül-vüzera. K â lib C elebi; Fezleke. A tâ y i; Ş a k a y ık zeyli. İb r a h im H ilm i T a n ış ık ; İsta nbu l çeşmeleri. H üsey in A y v a n sa ra y ı: H adikat-ül-Cevami. M . Z iy a ; İs ta n b u l ve B o ­ ğaziçi. K araçelebi.zâde A b d ü la z iz : Ravzat-ül-ebrar. M iineecim başı; Sahaif-ül ahbar. îs lâ m A nsiklopedisi. 1849
M ustafa gibi m ecnun bir kim senin pa­ dişahlığından dolayı m evcut huzursuz­ luğa Mere H üseyin Paşa’m n zu lm ü ve hazîneyi bitirm esi tuz biber ekmişti. Son defa, b ir kadıya reva görülen haksızlığı ulema sınıfı kendi meslekleri için ağır bir hakaret saymışlardı. Dayak yiyen k a­ dı atla kapı kapı dolaşarak ulem ayı ve­ ziriâzam aleyhine tahrik edince bir gün ulem anın kalab alık şekilde Fatih cam i­ inde toplandığı görüldü. N a im â’ya (C: 2, S: 256) göre; ulem aya A nadolu kazasker­ liğinden m iitekaid Bostan-zâde Y ahya Efendi önderlik etmekteydi. Mere H üse­ y in Paşa’n m M ısır v aliliğ i sırasında söy­ lemiş olduğu bazı sözleri de ele alarak, kendisini k ü fr ve dalalet ile itham ve bu töhm etinden dolayı azl ve katline fetva verdiler. T uği’ye (Belleten, sayı 43, sayfa: 510) nazaran da; peşinen padişah ve sadrıâzam m durum unu beraberce m ünakaşa edip: «padişahın ak im d a hiffet vardır, im am eti câiz değildir: tasarrufa kudreti yoktur; saltanattan h a l’ olunsun ve sadrıâzaîm da istemeyiz, tahfif-i u le ­ ma eylem iştir, defaatle küfrüne fetva vardır» diye konuştular. B ir karar m a ­ hiyetini haiz olan bu konuşm adan sonra, «sadnâzam kise kise flori çıkartup kula verüp ve kendi sarfedüp hâzineyi harap eyledi ve beytülm al tam am oldu» diye Şeyhülislâm ve kazaskerlere de adam gönderip F atih cam i’ine getirttiler. Y ine İNTaima’n ın kaydına nazaran şeyhülislam Zekeriya-zâde Yahya E fen­ di geldikten sonra «veziriazam gelsin dâvam ız görülsün, hükm -ü şer’i icra olunsun» diyerek, veziriazamın camiye celbini talep ettiler. Y ahya Efendi b u n ­ lara karşı: «M ademki Mere H üseyin P a­ şa veziriazamdır, o veziriâzam b u lu n d u k ­ ça buraya gelmez. A zlolunm aaıkça hükm -ü şer'iniıı icrası da m üşk üld ür, On u n için siz burada beklerken ben gidip padişaha keyfiyeti arzedeyim. M ere’nin azlinden sonra dâvanız görülsün» diyerek Fatih cam iinden çıkm ak üzereyken, si­ pahi zorbalarından olup o gün m av i bir atlas giyerek ulem anın arasına karışm ış bulunan Bıçakçı-oğlu nam ındak i şahıs «zinhar salıvermeyin! Yoksa hepiniz katloııursunuz» diye bağırdıysa da buna pek aldıran olmadı. Ş eyhülislâm Yahya Efendi saraya gittiği sırada, F atih cam iinde cereyan e- deıı şeylerden haberdar olan Veziriâzam Mere H üsevin Paşa ise Ağa-kapısı (ye­ niçeri ağasının dairesi) na gidip yeniçe­ ri ocağına iltica etti. Ve derhal m u k a ­ bil tedbir ittihazına koyuldu. B u cüm ­ leden bir hareket olarak kazaskerleri ve şeyhülislâm ı da Ağa-kapısına getirtti. S ipahi zorbalarından Bıçakçı-oğlu ve daha birkaç kişi sureti haktan görüne­ rek ulem a cem iyetinin arasında k a lm a k ­ ta devam ederken camideki k alabalık dalıa da çoğalmıştı. Mere Hüseyin P a­ şa şeyhülislâm ın Ağa-kapısına gelmesi­ ni m üteakip orada bulunanlara: «Fatih camiîadeki ulem a toplulu ğu n u n d a ğ ıl­ m alarını padişah ve bilhassa V alide S u l­ tan hazretleri arzu etmektedir» dedi. Bu sözünün arkasından da ulem aya ocak ağalarından Deli K asım ve Pirinççi Mehraed adında ik i kişi gönderdi. Bunlar. İs ­ tanbul kadısı Haşan Efendiye, ulem a âsi­ lerini cam iyi terkettirmesi için para yo l­ layınca, H aşan Efendi abdest tazelemek bahanesiyle camiden dışarı çıktı. Biraz sonra da Deli K asım camiden içeri g ir­ di. O sırada m ihrapta topluluğa hitabetmekte olan Bostan-zâde Y ahya Efendi «bunlar yalan söyler, bre vurun!» diye bağırınca bazıları etrafına üşüşüp başla­ rına vururlarken, ulem anın n ü fu z lu la rın ­ dan birkaç kişi «elçiye böyle şey y apılır m ı?» d i y e r e k , daha fazla dövülm elerini önleyip camiden dışarı çıkardılar. B u n ­ lar da geriye dönüp başlarına gelen şe­ yi aynen naklettiler. O sırada Bıçakçı-oğlu ile ulem adan bazı kimseler yeniçeri odalarına gitm iş­ ler ve odabaşılara: «S ultan M ustafa'nın saltanat etmek için ik tid arı yoktur; h ü ­ küm et başkalarının elindedir, başka bir hüküm d ar cülus ettirmek üzere bizim le olur m usunuz?» demişler, onlar da «ule­ m a efendilerim iz hangi tarafta ise bizler de onlarla beraberiz» cevabını ver­ m işlerdi. Böylece Mere Hüseyin Paşa ortalığı karıştırarak kendini hak lı çık a­ rabilm ek için m anevrasında m u v a ffa k i­ yet tem in etmek üzereyken, Bıçakçı-oğlu gibi kimseleri kendilerinden zannederek yeniçerilerin işb irliği yapacaklarına in a ­ nan ulem a toplulu ğu ise, daha m etih davranm ak hevesine kapılm ıştı. U lem anın durum u böyleyken sadrıâzam onları m uslihane sözlerle d a ğıtm a­ sı için n akibüleşraîı gönderdi. B ir taraf - 1850
tan da yeniçeri ve acemi oğlanlarının, silâhlanıp hazır olm aları için haber y o l­ ladı. N akîbüleşraf öğleden sonra camie gelerek m evcut topluluğa nasihatlarda b u lu n d u ve dağılm a larım bildird i. S öz­ lerinin tesir etm ediğini görünce koynuadan bir hatt-ı hum ayun çık arıp okum a­ ya başladı. Fakat ulem a topluluğu, p a d i­ şahın bunu yazmaya m uk tedir olm adı­ ğını. yazının başkalarının eseri o ld uğu­ nu söylediler. N a im â'n m bildird iğine gö­ re; o sırada m ihrap yanında duran A k Şem seddinin tacını alıp bir s ın ğ ın ucu­ na koydular ve F atih devrinin meşhur şahsiyetinin bu tacım kendilerine bay­ rak ittihaz edercesine hürm etle etrafına toplanıp cam inin dışına çıktılar. O ara­ da tekke ve türbelerin sancaklarım da toplayıp getirdiler. Silâhsız ulem a bu durum larına bak­ m adan dağılm am akta ısrar ederken, Tuği'ye göre bostaııcıbaşı vasıtasiyle başka bir hatt-ı hum ayun daha geldi. Fakat ikindi de geçtiği halde toplu lu k da ğıl­ m ayınca yeniçeri ağası ve yeniçeri ket­ hüdası Çeşteci A li A ğ a yeniçeri ve ace­ m i oğlanlarını alarak F atih camiine g it­ mek üzere yola koyuldular. T uğ i’ye n a ­ zaran: sadnâzam , şeyhülislâm , kazasker­ ler de onlarla beraberdi. Beri taraftan O rta camiden silâhlı askerin harekete geçtiğini haber alan ulem adan bir kıs­ mı, yarın yine geliriz deyip birer baha­ ne üe oradan sıvıştılar. Yeniçeri ağası, Şehzâde camii önüne gelince akşam n a ­ m azını orada k ılm a k için kaldıysa da, sabırsızlık gösteren devşirme acemi oğ­ lanlarından bir kısm ı, M arvol ve Am avutlar pürsilâh vaziyette F atih camiine gidip silâhsız ulem aya hücum ettiler. Birçok kimseyi yaralayıp ondokuz kişiyi öldürdüler. Ö lenlerin dokuzu talebe-i ulûm dan diğerleri de m üderris, kadı ve şeyh gibi kim selerden m ürekkepti. Ö l­ dürülen kimselerin şahsiyetleri belli ol­ masın diye cesetleri cami avlusunda b u ­ lunan b ir kör kuyuya doldurup ağzım kapattılar. Bövlece deli padişah ve Mere H üse­ y in ’in kötü idaresi aleyhine vukubulan silâhsız ayaklanm a, sad nâza m ın çevirdi­ ği m anevrada m u v affak olması, şeyhül­ islâm ve kazaskerler gibi ulem a reisleri­ nin pek çabuk şekilde sadnâzam a u y m a­ ları neticesinde h içb ir m üsbet netice vermeden müessif ve kanlı şekilde ka­ pandı. Hâdise dalla ziyade halk vicda­ nında akisler uyandırdı. Bundan m üte­ essir olanlardan BursalI M eyli E fendi nin yazdığı şiirin şu ilk parçası, hâdisede rol oynayanlara ne gözle b a k ıld ığ ın ı ifade etmesi bak ım ın dan dikkate değer: Şüphem iz var şol güruhun dinine im anına K im gire nahak yere erbab-x ilm in kanm a Kadıaskeı! ile m ü ftü n ü n de şîndir şanına B ir yezidin ram olup dünya için ferm anına G ird iler çok âlim -ü âl-i resulün kanm a Döndü «Sahn-ı Han-ı Mehmeds kerbelâ m eydanına f Mere Hüseyin PaşaTnın azli Mere Hüseyin Paşa bu hâdiseyi m u ­ vaffakiyetle atlatınca zulm ü daha da arttı. H am m er’in Venedik kaynaklarına istinaden bildirdiğine göre; etrafındaki­ lerden bir tak ım ın ı nefyettirdi, b ir takı­ m ını denize attı, bir tak ım ın ı da sebebsiz yere dövdürdü. Ulema ayaklanm asının bastırılışını takip eden günler zarfında onlara ön­ derlik edenlerden Y ahya Efendi, Şerif Efendi, A li Çelebi-zâde gibi kimselerle birlikte sekiz m üderris, birkaç kadının nefyedilmeleri için ferm an istihsal etti. Böylece Yahya Efendi Bursa’ya sairleri de m u h te lif yerlere sürüldü. Bazı kim se­ ler Mere'nin hışm ına uğram a m a k için bir m üddet saklanm ak ihtiyacını hisset­ ti. İnsafsız sadrıâzam dışarda ulem adan birini görse, hâdiseyi telrnihen ona iğ ­ neli sözler sarfetmekten geri kalm azdı. Tabii bu arada kendisinin kurtuluşunu hazırlıyaıılarj m ük âfatlan dırm ayı ihm al etmedi. Bu cümleden olarak yeniçeri ağasma M ısır v a liliğ in i tevcih edip, ket­ hüdası Çeşteci A li A ğa yeniçeri ağası. Bayram Ağa da kethüda oldu. Mere H üseyin Paşa kendisini kuvvet­ li hissedince ân i ve cesurane bir hareket­ le sipahilerin zorba tak ım ın dan da k u r­ tulm ak istedi. B unun için saray bostan­ cıları ile em niyet ettiği yeniçerileri k u l­ lanm ayı tasarladı. Mere’n in p lân ın a gö­ re. sipahi zorbaları eîçi kabul merasim i 1851
bahanesiyle saray bahçesine toplanacak ve o arada âni bir hareketle silâhlı bos­ tancılar ve em niyetli yeniçeriler tarafın­ dan kırılacaktı. Fakat araya bayram ın ginnesi bu plânın tatbikini uzattığı için bazı kimselerin gevezeliği yüzünden Mere’n in tasavvurları anlaşıldı. Bunun üzerine sipahiler divanda Mere Hüseyin Paşaya hücum ederek; «Sen bizi k ırd ır­ m ak istiyorsun, biz de senin sadrazam­ lığını istemeyiz» dediler. Bu vaziyet k a r­ şısında müessif hadiselerin cereyanına meydan verilmeden işi basit tarafından halletm ek isteyen Valide Sultan ile kız­ lar ağası Mere’ye istifa tavsiyesinde b u ­ lundular. Fakat bu tavsiyeye uym ak is­ temeyen Mere H üseyin Paşa, onlara, mühr-ü hum âyunu verecek olursa ancak yeniçerilere vereceğini bildirdi. Mere'niıı ■bu ce%7abı pek calibi dikkattir. K endisi­ nin sadrazamlığa tayinine fiile n âm il ol­ muş bulunan ve ulem a ayaklanm asından m uzaffer çıkarak m evkiinde kalm asını ■sağlıyan yeniçeriler, Mere Hüseyin P a­ şanın indinde en yüksek m akam ı temsil etmekteydi. H akikat da bu merkezdey­ di. Zira her şeyde yeniçerilerin kuvvet ve nüfuzu rol oynam aktaydı Mere’niıı. m ühr-ü hum âyunu ancak yeniçerilere ve­ rebileceğine dair sarfettiği sözler, igte bu hakikatin, bir sadrazam tarafından resmen kabul ve ilân edilişi sayılabilir. Tabii Mere Hüseyinin hakiki inaksadı, sadrazamlık m akam ında bir m üddet daha kalabilm ek endişesinden ibaretti. Bunun için, vaktiyle Yemişçi Haşan P a­ şanın yaptığı gibi, yeniçerileri sipahiler aleyhine ayaklandırm ayı düşünerek Ağakapısuıa iltica etti. Yeniçerilerin bir kısmı Mere H üse­ yin'i tutm ak taraftarıydı. Fakat yeniçeri kethüdası Bayram Ağa, Mere H üseyiniıı sırf kendi m enfaatini düşündüğünü, onun uğrunda sipahilerle çarpışm anın doğru olam ıyacağını. zira sipahilerin yeniçeri­ lerin arkadaşı olduğunu, Mere Hüseyinden para alaıı subayların sözleriyle ha­ reket etmenin de tavsiyeye değer olm a­ dığını, netice olarak kendisinin bu h u ­ sustaki fikri sorulursa bitaraf bir sadra­ zam istemenin en doğru yol olacağım söyledi. B u sözler yeniçerilere tesir etti; o arada Mere V e taraftar yeniçeri subay­ ları da seslerini çıkaram adı. Böylece par­ tiyi kaybetmiş olduğunu anîıyan Mere Hüseyin Paşa da m ühr-ü hum âyunu şey­ hülislâm a teslime m ecbur oldu. Şeyhül­ islâm da tabii herhal padişaha gönderdi. Mühr-ü hum âyun sabık Bağdad Valisi olan dördüncü vezir Kemankeş A li P a­ şaya verildi. B irinci M ustafa’nın hal’i Kemankeş A li Paşanın ilk işi, aklen m alûl bulunan S ultan M ustafa’yı taht­ tan indirmeye teşebbüs -etmek oldu. S u l­ tan Osm an’ın tahttan indirilm esinden be­ ri m emleket her gün biraz daha harabiyete sürüklenmekteydi. Davud ve Mere H üseyin P aşal«| önlerine gelene para dağıtm ak suretiyle hazîneyi tam takır hale getirmişti. Padişahın aklî malûliyetinden. K ara Davud ve Mere Hüseyin gibi ahlaksız veziriazamların karakter zayıflığından istifade eden yeniçeri ve sipahiler her şeye hâkim vaziyete geç­ mişlerdi- Osm anlı tarihinde âdeta bir «zorbalar hâkim iyeti» faslı açılmıştı. Birinci Mustafa’nın ikinci saltanatı (1622 - 1623) zamanındaki hükümdarlar (İlâve : 119) ★ —^ A vusturya : İk in c i Ferdinand — Lehistan : Ü çüncü Zigism und (Vasa) İspanya : D ö rd ü n c ü F ilip — P ortekiz : Ü çü n cü F ilip , R usya : M ih a il K om anov İsveç ; G üstav A d olt . F ransa : O n üçün cü L u i İngiltere : B irin c i Ja k . P a p a la r : ö nb e şin e i G reguvar . İra n : B irin c i Abbas . 1623. . Ö zbek H a n lığ ı : İm a m K u lu B ah adır Meiımed. _ > — . —± 1852
Tahtta deli bir padişah bulundukça bu zorbalığın nihayete ermesi, veyahut da hiç olmazsa bu n u » zararlarının azaltıl­ ması m ü m k ü n değildi. İşte yeni veziriâzara Kemankeş A li Paşa bu vaziyete bir çare bulm ak üzere şeyhülislâm , kazas­ ker ve bazı devlet bü y ük lerini bir top­ lantıya çağırdı. Y apılan görüşmede dev­ let işlerini görmekten âciz olan Sultan Birinci M ustafa’m a tahttan indirilm esi­ ne karar verildi. Sultan M ustafa’n ın du ­ rum undan zâten herkes haberdardı. Mere Hüseyin Paşanın sadaretinde Fatih camim deki ulem a ayaklanm asında, S ul­ tan M ustafa’nın onları sükûnete davet eden bir hatt-ı hum âyunu okunduğu za­ man, oradakiler: «padişahım ızın tasarru­ fu yoktur, aklında hiffet vardır; hatt-ı hum âyun dedikleri Reis Ham za E fendi'nin saraya verdiği Sanavber nam cariyenin yazısıdır» diyerek, hük üm d arın yazı yazrnıya ik tid a n olm adığı son defa bir topluluk tarafından ilân edilmişti. T uği’nin «Ibretnüm a» smda (Belle­ ten, sayı: 43, sayfa: 513) kaydedildiğine göre; sadrazamın riyasetinde toplanan heyet Sultan M ustafa’nın annesine h a ­ ber göndermişler ve: «yarınki gün oğlun Sultan M ustafa H an hazretleri taht-ı âlisinde otururken şer'an sualim iz v a r­ dır; Evvelâ adın nedir? ve k im in oğ lu ­ sun ve bu gün günlerden ne günd ür so­ ralım; sonra bunlara cevap verirse emirül-m üm inin padişahrmızdır; ana yavuz nazarla bakan kör olur ve illâ değilse imameti şer’an câiz değildir. S abinin imameti câiz, m ecnunun değildir» dem iş­ lerdir. Valide S ultan ise işin ciddiyeti karşısında hakikati olduğu gibi itira f ih ­ tiyacı hissederek «Ahvali belli, kaadir olm adığı muayyen» cevabını vermiştir. Sultan M ustafa’n ın annesi h a l’in kesin­ leştiğini anlayınca: sEmr. şer’i şerifin­ dir, ben dahi şer’e m utiim ; nihayet oğ­ lum u katleylemeyin, S ultan Osman gibi olmasın» demiş. Sultan M ustafa’yı hal, eden heyet de: « lıaşa ki b ir zarar erişe, onun n â z ın AHahdır. O nu öldürm ek is­ teyen Sultan Alım ed id i ve Sultan Os­ m an idi, her biri katline tasaddi eyledik­ çe başlarına her hal geldi, yine yan ınız­ da dursun» cevabı ile tem inat verm işler­ dir. S ultan M ustafa tahttan indirileceği zaman devlet erkânını düşündüren en m ühim mesele, yeni cülûs m ünasebetiy­ le askere bahşiş verilmesi işiydi. Cülûs bahşişi verildiği taktirde devlet hizm e t­ leri büsbütün duracaktı. O nun için ye­ niçeri ve sipahilerin erkânından bahşiş istemiyeceklerine dair tem inat alındı. Tuği’ye göre yeniçeri ve sipahiler «yemin edelim in ’am nam ım anm ayalım » bile demişlerdir. Böylece bahşiş işi de halledilince, o sırada Davudpaşa’öaki sarayda bulunan Sultan M ustafa Topkapı sarayına geti­ rilm iş ve oradaki dairesine kapatılm ıştır (10 eylül 1623). Birinci Mustafa, ikinci defa hal, edilince Sultan A hm ed’in ha­ yattaki oğullarının en b ü y ü ğ ü olan ve o sırada onbir buçuk yaşında bulunan Dördüncü Murad (Osm anlı tarihlerinde Birinci M ustafa’n ın h a l’i ile Dördüncü M urad’ın tahta geçiriliş g ününün ta rih in ­ de ittifak yoktur. Solakzâde «sayfa 737» 4 zilkade, K âtib Çelebi 4 zilkade pazar. N aim â «C: 2, S: 263» 4 zilkade pazar, Tuği 22 zilkade pazar, Karaçelebi-zâde’ııin Ravzat-ül-ebrar’m da «sayfa 555» 14 zilkade) tahta geçirilmiş ve böylece dev­ let deli bir hüküm dardan kurtulm uştur. 1853
Dördüncü Murad ın tuğrası DÖRDÜNCÜ MURAD S a lta n M u r a d 'm cülus-ı — İs ta n b u l'd a zorba askerlerin h âk im iy e ti — A n ado lu ahvali K ı­ r ım İsy anı — Î tse h a rb i — P a d işa h ın idareyi ele alm ası — S ultan M u ra d ’m Revan seferi — — S u ltan M u r a d ’ın Bağdad seferi — İra n 'la Kasr-ı Ş irin m uahedesi — S u lta n M u r a d 'm ölü m ü. BÖKDÎİNCt' MOfcAO sirte çıkardığı sıra­ da kapfağalarm dan b irin in taarruzuna Annesi : Kösem S u ltan (M ahpeyker) uğram ış, fakat diğer D o ğd u ğu ta rih : 27 tem m u z 1612 ağaların m üd ahale­ P adişah olduğu ta r ih : 10 eylül 1623 si sayesinde k en di­ Ö lü m ü : 8/9 şubat 1640 gecesi. sine bir zarar gel­ Ç o cukları : A lâad d in , M ehm ed, Ahm ed, Süleym an. R uh iy e, Safiye. Gevherhan, mesi önlenmiştir. K aya İsm ihan. Ayşe, Hafise. Ekseri m üv e rrih ­ ler, S ultan Osm an V eziriâza m la n : K em ankeş A li Pasa v ak ’asınm tahaddü__ 3 nisan 1623, idam . Çerkeş M eh­ sünde, ondan sonra m ed P aşa 3 nisan 1623— 28 ocak 1625, oliim . Müezzin-zâde H a fız A hm ea P aşa 8 hal’i ile B irinci Ahda M ustafa’n ın tah t­ şubat 1625 — 1 a ra lık 1626. azil. H a lil m ed’in en büyük tan in d irilip M urad­ Pasa 1 a ra lık 1626 — 6 nisan 1628 (ik in , ei sadareti), azil. Husrev Paça 6 nisan şehzadesi olan M u ­ ın iclâsm da Kösem 1626 — 25 ekim 1631, azil. Müezzin-zâde radın tahta geçiril­ S ulta n ’m rol ve par­ H a fız A hm ed Paşa (ik in ci sadareti) 25 ekim 1631 — 10 şubat 1632, yeniçeriler mesine karar v eril­ m ağından şüphe etarafın d an öldürülm e. Topal Reeeb Pasa mesi üzerine D ör­ dçrler. Kösem Sul10 şubat 1632 — 18 m ayıs 1632. idam . Tabanı.yassı M ehm ed P aşa 18 m ayıs tan ’m, D ö r d ü n c ü düncü M urad padi­ 1632 — 2 şubat 1637. azil. B ay ram Pasa M urad ve S ultan şah oldu. İstanbul 2 şu bat 1637 — 26 ağustos 1638, ö lüm . T ayyar M ehm ed Paşa 27 ağustos 1638 — İb rahim zam anında Boğaziçindeki istav­ 23 ara lık 1638. şehit. K em ankeş K ara çok iyi şekilde te­ roz bahçesinde 27 M ustafa P aşa 23 a ra lık 1638 ---- . bellür eden entrika­ temm uz 1612 de cı şahsiyeti gözönüdünyaya gelmiş one getirilirse, nıüverihlerin bu hususta­ lan D ördüncü M urad, tahta geçtiği sıra­ ki tahm in ve şüphelerine nisbeten hak da 12 yaşının içinde bulunuyordu. O vermek gerekir. tarihe kadar en k ü ç ü k yaşta tahta ge­ D ördüncü M urâd, tahta geçişinin çen padişah kendisiydi. Rivayet e d ild i­ ferdası günü, m evcut an ’aneye uyarak ğine göre; S ultan Osman v a k ’asında Ü s­ Evub türbesini ziyaretle k ılıç kuşandı. küd ar’a geçirilm ek üzere sarayın bahçeB irinci Mustafanrn son sadrıâzamı olan Kemankeş A li Paşa’n m m üh r - ü h üm ây u n u teslim al­ m asından bir hafta kadar sonra, m ühim devlet erkânının b a ­ zılarının iştirakiyle aktettiği toplantıda, Sultan M ustafa’n ın Babası B irinci Ahm ed 1854
Çocuk hük üm d ara kılıç kuşatan şahsi­ Yahya Efendi olm uştur. B ir güıı veziriyet Ü sküdarlı Şeyh Aziz M ahm ud Hüdai âzamrn kendisini ziyarete gelmesinden Efendi idi. faydalanan Ş eyhülislâm Yahya Efendi, Tahta geçtiği sırada babası Sultan söz arasında bir münasebet düşürerek Ahmed gibi sünnetsiz olan D ördüncü rüşvet ve irtikâb ına işaretle, bu hususta Murad. cülûsunun beşinci .günü sünnet veziriStoma nasihat yollu bazı şeyler edildi. söylemiştir. Şeyhülislâm ın bu sözleri kar­ Hazînenin para sıkıntısı çekmesi doşısında uyan ık lık gösterip hatadan geri layısiyle. S ultan M ustafa tahttan in d iri­ dönmesi gereken Kem ankeş A li Paşa lirken k ap ık u lu as­ b il’akis aksine tav ır kerleri cülûs bahşi­ tak ınıp Ş eyhülislâ­ şi istemiyeceklerine ma k in bağlam ıştır. dair söz vermişlerdi. Şeyhülislâm ın şöyL âkin subaylarının Iediği şeyleri k a y ın ­ tahrikiyle sözlerin­ pederi olan A n a d o ­ den cayıp cüiûs b a h ­ lu kazaskeri Bostan şişi talebinde b u ­ zâde Y lund uk ların dan eııd i’ye açtığı zaman, derûnda bulu n an alonun da: «Yahya Etun ve güm üş eşya fendi Şeyhülislâm darphaneye gönde­ kalırsa seni bir tu ­ rilerek para kesildi zağa düşüreceğinden ve E k im ayı içinde jüphe etme!» diye askerlere dağıtıldı. kışkırtıcı şekilde Bu arada yeniçeri konuşması, veziria­ kethüdası Bayram zam ın f i’ilen h are ­ A ğa yeniçeri ağası kete geçmesine yol tayin edildi. B ay­ açm ıştır. Böylece, ram A ğ a ’n m selefi Şeyhülislâm ı m e v k i­ olup kendisine M ı­ inden düşürm eyi ak ­ sır eyâleti tevcih eim a koyan A li P a­ dilm iş bulun an Çesşa, çocuk h ü k ü m d a ­ teci A li Ağa İsken­ rı onun aleyhine deriye’ye vardığı za­ tahrike koyulm uş­ m an K ara M ustafa tur. B ir gün p ad işa­ Paşa M ısır’a sokma­ ha: «Y ahya EfenDördüneü Murad dığından K ıbrıs üd i’n in sizin tahta ( Avrupalı bir ressamındır. Aslı zerinden İstan bul’a geçmenize r ı z a s ı Topkapı sarayı miizesindedir) dönmek m ecburiye­ yoktu! ulem a ay a k ­ tinde kaldı. lanmasında. u le m a ­ n ın niyeti Sultan M ustafa’yı h a l’ ve si­ Kemankeş A ii Paşa’nm bazı zi iclâs olduğu halde, Y ahya Efendi Mere Hüseyin Paşa ile b irlik olup bunu kimseleri suçlandırması önledi, "bugün bile zorbalarla el altınd an Sultan M u rad’ı tahta geçirmekte m u ­ işbirliği halindedir» tarzında sözler söy­ vaffakiyet tem in etmiş olan Veziriâzam leyince, Veziriazam a inanan padişah, ZeKemankeş A li Paşa’n ın bu işten dolayı keriya-zâde Yahya E fendi’y i azlederek, gurur ve cür’eti artm ıştı. O nun için, hem Hoca-zâde Esad Efendi’yi Ş eyhülislâm ­ etrafını k üçük görüp rakip saydığı kim ­ lığa getirm iştir. Bu arada Sultan M u s­ seleri suçlandırarak m evkilerinden uzak­ tafa zam anında ik i defa sadaret m a k a ­ laştırm ak, hem de rüşvetle iş görm ek yo­ m ını işgal etmiş olan Mere Hüseyin P a ­ lu na sapmıştı. şa yakalanarak katlolunm ugtur. N a im â’m n (C: 2, S: 264) tafsilen an­ Sadrıâzam Kemankeş A li Paşa’m n lattığına göre; V eziriazam ın bu halinin suçlandırdığı şahsiyetler roeyanmda d i­ ilk m ağduru Şeyhülislâm Zekeriya-zâde ğer m ühim iki kişi de, sabık sadnâzam- 1S55
lardaıı G ürcü M ehmed Paşa ile H alil Paşa idi. A li Paşa bunların her ikisini de sadarette kendisine rakip addetm ek­ teydi. N aim â’n m kaydına nazaran; 3ostan-zâde’n in iğvaatıyle hareket eden Aîi Paşa, bu ik i eski sadrıâzam için. A b a­ za Mehmed Paşa’ya gönderilirken yak a­ lan m ıştır diye ik i mektup uydurm uş vg bunlara istinaden her ikisini de kendi saraylarında hapsetmiştir. Fakat kısa bir zaman sonra bunun iftira olduğu m ey­ dana çık tığın dan Gürcü Mehmed ve H a­ lil Paşa’la n serbest bırakm ıştır. ANADOLU AHVALİ VE ABAZA MEHMED PAŞA İSYANI Sultan M u rad ’m 1623 ten 1640 sene­ sine kadar devam eden saltanatı esna­ sında bir takım isyan ve zorbalık h â d i­ selerim m üh im seferler ve daha bazı önem li şeyler cereyan etmiştir. O n u n için D ördüncü M urad zam anı tarihî hâdise ve meseleler yönünden pek hareketli devir­ lerden addedilir. Bu hareketli devrin h a ­ dislerinin m üh im bir kısmı D ördüncü M uradım çocukluk yıllarına rastlam ak­ tadır. Padişahın, devlet işlerine tam mânasiyle h âk im vaziyete gelmesine kadar geçen m üddet on seneyi bulm aktadır. Bu on senelik m üddet zarfında A nad olu’da cereyan eden hâdiselerin en m ühim m i Abaza Mehmed Paşa’n m isyanıdır. Birinci Ahm ed zam anında Sadrıâzam K uyucu M urad Paşa, A nadolu’da Celâlileri tenkil ederken şiddete niüracatla kan ve ateşe istinat etmiş, C e lâliliği doğğuraîi sebepleri teşhis ile onlara çare bulm aya uğraşm amıştı. O nun için, İk in ­ ci Osman'ın' tahttan in d irilip öld ürülm e­ siyle başlıyan ve S ultan M urad’mJsaltan atınm ilk on senesinde de devam eden zorba tegallübü devrinde, bazıları az m iktarda şekil ve m ahiyet değiştirmek suretiyle C elâlilik yeniden meydana çık­ m ıştır. D ördüncü M urad zam anında dev­ leti bir hayli uğraştırm ış olan Abaza Mehmed Paşa da bir nevi Celâliden baş­ ka bir şey değildir. Abaza M ehm ed Paşa’n ın aslı, S u l­ tan O sm an’ın katillerinden in tik am a l­ m ak bahanesi ile isyana kalkışı, Şebin­ karahisar’ı zaptettikten sonra A nkara üzerine yürüm esi ve burasını üç ay m ü d ­ detle muhasarası, nihayet k ışm bastır­ ması üzeıine N iğde’ye çekilişinden B i­ rinci M ustafa devri hâdiseleri meyanında bahsedilmişti. Yeniçerilerden Sultan O sm an’ın in tik am ın ı alacağını söyliyerek ortaya atılm ış olan Abaza M ehmed Paşa, B irinci M ustafa’n ın tahttan indirilm esi­ ne rağmen isyana devamdan vazgeçme­ di. Ve isyanında, peşinen söylediği şe­ kilde Sadece yeniçerileri de hedef tu t­ madı. A n laşıldığın a göre Abaza Mehmed Paşa, Sultan Osm an’ın k atli doiayısiyle A nadolu halk ınd a yeniçerilere karşı d u­ yulan k ırgınlık, belki de nefreti istis­ m ar ile bu müessif meseleyi taraftarla­ rım artırm ak için bir silâh olarak k u lla n ­ m ayı da ihm al etmemekteydi. Abaza M ehmed Paşa 40 bin kişilik kuvvetin başında bu lunduğu cihetle, dev­ let erkânına k orkulu günler yaşatacak durum daydı. D ördüncü M u rad ’ın tahta geçmesini sağlıyanlardan Kemankeş A li Paşa, rakip addettiği kimseleri ortadan kaldırm ak isterken etrafında bir basım ­ lar grupunun toplanm asına sebep olmuş ve nihayet bu grup onun idam ına sebep olmuştu (3 nisan 1624). Kemankeş A li Paşa’dan sonraki sadrıâzam Çerkeş M eh­ med Paşa’va tevdi edilen ilk m üh im iş Abaza M ehmed Paşa üzerine sefere çık­ m ak idi. Abaza Mehmed Paşa’nın Yeniçeri kethüdasına m ektubu Çerkeş M ehmed Paşa m ühr-ü h ü m â ­ yunu aldıktan kısa bir m üddet sonra Abaza üzerine yapılacak seferin h azırlık ­ larına başladı. B u arada hazırlık em ri­ ni alanlardan yeniçeri kethüdası Mihaliçli Sarı M ehmed Ağa, her gün sabah­ leyin yeniçeri odabaşılarına: «Bu sefer yeniçerinindir. A baza’nın başkaları ile husumeti yoktur; ancak yeniçerinin hasm ı canıdır. B u kadar çorbacı ve nefer­ leri katletti; siz de ona göre direnip gay­ ret edin, göreyim sizi'» diye tenbihatta bulunm aktaydı. A baza M ehm ed Paşa ye­ niçeri kethüdasının bu sözlerinden ha­ berdar olunca kendisine bir m ektup yaz­ dı. Abaza’nın, S ultan Osm an vak’asma 1856
temasla bu hususta yeniçerileri suçlan­ dıran m ektubu (Fezleke C: 2. S: 55 ve ,Naimâ C: 2, S: 314) aynen şöyleydi: «İzzetlû karındaşım yeniçeri kethü­ dası Mehmed Ağaya; selâmdan sonra: evvel baharda Abaza üzerine seferimiz vardır, sadrıâzam ile gideriz, bu sefer heman yeniçeri seferidir. Sipahi ve beğlerden bize im dad yoktur; A baza’nın der­ di bizim ledir, göreyim ne kadar yeniçe­ ri çıkar deyû odahaşılara m uhkem teııbih edermişsin. Sen berhüdar ol, padişahın ekmeği sana helâl olsun. Ş im di gayret çekmeden ise padişah-ı m azlum ocağını­ za dahil düştük de gayret çeküp Yedik ule’ye göndermeyüp sarayda haspoiunsa siz m üttehem olm azdınız behey gay­ retsiz b ia ıia r ’. K endü ağanızı O rta ca­ m ide kati ideler siz bakıp durasız. Eğer sipahi ile karındaşlarız dirseniz, si­ pahi kubbealtı m enasıbm dan gayn tev­ liyete ve cibajrete varınca bir şey komayup hep aldılar Size ne değdi? Siz on­ lara yardım etmeseniz yalnız onlar yine kaadir idi. Ehl-i ırzın ve âyân-ı devletin hanelerini yağm a etmeği faide m i kıyas ettiniz? Memalik-i islâmiyeyi yıkm ağa sebep siz oldunuz. Sultan Osm an H an si­ pahi kapusuna varsa böyle olmazdı. Eğer in ’am için eyledik derseniz, pad i­ şah-! m azlum size ellişer altun vereyim dedi; g'erçe S ultan M ustafa’nın valdesi Abaza olup bizim le karabeti olduğu hay­ siyetten padişahlığına biz mesrur olmak görünürdü. L âk in aynım da değidir, hak alim d ir ki ancak padişah-ı m azlum un kanı için gayret-i h ak galebe ve zuhur eyledi; heman nekadar neferin var ise var kuvveti bazuya getür. Buhtunnasr Hazreti Yahyay-ı m azlum un kanı için Beni Israiliden yetmiş bin Yahudi k a t­ lettiği gibi ben dahi damen-i dermeyan edüp padişah-ı m azlum un kanı için ye­ niçeri katlini yetmiş bine varınca eriş­ tirm ek üzereyim. Sipahiden size yardım olur mu? A nlar sizin im dadınız ile birer ata kaad ir değil iken çifte yedek ve k ö­ çek sahibi oldular; behey ahm aklar siz neye vasıl oldunuz? A ncak kaatil-i sul­ tan olduğunuz kaldı. Benim ruhum H a ­ lil Paşa yeniçeri ağası iken ben silâhdarı idim , bilürsüz. îm d i m alûm unuzdur ki ağalık şöyle dursun ocakta söz yeni­ çeri kethüdasım ndır; bu babda bezl-i m akdur id üp cümle neferinle gelesiz. Y ahut katil Davud Paşa idi, bizim m e t­ halim iz yoktur dirseniz ol maddede medlıali olanlardan M ehmed Ağa ve Haşan Ağa ve neferden Altuncu-oğlu ve Aşçı Haşan ve Duacı Mehmed ve G ürcü Ali ve Bckcu M urad ve Kuru-oğlu ve K ayık­ çı Mustafa ve Çavuş-oğlu ve bunların emsali eşfciyayı kati idesin, cezaların gü­ reler vesselâm.» Çerkeş Mehmed Paşa’tım serdarlığı Veziriâzam Çerkeş Mehmed Paşa ilk hazırlıkları m üteakip 28 mayıs 1624 de Üsküdar’a geçti, H aziranın 17 (1 ram a­ zan 1033) sinde de hareket etti. Ramazan bayram ını Akşehir’de geçirmekteyken A nadolu beylerbeyisi İlyas Paşa ve Ka­ ram an beylerbeyi si ile daha bazı beyler­ beyleri veziriâzama m ü lâ k i oldular. Veziriazam Çerkeş M ehmed Paşa Abaza’ya karşı yola çıkarken G ürcü Meh­ med Paşa İstanbul’da sadaret kaym aka­ mı kalm ış Kaptan-ı derya Topal Eeceb Paşa ise donanma ile Karadeniz’e çık­ mıştı. Abaza Mehmed Paşa Sadnâzam ın kendi üzerine geldiğini duyunca hazır­ lıklara girişip toplıyabildiği kadar aske­ ri biraraya getirerek Sivas civarından harekete geçip serdara doğru ilerlemeye başladı. Sadrıâzam Çerkeş Mehmed Paşa'ıım Anadolu içine ilerlemesinden önce, iki bin kişilik sekbanına istinat edip zulüm ve serkeşlikten geri kalm ıyan Konya beylerbeyi Sefer Paşa, A baza’nın adam ­ larından Çopur Bekir tarafından öld ü­ rülm üştü. O sırada N iğde’ye h âk im olan Çopur Bekir, kendisini orada bastırmak isteyen Sefer Paşa’yı E reğli’n in ileri­ sindeki Çiftehan (N aim â C: 2, S: 318) da yakalayıp öldürünce, Abaza’dan al­ dığı talim ata uyarak başını Niğde hisa­ rına dikmişti. Abaza Mehmed Paşa Sivas Üzerin­ den harekete geçtiği sırada Çopur Bekir de N iğde’de birtakım tedbirler ittihaz ederek mücadeleye hazır vaziyet aldı. Sadrıâzam ise K onya’ya varınca A baza'­ ya b ir m ektup yazarak b ir takım nasihatiarda bulundu ve kendisini itaata da­ vet etti. L âkin Abaza bu m ektuba al­ dırm adı ve Kayserili Şeyh veya Abaza 1857
Şeyhi diye tanınan Sarıbaba-zâd-e Abdu rrahim adındaki adam ının teşvikleri­ ne kapılarak m ücadeleyi tercih etti. B u ­ nun. için veziriazam da E reğliîden son­ ra yürüyüşüne devam la N iğde’ye geldi. O sırada Çopur Bekir Niğde kalesine ta­ hassun etmişti. Kaleye b ir kaç top atıldıysa da Çopur Bekir dayandığından orada fazla v akit kaybedilm iyerek erte­ si gün yine yürüyüşe devam edildi. O r­ du Kayseri yak ın ın dak i Karasu k öp rü­ süne vardığı sırada, veziriazam ın Abaza ile b irlik olup yeniçerileri kırdıracağına dair bir şayia dolaştı. A baza’n ın casus­ ları ijasıtasiyle çıkarılm ış olan bu şayia­ dan heyecana kapılan yeniçeriler subay­ larının telkinleriyle yatıştırıldı. Abaza M ehm ed Paşa veziriazam ile çarpışm ak için harekete geçerken, m ü ­ verrih N aim â (C: 2, S: 320) n ın ifade-siyle: «Kayseriye ve Sivas ve ol hava­ lide olan eiıl-i -haymeden T ürkm an u lus­ ların a ve aşiret ve boy beylerine haber­ ler gönderüp, m uavenet ve m üzakeret talep idüp vaad ile herbiritıi kendüye m ünkad etmişti. A n lar dahi mukabele ve cenk g ünü v ardım etmeğe ahd idüp, A baza asıl onların ianetine üm itv a r olm ağla m ukabeleye cür’et ve serdar-ı zişana karşu Kayseriye sahrasına azimet ettis>. Çerkeş M ehmed Faşa em rindeki h ü ­ k üm et kuvvetleri ile A baza M ehm ed Paşa arasındaki m uharebe 1824 y ılı Ağustosuııun sonlarına doğru cereyan et­ ti. İlk gün ik i tarafın öncüleri birbirine girip de m uharebe kızışm aya yöneldiği sırada yeniçeri ağası Boşnak Husrev Ağk, k a p ık u lu askerlerine: «Bre kom an gaziler devlet düşm anlarını, gayret ey­ len!» diye haykırarak kendilerini gayre­ te getirdi. A baza’n ın sıkıştırm ası netice­ sinde kendisine iltih a k etmiş olanlardan eski Şebinkarahisar sancak beyi Murtaza Paşa ile Sivas beylerbeyi Tayyar M ehmed Paşa harbe girileceği g ü n ü n ge­ cesinde birbiriyle anlaşarak sabahleyin veziriâzam tarafına iltih a k ettiler. B u n ­ la rın birdenbire h ük ü m e t cephesine ilt i­ hak la A baza kuvvetlerine karşı silâh kullanm ası onun m ağlûbiy etin i h ızlan ­ dırdı. A baza M ehm ed Paşa askerinin bo­ zulm aya yüz tu ttu ğu nu görünce etrafa at koşturarak bozgunu önlemeye çalış­ tıysa da buna m uvaffak olamadı. Abaza çenginde babası ile birlikte silâhdar bölüğünde bulunan K âtib Çele­ bi bu m uharebeyi müşahedelerine isti­ naden «Fezleke» sinde (C: 2. S: 55-62) tafsilâtlı şekilde anlatır. H arbin en şid­ detli devresinin b ir saat sürdüğünü söy­ leyen K âtib Çelebi, harbiiî kayb ed ildi­ ğini anlayınca A b aza’nın derhal hazine sandıklarını alarak kaçtığını bildirir. Yine ayni m üellif, bu arada Abaza’nın sahip olduğu bir kaç topun muharebe m eydanında k aldığım , bun ların elde edilip serdara getirildiğini, zaferin k a f il iği tebellür edince o gece serdarın em ­ riyle m um donanması ve şenlikler y a ­ p ıld ığ ın ı kaydeder. Abaza M ehm ed Paşa bir kısım sü­ vari! Bri ile kaçarken, onun çocukları ile hâzinesinin N iğde’de b ulun duğun u Çer­ keş M ehm ed P aşa y a haber verdikleri .ıden, serdar derhal oraya, R um eli bey­ lerbeyinin emrinde bir m ik tar kuvvet şevketti. B u n lar ik i gün ik i gece d u r­ m adan yol alarak Niğde önüne ge ldik ­ leri sırada, daha önce ılgar ile buraya ulaşan Çopur B ekir’in gerek kendi, ge­ rekse A baza’nın m al ve k arışım alarak Sivas’a doğru gitm iş olduğunu öğrendi­ ler. B u n u n üzerine R um eli beylerbeyi derhal Çopur Bekir'in arkasından süva­ riler şevketti. B u n lar yolda eşkiyalara yetişerek üç yüz tanesini yakalayıp ö l­ d ürdükleri gibi Abaza M ehm ed Paşa’nuı karısı ve kızını da ele geçirdiler. V eziriâzam Çerkeş M ehmed Paşa Kayseri önünde b ir kaç gün kaldıktan sonra Sivas’a geldi. Tayyar Mehmed Paşa’n ın özür dilemesi üzerine onu yine Sivas beylerbeyliğinde bıraktı. A baza’­ n ın karısı ve ele geçirilmiş olan m a lla ­ rını Sivas kalesinde hıfzettirdi. Abaza M ehmed Paşa esas beylerbeylik merkezi olan E rzurum ’a gitm iş bu lunduğundan V eziriâzam Çerkeş Mehmed Paşa da onuıı arkasından Tercan’a kadar ilerle­ di. A rtık kış yaklaşm aktaydı. B u b a ­ kım dan A b aza’n ın E rzurum kalesinde muhasarası hayli zahm eti icap ettirecek­ ti. O sırada A baza’dan affı için m ektup ve adam lar gslmesi, böyle b ir zahmete ihtiyaç bırakm adı. Abaza M ehm ed P a ­ şa affedilerek bazı şartlarla yine E rzu­ rum beylerbeyliğinde ikam e olundu. N aim â (C: 2, S: 326) n ın bildirdiğine göre bu şartlar: «Erzurum k al’asma tü- 1858
fenkçi yaz' olunup A baza taarruz et­ meye, B ir haseki, on bölükbaşı ve k ifa ­ yet kadar yeniçeri neferatı vaz's nidan ibaretti. Çerkeş M ehmed Paşa, A baza işini bu şekilde hallettikten sonra k ış­ lam ak üzere Tokat'a döndü. A baza isyanı ç ık tığ ı sırada B ağdad’da da Bekir Subaşı hadisesi patlak ver­ m işti. A baza isyanım m uvaffakiyetle bastırdıktan sonra T okata’ çekilen V e­ ziriazam Çerkeş M ehm ed Paşa’n ın niye­ ti ertesi baharda Bağdad üzerine y ü r ü ­ mekti. L âk in Tokat’a m uvasalatından on onbeş gün kadar sonra hastalanarak ö l­ düğünden. Bağdad hâdiselerinin halli vazifesi D iyarbekır beylerbeyi Hafız Ahmed Paşa’ya tevdi edildi. Cennet-oğlu isyanı D ördüncü M urad devrinde devlete kafa tutup isyan edenlerden birisi de Cennet-oğlu veya Ceıınet-karı-oğlu de­ nen şahıstır. Aslen b ir sipahi olan Cennet-oğlunun çıkardığı isyan Abaza M eh­ m ed Paşa ve Bekir Subaşı’n ın k i kadar uzun sürmemiştir. B ir h ü k ü m d a r sülâlesine m ensubi­ yetinden dem v u ru la n Cennet-oğlu K a ­ resi (Balıkesir) tarafların da başına bir sürü kuvvet toplamış, evvelâ reâyâyı ko­ rum ak bahanesiyle işe koyulup onun ar­ kasından da açıkça isyan etmiştir. İsya­ nı ciddileşince A y d ın ve S aruhan taraf­ larını da istilâ etm iştir. B uralardaki h ü ­ küm et kuvvetlerini m a ğlu p edince, en ­ dişe yaratır bir h â l alm ıştır. B unun üzerine Cemıet-oğlu’m m tenkili içiıı sa­ daret kethüdası K an lu M ehmed A ğaya paşalıkla serdarlık tevcih edilm iş, eski Anadolu beylerbeyi Dişlenk Hüseyin Paşa da ona m uav in verilm iştir. İstan­ bul'dan bir m ik tar kuvvetle hareket eden bu kum an dan lar Bergama, M id illi ve İç-el tarafından da asker tem in edip ondan sonra Cennet-oğlu üzerine y ü r ü ­ m üşlerdir. İk i taraf birbiriyle Manisa ovasmda karşılaşm ış ve bilhassa D işlsnk H üseyin Paşa’n ın gayretiyle Cennet-oğlu m ağlu p olm uş ve D enizli’ye kaçm ış­ tır. Fakat arkası boş bırakılmıj-arak ya­ kalanm ış ve işkencelerle öld ürülm üştür (.Aralık 1624). Cennet-oğlu’n u n ele geçen adam larından bazıları kazığa v urulm uş­ tu. 1859 Abaza Mehmed Paşa’nın ikinci isyanı Padişahın affına m azhar olup Erzu­ rum beylerbeyliğinde bırakılan Abaza Mehmed Paşa, hüküm ete itaat n iy e tin ­ de sam im î olm adığından, bir müddet sonra hak ikî hüviyetini tekrar gösterme­ ye başladı. V alilikte ipka edildiği zaman lev-îiıd ve sekbanları yanından ayırm a­ dığından; bunlara istinaden etrafı tazyi­ ke ve yeniçerileri öldürm eye koyuldu. Abaza Mehmed Paşa’n m , işi daha b ü ­ yüteceği belli olm aktaydı. O sırada hüküm e ti meşgul eden en m ü h im mesele Bağdad hadiseleri idi. Bağdad önünde kesin bir m uvaffakiyet tem in edilemezken, İran sınırının kuzey bö lüm ü yak ın ın da da âşâyişin bozulm a­ sı, devleti çok m üşk ül durum a d üşüreb i­ lir ve icabında Bağdad tarafından vazi­ yet daha fazla O sm anlIlar aleyhine dö­ nebilirdi. B un un için, Abaza Mehmed Paşa meselesi bir önceki kadar b ü y ü ­ meden çaresine bak ılm ak istendi. Bu ga­ ye ile 31 aralık 1626 da sadaret k ay m a­ kam ı Receb Paşa’n m sarayında Ş ey hü l­ islâm Yahya Efendi, ulem a ve vüzeranın iştirakiyle bir toplantı yapılarak H alil Paşa’n m sadrıâzam lığa tayinine karar verildi. H a lil Paşa'nm Abaza’n ın eski ham i’si oluşu gözönüne getirilerek, ken­ disinden çekineceği, ayrıca bu yaşlı ve­ zirin tecrübesinin de âsi v alin in itaatini teminde işe yarıvacağı hesaplanmıştı. H alil Paşa ya sadaret tevcih edilince da­ ha bazı m akam larda da değişiklikler ya­ pıldı. Bu cümleden olarak; İstanbul def­ terdarı Bekir Paşa defterdarlığa, Çavuşbaşı A li A ğa da yeniçeri ağalığına tayin edildi. Y eni Sadrıâzam H a lil Paşa, bir;,an önce ordunun başında b u lu n abilm e k için, kış soğuklarının şiddetine rağmen 3 ocak 1627 de Ü sküdar’a geçti,. H alil Paşa İstanbul’dan ayrılm ak üzereyken şeyhi Ü sküdarlı Aziz M ah m ud H ü d a i Efe n d i’yi ziyaret edip, serdarlık hizrnetiv1„' vazifelendirîldiğini bildirdi. Aziz Mshm ud Efendi, bu n a kar-şı nsA beyim, isü defa daha serdar olm uştun» deyip baş­ ka bir şey söylemedi. D aha önceki muvaffakiyetsizliğine telm ihen istihza h a ­ vası taşıyan bu sözden H a lil Paşa müte-
essu' olurken, şeyhe pek fezla hürm et gösteren bazı kimseler de sadnâzam m yeni bir m uvaffakıyetsizliğe uğrıyacağını istidlal ettiler. H alil Paşa İstanbul’dan hareket et­ tiği zaman soğuklar o derece şiddetliy­ di ki, N aim â (C: 2, S: 402) ya göre, as­ kerlerin nefesleri sakal ve bıyıklarında buzlar meydana getirmekte idi. H attâ askerlerden donanlar vardı. H alil Paşa K onya’ya vardığı zam an kapıcılar ket­ hüdası da H afız Ahm ed Paşa’dan m üh r -ü hüm âyu n u getirerek teslim etti. H alil Paşa sadrıâzam tayin edilm ek­ le beraber, sadrıâzam lıktan yeni ayrılan Selefi H afız Ahm ed Paşa padişahın te­ veccühünü muhafaza eylemekteydi. N ite­ k im , sadaret vazifesi H alil Paşa’ya tev­ cih edilirken Hafız Ahmed Paşa da îstanbula’ çağrılm ıştı. Bu tebligatı alınca yeniçeri ağalığından m azûl vaziyete d ü ­ şen Husrev A ğayı beraberine alarak 2 m art, 1627 de H alep’ten hareket ederek b ir ilâ bir buçuk ay kadar sonra İstan­ b u l’a ulaştı. Eu sırada B irinci A hm ed’in kızlarından Ayşe Sultan ile evlendirile­ rek hanedana damad oldu ve ikinci ve­ zirlikte istihdam edildi. O nunla beraber gelen eski yeniçeri ağası Husrev A ğ a ’m ıı şecaatma m ükâfaten vezirlik verildi. Böylece her ikisi de kubbenişin oldular. H a lil Paşa 24 m artta H alep’e vasıl oldu; 4 temmuzda da otağa çıktı. Bu arada yeniçeri ağası hastalanıp vefat ettiğinden, süvari m ukabeleciliğinden kanun h ilâfın a bölük ağası olan H alil A ğaya (N aim â C: 2, S: 403) yeniçeri ağalığı tevcih edildi- Şimdiye kadar ye­ niçeri ağalığına m irialeın; kapıcıbaşı ve bilhassa büyük m irahurlardan tayin ya­ pılırken bir bölük ağasından yeniçeri ağası yapılması ilk defa vuku buluyordu. Bu hususta usul ve kanunların çiğnenişi S ultan Osman vak'asm dan beri göze çarpmaktaydı. H alil Paşa Halep’e müteveccihen İs­ tan bu l’dan ayrıldıktan sonra, o sırada B alıkesir’de oturan eski Anadolu bey­ lerbeyi Dişlenk Hüseyin Paşa’ya vezaret tevcih olunarak serdara iltih ak ı emredildiğinden. Cennet-oğlu isyanını bas­ tırm akla nazarı dikkati celbeden mezkûr Paşa H alep’te serdara m ü lâk i oldu. Veziriazam H alil Paşa, H alep’ten kalkarak Diyarbekir’e doğru y o lla n ö ıî: sııada, G ürcistan’da O sm anlılar elinde­ ki Ahısha (Ahıska) kalesine bin kadar İran askerinin girdiği haber alındı. B u ­ nun üzerine serdar H alil Paşa, Diyarbekir, Küm eli, Halep, Maraş valilerini Anadolu beylerbeyi Dişlenk H üseyin Paşa’n ın emrine vererek A hısha üzerine gönderirken Abaza Mehmed Paşa*yâ da Bostan Paşa ile haber yollıyarak Ahısha’n ın im dadına koşmak üzere Dişlenk Hüseyin Faşa'ya iltih ak etmesini b ild ir ­ di. A baza Mehmed Paşa ise Bostan Pa­ şa’ya itibar göstermekle beraber, sadrıâzama b ir m ektup yazıp, kendi sekbani arının yeniçerilerden korktuğunu, b u ­ nun için A hısha’ya ilerliyen kuvvetlerin Muş üzerinden gitm elerini, ayni zam an­ da seraskerliğin de kendisine verilm esi­ ni istedi. Sadrıâzam ise cevaben birm ektup yazıp, N aim â (C: 2, S: 405) n m ifadesiyle: «bu tarafta kul senin seras­ ker olduğuna razı değildir: heman hasbelemr bu sefere çıkup bîr hizm et v ücu ­ da getirmeğe sâi idesin; inşaüaiv.ı tealâ curm ün afv olunup padişah yanında m rk b u 1 olursun» dedi. Abaza’nın baskınla kazandığı muvaffakiyet Abaza Mehmed Paşa’n m Ahıska’nm im dadına çağrılm ası, onun aleyhine h a ­ zırlanan plânın tatbikatiyle ilgiliydi. Kendisi bu vesile ile E rzurum kalesin­ den ayrılınca yakalanıp öldürülecekti. A baza’nın yakalanıp öldürülm esi p lâ n ı­ n ın ayrı bir safhası halinde İstanbul’dan sekiz yüz yeniçeri gönderilm işti. Dişlenk Hüseyin Paşa’ya iltihak bahanesiyle Trabzon üzerinden gelmiş olan bu yeni­ çeriler, Dişlenk Hüseyin Paşa’dan daha önce E rzurum ’a ulaşm ışlar ve G ürcü k a­ pısı civarına çadır kurm uşlardı. Abaza Mehmed Faşa vaziyetten şüphelenm ek­ teyken nihayet casusları vasıtasiyle aleyhindski plândan haberdar oldu. B u ­ nun üzerine derhal tertibat alarak bir sabah erkenden 3'eniçerilere baskın y a ­ pıp hepsini kılıçtan geçirdi. A baza’n ın kılıcından ancak b ir kaç kişi kurtulabildi. Bunlardan b iri halk kıyafetine b ü rü ­ nüp Dişlenk Hüseyin Paşa’n m b u lu n d u ­ ğu yere giderek yeniçerilerin başına ge­ len şeyi bildirdi. Bu fena haber paşala­ 1860
şa yarı cansız vaziyette yükletildiğ'i bey­ rı endişeye sevkettiğinöes Divarbekir’e gir üzerinde can verdiğinden cesedi yogeri dönrneye karar verdiler. O arada yeniçerileri m ahvetm iş olan Abaza Mehla bırakılm ıştır. Esir aldığı yeniçeri, su­ med Paşa, Dişlenk H üseyin Paşa k u v ­ bay ve paşaların hemen hepsinin canına vetlerini yakalam ak gayesiyle harekete kıyan Abaza Mehmed Paşa sadece Bos­ tan PaşaŞ'a d o k u n m a m ış tır . Paşaları geçmiş bulunuyordu. Yeniçerilerin başına gelen felâket­ boğdurarak öldüren Abaza, yeniçeri su­ ten bir gece yarısı haberdar olan Dişlenk baylarını dörder parçaya böldürerek Er­ Hüseyin Paşa derhal em rindeki kuvvet­ zurum kalesi bedenlerine astırmıştır. Bu leri harekete geçirmiş ve bü tün gece yol galibiyeti üzerine iyice gemi azıya alan yürünm üştü. Ertesi gün kuşluk vakti Abaza Mehmed Paşa Erzurum civarında yakaladığı yeniçerileri derhal öldürtm üş­ bir dağ geçidi Önüne gelindiği sırada D iş­ tür. Abaza’n ın gazabı yüzünden, yeniçe­ lenk Hüseyin Paşa askere m ola verm iş­ ti. Fakat böyle bir yerde istirahata çeri olm ıyanlardan bazı kimselerin de ye­ niçeri zannı ile hayatlarına son veril­ İtilmenin doğru olm adığını takdir eden miştir. Maraş valisi Ziver Paşa. Dişlenk H üse­ yin Paşa’ya, m üverrih N aim â (C: 2. S: 407) m n ifadesiyle: «devletlu bunda ko­ Halil Paşa’nın E rzurum ’u nulmaz. Abaza bu fezahatı ettikten son­ muhasarası ra yerinde durm az ardım ızca gelür, hem an gidelim , bari derbendi geçüp anda Veziriazam H alil Paşa, Abaza üze­ konalım» demiş, Dişlenk Hüseyin Paşa rine sevkettiği Anadolu beylerbeyi Diş­ ise «oğlum mahfede hastadır, zahmet çe­ lenk Hüseyin Paşa’nm başına gelenleri ker, elbert3 konarız!» cevabını vermiştir. öğrenince, hayli müteessir oldu. Ayni Bu vaziyet karşısında Ziver Paşa m ai­ zamanda şaşkınlığa uğradı. Abaza'nın eyet erkânından bir m ik tar iıısan ile b ir ­ sir ettiği kimselerin tam am ını öldürm e­ likte Dişlenk Hüseyin Paşa'daıı ayrılsi veziriazamın em rindeki askerlerin m a­ iniştir. neviyatını da sarsmıştı. Tabi’i o arada Dişlenk Hüseyin Paşa’n ııı emrindeki A h ısk a’ya da im dat edilem ediğinden îkuvvetlerin yol yürdükleri gece şiddet­ ran lıların eline geçmiş ve kalesindeki li yağm ur yağdığından, askerler ve eşya­ Osm anlı askeri İran lılar tarafından katlar ıslanmış, bu yüzden istirahata ge­ Iolunmugtu. çildiği sırada eşyalar kurutulm ak üzere işte vaziyet böyle fena bir manzara güneşe serilmiştir. O arada Dişlenk H ü ­ arzetmekteyken H a lil Paşa E rzurum Öseyin Paşa da ıslanmış elbisesini ve hat­ nüne gelerek şehri kuşattı. Sadnâzam . tâ zırhını bile çıkararak yeşil atlas bir şehir muhasarasına yarı yolda karar zıbııı ile kalm ıştır. İşte vaziyet beyley­ vermiş olduğundan yanında b ü y ü k top ken birdenbire Abaza Mehmed Paşa yoktu. N aım â’ (C: 2. S: 416) ya göre; kuvvetleri bastırıvermiştir. Dişlenk H ü ­ veziriâzam m yanında İran lı K arçikay seyin Paşa em rindeki hük üm e t kuvve; - H an’ı öldüren G ürcü beylerinden Magleri kendisini toparlam aya fırsat b u la ­ rav H an’ın getirdiği b ir balyemez to­ m adan askerlerden b ir kısmı esir .bir pundan gayrı top yoktu. B ilahara iki kısmı da şehid düşm üştür. Paşaların ço­ top da O ltu kalesinden getirildi. Böyleğu da esirler arasındadır. O arada Diş­ ce Sadrıâzam H a lil Paşa, âdeta toptan lenk Hüseyin Paşa’nın üzerine hücum m ahrum kuvvetleriyle Erzurum kalesi­ eden birisi m ızrağını Paga’n ın boğazına n i muhasaraya girişti. Şehrin m uhasara­ saplamış, m ızrağın ucu boğazından g i­ sı yetmiş gün sürdü. L âk in bu m uhasa­ rip ensesinden çıktığı anda Hüseyin P a­ radan hiç bir müsbet netice elde edeme­ şa yere y ıkılm ış ve can çekişmeye baş­ di. Birdenbire kar yağm aya başlaması lamıştır. üzerine 25 kasım 1627 (16 rebiülevvel 17 ağustos 1627 günü cereyan eden 1037) de muhasarayı çözerek T okat’a bu baskın hareketi neticesinde k at’i bir çekildi. Ordu Tokat’a gelirken kış bas­ zafer kazanan Abaza Mehmed Paşa esir tırdığı ve şiddetli soğuklar hüküm sür­ aldığı paşaları beygirlere b ind irip E rzu­ düğünden askerlerin arasında bir hayli rum yolunu tutmuş, D işlenk H üseyin P a ­ donanlar oldu. 1861
A baza’n ın hakkından geimesi için sadnâzsm yapılan H alil Paşa, becerik­ sizliğinden dolayı bir şey başaramadığı gibi üstelik bir de hem çarpışm alar sı­ rasında, hem de soğuklar yüzünden pek çok insanın hay atlarını kaybetmesine se­ bep olm uştu. Bu vaziyet İstanbul’da öğ­ renilince H alil Paşa sadaretten azledil­ di. Husrev Paşa’nın serdarhğı. H alil Paşa’n ın serdarlığı yüzüne gö­ züne bulaştırm ası üzerine. İstanbul’da şeyhülislâm, vezirler, kazaskerlerden m üteşekkil bir meclis toplanarak, vazi­ yeti düzeltecek bir serdarın başa geçi­ rilmesi iğini görüştü. Şeyhülislâm Y ah­ ya Efendi, kısa b ir m üddet önce kubbe vezirliğine getirilm iş olan eski yeniçeri ağası Boşnak Husrev Paşa’dan epey şey­ ler um duğundan, bunun sadnâzam lığa getirilm esini padişaha tavsiye etti. H us­ rev Paşa, kubbe vezirlerinin en kıdem ­ siziydi. B unun için evvelâ kendisi Diyarbekir valiliğine tayin edildi. Böyle bir kadem enin icadından sonra Husrev Paşa İstan bul’dan çıkıp İzm it'e vardığı sırada arkasından kapıcılar kethüdası Haşan A ğa ile m ühr-i hüm ayun gönde­ rild i (6 nisan 1628). Husrev Paşa m ühr-ü hum ayunu tes­ lim alınca, baharda sefere hazır olm a­ lar; hususunda icap eden kimselere e* m irle! verdikten sonra Tokat’a ulaşm ak üzere yoluna devam ile 1 haziranda To­ kat’a vasıl oldu. Husrev Paşa sert ve insafsızdı. K u ­ sur işliyenleri hak h u k u k dinlemeden derhal idam ettirirdi, N ahnâ (C: 2, S: 421) göre; id am ını em rettiği adam ların boynunu kendi çadırının önünde v u r­ durur ve o sırada kendisi de bir iskem ­ leye oturarak id am ın icrasını bizzat ta­ kip eylerdi. Z ulm ünden bahsedilen M a­ nisa sancak beyi H acı Paşa’n m id am ını em rettiği zaman, m ezkûr Paşa’yı ö ld ü ­ recek cellâdın b ir sa*t gecikmesi m ü n a ­ sebetiyle id am m icrasını m üteakip cel­ lâdı yere yık tırarak beşyüz değnek vurdurmuştu. Husrev Paşa Tokat’ta iken yeniçeri k âtibi M ehmed Efendi vasıtasivle İstan­ 1862 b u l’dan gönderilen yüz yük akçe serda­ ra teslim edildi. O arada ayrıca 12 adet top gemilere konarak Sam sun’a sevkedilm işti. Toplar Sam sun’dan sonra kara yolundan Tokat ve Sivas üzerinden E r ­ zurum ’a doğru yollandı. Husrev Paşa Tokat’tan hareket et­ meden önce R um eli beylerbeyi İlyas P a ­ şa. A nadolu beylerbeyi Ziver Paşa ile Maraş, Sivas ve K aram an valilerini E r­ zincan’a sevketmişti. B u n lar o tarafa doğru ilerlem ekteyken A baza’nın adam ­ ları Husrev Paşa’m n sertliğini duym uş ve bu yüzden içlerinde biraz korku be­ lirm işti. O n u n için adı geçen valiler Eı> zincan’a gelince Abazan’m oradaki adam ları çarpışm adan şehri teslim etti­ ler. Bu sırada A baza Mehmed P a şa m a E rzurum ’u teslim etmek üzere İranlIlar­ la anlaşmış bulun duğun a dair bir şayia çıktı. Bu şayia karşısında Husrev Paşa 22 temm uz 1628 güııü Tokat’tan hareket etti. Sivas’a varılınca askere zahire ve­ rildi; bu arada topların oraya kadar nak li işi de başarılm ıştı. Topların da ordunun beraberinde olması tem in edi­ lince Husrev Paşa 2 ağustosta Sivas’tan hareket etti. Abaza M ehm ed Paşa E rzurum ve çevresine h âk im bulun m ak la beraber, kendisine itaat ettiremediği yeıier de vardı. Hasan-kale böyle bir yerdi. B uran ın m uhafazasında bulunan es­ ki A vlonya sancak beyi Yusuf Paşa arada b ir Hasan-kale’den çıkıp A baza’­ ya ziyan vermekteydi. Buna bir son ver­ m ek isteyen Abaza M ehmed Paşa ise Hasan-kale Önüne gelip geliri kuşatm ış­ tı. Yusuf Paşa m etanetle dayanm akla beraber, nihayet adam larının takati t ü ­ kenip teslim olacak hâle gelmişti. H a ­ san-kale m üd afileri böyle tehlikeli g ü n ­ ler yaşam aktayken, Abaza, Serdar H us­ rev Paşa’n m harekete geçmiş olduğunu duymuş ve m uhasarayı bırakarak E rzu­ rum kalesine sığınm aya hazırlanm ıştı. Abaza M ehm ed Paşa, serdarın, ancak yirm i g ü n sonra E rzu ru m ’a ulaşabilece­ ğini hesaplıvarak işlerini buna göre £yaıiam ıştı. Hasan-kale m üd afii "Vusul Paşa, A baza’n ın hesabından haberdar olunca süratle serdara adam lar yetiştire­ rek durum u ona lıaber vermişti. Veziriİzarîî Husrev Paşa bu haberi
alınca, topların arkadan acele yetiştiril­ mesi için Defterdar Bekir Paşa'ya sıkı emirler verip, bir an önce E rzurum ’a yetişmek gayesiyle dört g ü n lü k yolu ik i günde katedecek süratle ilerliyerek, 30 ağustos 1628 de E rzurum önüne ulaştı, iki gün sonra da toplar ve askerin geri kalan kısmı yetişti. Abaza’nın teslim olması Veziriâzam Husrev Paşa ordu ile geldiği zam an E rzurum ’un Tebriz k a p ı­ sının önünden geçip, kalenin güney ta­ rafında ileride Deve-boynu m ahalline konmuştu. İcap eden h a zırlık la rın sür'atle ik m alin i m tüeak ıp N aim â (C: 2, S: 435) ya göre 5 eylül gecesi (6 m uharrem 1038) metrise girip şehri m uhasaraya başladı. Abaza M ehmed Paşa, serdarın, tah­ m in etm ediği bir sür’atle gelmesi sebe­ biyle. E rzurum kalesine pek acele şe­ kilde dahil olmuş ve içeriye lüzum u k a ­ dar zahire, m üh im m a t ve h a ttâ asker dolduram am ıştı. Esasen Husrev Paşa’nın pek disiplinli şekilde hareketi k ar­ şısında, bu vaziyetten çekinen bazı k im ­ seler daha önce A baza’ya itaattan vaz­ geçip serdara iltih a k etmişlerdi. ■Şim di bir de h azırlık la rım tam am lıyam adan kaleye girmeye m ecbur olduğu cihetle, hem askerlerinin hem de kendisinin m a ­ neviyatı iyi değildi. E rzurum kalesi top­ larla sıkı şekilde d ö v ülüp bazı yerlerde yık ıntılar da m eydana getirilince A b a­ za ve em rindekilerin m aneviyatı biraz daha sarsıldı. Beri taraftan Husrev P a­ şa ise E rzurum kalesinin m etanetini göz önünde bulundurarak, kaleyi içten fet­ hedebilmek için içeriye gizlice naberler gönderip, kendisine iltih ak eyliyecekleri af ile b ölük vereceğini, y ân i süvari bölüklerine kaydedeceğini bildird i. H us­ rev Paşa’n m sertliğinin yarattığı korku ile bu vaad yanvana gelince A baza’n ın askerlerinden bir kaç yüz kişi kaleden çıkarak orduya iltih a k ettiği görüldü. Husrev Paşa o arada sözünde durarak gelenleri süvari bölüklerine kaydetti. Askerlerinden b ir kaç yüz kişinin kaçması üzerine A baza'nın m aneviyatı daha da sarsıldı. N ihayet kendisinin ak ıl hocası olan Abaza Şeyhi diye m aruf Sevyid A bdurrahim E fendi’yi âlim ve 1863 Sultan Dördüncü Murad (Kapıdağh serisinden) şeyhlerinden, altı kişi ile birlikte H us­ rev Paşa’ya gönderdi. G elip geçmiş cürm ü affedilerek can ve m alın a do k u n u l­ m am ak şartivle teslim olacağını bildiröiHusrev Paşa ise bu şartları kabul eyle­ di. Abaza M ehmed Paşa, yeniçeri oca­ ğın ın nüfuzlu ağası olan ve M im ar Ağa damada diye m aru f Hoca M uslihiddin A ğ a’n m kaleye gönderilmesi, ancak bu adam geldiği takdirde kaleden çıkacağı­ nı söylemesi üzerine, isteğine göre hare­ ket olundu. Yeniçerilerin akıl kâhyası durum undaki kurnaz K oca M uslihiddin Ağa içeri gönderilince Abaza Mehmed Paşa adam ları ile birlikte Gürcü kapı­ sından çıkarak (22 eylül 1628) sadrıâzam ile buluştu. Husrev Paşa kendisini ayağa kalkarak karşıladı. V aadi veçhile, ağalarını süvari bölüklerine, altıyüz ne­ fer adamır® da cebeci ocağına kaydettir­ di. Bövlece, bü y ük ve kuvvetli b ir âsi vali olaıı Abaza M ehm ed Paşa ilk defa hük ü m e t reisi bulun an sad nâzam ın eline geçmiş ve neticede isyanı da sona ermiş oluyordu. Abaza M ehmed Paşa’yı sadrıâzam gibi padişah da affettiğinden kendisine Bosna v aliliğ i tevcih edildi.
Abaza'dan boşalan E rzurum valiliği Tayyar Mehmed PaşaVa verildiyse de. padişah, yeniçeri ağası H a lil A ğam ın M ısır valiliğine tayinine dair sadrıâzamm dileğini k abul etmeyince, Erzurum eyâleti H alil A ğ a ’ya verildi. A baza’nın İran şahma m üracaatının neticesi Sadrıâzam Husrev Paşa’nııi Tokat’­ tan hareket etmek üzereyken. A bazanın E rzurum ’u teslim etmek için İranlIlarla anlaşmış olduğuna dair duyduğu şey tam am en asılsız değildi. Abaza Mehmed Paşa. Husrev Paşa’n m sert ve disiplinli şekilde hahreket etmekte olduğunu d u ­ yunca korkuya kapılm ış ve İran şahın­ dan yardım istemek üzere (N aim â C: 2, S: 423, 434, 438) kethüdasını. Ç opur Be­ k ir'i ve K üçük Abaza diye tanınan adam m ı şaha göndermişti. Osm anlı top­ raklarını ele geçirmek için çeşitli im k â n ­ lardan faydalanm aya bakan İran şahı ise. bunu iyi bir fırsat sayarak, Şemsi Han adındaki ku m an dan ının emrine bir kaç bin kişi verip E rzurum ’a gitm ek üzere yola çıkarm ış. Çopur B ekir’i de y a ­ n ında alıkoym uştu. Şemsi H an E rzurum ’a doğru yol a l­ maktayken buranın veziriazam tarafın­ dan m uhasara edildiğini duyunca geri dönm üştü. Şemsi H an Revaıra avdet et­ m ekteyken Kars tarafım tahrip ötmek istediğinden o tarafa doğru teveccüh ey­ lemişti. İşte bu arada İran k um an dan ı­ n ın niyetlerinden haberdar olan Kars valisi Köse Sefer Paşa (Ç opur B e k in » N iğde’de idam ettiği Köse Sefer Paşa başka bir şahıstır) eyâleti askeri ile Kars kulunu yanına alıp sü ra tle bunun üzerine gitm iş ve îr a n lıla n gafil yakalıyarak çoğunu k ılıçtan geçirmiştir. Bu arada esir ettiği Şemsi H an ’ı da serda getirerek, serdarın iltifat ve ihsanlarına n ail olmuştur. BAGDAD HADİSELERİ O naltm cı asrın sonlarından itibaren Osm anlı devlet idaresinde başlıyan bo­ zulm a, elbette sadece merkez teşkilâtına m ünhasır değildi. Devlet m erkezinde bo­ zukluk ve düzensizlikler arttıkça, bazı eyâletlerde de disiplinsizlik ve tegallüb hareketleri göze çarpar olmuştu. Ü çü n ­ cü Mehmed ve B irinci Ahmed zam an ın ­ daki C elâli isyanları, zulüm ve tegallübe m eyyal bazı eyâlet valilerine, niyetleri­ ni tatbik için fırsat ve cesaret verdiği gibi, bilhassa B irinci A hm ed’den sonra saltanatın iktidarsız ellere geçmesi eyâ­ let idarelerinin daha fazla bozulmasına yol açmıştı. İşte, B irinci M ustafa zam a­ nında başgösterip D ördüncü M urad za­ m an ında da devleti meşgul 6den E rzu­ rum 'da Abaza M ehmed Paşa ile Bağdadda Bekir S ubaşrnm çıkardığı hâdiseler, valile rin tegallüb hareketlerine en açık birer m isaldir. Bağdad hâdiseleri 1623 yılında başgöstermiş ve yalnızca eyâlet sın ırlan içinde kalmıyarak* Osm anlı İran harb in in de başlam a sebebini teş­ k il eylemiştir. Bekir Subaşı’n m Bağdad’a hâkim olması M üverrih N a im â’m n «tahtgâh-ı huiefay-ı kiram ve burc-u evliyay-ı âzam» şeklinde bahsettiği Bağdad şehrinde 1623 yılında Y usuf Paşa ism inde bir vezir vali bulunm aktaydı. O sırada Bağdad’da m evcut 12 bin yerli k ulu ile kale azap­ ların ın kum andanı Bekir Subaşı ism in­ de birisiydi. O tarafın yerlilerinden ve eşraftan olan Bekir Subaşı, hem uzun m üddettenberi bu vazifeyi ifa ettiği, hem de bir hayli m al m ü lk sahibi b u lu n d u ­ ğundan fazlaca itib ar ve şöhrete sahip­ ti. K endi adam larını çorbacı ve gedikli yaptığından b ü tü n otoriteyi elinde top­ lam ış ve N aim â (C: 2, S: 266) ııın ifa-desiyle: «Bağdad’m deruıı ve birununa m usallat olmuş beylerbeyinin bir adı kalm ıştı». Kudret ve otorite fiile n Bekir Subaşı’nın elinde bulunduğundan vali Yusuf Paşa iç kaleye çekilmişti. Bu kadar kudret ve itibarın a rağ­ m en Bekir Subaşı’n m m uhalifleri de 1864
vardı. A zaplar yüzbaşısı M ehmed Ağa bunlardan biriydi. Bekir Subaşı bir gün kendisi ile ayni adı taşıyan başka bir m u h alifin i yaklam ak üzere Bağdad d ı­ şına çıktığı sırada, azaplar yüzbaşısı onun oğlunu öldürm ek istedi. A zaplar yüzbaşısı Mehmed A ğa bu gaye ile ha­ zırlanıp faaliyete geçtiği zaman, Bekir Subaşım n B ağdad’da kalan oğlu Mehmed buııdan haberdar oldu. A zaplar yüzba­ şısı Mehmed Ağa. Bekir S u başrn ın ket­ hüdası Öm er A ğayı kendisine taraftar zannedip bazı vaadlerde de bulu n u p p lâ ­ nı tatbik etmek isterken Öm er A ğa vazi­ yeti Bekir Subaşı'm n oğluna bildirdi. B unun üzerine B ekir S ubaşı'm n oğlu Mehmed derhal tertibat alarak azaplar yüzbaşısına karşı hücum a geçti. O da m ağlup olduğundan iç kaleye girerek vali Yusuf Paşaya sığındı. Bekir S uba­ şı’n m oğlu M ehmed ise bu defa iç k a ­ leyi m uhasara ederek azaplar ağasının teslim ini istedi. B ir taraftan da babası­ na acele haberciler gönderdi. O sırada m uhalifi Bekir Ağayı m ağlûp edip kaçı­ rarak Bağdad’a dönm ekte olan Bekir Subaşı m aiyetindeki adam lar arasında bulunan yüzbaşının oğlunu öldürttü. Bağdad’a yetişince de ic kaleyi m uhasa­ ra etti. îvaim â’ya göre, «bu hususta se­ n in sun’un olm adığı m alum um uzdur; l â ­ kin hasm-ı canımız olan yüzbaşıyı bize ver, bizim sana m azarratım ız yoktur» diye Y usuf Paşalfea haber gönderdi. V a­ li Yusuf Paşa ise; kendisine sığınm ış bir kimseyi teslim etmeyi k üçü k lü k adde­ derek yüzbaşıyı onların eline vennediBekir Subaşı, Bağdad iç kalesini m uhasaraya devam eylerken, cesur bir adam olan Y usuf Paşa yanm a bir m ik ­ tar asker alıp kaleden çıkışlar yapar ve önüne gelen Bekir Subaşı kuvvetim k ı­ rarak A raplar tarafından gönderilen za­ hireyi içeriye alırdı. Böyle b ir kaç defa çıkışlar yapan Y usuf Paşa gündüzleri kaleden top ve tüfenk y ağ d ırır,. geceleri de sıkı emniyet tedbirlerine başvururdu. Bir cuma sabahı Bağdad kalesinin İmam-ı âzam kapısı tarafındaki burcun­ da durup topçulara nişan talim i y ap tı­ rırken kalenin m azgal deliklerini hedsf futan Bekir Subaşı tüfenkendazlanm n attığı kurşunla kaşından vurularak b i­ raz sonra öldü. Y usuf Paşa ölünce yüz­ başı Mehmed- Ağa m ukavem et cesareti gSsteremiyerek, aman dileyip kaleden dışarı çıkarak teslim oldu. Yüzbaşı, am an verilmesini m üteakip dışan çık tı­ ğı halde Bekir Subaşı insaniyet kaidele­ rini çift katlı olarak çiğnedi. Yüzbaşı Mehmed Ağa ile ik i oğlunu Dicle neh­ rinde bir kayık içine bağlayıp oturta­ rak üzerine neft döküp ateşletti. O nlar alev alev fecî şekilde yanıp ölürken, .kendisi, oğlu ve maiyeti halkı ile bir­ likte bunu seyretti. Daha sonra iç kaleye girerek hazine ve cebehaneyi zaptetti. Gerek kale dahilinde gerek dışarıda kendisine m uhalefet edenleri öldürttü. B unları yaparken, durum una meşruiyet süsü vererek h alk ı kendisine ba ğlıy ab il­ mek için, Bağdad v a liliğ in in kendisine tevcih olunduğuna dair uydurm a b ir va­ lilik emri tanzim ettirerek halka okuyup ilân etti ve uydurm a em irle paşa u n v a ­ nını da takındı (1623). Bekir Subaşı bu şekilde B ağdad’ııı tamamen hâk im i kesilirken, İstanbul'a karşı da yalana başvurarak, Yusuf Pa­ şa’n m gadr ve kastına uğradığı iç in bu neticenin hasıl olduğunu yazdı. Naim â: (C: 2. S: 271) ya göre; Bekir Subaşı'n ın k âğıdı İstanbul'a geldiği sırada Mere H üseyin Pasa veziriazamdı. Hafız Ahmed Paşa’n m Bekir Subaşı*ya karşı serdarlığı Bekir Subaşı'm n du rum u İstan bul’un m alûm u olunca Diyarbekir valiliğinden m azûl Süleym an Paşa’ya Bağdad eyâle­ ti tevcih edilerek, tayin edildiği vazife­ ye çabucak yetişmesi bildirild i. O da, % w elâ A li Ağa ism indeki m ütesellim ini Bağdad'a yolladı. Fakat Bekir Subaşı m ütesellim i şehre sokmadı. Süleym an Paşa M ard in ’de iken, mütesellim , Bekir Sutfifeı’m n y ap tık ların ı kendisine an la­ tınca, vaziyet acele İstan bul’a aksettiril­ di. B unun üzerine Diyarbekir beylerbevisi Vezir Hafız A hm ed Paşa, Bekir S u ­ başı üzerine serdar tay in olundu. Maraş, Sivas, Musul, K erkük valilerine H a ­ fız Paşan’ın enirine girm eleri teb liğ edildi. H afız Ahm ed Paşa serdarlık em rini alınca Diyarbekir surlarının Dağ-kapısı önüne çadırını kurdurarak asker topla­ maya teşebbüs ederken, b ir taraftan da tecrübeli kimseleri yanm a çığararak ken­ 1865
dileriyle görüştü. Bunlar. Bağdad lıalkı arasında şrile rin b u lu n d u ğun u ve b u n ­ ların İra n ’a m eyyal olduklarını; Bekir Subaşı’n ın sıkışınca İran tarafına geçe­ bileceğini: Şalı Abbas’ın da B ağdad’] zaptetmek için fırsat gözettiğini ileri sürdüler. M ak u l ve ileri görüşlü bir kimse olan H afız A hm ed Paşa da bu noktaları belirterek, şim d ilik Bağdad v a­ liliğ in in Bekir Subaşı’ya tevcihinin m ü ­ nasip olacağını İstanbul’a yazdı. L âk in teklifi kabul edilmeyip, asker ile Bağdad’a yürüm esinde ısrar olundu. H afız A hm ed Paşa bunun üzerine kendi eyâleti askeri ile harekete geçip M u su l’a gelerek bu ra nın valisi Yekçeşm Hüseyin Faşa’ya m ü lâ k i oldu. O aralık Sivas valisi Tayyar M ehm ed Paşa da askeri ile geldiyse de, îstanbuldan a lı­ nan yeni bir emirle. A baza’ya karşı çar­ pışacak kuvvetlere katılm ası b ild ir ild i­ ğinden geriye döndü. D iğer yerlerdeki askerlerin toplanması için M usul’da bir aydan fazla zam an geçiren H afız Ahmed Paşa dalıa sonra oradan hareketle K erk ük ’e geldi. Burada, kendisine B ağ­ dad eyâleti tevcih edilmiş bulun an S ü ­ leym an Paşa ile K erk ük valisi Bostan Paşa’yı ileriye gönderdi. B u n lar Bağdad civarında bir yere geldikleri sırada Bekir Subaşı askerinin bir kısmı ile kaleden çıktı ve üzerlerine geldi. A ralarında ce­ reyan eden çarpışm ada Bekir Subaşı’n m tarafı üstün gelir gibi olduğundan paşa­ lar biraz geri çekildiler. Ertesi gün H a ­ fız A hm ed Paşa da yetiştiğinden h ü k ü ­ met kuvvetlerinin m ik tarı daha da art­ tı. Bu defa Bekir Subaşı’n m başında b u ­ lu n d u ğu Bağdad kuvvetleri m ağlû p ol­ du. O aralık Yekçeşm H üseyin Paşa H afız Paşa’ya hemen Bağdad üzerine y ü ­ rüm esini teklif ettiyse de, İran lıla rın taarruz ih tim a li düşünülerek, böyle bir acele harekete tevessül olunm adı. Bu m üh im nokta h ak k ınd a m üverrih ISTnimâ (C: 2, S: 275) şöyle demektedir: «bağzıları, şayet ordu üzerine kızjlbaş gele diyu tevehhüm ile m ani oldular. Eğer takip olunsa idi, ehl-i B ağdad’ın gözleri korkm uş ve Bekir Subaşı’ya zarurî inkıyad etmişler idi; Bekir Subaşı’yı elle­ riyle tu tu p verm eleri m ukarrer id i diyu bazıları naklederler». O g ü n k ü galibiyet üzerine H afız Pa­ şanın em rindeki orduda şenlikler y a p ıl­ 1866 dı ve ertesi gün için B ağdad'a yürü ne ­ ceği bildirildi. B ağdad’a ilk gireceklere terakki ve dirlik ler vadolundu. Fakat ordudaki yedi sekiz b in sekban onar k u ­ ruş bahşiş verilm eden taarruza kaîkmıyacaklarını açıkladılar. Neticede sek­ banları H afız Paşa’dan ayırm ak isteyen Bekir Subagı’m n onlara onar kuruş v er­ m ek istediği öğrenildi. H afız Paşa bö y ­ le bir p lân karşısında sekbanlara beşer. kuruş vererek kendilerini teskin etti. Bu arada Süleym an Paşa vefat eyledi. H afız Alim e d Paşa’nm Bağdad’ı muhasarası H afız A hm ed Faşa sekbanları balışiş ile tatm in ettikten sonra Bağdada doğ­ ru ilerledi; Dicle nehrinin karşı y ak a­ sına geçti ve şehri «K uşlar kalesi» tara­ fınd an tazyike başladı; Bu arada, kale kapılarım k apatıp içeride m üdafaaya çe­ k ilm iş olan Bekir Subaşı’ya, yanındaki paşalardan b irin i beylerbeyliğe -kabul ile kendisinin de eski vazifesinde k a l­ m asını tek lif etti. Bekir Subaşı bunu k a ­ b u l etmeyince H afız Paşa B a ğ d a d ın et­ rafını çevirerek kale dahiline zahire g ir­ m esini önlemeye çalıştı. Devletine h iz ­ m et duygusu yeriııe kendi m ev k iini ta h ­ kim den başka b ir şey düşünm eyen Be­ k ir Subaşı bu defa İran şahm a m üracaat etti. M üverrih N aim â (C: 2, S: 277) m n ifadesiyle: «Abbas A ğa nam m ukarrebini nâme ile Acem şahm a göııderüp, Osm anlu'dan şekva idüp, eğer gah gelüp Osm anlıyı bu canibden def ederse canı­ m ızı düşm andan tahlis etmiş olur: lacerem Bağdad-ı darülislâm kendülere tes­ lim olunur» diye vaadda bulundu. K udretli bir h ük ü m d ar olan Şah Abbas, İran lıların , O naltıncı asır sonun­ da uğram ış old ukla rı toprak zayiatını telâfiden başka yeni yerler ele geçirm e­ yi de gözettiğinden; Bekir Subaşı’n ın m üracaatını b ir fırsat telâkki etti. Ve K arçıkay H a n ’ı askerine başkum andan yaparak emrine 30 bin kişi verdi. İsken­ der Beg M ün şin in «Tarih-i âlam ara-i Abbasi» sinde (C: 2, S: 695-725) «hân-ı hânân»; Osm anlı tarihçilerinden Peçevî, N aim â ve K âtib Ç elebi’ıım eserlerinde: «hanlar hanı» şeklinde kaydedilen Karçıkay H an ise, evvelâ Hemedan valisi Safi K u li H a n ’ı önden yollayıp kendisi
asker toplamaya başladı. Şah Abbas, K arçıkay han 'ı bu işe m em ur ederken bir taraftan da derhal Bekir Subaşrya em irlik alâm eti olarak «tac» ve «rakam» yâni berat yolladı. D önekliğinde bile sam im î olm adığı anlaşılan Bekir Subaşı, B ağdad’ı sıkış­ tırm akta devam eden H afız P aşa y a bir adam göndererek: kendisinin bu işlerde bir günahı olm adığım ; padişah hizm etin­ de iken gadre uğram ış olduğunu ifade­ den sonra «siz lütfed ip B ağdad’ı düşm a­ na vermeye sây eylemeyin, b ir alçak payelu beylerbeyi gönderin k ab u l ede­ lim » dediğine şahit olundu. B unun üze­ rine Hafız Paşa, Bekir Subaşrdan gelen elçi de yanında olduğu halde paşaları toplayıp meseleyi görüşürken, Bostan Paşa ayağa kalkarak B ağdad'ın kendisi­ ne verilm esini istedi. O sırada elçi «se­ ni kabul etmezler» diye bir söz sarfedince Bostan Paşa kızarak kılıcına yapıştı. O anda Yekçeşm H üseyin Paşa derhal ayağa kalkıp: — Edebinle otur, divanda elçiye k ı­ lıç urulmaz. Diyerek, işe bir haksızlık örneği karışm asını önledi. Zaten bu sözlerden sonra da bir karara v a n la m ıy arak d i­ van bozuldu. Ertesi gün H afız Paşa divanı yine topladığı zam an Bekir Subaşı’nın v ali tay in in i istemekten vazgeçti­ ği öğrenildi. Asi subaşının böyle dav­ ranışı sebepsiz değildi. Z ira kendisine o gün Şah Abbas’dan tac ve berat gel­ mişti. Böylece mesele iy ide n iyiye karışık bir hal alm ış ve Ira n m üdahalesi ta^ hak uk uk etme yoluna girm işti. N itekim Bekir S ubaşfn ın ağız değiştirışinin fer­ dası günü b ir İran elçisi H afız Paşa'ya K arçıkay H an ın m ek tubun u getirdi. K arçıkay H an bu m ektubunda; Bekir H an (Bekir Subaşı) m hâlen İran h im a ­ yesine g irdiğini beyanla, sulhun bozul­ m am ası için H afız Paşa’yı B ağdad öııünden çekilmeye davet etmekteydi. Bu m ektup üzerine H afız Paşa İran elçisi­ ne: — Biz Şahın ülkesinde değiliz, pa­ dişahın bir k ulu âsi oldu h ak k ınd an gel­ meye geldik, sulh niye bozuluyor? Dedi, elçi ise: — Bekir Subaşı Şah tan istimdat et1867 Birçok hâdiselere sebep olan Bağdad’da kale kapılarından birinin yüz sene evvelki vaziyeti r .1 “- »V Bağdad’da Şeyh Ömer türbesi ti: bir kuş bir çalıya sığınsa korunur; bu lıod şah-ı Acemdir. H afız Paşa bu söze şöyle mukabele etti: — Halen ol kuş bizim kafesimizdedir; eğer kurtulup sizin çalınıza varırsa hıfzedin, biz dahi talip olm ıyalım . İran elçisi. H afız Paşarn ın m a k u l ce­ vabı karşısında baklayı ağzından kaçırıp, İran n iye tini açıkça ortaya koyarak: — V allahi sözün doğrusu b u d u r ki; ya kalkar gidersiniz, yahud h an lar ham K arçıkay otuzbin kızılbaş ile üzerinize gelmesi m ukarrerdir, halen Şehriban’a gelm iştir, v aktm ıza hazır olasız. Dedi, H afız Paşa da : —■O nlar sulhu bozarlarsa Âl-i Os­ m an m ük âfattan âciz değildir; cezaları­ n ı görüm ler. Cevabını verdi. Böylece, Bekir Subaşrnın hıyan etinin ik i devleti süra’tle bir harbe götürm ekte old uğu görülüyor­
du. Tabii Bekir Subaşı meselesinden bir fcarb sebebi çıkarmak mesuliyeti tam mânasiyle ıran Ulara aitti. Bekir Subaşı ya Bağdad valiliği verilmesi Hafız Aiımed Paşa’n ın Iran elçisi ile konuşmasın d an sonra Bağdad'a üç yüz tane taçlı kızılbaşm girdiği ve o g ü n ­ lerde Şah Abbas nam ına sikke darbedileceği haber alındı, tran kuvvetleri şehre gelmek üzereyken bir de bunlar yapılırsa, Bekir Subaşı'yı Bağdad’dan çıkarm ak işi şurada kalsın şehir elden gitme tehlikesine maruz kalabilirdi. Bu vaziyet karşısında Hafız Paşa en isabet­ li yolu, Bekir Subaşrya îran lıiardan yüz çevirmekte aradı. Bu da ancak onu tat­ m in etmekle olabilirdi- Onun için Bekir Subaşı’va Rakka eyâleti, oğluna da HilIe sancağı emriııi yazdırarak, onu istim ­ zaç için İmadiye sancağı hâkim i Seyyid H an ’ı Bağdad'a yolladı. Seyyid Han, Be­ kir Subaşı ile görüşerek, söz arasında «bir kaç günlük öm re m ağrur olup bu denlu vebali nice irtikâb edersin?» d i­ ye nasihatte bulununca Bekir Subaşı: «bu yaşımdan sonra ııice olmalıdır?» şeklinde bir sual tevcih etti. Seyyid Han tam söylenecek sırayı yakaladığından, Rakka eyâletini kendisi için, H üle san­ cağını da oğlu için serdardan ahvereceğini bildirdi. Bekir Subaşı ise buna kızıp Seyyid H an’ı yanından çıkarttırıp göz hapsine aldırdı. Nerede ise Bekir Subaşı’n m âni gazabına kurban gidecek vaziyete düşen Seyyid Han ertesi gün kaleden dışarıya bırakıldı; Serdar H a ­ fız Aiımed Paşa da böylece Bekir Subaşı’nm Rakka eyâletini kabul etm ediği­ ni öğrendi. N aim â (C: 2, S: 280) ya gö­ re; Hafız Aiımed Paşa İstanbul’da cü­ lus vaki olduğunu ve Sultan. M uradm tahta geçtiğini bugün öğrendi. İstanbuldan gelen kapıcılar kethüdası kendisine kılıç, kaftan ve serdarlık beratını getir­ di. A yni zamanda şiir de yazan Hafız Ahmed Paşa bu münasebetle «taht-ı sa­ adette sefa Sultan M uradındır» mısraı ile Dördüncü M urad’m cülûsuna tarih düşürdü. Bekir Subaşı başka bir eyâleti k a ­ bul etmediğine göre, onu tatm in için Bağdad’ı tevcihten başka çare yoktu. Bu sebeple Bağdad valiliğine tayin em ­ rini yazdırıp Harpaıt beyi K üçük İbra­ him Bey ile gönderdi. İbrahim Bey, bir de serdarın, Bağdad’ı iyi m uhafaza et­ mesi hususunda tavsiyelerini ihtiva eden m ektubunu da Bekir Subaşı’ya verdi. Bekir Subaşı bundan m em nun kalarak İranlılara müracaat ettiğinden dolayı pişm anlık duydu. M aamafih, v alilik be­ ratının yazılm asından bir ik i gün önce Safi K u li Han Bağdad'a gelerek kaleye dahil olmuş bulunduğundan, Bekir (Su­ başı) Paşa onu bir kaç gün ziyafetlerle oyaladı. Nihayet. N aim â (C: 2 S: 280281) n m kavdı veçhile aralarında şu muhavereler cereyan etti. Safi K uli Har. : — N im et ziyade ola; ziyafet tamam oldu. Bağdad ki, vaad ettikleri üzere teslim olunm ak gerektir; bizi Şah bu hususa gönderdi. Bekir Paşa ise : — Sahııı ve H anın öm ürleri uzun ola; Osmanlı galebesinden kurtardınız. Biz şahın edna bendesiyız. Hediye-i fa ­ kiranemiz ile hâzinem izi hakipayi Şaha ulaştırıp bizden k u llu k arz idesin. Diye haber yollayınca Safi K uli H an kızdı ve — Bu kongaygidi (pezevenk mânasmdadır) ne herzesin yer! Meğer bizim şahımız oğlancıkm ıdır ki böyle kelımat ile firip verir? pes bizi bunda m aska­ ralığa m ı davet eder? Dediği gibi ayıica vaziyeti Şah Abbas’a da bildirm iştir. Safi K u lu H an’a bu cevabı veren Bekir Paşa Şah’m gönder­ d iği üç yüz kızılbaşı yanm a getirterek onların gözleri önünde Şah Abbastan ge­ len tacı tekmeledi. Sonra onlara dönüp: — Padişalı hazretleri cürm üm üzü affedip Bağdad eyâletini bize vermiştir, varup gidin şahınıza ahvali bildirin. Olm ıya ki Bağdad üzerine asker göndere; vermek ihtim alim yoktur, sonra nadim olur, dedi. Bu sözler karşısında km lbaşlardaıı bazıları dikçe konuşmaya teşebbüs edince, buna teşebbüs edenlerin k arınla­ rını yardırıp kale bedenine başagağı as­ tırdı. B unun üzerine diğerleri Bağdad’dan çıkıp gittiler. 1868
Bekir Paşa üçyüz İranlıyı böylece savdıktan sonra Serdar Hafız Ahmed Paşa'ya bir m ektup yazarak Bağdad ö- nünden çekilip Divarbekir’e gitmesini istsdi. Hafız Paşa da o gün harekete geçip M usul’a çekildi. DÖRDÜNCÜ M U R A D IN SALTAN M İN İN İLK ON İSTANBUL VE ANADOLU AHVALİ Oniki yagıııda tahta geçmiş olan Dördüncü M uradm onaltı buçuk yıl k a ­ dar devam eden saltanatının ilk on sene­ si zarfında, Anadolu ve İstanbul’da tam bir sükûn h ük ü m süremedi. İstanbul’da sükûn mevcut gibi görünürken Anadolu nun her haııgi bir köşesinde; veyahut da A nadolu’da sükûnet avdet eder gibi olurken İstanbulda dağdağalı hâdiseler cereyan etti. A n ad olu’nun sükûnunu bo­ zan hâdiseler m eyalım da, Abaza Mehnıed Paşa isyanı gibi büyük tegallüb davaları. Üçüncü Mehmed ve Birinci Ahmed zam anındaki Celâliler örneğinde asilik hareketleri, hattâ kapıkulu askeri­ nin sefer esnasındaki huzursuzlukları sayılabilir. İstanbul'daki huzursuzlukla­ rı çıkaranlar da, daha önceki h ü k ü m ­ darlar devrinde olduğu gibi yine k a p ı­ kulu zümresidir. İsyan, tegallüb ve zorbalık gibi h â ­ diselerin am illerini esas itibariyle, im ­ paratorluk nizam larının bozulmasında aramalıdır. Onun içindir ki, bunlara ait ana sebepler de, üçüncü cildim izin 1398, 1493, 1505, 1674 üncü sayfalarında aske­ rî nizam ların bozuluşu ve celâli isyanla­ rının sebepleri m evzularının dışında k a ­ lan şeyler değildir. Maam afih, işaret sdilen. sayfalardaki bilgilere Dördüncü M urad’ın saltanatının ilk on senesinde­ ki hususî durum unda ilâve etmek ge­ rekir. Biraz yukarda söylendiği üzere, Dördüncü Murad oniki yaşında tahta geçmiş, olduğu cihetle, devlet işleri baş­ kaları tarafından yürütülm ekteydi. Onun nam ın* sözlerini geçirenler, annesi K ö ­ sem (Mahpeyker) Sultan ile kızlarağası Mustafa Ağa idi. S ultan M urad hayli küçük yaşta padişah olmasına rağmen devlet işlerine alâka gösterir ve her işi anlamaya çalışırdı. Zeki, çabuk kavra­ yışlı olan Sultan M urad’ın hafızası da kuvvetliydi. Osm anlı tarihinde saltanat ve hüküm et işlerine tesir ve m üdahale­ lerde bulunan saray kadınlarının en dik ­ SENESİNDE kate değerlerinden biri olan padişahın annesi Kösem Sultanîn; Sultan M urad’ın yaşm nı küçük olduğu devrede m ühim şahsiyetlerden taraftarlar tem inine ehemmiyet verdiği anlaşılıyor, ihtim al, kapıkulu askerinin zorbalık yapabilece­ ğini gözönünde bulundurduğu için, To­ pal Keceb Paşa gibi bu sınıf askerin tut­ tuğu adamlara m ukabil, kendisi de ayrı bir grupu desteklemeyi lüzum lu gör­ müştür. Kendisi ve oğlunun tuttuğu Ha£:z Ahmed Paşa’nm , Bağdad hâdiseleri­ nin arkasından azledilince İstanbul’a getirtilerek kubbe vezirliğinde istihda­ m ını ve Birinci A hm edin kızlarından Ayşe Sultan ile evlendirilmesini böyle bir düşünceye bağlam ak m üm kündür. Dördüncü Murad, kapıkulu zümresi­ nin, zorbalığı eti ileriye götürdükleri bir devrede padişah olmuştur. Böyle oldu­ ğu halde saltanatının ilk b ir kaç senesi zarfında, İstanbul halkı ve saray, b u sı­ n ıf askerin zorbalığını Birinci Mustafa devresindeki kadar çekmemiştir. Bunun sebebi, Abaza isyanı, Bağdad hâdisele­ ri ve İran harbi gibi meseleler y üzü n ­ den kapıkulu askerinin m ühim kısm ının İstanbul’dan uzakta bulunm asındanöır. L âkin bunların İstanbul’da kalan kısmı zaman, zaman bazı fesat hareketleri ter­ tiplemekten geri kalm adılar. Meselâ 1625 yılında bir sipahi ayaklanması (N aim â C: 2, S: 355) sonunda Defterdar Y ahni K apan Abdülkerim Paga idam olundu. Bayezid imaretinde k a m ın ı doyuran bir medrese talebesi iken Defterdar Ekmekci-zâde Ahmed Paşa’ya intisap ile onun vasıtasiyle m alî işlerde uzun m üddet çalışan Yahni-Kapan A bdülkerim E fen­ di, birincisi S ultan M ustafa zamanında, İkincisi de Sultan M urad zam anında B a­ ki Paşa’yı m üteakip iki defa başdefterdar olmuştu. İşte bu uzun hizmet y ılla ­ rı zarfında hay li servet de temin etmiş olan Yahni-Kapan A bdülkerim Paşa idam edileceği zam an parasının yeri söy­ letilm ek için vücudu kızgın demirlerle 1869
hiplerinden çoğu, bile bile hata lı ve k ö ­ dağlatılm ış ve böyiece öğrenilip elde etü işlere tevessül eyliyorlardı. Nitekim. dilen m alı m îrîye kaydolunm uştur. M ehmed Efendi do ğru luk la çalışm asına Başdefterdar Yahni-K apan Abdülbir sene dahi devam edemedi. kerim Paşa gibi, askerlerin zorb alıkla­ rına kurban giden ik inci m üh im şahıs Veziriazam Husrev Paşa Abaza M eh­ G ürcü M ehmed Paşa’dır. Ağustos 1626 med Paşa'nm isyanını bastırıp, Abaza'yı da Receb Paganın tahriki ile ayaklanan da vam na alarak 9 kasım 1628 de İstan­ sipah ve yeniçeriler, sadaret kaym akam ı b u l’a geldiği zaman, gösterdiği m uv affa­ G ürcü M ehm ed Paşa'iım Bağdad seferi­ kiyetten dolayı padişahın, fazlaca iltifa ­ tına m azhar olmuştu. Aslında sert tabiat ne im d at etm ediğini söyliyerek k atlini istemişlerdir. Z orbaların dilekleri yeri- - lı olan Husrev Paşa bunun üzerine da­ ha da şidd-etli b ir tavır takınm ıştı ki, ne getirilm iş, fak at daha sonra padişah b ıi fesatta eli olanlardan sekbanbaşı Mibu arada yeniçeri ağasım azletti. Y eni­ çeri ağasım azledince ocağın iç işlerine haliçli Sarı M ehmed Ağa, yeniçeri zor­ balarından Lofça’lı Ömer. Camcı-zâde tam m ânasiyle karışm aya başladı. Bu A hm ed Çelebi ve daha bir kaç kişiyi icümleden olarak yeniçeri defterlerine dam ettirmiştir. vaziyet ederek istediği acemi-oğlanı ve S ultan M urad, annesinin vesayeti sair kimseleri ocağa kaydettirm ek iste­ altında b u lu n d u ğu sırada bile devlet iş­ di. Fakat yeniçeri k âtib i M ehm ed E fen­ lerine alâka gösterirken doğruluk ve di. sert ve haşin veziriazam a itiraz ede­ düzenin h âk im olm asını isterdi. Meselâ, rek cesaretle karşı koydu. M üverrih NaHusrev Paşa 1628 nisanında sadrıâzam im â (C: 2, S: 442) n ın kaydına göre, olduktan ik i ay kadar sonra ordu ile AVeziriazam Husrev Paşa ile yeniçeri k â ­ n ado lu’da bulunm aktayken yeniçeri k â ­ tibi arasında şöyle bir konuşma cereyan tibi H üseyin E fendiyi azledip Îstanbuîa etti-: göndermişti. O n u ıı yerine üçüncü defa — Devletlu vezir, ben k ulunuza yeniçeri k âtipliğin e getirilen M ehmed Epadişah hazretleri şöyle tenbih b u y u r­ fen di’ye S ultan M urad, yeniçeri künye­ dular ki; kendülerin m alûm u olm adıkça lerinin suistimale yol açmıyacak şekilde deftere vaz'ı kalem etmiveyım. düzgün tutulm ası hususunda şöyle (N a­ Husrev Paşa buna hiddetlenerek: m a C: 2, S: 422) demişti T «Malkoç E— Bre herif, ben padişahın m utlak fendi zamanından, yeniçerilerin defter vekili ve veziri değil m iyim ? Elbette ya­ esamileri m uhtel olup m ürde yerine geç­ zacaksın. m ek çoğalıp. etfa!-i reâya ve ırgad-ı beYeniçeri k âtib i M ehm ed Efendi bu raya cümlesi yeniçeri defterine g'eçüp defa sad nâzam m eteğini öpüp yalvara­ adedleri m evfur ve hızâne-i âmireye za­ rak: rarları nâm ahsur olmuştu. G örelim se­ — S ulta nım ben başım dan korka­ ni ne güne hizm et edersin. Z in h a r ve rım , vaz’ı kalem edemem ve kendim i bu zinhar benim iznim olm aksızın deftere hizmetten ihtiyarım ile azl ettim. Bu hiz­ bir esame geçürmiyesin. K alem i ve def­ m eti Sahib-i devlet hazretleri b ir gay­ teri bir hoş hıfz ve istikam et üzere eyri dailerine tefviz buyurup bu kulla rın ı liyesin. Eğer b ir hıyanetin ve emrime afv etsünler. m u gayir bir hareketin zuhur ederse ba­ M ehmed Efendi b u sözleri söyliyerek şını keserim». Padişahın b u sıkı tenbisadrıâ 2 am m arzusuna göre vazifesine de­ hatı ve Mehm ed E fendi’n in de doğru­ v am edemiyeceğini kesin şekilde beyan lu k la hareket etmesi üzerine, yeniçeri edince; usulsüz olarak deftere yazıld ı­ defterlerindeki sahte esamilerin çoğu ğından ulufesi kesilenlsr onuıı çadırına m eydana çıktı. hücum ile: Ne çare ki, genç padişahın sıkı em ­ — Bre zalim , padişaha yaranm ak rine ve yeniçeri k âtib in in dürüstlüğüne için bizim ekm eklerim izi kesip ve esa­ rağmen, yeniçeri defterlerindeki sahte­ m im izi ç a ld ın 1 . Senden evvel gelen yeni­ k ârlığ ın tam m ânasiyle düzeltilm esi ve­ çeri efendileri etm edikleri gadri sen ey­ ya doğruluğun uzun m üd det devam ı im ­ ledin. kânsızdı. Zira, bu dürüstlüğü herkes gös­ Diye bağırdılar. Neredeyse adamcaterm iyor ve bilhassa yüksek m akam sa­ 1870
■ğızm canına kıyacaklardı. M ehmed Efen­ di, dürüstlüğü yüzünden işinden, a y rılın ­ ca, sadrıâzam bunu padişaha, «k u l taifesi istemedi de ondan işinden ayrıldı» d i­ ye aksettirdi. M shm ed Efendimden son­ ra Sadrıâzam kendi adam larından Os­ m an Efendi adındaki şahsı yeniçeri k â ­ tibi yapm ak suretiyle m uradına n ail o l­ du, Osman E fendi yeniçeri defterlerinde işine geldiği şekilds oynayıp sadrıâzam ın istediği kimseleri defterlere kaydet­ ti. K apikulıı askerinin mevacifa yüzünden ayaklanması Veziriazam Husrev Paşa B a ğ d a d ı kurtarm ak üzere serdar tâyin ed ild iğin ­ den 1629 ssnesi m ayısının 11 inde alay ile Ü sküdar'a geçti Veziriazam sefere m em ur edilirken ikinci vezir Receb Pa­ şa İstanbul’da kaym akam kalm akta, K.aptan-ı derya H asaıı Paşa da A kde­ n iz’e çıkmaktaydı, Husrev Paşa Ü sküdar’dan hareket etmeden önce k ap ık u lu askerine m eva­ cib yani üç ayda bir verilen m aaşları dağıtıldı. Defterdar Ebu-bekir P a şa n ın verdiği paraların ayarı düşük o ld u ğu n ­ dan, evvelâ sipah zümresi bu n ları k a­ bul -stmiyerek «halis-ül-ayar akça iste­ riz» diye ayaklandı. Askerin ayak lanm a­ sı üzerine gazaba gelen Veziriazam H us­ rev Paşa, zorba başılardan R u m M eh­ med, D ağlar Delisi, M ütesellim Meiımed ve daha bazılarım katletm ek istedi. A s­ kerin maaş ve küııye defterlerini getir­ terek zorba başıların künyelerini kendi eliyle bizzat çizip karaladı. L â k in idam etmek istediği adam ları eîe geçirip ö l­ dürmesi m ü m k ü n olm adı. Z ira birbirini sımsıkı tutan k ap ık u lu askerleri veziri­ azamın istediği şahısları ortaya çıkarıp ele vermediler. Husrev Paşa bu defa sipah züm resinin b ü y ü k bir kısm ını k ır ­ m ayı düşündü ise de, sipah zümresinden geniş çapta yapılacak id am lar karşısın­ da yeniçerilerin harekete geçmesinden korktu. Veziriazam, b ir an iç in sefere çıkarken bu derece gazaplanm anın le­ hinde bir netice verm iyeceğini düşündü ve şaşkınlıktan kıvranm asına rağmen, id am larını em rettiği kimseleri affetti. Defterleri bir daha getirterek silinen k ü n y e le ri' kendi eliyle tekrar yazdı. B u­ nun üzerine saklanan zorbabaşılar gelip veziriazamın elini öptüler. Husrev Paşa’m n azüne yeniçerilerin muhalefeti B ağdad’ı kurtarm aya m em ur edilen Husrev Paşa, İstanbul’dan bu gaye ile hareketinden itibaren geçen iki buçuk senelik m üddet zarfında bir hay li kan dökülmesine rağmen m üsbet bir iş gö­ rememişti. Bu bakım d an kendisi azledi­ lerek H afız Alım ed Paşa ikinci defa sadrıâzam lığa, padişahın m usahibi Haşan H alife de yeniçeri ağalığına tâyin edil­ di. A zil em rini getiren çavuş Husrev Pa­ şayı D iyarbakır’da buldu. Husrev Paşa, haşin tabiatlı ve icabında çabucak adanı öldürtmesine rağm en k apı k ulunun menfaatlarm a dokunm adığı için onların ho­ şuna gitm ekteydi. Bu sebeple, on u n az­ li yeniçerilerin hiddete kapılıp ayaklan­ m aların a yol açtı. N aim â (C: 3, S: 80) n u ı kaydına göre, yeniçeriler şöyle söy­ lendiler: «— Bu kadar belâ ve m ihnet çeküp düşm andan ahz-ı in tik am edecek m a­ halde senin azline sebep olan k im dir? Bize benden gayrı serdar gerekmez». Sonra da em ri getiren çavuşu öl­ dürm ek niyetiyle aradılar, çavuş k açtı­ ğı için bulam adılar. Husrev Paşa İstan­ b u l’dan uzakta bulun duğu cihetle m ühr-ü hum ayun u yeniden elde etmek için bir şey yapam azdı. Bu bakım dan ona yeniçerileri teskin etmek düştü ve: «— Biz padişaha âsi değiliz, m u h a ­ lefet iy i değildir, em ir kendinindir. Ben ve siz cümle onun bendeleriyiz; her k i­ m i dilerse istihdam eylesinler» dedi. Yeniçeriler, «biz seni yine sadrıâzam y aptırm ak üzere padişaha rica edelim» dedilerse de, Husrev Paşa onları sü k û ­ nete kavuşturdu- Sonra D iyarbakır va­ lisi Tayyar M ehm ed Paşa’y ı gerine ser­ dar vekili bırakıp, defterhaneyi m ü h ü r ­ leyerek Defterdar Öm er E fendi’n m ida­ resinde kaleye koyduktan sonra D iy a r­ b ak ır’dan ayrıldı. 1871 Sipahi zorbalarının A nadolu’daki faaliyetleri S ipahilerin zorba takım ı A nad olu’-
» nun m u htelif köşesine dağılm ıştı. Bunlar b ulun duk ları yerlerde halk ı haraca ke­ sip m ın tık a n ın idare adam larım din le ­ m iyorlardı Sipahi zorbaları Husrev Paşa’n ın azlinden sonra faaliyetleri daha fazla göze batmaya başladı. Husrev Paşa onları sıkıştırm adığı için sipahiler ser­ bestçe harekete im k ân bulm aktaydı. H albu k i o azledilince arkadan bir sık ılı­ ğın gelebileceğini hesaplıyarak bunun acısım çıkarm aya çalıştılar. Z âten Husrev Paşa D iyarbakır'dan ayrıldıktan, sonra k ap u k ulu askerleri ayaklanarak D efter­ dar Öm er Paşa'dan para istediler. Def­ terdar askerin isteğini yerine getirm e­ di ve bir gece kaçtı. B undan sonra k a­ p ık u lu efradından bazıları D iyarbakır halkına eziyete başladılar. Zorbaların esas azılıları ordunun bir hay li uzağındaki yerlerde faaliyette b u ­ lunm aktaydı. Sipahi zorbalarının en b ü ­ y ük elebaşısı D ağlar delisi Süleym an adını taşıyan şahıstı. Beyşehri. seydişehri, Bozkır ve Lareııde (Karam an) sipahileri ile sair sergerde takım ı bu adam ı baş tanım aktaydı. Yaşlıca bir kimse olan D ağlar Delisi S üleym an ölünce akraba­ sından Deli İlâ h î onun yerine geçerek Seydişehri’nde oturdu. Deli İlâh i h ü k ü ­ m et em irlerini kat’iyyen dinlemezdi. Y i­ ne sipahi zorbalarından R um Mehmed, K onya’ya gelerek yerleşti. Ve K onya’yı A baza M ehm ed Paşa’ya karşı m üdafaa etmiş olan m erhum K âtib M ustafa Çelebi’n in zevcesini n ik âh ederek taraftar­ larını çoğaltm aya çalıştı. M üv e rrih Kâim a (C: 3, S: 82), R um M ehm ed’in ta­ raftar toplam ak için başvurduğu k u r­ nazca usûle dair tafsilât vermektedir. M ezkûr m üv errihin anlattığı m isallerden R um M ehm ed’in fak ir tabakayı kolay­ lık la avladığı anlaşılm aktadır. R um Meh­ m ed’in ad am larının m ik tarı arttıkça K onya valisinin nüfuzu azaldıkça azaldı. K âtib Çelebi’nin «Fezleke» sindeki k ay­ da göre, iş sahipleri v a lin in konağı ye­ rine R u m M ehm ed'in evine uğrar hale geldiler. Z ira her gün m untazam divan kurup şikâyet dinler ve kendinden em irler verirdi. ' Bu zikredilenlerden başka Baba Çi­ mer ism indeki bir zorba Afyonkarahisar’a, Km alı-oglu n am ındaki şahıs A y ­ dına, K ör A li Eskişehir ve İn ö n ü ’ne, Köse Şaban İsk ilip ’e yerleşip etrafına hükm eder oldular. A sılları devlet hazî­ nesinden maaş alan sipahi takım ından olan bu şahıslarla onlara avanelik eden­ ler um um iyetle S ultan Osm an hâdisesin­ den sonra yavaş yavaş faaliyete geçip bir C elâli zümresi haline gelmişlerdi. Husrev Paşa n ın sadaretinde daha rahat şekilde çalıştıklarından, onun azli işle­ rine gelmemiş, azle sebep olanlara diş bileyip hak ların d an gelmek ve Husrev Pâş;g£ı yeniden sadrıâzam yapm aya gay­ ret etmek üzere aralarında haberleşm iş­ lerdi. Böyle bir karara varan sipahi zor­ balarının İstan bul’da da adam ları vardı. K a p ık u lu askerlerinin İstanbul'a dönmesi S ultan M urad’m tahta geçtiği za­ m andan beri A nadolu tarafında hâdise­ ler eksik olm am ıştı. A baza M ehmed Paşa’ya karşı kuvvet sevkedildiği gibi, b il­ hassa Bağdad hâdiseleri ve buna İra n ­ lIların m üdahalesi daha m ü h im sayıda askerin Ira k tarafında tutulm asını icap ettirm işti. İşte bu seferler dolayısiyle kapık u lu efradının bü y ük kısm ı da or­ duya iltih a k ettiğinden. İstanbul halkı ve Saray, B irinci M ustafa zam anında­ ki kadar kapık u lu züm resinin tazyikini hissetmemişti. F akat Husrev Paşa’n ın az­ linden sonra alınan bir karar üzerine, İstanbul’un nisbeten sükûnetlice sayıla­ bilecek bu durum u değişiverdi. Hafız Ahm ed Paşa sadrıâzam olunca vezirler, şeyhülislâm , devlet erkânı ve İstanbuldaki ocak subaylarının iştirakiyle vezi­ riazam sarayında bir toplantı yapıldı. Padişahın, askerin durum u (N aim â, C: 3, S: 83) h ak k ınd a sorduğu sual üzerine, seferdeki askerin vaziyeti m üzakere edildi. A skerin son senelerde İstanbul d ı­ şında kışladığı, bilhassa H em edan sefe­ ri ve Bağdad muhasarası dolayısiyle çok zahmet çekip zayıf düştükleri için k a­ p ık ulu askerinin İstanbul’a getirilmesine ittifa k la karar verildi. Neticede 18 kasım 1631 tarih i ile b ü tü n k ap ık u lu n a davet m ektupları yazıldı. D iy arb a k ır’daki süva­ ri ve piyade b ü tü n k ap ık u lu askerleri İstanbul'a geldiği gibi, A nad olu’nun m uh telif köşelerinde bulu n an k ap ık u lu n a da­ hil sipahi zorbaları yanlarındaki sair si­ pahilerle birlik te ve maaş alm ak baha­ 1872
nesiyle hük üm e t merkezine döndüler. Böylece. N a im â'n m ifadesiyle: «Belde-i İstanbul m alam al oldu. Hususa, darbhane civarında olan kurşunlu h an ve sair hanlar. hâli yerler zinde sipahi eclâfı ile dolup, fitnenin çıkm asına istidat hasıl oldu*. Keceb Paşa’nın tahriki ile çıkan ayaklanm a Husrev Paşa’n m azlinden sonra Ha iız Ahm ed Paşa’n ın veziriazam y a p ıl­ m asını Receb Paşa bir türlü hazmedeme­ di. Esasen Husrev Paşa’m ıı sadrıâzamlığı bile onun pek hoşuna gitm em işti. Z i­ ra kendisi Husrev Paşa’dan kıdem li idi. H.'.'jİİ Paşa sadaretten azledildiği zaman bu vazifenin kendisine t vcih edilece­ ğin: um m uş, fakat H a lil Paşa’yı takiben sadrıâzam yapılan Boşnak Husrev Pas:; kendi g'rupuna da h il buias’duğundaıı Sf sin: çıkarm am ıştı. Husrev Paşa’n m az lin i m üteak ip isp. hem kendisi atlanm ış, Iıem de rak ip grupa dahil bir şahıs a d ­ dettiği H afız Ahmed Paşa m ühr-ü hum ayuna sahip olm uştu. Husrev Paşa’m n sadareti sırasında kubbe vezirleri şöyle bir sıra (N aim â C: 2, S: 441) takip et­ m ekteydi: Receb Paşa ikinci, Hafız Ahmed Paşa üçüncü, H a lil Paşa dördüncü, M ahm ud Paşa beşinci. B ayram Paşa a l­ tıncı, K enan Paşa yedinci, Hüseyin P a­ şa sekizinci, Kaptaıı-ı derya Haşan P a­ şa dokuzuncu vezirdi. Bu durum a göre, kubbe vezirleri içinde sadaret m a k a m ı­ na en yakın olanı kendisiydi. Şayet m untazam bir sıra takip edilse Husrev Paşa'dan sonra hakikaten Receb Paşa­ n ın sadrıâzam olması iktiza ederdi. H a l­ buki bir asrı bulan zam andan beri bu sıraya um um iyetle pek riayet edilm e­ mekteydi. Ü stelik Receb Paşa kubbe ve­ zirliğinde ikinci vezir rütbesini taşırken kendisinden sonraki sırayı işgal edenler­ den iki kişi Husrev Paşa’dan önce sada­ ret m ak am ını işgal etmiş şahıslardı. Bu durum a göre; Receb Paşa şahsî ihtiras­ larını tatm in uğruna, m em leket ve dev­ let nizam larının bozulup çiğnenmesin^ dahi göze alarak meş’um b ir oyuna baş­ vurm uş oluyordu. O sm anlı m üv errihlerin in u m u m i­ yetle belirttiklerine göre; sadrıâzam ol­ m ak isteyen Receb Paşa bu arzusunu a ­ çıkça ortaya koymadı. Husrev Paşa’ıu;ı azlini bahane ederek sipahi zorbaların] ve Husrev Paşa’nın taraftarlarım tahrik eyledi. Solak-zâde tarihinde (sayfa: 750) kaydedildiğine nazaran; Receb Paş; Husrev Paşa’ya m ektup göndererek fe ­ sat tertibi hususunda el altınd an onunla anlaştı. Bu sırada, sipahilerin zorba ta ­ k ım ı da dahil bulunduğu halde, k apık u ­ lu askerinin süvari ve piyadesi İstan­ bul'a dolm uş olduğundan şehirde tahri­ ke m üsait bir hava m evcuttu. Saka Mehmed. Cin A li. M ahm ud Ağa-oğlu, Salih Efendi. E m ir Halife, Osman. Bıçakcı-oğlu, K ütahyalı K alem Bey, Nazlı Muslu. R u m Ahmed ve daha bazı kimselerden m ürekkep zorba başılar fitne çıkarma]; için bahane aram aktaydılar. Rum eli ta ­ rafından gelmiş olan Saka Mehmed, Sa­ lih Efendi ve daha bazı Boşnak ve A r ­ n avut zorbaları Receb Paşa’n ın adamlarıydı. Zaten Husrev Paşa k ap ık u lu ef­ rad ının gönlüne göre hareket ettiğinden bu zümre kendisini tutm aktaydı. Bu b a ­ k ım d an Receb Paşa’n m giriştiği tahrik derhal tesirini gösteriverdi. 1041 senesi recebi (m ilâdi: 23 ocak 22 şubat İ632) içinde k a p ık u lu sipahi­ leri A tm e vd anı’nda toplanarak; «Husrev Paşa gibi bir veziri — ki sayt ve savleti Aceme velvele salmış idi — azl ettir­ meğe sebep olanlar padişahın ve devle­ tin dostu değildir» gibi sözlerle velvele kopardılar. A y n c a şeyhülislâm Yahya E fendi (Hoca-zâde Esad Efendi 1625 te vefat edince yerine ikinci defa olarak bu Zekeriya-zâde geçm işti), Sadrıâzam H afız A hm ed Paşa, o sırada yeniçeri ağası bulu n an m usahip Haşan Halife, m usahip M usa Çelebi ile b irlik te onyedi kişinin isim lerini ihtiv a eden bir lis­ teyi padişaha gönderdiler. Ve Husrev Paşa’vı azle sebep o lanlar bunlardır, b i­ ze teslim edin de pâreliyelim dediler. Sipahiler A tm e ydam ’nda toplanın­ ca yeniçeriler de onlara iltihak eylediler. Böylece m eydandaki asker kalabalığı m uazzam m ik tarı buldu. H alk da bu va­ ziyetten endişeye k apıldığın dan dü k k â­ n ım kapatan evine çekildi. S ultsnahm ed’deki kalabalık oradan harekete geçerek üç gün üstüste saraya hücum ettiler. Sarayın dış kapısını teşkil eden Bâb-ı hu m ây u n önüne geldikleri zaman, «bugün sabredin yarın cevap ve­ 1873
rilir» şeklinde sözlerle savıldılar. Bu su­ retle oyalanan askerler dağılmsyarak ge­ ceyi A tm e ydaııı’n da geçiriyorlardı. N i­ hayet üçüncü gün g ü rü ltü y ü daha fazla­ laştırarak Bab-ı hüm ây u n d a n sarayın birinci avlusuna girerek Orta-kapıya ka­ dar ilerlediler ve ulem ayı oraya davet ettiler. A yaklanm ış olan asker güruhu saray avlusuna dolarken Vezir Bayram Paşa. S ad n âzam H afız A hm ed Paşa’ya haber göndererek, tehlikeye işaret etmiş ve di.van g ü n ü diyerek saraya gelmemesini, saklanarak bir yerde oturm asını ve an ­ cak to pluluk dağıldık tan sonra m eyda­ na çıkm asını bildirm işti. Bayram Paşa’daıı haber götüren adam sadrıâzam a aslanhane önünde rastladı, kendisine edi­ len tenbihatı sadrıâzama nakledince; H a ­ fız A hm ed Paşa gülerek: «—- V ar bizden selâm eyle, zuhur edecek kaza-i m üb re m i rüyam da m üşa­ hede eyledim, ölüm den gam çekmem». Dedi ve yine atını sürerek Saray-; âm ireye doğru yoluna devam etti. Bab-ı h üm ây û n d an içeri girince oradaki as­ kerler ikiye ayrıldı. H afız A hm ed Paşa, askerin kendisine selâm vermek gaye­ siyle böyle davrandığını zannederek on­ lara selâm verdi ve ağır ağ ır ilerlem esi­ ne devam etmek istedi. H albuk i askerin fitn e takım ı k o y u n ia n n ı ve ceplerini taşlarla doldurm uşlardı. O arada b ir si­ pahi ileri çıkıp; «— Bre urun!» Diye bağırdı ve bir anda taş y a ğ m u ­ runa tutuldu. H afız A hm ed Paşa atın ­ dan yere yık ıld ı; bereket versin ki m a i­ yet hademesi olan şatırlar atik d av ra­ nıp koltuğuna girdiler ve sür’atle hasta­ lar koğuşuna soktular oradan da sara­ yın iç kısm ına kaçırdılar. Sadrıâzam böylece k urtulurk e n yanındaki şatırlardan biri sipahilerin hançeri altında can ver­ di, biri taşlarla yaralandı, geri k a la n la ­ rı sair paşalar ile birlikte saraya iltica ettiler. H afız A hm ed Paşa âsilerin önünden bu şekilde k u rtarılırken kaftanı y ır tıl­ m ış ve başından mücevvezesi düşm üştü, içeride bostaııcıbaşım n getirdiği kaftan ile mücevvezeyi giydikten sonra padişa­ h ın huzuruna çıktı. O lu p biteni an lata­ rak m ühr-ü h üm ây u n u öpüp S ultan Murad’a teslim etti. Padişah duyduğu şey­ 1874 lerden müteessir oldu ve gidip saklan­ ması için kendisine izin verdi. H afız A h ­ med Paşa huzurdan çıJnııca doğruca Yalıköşküne indi, kıyafet değiştirip bir k a ­ yığa binerek Ü sküdar’a kaçtı. Sultan M urad ’ın ayak divanı yapmaya mecbur kalm ası H afız A hm ed Paşa hastalar odasın­ dan sarayın iç kısm ına kaçtığı sırada âsi askerler de Orta-kapıdan içeriye gi­ rerek divanı h üm ây u n Önüne geldiler ve : «— Padişaha sözümüz vardır, divana çıksın!» Diye bağırm aya başladılar. Böylece vaziyetin hay li nezaket kesbettiği g ö rü l­ mekteydi. K urnaz ve tedbirli davramlmazsa S ultan Osm an hâdisesine benzer şeylerin cereyanına ram ak kalabilirdi. Bereket versin ki, âsiler padişaha sözü­ m üz vardır diye bağırdıkları sırada iç ­ lerinden birisi. S ultan O sm an v a k ’asmda olduğu gibi şehzadelerden b irin i is­ tiyoruz diye "bağırmadı. M aam afih, S u l­ tan Osm an v a k ’asm daki gibi askere red cevabı verilm em iş ve onları daha çok çileden, çıkaracak bir vaziyet ihdas edil­ memişti. Söz ba kım ından böyle tedbirli davranıldıktan başka b ir em niyet tedbi­ ri olarak da (N aim â C: 3, S: 87) saray iç-oğlanları silâhlanm ıştı. U m u m i durum böyleyken askerlerin bağrışması üzerine hemeııce Babüssaade (Ak-ağalar kapısı) önüne taht kuruldu. Sultan M urad gelip tahta çıkarak; «— K u lla rım m uradınız nedir?» Diye sordu. Âsiler daha önce söyle­ dikleri şekilde, H afız A hm ed Paşa da­ h il onyedi kişinin öldürülm ek üzere kendilerine teslim ini istediler ve: «bun­ lar devlete ve padişahım ıza dost değil­ dir. Eğer devlete hay ırhah olsalar biz M u su l’da düşm an ağzında otururken pe­ rakende ettirüp bunca m üh im m a t v e levazım-ı seferin telef olm asına sebep ol­ m azlar idî» dediler. S ultan M urad, âsi­ lerin bu şekilde konuşm aları karşısında m a k u l cevaplar verip kendilerine nasi­ hatlerde b u lu n d u ise de dinlemediler. İsteklerini tekrar edip durdular. H attâ sözü daha ileri götürerek: «— Elbette verirsiniz, yoksa iş baş­ ka tü rlü olur!»
Diye büyük bir tehdit savurdular. Şehzadelerden b irin i h ü k ü m d ar y ap abi­ leceklerine dair tehdit ifade eden bu sözlerden sonra padişahın kendisine doğ­ ru yaklaştılar. O zaman sözlerinin d in ­ lenm ediğini gören S u lta n M urad: «— M adem ki cevaba k ulak vermez­ siniz ve kabil-i hitab değilsiniz, n için be­ ni dışarıya divana davet eylediniz?» Diye bağırdı, eııdan sonra tahtından kalk ıp hareme doğru teveccüh etti; enderun ağaları ortalarına alıp kendisini içeriye götürdüler. O sırada âsi askerlerharem kapısından içeriye dalm ak iste­ dilerse de. harem-i h ü m ây û n hadem e­ leri kapıyı yüzlerine k apattığından b u ­ na m uvaffak olam adılar. Bu vaziyet kar­ şısında hayli sinirlenen âsiler : «— Padişahım m adem ki bu onyedi kişiyi bize vermezsin, biz işim izi biliriz!» Diye bağırdılar. Bu sözleri ile, Naim â (C; 3. S: 88) ıım ifadesi veçhile : «hal’inden kinaye ve ta’riz edüp ref’i esvat ile zemine zelzele ve asum ana velve­ le saldılar». îia iız A h n ıe d Paşa’m n âsiler tarafından parçalanması Sultan M urad içeriye girdiği zaman, o sırada orada bulunan Receb Paşa, ağlıyarak padişahın ayaklarına kapandı. Osm anlı m üverrihlerin belirttiklerine göre; H afız Ahm ed P aşa n ın hasmı Husrev Paşa’nın taraftarı olan ve fesa­ dı kendisi terfcp etmiş bulu n an bu adam suret-i hakdaıı görünerek: «Padişahım bu m üfsidleri Keskin lâzım dır. Başka türlü cevap verilmesi m ü m k ü n değildir. Eğer ben k ulunuzu dahi isterlerse ver ki kul efendisi yoluna k u rban olagelmiştir. K u l istediğini alagelm iştir. Selefleriniz olan padişahlardan dahi alagelm iştir. Bir kaç kulunuz gitm ekle bir şey lâzım gel­ mez. A m a H ak saklasın, eğer bu bedhu ylar teskin olunmazsa ahval m üşkil olur, nizam-ı devlet m uzm ahil olur» de­ di. Receb Paşa’m n sözlerinin sonundaki cümleler bir nevi h a l’e işaret gibi şeyler­ di. Bu bakım dan Sultan M urad vazlye- Hafız Ahmed Paşa’nın, Sultan Dördüncü Muradın ayak tarafından parçalanması (Rieaut’dan) 1875 divanında zorbalar
tin nezaketini tam mânasivle kavnyarak, gu anda onlara dayatm ak suretiyle üstün gelinemiyeceğini anladı- O nun için, m ü m k ü n olduğu derecede âsilerin isteklerini cevaplandırabilm ek gayesiy­ le harekete karar verdi. H afız Ahmed Paşa’yı getirmek üzere Bostancıbaşı C a­ fer A ğa'yı gönderdi. Derhal bir sandala atlayan Câfer Ağa, Hafız Paşa Ü sküdar’a yanaşırken, kendisine yetişti ve «sizi pa­ dişah ister* diyerek kendi sandalına a l­ dı. H afız Ahmed Paşa saraya getirilince S ultan M urad tekrar Babüssaadevi aç­ tırarak avluya girdi ve doğruca tahta çıkıp oturdu. Padişahı gören âsiler biraz geriye çekildiler. Bövlece ikinci defa ayak divanı yapm akta olan Sultan M u ­ rad parm ağıyle işaret ederek yanına dört k işi istedi. B u n u n üzerine ikisi si­ pahi, ik i tanesi de yeniçeri subayların­ dan olm ak üzere dört kişi tahtın önüne yaklaştı. Sultan M urad bunlara esaslı şekilde nasihat etti. L â k in âsiler için mümessil olarak tahtın y anına çağrılan bunlar: «askerin istediği kimselerin m utlaka verilmesi lâzımdır® şeklinde konuştuklarından, padişah bun ların baş­ ka tü rlü teskin olm ıyacaklarım anladı. Saraya gelince abdest alarak fecî akıbetini bekleyen H afız A hm ed Paşa, ikinci defa ayak divanına çıkm ış olan padişahın m üşk ül durum da k aldığın ı gö­ rünce, Bab-üs-saadeden çıkıp doğruca Sultan M urad’m yanm a geldi ve k endi­ sine: «— Padişahım , bin tane Hafız gibi k u lu n yoluna fedadır. A ncak ricam budur ki, beni sen katletm eyip, bırak bu zalim ler haksız yere beni şehid etsin­ ler, Lütfedip m eytim i Ü sküdar’a defnet­ tiresin, yetim lerim e lü tu f ve inayetini rica ederim» Deyip yer öptükten sonra besmele çekip kısa bir Âyet-i kerîme okuduktan sonra, âsilerin içine doğru mertçe y ü rü ­ dü. H afız A hm ed Paşa bu şekilde ilerle­ yince sipahilerden b ir tanesi üzerine h ü ­ cum ettiği anda H afız A hm ed Paşa onun ağzına bir yum ruk indirerek yere y ık ­ tı. O arada ikinci b ir sipahi iıam le ede­ rek elindeki hançeri paşanın başına in ­ dirince, başını kulağına kadar ik i par­ çaya ayırdı. Tabi’i bu anda paşa yere yık ılırk en bir üçüncüsü göğsüne k ılıc ı­ nı soktu. B ir yeniçeri de cesedinin üze­ rine çıkıp bıçağı ile boğazından kesti. Hafız Ahmed Paşa, böyle fecî şekil­ de gözünün Önünde şehid edilirken S u l­ tan M urad m en dilini yüzüne tutarak ağ­ ladı. Bu sırada, m üverrih N aim â (C: 2. S: 89) m n ifadesiyle: «cümle enderun ağaları ve erbab-ı div anın dideleri giryan ve ciğerleri püryan oldu». Saray hademeleri şehid sadrıâzam ın üzerine yeşil bir örtü örterlerken, Sultan M urad: «— Bre H aktan korkmaz, peygam ­ berden utanm az, şere ve padişaha mkıyad etmez zalimler» Diyerek tahttan kalk ıp y ürü d ü ve içeriye harem kıSmm a da h il oldu. Tahrik neticesi k apıkulu askerleri­ nin ayaklanm ası üzerine; S u lta n M u rad ­ ın ayak divanına, çıkm aya mecbur k a l­ ması ve nihayet padişahın gözlerinin önüııde Hafız A hm ed Paşa’ıu n parçalan­ ması hâdisesi, K âtib Çelebi ve Müneccimbaşı gibi m üverrihlere göre 18 receb pazartesi, o sırada İstanbul'da bulunan Peçevî ve Nev’i-zâde A taî've göre 19 receb (m ilâdi 10 şubat 1632) günü cere­ yan etmiştir. Receb Paşa’nm Sadrıâzam tay in edilmesi H afız A hm ed Paşa’m n parçalanm a­ sı üzerine S ultan M urad hareme çek ilin ­ ce, saray avlusundaki kalab alık da b u ­ rayı terıketti. F akat âsi askerler kışlala­ rına gitm iyerek A tm eydanı’nda k a ld ı­ lar. S ultan M urad, H afız A hm ed Paşa’­ m n cenazesini onun vasiyetini gözönünde bulundurarak Ü sküdar’a defnettirdi. A silerin öldürülm esini istedikleri şahıslar listesinin başında bulunan H a­ fız A hm ed Paşa, bu şekilde terk-i h a ­ yat edince m ühr-ü h üm ây un Receb Paşa’ya verildi. Receb Paşa böylece, m ü ­ verrih N a im â’n m ifadesiyle: «nail-i m e­ ram oldu». H afız A hm ed Paşa’m n öldürülm esi­ ne ve Receb Paşa’n ın m ühr-ü hüm âyuna sahip olmasına rağmen âsiler d a ğ ılm ı­ yor ve A tm e ydanrııda toplu bu lu n m ak ­ ta devam ederek şeyhülislâm Y ahya Efendi’n in de idam ını istiyorlardı. Yahya Efendi için, Husrev Paşa’nın aleyhdan olan Balıkesirli îlyas Paşa’m n ad am ı­ dır, bir defa hastalığında kendi tabibini göndermiştir, daim a kendisine ondan 1876
hediyeler gelir ve onu sadrıâzam yap­ m ak için çalışm aları vardır diyorlar ve bu sebeple «elbette onu da katlederiz» sözlerini ilâve ediyorlardı. Böyle söy­ lenen âsi topluluğu Yahya E fendinin evini yağm aya niyet edince kendisi sak­ landı. Nihayet Yahya E fendi’n in azil ve verine Ahî-zâde H üseyin E fendi’nin şeyhülislâm yapıldığı bildirilince âsiler dalıa ileri gitmediler. K âtib Çelebi’nin «Fezleke» sinde kaydedildiğine göre; Yalıya E fendi’n in azlin in tem ini de, Receb Fâşa’n m zorbalan tahrik ve talim i neticesinde vukubulm uştur. K apık u lu askerlerinin ayaklanması böyle bir netice ile atlatılır gibi olur­ ken, şeyhülislâm lıktan başka daha bazı m akam larda da değişiklikler yapıldı. Bu cümleden olarak: A nadolu kazaskeri Çeşmi Efendi R um eli kazaskerliğine, S ultan Osman v ak ’asm daıı beri mazûlen açıkta bulu n an Hoca-zâde A bdullah Çelebi A nadolu kazaskerliğine tayin edildi. İsmi âsilerin idam edilecekler lis­ tesinde bulunan Defterdar Prevezeli Mustafa Paşa kaçıp saklanmış old u ğu n ­ dan H üseyin Efendi başdefteröarlığa, Sekbanbaşı Deli K asım da saklandığı cihetle Suhte (Softa) M usa sekbanbaşıIığa getirildi. Sipahilerin öldürülm esini istedikleri şahıslardan y-eniçeri ağası Haşan H alife evvelâ kaçıp arkasından da yeniçeri ocağına iltica etti. Sipahiler bunun teslim ini istedilerse de yeniçeri­ ler vermedi. H attâ bu yüzden ik i sınıf askerin arasına soğukluk girdi. Bu vesile ile rütbesi yükseltilenler­ den Çeşmi Efendi A nadolu kazaskeri iken A nadolu kadıları bu gahsı rüşvet­ çilikle itham etmişler ve önem li yüz m ansıbı rüşvet m u k ab ili ehil olm ıyan kimselere verdiğinden şikâyetçi olm uş­ lardı. Böyle b ir adam ın R um eli kazas­ kerliğine tayini üzerine A nadolu ve R u ­ m eli kadıları müştereken b ir istida ha­ zırlayıp, Süleym aniye v âızı Ş eyh Kadı-zade vasıtasiyle padişaha sunm uşlar­ dır. B unun üzerine Çeşmi E fendi azle­ dilip Bursa’ya sürülm üş ve Karaçelebi-zâde Koca M ehmed Efendi Rum eli kazaskerliğine tayin edilm iştir. M üverrih N aim â, H afız Ahmed Paşa’m n parçalandığı gün âsilerin, h ü ­ küm et işlerinin bozukluklarından da şi­ k â y e t ettiklerini, fakat dillerine doladık­ ları şeylerin esas m üsebbiblerinin k e n ­ dileri olduklarını, meşhur tarih in in üçüncü cild in in 92 inci sayfasında şu şe­ kilde kaydeder: «Bundan sonra rüşvet alınm aya, çorbacılıklar (yâni bölük su­ bayları) ve sair meııasıb satılmaya, erbab-ı menasıb bigünah azlolunmaya. K ılıç ve zeamet ve tım ar sepete girm ek­ le (bu tabir ve mevzu için üçüncü c ilt­ te 1505 ve 1506 m cı sayfalara bakınız) asker kalmatjı; Reâva ağır tekâliften fa ­ kir oldu. Haraç ve âv an z m a lla n g ittik ­ çe ziyade oldu; bun ların hepsi görülüp nizâm verile diyu padişaha yeminler v e r­ diler. Alemi harap eden, k ılıç ve zeamet ve tım arları sepete koyan, fukara ve zııafayı altınd an kalkılam ıyaeak te k âlif ile pâyim al eden kendüleri iken, bu m e ­ zalim ve seyviatı kaldırm ak için padişah-ı âlem penaha yemin vermeleri, ta k ­ bihi gereken kendi hareketleri cüm lesin­ den id i ve bilcüm le hareketleri tavr-ı edebdeıı hariç idi». Husrev Paşa’nm idam ı Sultan M urad, Husrev Paşa’n m is­ yanın m uharriklerinden olduğunu b il­ diğinden, ilk ham lede bu adamı ö ld ü r­ mek istedi. Bu m aksatla Ö zi m uhafaza­ sında bulunan M urtaza P aşa y a u lak göndererek İstanbul’a çağırdı ve »H us­ rev Paşa ba’is-i fitne ve fesat olm ağla kati eyliyesin» diye emir verdi. M urtaza Paşa, ih tim al işin m üşk ilâtım gözönünde bulu n durup ve belki de kendi b a şın ­ dan korktuğundan peşinen böyle bir v a ­ zifeyi kab ul etmek istemedi. Fakat p a ­ dişahın, «ben senden nice büyük hizm et beklerken bu kadarcık şeyden âciz o l­ duğun taaccübe değer» demesi üzerine vazifeyi kabul etti. Padişah, M urtaza P a ­ şa ile bu hususî görüşmesi sırasında «Husrev Paşa’n m başını bana getir, m a ­ lı senin olsun» dedi ve eline paşanın idam ına dair bir hatt-ı h ü m ây û n verdi. Böylece. Diyarbekir beylerbeyliğine ta ­ yin edilip gizlice Husrev Paşa’n m id am ı ile de vazifelendirilen M urtaza Paşa Üsküdar'dan harekete geçti, İstanbul’da b u faaliyetler vuku b u ­ lurken Husrev Paşa Tokat’ta idi ve n ık ­ ris hastalığından m uztarip olduğundan, evvelce defterdar iken katlettirdiği O s­ 1877
m an E fendinin evinde istirahattaydı. M urtaza Paşa Ü sküdar'dan hareket et­ tikten sonra, muhtem elen vaziyetten şüphelendiği için, Receb Paşa, Husrev P aşaya bir m ektup yollıyarak gafil ol­ m am asını ihtar etti. M urtaza Paşa Osm ancık kasabasına vardığı sırada. Laz A hm ed n am ındaki bostancı vasıtasiyle ikinci bir iıatt-ı h ü ­ m ây ûn geldi. Padişah, bu hattında To­ kat’a sü ra tle yetişmesini em rettiğinden M urtaza Paşa da buna göre davrandı. M urtaza Paşa Tokat’a yaklaştığı za­ m an Husrev Faşa’n ın eski ve yeni ket­ hüd aları onun huzuruna çıkarak: «bu herif Diyarbekir valisi olup bu kadar asker ile üzerimize geldiğinden tevehh üm olunur, em rinizle varıp tetkik ede­ lim » dediler, Husrev Paşa da: «Zahir bize bir kastı olm ak gerektir, gafil ol­ m ayın, ileri varup istihbar edin» şeklin­ de em ir verince, bunlar da bir m iktar kuvvetle şehir dışına çıktılar. Husrev Paşanın kuvvetleri M urtaza Paşa’ııın öncüleri ile karşılaşınca m u­ harebeye tutuştular ve m ağlu p olup şeh­ re döndüler. O aralık Husrev Paşa’ya ta ­ bi b ü tü n askerler ve lıattâ şehir h a lk ın ­ dan bir çok kimseler silâhlanarak karşı durduklarından M urtaza Paşanın aske­ rini evvelâ geriye püskürttüler. Bu sıra­ da İstan bul’dan gelen bostancı bir ba­ hane ile şehre dahip olup k a d ın ın yan ı­ na gitti ve Husrev Paşa’n ın id am ı h a k ­ kında Tokat kadısına yazılm ış hatt-ı h ü ­ m âyûnu koynundan çıkarıp kendisine verdi. B unun üzerine kadı Tokat kalesi­ ne çıkarak dizdara hatt-ı hüm âyu n u gösterip. Husrev P a şa n ın oturduğu b i­ n anın topa tutulm asını temin etti. H us­ rev Paşa’ya karşı, top ateşi açılınca halk silâhlarını bıraktı ve j^almzca asker ta­ k ım ı m üdafaaya devam etti. M urtaza Paşa çarpışm alar sırasında nüfus zayi olduğunu ve karşısındaki askerin inatla dayandığını görünce, hem onların azm i­ ni gevşetmek, hem de Husrev Paşa'nın kaçm asını önlemek için; «Husrev Paşa’n ın başı padişahındır, m alı yağm a edi­ lebilir» diye ilâ n ettirdi. Husrev Paşa kurtuluş ü m id i k a lm a d ığ ın ı» görünce, mücadeleden vazgeçti ve bir hile tertibi ile M urtaza P aşayı öldürm ek istediyse de buna da m uvaffak olamadı. Nihayet M urtaza Paşa padişahın h attın ı k e th ü­ dası Z ü lfik a r ’a verip yanm a da iki cel­ lâ t katarak Husrev Paşa’n ın yanm a gön­ derdi. S abık sadrıâzam hatt-ı h ü m â y û ­ nu görünce k alk ıp abdest aldı ve iki re­ k ât nam az k aldık tan sonra cellâtlara teslim oldu. C ellâtlar kendisini bo ğd u­ lar. Husrev P a ş a n ın vücudu Tokat’ta defnedilip İstanbul'a gönderilen başı 11 m art 1632 (19 şaban 1041) de lıük ûm e t merkezine vasıl oldu. K ap ık ulu n un ikinci ayaklanması H afız A hm ed Paşanın öldürülm esini tem in edip onun yerine veziriazam olan Receb Paşa, m akam ında istikbâl sevda­ sına düştü. Bu niyetini tahakkuk ettir­ m ek isterken padişahın kahrından da çe­ k indiği için, S ultan M urad’ı. kendisine fik ir verecek m ukarriblerinden m ahrum etmek istedi. Receb Paşa, sadareti elde ederken kendi m en faatlan uğrunda h a ­ rekete getirmiş olduğu kapıkulu asker­ lerini el altından bir defa daha tahrik etti. Receb Paşa böyle k ötü niyetler kurduğu sırada 19 şabanda (11 m art) Husrev Paşa’n ın başının geldiği İstan­ b u l’da şâyi oldu.. Receb Paşa. Husrev Paşa’n ın taraftarı olm akla beraber onun ölüm ünden m em nuniyet duym uştu. Zira, k apık u lu tarafından fazlaca tutulan H us­ rev Paşanın ölüm ü , m ü h im bir rakibin ortadan kalkm ası demekti. Receb Paşa için h ak ik a t bu merkezde olm akla bera­ ber. o hak iki duygularını ustaca gizliye rek. Husrev Paşa'nın idam ını askeri ayaklandırm ak üzere vesile ittihaz eyledi Ve asker zorbalarının elebaşılarına «Husrev Paşa gibi bir vezirin katline sebep olanlardan in tik am alınm ası ge­ rekir» diye haber gönderip tahrik eylcdi. Böylece 12 m art 1632 (20 şaban 1041) günü yeni bir ayaklanm a vuku buldu. Sipah ve yeniçerilerden m ürekkep ka­ pıkulu zümresi bir ay önceki gibi evve­ lâ A tm e yaan ı’nda toplanıp oradan Topkapı sarayına y ürü düle r ve S u lta n Murad’ı dışarıya davete ayak divam y a p ­ maya m ecbur bıraktılar. Â siler (N aim â C: 3, S: 98) padişaha: «— Padişahım , sen niçin Husrev Paşa gibi yarar veziri kati ve kendi dev­ letini rahnedar ettin? İm di, sen dahi 1878
elbette bize Haşan Halife'yi. M usahip Musa Çelebi'yi ve Defterdar M ustafa Paşa’yı ver pâreliyelim » Dediler. Padişahtan, bu şahısları is­ teyen âsiler, daha başka ileri geri ko­ nuştuktan sonra: «— Şehzadeler bizim efendim iz oğullarıdır: gayrı sana itim adım ız k alm a­ dı; haksız yere Husrev Faşa’yı öld ürdün şehzâdelere de kıyarsın; elbette şehza­ deleri çıkarıp bize göster». Sözleriyle gehzâdeler üzerinde ısrar­ la durdular. Sultan M urad, âsilerin k ü s­ tahlığı bu derece ileri götürm elerinden müteessir oldu ve kendilerine: «— Haşan H alife ve Defterdar n e­ rededir ben bilm em ! M usa’n ın ne g ü n a­ hı vardır ki size vereyim ? Bu derece ne­ zaketsizlik ve hürm eti aradan k aldırm ak size düşeri m i?» Dedikten soııra bir takım nasihatlarda bulundu. L â k in âsi gürûhu süku­ nete kavuşm am akta. hattâ daha ileri giderek: «— Bu dediklerim izi bize vermezsen sen bize padişahlığa lâzım değilsin!» G ib i ağır bir cümle sarfettikleri gö­ rülm ekteydi. O ara lık askerler arasında «padişah şehzâdeleri boğmuş!» diye kas­ ti b ir şayia do laştm ld ığm d a n, âsiler: «— Şehzâdeleri çıkar görelim!» Diye ayak dirediler. B un un üzerine S ultan M u rad’ın emriyle dört şehzâde dairelerinden ç ık arılıp oraya getirildi. Bayezid, Süleym an, K asım ve İb rahim '­ den m üteşekkil şehzadelerin en büyüğü Bayezid idi. S ultan M u rad’dan. sadece üç ay k üçük olan en bü y ük şehzâde B a ­ yezid ve yaşça ondan sonra gelen S ü ­ leym an bir kaç adım ileri çıkıp: «— Bizden ne istersiz? B izler köşe­ mizde kendi halim ize m eşgul iken h a ­ lim ize bırakm ayıp, n am ım ızı anıp bizi lisana düşürm ek nedendir? Yoksa bizi suçlandırıp ölüm üm üze sebep olm ak m ı istersiz? A llah d an korkm ayıp padişah hazretlerinden çekinip utanm ayıp böyle tuğyan edersiz. A llah-u Teâlâ aşkına b i­ zi halim ize kon. S izin him ayeniz bize gerekmez» dediler. Şehzadelerin böyle hâdise yüzünden dairelerinden çık arılm aları hiç de iyi netice verecek b ir hareket değildi. F a­ kat âsiler b un un padişah üzerinde y a ­ ratacağı tepkiyi hesaplıyacak halde de- Siiltan Dördüncü M urad’ın bu resmi Macarca «A Magvar Nemzet Törtenete» adlı tarih kitabından alınmıştır ğilierdi. Zaten böyle bir şeyi düşünem e­ dikten başka, daha da ile ri vararak: <s— Biz sana bu efendileri in an m a­ yız. Elbette bunlara zarar etmiyeceğinize bize kefil ver» Diye bağırdılar. O sırada şeyhülis­ lâ m Alıî-zâde H üseyin Efendi ben ke­ filim dedi; onu takiben S adn âzam Receb Paşa da kefil olduğunu bildirdi. B un un üzerine âsiler şehzâdelere dair daha baş­ ka söz sarfetmekten vazgeçtiklerinden padişahın işaretiyle dairelerine alın d ı­ lar. Şehzâdelerin dairelerine dönm eleri­ n i m üteak ip ayak div anı bittiğind en â ­ 1879
siler sarayı terkettilerse de kışlalarına da dönm ediler. K a tlin i talep ettikleri M ustafa Paşa. H aşan H alife ve Musa Çelebi’yi aram akta devam ettiler. Hafız Paşa’m n ö ld ü rü ld ü ğ ü gün yeniçeri oca­ ğına iltica etmiş olan H aşan H alife b ila ­ hare onların hıyanetinden şüphe ettiğin ­ den yeniçeri ocağından ayrılıp İstanbul içinde saklanm ıştı. Nihayet adam cağızı mehterhanede b u lu p yakalıyarak b ir beygire b ind irip Sultanahm ed m eyd an ı­ na getirdiler. Orada üzerine üşüşen âsi­ ler zavallıyı cansız yere y ıktılar, sonra da cesedini başaşağı b ir ağaca astılar. Defterdar M ustafa P aşa y ı da Vefa m ey­ danı tarafında bir evde bulup Sultan'shmed’de veziriazam ın oturduğu İb ra­ him Faşa sarayına getirdiler. B uııun üzerine Receb Paşa derhal saraya koşup adam cağızın id am ı için hatt-ı h üm ây u n istihsal ettiği cihetle m eydana ç ık a rılın ­ ca âsiler tarafından boynu v u ru ld u ve cesedi Haşan H alife nin k i gibi ağaca asıldı. S ultan M u r a d ın sevgili m usahibi olup Boğaziçinde Bebek bahçesinde yap­ tırdığı v ali ile âsilerin hasedim celbeden ve padişaha y ak ın lığ ın da n başka bir su­ çu bulunm ayan Musa Çelebi saray bah­ çesinde bir yere gizlenmişti- K âtib Çe­ lebinin tafsilâtlı şekilde an lattığına gö­ re; Receb Paşa, Canbolad-oğlu M ustafa Paşa yı da kendisine m eylettirm ek su­ retiyle bir takım hilelere başvurarak kendisine hiç bir zarar ika edilmiyeceğiııe dair tem inat vermek suretiyle Musa Çelebi’yi padişahtan aldı ve kendi sara­ yına götürdü. O rada rızası h ilâfın a ve habersiz şekilde cereyan ediyormuşcasıııa bir tavır takınarak Musa Ç elebi’nin de öld üı jlm e s in i tem in etti. Sultan M u ­ rad, Musa Çelebi’n in ö lü m ü n ü duyunca çok müteessir oldu. M üverrih Naim â; (C: 3, S: 104) m n ifadesiyle; «padişah-ı Cihan zaman-ı kahram an S ultan M urad Han, M usa’n ın k atlim işittikte, Yarab bu m azlum a kıyan zalim lerin h ak la rın ­ dan gelmeğe sen ik tid ar eyle deyüp za­ ri zâri ağladı». Osm anlı tarihinde fazla kan döken bir padişah olarak dikkati çeken Sultan M urad'm ruhunda, bü y ük bir ihtim alle bu hâdiseler derin izler bıraktı. Ve be l­ ki de bu hâdiseler, onun benliğinde y a l­ nızca âsi takım ına karşı in tik am hisle­ rin in birikm esine değil, onun, ileriki g ü n ­ ler için gayri tabiî şekilde insafsız bir ruha bürünm esine de tesir etmiş olabi­ lir. Sipahi zorbalarının Sultan M urad’ı h a l’ etmek istemeleri Haşan Halife, M ustafa Paşa ve M u ­ sa Ç e le b in in öldürülm elerini takip eden hafta içinde, yâni 1632 m artının üçüncü haftası zarfında sipah zorbalarının m ü ­ h im bir kısm ı S ultan M urad’ı h a l’ et­ m ek istediler. Böyle bir niyet gösteren­ ler sipah zorbalarından Saka Mehmed, Cin A li, S alih Efendi. Ç alık Derviş. M ahm ud Ağa-oğlu, Yemişçi M ustafa ve daha bazı zorbabaşılardı. B unlar bir top­ lan tı yaparak {Naim â C: 3, S: 105); bu kadar iş karıştırd ık tan sonra S ultan M u ­ rad tahtta kaldıkça kendilerine hakkı h a ­ yat olam ıyacağını hesaplayıp; padişahı h a l’ ederek şehzadelerden b irin i tahta geçirirlerse, hem S ultan M urad’dan k u r­ tulm uş, hem de kendileri sayesinde tah­ ta geçecek kimseyi m em nun etmiş ola­ cakları kararına vardılar. Sipah zorba­ la n böyle bir karara varırken S adnâzam Beceb Paşa da ayni şekilde düşünmekte ve bu fik ir zâten on u n işaretiyle revaç bulm aktaydı. Yalnız bu fik ir ve karara sipah zorbalarının serçeşmesi yâııi başı olan Rum Mehm ed yanaşmadı. Ve: «pa­ dişahım ızı iğva edenlerden istediğim iz gibi in tik am hasıl oldu. Daha fazla fesa­ da teşebbüs edersek, âlem ayak üzere­ dir. A llah saklasın devlet-i Osmaniye in ­ kıraza yüz tutup herc-ü merc olur. M a­ kul budur ki; bu mertebe ile ik tifa olunas> dedi. Bu kadar facialardan sonra bir zorbabaşının nihayet devletin inkıraza sü­ rükleneceğini düşünebilmesi, kararın derhal tatbike girişilm esine m ân i teşkil eyledi. M aam afih, sair zorbalar Rum M ehm ed’in böyle konuşması karşısında teskin olm adılar, yeniçerileri elde edip beraberce bu işi başarmayı düşündüler. Bereket versin k i o sırada yeniçeri ağası bulun an Köse M ehmed Ağa, S u l­ tan M urad’a bağlı ve devlet nizam ları­ n ın bozulmasını arzulam ıyan b ir kimse idi. Ocak k ethüdalığm dan yeniçeri ağa­ sı olmuştu. Sipah zorbalarının niyetle­ rinden haberdar olunca, bir taraftan ye­ niçerileri bu işe karıştırm am aya gayret 1880
etti; öte taraftan da durum u S ultan M u ­ rad’a bildirdi: Receb Paşa'nııı gelip ge­ çen hâdiselerdeki rolünü de ayn ca sa­ y ıp döktü. Yeniçeriler de böylece işten uzak tutulm aya çalışılınca sipaîı zorbaları padişahı lıa l’ için harekete geçemedi. R um M ehmed ve Köse M ehmed ağa­ ların hal'e yanaşm adıkları saray tarafın ­ dan öğrenilince kendileri in ’am ve ih ­ sanlarla ta ltif olundu. R um M ehm ed bir ay kadar sonra dönüp Konya'ya gitti ve orada m evlevî tarikatine girdi, anlaşıl­ dığına göre zorbalıktan da çekildi. O aralık hizm etine m ükâfaten kendisine Marag beylerbeyliği tevcih olundu. Rum M ehmed ile yeniçeri ağası K ö ­ se Mehmed Ağa sayesinde hal" işi önle­ nince Sultan M urad zâhiren sipahilerin günahlarını affetti. Ve böylece. gûya on­ larla barıştı. Sipalı zorbalarının soygun ve rezaletleri Sultan M u r a d ı bir kaç defa ayak divanı yapm ıya m ecbur bırakm ış ve n i­ hayet onu tahttan indirm ek için açıkça tehditte bulunm uş olan zorbaların, taş­ kınlık la rı sadece h ük üm d arı lıedef tu ­ tan bir hareket değildi. K ap ık u lu efra­ dının İstanbul’a getirilişinden beri şehir­ de huzur ve âsâyiş kaybolm uştu. O rta lık ­ ta zorbalar hâk im d i. K anun ve ııizaın dinliyen yoktu. S ultan M urad m şehza­ deleri onlara göstermeye m ecbur kaldığı son ayak divanından itibaren geçen üç aylık m üddet zarfında zorbaların rezaletleri soıı haddini bulm uştu. Sultan Osman v a k ’asının doğurduğu zorba h â ­ kim iyeti nihayet bu devrede bir reza­ let şekline dökülm üştü. Devlet otorite­ sinin en kuvvetle hissedilmesi icap eden hüküm et merkezi İstanbul'da asayiş tam m ânasiyle bozulduktan başka m a l em­ niyeti denen şey de kalm am ıştı. Türk cem iyetinin pek hassasiyet gösterdiği if ­ fetler bile zorbaların tehdidine m aruz­ du. M üverrih N aim â (C: 3, S: 108) nın «zikri müstehcendir» diyerek açıkça bah­ setmekten utanç duyduğu anlaşılan h â ­ diseler oluyordu- Gerçi zorba rezaletle­ rini açık şekilde teşrih ve tafsil eden ;;eıı.iş m alûm ata sahip değilsek de bu dev­ ri yaşamış m üverrihlerden K âtib Çele­ bi. Peçevi ve Mehmed H alife'nin eserle­ rinden zorbaların rezaletlerine ait b ^ ı şeyler öğrenebilmekte ve dolayısiyle bu devrin ana meselelerine d a ir bir hük m e ulaşabilmekteyiz. Zikrettiğim iz m üverrihlere göre; zor­ baların rezaletleri 1041 senesi R am aza­ nında (m ilâd î 1&32 yılı 22 m art 21 rıisan arası) son had dini bulm uştur. Ram azan içinde adetleri daha da artan sipahiler geceleri yer yer toplantılar yapmışlar, m üsellah şekilde dolaşmışlar, içkiler içip rezaletler çıkarm ışlardır. Acaip he ykel­ ler. k u k lalar yapıp geceleri ellerinde meş’alelerle davul zurnalı gruplar teş­ k il edip bağırıp çağırarak her gece so­ kak ve caddeleri dolaşmışlar. İstanbul’­ un ayak basm adık yerini bırak m am ışlar­ dır. Bu dolaşm aları esnasında İstanbul halk ınd an seyir ve temaşa akçesi (!) d i­ ye para toplamışlardır. Hak, hukuk, insaniyet şerefi tamm ıyan zorba grupları vezir, devlet er­ kânı ve şehir halk ınd an pek çok kimseyi soymuşlardır. Zorbaların soygun reza­ letlerine dair bilgi veren N aim â (C: 3. S: 106-108); heykel, kukla ve meş'aleleri ile sokak sokak dolaşan grupların er­ kân ve ekâbirin k a p ıla n önünde durup davul zurnalarla m ahalleyi u yan dırd ık tan sonra para, kum aş ve sair eşya iste­ diklerini, yüz kuruşa gücü yeten kim se­ den b in kuruş istediklerini, ev sahibi bu kadara gücüm yetmez veya birazını şim ­ di vereyim gerisini de yarın tedarik edeyim dediği takdirde zorbaların ellerin­ deki meş’alelerle evin saçaklarım tu tu ş­ tu rd uk larını. bu vaziyet karşısında ev sahibinin çarnaçar elindeki avcundaki zorbalara teslim ettiğini, sonra da onları evinin önünden yalvararak uzak laştırdı­ ğım , fakat ev sahiplerinin bununla b e ­ lâyı savuşturmuş olm adıklarını, bir grup gittikten sonra arkasından başka bir grupun ayni şekilde 2 orlıyarak m al ve para tahsil etmek üzere evinin kapısına dayandığını nakleder. T abi’i bu soygunculuk neticesinde İstanbul’u n zenginleri beş on gün z a r­ fın d a para ve eşyalarından olm uştur. Zorbaların şerrine m aruz k alanlar sade­ ce zengin kimseler ve devlet erkânı da değildi. O rta h a lli hattâ fa k ir kim seler­ den de bu şekilde soyguna m aruz k a la n ­ 1881
lar da vardı. A leni oruç yem enin hoş karşılanm adığı bir devirde bun lar içki âlem leri tertip edip etrafa da tasallutta bulunuyorlardı. Ram azan boyunca soy­ dukları yetm iyorm uş gibi şeker bayra­ m ında yeni bir soygun faslı tertip e tti­ ler. Naim â.' zorbaların soygununun bu kısm ını şöyle anlatır; «Ramazan-ı şerif ahir olunca, bir gice cemal gezdirm ek­ ten bu guna habaset etmekten hâli ol­ m adılar. Erazıl ve eclâf bu tarihle azîm m ala sahip oldular. Ve İyd-ı fitirde v â­ si sokaklarda salıncaklar kurup tekrar cerr sevdasiyle, sadnâzam dan başlayıp cüm le âyâıı-ı devlet, k ib ar’ı memleketi balnıum lariyle düğüne davet eder gibi salıncağa davetle saçı sayısınca k ü lli m al alırlardı. Salıncaklara yük yük çu­ ha. kum aş sıralar giderlerdi. Meselâ, bir vezire ve ekâbirden birine bu kadar m um gelüp, her m um um üzerinde, bu filâ n salıncağın m um udur, divü yazılı kâğıt parçası yaftası var idi. Cümlesin defter idüp her salıncağa ne verilecek ise defter idüp, bir kaç yük kuîT.aş ve çuha, bir kaç kise nukud her devletlüden gfShderilüp bir adam ı tayin o lu n u r­ du; varup her salıncağa defter m u cib in ­ ce çuha ve kum aşları ve n u kud s;raları teslim ve tevzi ederlerdi. Hüsn-ü rızasiyle m atlubları mertebesi gondermiyenden varup zor ile ahırlardı. A ralarında nice erazil ve bîedep cahiller ramazan günleri oruç yeyip, şarap ve sigara içip envai tü rlü şenaat irtik âb edüp kimse menetmeğe kadir olamazdı. Aşikâre mec­ lis kurup oyun oynatıp raksederler, şa­ rap içip sokaklarda avret ve oğlana ta­ arruz ötmek m isillû nice kötü halleri ol­ du ki zikri müstehcendir». N aim â’n ın zikri m üstehcendir diye üstü kapalı geçtiği şeyler hakkında, o devri bizzat yaşamış olan M ehmed H a li­ fe. iTarih-i G ılm ânî» isim li eserinde şöyle demektedir: «O zaman k u lun sol mertebe tuğyanı var idi ki, gündüz ha­ m am dan peştamal ile çıplak avret çık ar­ m ak ve gülâm iyye aldıkları günde S u l­ tan M ehmed (F atih) cam finde d ü hân iç­ m ek ve m ü s lü m a n la n n ırzın pây im âl et­ m ek ve köşelerde ayak üzre zina ve livata etmek ve kan dökmek ve evler ve saraylar basmak ve bayram günlerinde salıncak kurup bizzat padişahı ve v a li­ desini ve vüzera ve ehl-i div anı m um la r ile salıncağa okum ak gibi ve bahusus kahvehanelerde ve meyhanelerde fiil-i n âm eşnı etmeleri gibi şol mertebe ki âlem ııizâm-u intizam dan çıkm ış id i ki vasfa gelmez». Ram azan bayram ından sonra zorba­ ların bir kısmı topladıkları m allarla An a d o lu jtû geçtiler. Fakat sipah züm re­ si tam am en çekilip gitm iş değildi. İstan­ b u l’da kalan lar otuz kırk kişilik gruplar halinde dolaşm akta devlet erkânına is­ tediğini y ap tırm ak ta ve arzu ettiğini ko­ parm aktaydı. B un ları padişahın ı-e h a l­ kın başına belâ eden. R-eceb Paşa bile vaziyetten m em ııun olm am aya başlam ış­ tı. Zira, bir kaç kişinin tesirinden k u r­ tulayım derken, bu gürûh yüzünden b in ­ lerce söz dinlemez kim senin işe karışmasiyle karşılaşm ıştı. Zorbalar hâzinede kalm ış ne kadar ulûfeleri varsa hepsini aldıktan başka, seferde çalınanların tas­ h ih i için de buy u ru ld ular istihsal etm iş­ lerdi. Bu para m evzuunda sadnâzam Receb Paşa’nm yaptığı yegâne iyi iş. m u ­ kabeleci M ehm ed E fendi’n in tavsiyesine uyarak isim lerin tashihini sıkı tutm ası ve boylece bu yoldan yapılacak suistim alin önüne biraz geçebilmesidir. Şevva­ lin beşinde (N aim â C: 3, S: 109) yâni 25 nisan 1632 de m ülâzım tahriri ferm an olunca, eski zorbalardan başka, son bir iki sene zarfında peyda olan yeni zorbabaşılar ve ağalar ortaya atılıp m a n ­ sıp ve hizm et alm ak için gü rültü etm iş­ ler. bu arada eski zorbaların taarruzu ıle karşılaşm ışlardır. Fski zorbaların ye­ nilerini taşa tutm aları ve ağız nizar et­ meleri yüzünden m ülâzim tahriri işi de uzayıp gitm iştir. SULTAN M U R A D IN DURUMA H AK İM OLM ASI Zorbalar kendisini tehdit edip sık ın ­ tılı günler yaşattıkları sırada S ultan M ufad yirm i yaşının içinde b u lun uy o r­ du. Y ân i padişah artık vesayetten kur­ tulup şahsi zekâ ve kabiliyetini göste­ recek yaşa gelmiş bulunuyordu. N itekim 21 yaşma pek yaklaştığı günlerde, v a ­ ziyete hâk im olm ak yolunda faaliyete 1882
geçti ve sür atle hâk im iy et tesis etti. Boylece Sultan M urad’m durum a h â ­ kim olup devlet idaresine bizzat h ü k ­ m ettiği bu de\-ir aşağıda an latıldığı şe­ kilde açıldı. Receb Paşa’ıun idam ı Köse Mehmed Ağa, daha sonra, onun zorbaları tahrikine da ir mufassal m alû­ m at vermişti. Bu adam ö ld ü rü ld ü ğ ü takdirde, zor­ balar en önemli mevkideki adam- .5 * larını kaybedecek­ S ultan M urad şahsan zeki bir h ü ­ kümdardı- Zorbaları el altından, ayaklan­ dıran şahsın Receb Paşa olduğunu peşi­ nen sezmişti- Hafız Ahm ed Paşa'nm p a r­ çalandığı gün, saray avlusunda zorbalar bekleşirken R-îceb Paşa (N aim â C: 3. S: 92-931 padişaha «padişahınım lisa­ nından H afız P aşa y ı Saka Mehmed Ağa ve sair ağalardan rica edelim, belki m a k ­ bul ola. Zira af etmeleri ih tim a li yo k ­ tur» demiş, böylece fark ınd a olm adan âsilerin niyetlerinden haberdar o ld u ­ ğunu ağzından kaçırm ıştı. Yine ayni gür. «beni dahi isterlerse ver padişa­ hım » demesi de m ânalı idi. Zira, bu sözünden Hafız A hm ed Paşa’nııı harcan­ masını istediğini tahm in m üm k ün dür. S ultan M urad. ayaklanm anın ilk g ü n ü n ­ den sonra onun rolünü daha geniş şe­ kilde sezebildi. Esasen yeniçeri ağası lerdi. Keceb Paşa ortadan kalkınca zorbalar her şeyd-eıı önce m anevi bir darbe de yemiş olacaklardı. Onun için Sultan M urad evvelâ bundan işe başladı. S ipahi ve yeniçerilerin bay­ ram münasebeti yic yaptıkları edepsiz­ lik le rin üzerinden bir ay geçtiği, si­ pahilerin bazıları A nadolu'ya gide­ rek güm bürtü biraz azaldığı günlerde padişah harekete Receb Paşa geçti. (Macarca tarihten) Topal .Receb Paşa’mıı padişah tarafından idam ettirilmesi (Ricauf’daıı) 1883
18 m ayıs 1632 (28 şevvali 1041) g ü radıkları ­ şaşkınlık sebebiyle seslerini n ü sadrıâzam ı saraya davet. etti. İçeri çıkaram am ışlardı. A radan y irm i g ü n k a ­ gireıı Receb Paşa selâmı m üteakip p a ­ dar zam an geçip de uğrad ıkları sersem­ dişahın eteğini öpeceği sırada, Sultan lik te n biraz ayılınca 8 haziranda (20 z il­ M urad: kade) O k m eydanında bir toplantı y ap ­ «— Gel beru topal zorbabaşı» tılar. Sene sonuna kadar beklemek zor­ Dedi. Nıkristen m uztarip o ld u ğu n ­ du r şeklinde bir bahane uydurarak, ve­ dan topallıyarak yürüyen Receb ■ Paşa ziriazam dan derhal hizm etlerin tevziinin bu hitabı duyunca aklı başından gitti. istenmesini kararlaştırdılar. Ve istedik­ «— H âşâ padişahım , vallah ve billeri hizm etlerin listesini defter ederek lah padişahım ın rızasından dışarı zerre sadnâzam a gönderdiler . kadar vaz’u. hareketim yoktur!» Sipah zorbalarının istediği hizmet Diyerek, yem inlerle padişahı y u m u ­ aslında m ü lâzım denilen bir nevi nöbet­ şatacağım zannetti. Fakat S ultan M urad çi süvariliği ve em ir subaylığı hizm eti unuıı daha fazla konuşm asına meydan K a n u n i S üleym an zam anında seferlere bırakm ıyarak: çık ıld ık ça orduda em ir subaylığı yapm ak «— Bre k â iir abdest al!» üzere sipah taifesinden üç yüz kadar Diye bağırdı. H afız Ahm ed Paşa‘- m ü lâzim yazılırdı. B un lar sefer b ittik ­ ten soııra ordudaki hizm etlerine karşılık m n ö ld ü rü ld ü ğ ü gün S ultan M urad adivan hizm etlerinden m ünasip birer v a­ 3 ral^ divanına çıkacağı sırada Receb P a ­ zife verilirdi. Fakat son senelerde usul şa, padişaha abdest alıp ondan sonra d ı­ ve kanunlara riayet olunm am ası, sipah şarı çıkm asını söylemiş, b u cümlesi ile tak ım ın ın da işi zorbalığa vurm ası y ü ­ h ük ü m d arın öldürülm esi ih tim a li old u ­ zünden m ülâzım lığ a yazılanların m ik tarı ğunu im â etmişti. A rtık fırsat sırası ken­ onbiııden ziyadeye (N aim â C: 3, S: 119) disine gelmiş olan padişah sadrıûzam m çıkm ıştı. Sefer olm ad ığı zam anlarda m ü ­ geçmişteki sözüne tarizde bulunm uş g lâzım yazılm azken b u n a da riayet edil­ luyordu. Sultan M urad daha sonra: mem işti. M ü lâzım lar çoğalınca divan «— .Şu h a in in tiz başını kesin!» hizm etlerinden başka havass-ı hüm ây û n Diye hışım la emretti. O sırada celvoyvodalıkları da bunlara k âfi gelmemiş lâd hazır b u lun m adığın dan zü lü flü b a l­ evkaf tevliyetleri ve cizye defterleri g i­ tacılar boğdular. Ö lüsünü, boğazjnda kebi fazla para getiren şeyler de ellerine meııd bu lu n duğu halde bir hasıra koyup geçmiştir. H âzinenin ağır şekilde zarar Bâb-ı hüm ây û nd an dışarıya sürükliyerek görmesine, evkafın harabolm asm a âm il attılar. Receb Paşa saraya gelirken bazı olan bu hâdiselere, sipahilere istinat su­ sipah zorba başıları ile beraberce gelir retiyle m evki kapm ak isteyen bazı haris ve kendisi içeri girince onlar kapı övezirler bizzat yol açm ışlardı. nünde beklerlerdi. O gün de yine bir k ı­ îşte sipah zorbalarının son toplantı­ sım zorbabaşılar Bâb-ı h üm u y û n ö n ü n ­ larınd a tevziini istedikleri hizm etler bu de beklem ekteyken Receb Paşa’nııı ce­ m ahiyette şeylerdi. S adrıâzam Tabanısedi önlerine atılıverince içlerine bir Yassı M ehmed Paşa zorbaların defterini korku düşüp çabucak dağılıverdiler. alıp padişaha bir telhisle arzedince S u l­ S ultan M urad, Receb Paşa’yı böyle tan M urad: «B undan sonra ecdâd-ı iza­ birdânbire ortadan k aldırınca m üiır-ü m ım zam anında m üdahale etm edikleri h üm ây û n u Mısır valiliğin de n m azûl «Tahizm etler verilmeye» diye bir hatt-ı h ü ­ banı-Yassı» n âm ı ile m âru f A rnavut m â y û n çıkardı. Sipah taifesi bundan h a ­ Mehmed Paşa’ya verdi ve zorbaların berdar olunca Sultanahm ed C am ii m ey­ hakkından gelmesi hususunda kendisine danında içtim a ettiler. tenbihatta bulundu. Zorbaların son kım ıldanışı Sinanpaşa köşkü toplantısı Receb Paşa’n m birdenbire idam ı sıpah zorbalarını sersemletmişti. Bu idam karşısında in fial duym akla beraber u ğ ­ S ultan M urad zorbaların S u lta na h­ med m eydanında topland ık ların ı d u y u n ­ ca, sadrıâzam ve bir kısım devlet er- 1884
kâm ile görüştükten soııra Saraybum unda deniz kenarındaki Sinanpaşa k öşk ün ­ de bir ayak divanı ferm an etti. Sadrıâzam, vezirler, kazaskerler, şeyhülislâm , ııakibüleşraf, ulem a sınıfından m üh im şahsiyetler, yeniçeri ve altı bölük ocağı ağaları ve subayları toplandı. K öşkün m ünasip yerine k u rula n tahta, padişah oturdu; sadrıâzam dalıil diğerleri bahçe­ de kapı önünde ayakta sıralandılar. Sinanpaşa köşkünde y ap ılan bu ayak divanı, çeşitli yönlerden ehemm iyet arzedert b ir hâdisedir. L âk in şim diye k a ­ dar bu hâdise üzerinde Mjrıkı derecede duru lup ta h lili yapılm am ıştır. S in an pa­ şa köşkü toplantısından sonra Sultan M urad zorbaları kaldırm ak için açıkça ve kesin şekilde faaliyete geçmişti. F a­ kat Sinanpaşa köşkü toplantısının taşı­ dığı hususiyet, bir takibata başlangıç teşkil ediğinde değildir. Z orb alığın fen a­ lığı ve m em leket için zararları dile ge­ tirilm iş, ad lî ve idarî vazife sahipleri olan, k ad ıların karşılaştıkları m üşküller, o sırada m em leketin bünyesini sarsıp tahrip eden rüşvet, iltim as ve k a n u n ­ suzluklar b ü tü n açıklığıyle ortaya k on­ m uştur. Herkes kendisine sorulan suale rahatça cevap vermiş, bazı n oktaların âdeta m ünakaşası yapılm ıştır. Binaenaleyh Sinanpaşa köşkü toplantısı, m em leketin hastalığını teşrih ile buna müştereken çare bulm aya uğraşan bir meclis heye­ ti biçim inde cereyan etmiştir. T oplantının safahati şöyle cereyan et­ ti: E vvelâ padişah S ultanahm ed’deki k a­ lab alığa haber göndererek: «Eğer sipahi k u lla rım m û tî iseler aralarından bir kaç pır ihtiyar kimseyi seçip göndersinler; m aksatları her ne ise onlara bildirsinler» dedi. S ultanahm ed’deki sipahiler evvelâ bir tuzağa düşm ek endişesiyle m ütered­ dit davrandılar. Sonra b ölük em ektar­ larından b ir kaç kişiyi yolladılar. Naiır,â (C; 3, S: 113) ya göre; sipahi m ü ­ messilleri oraya geldiği zam an, köşkün önündeki sahil boyu, orada bu lunanlar kıpırdanam ıyacak derecede insanla d o l­ muştu. E trafı yeniçeriler ihata etmiş ağ a la n önlerinde olduğu halde sessizce beklemekteydi. Bu ifadeye nazaran, b iz­ zat çağırılan yeniçeri ve altı bölük su­ baylarından başka, yeniçeri ve sipah n e ­ ferlerinden de gelenler olmuştu. Sipah m üm essili olan kim selerin o­ # raya gelmelerinden sonra, S ultan Murad ocak ağaları ve yeniçerileri önüne doğ­ ru yaklaştırdı, itaatsizliğin zararlarını izahla nasihatlarda bulununca, yeniçeri­ ler ve ocak subayları alkış yapıp: «— D evietlü padişahım sen bizim padişahım ızsm , zillu llah sm ve bizim sana bir veçhile m uhalefetim iz yoktur, dos­ tuna dost, düşm anına düşm anız» Dediler. S ultan M urad tekrar nasihattan sonra, m adem ki böyle diyorsunuz, o halde m üfsit ve zorbaları saklayıp h i­ m aye etmemeniz gerekir. Siz itaat ve k u llu k ta kusur etmezseniz ben de }ıer birinize rütbenize göre yardım ederim, dedi. B unun üzerine yeniçeri ağası ve cümle ocak halkı: *■ — Padişahım ıza m ûtiviz. Eşkıyayı him aye etmeyiz. Padişahım ıza gerekmiyen bize de gerekmez» dediler. B u sözler üzerine m eydana mushaf-ı şerif çıkarıldı ve bizzat padişah: «— Vallah mı, billâh mı?» D iye yem in ettirm ek isteyince bü­ tü n yeniçeriler K e lâm u llah üzerine ye­ m in ettiler. S ultan M urad b u n la n yazdı­ rıp sicile geçirtmesini m üteakip, bu de­ fa sipahilere hitap etti. Padişah peşinen yeniçerilere yem in ettirm iş olduğu, son hâdiselerdeki zorbalar da onların arasın­ dan çık tığ ı için, bunlara kargı h ita b ı da­ ha uzun ve sert cereyan etti. Padişah: «— Size bir veçhile söz tefhim oluıım az ki in k ıy ad idesiz. Sizin m uhalefet ve fitnecilik etmenizden devlet ve sal­ tanata zaaf gelip, sizin m a lî tek liflerini­ ze taham m ül edilmez oldu. Hem kulunuzuz diye ita ati m üş’ir kelim eler söyler­ siniz, hem irat getiren divan hizm etleri­ ne m usalat olup raiyeti pâyim al ve ha­ rap ettiniz. A ranızda h ak k a k a il olmıvanları him aye etmeniz yüzünden içi­ nizde serkeş ve insafsız eşkiya çoğalıp, sizin gibi ih tiy a rla n ve ak lı başm da olanları kaale almaz olup, âlem i soyup reayayı dağıttılar. Siz k ır k bin adam ol­ dunuz, lâ k in istediğiniz hizm etlerin hep­ si beşyüzü bulm az. lie d e n ulûfe istersi­ niz, reayayı soyup dağıtırsınız? Reaya olm ayınca hazine nereden toplanıp, u lû ­ fe nereden verilir? Ş u deryadan m ı ulûfen izi vereyim? B u n u nla dahi komayıp ecdad-ı p âk im ve sair aslıab-ı hazrat evkafı tevliyetlerini istilâ ettiniz yine âdedinize kifayet etmedi» dedikten sonra 1885
itaat m evzuu üzerinde durdu. O zaman sipab subay ve ihtiyarları: «— Biz padisaiıa karşı âsi n âm ın ı kabul etmeyiz. Ltostuııa dost düşm anına düşm anız. Padişahım ızı tazyik edip, terk-i edep ile m al tedarikine düşenler bizim rızam ızla değildir. Biz onların zaptm a kaaair de ğiliz». S ipaiı subay ve ihtiy arların ın bu sözlerinden sonra S ultan M urad biraz nasihati m üteakip, m üfsit ve eşkiyayı him aye etm emelerini, böyle kimseleri ara lan n d an çıkarm alarını, usulsüz olarak iş ve vazife talebinde bulun m am alarını ve nihayet yeniçeriler gibi sözlerini tu ­ tacaklarına dair yem in etm elerini b ild ir ­ di. Sipahiler de ayni şekilde yem in edince S ultan M urad o aralık «O halde eşkıyanızı ayırıp veriniz» şeklinde bir cümle sarfedince kalabalık arasında m evcut bir kaç sipaiı zorbasının m ır ıl­ danarak başlarını salladığını gören ye­ niçeriler, m üverrih N aim â (C: 3. S: 116) nııı ifadesiyle: «ol m üfsidleri kapıp h a ­ vaya kaldırıp, h a lk ı yarm ak m üm kün olm am ağla, elma gibi başları üzerlerin­ den elden ele red idüp, söyletmeyüp meclisten taşra ilettiler». Sipahiler de yem in ettikten sonra S ultan M urad kadı g m p u ııu ön tarafa alıp kendisine doğru yaklaştırdı. O n la ­ ra: n için ahkâm -ı şer’iyeyi tam tatbik etm ediklerini, zulm ü defetm ek için n i­ çin uğraşm adıkları ve irtişaya neden dü ştüklerini sordu. Ve kendilerinden ce­ vap istedi. İşte bunun üzerine mevcut kalab alık önünde, memlekette adaletsiz­ lik ve zuhne sebep olan meseleler açıkça teşrih edildi. K adılar padişahın sualine şöyle cevap verdiler: «Hâşâ ki biz rüşvet ile iptal-i hak veya ihkak-ı batıl edeyüz. Biz K itab u lla h ahk âm ın ic ­ raya m akdurum uz sarf ideriz. A m a neyliyelim , sözümüz sem-i h üm ây u n a eriş­ mez; arzım ız dinlenmez. H izm et nam ıyle sipahiler gelüp taht-ı kazam ızda hezar m ü n k ira t ve m ezalim irtik â b ederler. K im e şikâyet edelim? A rzlarım ız o k u n ­ maz, am a bir zorba veyahut bir zalim voyvoda ve cizyedarm zulmüne, m ani olm ak istesek mal-i padişahi tahsiline m an i olup rüşvet aldı, reayayı him aye etti, bize hizm et zaptm a m ân i oldu deyu hakkım ızda bühtan ile arz etseler, keyfiyet-i kaziyye tetkik olunm aksızın bizi azlederler. Biz de şerlerinden k o r­ kup, bir m elce’ bulam ayup acz ve taksir ile zillet ve zahmet çekeriz». Bu u m u m i cevap ve m ütaleayı m ü ­ teakip orada bulu n an H um eli k a d ıla rın ­ dan biri: «Padişahım , falan hizm eti alan sipahinin zulm üne m ân i olm ak istediğim için, rüfekasiyle m ahkem em i basıp es­ v aplarım ı ve atlarım ı yağm a ettiler» d i­ ye şahsi bir m isal de verdi. N ihayet k a ­ dılar: h ak ların da inayet gösterilip des­ teklenirlerse, zu lm ü kusursuz şekilde def’e çalışacaklarını b ildird iler ve so­ n u nda bunu tahakk uk ettireceklerine d a ­ ir yenlin ettiler. K a d ıla rın da yem ini si­ cile işlendi. S ultan M urad burada k o ­ n uşulanları ve yem inleri allâm e şeyhi M ehmed E fen di’ye tespit ettirerek bu hücceti sadrıâzam . şeyhülislâm , vezir Hüseyin ve Bayram Paşalar ile Şeyhî E fendi’ye im za ettirdi. Böylece Sinanpaşa köşkü toplantısı son buldu. Sultan M urad 'm temizleme hareketine girişmesi S ultan M urad, Sinanpaşa köşkünde y aptığı toplantıdan sonra zorbaları o r­ tadan k aldırm ak üzere faaliyete geçti. Z âten bu toplantının tesiri hemen g ö rü l­ dü. H izm et talebinde bulunanlar, iste­ dikleri şeye n a il olam ıyacaklarım anla­ dık larınd an İstanbul’u terketmek ih t i­ yacım hissettiler. Böylece toplantının ferdası gününden itibaren hanlar boşal­ m aya başladı. Ü çüncü gün d iv an top­ lantısı yapıldı. S ulta n M urad, zorbala­ rın bundan böyle fırsat bu lm am aları icin faaliy'ete koyulm akta acele etti, 'tatbikata girişm ek üzere sıpah ağası C a­ fer Ağa ile siiâbdar ağası A hm ed A ğ a ­ ya derhal elebaşıları yakalam ak em ri­ n i verdi. A hm ed Ağa bu hususta ızhar-ı acz edince S ultan M urad derhal boy­ n unu vurdurdu. A hm ed A ğ a ’n ın başının gittiğini gören Câfer A ğa bu yolda çalı­ şacağını bildird i. Padişahın işe şiddetle girişmekte olduğu anlaşılm aktaydı. Bir ik i gün sonra sadrıâzam m sarayında bir toplantı yapıldı. N asihat ve y u m u şak lık ­ la zorbaların yola gelmiyeceği. işin uza­ yacağı, bu sebeple fesat yaratanların idam edilm eleri kararlaştırıldı. B urada­ ki toplantıya da katılm ış olan ocak a- 1386 *
ğaiarı, zorbaların hak larından gelinmek üzere padişahın ferm anı dairesinde hare­ ket edeceklerini söylediler. Sadrıâzam sarayında toplantı y ap ıl­ dığı zamsn günlerden cum a idi. Zorba­ ların idam yoluyle tem izlenm eleri işi öğledes önce karara bağlanm ış ve n ih a ­ yet namaz vakti olm uştu. O sırada bazı kimseler, «şimdi cum a n am azını eda edelim, ondan sonra faaliyete geçelim dediler. Fakat toplantıda hazır bulunan şeyhülislâm ile kazaskerler «bu gaileyi def cum adan elzemdir, âlem böyle herc-ü merc iken cum a m ı câİ 2 olur» sözleriyle derhal işe girişilm esini tecviz eylediler. Sadrıâzam sarayındaki toplantı kararı padişaha arzedilince, S ultan M urad tas­ diki m übeyyin hatt-ı h ü m â y û n gönder­ diğinden, hemen o g ü n zorbaların ele­ başılarından S aka Mehmed, G ürcü R ıd ­ van ve daha bazıları yakalanıp boğuldu, diğerlerinin duyup kaçm am aları için ö l­ dürülenlerin cesetleri denize atıldı. İstan­ b u l’da öldürülen zorbaların en m üh im m i Beli İlâ h î n âm ın d ak i şahsiyetti. M ü ­ verrih N a im â’n m pek m ufassal şekilde anlattığı D elî Îlâhî, D ağlar Delisi S ü ­ leym an adındaki sergerdenin kardeşinin oğlu idi. S ipahiler üzerinde çok k u v ­ vetli nüfûza m alik olan D ağlar Delisi Süleym an, Husrev Paşa’n m Bağdad se­ ferinde bulunm uş ve B ağdad’m zaptı ıçin hücum a geçildiği sırada sipahiler de hücum a kalkarken: «nereye yürü rsü­ nüz? Osm anlı Bağdad’ı aldıktan sonra b ir daha size ne ihtiyaçları kalır? C üm ­ lenizi k ırm aları m u hakkaktır, size h iz­ m et verip iltifa t etmeleri B ağdad yüzündendir» diyerek onları hücum dan alıkoym uştu. Bağdad seferinden, dönüş sırasında D ağlar Delisi ölm üş ve Deli Îlâh î onun yerine k aim olmuştu. Seydişehri’ne yerleşmiş olan Deli İlâh î etrafını kasıp kavurm uş, bazı k im ­ seleri öldürm üş, bazıların ı tehdit etmiş ve bir sürü m al ve para toplam ıştı. B ir hayli ta ra fta n olan D eli Îlâ h î’den herkes titrer vaziyete düşm üş; soygun ve taz­ y iki sadece Şevdişehri’ne m ünhasır k al­ m ayıp Beyşehir, Bozkır, Konya, Niğde, Aksaray’a kadar uzanm ıştır. Beyşehir sancak beyi olan Nogay Paşa oğlu Arslan Beyi devre çıkm ış olduğu Şeydişehr i’ne girm ekten menetmiştir. 1887 İşte bu azılı zorba ulufesini alm ak için İstanbul’a gelmiş, ad an ılan ona şehre girmem esini ihtar etmişlerse de aldırm am ıştır. İstanbul’a dahil olunca derhal yakalanm ış ve Divan-ı h ü m â y û n ­ da m uhakem esini m üteakip idam o lu n ­ m uştur. Deli îlâ h î’n in idam ı diğer zorb ala­ rın da çözülm esine âm il olm uştur. M ü ­ verrih N aim â (C: 3, S: 130) bu husus­ ta: «meğer zorbaların ve eşkıya taifesi­ n in tasmim-i tasallutları bozulmuş, bu zalim in katline m erbut im iş» der. B ilâ ­ hare bunun yerini alan Dereli H a lil de Çerkeş A hm ed Paşa tarafından ö ld ü r ü l­ m üştür. Saka Mehmed, G ürcü R ıdvan ve Deli İlâ h î’tıin itlâfın d a ıı sonra diğe r­ lerinin tepelenmesinin kolaylaştığı görrülm ektedir. Fakat hepsi de bir anda yakalanam adığından işin b ir m ik ta r uzadığm a şahit olunm aktadır. Deli İ lâ h î’ye nazaran ikinci derecede katan zorba basılardan Cadı Osm an Çardak kasaba­ sındaki evinde şarap içerken yakalanıp öld ürüldü; Yemişçi M ustafa kaçıp izini kaybetti, Salih Efendi M ısır’a kaçtı ve ancak S ultan İbrahim devrinde ö ld ü ­ rüldü. M ahm ud Ağa-oğlu, Sarı M usta­ fa, K el A bdi, Bıçakeı-oğlu M ehmed adm daki elebaşılar da birer köşeye k a ­ çıp saklandılar. Zorbaların temizlenmesi işine, baş­ lan d ığı şekilde çok şiddetle devam e d il­ di. İstan bul’dan kaçanların gittikleri yerlerde zam anla faaliyete geçmelerine im k ân bırakılm adı. Takibat, İstanbul’da da eyâletlerde de ayni sık ılık la y ü r ü ­ tüldü. Kaçıp saklananlar g ü n ü n birinde yakalanıp cezalarını bulm ak tan k u r tu ­ lam adı. Sadrıâzam M ehmed Paşa, zor­ baların n am d arların m yak alanıp ö ld ü ­ rü ld ü ğ ü günden sonra sık sık İstanbul sokaklarında tebdil dolaşır, nerede bir «eğri sarıklı sipahi kıyafetli» adam g ö r­ se derhal öldürtürdü. B u takibata y e n i­ çerilerin de hedef teşkil ettiği görüldü. L üzum undan fazla tatbik edilen şiddet neticesinde zorba takım ı tam mânasiyle temizlendi. K orkunç kelimesiyle ta v ­ sif edilebilecek bu takibat sırasında, k u ­ runun yanında yaş da yan ar m isali, g ü ­ nahsız kimselerden de hayatlarını k a y ­ bedenler oldu. Askerler arasında ik i k i­ şi bir araya gelip konuşacak cesaret kalm adı. Sultan M urad, zorbalara kar-
■ şı takibata başladığı zaman, paraya ta­ alluk eden suistimallerin önlenmesi için de bazı tedbirlere başvurdu. Bu cümle­ den bir hareket olarak; sipahilere cizye defterleri verdirmedi. Ona bedel her ne­ fere altışar kuruş gulâmiye çıkarttırdı, fakat daha sonra bunu da kalaırttı. Bun­ lara ulûfeden gayrı bir şey verilmez oldu. Çok şiddetle yürütülen takibat ne­ ticesinde. senelerden beri müzminleşmiş olan, halk ve hükümetin başına belâ kesilen şekavet ortadan kalktı. Bövlece sükûta yaklaşmış olan devlet âsâyiş ve emniyet bakımından gayesine ulaştı. Sultan Murad'ın şiddet rejimine rağmen bu nokta inkâr edilemiyecek bir haki­ kattir. Müverrih Naimâ (C: 3. S: 124) şöyle der: «Sultan Murad hazretlerinin hımmet-i âliye ve gayret-i seniyesi sa­ yesinde' satvet-i devlet-i Osmani kuv­ vet bulup, o gürûh-u fitneengiz cümle tame-i şir-i şemşîri hunriz olup sudur eden ef’ali kabihalarımn cezasın buldu­ lar». Bundan başka sair işlerin de düzel­ tilmesi yolunda bazı faaliyetler de gö­ rülmekteydi. Sultan Murad 1632 temmuz veya ağustosunda Anadolu ve Rumeli beylerbeylerine tımar ve zeametlerin yoklanmasını yaptırarak sepet tımarla­ rını müstahaklanna tevzi ettirdi. Bu münasebetle sipahi ve yeniçerilerden bir hayli kimseler ulufelerini terkederek tımar aldılar. İlyas Paşa’nın m ağlubiyeti ve İstanbul’da idam olunması Aslen Balıkesir’li olup Solak-oğlıı diye de tanınan İlyas Paşa, evvelce bu tarafta eşkiya tedibinde devlete hizmet etmiş bir kimseydi. Cesur ve gayretli bir şahıs olan İlyas Paşa, Hafız Ahmed Paşa’m n maiyetinde Anadolu beylerbe­ yi sıfatiyle Bağdad seferine de iştirak etmiş, burada da hizmet ve faaliyeti gö­ rülmüştü. Fakat Husrev Paşa ile ara­ sının açık olması sebebiyle Balıkesir’e çekilmişti, işte bundan sonradır ki IIyas Paşa hükümetin karşısına başka bir sıfatla çıktı. Balıkesir’de etrafına bir hayli sanca ve sekban topladı, Kendisi­ ni Husrev Paşa’dan koruyabilmek endi­ 1888 11 VII 1 V U IT II m şesiyle (Naimâ C: 3, S: 134) bu sekban­ ları toplanmasını müteakip etrafına hük­ medecek duruma geldiği görülünce, ve­ zirlik tevcih edilerek Şam’a gönderilmek istendi. Lâkin vezaret tevcihinden önce kimseyi dinlemez hâle gelen İlyas Paşa bir de vezir olunca kudreti daha da art­ tı. Muhitinde kuvveti artınca M idilli adasına da el atmak istedi. Evvelâ Kara Mahmud namındaki adamını Kazdağı’na göndererek o tarafın halkını da kendi­ ne bağladı. Sonra San Osman nam ın­ daki adamının emrine bir miktar kuv­ vet tahsis ederek bunları kayıklara dol­ durup M idilli’ye şevketti, ilyas Paşa’nın kuvvetleri Midilli'ye çıktıktan sonra ha­ kiki niyetleri anlaşıldığı ve orada ilk karşılaştıkları kimselere de feııa m ua­ mele ettiklerinden kılıçtan geçirildi­ ler. İlyas Paşa Midilli'yi ele geçirmeye muvaffak olamayınca nüfuzunu Anado­ lu toprağı üzerinde genişletmeye çalış­ tı. Bu gaye ile. bir meseleyi bahane edip Manisa üzerine yürüdü. Manisa’yı kuşatıp aldı. Buranın sancak beyi Bı­ çakçı İbrahim Paşa camnı kurtarmak üzere kaçınca İlyas Paşa’nın levend ve sekbanları Manisa şehri ve civarını yağ­ maladılar. İlyas Paşa, Şeyhülislâm Yahya Efendi ile mektuplaşırdı. Bir defa hasta­ lanmış ve Yahya Efendi’d en tabib iste­ miş, o da hassa tabibi Ömer Efendi’yi yollamıştı. İlyas Paşa Şeyhülislâmın bu yardımına karşı hediye ve pişkeşler göndererek mukabelede bulunmuştu. Bu hareket o zaman İstanbul’daki zorbaları kızdırmış. Yahya Efendi’yi itham ile az­ lini istemişlerdi. İlyas Paşa Şam valiliğine gitmeyin­ ce asiliği açıkça tebeyyün ettiği, esa­ sen o sırada Sultan Murad artık devlet işlerine hâkim vaziyete geçtiğinden, te­ dibi için üzerine asker sevkedildi. K ü ­ çük Ahmed Paşa serdar tayin olunup Karaman beylerbeyi Çerkeş Dilâver Paşa da onun emrine verildi, tlyas Pa­ şa mallarını ve ailesini Bergama kalesi­ ne koyup onbin kadar kuvvetin başın­ da Küçük Ahmed Paşa’nın karşısına çıktı. İki taraf arasında Alaşehir’de ya­ pılan muharebede İlyas Paşa mağlûp olup kaçarak Bergama kalesine can at­ tı. Anadolu beylerbeyi Küçük Ahmed
Paşa ile Dilâver Paşa kendisini takiple Bergama önüne geldiyse de buranın zaptı kolay değildi. Nihayet affedildiği­ ne dair İstanbul'dan hatt-ı humayun getirten Küçük Ahmed Paşa, onun tes­ lim olmasını temin etti. Böylece Balıke­ sir, Kazdağı. Manisa, Avazment, Ber­ gama, Menemen. Foça ve Alaşehir'e hâ­ kim denecek derecede buraları nüfuzu altında tutan Îlyas Paşa'yı yanına alan Küçük Ahmed Paşa beraberce İstanbul’a geldi. Beylerbeyindeki İstavroz bahçe­ sinde yine beraberce padişahın huzuru­ na çıktı. Sultan Murad kısa bir soruştur­ mayı müteakip îlyas Paşa’nm idamım emrettiğinden bostancılardan birisi der­ hal oracıkta bıçakla başını kesti (Eylül 1632). Onun idamı kargısında Küçük Ahmed Paşa donup kaldığı sırada Sul­ tan Murad Anadolu beylerbeyine döne­ rek: *— Ya kâfir senin için şikâyetler geldi, niçin reayaya tekâlif saldın, zulm ve gadr eyledin?» Dedi. Padişahın Küçük Ahmed Paşa'ya böyle hitabı, Germiyan reayasının onun hakkında şikâyette bulunmasın­ dan ileri gelmekteydi. Küçük Ahmed Paşa müthiş korkuya kapılmakla bera­ ber, halktan topladığı vergiyi askerlere sarfettiğini, böyle yapmasa îlyas Paşa­ yı huzuruna getirmesinin m üm kün olamıvacağını söyleyince Sultan Murad bi­ raz nasihati a iktifa etti. Kendisini iyi müdafaa edememiş veya padişahı kızdı­ racak bir cümle sarfetmiş olsaydı, n a ­ hak yere başı uçurulması muhtemel olan Küçük Ahmed Paşa, hiç bekleme­ diği bu tehlikeyi atlattıktan sonra Şam valiliğine tâyin edildi. İdam ların çoğalması Mühim zorba reisleri ortadan kal­ dırıldıkça Sultan Murad’ın şiddeti azal­ mayıp bilâkis daha da arttı. Padişah zorbaların temizlenmesinde o derece şiddet göstermekte idi ki herhangi bir şekilde zorba diye adı çıkmış olan ve­ ya kendisinden bu yolda şikâyet edilen kimseler derhal temizleniyordu. Tabii bu takibat sadece İstanbul’a şâmil değüdi; eyâletlerde de ayni sıkılıkla ha­ reket olunmakta, hattâ zalim ruhlu kim ­ seler bu yüzden muhitlerinde korku ya­ ratmaktaydı. Böyleleri hakkında padi­ şaha şikâyet ulaşırsa neticede onlar da başlarını kaybetmekteydi. Reayaya zul­ mettiğine veya rüşvet aldığına dair hak­ kında şikâyet vâki olanlar, mühim mev­ ki sahibi bulunsalar da idamın pençe­ sinden kurtıtlamıyorlardı. Böyleleri bazan kısa bir muhakemeyi müteakip ba­ zıları da muhakeme olmadan padişahın gazabına uğruyordu, Meselâ, etrafında korku yaratanlar mey anında Yeniçeri ağası Köse Mehmed Ağa ile halka iyi muamle etmediği söylenenlerden Defterdar Mustafa Paşa'nın idamları zikre şayandır. Sipahi zorbalarının idamlarım teminde mühim hizmeti görülen, yeniçeri ocağındaki müfsitleri de temizlıyen Köse Mehmed Ağa idam olunduğu (1633) zaman cese­ di, mühim zorbalara tatbik edilen bir usulle denize atıldı. Naimâ (C: 3, S: 146) hakkında: «Bir mertebe gaddarlık ile nam verdi ki, birini huzuruna davet et­ seler, abdest alıp ve vasiyet edip bade­ hu anın huzuruna giderdi» demektedir. İdamların birbirini takip ettiği bu devrede, kendi idamına ait emri kendi­ si götüren kimselere bile rastlanmaktaydı. Bu şahıs Feridun Efendi namındaki kimsedir. Osmanlı tarihlerinde suçun­ dan bahsedilmeyip sadece idam tarzı anlatılan Feridun Efendi, evvelâ Medi­ ne’de Emir Halife'nin idamı için oraya hatt-ı humayun götürmüş, bilâhare ken­ di idam fermanını ihtiva eden bir boh­ çayı İstanbul’dan alıp Diyarbekir bey­ lerbey isi Murtaza Paşa'ya ulaştırmıştır. Murtaza Paşa bohçayı teslim aldıktan sonra Feridun Efendi’yi derhal katlet­ miştir. 1632 senesi sonlan Ue 1633 senesi içiııde zorbaların çok mühim kısmı öldü­ rüldü. Bu meyanda: Alaybey-oğlu, Hatun-oğlu, Çerkeş Ali Ağa, Mahmud Ağaoğlu. Cin Ali Efendi, Köse Aii Efendi, Siyavuş Efendi ve Çalık Derviş gibi kim ­ seleri saymak mümkündür. Bunların bit1 kısmı İstanbul'da bazüan da Ana­ dolu'da yakalanmışlardır. Bu arada Kay­ seri tarafında bazı kimselerin canına kıymış olan ve tegallüp suretiyle bir hayli mal biriktirmiş olan Türkmen aşiretlerinden Boynu-İnceli beyi Hacı Ahmed-oğlu Ömer Ağa, Şam valiliğine 1889
tâyin edilmiş olan Küçük Ahmed Paşa eyâletine giderken yolda yakalatıp m al­ larının yerini söyletti ve deve üzerinde çarmıha gererek (Naimâ C: 3. S: 149) ıztırap içinde öldürdü. R u m Mehmed’in öldürülm esi Sipah zorbalarının Sultan Murad'ı hal' teşebbüsüne iştirak etmemiş, hattâ böyle bir şeyin fiiliyata inkılâbını ön­ lemiş olan Rum Mehmed'in bu iy iliği­ ne karşılık kendisine Maraş valiliği tev­ cih edildiğinden daha yukarılarda bah­ sedilmişti. Keskinli olan Mehmed genç­ liğinde Defterdar Ömer Efendi’nin ya­ nında hizmetçilik etmiş, bilâhare onun yanından ayrılmıştı. Sonraları sipah sı* m fı arasına giren Rum Mehmed, intisab ettiği asker zümresinin m ühim kısmının havasına uyarak bir zorba haline gel­ miş, hem de pek nüfuzlu bir zorbabaşı ola vermişti. Naimâ (C: 3, S: 150) ya gö­ re; sipah zorbaları arasında bir Dağlar Delisi Süleyman ondan nüfuzlu olup, bunun dışında hiç kimse ona tekaddüm edemezdi. Rum Mehmed Konya’da bulundukça oranın halkına hiç bir zarar vermez, hatta adaletin tecellisi için gayret bile gösterirdi. Fakat Konya dışındaki yer­ lere büyük zararlar verirdi. Sadrazam Husrev Paşa’nın Bağdad seferinde Rum Mehmed de bulunmuş, Husrev Paşa Bağdad önünden Diyarbekir’e döndüğü sırada sipahilere hizmet tevzi ederken buna da Zile voyvodalığım vermişti. Rum Mehmed Zile’ve gittiği zaman burasını soyup soğana çevirip topladığı m allar­ la Konya’ya dönmüştü. Bilâhara kethü­ dasını Kastamonu yakınındaki Küre ka­ sabasına göndermiş ve orasını da soy­ du rmuştu. Rum Mehmed son defa olarak Kon­ ya'ya geldiği sırada İstanbul’da zorba­ ların temizlenmesine başlanmış bulun­ maktaydı. Saka Mehmed, Cin A li ve De­ li İlâhi gibi zorba reisleri öldürüldüğü zaman bazı zorbalar Rum Mehmed’in yanına kaçıp gelmişti. Bu cümleden olarak; Eskişehirli Kör Ali, Rum Ahmed, Nazlı Muslu, Kürt Mehmed gibi zorba­ lar vardı. Rum Mehmed’e Maraş valiliği tev­ cih edildiği sırada Deli Yusuf Paşa’va da Şam eyâleti tevcih edilmişti. Rum Mehmed, Yusuf Paşa'vı eyâletine gider­ ken, sekbanlar arasında kavga çıkar ba­ hanesiyle Konya'ya uğratmamış, Deli Yusuf Paşa’nm arkasından ayni yerin valiliğine tayin edilmiş olan Küçük A h ­ med Paşayı da yine ayni bahane ile Ayıntab (Antep) a sokmamıştı. Sultan Murad zorba namında kim ­ seyi bırakmamaya azmetmiş olduğu ci­ hetle, Rum Mehmed gibi meşhur bir eski zorbayı da ayni akibete uğratmak istedi. Irak'ta İmam Musa kasabasında kızılbaşlara karşı yapılan muharebede şecaat göstermiş olan Behisni (Besni) li Ali Bey bu işe memur edildi. A li Bey, Rum Mehmed’i Antep’te muhasara edip epeyce insanın Ölümüyle neticelenen bir muharebe sonunda esir alıp maiyetinde­ ki diğer zorbalarla birlikte başlarını ke­ sip İstanbul'a yolladı. Deli Yusuf Paşa'nın idam ı Şam valiliği Küçük Ahmed Paşa’ya tevcih edilince Deli Yusuf Paşa dönüp İstanbul'a gelmişti. Abana Mehmed Paşa'va karşı yapılan harekât sırasında Husrev Paşa’ıım çırağ etmiş olduğu De­ li Yusuf Paşa şecaat sar.ibi bir kimsey­ di. Bu bakımdan devlete t peyce hizm e­ ti de dokunmuştu. Fakat kendisinin zul­ müne dair şikâyet vaki olunca, Husrev Paşa’nın çırağ etmiş oluşunu da kâfi bir kusur sayan padişah derhal boynu­ nu vurdurdu (18 mart 1633). Deli Y u ­ suf Paşa hakkında Naimâ (C: 3, S: 153) şöyle der; «bahadır yiğit idi ve şecaatta naziri yoğidi; lâkin zâlim ve fâsık olup nâhak yere bir kaç kims^ katlet­ mekle mücazaat vaki oldu*. İznik kadısı vc Şeyhülislâm Hüseyin Efendi’nin katli Sultan Murad mevsimin kış olması­ na aldırmıyarak, Bursa’ya gitmek üze­ re 3 aralık 1633 de İstanbul'dan hare­ ket etti. Bu seyahatta kara yolunu ta­ kip eden padişah İzmit’e vardığı zaman tütün yasağına riayet etmeyen bir kaç kişiyi öldürttü. İzmit’ten sonra avlana­ rak İznik’e doğru yoluna devam eden Sultan Murad, bu taraftaki yolun bir 1890
kısmının bozuk ve heııîiz tesviye edil­ memiş olduğunu görünce, yanında bu­ lunan adamlardan vezir Gürcü Mehmed Paşa ile kapıcılar kethüdası Nasuhpaşa-zâde Hüseyin A ğa’yı, îznik kadısını asmalar; için ileriye gönderdi. Bunlar kadıyı yakalayınca zavallı adamcağız; «şevketli padişahımızın buradan geçe­ ceği haberi dün geldi. Bunun üzerine hemen şehir kalkmı ve reayayı yollara çıkardım, fakat padişahımız daha ünce buraya ulaştı, benim günahım yoktu:1» diye yalvardıvsa da. bu yalvarlamaları para etmedi. Onun sözlerini padişaha nakil ve affına tavassut cesareti göste­ recek kimse zâten mevcut değildi. Onun için, üzerinde ilmiye sınıfının res­ mî kıyafeti olan cübbesi ve başında des­ tan bulunduğu halde kale kapısına asılmak suretiyle padişahın emri yerine getirildi. İznik kadısı asılma mahalline götürülürken bütün şehir halkı seyrine çıkmıştı; son dakikasında (Naimâ C: 3. S: 189) halka dönerek: «Müslümanlar, Hak huzurunda, nahak yere gittiğimin şehadetini sizden talep ederim» dedi. K adı’nın cesedi üç gün kale kapısında asılı bırakıldı. Karaçelebi-zâde Abaülâziz Efendi’nin (Ravzal-ül-ebrar S: 579) -sbîcürm ve bigünah» asıldığını söylediği İznik kadısının idam sebebine dair Kâtib Çe­ lebi (Fezleke C: 2, S: 172); evvelce ka­ dı hakkında padişaha şikâyette bulu­ nulmuş olduğunu, muhtemelen padişa­ hın onu katle niyet ettiği için, kendisi­ ni gafil avlayıp hizmet kusuru atfede­ bilmek niyetiyle îznik’e sür’atle gitmiş olduğunu kaydeder. Sultan Murad İznik’ten doğruca Bursa’ya gitti. Bursa’da kaldığı beş gün zarfında ecdadının türbesini ziyaret et­ ti. Bu arada ufak bir şikâyet üzerine Bursa tüccarlarından HasarLkeyf’li Meh­ med Çelebi nâmındaki şahsı astırdı. Zenginliği nisbetinde hasis de olan bu adam hakkında eski tarihlerde şu tav­ sife rastlamnaktadır: «¡Bursa halltından bir fert ve etraf-ı beldeden bir karye yoğ idi ki buna medyun olmıya; kuvvet-i sermaye ile ol diyarın vüculı-ı menafi'ine müstevli olup umum halk ona muhtaç idiler». Sultan Murad av tertibi suretiyle Bursa’da daha bir kaç gün kalmak is­ terken. annesinden aldığı bir mektup üzerine derhal yola çıktı. Annesi Kösem Sultan mektubunda: «Benim arslanmı, acele üzere gelesiz, cülûs tedbiri için sözler ve cem’iyetler olmaktadır» de­ mekteydi. Valide Sultan’m mektubunun arasında bir de Şeyhülislâmın ona yaz­ mış olduğu mektup çıkmıştı. Şeyhülislâmı Valide Sultan’a mek­ tup yazmaya sevkeden âmil, İznik ka­ dısının idamı haberinin İstanbul’a ulaş­ ması üzerine ulema sınıfının bundan de­ rin bir teessüre kapılmasıydı. Ulemanın teessürüne tercüman olan Şeyhülislâm, bunun tekerrürüne mâni olunması ba­ bında (Naimâ C: 3, S: 19£) şöyle de­ mekteydi: -secdad-ı kiramlarımu etme­ diği şeyden kendilerinin dahi içtinap buyurmaları münasiptir. Kendilerini bedduadan sakınırız; memuldür ki siz kendilerine nasihat buyurup zümre-i ulemanın hayır duasını alasınız; zira he­ nüz âlemin herc-ü merc-i sönmeye yüz tutmuşken kıyl-ü kale müeddi olacak ahvalden cenab-ı iıilâfetpenahiyi siyanet ederiz». Şeyhülislâm Ahî-zâde Hüseyin Efeııdi bu mektubu yazdıktan sonra İlmi­ ye sınıfının bir ziyafetine iştirak etmiş­ ti. İşte bu arada bazı kimseler Valide Sultana giderek ulemanın padişahı hal’ etmek gayesiyle toplantı tertip etmiş olduklarını söylemiş, o da bu haberi şeyhülislâmın mektubu ile birlikte oğ­ luna ulaştırmıştı. Sultan iîu ra d annesinden aldığı mektup üzerine heyecana kapıldı ve Bursa'va bile uğramadan avlandığı sa­ hadan harekete geçti. Bir an Önce İs­ tanbul’a ulaşmak istediği cihetle, o za­ manın en. süratli vasıtası addedilecek iyi koşan atlara binerek ilerlemekteydi. Azmi gibi vücudu da kuvvetli olan pa­ dişahın ilerleyişine herkes tahammül edecek' gibi değildi. Nitekim, N aimâ’nın ifadesiyle: «tehevvürlerinden bir merte­ be süra't üzere revane oldular ki değ­ me at ve adam kendülere refakat edemeyüp cümle âyân ve hüddam dökülüp geriiye kaldılar». Bu şekilde ilerleyişle Samanlı dağlarını aşan "Sultan Murad ertesi sabah Yalova’nın batı tarafında Marmara kıyısındaki «Katırlı» m e v k ii­ ne ulaştı. Denizde şiddetli bir fırtına hüküm sürdüğü halde, gemi gelmesini 1891
Sultan Murad'ın kahvehaneleri kapattırıp tütünü yasak etmesi (İlâve : 120) Şedit bir h ü k ü m d a r olan S u lta n M u ­ rad devlet idaresine fiilen h â k im olduğu senenin fe'dası y ılınd a kahvehaleri k a­ p attırıp tü tü n içilm esini yasak etti. P a ­ d işah ın böyle bîr yasak tatbikinde, o sırada İstanbul’da çıkan bîr y a n g ın ın ve­ sile ittihaz edilm iş olduğu söylenir. 2 ey lül 1633 (27 sefer 10431 günü Cibali iara fın d a bir gem i kalaiathanesir.de çık an yangın, civardaki kayıkhanelere sirayet etmiş, oradan da İsta nb u l'u n ge­ niş b ir sahasına y ay ılm ıştır. Şiddetli b ir rü zg âr yüzünden yangın önlenem em iş ve y irm i dört saat devam etm iştir. Cibalî'den A y akapusu’na kadar sahil boyu yan­ d ık ta n sonra yangın üç kola ay rılm ış­ tır. B irinci kol K adı Çeşmesi sem tini y ak tık tan sonra Sultanselim 'e: ikinci kol sahil boyundan L 'nkapanı’na, oradan da Zeyrek y okuşuna; üçün cü kol İse F atih C a m ii etrafını, Saraçhane kısm ına y ak ­ laştıktan sonra Sarıgüzel (Sarı G ürz) e dayanm ıştır. F atih C am ii m inarelerinde­ ki k ülâh ları yakacak kadar yükselen aIûvler buralardaki binaları kül etm iştir. Peçevi. K â ü b Celebi gibi bu devirde h a­ yatta olan m üverrihler y anan b üy ük b i­ na, vc konaklar! sayarlar. Sivil m im a ­ rim izin nefis örneklerini teşkil eden b i­ nalar yanarken vezir ve kibar konakla­ rındaki nâd ir yazma eserler de m ahvol­ m uştur. I§te İstanbul'un beşte b irin in m ahvol­ ması neticesini veren bu yangından son­ ra halk kahvehanelerde y ang ın h ak kın­ da bir hayli dedikodu y a p tığ ı ileri geri söylendiği için, kahve ve tü tü n ü haram sayan Kadı-zâde M ehm ed E fe n d in in te?vfkl üzerine S u lta n M urad kahvehanele­ ri k ap attırıp tü tü n içilm esini yasak e t­ m iştir (16 eyjfiZ 1633). M aam afih tü tü n içenlerin y angınlara sebep o ldu ğu n dan bahisle bu yasağın k o nu ldu ğun u söyle­ yenler de vardır. N ite k im Solak-zâde ta­ rihinde su satırlar g ö rü lü r: «Padişah-ı âlem penah yang ını görüp sebebini sual ettikte: padişahım ekser kahvehanelerde Lirya ki ler tütün istim al ederken uyuyup, lülelerinden ates parçaları tahta ara­ lık la rın a düşüp yangın vâki olm uştun*. Osm anlI tarihçilerinin bildirdiklerine < | | I 1892 göre; İsta nbu l'a ilk kahve 1555 y ılın d a gelmiş ve zam anla kahvehaneler açılarak kahve içilm esi taa m m üm etm iştir. T ütü n ise 1009 {m ilâdi 1600-160l j veya 1014 (m ilâd i 1605-1606) yıl m d a gelm iştir. T ü­ tün ü ilk getirenlerin In g llİ2ler o lduğu söylenir. K ahvehanelerin kapatılm ası ilk de. fa tatbik edilen bir şey d e tild i. S ultan Birinci Ahm ed zam anında sadrazam lardan Derviş Paşa ve NasuJı Pasa da kahve­ haneleri kapatm ıştı. L âkin, D ö rdün cü M u ra d ’ın za m a nınd a ki gibi kahvehaneler y ık ılm a m ış ve h alk da şiddete m a ruz biTakılm am ıştı. M üverrih N alm â’m n : «mec. ma-ı zu re iâ olan kahvehaneler yevm.i vahidde yer İle yeksan o ldıu dediği k a h ­ vehaneler y ık ılın c a yerlerine bekâr odala­ rı. debbag ve nalbant odaları y apılm ış­ tır. S u lta n M u rad1m bu sıradaki hareketinin esas dikkati çeken tarafı, kahveha­ neleri y ık tırm a sı ve tü tü n y a s a lın a dair em ir çık a rm a k la ik tifa etm iyerek b u ve­ sileyle bir çok insanı tildürtm esîdir. N i­ tekim. onun bu mevzudaki m ü th iş şidde. tine m a na vermiye çalışan bir çok m ü ­ verrihler, tü tü n y asağım , serserilerle şüp h eli kimseleri tem izlem ek iç in vesile ittihaz etm iş o ldu ğu neticesine varırlar. Sultan M urad tü tü n y asağını koyar­ ken. bu yasaâa riayet etm iyerek, haram telâkki edilen tü tü n ü içmeye devam ey. liyenlerin k a tlin in vacip o ld u ğ u n a dair şeyhülislâm ÂhLzâde H üseyin E fe ndi fet­ va vermiştir. T ü tü n yasağı yüzünden katle, şer i b ir veçhe verişinden dolayı, m üverrih Solak-zâde, şeyhülislâm a k ızm a k ­ ta ve Ottun bîlahara idam edilişi karşı, sında m em nuniyet İzharı suretisie «ceza­ sını buldu» demektedir. S u lta n M urad tü tü n y asağım o ka. dar şiddetle takip erm iştir k i: nerede bir tü tü n içen göıse ö ld ü rttü k te n başka, üstlerinde veya evlerinde tü tü n içmeye mahsus eşya bu lu n anları da îdam ettir, m lştir. Yatsıdan sonra fenersiz gezenleri de aynî akıbete u ğ ratm ıştır. B u n la rı k o ntro l için tebdit-i kıyafetle İsta nbu l so. k akların da sık sık dolaşmış, h atta rivayete göre, şüphelendiği evlerin damları-
beklemeye tahammülü olma­ dığından batma tehlikesine aldırmayıp bir kayığa bindi ve Gebze’ye geçti. Oradan a t a binerek yine. sür’atle yol alıp akşama doğru Üs­ küdar'a ulaştı, buradan bîr gemi ile Saraybunurna çı­ kınca ilk işi. Şeyhülislâm Ahî-zâde Hüseyin Efendi ile o sırada İstanbul kadısı olan oğlunun Kıbrıs'a ııefvedil­ me! erini emretmek oldu. Bursa'dan beri yanında bu­ lunan Bostancıbaşı Duçe Mehmed bunları ayrı ayrı gemilere koyarak yola çıkar­ d ı. Biraz sonra bostancıbar şıya ikinci bir emir vererek, Boğazdan çıkmadılarsa geri getirip öldürülmelerini» çık­ mışlarsa dokunu İm anı asım bildirdi, Bostancıbaşı Duçe Melımed Şeyhülislâma Bo­ ğazdan çıkmadan yetişerek kendisini Ayastefaiıos (Ye­ şilköy) kıyısına çıkarttı. Eski devirlerde kahvehane hayatı ve tü­ tün tiryakileri (Zamanının gravürlerinden) —» na çıkıp bacalarından tü tü n kokusu ge­ lip gelm ediginî bile k ontrol etm iştir. Her sabah İsta nbu l halkı sokaklarda bir İki cesel g ö rü r hâle gelm iş, yüreklere, bu yüzden m il ılı is korku sinmekle beraber, tü tü n ip û ia s ı tam ra an asiyle önlenem e. J mU'tfr. Bu SJkı takip ve am ansızca idam lar arasında tabii ku ru n u n y anın d a yaş da yanm ış, hiç b ir sucu olm adıkı lıalde ca­ nım kaybedenler g örütm üstür. Meselâ padişah b ir gece tebdil gezerken HocaPasa m olıanesinden geçitli? ve bu m a­ hallede Hoca-Pasa im am ın ın oğlunu fenersiz giderken y akalam ıştır. Cam ide gcc kalıp evinin y a k ın lığ ı dolayıslle fe­ nere ihtiyaç hissetmeden evine giden «snei gören S ultan M urad «Sen benim te n b îh im î iştim edin m i n icln fenersiz ge­ zersin?» demiş, gene de cevap bu lm ak ta m ü şk ülâta uğrayınca hemen katle im İç. tir, S ultan M u ra d 'm tü tü n yasağından dolayı esas itib ariy le Istanbuldak İ halk h ü k üm d arın hışm ına m a ru z kalm akJa be­ raber İsta nbul'a y akın yerlerde de h ış­ m ın kurb anlarına rastlanm ıştır. Meselâ Bursa’ya giderken geçmiş o id u £ u İzm ît, te birkaç tü tü n tiry a k is in i öld ü rtm ü ş , E . dîrncde bazı kim selerin kahvehane islet­ tiklerin i duyunca bostancnbaşıyı göndere­ rek kahvehaneler E y ık tırm ış ve yasaâa riayet etm iyenlerl öld ürtm üştür. P&dişaVıın m a ıa z i dereceyi bulan şidde­ tine rağm en, tütü n tiry a k ilis i tam am en ortadan k a lk m a d ığ ı g ib i, bu hususta: Zararsız birdulıan h akkında neyler bunca dikkatler Duhan-ı â h .ı mazlum âns men eylen hüner oldur gibi m ısralarla S u lta n M urad a isne haiırııi itirazda bu lu n an la r da eksik oJıtıam istir. B ibliyograf y a ; K â tib Ç elebi; Fezleke C: 2. K aîm â: T arilı, C : 3- Solak-zâde M ehm ed H em dem l; T arih. H am m er (M. Â ta): Devleti Osmaniye ta r ih i C : 9, Feçuy h ı İbrahim-; T arih. Rica u t; H istoire de l Em pıre O ttom an C : 14 M ebmed H a li­ fe; Tarîh-i G tlm a ni. KaracelebiJî&de Abdüîöziz: Ravzat.üi-eb^ar. Sagredo: H is. toire de I’E m p ire O ttom an. 1893
Ü sırada yanında Abaza Melımed Paşa olduğu îıalde Yedikule kıyısında bulu­ nan padişah bostancıbaşıyı görerek u tarafa ilerledi. Yanlarına varınca «tiz şimdi katleyle? dedi. Duçc Mehmed ise Şeyhülislâmı bir saman ai'abasiyle Ayastefanos'uıı cKalabriye» köyüne gö­ türerek boğdu (7 ocak 1634). Böylece, Osmanlı tarihinde ilk defa bir şeyhülislâm idam edilmiş oldu. Âlim bir zat olan Şeyhülislâm Ahi-zâde Hüseyin Efendinin cesedi, sağlığında yaptırdığı medresesi civarında hazırlat­ tığı mezara değil de, Florya sahilinde kumsala defnedildi. Sipahi ayaklanması sırasında şeh­ zadelerin hayatına dokunul rmyacağıııa dair kefil olduğu için Sultan M urad’ın kin bağladığı bu adamın ölümünden, galiba padişahtan başka memnun olan­ lar da vardı. Nitekim Solak-zâde tari­ hinde (S: 753); tütün yasağına dair fet­ va vererek bir çok kimsenin öldürülme­ sine âmil olması münasebetiyle; «bu hususta fukaranın duası kabul olup çok geçmeden Şeyhülislâm Hüseyin Efendi katledilerek cezasını bulmuştur» denil­ mektedir. Bağdad voyvodasının idam ı Birinci Alımed’in saltanatının ilk yıllarından bu tarafa Boğdan’da on ta­ ne voyvoda değişikliği olmuştu, üçüncü cildin 1784 üncü sayfasında kendi­ sinden bahsedilen îstefan Tomşa (1611 1615) yı Aleksandr Movila (1615-1616), onu da sıra ile Radu Mihne (1616-1619) ve Gaspar Gratiani takip etmişti. İslâm Ansiklopedisi’nde Boğdan maddesine göre; Radu Mihne voyvoda tayiıı edil­ diği zaman bir çok İstanbul rumu ile birlikte Boğdan’a gitmiş, bu rumlar ti­ caret işlerinden başka idari işlere de el attıklarından Boğdan’da rumların n ü ­ fuzu fazlalaşmıştı. İkinci Osman zama­ nındaki voyvodaların İkincisi olan Gas­ par Gratiani (1619-1206) evvelce izah (sayfa: 1804) edilen sebepler dolayısiyle azledilmiş ve onun yerine eski Eflak voyvodalarından Aleksandr İlyaş (1620 -1621) tayin edilmişti. Sultan Osman'ın Hotin seferinde yolda padişana iltihak eden Aleksancir İlyaş, yolları iyi tamir etmemiş olması sebebiyle (Naimâ C: 2, S: 195) azledilip, Stefan Tomşa (1621 1623) ikinci defa Boğdan voyvodası ta­ yin edilmişti. Gerek Stefan Tomşa, ge­ rekse onuıı gibi ikinci defa Boğdan voy­ vodası olan Radu Mihne (1623 - 1626) zamanında İstanbul’da isyanların vuku bulması ve zorbaların etrafa hükmet­ meleri sebebiyle hükümet voyvodalık­ larla pek meşgul olamamış ve buralar­ da cereyan eden hâdiselere göz yum ul­ muştu. Nitekim Radu Mihne ölünce, onun vasiyeti gereğince (Naimâ C: 3, S: 146) Bemovski voyvoda olmuştu. Asleıı bir Lehli olan ve Osmanlı ta­ rihlerinde «Bertoska» şeklinde zikredi­ len Bernovski Miron üç sene müddetle Boğdan voyvodalığında bulunmuştu. Hıyaneti görülen bu adam bir aralık Lehistan’a kaçmış, fakat sonra oradan dönerek İstanbul'un tayin ettiği voyvo­ da olan Aleksandr’ı Boğdan'da barın­ dırmamış, Osmanlı hükümeti de Bernovski’nin voyvodalığını yeniden kabul etmek mecburiyetinde kalmıştı (1630). Bernovski İkinci defa Boğdana h ü k ­ metmeğe başladığı sırada Abaza Mehmed Paşa Tuna yalıları muhafazasına memur edilmişti. Bu sırada Abaza’nın da tavassutu ile Eflak voyvodası İstan­ bul'a gelerek sadakatini bildirdiği za­ man h il’at ve üsküf ile taltif olunmuş­ tu. İle Bernovski (Bertoska) de bundan cesaret alarak İstanbul'a gelmişti. Bertöska’nm, zahiren sadakatini arz ih ti­ yacını hissetmiş olması, Osmanlı hükü­ metinin son senelerdeki zaafının silin­ mesinden ileri gelmekteydi. Bernovski İstanbul’a gelince derhal Yedikule’ye götürülüp hapsedildi. Evvelce hıyaneti görülen bu adam bilâhara Dıvan-ı h ü ­ mâyûn önüne getirilerek meydan-ı si­ yasette idam olundu (Haziran 1633) YEMEN VE CEBELİ LÜBN AN'DAKİ HADİSELER Osmanlı idaresinde son senelerde garülen zaaf ve devlet merkezi İstanbul- da cereyan eden ayaklanmalar, bazı eyâletlerde, nüfuz sahibi yerli reislerin daha 1894
mülâki olduktan sonra Süveyş’ten ge­ milere bindirildi ve Cidde’de karaya çı­ karıldı. Kansu Paşa burada kendisine pişkeş sunan Mekke emiri Şerif Ahmed’İ idam ettirerek onun yerine Mes'ud'u getirdi; bunun arkasından Şerif Zevd zuhur edecektir. Kansu Paşa oıadan Muha'va gidince, tüccarların şi­ kâyeti üzerine Aydın Paşayı da katlet­ ti. Husrev Paşa’nm veziriâzamlığı za­ Yenıen’tleki hadiseler manında Yemen’e gelmiş olan Kansu Paşa burada uzun müddet çarpışmalar Osmanlı idaresinin zaafından fay­ yapmak zorunda kaldı. Mücadeleye gi­ dalanan Zeydı imamı Muhammed. Sul­ rişmek üzere Muha’dan hareket ettik­ tan Murad’ın saltanatının ilk yıllan ten sonra, evvelâ Zübeyd (Zebid)e git­ zarfında bilfiil faaliyete geçti. Yémen ti. Ve kendisi Zübeyd’de kalarak ket­ valisi Haydar Paşa’nın tedbirsizliğin­ hüdası Yusuf’u imam Muhammed’e den. Mısır valisi Bayram Paşa’nın da akarşı şevketti. İmamın emrindeki 100 lâka göstermemesinden gittikçe kuvvet bin kişilik kuvvet ile çarpışan Yusuf buldu. Ve Kevkeban kalesinde namına ketdüda, asker arasına ikilik sokmuş sikke kestirdi. Fakir ve perişan vazi­ olduğundan mağlup düştü. Dönüp ZÜyetteki araplara paralar dağıtıp bazı beyd’e geldiği zaman İstanbul’dan gelen geçim imkânları sağlamak suretiyle et­ kuvvetlerle, eskiler ve oradan toplanan­ rafına yüz binden ziyade (Naimâ C: 2, lar arasında anlaşmazlık yüzünden Y u­ S: 445) adam topladı. Sonra da Yemen suf kethüda askerler tarafından katle­ valisi Haydar Paşa’yı San’a’da muhasa­ dildi; Kansu Paşa bu anlaşmazlığı biraz ra etti. Bu vaziyet karşısında Haydar bahşiş dağıtmak suretiyle bir müddet Paşa İstanbul’dan yardım talebinde bu­ İçin yatıştırabilirdi. Tabi’i bu vaziyet, lunduğundan Çerkeş Ahmed Paşa bu iş zeydî imamı karşısında netice alınaiçin yola çıkarıldı. Lâkin Mısır’a vardı­ mamasına ve mücadelenin uzamasına ğı zaman bir ziyafette zehirlenerek öl­ âmil olmaktaydı. Kansu Paşa, bir taraf­ dürüldüğünden, bu defa Haydar Paşa'tan emrindeki askerin çıkardığı hâdise­ ya yardım etmek üzere Mısır ümerasın­ ler ve inzibatsızlıklarmı çeşitli tedbir­ dan Kansu (veya Kansuh) Bey vazife­ lerle örtmeye uğraşırken bir taraftan lendirildi. da sıkıntı içinde zeydllerle mücadelesi­ Aslen Mısır Çerkeslerinden olan ne devam etti. Malî muzayeka çekmesi­ Kansu Bey Yemen beylerbeyine yar­ ne rağmen çarpışmalar eksik olmuyor­ dımla vazifelendirilirken, imdad kuvve­ ti olarak da sipah ve silâhdar zümre­ du. Nihayet Haydar Paşa muhasaradan sinden on bin kişi, (Naimâ tarihinin 2 kurtulup selâmete ulaştı ama Kansu nci cildinin 446 ncı sayfasında 10 bin, Paşa San’a’ya mâlik olamadı. üçüncü cildinin 154 ncü sayfasında 3 İstanbul’dan gelen askerin disiplin­ bin deniliyor) Yemen kulu yazılarak İdsizliğinden, oradaki askerlerle olan ge­ ris ve Hamza Ağa namındaki şahısların çimsizliğinden İmam Muhammed hayli idaresinde gemi ile Mısır’a sevkedildi. istifade etti ve bu yüzden Kansu Paşa O arada Haydar Paşa’nın San’a’da sıkıntılı günler geçirdi. Bu arada Yemuhasarada, kalması dolayısiyle Ha>ıeş men’in iklimine dayanamıyan İstanbul’­ beylerbeyi Aydın Paşa yardıma memur dan gelen askerin bir kısmı hastalık y ü­ edilmişti. Aydın Paşa Muha’ya çıktığı zünden vefat etti, üç sene tamam olun­ zaman yanında kâfi miktarda askeri ol­ ca sağ kalanlardan dokuz yüz kişiye madığından Zeydî imamı tarafından âKansu Paşa İstanbul’a gitmeleri için ciz vaziyete düşürülmüş, onun için da­ ruhsat verdi. Bunlar âdeta bir eşkiya ha ileriye gidememişti. güruhu haline gelmişlerdi; geçtikleri İstanbul’dan «Yemen kuhiî nâmı ile yerleri soygunlarla harap ediyorlardı. gönderilen kuvvetler Kansu Paşaya Kara yolunu takip eden bu topluluk H i­ serbest hareket etme ve nihayet merke­ zi dinlememe cesareti göstermelerine âmil olmuştur. Tabi'i bu neviden bir ha­ reket, ancak kuvvete istinat sayesinde müm kün olacağından, neticede bir İs­ yan doğmuştur. Dördüncü Murad zama­ nında silâhlı çatışmayı İcap ettiren h â­ diseler Yemen ve Cebeli Lübnan’da vu­ ku bulmuştur. 1895
caz bölgesine gelince Mekke şerifi Zeyd otuz bin Arap toplayıp Cidde beyi Mus­ tafa Bey ile de işbirliği yaparak, bun­ ları müşkül doruma sokmak için yol iizerindeki su kuyularını kapattırdı. Ne­ ticede dokuz yüz Anadolulu ile 30 bin arabın çarpışması icap etti. Araplar bir iki tane de top bulmuşlardı. Fakat bu­ nu kullanmasını beceremediklerinden topu ateşledikleri zaman namlusunu çatlattılar. Hasıl olan karışıklıktan is­ tifade eden dokuz yüz kişilik Anadolu­ lular grupu 30 bin arabı mağlup edip Mekke'ye girdiler (Mart 1631). Lâkin kendileri bir eşkıya güruhu manzarası a rze t tiklerin den Mekke'de yağma ha­ reketlerinde bulundular. Kendi durum­ larını bildikleri için İstanbul'da ıvi mua­ mele ile karşılaşmıyacaklannı hesaplıyarak İstanbul'a gidip gitmeme mese­ lesini münâkaşaya koyuldular. Neticede iki grupa ayrılan bu dokuzyüz kişinin 300 ilâ 400 kişisi Basra’ya gitmek üzere diğerlerinden ayrıldılar ve yollarda Araplar tarafından mahvedildiler. Diğer­ leri kara yolundan İstanbul’a kadar ge­ lerek Dîvar.-ı hümâyûna başvurarak ulüfelerini istediler. Fakat onların bir eşkiya güruhu durumuna girmiş olduk­ ları İstanbul’da duyulmuş olduğu cihet­ le Divan-ı hümâyûndan kovuldular. Be­ ri taraftan Hicaz’da durumun karıştığı­ nı öğrenen Mısır valisi Halil Paşa işle­ re düzen vermek üzere Koca Kasım Be­ yi gönderdi. Koca Kasım Bey Mekke'de .barışıklığı izale ve dokuz yü 2 Anado­ lulu Yemen kulunun nasbettikleri Mek­ ke şerifini değiştirerek İstanbul’un tas­ vip ettiği Zeyd’i Mekke şerifi yaptı. öte taraftan, emrindeki kuvvetlerin yıpranması ve Anadolulu gıııpun sağ kalanlarının da oradan ayrılması yüzün­ den Kansu Paşa Yemetı'de daha uzun müddet kalamadı. Onun ayrılmasından sonra ise Zeydi îmamı Yemen’de hâkim vaziyete geçti. Cebeli L üb n an ’daki hadiseler Cebeli Lübnan’da öteden beri hadi­ seler eksik olmamakta, buradaki Ma’n oğullan ailesi bölgede nüfuzlarını kuv­ vetlendirmek ve hâkimiyet tesis etmek için zaman zaman baş kaldırmakta idi­ ler. Bu aileden geleıı kimselerin Üçüncü Murad zamanında çıkardıkları isyanı Mısır valisi İbrahim (sonradan sadrıâzam olan Damad İbrahim) Paşanın bas­ tırmasından evvelce i Sayfa: 1399) bah­ sedilmişti. İbrahim Paşa'.ıııı takip ettiği Ma'ııoğlu Korkmadın 1585 te ölümünden sonra Dürzilerin başına geçen İkinci Fahreddin kırk sene kadar emirlik et­ ti. Osmanlı devletinin Avusturya ve îran harpleri ile meşgul olmasından is­ tifade ederek «müstakil bir Lübnan devletî kurmak» hülyasına bile kapıldı. Celâli reislerinin yaptıklarından örnek alarak sekban toplayıp en az onbin k i­ şilik askeri kuvveE meydana getirdi. Celâli Canbolad-oğlu’ndan müzaheret görerek Sayda ve Berut'u ele geçirdik­ ten başka hâkimiyet sahasını güney Lübnan'da Safed, Banyas ve Aclun’a kadar uzattı. Canbolad-oğlu ile birlikte Oruç-ovası muharebesine de (C ilt III, sayfa; 1746) iştirak eden Ma'n-oğlu Fahreddin bu çarpışmada kaçıp kalele­ rinden birine kapanmasına rağmen emellerinin tahakkuku uğrunda çalış­ maktan geri kalmadı. Bu hususta A v­ rupa devletleri ile temastan bile geri kalmadı. Hattâ Floransa dukalığı ile giz­ li askeri maddeleri bulunan bir ticaret muahedesi bile aktetti. Kuyucu Murad Paşa Celâli harekâtında muvaffak ol­ duktan sonra. M a’n-oğlu’nun tedibine Şam beylerbeyi Hafız Paşa memur edil­ di (1612). Anadolu, Karaman ve Dlyarbekir eyâletleri askerlerini de yanına alarak harekâta girişen Hafız Paşa Dürzileri sarp dağlarda bir hayli sıkıştırdı. Bu vaziyet karşısında Fahreddin yerine büyük oğlu A li’yi emirliğe, kardeşi Yunus’u da onun yardımcılığına bırakarak 15 eylül 1613 te Sayda’da bir Fransız gemisine binerek İtalya’ya gitti. Orada vardım kuvveti temini için bir hayli uğraştı. Neticede buna muvaffak da ol­ du. Beş tane Floransa gemisi Suriye sa­ hillerine asker ve top çıkarırken tenkil kuvvetleri yetiştiğinden Dürzıler dağla­ ra Freııkler de gemilerine çekildiler. Bu arada Dürziler bir kaç yerde m ağlubi­ yete uğrayınca reisleri Ma’n-oğlu Ali devlete boyun eğdi; Osmanlı hükümeti de işi daha fazla ileri götürmiyerek bu kadariıkla iktifa etti. 1896
Bir kaç sene sonra Osmanlı hükü­ meti. emirlik selâhiyeti A li’de kalmak şartivle Fahreddin’in Lübnan'a avdeti­ ne müsaade etti (1618). Fahreddin'in Lübnan'a dönüşünü takip eden yıllar Osmanlı idaresinin en zavıf devresine isabet etmekteydi. Onun için yeniden esaslı şçkilde faaliyete koyulduğu gö­ rüldü. Avrupa devletleriyle de münase­ bete girişmiş olan Fahreddin'in istiklâl uğrunda çalışmalarına devam ettiği bir daha anlaşılmıştı. Kendisi bu sırada Tedmür’den Safed’e kadar uzanaıı saha­ da hükm ünü yürütmekteydi. Sultan Murad çocukluk devresini atlatarak idareyi bilfi’il eline aldığı za­ man Cebeli Lübnaıı hadisesini de hal­ letmek istedi. Bunun için, istiklâl pe­ şinde koşan Ma'r.-oğlu İkinci Fahreddiıı’i nüfuzunu kırarak kendisini tedip eyle­ mek istedi. Bu gaye ile Küçük Ahmed Paşa’yı Şam valiliğine tayin etti. 1632 senesinin son avları içinde Şam’a giden Küçük Ahmed Paşa kethüdası İbrahim Bey ile bir miktar kuvvet şevketti. Fahreddin ile yapılan çarpışmada İbra­ him kethüda mağlûp oldu. Bundan son­ ra Ahmed Paşa ikinci defa Cebeli Lüb­ nan’a kuvvet şevketti. Bunlar Fahred­ din’in oğlu emir A linin emrindeki 12 bin kişilik tüfenkendaz kuvvetiyle yap­ tıkları. muharebeyi kazandılar. Çarpış­ malar sırasında yaralanıp yere yıkılan emir A li’nin başını Şam yeniçerilerin­ den birisi keserek vali Küçük Ahmed Paşa'ya getirdi. Ahmed Paşa’nın üçün­ cü defa sevkettiği kuvvetlerin başında yine kethüdası İbrahim Bey vardı. İb­ rahim Beyin bu çarpışmada şehid düş­ mesi üzerine Küçük Ahmed Paşa tek­ mil kuvvetlerini toplıvarak bizzat ken­ disi harekete geçti. Safed civarında ce­ reyan eden çarpışmada Dürzi kuvvetle­ ri bozulup, bir haylisi muharebe saha­ sında can verdi; dürzilerin meşhur emiri Fahreddin kaçtı. Fakat şimdiye ka­ dar devleti hayli uğraştırmış olan Fahreddin’i mutlaka yakalamıya azmeden Ahmed Paşa onun arkasını bırakmadı. Fahreddin ise fazlaca sıkışınca oğulla­ rı ile birlikte Cezzin civarında bir m a­ ğaraya girdi. Pek sarp yerde bulunan mağaraya önden yanaşmak imkânı ol­ madığından Ahmed Paşa mağaranın üs­ tüne isabet eden kayalığa çıktı. Evvelâ odunlar yığdırıp ateşledi. Şiddetli ha­ raretle taşlar yanarak biraz gevşeyince üzerlerine sirke döktürdü, Bövlece taş­ ların biraz daha gevşemesini temin edip kiilünklerle gevşeyen kısımları kır­ dırdı. Arkasından ateş ve sirke işini tekrarladı. Bövlece kayaların ezilip üst­ ten mağaraya bir yol açılmasını temin ile buradan içeriye duman sevkedince Fahreddin. çocukları ve yakın adanıla­ lı ile birlikte teslim oldu. Ahmed Paşa. Fahreddin'i Hüseyin ve Mesud isimlerin­ deki iki oğlu ile birlikte İstanbul’a şev­ ketti. Fahreddin iki oğlu ile birlikte rikâb-ı hümâyûna çıkınca kendisi lıapsolundu; oğulları ise Galatasarayı'na ve­ rildi. Bir müddet Yedikule’de hapis tu ­ tulan Fahreddin, Sultan Murad’m Re­ van seferine giderken Sivas’tan bir hatt-ı hümâyûn göndermesi üzerine idam olundu (1635). Böylece. hıristiyaıı- 1897 Sultaıı Dördüncü Murad'ın silâhlan ve zırhı (Topkapı Sarayı Mu besindedir.)
dası olacak ve bilahara da elçilikle H in­ distan’a gönderilecektir. Ma’n-oğlu H ü ­ seyin'den pek çok şeyler öğrendiğini ve bilhassa Sultan İbrahim ve Dördüncü Mehmed devri vakalarının pek çoğunu ondan dinliyerek kaleme aluığım söyli.ven müverrih Naimâ, meşhur tarihin­ de (C: 3. S: 179-180) kendisini uzun boylu methetmektedir. Lığı kabul ettiğine, idamı sırasında haç çıkardığına ve göğsünde bir altun haç bulunduğuna dair rivayetler mevcut olan meşhur Dürzi emirinin maceralı ha­ yatı sona erdi. Galatasarayı’ndaıı soııra enderuna alınan ve burada iyi bir şekil­ de yetişen Fahreddin’in küçük oğlu H ü ­ seyin, Dördüncü Mehmed zamanında sır kâtibi, sonra hazine-i âmire kethü­ KJRIM H A N LIĞI İHTİLÂFI VE SİLA H LI ÇATIŞMA Onyedinci asrın başlarından beri, Osmanlı devletinin Avusturya ve Iran harpleri. Celâli ve kapıkulu asker sınıf­ larının isyanları gibi çeşitli gailelerle uğraşması ve nihayet, gerek saltanat değişiklikleri gerekse nizamların bozu­ luşu yüzünden maruz kaldığı zaaf ve idaresizlikler, K ın m hanlarının da bu durumdan istifadeyi düşünmelerine se­ bep oldu. Bilhassa Sultan Osman vaka­ sının yarattığı büyük sarsıntıyı gözöııünde bulunduran han ailesine mensup bazı kimseler âsi vaziyet takınma ve hattâ işi silâhlı çatışmaya kadar götürme cesareti gösterdiler. K m m'da ki hâdise peşinen hanlık mücadelesi şeklinde başlayıp bilâhare isyan manzarası gösterir şekle döküldü. Bu hadiseler, Osmanlı hükümetinin K ı­ rım hanlarını değiştirme yetkisini, za­ manın icaplarına uygun şekilde kullan­ mamasından doğdu. Bu arada, hüküm e­ te m utî bir han ile onu istemeyen ve kendi hanlıkları için uğraşan, en niha­ yet hükümete âsi vaziyete geçen iki k i­ şi görülmektedir, itaatkâr olanı Canbey (Canbek) Giray, âsi durum takınanlar da Mehmed ve Şahin Giray’lardır. Can­ bey Giray 1610 île 1635 seneleri arasın­ da üç defa hanlığa getirilmiştir. Canbey Giray’ın ilk hanlığı 1610 1623 senelerindedir. Canbey Giray'dan önceki Kırım Han’ı Selâmet Giray za­ manında Kafkasya’ya kaçmış ola n ,Meh­ med ve Şahin Giraylar, Canbey Giray’ın hanlığı üzerine Akkerman tarafları­ na gelerek etraflarına epeyce adam top­ lamışlardı. Canbey Giray’ın bundan kuşkulanarak haklarında şikâyette bu­ lunması üzerine Mehmed Giray elde edilip (1612) İstanbul’a getirilmiş, iki se­ ne sonra da Yedikule'ye hapsedilmiş­ ti. Mehmed Giray’ın hapse atıldığını duyan kardeşi Şahin Giray ise o sırada bulunduğu K ili’den İran’a kaçmıştı. Mehmed Giray, Sultan Osman’ın cülus günü Yedikuleden kaçmışsa da Bulga­ ristan arazisini öteye geçmeden yakala­ nıp İstanbul’a getirilmiş, oradan da Ro­ dos’a sürgün edilmişti. İşte, Canbey Giray'm ilk haniığı za­ manında bu muamelelere maruz kalan Mehmed ve Şahin Giraylar muhtemelen Osmanlı hükümetine karşı kin bağla­ mışlardır. Birinci Mustafa zamanının sadnâzamlanndan Mere Hüseyin Paşa, Mehmed ve Şahin Girayların bıı hissi­ yatını düşünmeden ve bilhassa, h ü k ü ­ metin o sıradaki zaafını da hesaba kat­ madan, Canbey Giray’ı azledip Mehmed Giray’ı Han tayin etmiştir. Mehmed Giray'ın hanlığa geçirildiğini duyaıı Şa­ hin Giray ise, İran’dan K ınm 'a gelerek kardeşine Kalgay yani veliaht olmuş­ tur. Canbey G iray ’uı tekrar han yapılm ak istenmesi Mehmed Giray H an’lığa geçince K ı­ rım ’da kendisine m uhalif olanları öldür­ meye koyuldu. Onun bu husustaki icra­ atı merkezin dikkatini çekmekle bera­ ber gaileli bir zamana rastladığından ses çıkarılmadı. Lâkin Şahin Giray'ın asker toplayarak İstanbul üzerine yürü­ yeceğine dair bir şayianın dolaşması karşısında hükümet hassasiyet göster­ di. Rivayete göre (Naimâ C: 2, S: 330): müneccimlerden birisi Şahin Giray’a, adı kuş adlarından birisi olan bir kim ­ se âleme padişah olup herkese hükme- 1898
Dördüncü Mıırad devrinin Önemli simalarından : Kâtib Çelebi, Koçi Bey, Nef'i (İlâve: 121) K A T ÎB ordu İle H a le p ‘e gelmiş, V eziriazam bu­ rada kışlarken H icaz'a giderek hac vazi­ fesini ifa etm iştir. H a c 'dan dönüşünde, o rdu nu n D iy arb ak ır'd a b u lu n d u ğ u ay. larda dünlerin i oralarda rastladığı â lim ­ lerle m ünakaşa ve sohbetle g eçirm iştir. D ah a sonra S u ltan M urad ın Revan se­ ferine İştirak etmiş. İsta nbul'a avdetini m ü teak ip , kendi ta b iri ile, a rtık «Cihad-ı asgar» y a n i harb ve darbdan « e lh a d j ekber» yani ilim ve irfa n y o lu na dönm ü ştür. Böylece on y ıl kadar, o rd u ile m u h te lif seferlerde b u lu n d u k ta n sonra k endisini b ü s b ü tü n . ilm e verm iştir. ÇELEBİ Onyedinci asırda yaşam ış m ü h im bir ilim ad am ım ız olan K â tib Çelebi n in asil a<n M ustafa olup 1609 şu b atın d a İs­ ta n b u l'd a d ün yay a g e lm iştir. A b d u llah adım taşıy an babası enderunda yetişm iş ve s llâ h ta rlık züm resine m ü lh a k b ir va­ zife ile saraydan a y rılm ıştı. K â tib Cele­ bi o nd ört yaşına geldiği zam an babası kendi ay lığ ın d a n ondört dirhem h arçlık bağlıy arak y a n m a alm ış. böylece pok genç yaşta M âliy enin A n adolu m uhase­ besi kalem ine şagird yani m ü lâzım ol. m uştur 05231. Şeyhler ve âlim le r mec­ lisine devam eden bir zat d a n babası ona hususi hocalardan ders okutm uş, muhasebe kalem ine g ird ik ten son"a bu­ rada halifelerden birin d e n hesap k aide­ lerini ve siyakat yazasım öğrenm iştir. Abaza isy anın ı bastırm ak üze~e giden kuvvetler arasında babası ile birlikte sİ. lâh d ar bölüğün de bulu n m u ş, daha sonra 1035 (M : 1625 -1626) y ılın d a B a ğ ö a d se­ ferinde bulunm uş. bu seferden d ö n ü l, l ü ’ken M usu l'a g e lin d iğ i zam an babası, bir ay sonra da N usay bin y ak ın ın d a C errahlu m enzilinde amcası ölm üştür. O radan D iy a rb a k ır'a gelm iş, bu rada bu­ lu n d u ğ u sırada süvari m ukabelesine tay iu edilm iştir. B ilâhare O rdu ile E rz u ­ rum m uhasarasında b u lu n d u k ta n sonra 1038 (M : 162S - 1629) de İsta nbu l'a gel. n iş tir . O ssrada^ d ü zg ü n ve müessir bir lisanla verdiği v aizleri ile İsta nbu l hal. k ın ı teshir eden K adı.zâde n in derslerine devam etmişti-. 1Û33 (M ; 1629-1650) da Husrev P aşa’n m m aiyetinde K em edan ve B ağdad seferlerine k a tılm ış, 1041 de îs. ta n b u l’a dönünce tek rard an Kadı-zâde’nin derslerini takip eylem iştir. Bu sırada ondan tefsir, ihya-i ııiü m , k elâm dan m evakıf şerhi, fık ıh ta n D ürer ve bir de B trgîvt’n in Tarikat-ı M uham m edi ye'sini okum uştur. Kadı-zâdenin bilgisinin sathi oldufiu nu, indi m ü tale alard a b u lu n d u ğ u ­ nu ve akis m a lû m a ta kıym et verm ediğini, tenkitçi ve araştırıcı zekâya sahip olan K â tib Çelebi farkederek bu derslerden pek tatm in olm am ıştır. 1633 te V eziriâzâm Tabam-Yassı M ehm ed P aşanın em rindeki \ i ! H alep 'te b u lu n d u ğ u sırada b ü tü n sa­ haf d ü k k â n la rın ı dolaşarak kita p topîıy a n K â l i b ' Celebi hayatı boyunca kitap tem in inden geri d u rm a m ış tır. 1047 y ılın ­ da akrabasından zengin birinin ö lü m ü üzerine, kendisine k alan birkaç y üz ak­ çelik m iras m ile y ü k ü ile k ita p sa tın al­ mış, gerisi ile de F a tih C am it ile Sul­ tan Selim Camii arasında b u lu n an evini ta m ir ettirm iştir. A y ni sene içinde evle, nen K â lib Çelebi fazilet ve ih atası ile m eşhur olan A rec M u stafa E fe n d i’nin derslerine devamla tefsir ve sair dersler­ den o k u m u ştu r, ş im d iy e kadar derslerini d inle d iği u lem anın hepsinden ü stü n buld u i u bu zatı* kendisine üstad edind iği gibi, o da K â tib Çelebi ye diğer talebe­ lerinden fazla a lâ k a gösterm iştir. Ayrıca A yasofya'da m üderris K ü r t A b d u lla h Efendi ve Süleym aniye de m üderris olan K eçi Mehmed E fe n d i'n in derslerini din­ lem iştir. D aha bazı kim selerin derslerini dinleyen K â tib Çelebi bık m ad an usan­ m a d an okum aya devam etm iştir. Bazan bİ7 k ita b ın üzerinde kendisini u n u tu p odasm da güneşin batm asın dan doğm asına m u m y an d ığı g ünle r olm u ştu r. ■ i 1899 K â tib Celebi bir tara fta n m u h te lif kim selerin derslerine devam la b ilg isini arttırm ay a çalışırk en b ir ta ra fta n da tale­ belerine dersler verm iştir. D aha ziyade tarih, ta ba k at ve vefayat k ita p la rın ı o. kum aya meyli olan K âtib Çelebi. G irit seferi m ünasebetiyle h a rita la rın nasıl ya­ p ıld ığ ın ı g örm üş ve coğrafî m evzularla derin bir şekilde a lâk alanm ış, bir hasta, lig i m ü teakip de tıb b i eserleri tetkike | •
? 1 ^ disini "Türkiyenin ilim irtkilâbctsı" diye yad etmesek bile Türklyede ilim rönesan. sınm mübefşiri gibi sayabiliriz?. m erak sarm ıştır. Eüyîece çeşitli ilim ko­ lu ve m evzularda geniş bilgi sahibi ol­ m uştur. Medrese tahsilini m untazam bir şe­ kilde ikm al etm ediğinden zam anın ule. ması ona itib a r etmemiş, h a ttâ yan göz­ le bakmıslardar. N itek im b u halin tesir, leri m em uriyet hayatına a da g örülm üş, çaJıştıâı kalemde y irm i sene emek ver­ d iği halde h alifeliğe geçirilrnem is, o da nihayet bu yüzden is û fa etm işti. Uç sene kadar m em uriyet h ay a tınd an uzakta ya­ şadıktan ser»ra Şeyhülislâm A b d ürrah im Etendi nin delâletiyle ikinci halifeliğe tay in edilm iştir. M aaşa istih kak için hat* tada bir İki g ün kaleme giden K â tib Çclebi sair zam anlarda m ütem adi şeklide eserlerini telifle meşgul olmuş, k ita p la­ rın ın copunu bu son y ıllard a m eydana getirm iştir. 27 zilhicce 1067 cumartesi (6 ekim 165?) g ünü sabah kahvesini i. çerken fenalık hissederek elinden fincan düşm üş ve vefat eylem iştir. Mezarı Zey­ rek cam iine varm adan m ektebin altın d a­ k i scbil’n b itişiğind eki k üçük hazirededlr. ıiJ53 y ılın d a yeni b ir m ezar y ap tı­ rılm ış ve b ir de kitabe konulm uştur. U lem a arasında K â tib Çelebi. divan ehlince Hacı H alife seklinde anılan bu m ü dekk ik İlim adam ım ız A v ru p alIlar ta­ rafından H acı K alfa diye tanınm aktadsr. K û tib Ç e le b in in şahsiyeti, iSml hüvviyell ve u m u m i fik irle ri hiç güphesiz cn iy i şekilde eserlerinden takip edile­ bilir. T ürkiye'de ve B atı da tak d ir edil­ miş, gerek şahsiyeti fîerekse eserleri hak. k ın d a epeyce şeyler söylenm iştir. O nun hakkında fazlaca hayran lık beyan eden­ lere m ukabil, onyedinci asır A vrupasın. da ki fik ir ad am larından Descartes ve L elbniz gibi kimseler y anında o k u r yazar bir m üptediden ile ri gidem iyeceğinl söyliycnlcre de rastlanır. îi r a t ve tefritler den sakınarak onun hakkında hüküm vermeye çalışan A dnan A dıvar, «Osman* İt T ürlerinde ilim » adla eserinde şöyle de": ¿K âtib Celebi, tetebbudaki genişli­ s i ve eserlerinin ço kluğu nazara alınırsa, M uhtelif ilim lerde behreye m â lik ve bü­ tün tarihte tetebbunun zenginîiği ile m eşhur bir â lim " gibi te lâk k i ve Garb ve Ş arktaki em sali ile m ukayese oluna­ b ilir. Şurası m u h a k k a k tır ki, Osm anlI T ürkiyesizde K û tlb çe le b i, b irin ci defa alarak Garb Ünal ile sıkı temasa sirm iye bavlıyan ve bilhassa o ilm in kıym et ve ehem m iyetini takdir ve G arb iîm i ile şark ilm i arasındaki şeddi yi k im y a te. şebbüs eden zût olm ak dolayisiyle, ken­ K â ıib Ç e le b in in zam anının itim adam larından a y rıld ığ ı en esaslı nokia onun taassuptan sıy rılm ası, ilm ! gelişme­ de, araştırm an ın önem ine ve a k lın reh­ berliğine in an m a sıdır. D evrinin medrese ulem ası cnu «ketebeden» diye sıfa tla n d ı­ rıp, bu sözlerinde küçük görm e edası giz­ lerlerken, K â tlb Çelebi de o nların askolâstik fik re sahip o ld u k la rım gördükçe ten kidlerini açık lam akta n geri k alm am ış­ t ı’'. Taassubun her tü rlü sü y le m ücadele eden K fıtib Celebi, devrinin taassubu halk? birbirine düşürecek derece şiddetli iken tenkittetı y ılm am ış, fa k a t û h ü n ten. k itleri ara ştırıcı zekâsı ve zengin k ü l­ tü r ü n ü n süzgecinden seçtifii için, şair N ef'i gibi bir tehevvüre k urban gitm e­ m iştir. İlm i bir cemiyetin ayakta du rm a­ sına ve devam ına vasıta gören K â tib Çe­ lebi. hadiselerin izahında da ilm in reh­ berliğinden hiç bir zam an a y rılm a m ış, t iv. B u çahskan ilim a dam ım ızın y irm i­ den fazla eseri v ard ı t. İslâm Ansiklope­ disindeki iK â t lb Celebi» maddesinde 23 eseri kısaca ta n ıtılm a k ta . A d nan Adıvar ın «Osm anlI T ürklerinde ilim » adlı k itabında da coğrafi eserlerine dair k ıy ­ m etli b ilg i verilm ektedir. Eserlerinin en m ü him ve ta n ın m ışla rı ş u nlardır: 1 — Keşfüz-zunûn an esam iil k ü tü b vcl-rünun: Arapça yazılm ış b ir bibliyo g ­ rafya k ita bıdır. K â tîb C elebi1nin y irm i y ılda yazm iş o lduûu bu eserde 14500 ki­ tap ve risale ism i geçm ektedir. Kısaca cKesiüz-zunun» dîye tan m a n bu eser 1857 de M ısır da, 1SB2 de İsta n b u l’da, 19411343 te ik in c i defa İs ta n b u l’da basılm ış­ tır. Ayrıca 1&35-1S5S seneleri arasında arapca m etin ve lâtince tercüm esi ile bir­ likte ilk İki cildi L e ib z ıg d e diğerleri de L o n d :a ‘ da tabedilm lştir, i 1900 2 — C ih annü m a : K â tib Çelebi co£ra fy a ’ya m e rak e ttiğ i zam an, İslâm mü* elliklerinin eserlerindeki noksan ve y an­ lışları görm üş, B a tılıla r ın daha İleride oldu k larını anlıy&rak aradaki bo şlu ğu dol­ durm ak gayesiie bu m ü h im coğrafi ese­ ri m eydana getirm iştir. E serini h azır­ larken *Mercators u n ^Atias M ajör» undan fay d ala nd ığ ı gibi A yrıca Ortelius, Ph. Cluverius ve K ala b riy ali Lorenzo g ib i B atılılarm eserlerinden de faydalanm ış­ tır. Bu eseri İbrahim M ütefe rrika m a tb a ­ asında basılm ıştır. I j
.■ ' i — Fezleketü akvaril-ühyar fi ¡imût-lurih veL ahbar: Yüz elli kadar dev. lettcn bahseden arapça bir umumi ta. rihtir. 4 — T akvim üt-tevarih: A rapça Fez­ leke İsim li ta rih in Türkçe bir hülâsası­ dır. C lh ann üm a gibi bu eser de İbrahim M üteferrika ta ra fın d a n tabedilm iştir. 5 ~ Fe2leke: 1592-1655 seneleri ara­ sındaki vukuat) ihtiva eden bir Osm anlı tarihid ir: ik i cilt üzerine ta b edilm işi îr. fi — Tuhfet-üî-kibar f i esfar-il-bihar. 1657 y ılın a kadar denizlerle İlgili v u ku a­ tı ihtiva eden bir Osm anlı deni2Ciük ta. rthidir. 7 — Süllem ül- vüsül İlâ tab ak ati ifü h û l: T ürk , Arap. Yunan ulem asının tereüm ei hallerini ih tiv a eden bir taba. kat kitabıdır. 8 — Dustur-ül.amel fi İslahJL halel: Devlet bütçesinin gelir ve m asraflarını, bütçe a çığ ın ın sebeplerini Incellyen m a­ lî bir eserdir. 9 — Mi2an-ül-hak f i ihtiyar-ül-ahak: K âtib Ç ele b i'n in en SGn kaleme alm tş o l­ du ğu bu eser, m ü e llifin y aşadığı devir­ deki Kadi-zâdeliler ile S o iiy y u n arasın, daki m ünakaşa dolayısiyle yazılm ıştır. M eşhur bilgin bunda taassubun zararla­ rını teşrih etm ekte ve m üsbet ilim lerin ehem m iyetine işaret etmekte, cah illik ve taassuptan k u rtu lm a n ın y o ila n m belirt, meye çalışm aktadır. KOÇt BEY D örd ün cü Sultan M u ra d ve Sultan İb rah im 'e risaleler sunm uş olan K oci Bey, bu risaleleri yolîyle mem lekete iy ilik et. m iş bir kimse olarak tarihlerim izde lâ ­ y ık olduğu yeri alm ası gereken bîr şah. siy etti. K endisinden Koci ve K u cî seklinde bahsedilen bu zatın hakiki ism in in M us. ta fa olduğunu, Koçi kelim esinin b ir ifikab olabileceğini, bu lâ k a b ın da, onu n m uhtem elen yü2ün ü n k ırm tz ılığ ın d a n do­ lay ı arnavutea k ırm ızı m a nâsın a gelen «kucî- kelimesinden çıkabileceğini, B u r­ salI T ah ir Bey m e rh u m «Osm anlı Müellifleıi» isim li eserinde kaydeder. Koçi Bey aslen G örice'lidir. K arısı ile o ğlu Seferşah Gorice'de M lrahur îly as Bey cam ii haziresinde m e diu n dur. Aslen Görice li bir arnavut devşirme, si o lduğu n da şüphe bulu n m ay an Koçi B eyin hangi tarihte devşirlldiiü, hangi hizm etlerde bu lu n d u ğu ve hangi tarihte fild ü iü bilinm em ektedir. O n u n hakkında b ild iğ im iz şey; kendisinin enderunda ye­ tiştiği ve D ö rd ü n c ü M urad ile S u lta n İb ­ rahim e musahib ve mahrem-i esrar ol­ duğudu r. Esasen onun kıym et ifade e. den şahsEyet ve hizm eti, vazife ve m a kam ı b ak ım ın dan de£il, bu ik i h ü k ü m d a ra sun­ du ğu risaleleri ile tebellür ve z am anım ı, za in tik a l etm ektedir. B u risaleler, ge. rek m ahiy etleri gerekse su n u ldu ğu dev­ rin taşıdığı nazik şartlar b a k ım ın d a n e. hem m iyet arzetm ektedir. Birincisi 1041 (m ilâ d i 1631) y ılm d a Sultan M u ra d'a sunulm uştur. A rka arka, ya sıralanm ış bir ta k ım arz tezkirelerin­ den ibareL olan risalede; O sm anlı İm p a­ rato rlu ğu n u n gerileme ve bozulm a sebep­ leri izah olunm uştur. Koçi Bey idare ve nizam lard aki bozulm anın. başlangıcını K anuni devrine kadar götürm ekte, bo­ zu k lu k ları şahıs, hâdise, rakam , tarih, yer zikrederek teşrih etm ektedir. B&zan açıkça tenkidi sert bir dil de k ullanan Koçi Bey bozuk iş ve n izam la rın nasıl ıslah olunacağını beyan etm ektedir. K a ­ n u n la r ın çiğnenişi, rüşvet ve iltim a s, ih ­ m al gibi m ü h im hastalıklara bilhassa parm ak basar. Koçi Beyin bu risaleyi hazırlarken devletin eski k an u n ların ı, geçmişteki iyi ve k ö tü icraatı esaslı şekilde incelediği ve devletin o sıradaki d u ru m u n a da iyf bir şekilde v ukuf peyda e ttiğ i anlaşılm ak­ tadır, Bilhassa devletin teşkilâtına dair geniş bir v u k u f sahibi o ld u ğ u g ö rü l­ m ekledir. S ultan M u r a d 'm 1632 y ılınd a işleri düzeltm ek üzere faaliyete koyuluşu, pa. dişahıtı düzeltm eğe ça lıştığ ı şeylerin, bir k ısm ının risalede belirtilen hususlarla m u ­ tab ak a t arzetmesi gözönüne getirilince; bu risalenin, h ü k ü m d a r üzerinde müessir o ldu ğu neticesine varm ak gerekir. K oçi Bey in S ultan İb a h im 'e tak dim e ttiği ikinc i risale, gerek m ahiy eti, ge­ rekse ifade tarzı ba k ım ın d a n birincisin­ den fa rk lıd ır. B unda, devlet teşkilâtına, devlet erkânına nasıl h ita b ve muamele edileceğine, fermanLarın nasıl yazı laca, ¿m a , m ü lk i taksim ata, vergi ve p ara iş­ lerine, elçi k a bu lüne d a ir b ilg i vermekte ve yer yer de nasihatlerde bu lu n m ak ta­ dır. Koçi Bey ne bir â lim , ne b ir şair, h a tta ne b ir tarihçidir. Gerçi risaleleri O sm anlı teşkilât ta rih i b a k ım ın d a n bir kıym et ifade ederse de. o bunu b ir ta­ rih i eser m eydana getirm ek niyetiyle
hazırla m a m is tır. Risaleleri, devletin teş­ kilâtına derin vukufunu belirtmesi, h ük ü­ met nizam larının o zam anki bozuk ta ra f­ ları m iyi kavradığını göstermesi ve bun­ ları ıslaha m edar olacak sam imi tavsiye. Lerltti ihtiva etmesi bakım ından bir ksym et taşım aktadır. K endisi bir devşirme olduğu. onun y aşadığı devirde ekseri dev­ şirmeler turlii nizam sızlıkların â m ili vadiyetinde hem kendilerim hem devleti yeyin bitirm eye çalıştıkları halde, Koçi Beyin, bu memleketin nef'ine m edar ola. cak inan d ığı doğru yolu göstermesi, onun şahsının da risaleleri gibi değerli ol­ d u ğun u gösterir. düncü M urad zam anında konm uştur. S ol Laii Murad îıaşin bir tabiata m a lik ol­ makla beraber N efT y e karşı sam im i bir takdir hissi beslemişti. Zorbalara, onlar la, uzak yakın alâkası bulunan kimsele­ re, em ir ve yasaklarına riayet ermiyenlere karşı pek insafsız olan S ultan M u­ rad ilim adam ı ve şairlere y a k ın lık gös­ termiştir. N e f I bu y akın lığa en fa2la m ıil olan bir sanatkâr ise de, bir gaza­ bın k urb anı olm a ktan kurtulam am ıştır. Padişahın iradesi ile sadaret kaym akam ı vezir B ayram Paşa tarafından bozularak öldürülm üş ve cesedi denize atılm ıştır <27 ocak 1635 — 8 şaban 1044). N e f î n l n idam sebebi değişik şekil­ lerde anlatılırsa da, netice, itibarîyle b ü­ yük şairin Ölüm ü hicivleri yüzünden vu­ ku buim uştur. S a irin haşin bir tabiata m a lik olduğu, 2am sn zaman fazla gurura k ap ıldığı, fazla serbest ve kaba lâtlfeier. den bile sak ın m adığı anlaşılm aktadır. Hiciv sahasında üstadane şiirler kaleme alm akla beraber kaba ve hatta sîrf k ü ­ fürden ibaret hicivleri de bulunm akta, dır. O nun icifl, hayatı boyunca şairin hasmı eksik olm am ış ve böyleleri fırsat yakaladıkça kendisine fenalık etmekten geri durm am ışlardır. Dördüncü M urad bir gün onun hicivlerden mürekkep «Sihâm-ı Kaza» isim li eserini okurken saraya y ıl­ d ırım düşm üş, padişah bunu uğursuzluk addederek N e fT y i mem uriyetten azil, ayrıca huzuruna çağırarak hicve tövbe ettirm iştir. N e ft padişahın emrine bo­ yun eğmiş ve o arada yazıp padişaha gönderdiği bir kasidesinde: N E F ’Î Onyedinci asırda Osm anlı İm parator­ lu ğ u idari, askerî, iktisadi sahada gerile, mekle beraber san'at sahasında bazı de. ¿erli sahsii etlerin yetiştiği görülm ekte­ dir. Bu asırda değer ifade eden kimselerin, daha ziyade asrın ilk y ansında yetişmiş olduğuna bakılırsa; bunları İm paratorlu, jiun parlak devrinin son havasından İsti, iade eden kimseler seklinde kabul etmek m ü m k ün d ür. Sultanahm ed camii gibi za­ rafet, güzeîlik ve İhtişamı bünyesinde cemeden bir mim arî abidesini yaratan m im ar ile divan şiirinde kaside tarzında kemaline erişmiş şiirler yazan N e f!. gi­ bi bir sair, bu asrın ilk yarasında yaşa­ m ıştır. Seyhül'slâm Yahya E fendi, N abı, Nev i-zade Atal. N aili, N e f 1. Azmi-zâde H aleti gibi he" b iri birer kıym et olan onyedlnct ası- sairleri arasında en fazla dikkate değer olanı N e n dir, Bugünden ahdim olsun kim seyi hicvet­ m eyim illâ Vereydin ger icazet hicvedendim baht-i nâsâzı Asıl a d ı Ömer alaıt N e n E rzu ru m '­ un Haşan kale kazasında dünyaya gelmiş­ tir. Doğum ta rih i belli olmayan N e fT n in Ceüncü M urad zam anında dünyay a gel­ diği anlaşılm aktadır. Ç ocukluğunu ve ilk gençliğini nasıl geçirdiğine d air bil. Çilerim iz hayli eksik ve hatta sağlam de­ ğildir. N e f î b u tövbesine rağmen d ilin i tu t­ mamış, vezir Bayram Paşa”yı hicvetmiş, tir. O nun hicivlerine maruz kalan m ü him devlet adam ları arasında G ürcü Mehmed Paşa da vardır. Padişah N e lT y ı hicve tövbe ettirdiği zam an bunu duyan rakip, leri N e f î, m ü him şahsiyet olarak K ırım H anı ile tanışmış, o da şairi K uyucu Mu~ rad Paça ya tavsiye etm iştir. N e fT n in İstanbul'a gelmesinde M urad Paşa nın rolü olduğu kabul edüm ektedir. Bu d u ­ rum a tröre, B irinci Ahm ed zam anında Is ta nb ula gelmiş olduğu anlaşılm aktadır. G ökten nazire indi sihâm.ı kazasına N e f 1 d iliy le u ğ r a d ı h a k k ın be lâsın a Dem işlerdi. N eiT nlr. T ürk edebiya­ tındaki yeri hayallerindeki azamet, lisa­ nındaki zenginlik ve şiirindeki emsalsiz ses ve ahenktedir. D ivan şTirinin kaside ne vind e en b ü y ük üstad N e fT d ir. N e f i kaside sahasında, en bü y ük İra n şairleri ayarında kasideler meydana getirm iştir. N e f i İstanbul'a geldikten sonra sa­ ray ta ra lın d a n himaye edilmiştir. Birin, ci Ahmed, İkinci Osman şairi himaye te­ mekle beraber, û en fazla iltifata D ör­ 1902
decektir demiş; müneccime fazlaca kıy­ met veren Şahin Giray böyle bir şahsın kendisi olabileceğini düşünerek hareke­ te geçmek istemiştir. Fakat meselenin hakiki veçhesine göre; bu sözlerin Mehmed ve Şahin Giray’lar aleyhinde tertiplenmiş bir propoğanda olduğu ve bunda da Mehmed Giray'ı istemeyen kızlarağası Mustafa. Ağanın (Naimâ: C: 2. S: 337) parmağı bulunduğu anlaşılı­ yor. Zira, Kefe’rün işgali sırasında ne şekilde gadre maruz kaldığını hikâye eden Mehmed Giray, Mustafa Ağanın Canbey Giray’ı Han yapmak için ken­ disinden ikiyüz bin kuruş rüşvet aldı­ ğını söylemiştir. Zikredilen rivayetler çıktığı sırada Sultan Mıırad tahta cü­ lus etmiş olduğuna, onun cülusunu m ü­ teakip Birinci Mustafa zamanına naza­ ran idarede iyiye doğru bir kımıldama görüldüğüne göre; o sırada iş başında bulunan devlet adamlarının, hükümete daha muti bir kimseyi Kırım Haıı'ı yap­ mak, aynı zamanda kendisine muhalif oldukları için Mehmed Giray'ın şiddet ve takibatına maruz kalan Kırım rüesasını da onun pençesinden kurtarmak is­ temiş olabilecekleri de tahmin edilebi­ lir. Caııbey Girav’ın tekrar han yapıl- Kâtib Şair Nef'î Çelebi Koçi Bey (Not: Bu resimler zamanlarından sonra yapılmışlardır) kaza$ isimli eserleri mevcuttur» D ivanı bir kaç defa basılm ıştır. Gazelleri içinde hayli güzelleri varsa Oa* kasideleri kadar m uvaffakiyetli değildir. Bilhassa kasidelerinde *ahenk» ve «vu­ zuh* a çok d ik kat etmiş. kelim elerini böyle bir anlayışla seçip yerlerine yer­ leştirm iştir. Sultan Ahm ed, İkinci Osman ve S ultan M urad gibi h ük üm darlardan başka K uyucu M urad Pasa, Ö k ü2 Mehmed Paşa, Nasuh Paça, Hüseyin ve Ali Paşa «ibi sadrazam ları metheden ka. sideleri de mevcuttur. B ibliyografya: A. Adnar. Adıvar: Osmanlı Türklerinde ilim . B ur salı Meh­ med T ahir; Müverrihindi Osmaniyeden A li ve K âtib Çelebi nin tercüm e! halleri. Bursalı Mehmed T ahir; O sm anlı m üel­ lifleri, O rh a n Saik G ökyay; K â tib Çele­ bi (Tarih dergisi no.; 11-12). H am m er (M . A ta ); D e v le ti Osmaniye ta r ih i e. S ve ıû- Mehmed Süreyya Sicill-i Osm anî. îslâm Ansiklopedisi. Osm anlI sairleri arasında ustaca farisi şiir yazan bir kaç sairden biri de N efT dir. Tabii onun asıl d e le r i ve bü­ y ü k lü ğ ü Türkçe gürlerindedir. Zaten Türkçe şiirleri farsça şiirlerinden bir hay­ li üstündür. vanı N a lm â ; Tarih C : 3. K âttb Çelebi; Fezleke C ‘ 2. N lhad Sam i B a n a rlı; Re­ sim li T ürk Edebiyatı T arihi. K ö p rü lü . zâde Mehmed F u a d ; D ivan Edebiyatı AfttoloJisE. Ali N’lhad T arlan, N e fT nin farsça divanı. N e fT n jn Türkçe ve farsça birer d i­ ile hicivlerini ihtiva eden «S ıh a lîıj 1903
1\II 1 V L m ITIU. masına karar verilince kendisi Rodos'­ tan İstanbul'a getirildi. Vezir Haşan Paşa onun yanına katılarak İstanbul'­ dan dört kadırga ile hareket ettirildi. Kırım mirzaları; Şirin beylerine de bu­ na dair hükümler gönderildi. Canbey Giray. Kırım'a ayak basınca Kefe va­ roşunda bir eve misafir edildi. O sıra­ da Mehmed Giray ve Şahin Giray asker toplamaya başladıkları gibi Kırım halkı da Mehmed Giray’m hanlıkta kalmasını istediler. Kaptan-ı derya Receb Paşa’nın K ırım ’a yollanması Vezir Haşan Paşa vaziyeti İstanbul’a yazınca. Akdeniz’e çıkmak üzere olan Kaptan-ı derya Receb Paşa donanma ile Kefe’ye sevkedildi. Receb Paşa ge­ linceye kadar Kırım Han’ı Üçüncü Mehmed Giray ve kardeşi Şahin G i­ ray kırkbin kişilik kuvvet toplamıştı. Kaptan-ı deryanın Kefe’ye ulaşmasını müteakip Receb, Haşan. İbrahim ve Ke­ fe beylerbeyi Mehmed Paşalar araların­ da konuşarak Han’a ve kardeşine nasi­ hat yollu mektuplar yazmaya karar ver­ diler. Receb Paşa kaleme aldığı mek­ tuplarda nasihattaıı başka kendilerine Hersek ve Mora sancaklarını teklif et­ ti. Şahin Giray. Receb Paşa’ya verdiği cevapta (Naimâ C: 2, S: 333); memle­ ketine daha yeni dönmüş olduğunu, or­ tada suç teşkil edecek bir şey olmadı­ ğı halde niçin böyle bir hakarete maruz bırakıldıklarını beyan ediyor ve tatar mirzaları ile halkın kendilerini istedik­ lerini ilâveden sonra , askerle buraya gelmiş olmasına işaretle: «bu diyarı ec­ dadımız küffar elinden alup kuvvetleri sayesinde tasarruf edegelmişler iken, hâlâ evlerimizi ve karyelerimizi ateşe urup kadim yurdumuzdan göçülmek in ­ saf mıdır? Eğer cümlemiz terk-i va­ tan edersek ve Kırım diyarı küffar eli­ ne düşerse, Kefe’niz ve sair kaleleriniz kalır mı?» diyordu. Şahin Giray’m mektubuna karşı, makûl bir sebep beyan edemiyerek sa­ dece Canbey Giray’ı hanlığa geçirmeye memur olduğunu beyan eden Receb Pa­ şa, asker ve top tüfenk çoktur diyerek karşısındaki tehdit edince, onlar da ay­ ni şekilde cevap verdi. Bu suretle iş yittikçe sarpa sarmıya başladı. Mehmed G iray’m Kefe’yi işgal etmesi İki taraf arasında bu mektuplaşma cereyan ederken Receb Paşa oııbin ka­ dar askerle Kefe'den çıkıp üç konak me­ safeye kadar ilerledi. Onu Kefe’den çık­ maya daha ziyade Canbey Giray teşvik etmişti. Zira Kırım arazisinde biraz ilerlendiği takdirde Canbey Giray mirzala­ rın gelip kendisine iltihak edeceklerini tahmin etmişti. Halbuki tahmini doğra çıkmadı; Mehmed Giray mühim bir kuv­ vetle karşılarına dikiliverdi. Naimâ’ya göre; Mehmed Giray’m yanında yüz bin kişi vardı. Bu kadar üstün sayıdaki kuvvetlerle başa çıkılamıyacağını anlıyan paşalar, hanlığın yine Mehmed Giray’da bırakılmasına karar verdiler. Receb Paşa’nın imzası ile buna dair mektup yazılınca, bu defa Canbey G i­ ray: «bu emir ve mektup vardığı gibi elbette beni sizden talep eder; ben ola­ cağı bilirim, iş işten geçti; işte ben gi­ diyorum. sizi Allaha ısmarladım» deyip kardeşi Devlet Giray ve sair adamları­ nı alarak sür atle Kefe’ye yollandı. Canbey Giray'ın ayrılması Receb Paşa’nın emrindeki asker arasında m a­ neviyat bozukluğuna ve dolayısivle kı­ mıldanışa vesile teşkil etti. Karşı taraf bunu çarpışmaya bir hazırlık hareketi zannederek derhal hücuma geçti. Tatar süvarileri âni bir ilerleyişle yayalardan ibaret bulunan cebebi; topçu ve yeniçe­ rileri çiğniyerek ordugâhı yağmaladılar. Haşan Paşa ve bir kısım subaylar bu arada şehid düştü. Yaralı vaziyette Ke­ fe'ye vardıktan sonra orada kalmayıp derhal gemilere can attılar. Kaçanların arkasından gelen Şahin Giray rahatça Kefe’ye girdi. Böylece, Kırım Han’lığı dışında imparatorluğun mülhak arazisi mey anında ayn bir beylerbeylik merke­ zi olan Kefe şehri Kırım hanlığının iş­ gali altına düşmüş oldu. Şahin Giray bu hususta daha da ileri giderek Kefe hal­ kının şehri tahliye ile gemilere geçme­ si için tellâllar bağırttı. Böylece (Nai­ mâ; C: 2, S; 336); «Kefe halkı avret ve oğlan cümlesi iskele başına döküldü­ 1904
ler; gemilerde suya muzayeka kemalde olmağla haşr-u neşr günü gibi üç gün bu hai üzere geçti*. Mehmed Girey’m Han'lıkta bırakılması Receb Paşa, Can bey Girav’ı Han yapmak isteı'ken üstelik bir de Kefe şehri iş­ gale uğramıştı. Mehmed Girav’m değiştirilmesinde inat edilse mühim bir sefer ter­ tibine ihtiyaç olduğu anlaşıl­ maktaydı. Esasen böyle bir şeye mecburiyet duyulma­ sına âmil olacak ortada h ı­ Macar tarih kitaplarından alınan bu re­ yanetle ilgili bir mesele de sim, Sultan Mnrad'ı çocuklusunda bir mevcut değildi. Şimdiki hal­ elçi kabul merasiminde göstermektedir de en iyi çıkar yol Mehmed Girayla anlaşmaktı. Onun isül eylediler. Şahin Giray ilk plânda çin Receb Paşa. Mehmed Subaşı ismin­ muhalifleri ortadan kaldırmak için ken­ de birisini Şalıin Giray’a gönderdi. Şa­ disini iyice serbest hissetti. Mehmed G i­ hin Giray da bu şahsı Kefe'den dört ray mütemadiyen askerini çoğaltmaca saat geride olan Mehmed Giray'a yolla­ çalışırken, onuıı kalgayı olan Şahin G i­ dı. Mehmed Giray ile mezkûr şahıs aray da zulmünü arttırdı. K ırım ’ın, şeci rasında vaki görüşmede K ın m Han'ı beylerinden olan Mirza Bey kethüd iyi senelerden beri kendisine yapılan hak­ üzerinde Canbey Giray’ın bir mektubu sızlıklarını uzunboylu anlatırken, Meh­ bulunduğu için öldürttü. Sultan Os­ med Subaşı Osmanlı askerinin K ırım lı­ man'ın Kotin seferi sırasında başar ka­ larla muharebe için gelmediğini; çarpış­ riyle nazarı dikkati celbetmiş ve bu j üzmaya Kırımlıların sebep olduğunu be­ den kendisine Özi beylerbeyliği tevcih yandan sonra Kefe'nin tahliyesi, alman edilmiş olan Nogay Beylerinden Kante­ esir ve topların iadesi gerektiğini, bun­ mir Paşa’m n Kırım'da bulunan karısını, ları yapmadığı takdirde büyük bir sefe­ oğlunu, evini barkını mahvetti. Kante­ rin tertibine sebep olacağını bildirdi. mir Paşanın hamile karısını şişe geçi­ Mehmed Giray kendisinden istenen rip ateş üzerinde (Naimâ C: 2, S: 339) şeyleri mirzaları ve Nogay beyleriyle kebap etti. Bu hunharlığın arkasından müzakereden sonra Subaşınm teklifle­ Mehmed Giray’m talimatı ile bir ordu­ rini kabul etti. Bu vaziyet karşısında nun başında Kırım'dan kalkıp Rumeli’­ husumet haline nihayet verilerek Meh­ ye yürüdü. Gayesi, Nogaylarm Mansurmed Giray’m hanlığı hükümetçe bir da­ oğulları kolunun reisi olan Kantemir ha tasdik edildi (1624). Paşayı itaat altına almaktı. Şahin Giray Tuna bölgesine gelerek. Akkerman. Kili, Mehmed G ir a y ın şım arıklığı ve İsmail. Verköğü şehirlerine hücum edip Şahin G iray’ın zulm ü yağmaladı. Hattâ Edirne'yi bile aynı akıbete uğratmayı arzuladı. Mehmed Giray’a hanlık Şahin G i­ raya kalgaylık beratı gönderilerek yer­ K antem ir Paşa’nm Şahin Giray lerinde bırakılınca, bu makamı kuvvete ile muharebesi istinat sayesinde elde etmiş olduklarını Ailesi efradının gayri insani şekil­ düşünerek şımarıkça hareketlere teves­ 1905
de öldürüldüğünü duyan Kantemir Paşa İstanbul'a kadar gelip Şahin Giray ile çarpışmak için müsaade istihsal eyledi. Şahin Giray ise bu arada Tuna nehrini güneye aşmıştı. Kalitemir Paşa, Silistre sancağından ve Dobruca’nın sair kısmın­ dan 30 bin kişi topladı. Maiyetinde R u­ meli ümerasından Hacıkey Paşa da var­ dı. Şahin Giray, Dobruca'mn kuzey bö­ lümündeki Babadağ kasabasını da dans öncekilerin akıbetine uğratmak istemiş­ ti. Fakat kendisine mukavemet edilme­ si hususunda emri humâyım daha önce ulaşmış olduğundan. Babadağ kuvvetle­ ri de Kantemir Paşa'ya iltihak eylemiş bulunuyorlardı. Nihayet Tuna kenarın­ da Şahin Giray ile Kantemir Paşa ara­ sında cereyan eden şiddetli muharebede Şanin Giray mağlûp oldu. Askerinden mühim bir kısmı muharebe sahasında can verdi; kendisi de bir kayığa bine­ rek Tuna’dan karşıva geçip kurtuldu. (1624). Canbey G iray’uı tekrar han tayin edilmesi Şahin Giray’ın uğradığı mağlûbiyet­ le. hem Kantemir Paşa'nm hem de Receb Paga'nın intikamı alınmış gibiydi. Bu arada Osmanlı hükümeti daha baş­ ka hareket icrasma lüzum görmediyse de Mehmed Giray’ı affetmiş de değildi. Yalnız Kantemir Paşa ile K ırım hanı arasında yeni bir hadise çıkmaması için Kantemir Paşa Gümülcine sancağı­ na tayin edildi. Bununla beraber Meh­ med Giray’a ilerde vurulacak darbe için hazırlıklı bulunması da tehbih edildi. Nihayet 3 haziran 1628 de Canbey Giray'a Kırım hanlığı, kardeşi Devlet Giray'a da kalgaylık tevcih edilerek, Haşan Paşa’mn emrindeki altmış kadır­ ga, otuz beş fırkateden ibaret donanma gemileri ile Karadeniz’den Kefe’ye sevkolundu. Kara tarafından da vezir Banyalukalı Hüseyin, Kenan Paşa’larla Kan­ temir Paşa (Mirza) onlara yardıma me­ mur edildi. Donanma Kefe've varınca Mehmecı Giray karsı koymak suretiyle merkezi dinlememe arzusunda olduğunu bir da­ ha gösterdi. Arada çarpışma vuku bul­ duysa da neticede Mehmed ve Şahin G i­ ray'lar selâmeti Lehistan'a firarda bul­ dular. Kaptan-ı derya Hasaıı Paşa Canbey G irayı Kırım hanlığına yerleştirdikten sonra donanma ile Özi nehri önüııe gel­ di. Bu nehir kenarında Özi kalesini ya­ pıp içine asker ve mühimmat koyup muhafazasına Hüseyin Paşayı memur eyledikten sonra İstanbul’a döndü. Kan­ temir Mirza (Paşa) da bu gidişte K ırım ’­ da kalıp keııdi oymağının başına geçti. Mehmed ve Şahin G iray ’ların K ırım 'a hücum ları Mehmed ve Şahin Giray Lehistan’a kaçtıktan sonra da hanlığı elde etme işini akıllarından çıkarmadılar. Nitekim Leh ve Huşlardan aldıkları kırk h in k i­ şi ve kendilerine taraftar tatar kuvvet­ leriyle Kırım üzerine yürüdüler. O nla­ rın böyle ilerlemesi üzerine Canbey G i­ ray da kuvvetlerini topladı. Ferah-Kerman mevkiinde bu kuvvetler arasında bir muharebe cereyan etti. İlk gün Leh tüfenk eudazlannm ateşi yüzünden Can­ bey Giray epeyce zayiat verdi. İkinci gün han kuvvetleri dört koldan şiddet­ li bir hücum yapınca karşı taraf yenil­ di. Rus, Leh ve Mehmed Giray’a bağlı tatar askerlerinin çoğu kılıçtan geçiril­ di. Mehmed Giray memesinin üzerine isabet eden bir kurşunla yaralanıp öl­ dü (1628). Muharebenin neticesi alının­ ca Mehmed Giray'm cesedini bulduran Canbey Giray onu «Bahçesarays? mdaki «Eski yurt» ta ceddi Semiz Mehmed Gi~ rayın yanma gömdürdü. Şahin Giray ise İran'a iltica etti. Safi’den Şah Abbas derecesinde iltifat göremediğinden bir müddet Kumuk ve Çerkeş ülkelerinde yaşadı. Oralarda da pek bannamadığından en sonunda Dör­ düncü Murad’a sığınmak ihtiyacını his­ setti. Kendisi Rodos’a sürüldü, bir m üd­ det sonra da idam oltmdu (1634). 1906
KAZAK TECAVÜZLERİ VE S£LT A X M U R A D IN LEHİSTAN SEFERİNE H A Z IR L IK L A R I Sultan Osman'ın Lehistan seferi so­ nunda İmzalanalı muahedenin en mühim tarafı: Lehlilerin Kırım, banlarına y ıl­ lık vergi vermeleri ve bilhassa Kırım tatarlarının Lehistan’a Kazakların da Osmanlı arazisine tecavüz etmemeleri hususunun taahhüde bağlanmas vdı. Lâ­ kin bu tecavüzün önlenmesi meselesi kâğıt üzerinde kalan bir taahhütten ile­ ri gidemedi. İstanbul’a gelen Rus ve Leh elçileri Sultan Osman’ın Lehistan seferin­ den sonra Ruslar Lehlilerin sıkışık du­ rumunu gözönünde bulundurarak Lehis­ tan'a hücum etmişler; fakat mağlubiye­ te uğramışlardı. îşte bununla ilgili ola­ rak 1622 senesi Kasım ayında (Naimâ C: 2, S: 245) İstanbul'a bir Rus elçisi­ nin geldiği görüldü. Kefe yoluyla gel­ miş olan Rus elçisi Lehlilere karşı bera­ ber hareket ediimesini teklif eylemek­ teydi. Rus elçisi İstanbul’dayken Leh el­ çisi prens Zibarevski de yediyüz atlıdan mürekkep kalabalık bir maiyetiyle Os­ manlI hükümet merkezine gelmiş bulu­ nuyordu. ikinci Osman’ın Hotin seferi sonunda imzalanan anlaşmaya ait aîıidnameyi almak üzere gelmiş bulunan Leh elçisi sadrazam konağında Rus elçisi ile karşılaşınca aralarında münakaşalar cereyan etmişti. Lehlilerin Boğdan ve E flak’a tecavüzleri Sultan Osman’ın Hotin seferinde, OsmanlIların Avrupadaki eski seferleri biçiminde muvaffakiyet temin edileme­ mesi, Lehlilere muahedeye riayet etmîyerek tecavüzde bulunmak cesareti ver­ mekteydi. Bu durumun bir neticesi ola­ rak Leh kralı 20 bin kişilik bir kuvveti Boğdan ve Eflâk'ta vurgunlar yapmıva memur etmişti. Lehlerin hazırlığını da­ ha önceden haber alan voyvodalar Özi Paşası Kantemir Mirza'dan yardım iste­ diler. Kantemir Paşa mütecaviz kuvvet­ leri mağlup ettikten sonra Lehistan’a da akın hareketinde bulundu (Naimâ: C: 2. S: 246). îik mütecaviz ve dolayısiyle suçlu taraf Lehliler olduğu lıalde, Kantemir Faşa'mn akım üzerine Leh kralı İstan­ bul’a bir elçi göndererek Kaııtemir’in Silistredetı kaldırılmasını istedi. Fakat Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa elçinin isteklerini reddettikten başka anlaşmak için de güçlükler çıkardı. Nihayet İn­ giliz elçisinin tavassutu ile eski anlaşma yenilendi. Buna göre: Türkler tatarların Lehliler de Kazakların akınlarını önliveceklerdi. Kazakların Boğaziçi'ne yaptıkları akın ikinci Osman'ın Hotin seferinden kısa bir zaman sonra tahttan indirilip öldürülmesi, Birinci Mustafa'nın karışık devrini müteakip küçük yaşta bir kim ­ senin Osmanlı tahtına oturması, Lehli­ lere muahedeleri hiçe sayma cesareti vermişti. Onun için Dördüncü Murad’m çocukluk devresinde müteaddit Kazak tecavüzüne rastlanır. Bu tecavüzlerin en cüretkâranesi 1624 yılında vukubuldu. Mehmed G i­ ray hadisesi vesilesiyle donanmanın Kefe’de bulunmasından istifade eden 150 şaykalık bir Kazak ve Leh kuvveti Karadenizde faaliyete geçerek Tü.rk sahille­ rine tecavüzde bulundular, önce Ereğ­ li’ye taarruz ettiler, ondan sonra Boğa­ za kadar girme cesareti gösterip, Poy­ raz limanı önünde biraz durduktan son­ ra Sarıyer, Tarabya ve bilhassa Yeniköy’e çıkarak etrafı yağmaladılar, ve Yenıköy’de bir kaç dükkânı yaktılar (20 temmuz 1624 - 4 şevval 1033). Bo­ ğaziçi'ndeki bu tecavüze karşı sadaret kaymakamı Gürcü Mehmed Paşa bos­ tancılar ve yeniçerilerden ibaret bir kuvvet (Naimâ C: 2, S: 341) gönderdi. Bunların denizden vak'a mahalline ulaş­ ması üzerine Kazaklar kaçmaya başla­ dı. Bu arada şaykalardan bir kaç tanesi­ ni (Kâtıb Çelebi, C: 2. S: 61) ba­ tırdılar. 1907
Karadeniz'de Kara-Harman muharebesi Kazak tecavüzlerinin önlenmesi hakkındaki ahidnamelere riayet edilme­ diği görüldüğünden, son senelerde, K a­ radeniz kıyılarım kontrol için filolar gönderilmekteydi. Kaptan-ı derya Receb Paşa bu gaye ile 43 parça kadırga ve kaliteden mürekkep bir kuvvet ile 1625 yazında Karadeniz’e açılmıştı. K a­ zakların esas faaliyet sahaları batı K a­ radeniz kıyıları olduğundan o tarafa doğru ilerledi. Varna’da kısa bir m üd­ det kaldıktan sonra kuzeye doğ m ilerle­ meye başladı. Balçık, Kilgra, Mankalia. Kara-Harman önlerinden geçip . Tuna ağzındaki Sulina (Sünne), Kili tarafla­ rım tarassuttan sonra daha kuzeyde Akkerman Boğazından geçip K ılburun’a kadar ilerledi. Burada 350 şaykalık bir kazak topluluğunun kıyılarda dolaştığı­ nı öğrendi. Bıı haberi müteakip bir bu­ çuk ay müddetle Akkerman yakınında (Naimâ C: 2, S: 357); bilâhara etrafı ta­ rassut suretiyle güneye doğru ilerleme­ ye başladı. Köstence’nin kuzey tarafın­ da Kara-Harman önlerine geldiği sıra­ da Kazak şaykaları ile karşılaştı. O sı­ rada kaptan-ı deryanın yanında 21 ka­ dırga mevcut olup diğerleri daha geride kalmıştı. Her şaykasında 50 tüfenkendaz bu­ lunan Leh Kazaklan sayılarının çoklu­ ğunu gözönünde bulundurarak cesaretle muharebeye giriştiler. Çok sakin bir h a ­ vada cereyan eden bu deniz harbinde her Türk kadırgasının etrafını 20-30 şay­ ka çeviriyordu. Kaptanpaşanm bulundu­ ğu gemiyi üç fenerinden tanıdıkların­ dan onun üzerine daha fazla sayıda şay­ ka üşüşmüş, hatta canını dişine takan ikiyüz kazak kaptanpaşa baştardesine girmeye muvaffak olmuştu. Bunlarla gemi içinde vuruşulup öldürüldüler. Bu arada tersane kethüdası Hacı Memi’nin gemisi tehlikeli vaziyetler geçirdi. Şay­ kaların iyice yanaşmasından Türk gemi­ leri manevra yapamaz duruma girdiği sırada çıkan rüzgâr yelkenleri şişirdi­ ğinden manevra kabiliyetinin artmasına yaradı. Boylece kazak gemileri daha ko­ laylıkla batırılıyordu. Neticede Türk f i­ losu büyük bir başarı kazandı (Ekim 1625). Üçyüz elli şaykalık kazak kuvve­ tinden ancak 30 şayka kaçıp kurtulabildi (Kâtib Çelebi. Fezleke C: 2, S: 72); bunun dışında kalan şaykalardan 172 ta­ nesi zaptedildi. 148 tanesi de battı. K a­ zak gemilerindeki insanların çok büyük bir kısm: ya denizde boğuldu veyahut da çarpışma sırasında öldü. Esir alınan insan miktarı ise 781 kişi idi. Özi suyu üzerinde kale inşa edilmesi Leh kazaklarının Karadenize çıkış kapısı olan ö zi suyunun kontrol altına alınabilmesi düşünüldü. Bunun için, ö z i suyu üzerinde Doğan-geçidi denilen ye­ rin iki tarafında birer kale yaptırılma­ sına karar verildi. Burada vaktiyle Ka­ nunî Sultan Süleyman bir kale yaptırmış, fakat zamanla harabolmuştu. ö z i suyu­ nun sol yakasındaki kalenin Kırım ha­ nı tarafından, sağ yakasındakinin de Özi beylerbeyliğine tayiıı edilen Mehmed Paşa tarafından yaptırılması emredilip, Eflâk ve Boğdan voyvodalarına da m al­ zeme yardımında bulunmaları emredil­ di. Leh K iralın ın anlaşma yapmak için m üracaatı 1626 senesi vazinda Îstanbula gelen bir Leh elçisi, kiralın kazak akm lannı bundan sonra önliyeceğini, artık kazak şaykalarının Karadenize çıkmıyacaklannı beyan etti. Kazak akınlannm önlen­ mesi mukabilinde Lehistan'a akın ya­ pan Kili. Akkerman tarafında oturan tatarların kaldırılması ricasında bulun­ du. Neticede iki tarafın halkının da sü­ kûna kavuşması için Leh kiralının rica­ sı kabul edilerek «Bucak Tatarı» deni­ len bu sahanın tatarı nice vıilardanberi oturdukları yurtlarından kaldırılarak (N^ımâ. C: 2, S: 400) K ırım ’a gönderil­ di. Neticede iki taraftan da tecavüzlerin önlenmesi. Kırım hanına yıllık verginin ödenmesi, lstanbula gelecek Leh elçile­ rinin hediye getirmesi şartını ihtiva eden eski anlaşma yenilendi. Anlaşmanın yenilenmesine rağmen Şahin Giray isyanında Lehlilerin ona yardım ettikleri öğrenildiği gibi, bu arada bir kazak filosunun Karadenize çık­ 1908
tığı da görülmüştü. Bu vaziyet karşısın­ da Leh kiralına bir mektup yazılarak (Naimâ C: 2, S: 428. Feridun Bey m ü n ­ şeatı C: 2, S: 433J; Leh hududunu geçen Şahin Giray'm adamlarının tutularak teslim edilmesini, bu yapılmadığı takdir­ de Şahin Giray'ı yakalamak üzere Leh hududu geçildiği takdirde kabahatin Türklerde olamıyacağı bildirildi (1628). Lehlilerle anlaşmanın yenilenmesine vc kendilerine yapılan tehditkâr tebli­ gata rağmen kazakların yine Karadeııize çıktıkları görülmüş, bunun için Vezir Ke­ nan Paşa 1629 ekim ayında 14 parça ka­ dırga ile Karadenize açılarak rastladığı 8 kazak şaykası ile muharebe etmiştir. Lehlilerle yeni bir anlaşma, Özi m u­ hafazasında bulunan Murtaza Paşa vası­ tasıyla yapıldı (1630). İstanbul’un tasdi­ kinden geçen bu anlaşma yedi madde­ lik olup, ihtiva ettiği şartlara göre: ka­ zaklar oturmakta oldukları adalardan çıkarılacak. Lehlerin aldığı tatar esirle­ ri iade edilecek, Türkler tarafından gön­ derilecek bir memur kazakların adalar­ dan çıkışını görecek, Lehliler K ırım ha­ nına yıllık vergiyi ödemekte devam edecek, Kırım tatarları ve Akkerman ahalisi Lehistana zarar vermivecekti. Abaza Mclıraed Paşa’nın K anı anice şehri önüne kadar ilerlemesi Bosna valiliğinden az­ linden sonra Vidin sancak beyliğine verilip Tuna yalı­ sı muhafazası ile memur k ı­ lman Abaza Mehmed Paşa çok kısa bir zaman sonra Özi valiliğine tayin edilmiş bu­ lunuyordu. Abaza Mehmed Paşa, imparatorluğun Avrupadaki sınırının, son seneler­ de en hareketli kısmını teş­ kil eden bu sahaya geldik­ ten sonra. Leh kazak taar­ ruzlarının öcünü almak üze­ re faaliyete geçti. Kendi eyaletir.in tımarlı sipahileri ile Dobruca tatarlarını, Orak Mirza, Eflâk ve Boğdan vovvodolanndan da kuvvet al­ dı Bunların başına geçerek 21 ağustos 1633 (15 rebiülevvel 1043) günü Kamaniçe önlerine geldi. Abaza Mehmed Paşa Turla (Dniestr) suyunu geçtiği sırada Lehliler de Kamaniçe’de asker biriktirerek mevziye girmişti. 24 ağustos günü Kamaniçe Önünde Lehliler­ le çarpışıldı. Bu arada Leh kuvvetleri müstahkem mevzilere iyice yerleştiği cihetle, kale zaptı için topçu kuvvetinin azlığını nazan itibara alan Abaza Meh­ med Paşa ertesi gün bu şehir önünden çekildi. Bundan Lehlerin müteaddit pa­ lankalarına ve kazaklar üzerine hücum­ larla (Xaim â C: 3, S: 201-206) bulundu. Abaza Mehmed Paşa kuvvetlerinden za­ yiat vuku bulmakla beraber Lehliler­ den de pek çok insan kınldı. Sultan Mıtrad’m Leh seferi hazırlığı için İstanbul’dan hareketi Abaza Mehmed Paşa’m n icra ettiği harekât üzerine Eflâk ve Boğdan voy­ vodalarının da tavassutu sonunda Leh kıralı bir elçi gönderdi. Müverrih Naimâ'nın «muteber» kelimesiyle tavsif ve kiralın veziri diye tanıttığı bu elçi, Hamıner’e göre (C: 9. S: 181), Aleksandr Terzebinski adını taşımaktaydı. 1634 martının başında İstanbul’a vasıl olan Leh elçisi «Tekfur Sarayı» ııa misafir edildi. Leh kiralının sulhe taraftar oldu­ ğunu bildirmesi neticesinde Osmanlı hü- Sultan Mtırad’ın, Arz-odasında elçi kabulünü gös­ teren diğer bir resim (Macarca “A Magyar Nemzet Törtenete” adlı kitaptan) 1909
kûmet merkezine gelmiş olan bu elçi Kanuni Süleyman zamanındaki şartlarla sulh akdetmek niyetinde olduğunu söy­ lemişti. Sultan Murad kendisini kabul ettiği zaman. Kanuni zamanındaki şart­ lara razı olmadığını, kiralın vergi ver­ mesini ve Dniestr nehri boyundaki is­ tihkâmları yıktırmasını, kazaklan ceza­ landırmasını sövliyerek bu şartlar ta­ hakkuk etmedikçe iyi münasebetlerin kurulamıvacağmı ilâve etti. Leh elçisi ise. bu ağır tekliflerin kabulünün mümkün olamayacağını, bunların yerine harbi ter­ cih edebileceklerini bildirdi. Bu vaziyet karşısında Sultan Murad harbe karar verdi. Dördüncü Murad Leh seferine karar verince Avusturya ve Leh sınırı um uru­ na vakıf eski Budin valisi olan Divarbekir valisi Mıırtaza Paşa'yı acele İstanbul’a getirterek Leh seferine ser­ dar tayin edip (8 nisan 1634) padişahın bizzat kendisi 15 nisan 1634 günü muh­ teşem bir alayla İstanbul’dan hareket elti. Edimeye gitmekte olan padişah. Kenan Paşa'yı İstanbul kaymakamı, Kara-Çelebi-zâde Abdülâziz Efendi'vi İs­ tanbul kadısı olarak bırakmış. Bayram Paşa, Halil Paşa, Cafer Paşa ve şeyhü­ lislâm ile kazaskerleri yanına almıştı. Sultan Murad. Murtaza Paşa’yı Leh se­ feri serdarlısına tayin edince. Leh h u ­ duduna dair kendisinden izahat almak üzere Abaza Mehmed Paşa’yı da yanına çağırmıştı. Padişah Edirne’ye geldiği za­ man Lehlerin Kuşlarla muharebeye tu­ tuşmuş olduğunu, bu sebeple Türklerle sulhe taraftar bulunduklarını haber ai­ di. Leh hükümetinin sulhe niyetli bu­ lunduğunu haber almakla beraber, bunun doğruluk derecesinin tahkiki için Şahin Ağa namında bir elçi Lehistan'a gönde­ rilmişti. Ondan daha bir haber çıkmadan Murtaza Paşa Rumeli, Besnas Semendre ve sair yerlerin askerleriyle Rusçuk’a gelip buradan karşıya YergÖğü'ne geç­ tiği sırada, Leh kiralının suüı isteğinin kafiliğine dair Şahin Ağa'dan mektup yeldi. Lehlilerle sulh ve harp işinin hallini Murtaza Paşa‘va bırakmış olduğu cihet­ le. Sultan Murad İstanbul’a avdet etmek üzere 27 temmuz 1634 te Edirne'den ay­ rıldı. Padişahın İstanbul’a dönüşünden sonra Şahin Ağa Leh elçisi ile birlikte Murtaza Paşa’nın karagâhına geldi. Ce­ reyan eden, müzakereler sonunda, dört sene önce yine Murtaza Paşa tarafından aktedilmiş olaıı yedi maddelik muahede esasları dairesinde yeni bir muahede im ­ zalandı. Ekim 1634 te bunun Sultan M u­ rad tarafından tasdiki ile Lehistan anlaş­ mazlığı geniş çapta bir harbe girilme­ den halledilmiş oldu. 1623-1634 OSMANLI - İRAN IlA R B l Bağdad'a hakim vaziyete geçen Be­ kir Subaşı’va Bağdad valiliği tevcih edilmek zorunda kalındığından, bu tev­ cihten Önce Bekir Subaşı'nın İran Şahı­ na müracaat edişinden, «Bağdad hadise­ leri» başlığını taşıyan kısımda verilmiş­ ti. işte. Bekir Paşa’nın İran’a yaptığı bu müracaat üzerine Şah Abbas’m Bağdad önüne kuvvet sevketmesi, iki devlet arasmda yeni bir harbin çıkmasına vesile teşkil etti. Bir Osmanlı memuru tarafın­ dan davet vuku bulmakla beraber, ne­ tice bakımından İranlılar mütearrız du­ rumundaydı. İranlıları böyle bir cür’et göstermeye sevkeden âmil, son yıllarda Osmanlı hükümet merkezinde cereyan eden karışıklıklar ve idare işlerinde gö- rülen bozukluk ve zaaftan başka bir şey değildi. Şalı Abbas’ın Bağdad’ı m uh a­ sara etmesi Şah Abbas. Karçıkav (Karçıgay) hanı 30 bin kişi ile Bağdad’a sevkettiği zaman kendisi de boş durmıyarak sür’atle hazırlıklar yapmıya başlamıştı. Be­ kir Paşa’nııı kat’j şekilde red cevabı vermesi üzerine bizzat harekete geçti. Böylece Bağdad şehri İranlılar tarafın­ dan muhasara edilmeye başlandı (Tem­ muz 1623). Bu sırada Osmanlı tahtında Birinci Mustafa bulunmakta olup, üç ay kadar süren muhasara esnasında tahtta 1910
değişiklik vuku buldu. İranlılar'ın Bağdadi muhasara ediş­ leri o sırada Musul'da bulunan Hafız Ahmed Paşa tarafından İstanbula bildirildiyse de Veziriazam Kemankeş Ali Paşa gereken hassasiyeti göstermedi. Bağdad’da mahsur kalan Bekir Paşa ise Hafız Alımed Paşa’nın gelmesini istemediğin­ den Yekçeşm Hüseyin Paşa'dan yardım istemekle iktifa eyledi. Fakat Hüseyin Paşa Kızılhan mevkiinde İranlılann m u­ hasarasına maruz kaldı, sonunda da öl­ dürüldü. Bekir Paşa. Hafız Alımed Paşa­ nın Bağdad'a bizzat gelmesini istemez­ ken, o da isyan halinde bulunan Abaza Melımed Paşa'nın Diyarbakır taraflarına inmesinden çekinerek kuzey tarafı kol­ lamak ihtiyacını hissediyordu. Bıı sebep­ le Mardin'e gelip iki tarafı kollar va­ ziyette hareketsiz kalırken İranlılar da serbestiyetle Bağdad’ı sıkıştırıyorlardı. İran lılar’ın Bağdad’a girmesi Şah. Abbas üç aydan beri Bağdad’ı sıkıştırmakla beraber, şehir büyük mah­ rumiyetlere katlanarak dayanmakta de­ vam ediyordu. Muhasaranın son gün­ lerinde iaşe sıkıntısının son haddi bulma­ sı yüzünden kedi ve köpek etleri dahi ye­ nilmişti. Bu arada kaleden bazı kimseler kaçıp Şah tarafına iltihak etmekte (Naimâ C: 2, S: 286) ve içeride çekilen sı­ kıntıyı da İrartlılara anlatmaktaydı. Bu­ na rağmen mukavemetten vazgeçilmediğiııi gören Şah Abbas hileye başvura­ rak, kaleden kaçan adamlar vasıtasiyle Bekir Paşa nın oğlu Derviş Mehmede haber göndererek Bağdad hükümetini kendisine vadetti. Böylece el altından avlanan ve Bağdad iç kalesinin m üda­ faasını deruhte etmekte olan Derviş Mehmed gizli bir kapıdan İran askerini içeri aldı (28 kasım 1623 veya 12 ocak 1624). İran kuvvetleri şehre girince Bekir Paşa şehir içinde bir yere saklandı ise de bulunup yakalanarak şahın huzuruna getirildiği zaman, oğlunu İran hüküm ­ darının yanında oturur gördü. Şah A b­ bas, Bekir Paşa'va itab mahiyetinde bir eda iler «— Niçin böyle yaman iş ettin?» Deyince Bekir Paşa: «— Şahım, yaman iş ben etmedim, bu veled-i zina etti s Cevabı ile oğlunu gösterdi; oğlu da ona: «— Sen Bağdad*ı vermeye ahd edip sözünde durmadın, ben o ahdi yerine ge­ tirip verdim; şimdi ise mal nerede ise ver de nefsini kurtar ki güzelce şahım seni azad eylesin* dedi. Bekir Paşa ve Bağdadlıların basma gelenler İranlılar Bağdad'ı zaptedince kale kapılarını kapıyarak hiç kimseyi dışa­ rı bırakmadılar ve üç gün müddetle şe­ hir halkı ve Osmanlı askerini incitecek bir muamelede bulunmadılar. Dördün­ cü gün bütün askerlerin gelip silâhların] teslim ve defterlere isimlerini kaydettir­ mesini ilân ettiler. Askerler, ilk üç gün zarfında fena muameleye maruz kalma­ dıklarını görerek tereddütsüzce silâhla­ rını teslim ettiler. Aradan böyle iki gün daha geçince askerlerin bir yere toplan­ ması için tellâllar bağırttılar. Bu defa da yine endişe duymadan bildirilen yerde toplanıverdiler. Fakat bu andan itiba­ ren İranlılann muamelesi değişerek ha ■ kiki niyetleri meydana çıkıverdi. Bir meydanda biriken askerler esir ilân olundu; ve her Türk askeri bir kaç İran­ l I y a teslim edildi. Artık Bağdad'daki Türk askeri ile B ağdadm sünni halkı için facia günleri başlamıştı. Müverrih Naimâ (C:2, S: 288) nm ifadesiyle: «Her dört beş nefere bir kızılbaş tayin olunup hapse verildi ve varup hâne ve menzil­ lerin mühürleyip cümle mal ve eşyala­ rın defter edüp kendüleriin. habsetmek üzere tenbih olundu. Bu kadar sünni müslümanlar rafıziler eliııe girüp hane­ leri mühürlendi. Ertesi sabah bu kadar bin kızılbaş, mahpuslar ile şehre girip kapuları kapadılar ve şahın emriyle her şahıs tutsağına yedi gün işkence edüp, ekserisi işkence altında öldü; sağ kalan­ ların ekserisi mecruh ve amelmanda kaldılar». Bağdad’ın maruz kaldığı facia bu­ nunla bitmedi. Şahın emriyle şehir hal­ kının sünni ve şiileri ayrı ayn yazıldı ve sünııiler katlolundu. Sünnilerden an­ cak şi’i defterine kaydolunanlar kurtul­ 1911
du. Bağdad kadısı Nuri Efendi ile Cami-i kebir hatibi Mehmed Efendi Şallın emriyle çenelerinden delik açılarak hur­ ma ağacına asıldı. Bekir Paja'yı evvelâ bir kafes içi­ ne koyarak yedi gün yedi gece uyutma­ dan eziyet ettiler. Sonra soyup bir ateş etrafında yağı çıkıncaya kadar işkence ederek bütün malının yerini söylettikten sonra Dicle'de bir kayığın içine koyup üstüne neft döküp ateşlediler. Rivayete göre Bekir Paşa böyle işkencelere ma­ nız bırakılırken oğlu Derviş Mehmed cnuıı karşısında Şah ile birlikte şarap içmişti. Şah Abbas, Derviş Mehmed’den edebileceği istifade kalmayınca: «baba­ sına böyle hıyanet eden insafsız kâfirin bana ne hayn olacak?» deyip. Hora­ san'a sürmüştür. İranlılar. yaşayan sünnilere kaışı facialar işlemekten hızlariiıı alanın m ¡ş olmalılar ki ölülere de ellerini uzattı­ lar. Bu cümleden olarak hanefi nnezlıebinin kurucusu tmam-ı âzam Ebû Hanıfe ve ayrıca Şeyh Abdulkadir Geylâninin türbelerini soyduktan sonra y ıktı­ lar. Bağdad düştüğü zaman Hafız Ahmed Paşa bir taraftan vaziyeti İstanbul'a bildirdi; diğer yandan da Diyarbekir'e çekilerek şehri tahkim ile müdafaa ha­ zırlıkları yaptı. Musul ve Kerkük tarafının işgali Bağdad şehri İranlIların eline ge­ çince. Musul halkından bir heyet Şah'ı ziyaretle Kör Hüseyin Paşa’nın zulm ün­ den şikâyet ettiler. Bunun üzerine Şalı Abbas. Kuzey Irak’a Kasım Han idare­ sinde bir miktar kuvvet şevketti. İran kuvvetleri gelirken Kerkük valisi Bos­ tan Paşa mukavemet edem iveceğin i anUyarak Diyarbekir tarafına çekildiğin­ den. İranlılar harpsiz Kerkük'e girdiler. Oradan da Musul’a doğru yollarına de­ vam ettiler. Kasım Han geldiği zaman Musul’da bulunan Kör Hüseyin Paşa’nın kardeşi Ahmed Paşa, şehrin hisarı­ nın köhneliği dolayısivle içeri girmeyip, şehir önünde üç gün muharebe ettiyse de neticede Musul da İran işgaline düş­ tü. Kuzey Irak’ın en mühim şehirleri olan Kerkük ve Musul Iran işgaline düş­ mekle beraber onların elinde fazla kal­ madı. O sırada Küçük AJımed isminde bir kimse Mardin voyvodalığına tayin edilmişti. Küçük Ahmed İstanbul'dan gelir gelmez beşyüz sekban yazdı ve maiyeti halkını da alıp Musul'a doğru teveccüh etti. Bu sırada sadrıâzam da Diyarbekir beylerbeyi Hafız Ahmed Paşaya bir mektup yazarak Musul'u kurtarmasını bildirmişti. İşte Küçük Ahmed sür’atle Musul’a doğru yürüyün­ ce Iran kumandam Kasım Han bunları Hafız Ahmed Paşa’m n kuvvetleri zan­ nedip Bağdad'a çekildi. Böylece Musul zahmetsizce işgalden kuıtulmuş oldu. Karçıkay H an ’ın Gürcistan’a gönderilmesi Şah Abbas Bağdad’a girdiği sırada Osmanlı devleti müşkül günler geçir­ mekteydi. Başta çocuk bir hükümdar vardı. Abaza Mehmed Paşa isyan halin­ deydi; geniş bir sahayı hüküm ve n ü ­ fuzu altında bulundurduğundan devlet adanılan Abaza isyanını bastırmayı da­ ha önemli addetmişlerdi. Bu sebeple Bağdad düşer düşmez istirdadı için bü­ yük kuvvetler sevkedilmedi. İranlılar da Bağdad’dan sonra Kerkük ve Musul tarafını işgal,,için çalışmakla beraber muayyen bir yerde kuvvet teksifi yap­ madılar, Bağdad’dan sonra buranın hay­ li uzağında kalan Gürcistan'a el atma­ ya çalıştılar. Böyle bir strateji takip edeı'ken, ihtimal Türklerin muayyen bir sahaya büyük kuvvetlerle yürümelerini önlemek istiyorlardı. Gerçi Şah Abbas. İran himayesinde olduğu halde kendi­ sine muhalefette bulunan bazı Gürcü beylerini yola getirmek üzere Karçıkay Han’ı Gürcistan taraflarına yollamıştı. Lâkin, Karçıkay Han Gürcistan’a gidin­ ce Osmanlı idaresindeki kısma da el atmaya çalıştı. Karçıkay Han 30 bin kişi ile Gür­ cistan'a yürüdü. Bu sırada, zahiren İran­ lIlara sadık görünen Gürci prenslerin­ den Magrav Han. en nüfuzlu Gürcü beylerinden olan Tahmuras Han ile giz­ liden anlaşmıştı. Böylece Kartli hâkimi Magrav'm çevirdiği gizli manevra neti­ 1912
cesi GurS, Dadvan, Açık-baş, Kara Kalkan beylerinin hepsi de Karçıkay’ın istilâ hareketinin önlenmesi babında iş birliği etmişlerdi. Karçıkay Han. Magrav’dan emin olarak Gürcü arazisinde im­ lerlerken bir boğazda pusuya düşürül­ düğünü gördü. Fakat bunu farkettiği sı­ rada iş işten geçmiş. Gürcülerin kuca­ ğına düşmüştü. Her taraftan hücuma geçen Gürcüler îranlıları perişan ettiler ve böyiece 30 bin İranlıdan ancak 3 bin (Naimâ C: 2, S: 346) kişi kurtulabildi. Ölenlere Karçıkay Han, oğlu Emirgûne Han, Kazgan Han-oğlu Şirvan valisi Yusuf ila n ve daha bazı mühim şahsiyetler de dahildi. Gürcistan'da bu muvaffakiyet kaza­ nıldığı zaman Sadrıâzam Çerkeş Mehmed Paşa ölmüş, Diyarbekir beylerbeyi Ha­ fız Ahmed Paşa sadrıâzam ve Bağdad’ı kurtarmak üzere serdar tayin edilmişti. Magrav Han, serdara haber göndererek, bu tarafa teveccüh edildiği takdirde Gence, Karabağ ve Şirvan taraflarının kolaylıkla ele geçeceğini bildirdi. Fa­ kat Hafız Ahmed Paşa Bağdad'm kur­ tarılmasını daha ehemmiyetli addede rek Bağdad seferinden dönmedi. Sade­ ce Batum beylerbeyi Ömer Paşa’yı Gürcistan'a serasker tayin ederek, onun iki bin kişilik kuvvetine ilâve olmak üzere bir miktar yeniçeri gönderdi. Ay­ rıca o civardaki sancak beylerine emir­ ler göndererek, lüzumu halinde Gürcü beyleriyle işbirliğinde bulunmalarım bildirdi. Hafız Ahmed Paşa’m n Serdarlığı Abaza Mehmed Paşa gailesini hal­ lettikten sonra, kışlamak üzere Tokat’a çekilen ve oradan memleketin muhtelif yerlerine emirler göndererek, Bağdad’ııı istirdadı için hazırlıklar yapılmasını bildiren Sadrıâzam Çerkeş Mehmed Pa­ şa burada Ölmüştü. Defterdar Baki Paşa ile yeniçeri Ağası Husrev Ağa mühr-ü hümâyunu İstanbula' gönderirken, İs­ tanbul’dan gelecek bir sadrıâzamm^ Irak'a gidinceye kadar epeyce zaman kaybedeceğini, bu mahzurun ortadan kalkabilmesi için o tarafın ahvalini de bilen Diyarbekir beylerbeyisi Hafız Ahmed Paşa’m n sadnâzamlık ve serdarlı- ğa getirilmesi tavsiyesinde bulunmuş­ lardı. Çerkeş Mehmed Paşa’nın Ölümü İstanbul’da duyulunca eski sadnâzamlardan Gürcü Mehmed Paşa'ya teklif ya­ pılmış, onun kabul etmemesi üzerine, Tokat'taki ordu erkânının tavsiyesi de gözönünde bulundurularak mühr-ü hü­ mâyûn Hafız Ahmed Paşa’ya gönderil­ mişti. Bilgili bir kimse olan Hafız Ahmed Paşa mühr-ü hümâyûnu teslim aldıktan iki ay kadar sonra 5 mayıs 1625 te Diyarbekir'den Cülek ordugâhına çıktı. Diyarbekir kalesinden dört tane top çı­ karttırdı. fakat bunların cephanesi bol değildi. Harekete geçmeden önce bir harp meclisi toplıyan Hafız Ahmed Pa­ şa Bağdad işini görüştü. Bu toplantıda «Bağdad'm anahtarı cebimdedir» diye­ rek büyük lâf eden sadrıâzam, tecrübe­ li kimselerin topların ve kale çengine ait malzemenin noksanlığı hakkındaki sözlerine pek aldırış etmedi. Böyiece Bağdad serdarlığmın daha başlangıcın­ da, umumi bilgisi ve şairliği derecesinde askerî tarafının kuvvetli olmadığım gös­ termiş oldu. Hafız Ahm ed Paşa’ıım Bağdad muhasarası Hafız Ahmed Paşa Diyarbekir’den ayrılmadan önce, kendisinin sadnâzamlığa getirilmesini müteakip Diyarbekir beylerbeyi tayin edilmiş olan Murad Paşa ile Anadolu beylerbeyi îlyas Pa­ şayı önden yollamıştı. Her iki Paşa M u­ sul tarafından Bağdad’a ilerlemekteyken aralarında anlaşmazlık çıktığı için Îlyas Paşa Musul’da kalmıştı. Murad Paşa Bağdad önlerine yaklaştığı sırada civar­ da bulunan Iran kuvvetlerinden yedi se­ kiz bin kişi daha Bağdad kalesine gir­ miş ve böyiece içerdeki Iran askerinin miktarı daha da fazlalaşmıştı. Vaziyet böyleyken Hafız Ahmed Paşanın kifa­ yetsiz top ve cephane ile Bağdad’a iler­ lemesi hata idi. Naimâ (C: 2, S: 361) ya göre; Hafız Ahmed Paşa'nın muhasara muharebesi için kifayetsiz derecedeki top ve malzeme ile yola çıkışının sebe­ bi: onun İran içerlerine doğru bir akın harbi yapmak istemesinden leri gelmek­ teydi. Böyle bir akın hareketi karşısın­ da İranlIların Bağdad’da az kuvvet bı- 1913
rakmıya mecbur kalacaklarını, belki de tamamen tahliye edeceklerini tahmin etmişti. Fakat Hafız Ahmed Paşa, ku­ mandanların peşinen Bağdad'ın kurtarıl­ masını. istemeleri sebebiyle bu plânını tatbik edemedi. Neticede Hafız Ahmed Paşa'mn emrindeki ordu 10 safer 1035 (11 kasım 1625) te Azamiye'ye geldi, îmam-ı âzam Ebu Haııife’nin kabrinin bulunduğu Azamiye'ye girilince burada kalan İratılı. muhafızlar idam olundu. İki gün sonra Bağdad kalesi önünde mev­ zie girilerek şehrin muhasarasına başla­ dı. Halep valisi Mustafa Paşa şehrin Dicle nehri kıyısındaki kısmını tuttu; veziriazam ve yeniçeri ağası Karanlık kapıdan Acem burcuna kadar uzanan mıntıkada yer aidi, Acem burcundan Ak-kapu semtine kadar uzanan sahaya da bir kısım beylerbeyleri yerleşti. Sek­ banları ile mevzie giren beylerbeyiler şunlardı: Rumeli beylerbeyisi Gürcü Ahmed Paşa., Anadolu beylerbeyisi îlyas Paşa, Maraş beylerbeyi Nogay Paşa, Sivas valisi Tayyar Mehmed Paşa, K a­ raman beylerbeyisi Çerkeş Haşan Paşa, Diyarbekir beylerbeyisi Murad Paşa. Bağdad muhasarası çok uzun sürdü. Bağdad’ın pek metin olmıyatı hisarı top darbeleri ile yıkılınca İranlılar hurma liflerinden yapılmış küfeler içine toprak doldurup buraları çabucak kapatıyorlar­ dı. Zaten pek kifayetsiz olan topların yıkıntılarının böyle çabucak kapatıldı­ ğı görülünce lâğım faaliyetine girişildi. Elli iki yerden lâğım kazıldıysa da İran­ lIlar bunları keşfederek patlamasını ön­ lediler. Bu kadar lâğım ın yeri y an yol­ da İranlılar tarafından keşfedildiğine göre.herhalde onların casus teşkilâtları lâğım kazarken bunun gizlenmesinde hatalar işlemekteydi. Bağdad muhasara­ sının U2ama sebepleri arasında topun kifayetsizliğinden başka kalenin epey bir müddet için tam mânasiyle muhasa­ ra edilmemesindendir1. Buradan İran kuvvetleri içeri girebildiğinden, kaledekiler hem miktar hem de maneviyatça takviye görmekteydi. Nihayet bu gedik kısım da kapatılarak muhasara daha sı­ kı hale getirildi. Muhasaranın yetmiş ikinci günü bir lâğım patlatıldı. Açılan gedikten içeri girilmek üzere umumî hücum yapıldı. Lâkin buradan içeriye dalan askerler. gerisinde bir duvar mevcut olan içi su dolu bir hendekle karşılaştılar. Bura­ dan geçemedikleri ve duraklama anın­ da kurşun yağmuruna da tutuldukları için geriye döndüler. Bu hendek ve du­ var muhasaranın başlamasından sonra İranlılar tarafından yapılmıştı. Şah Abbas'ın Bağdad yakınlarına gelmesi Bağdad muhasarası uzayınca Şah Abbas kaledekilere yardım etmek üzere 30 bin kişi ile harekete geçti. Bağdad'ın kuzey doğusunda ve Diyale suyu kena­ rındaki Şehribaıı’a kadar geldi, (26 mart 1620). Diyale’vi beri tarafa geçin­ ce, kuvvetlerinden on biıı kişi ayırıp Zeynel hanın emrine vererek Osmanh ordusuna zaili re nakleden birlikler üze­ rine şevketti. Bunlar. Bosna tarafından zahire getiren 3 bin kişilik Osmanlı kuvvetini esir edip Şehribaıı'a götürün­ ce esirler Şahın emriyle idam olundu. Şahın Şehriban’a geldiğini, iaşe ko­ lunun vurulup esir alındığını duyan Ha­ fız Ahmed Paşa bütün paşaları, subay ve bölük ağalarını toplıvarak bir harp meclisi aktetti. Şahın imdada geldiğini, barut ve mühimmatın azaldığını be­ yanla, şimdiden sonra ne yapılması fik ­ rinde olduklarını sordu. Halep beylerbe­ yisi Mustafa Paşa: «bizim için iki iş vardır; şimden sonra bize Bağdad kale­ sinden faide yoktur. Kalkalım Şah üze­ rine varalım, yahut dönüp vilâyetimize gidelim» dedi. Fakat yeniçeri subaylan bu fikıi kabul etmiyerek: -¡¡biz cümle kınlırız. Bağdad alınmadıkça metristen çıkmak, ihtimalimiz yoktur» deyince, sipah zorbaları: «siz metriste bekledik­ ten sonra biz taşrada durmaktan elem çekmeyiz» diye onları destekleyince muhasaranın devam ettirilmesine karar verildi. Bu kararı müteakip Tayyar ilehmed Paşa bir miktar kuvvetle Zej’tıel Han üzerine sevkedildi; fakat, kendi­ siyle bir çarpışma yapılması mümkün olmadan Zeynel Han şahın yanma git­ ti. Sadrıâzam Hafız Ahmed Paşa, Şah Abbas'a karşı Diyarbekir beylerbeyisi Murad Paşa ile Anadolu beylerbeyisi 1914
İlyas Paşayı şevketti. îvaimâ tC : 2. S: 368) ya göre: Şah Ab bas'a karşı sevkedilen askerin miktarı 10 bin .kadardı. Bunlar Şah ile çarpışınca mağlûp olup ordugâha avdet ettiler. Şehriban önünde bekliyen Şah A b­ bas bütün gayretini Osmanlı ordusuna gelecek zahire ve mühimmatı vurdur­ maya, ayrıca muhasarada kalanlara da zahire yetiştirmeye hasretti. Bu gaye ile Murad Paşa’nın mağlûbiyetinden son­ ra Şahın kendisi Bağdad'a doğru ilerle­ di. Fakat vuku bulan çarpışmada îran kuvvetleri vüzgeri edip geldikleri yere doğru çekildiler. Bu hadiseden kısa bir müddet sonra Murad Paşa, Bağdad h i­ sarları önüne ve duvarlarına neft yağı döküp yaktıktan sonra kaleye girme imkânını, elde edeceğini bildirmesi üze­ rine. Serdar Hafız Paşa ona bu fikrini tatbiki; müsaade etti. Lâkin Murad Paşa muvaffak olamadı. Muhasaranın haddinden fazla uza­ ması yüzünden Osmanlı ordusu da Bağdad’da bulunan İran kuvvetleri de za­ hire sıkıntısı çekiyordu. Osmanlı ordu­ sunda at ve eşek kalmamış, hepsi yen­ mişti. Bağdad müdafileri de hurmaların yaprak ve kabuklarını yemiye mecbur kalmışlardı. Şah Abbas, Bağdad’a zahire sokmak için çok uğraşıyor, sevkettiği zahire çok defa yerine vasıl olamıyordu. Şah ile yapılan muharebe Şah Abbas bu arada hem Bağdad müdafilerini sıkıntıdan kurtarmak, ay­ ni zamanda Osmanlı kuvvetlerini iki ateş arasında bırakmak için. Hafız A h ­ med Paşa yı kendi üzerine çekmek is­ tedi. Osmanlı serdarı, şahın plânını an­ ladığından muhasarayı kaldırmadı ve Bağdad önüne kadar gelen Şah ile m u­ hasarayı gevşetmeden çarpıştı. Şah ile Osmanlı kuvvetlerinin üçüncü çarpış­ masını teşkil eden bu muharebede, Türk kuvvetlerinin bazı birlikleri müşkül anlar geçirdi. Diyarbekir eyâleti aske­ rinin çoğu kılıçtan geçti. Onun arkasın­ dan yürüyen Sivas eyâleti askeri zayi­ at vererek yüz geri etti. Harbin çok k ı­ zıştığı ve askerin bir kısmının sinip si­ perlere kapandığı anlarda Hafız Ahmed Paşa metanetini kaybetmedi. Bütün gayretiyle askeri teşci etti, yeniçeri a­ ğası Husrev Ağa da serdar gibi gayret gösterdiğinden müşkül anlar atlatıldı. Ondan sonra sıkışmak ve müşkül anlar geçirmek sırası Şah tarafına döndü. Sa­ bahtan ikindi vaktine kadar devam ecen muharebenin sonunda Şan Abbas mağluben Bağdad önünden çekildi. B u­ günkü muharebede her iki taraf da bir hayli zayiat vermiş bulunuyordu. Hafız Ahmed Paşa ile yaptığı m u ­ harebeyi kaybeden Şah Abbas Bağdad önünden çekildikten sonra, oradaki as­ kerine zahire yetiştirme gayretinden ge­ ri kalmadı. Bu gaye ile hareket eden İraıı kuvvetleri, Musul beylerbeyi si Yakub Paşa'nın bulunduğu mıntıkaya bir baskın yaparak hem OsmanlIlardan binbeşvüz kişi öldürdüler, hem de getir­ dikleri zahireyi içeri sokmaya muvaf­ fak oldular. Şalım müzakere yoluylc anlaşmak istemesi Bağdad önünden mağlubiyetle çe­ kileli Şah Abbas bir müddet sonra m ü ­ zakere açarak anlaşmak istedi. Bunun üzerine Selâm-çavuşu Muştala Çavuş'un yanına iki kişi daha katılarak Şalı Abbas’a gönderildi; bir taraftan da m u­ hasara harbine devam ediliyordu. Mus­ tafa Çavuş’uıı gitmesinden bir kaç gün sonra Osmanlı ordugâhına «Toh t a Han» adında bir İran elçisi geldi. Tohta Han evvelâ, şahın Bağdad'ı bir Celâliden almış olduğunu ve bu şeh­ ri oğluna vereceğini beyanla mücadele­ nin lüzumsuzluğuna işaret edip, h ü ­ kümdarının bu yolda anlaşmak istedi­ ğini bildirdi. Hafız Ahmed Paşa bunun m üm kün olmadığını izah etmekle bera­ ber, elçinin dilinin altında başka şeyler olduğunu sezdiği için müzakereyi kes­ medi. Elçinin Şah ile muhaberesine va­ kit bıraktıktan sonra kendisini tekrar kabul etti. Bu görüşmede îran elçisi Bağdad’ı tahliye mukabilinde îmam-ı Ali kasabası ve civarı ile Dicle’nin öte tarafının franlılara terkini istedi. H a­ fız Ahmed Paşa maiyetindeki paşalar ve sair, erkân ile İran, elçisinin bu talebini müzakereye koyulunca, yeniçeri Ağası Husrev Ağa askerin müşkül durumda olduğunu beyanla anlaşma taraftan bulunduğunu belirtti- Sadrıâzam ise er­ 1915
tesi .gün Tohta Han’ı tekrar kabul edince. konuşmasını buna göre ayarladı. Nihayet Tohta Han Dicle’nin öte yaka­ sının terki talebinden vazgeçerek 1mam-ı Ali. Cevazer ve civarı ile iktifa­ ya razı (Naima C: 2. S: 383-385) oldu ve müzakere neticesini bir mektupla Şah'a bildirdi. Şah selâlıiyetli bîr kim ­ se istediğinden Selâm-çavuşu Mustafa Ağa (Çavuş) tekrar İran hükümdarına gönderildi. Askerin isyanı ve Bağdad muhasarasının kaldırılması Mustafa Ağanın gidişinin ferdası sabahı asker ayaklandı. «Erzak yok, at ve eşek bile kalmadı: burada daha ne otururuz!» diyen kapıkulu zümresi sadrıâzamın çadırını başına yıktılar. Bu kadarlıkla da iktifa etmiyerek «sen kızılbaş ile müttefiksin!» diyerek, Imam-ı Azanı kalesine götürüp hapsetmek üze­ re bir ata bindirdiler. Sadrıâzamın ba­ şına bu işler gelirken OsmanJı ordugâ­ hında bulunan Tohta Han çadırından dışarı çıkmış olup bitenleri seyrediyor­ du. Veziriazam, Imam-ı Azam’a götürü­ lürken (Naimâ C: 2, S: 385) ocak ihti­ yarlan askerlere: «— Bu adam serdarımız ve padişah vekilidir. Şahın askerleri ensemizde du­ rurken bu nasıl hapsolunur? Düşman hücum ederse, baş yok, kim cevap ve­ rir?» Sözleriyle serdarın hapsedilmesini önlediler. Hafız Ahmed Paşa hapsolmaktan kurtulunca, evvelce Bağdad’ı almadan buradan ayrılmayız diyen as­ kere dileklerinin ne olduğunu sorun­ ca: «— Zahire yolları kesildi, imdat münkati oldu, bundan sonra burada durmağa mecal kalmadı, bir tedarik gör gidelim» Dediler. Paşalar, elçimizin şahın ya­ nında olduğunu, onun dönüşüne kadar beklenilmesini söyledilerse de askere dinletemediler. O devrin müverrihlerinin tahminine göre: askerin ayaklanması, Iran şahının el altından giriştiği bir tertibin netice­ si olmalıydı. İhtimal Şah Abbas, tertibi muvaffak olursa vaziyetin inkişafına göre yeni tedbirler almak, olmazsa sulhe yanaşmak niyetindeydi. Nitekim, Bağdad'ın teslimine dair bir nâme ve­ reyim diye Mustafa Ağayı yanına çağı­ rıp eline bir mektup tutuşturan Şah Abbas: Mü kaleme olunan sullı makbulümdür, içeriden çıkan askere zinhar bir zarar olmaya, ferman eyledim ki Bağdad’dan çıkıp gelsinler» Şeklinde sözler sarfetti. Mustafa Çavuş atına binip yola çıkınca ardın­ dan gelen birisi; «Şah mektubu istiyor içerisine bir şeyler daha ilâve edecek» diye elinden aldıktan sonra yırtıp attı ve Mustafa Ağaya: <— Serdar Bağdad üzerinden kalk­ tı. kendi giden askere kale vermek bi • zim şanımıza yakışmaz, var git gördü­ ğünü söyle» diyerek kendisini savdı. Bövlece 8 ay 20 günden beri devam eden Bağdad muhasarası kaldırılmış (3 temmuz 1526) ve bu kadar uzun m üd­ det zarfında harcanan emekler ve dökü­ len kanlar heder olmuş oluyordu. O r­ du Bağdad önünden kalkıp Musul isti­ kametinde çekilirken ağır eşyalar ya­ kıldı, toplar parçalandı; sadece çok kıymetli olan ve Sultan Süleyman za­ manında n kalma bir top toprağa gö­ müldü. Fakat asker arasında bulunan bir şi'i bunu bilâhare Şah’a haber ver­ diğinden, Şah Abbas topu bulup İsfahan’a nakletti. Hafız Ahmed Paşa’nın Sadrıâzam lıktan azli Bağdad önünden çekilen Hafız A h­ med Paşa Musul'dan sonra Diyarbakır’a geldi. Buradan İstanbul'a bir adamla son durumu arzedince Sultan Murad, Halep'te kışlamasını emrettiğinden Halep’e gitti. O aralık Hafız Ahmed Paşa'nm İstanbul’daki aleyhdarlan kendi­ sini padişaha fitliy-erek azlini temin et­ tiler. Onun azli ile yerine tayin edilen yeni Sadrıâzam Halil Paşa 1626 aralık ayında Halep'e gitmek üzere yola ko­ yuldu. 1916 Husrev Paşa’ıun İran serd arlığı Halil Paşa Halep’e geldikten sonra
Diyarbakır'a geçti. Buradan Bağdad üzerine gidecek iken Gürcistan hududun­ daki hadiselerle ve Abaza Mehmed Pa­ şa ile meşgul oidu. Halil Paşa'dan son­ ra sadrı âza m tayin edilen eski Diyarbe­ kir valisi ve yeniçeri ağası Boşnak Husrev Paşa Abaza isyanını bastırdık­ tan sonra Bağdad’ı kurtarmak üzere İran seferine memur edildi. Hafız Ahmed Paşa’nın çekilmesin­ den Husrev Paşa’nın Bağdad muhasara­ sına kadar geçen müddet zarfında Irak cephesinde kayda değer bir çarpışma cereyan etmedi. Bu arada vuku bulan esas mühim hadise Iran şalıı Abbas’ın 1628 yılı içinde ölümüdür. İran’ın, bu meşhur ve kudretli hükümdarı ölünce yerine torunu Şah Safi geçmiştir. Husrev Paşa, Abaza isyanım bas­ tırdıktan sonra İstanbul'a dönmüş oldu­ ğundan, bilahare, «Hemedan ve Bağdad seferi» diye isimlendirilen sefere hare­ keti de İstanbul'dan vuku buldu. Hus­ rev Paşa 9 temmuz 1629 da Üsküdar’­ dan yola çıkarken 18 adet büyük top da kadırgalarla Payas’a sevkedildi. Abaza’ya karşı muvaffakiyet kazanmanın gururu içinde bulunan bu sert boşnak Anadolu’da etrafına dehşet saçarak ilerlemiş ve bu arada Koca Durmuş Bey gibi bir bahadırı ve devlete hayli hiz­ metleri görülen Karaman beylerbeyi Magrav Paşa gibi bir şahsiyeti de öl­ dürtmüştür. Sadnâzara Husrev Paşa yollarda et­ rafla meşgul olarak yavaş ilerlediğinden 1629 vılı dolmak üzereyken Musul’a va­ rabildi (17 aralık 1629). Musul'a ulaş­ tığı zaman artık harekât sahasının he­ men yanı Pasına gelmiş sayılırdı. Zâten kendisi burada iken emri altına girme­ sini istediği kuvvetlerin toplanma işi de sona ermişti. Sadrıâzamm, İstanbul’dan ayrılışından beri niyeti Bağdad’a yürü­ mekti. Fakat kış yağmurları sebebiyle Dicle ve Zap sulan taşmış, Bağdad ci­ varı bataklık haline gelmişti. Onun için Bağdad’ın muhasarası imkânsızdı. Sula­ rın çekilmesi için Musul’da beklerken Erdelan ve Şehriban hâkimi Ahmed Han'ın toprağının vurulmasına karar ve­ rerek Şehrizor (Şehrizur, Şehrizul, Şehrizol) tarafına ilerledi. Şehrizor beyler­ beyliğinin eski merkezi olup Kanunî Sü­ leyman’ın emriyle yapılıp Şah Abbas tarafından yıktırılan «Gülaııber» kale­ sini yeniden yapılırcasına tamir ettirdi. 4 mayıs 1630 da Gulanber’in inşaatı ta­ mamlanıp Şehrizor beylerbeyliğine yine merkez ittihaz edildikten sonra, Husrev Paşa Şenrizor ile Hemedan arasındaki mesafenin hemen hemen orta bölüm ün­ de bulunan Mihrlban kalesi üzerine Ha­ lep beylerbeyi Nogay Paşa idaresinde bir miktar kuvvet şevketti. Bu kuvvet­ ler Mihriban'ı işgal edince, «han-ı haııan» diye anılan Safevî ordusu başku­ mandanı Zeynel Han 40 bin kişilik bir kuvvetle Nogay Paşa’nın üzerine yürü­ dü. Osmanlı askeri ile Zeynel Han ara­ sında 5 mayıs 1630 da cereyan eden Mihriban muharebesi, bilhassa Sivas va­ lisi Halil Paşa’nın gayret ve sebatı ne­ ticesinde kazanıldı. Zeynel Han bu mağlubiyet üzerine kaçmış olduğu ci­ hetle :dam edilmiş ve yerine Tebriz va­ lisi Rüstem Han tayin edilmiştir. Kerbelâ civarının zaptı Bağdad’ı zaptetmek üzere gelmiş bulunan Husrev Paşa’nın Musul’da su­ ların çekilmesini beklemesi ve nihayet Şehrizor taraflarına ilerleyerek, oralar­ da bazı harekâtla meşgul olması plânsız hareketinin bir neticesiydi. Maamafilı bu arada Mihriban zaferi ve Kerbelâ taraflarının zaptı gibi şeyler cereyan et­ mişse de bunlar Husrev Paşa’dan ziya­ de diğer kumandanların eseridir. Nitekim, Gülanber kalesinin inşaatı devam ederken, Husrev Paşa’nın Bağ­ dad üzerine yürümekten vazgeçtiğini bilmeyen Trablusşam beylerbeyi Par­ maksız Mustafa Paşa serdara iliihak n i­ yetiyle Kerbelâ'ya kadar ilerlediği sı­ rada altıyüz kişilik bir İran müfrezesi ile karşılaşmış ve onlan yenmişti. Bu durumu serdara bildirdiği zaman, Hus­ rev Paşa hem Mustafa Paşayı takviye hem do oralann istirdadı gayesiyle, Abaza Mehmed Paşa'nın silâh arkadaşla­ rından cesur ve atılgan bir kimse olan «Genç Osman» bir miktar kuvvetle yol­ lamıştı. Bunlar Necef, Kerbelâ, Hille ve Remahiye’yi zaptederek bu tarafı Iran işgalinden kurtarınca, Genç Osman Ker­ belâ ve civannın muhafazası için o ta­ raflarda kalmıştır.
Husrev Paşa’ıujı Henıedan'a yürüm esi Husrev Paşa’mn Bağdad muhasarası Mihriban zaferini Gülanber'der. o tarafa giderken yolda haber alan Hus­ rev Paşa, bu muvaffakiyeti bir fırsat telâkki ederek daha ileriye yürümek is­ tedi ve İran’ın meşhur şehirlerinden Hemedan'a kadar ilerledi. Osmanlı or­ dusu gelirken Hemedan halkı kaçmış olduğundan, 9 haziran 1630 da hiç bir mukavemete rastlanmadan şehre giril­ miştir. Hemedan şehri serdarın emriy­ le taş üstünde taş kalmıyacak derecede tahrip edilmiştir. Ordu burada bir haf­ ta kadar kaldıktan sonra Dergüzin’e (Dergezin) hareket edilmiştir. Serdar Husrev Paşa Hemedan’daıı sonra İran'­ ın o zamanki merkezi Kazvin’e yürü­ meye niyetlenmekle beraber, topladığı harp meclisinde paşalar ve sair erkân esas gayenin Bağdad fethi olduğunu ha­ tırlatarak en son Dergüzin’e kadar ilerlenmesi fikrini müdafaa etmişlerdir. Boylece 18 haziran 1630 da Dergüzin'e giren ordu burayı da tahrip etmiştir. Husrev Paşa'mn böyle tahripkâr dav­ ranmaktan maksadının Oranlıların ma­ neviyatlarını sarsarak Bağdad’ın tahli­ yesini temin etmek olduğu anlaşılmak­ tadır. Husrev Paşanın Azamiye'de kaldığı bir avhk müddet zarfında bazı hazır­ lıklar yapıldı; bu arada, Musul'da b u ­ lunan yirmi adet balyemez topu kelek­ lere konarak Dicle üzerinden Bağdad’a nakledildi. Nihayet ordu efradı 6 ekim 1630 (28 safer 1040) da mevzie girerek Bağdad muhasarası başladı. Husrev Pa­ şa. çinilerle süslü Sultan Süleyman ka­ lesi ve saray karşısına yedi tane top koydurdu. Kuşlar kalesi tarafına da d i­ ğer kısımlardan daha fazla top yerleşti­ rildi. Bağdad'm ikinci muhasarasını teş­ kil eden bu defaki kuşatmada topçu kuvveti birincisine nazaran hayli faz­ laydı. Şehire her gün beş yüz adet top mermisi fırlatılıyordu. Hafız Ahmed Paşa'mn çekilmesinden beri dört sene­ den fazla zaman geçmiş olduğu ve bu müddet zarfında Bağdad etrafında bir hareket de vuku bulmadığından İra n lI­ lar gayet rahat bir şekilde Bağdad tah­ kimatını arttırmışlardı. Bağdad muhasarasında hazır bulu­ nan Kâtib Çelebi (Fezleke C: 2. S: 129) askerlerin çadırları önüne mezar gibi çukurlar kazarak içine girdiklerini, ay­ rıca kelek tulum larının içine toprak doldurarak bu mevzilerin önüne koyduk­ larını, kaleden toplar atıldığı ve m ermi­ ler bu mevziler önüne düştüğü zaman toprak dolu tulum ların yıkılarak mevzi içindekilerin toprak altında kalıp boğu­ larak öldüklerini, geceleri de bu çukur­ lar içinde geçirdiklerini uzun uzun an­ latmaktadır. Bağdad muhasarasının ilk ayı top düellosu ile dolduktan sonra, lâğım aç- • ma faaliyetine geçildi. Fakat kazılan onyedi lâğım ın hepsi de îranlılar tarafın­ dan sezilerek patlamasına fırsat kalma­ dan ifna edildi. Topçu ateşleriyle Bağ­ dad surları hayli tahrip edilmiş oldu­ ğundan 9 kasımda (3 rebiülahır) Türk ordusu umumi hücuma geçti. Fakat bir saat kadar süren hücum esnasında faz­ la zayiata uğranıldığından ordu efradı geriye çekilip tekrar mevzie girdi. Ge­ milere binerek nehir tarafından um u­ mi hücuma katılanlar şiddetli bir ok ve tüfenk yağmuruna tutularak suya dö­ küldüler. Kâtib Çelebi’nin bildirdiğine Dergüzin’den Bağdad’a dönüş Bağdad’a dönüş kararı verilince Husrev Paşa ordu ile 21 haziran 1630 da Dergüzin'den ayrıldı. Beşparmak ve Hülvan üzerinden {Naimâ C: 3, S: 36) ilerleyip Elveııd dağının eteklerinden geçtikten sonra Serâbâd, Geçova, Bisütûn ve oradan Tâk-ı Destan, Kasr-ı Ş i­ rin yolunu takiben 16 eylülde Bağdad'ın 4 kilometre kuzey batısındaki Aza­ nı iye’ye ulaştı. Husrev Paşa Nihavend civarına yak­ laştığı sırada Lûristan hakimi Hüseyin H an’ın sekiz bin süvari ile 4 bin tüfenkçiden mürekkep 12 bin kişilik bir kuvveti pusuya yatırdığını haber aldı­ ğından üzerine bir miktar kuvvet şev­ ketti. Çemhal mevkiinde karşılaşan bu kuvvetler arasında cereyan eden muhabede Türkler üstün geldi ve Hüseyin Han güçlükle canını kurtarabildi. 1918
göıe, suya dökülenlerden pek az insan kurtuldu. Bu sırada nehir tarafında bir duvar üzerine çıkmış olaıı Genç Os­ man'ın topuğuna bir ok saplandığından Dicle'ye yuvarlandı. Bu bahadır adam kendini biraz toparlıyarak suyun yüzü­ ne çıktığı sırada arkadaşlarından biri başındaki sanğı çıkarıp ucunu Genç Osman’a fırlattı. Genç Osman bunun ucunu tutmaya muvaffak olduysa da bu defa sarığın diğer ucunu tu­ tan arkadaşı onu çekerken suya düş­ tü; böylece her ikisi de suların cere­ yanına kapılarak boğuldular. Ayni gün Murtaza Paşa da Türk bayrağını burç­ lara diktirmek isterken şehid düştü. Bu umumî hücum günü daha bazı paşa ve m ühim şahsiyetler şehid düştüler. Umumi hücumda uğranılan zayiat ve muvaffakiyetsizlik maneviyatın sar­ sılmasına hayli tesir etti. 14 kasım (8 rebi'ülahır) günü toplanan harp mecli­ sinde, şehrin alınmasının m üm kün olmıyacağı neticesine varılarak zahire tü­ kenmeden avdete karar verildiğinden, ayni gün Bağdad muhasarası kaldırıldı. Böylece 39 gün sürmüş olan ikinci m u ­ hasaradan da müsbet hiç bir netice el­ de edilememiş oluyordu. Bağdad muhasarasına girişmeden önce Musul ve Kerkük tarafında oya­ lanıp, ayrıca Hemedan ve Dergüzin’e kadar uzanarak askeri boş yere yoran Husrev Faşa, Bağdad muhasarasını kal­ dırdıktan soııra da hata işlemekte de­ vam etti, Mühriban kalesinin fethi sıra­ sında temayüz edip burada gösterdiği sebat dolayısiyle «Demirkazık» namını almış olan Dıyarbekir beylerbeyi Halil Paşa’nın emrine on bin kişilik kuvvet ve 20 top vererek «Hille» muhafazasına gönderdi. Naimâ (C: 3, S: 55) m n kay­ dına göre, «bu maslahat su-i tedbirdir, bu kadar askeri, uzak mesafede, halkı az çöl içine göndermek, bunları düşma­ na kırdırmaktır» diye hayli söylenen olduysa da Husrev Paşa bu hususta fik ­ rini tatbikte ısrar etti. Husrev Paşa Bağdad muhasarasını kaldırınca bir hafta kadar Azamiye’de kaldıktan sonra ordu ile Musul'a geldi. Burada askerin büyük kısmı kışlaklara taksim oldu. Yusuf Paşa Rumeli eyâle­ ti askeriyle Urfa'ya, Besnili Ali Paşa Sivas askeri ile eyâletine gönderildi. Yeniçeriler Diyarbekir'e gidip subayla­ rı serdarın vanıııda kaldı, İranlıların Şehrizor, Dertenk ve H ille ’yi zaptetmesi Osmanlı askerinin kışlaklara dağıl­ dığını haber alan İraıılılar derhal faali­ yete geçtiler. Eyâleti tahribe uğramış olan Erdelan hâkimi Han Ahmed evvelâ Dertenk üzerine yürdü, buranın muha­ fazasına memur edilmiş olan Parmaksız Mustafa Paşa emrindeki bir avuç asker­ le mukavemet imkânı bulunmadığını görünce Şehrizora geldi. Han Ahmed de Dertenk’ten sonra doğruca Şehrizor'a teveccüh etti; yanında 30 bin kişilik kuvvet vardı; ayrıca civann Kürt bey­ leri ve aşiret reisleri de onun tarafını tuttuklarından askerinin miktarı daha da fazlalaştı. Şehrizor beylerbeyi Arnavud-oğlu Mustafa Paşa bir taraftan, kürllerin İranlılara taraftarlık etmeleri dolayısiyle mukavemetin imkânsız oldu­ ğunu serdara bildirirken, diğer taraftan da bazı tedbirlere tevessül eyledi. As­ kerin disiplini zaten zayıf olduğundan bir çoklan kaçıyorlardı. Kaçan askeri umumiyetle derleyip toparladıktan son­ ra düşmana mukavemet etti. Fakat çar­ pışmalar sırasında şehid düşünce, asker­ ler diğer paşaları dinlemiyerek dağıl­ dılar. Böylece Şehrizor da tekrar İran işgaline düştü. îranlılar, bir kaç ay ön­ ce yapılmış olan kaleyi yıktılar. Husrev Paşa, Şehrizor harbinden sağ kurtulup gelen paşalardan Parmaksız Mustafa Paşa, Abdal Paşa ve Ömer Paşa’yı ken­ di kabahatim kapatmak için haksız ye­ re idam ettirdi. Dertenk ve Şehrizor elden giderken Şah Safi Bağdad’a gelip Hille muhasa­ rası için kaledeki topları çıkarıp 30 bin kişi ile şehri muhasaraya başlamıştı. Hille'ye bırakılmış olan Halil Paşa bu arada imdat istemiş, serdar da bazı pa­ şalara emir vermişse de bunların yan­ larında askerleri olmadığı için hareket­ siz kalmaktan başka bir şey yapama­ mışlardı. Bu sebeple Şah Safi rahatça Hille muhasarasına devam etmiş bulunuyor­ du. Cesur ve muktedir bir kimse olan H alil Paşa buna rağmen cesaretle karşı 1919
koyup, defalarca kaleden çıkışlar yapa­ rak düşmana zayiat verdirmekte de­ vam etti. Üç ay siireıı muhasaraya rağ­ men imdat gelmediğini görünce, erzak ve cephanenin bitişim de hesaba kata­ rak bir yarma hareketi ile kurtulmak istedi. Bu gaye ile kaledeki süvarileri yanma alarak kaleden çıkıp düşman saflarım yararak selâmete ulaştı. Hille’de kalanlar vire ile yani canlarına dokunulmamak şartiyle kaleyi teslim et­ tiler. Fakat tranlılar bunların ba­ zılarını öldürdü, diğer kısmı zahmetli bir yolculuktan sonra serdara mülâki oldular. Husrev Paşa’nın azli İran seferi serdarlığı bir sürü hata ve muvaffakiyetsizlikle dolu olan Hus­ rev Paşa, 1631 yılı yazını ne yapacağını bilemiyecek tarzda bir tereddüd için­ de doldurdu. İstanbul’dan para ve K ırım ’dan 30 bin tatar askeri istedi. Tatar askeri gelinceye kadar Mardin yakınındaki Koçhisar ovasında aylarca bir iş görmeden bekledi. Koçhisar ova­ sına gelmeden önce yegâne hayırlı iş olarak Musul kalesini tamir ve tahkim ettirdi. Bir şeye muvaffak olamadan boş yere vakit kaybeden Husrev Paşa üste­ lik bir sürü paşa ve erkândan kimseleri de öldürtmüştü. Paşalara kıyan bu adam kapıkulu zorbalarına yüz veriyor ve onları himaye suretiyle mevkiini m u­ hafazaya çalışır görünüyordu. Nihayet onun hataları İstanbul’da padişaha an­ latılarak azli temin edildi. Onun yerine eski Sadrıâzamlardan Hafız Ahmed Pa­ şa ikinci defa sadrıâzam oldu. Husrev Paşa azlinden bir ay kadar önce Diyarbekir’e gelmişti. Azil haberi burada duyulunca yeniçeri ve sipahiler mevacih bahanesiyle isyan ettiler. Hus­ rev Paşa belki de bu isyanı el altından tertiplemiş veya desteklemişti. Fakat kendisi itaatkâr görünerek Diyarbekir’den Tokat’a çekildi. Tabanı-Yassı Mehmed Paşa’m n İran seferi serdarlığı Husrev Paşa'mn azlini takip eden «ünlerde alman bir kararla yeniçeri ve sipahiler İstanbul’a getirilmişti- Bunla­ rın İstanbul’a gelmeleri hükümet mer­ kezinde müessif zorbalık hareketlerinin vukuuna sebep olmuştu. Sadrıâzam Ha­ liz Ahmed Paşa’m n parçalandığı, padi­ şahın hal' edilmekle tehdit olunduğu bu devre zarfında İran işleri ile meşgul oiunamadı. Nihayet padişah idareyi biz­ zat eline aldığı ve zorbaları temizlediği zamandır ki yeniden dikkatler İran hu­ duduna çevrilebildi. Husrev Paşa’m n serdarlığı sırasın­ da Kerkük civarından Hille’ye kadar uzanan sahaya hâkim vaziyete gelen Iranlılar daha sonra Gürcistan ve Van tarafında da genişlemek istediler. Gür­ cistan’da evvelce de bir denemede b u ­ lunmuş olan İranlılar, Osmanlı devlet merkezindeki karışıklar sebebiyle, âde­ ta hareket serbestisine sahip gibiydi. Nitekim Şah Safi 1632 senesi içinde bu­ raya yürüyünce Gürcü beylerinden Tahrnuras Han'ın mukavemetini kırmaya muvaffak oldu. İranlılar Gürcistan’da kazandıkları başan ile de iktifa etmek istememiş olmalılar ki büyük bir İran ordusunun Van’ı muhasara ettiği görül­ dü. Bunun üzerine, Hille’de İran çem­ berini yarıp çıktıktan sonra Erzurum valiliğine tayin edilmiş olan Demir-kazık Halil Paşa ile Divarbekir valisi Murtaza Paşa’va Van’ın imdadına yetişme­ leri bildirildi. Bu iki Paşa'mn gelmesi üzerine İran ordusu o civardaki Kuskun kıran mevkiine çekildiyse de Osmanlı kuvvetleri ilerliyerek muharebeye tu­ tuştu. Gündüz başlıyan çarpışma gece de meş'aleler altında devam etti ve n i­ hayet sabahleyin düşman bozularak çe­ kildi. İşte, Gürcistan’dan sonra Van kale­ sine de taarruz vuku bulunca Sadnâzzam Tabanı-Yassı Mehmed Paşa serdar tayin edildi. Mehmed Paşa 15 ekim 1633 günü ordu ile Üsküdar’a geçti. Ayni gün Van şehri de muhasaradan kurtulmuş­ tu, fakat Sadnâzam yolundan geriye dönmedi. Yollarda zorba bakiyelerini temizJiyerek ilerledi. Halep’e vardığı sı­ rada ulüfe bahanesi ile çıkan bir yeni­ çeri isyanını bastırdı. Burada Halep beylerbeyi Nogay Paşa’yı da zorba te­ dibindeki gevşekliğinden dolayı idam ettirdi. 1920
OardUncil M urad Revan kalesi m uhasarasında (E ski bir tablodan).
SULTAN M U R A D IN REVAN SEFERİ Senelerden beri devam eden İran harbinde mevzi’i bazı muvaffakiyetler kazanılmakla beraber, mücadele, netice bakımından aleyhimize inkişafta devam ediyordu. Irak’taki Osmanlı arazisinin mühim bir kısmının işgale maruz kal­ ması bunun en açık bir delili îdi. Uzun boylu uğraşmalara rağmen bir türlü Ba.edad alınaııııyordu. Bunda kum an­ danların hatalarından başka askerin ka­ litesizlik ve disiplinsizliğinin de tesir­ leri mevcuttu. 1632 mayısında Receb Paşa’yı ö l­ dürmekle işe koyulup, zorbaları ve on­ ların iz ve tesirlerini ortadan kaldır­ mak için amansız bir mücadeleye gir­ miş olan Sultan Murad, icabında fazla insafsızlığa kaçmakla beraber yürüdüğü yolda muvaffak olmuş, disiplin ve dev­ let otoritesi denen şey yeniden teessüs etmişti. Zorbaların sadece sırtını yere getirmekle iktifa etmiverek kökünü ka­ zımaya çalışan bu azımkâr hükümdarı nihayet 1635 yılında İran’a karşı sefere çıkmış görüyoruz. Padişahın İstanbul’dan hareketinden bir sene önceki tutumuna bakılırsa, Iran işini daha evvel ele al­ mak istediği halde araya Leh ve Kazak meseleleri girdiği için bunu ancak bir sene sonra tatbike imkân bulduğu an­ laşılmaktadır. Zira, Van’a karşı vukubulan Iran tecavüzünün, defedildiği ha­ beri geldiği halde Sadrıâzam TabanıYassı Mehmed Paşa'nm seferi kuvvetle­ rin başına geçmek ve icap eden hazır­ lıkları yapmak üzere Halep’e gitmesi buna delil addedilebilir. Tabanı-Yassı Mehmed Paşa’nın serdar sıfatiyle ordu­ nun başında bulunduğu sırada İ r a n l I l a r ­ la fi’ilen temasa gelmeyişi, daha ziyade disiplinin sıklaştırılması ve asker m ik ­ tarının arttırüması gibi şeylerle meşgul olması, Dördüncü Murad'ın birinci se­ ferinin hazırlık devresi addedilebilir. Sultan M urad'm İstanbul’dan hareketi Sultan Murad 1634 ağustosunda Edirne’den İstanbul’a döndükten bir ay kadar sonra Lehistan sulhü tam mânasiyle kesinleşince, gelecek baharda doğu seferine çıkmak üzere mühimmat ha­ zırlanmasını emretmişti. Bu emri m ü­ teakip Anadolu ve Rumeli tarafındaki valilere asker toplamaları hususunda lüzumlu yazılar yazıldı. 21 aralık 1634 (1 receb 1041) te Cebehane önüne tuğ­ lar dikildi; bu padişahın katılacağı se­ ferin hazırlıklarına geçildiğinin işare­ tiydi. Sefer hazırlıkları devam ederken padişah, Bayram Paşa’yı İstanbul m u­ hafazasına memur, Murtaza Paşa'yı da sefer kaymakamlığına tayin ettiğini bil­ dirdi. 21 şubatta otağ-ı hümâyûn Üskü­ dar'a geçirilip kuruldu. Padişah 10 m art­ ta Üsküdar’a geçti ve 28 mart 1635 gü­ nü de Üsküdar’dan hareket etti. İstan­ bul’dan ayrılırken, kendisinin haberi olmadan hiç bir ocak mensubunun oturak (tekaüt) ve korucu (yeniçeri odalarım bekleyen) olarak ayrılmaması hususunda (Naimâ C: 3, S; 237) şiddet­ li emirler verdi. Erkân ve ulema Malte­ pe’ye kadar gelerek padişahı uğurladılar. İdam olunan kimseler Padişahın şiddetli davranacağı ve emirlerini çok sıkı şekilde tatbik ede­ ceği belli idi; «Ordu Maltepe’yi geçip Kazıklı derbendine geldiği sırada, Solakbaşılardan Galatalı Çelebi nam ın­ daki bir emektar pirin bir şahsı İstan­ bul’da bıraktığı padişahın malûmu olunca bilâ aman çökertip boynun urdu­ lar. Bu kadar emektar iken afv olunmayıp siyaset ettiler» diyen Naimâ (C: 3. S: 237-252) sonra yol boyunca yapılan idamları anlatmaktadır. Bu seferde padi­ şahın tatbik ettiği yegâne ceza şekli idam­ dan ibaret gibi görünüyordu. Osmanlı tarihinde en fazla adam öldürten h ü ­ kümdar olarak dikkati çeken Dördüncü Murad’ın idamlarını a) zorbaları temiz­ lemek için ilk hamlede yaptırdığı idam­ lar, b) tütün yasağı vesilesiyle yaptır­ dığı idamlar c) saltanatının son beş y ı­ lı zarfında yaptırdığı idamlar, diye üç kısma ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisinin; memlekette nizam ve asa­ yişin teminine imkân verdiği ve devle­ tin uçurumun kenarından kurtulmasına 1921
âm il olduğu görülmektedir. Ekseri m ü­ verrihler. tütün yasağı yüzünden yapılan İdamlarda, serserilerle zorba döküntüsü zararlı kimseleri ortadan kaldırma ga­ yesi gözetildiğini ve tütün yasağının buııa vesile ittihaz olunduğunu söyledik­ lerinden, ikinci bölümde zikretiğimiz bu idamlar da, belki bir dereceye kadar, birincisinin tamamlayıcısı şeklinde te­ lâkki edebiliriz. Fakat üçüncü bölüme ayırdığımız idamların büyük bir kıs­ mında Dördüncü Murad'ın pek gaddar­ ca davrandığına hükmetmemeye im k in yoktur. İşte yol boyunca yaptırdığı idamlarda bu hakikat apaçık sırıtmak­ tadır. Sultan Murad, sefer esnasmda va­ zifesinde ihmal gösterenleri; hakkında rüşvet aldığı veya zulümde bulunduğu­ na dair şikâyet vaki olanları; evvelce zorbalık eden veya böyleleriyle ilişiği bulunanları; hattâ tütüıı içtiğine dair ihbar edilenleri idam ettirdi. İstanbul'­ dan Revan’a gidinceye kadar şu kim ­ seleri öldürttü: Karayılan-oğlu isminde­ ki şahsı eski zorbabaşılardan olduğu için, Sefer Bey ve Deli Hamza isimli iki kardeşi eski zorbalardan oldukları ihbar edilmeleri neticesinde, Manisa mutasar­ rıfı Deveci Haşan Paşa zorba soyundan geldiği ve evvelce ihmali vuku bulduğu için, Karaman beylerbeyisi Celeb-oğlıt Ali Paşa zorbahktan bu makama gel­ diği için, Kara-ağaç kadısı hizmette tekâsül gösterdiği için, Konya kalesinde hapiste bulunan Arab-oğlu Mustafa ve daha birkaç şahıs zorbalardan oldukları için, sipahi Koca Gürcü Osman evvelce Sultan Osman vak’asına karıştığı için, zeametli Çavuşlardan Cevherî-zâde tü ­ tün içtiği için, Kayseri kadısı Bursalı Gökdereli-zâde orduya zahire tedarikin­ de kusur ettiği için, Beyşehir mirlivası Keskinli Ali Paşa zulmünden şikâyet edildiği için, bir bostancı neferi hatt-ı hüm âyûn taklit ederek hileye saptığı için, Konya kadısı Şehla Mehmed Efen­ di hakkında şikâyet vuku bulduğu için, İzmir kadısı Tevfikî-zâde Mehmed Efendi hakkında şikâyet vuku bulduğu için, Erzurum valisi Demir-Kazık Halil Paşa kendisi ile arası açık olan ı'ikâb kaymakamı Murtaza Paşa’nın padişaha yaptığı şikâyet ve tesir neticesinde, S i­ vas beylerbeyisi Bosnalı Ali Paşa evvel­ ce bir çok günah ve kusur işlediği için, ordudaki sipahilerden Işık Yahya ve Yeniçeri ocağından Sakabaşı Çavuş-za­ de in'anı alabilmek üzere arkadaşlarını teşvik ettiği için, Besnili Ali Paşa zul­ mettiği duyulduğu ve serkeşliği sezildiği için, Gtakcıbaşı Rahıki-zâde padi­ şahın gazabını celbedecek harekette bu­ lunduğu içiıı idam olundular. Sultan Murad yine bu yolculuk esnasında İs­ tanbul’da hapiste bulunan Ma'n-oğlu Fahreddin ile Galatasarayı’na verilen büyük oğlu Mesud'u, Budin valisi Câfer Faşa’yı da yoldan emirler göndere­ rek idam ettirmiştir. Sadrıâzam ın orduya iltihakı Sultan Murad İstanbul'dan ayrıldık­ tan sonra İzmit - Bozöyük - Eskişehir Seyitgazi - Ilgın - Konya - Bor - Kay­ seri - Sivas üzerinden Erzurum'a geldi. Sivas'ı geçtikten sonra Anadolu ve R u­ meli askerine bir muharebe oyunu yap­ tırdı; kendisi de bu muharebe oyunu­ na bizzat iştirak etti. Vezir:âzam Tabanı-Yassı Mehmed Paşa da Erzurum’­ da padişaha m ülâki oldu. Sadrıâzam Mehmed Paşa Halep'ten sonra Divarbekir’e geçmiş, sefer için bir takım hazırlıklar yapmış ve Diyarbekir’in önündeki Cülek sahrasına çıkarak al­ tı ay kadar buiada beklemişti. Veziri­ azamın bütün hazırlıkları Bağdad sefe­ ri içindi. Bir muhasara muharebesi ya­ pılacağı cihetle hazırlıklar buna göre ayarlanmış ve Mehmed Paşa muhasarada kullanılmak üzere çeşitli malzeme temin edip birtakım âletler yaptırmıştı. Fa­ kat seferin Revan üzerine yapıldığını öğ­ renince bu malzemeyi orada bırakarak maiyetindeki askerle Erzurum yolunu tutmuştu. Veziriâzam Mehmed Paşa’nın, padişahın Kayseri veya Sivas'a teveccü­ hü üzerine seferin Revan’a yapılacağın­ dan haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Sadrtâzam Mehmed Paşa padişahın İstanbul'dan ayrılışından hayli önce se­ fere memur edilmiş olduğu cihetle ser­ darlara teslim edilmesi âdet olan san­ cağı şerif onun yanında bulunuyordu. Erzurum’a geldiği zaman tertip edilen hususi merasimle bunu padişaha teslim etti Naimâ (C: 3. S: 251). «Âdet üzre alaylar ile huzur-u bu mâ’.’undan geçüp, 1922
sadnâzam mahalli selâma geldikte atın­ dan inüp ve alem-i Resul-ü Ekrem ssllallalı-ı aleyhi ve sellemi kendi eline alup huşû ile getürüp, padişah dahi dört beş kadem ilerü gelüp istikbal ediip alemi kendü ellerine alup bir miktar yer götürüp ba'dehu iç ağalarına teslim edüp tahta çıkıp oturdular. Vezir dahi padi­ şahın ayağın öpüp bir derece kadar za­ man hürmet vakfesinde kalup baş kaldırup lıuzur-u humâyunda el kavuşturup durdu». Revan seferindeki ordunun insan sayısı Sultan Murad Erzurum'dan ayrılır­ ken — ihtimal bir kale muhasarası için askeri pek fazla bulduğundan dolayı — askerîn bir kısmını vezir Hüseyin Paşa­ nın idaresinde Erzurum'da bıraktı. Ordu hakikaten pek kalabalıktı. Karaçelebizâae Abdülâziz Efendi •tRavzat-ul ebrar» isimli eserinin 585 inci sayfasında; ağırlıklarla beraber Erzurum'da kalan as­ kerin 50 bin, Revan'a kadar giden kuv­ vetlerinde 200 insan, 25 balyemez, yüz­ den fazla şahi darbzen topundan mürek­ kep olduğunu söyler. Seferde bizzat bu­ lunmuş olan Kâtib Çelebi ise askerin çokluğunu «On sene Al-i Osman aske­ ri ile seferlerde bulundum, bu mertebe kesret üzre camiye!, görmedim*- cümle­ siyle ifadeye çalışır. Ordunun Revan önüne gelmesi Sultan Murad 11 temmuz 1035 te (25 muharrem 1045) te ordu ile birlik ­ te Erzurum’dan hareket etti. Temmuzun 17 sinde Kars civarına gelindiği sırada Kars valisi Şeyhî Paşa ve Çıldır valisi Sefer Paşa padişahı karşıladı. Sultan Murad ordudan ayrılıp Kars şehrini ve kalesini dolaştıktan sonra geriye avdet etti. Kars civarından biraz daha ilerle­ dikten sonra İran arazisine girildi. Tem­ muzun 20 sında (10 safer) Osmanlı or­ dusu Revan önüne vasıl oldu. Sultan Murad, otağının kaleden epeyce uzak bir yere kurulduğunu görerek sura ya­ kın bir yere naklettirdi ki, sonradan bu­ raya «Hünkâr tepesi» denilmiştir. Padi­ şah kaleyi görmek üzere biraz ilerledi­ ği sırada şiddetli bir rüzgârın kaldırdı­ ğı tozlar yüzünden etraf görünmediği için surlara fazlaca yaklaşmıştı. Bu sıra­ da yanındaki kılavuzlardan biri : « — Şevketlü padişahım Revan ka­ lesi bu vadidedir. Pek yakın geldik; ama duman sebebiyle görünmez; tevak­ kuf buyurunuz ki arkaçtan asker gel­ sin* Deyince padişah : « — Bre adam ne korkarsın ecelsiz adam ölür mü?» Cevabım verdiği sırada kaleden atılan bir top mermisi hükümdarın ya­ nındaki solak neferlerinin biraz üzerin­ den geçti, fakat kimseye bir şey olmadı. Revan'm muhasarası ve zaptı Padişahın çadırı kurulduktan, vezir ve beylerbeyleri de buna göre çadırla­ rının yerlerini tespit ettirdikten sonra cebehaneden askere kazma kürek, ba­ rut ve fitil dağıtıldı. 12 safer gecesi as­ kerin metrise girmesi emredildiğinden, mehtaplı bir gece olmasına rağmen meş’ aleler yakılarak bunların aydınlığında askerler siper kazdılar. Bu arada kale­ deki muhafızlar ateş açtıklarından bir kaç yüz yeniçeri yaralandı. Askerlerle çok yakından alakadar olan Sultan M u­ rad yaralılara «merhem bahâ» adı ile paralar dağıtıp, bir kısmının yarasını bizîat kendi huzurunda sardırdı. H üküm ­ darın bu alâkası ilk hadiseye münhasır kalmayıp mücadele boyunca devam et­ ti. Geceleyin vaki çalışmalar neticesin­ de metrisler hazırlanmış olduğundan 29 temmuz sabahından itibaren Revan mu­ hasarası başladı. Revan seferine iştirak etmiş olan Kâtib Çelehfnin bildirdiği­ ne göre: Revan kalesi, yani Revan’m müstahkem olan kale kısmı İstanbul’da­ ki Eski-saray sahası kadar ancak vardı. Bu yüzden büyük topların mermileri kalenin üstünden aşıp öte tarafa düşü­ yordu. İşte bu fazla saha kaplamayan kale pek sıkı şekilde muhasara altına alındı. Paşaların herbiri, veya birkaç ta­ nesi birden muayyen bir kısmın sıkıştırılmasivle vazifelendirildi. Çarpışma­ lar başlarken paşaları toplıyan Sultan Murad. kendilerini gayrete getirmek için umumi bir konuşma yaptıktan Daşka bir kısmına da avrı ayrı hitapta bulundu.
Reva» (Erivan) da bir cami Bu cümleden olarak (Naimâ C: 3, 3; 256), Küçük Ahmed Paşaya şöyle dedi : « Baka Küçük Ahmed! îlyas’j tut­ tuğun taşlan delip Ma’n-oğlii’nu çıkar­ dığın bir gev değildir; erliğin zamanı bugündür, göreyim seni din-i mübin hizmetine uğur-u humâyunumda nice merdane sa'i '¡dersin?* Sonra Caııboladzâde Mustafa Paşaya döndü: «Baka Kürdistan Bey-zâdesi! Canbolad-oğuIIuğu vakti şimdidir; erliğin hükm ün verüp ırz-ı vezareti tekmil için bugünde cânm manend-i pulâd olmak gerektir*. Murtaza Paşaya da: «zahire temini için gi­ den at-oğlanlan kullarımın burunlar; kanamasın; bir hoşça gözün aç, göreyim seni* dedi. Paşalardan sonra da yeni­ çeri ağasına döndü: «Baka Ağa! îstanbulda kol gezüp serrıoş ve şehirli düğ­ mek hüner değildir; işte erlik burada belli olur. Cümle yeniçeri kullarımla metriste ne güne cenk edüp Revan'ı al­ makta ne mertebe hizmetin müşahede olunur, göreyim şems-. Bunlar da padi­ şaha karşı bütün varhklariyle hizmet edeıeklerine dair ayrı ayrı cevaplar ver­ diler. Sultan Murad böyle sıkı bir şekil­ de kuşattığı Revan kalesindeki İran kuvvetlerinin başında Emirgune-oğlu Talımasb-Kulu Han vardı. Babası Emirgûtıe’nin ölümünden sonra oğlu Revan vaüsi olmuştu. Otuz seneden beri bu aile Revan hâkim i bulunmaktaydı. Sultan Murad’ın Revan üzerine geleceğini an­ ladıkları sırada kaledeki erzak ve m al­ zemeyi artırmışlardı. Emirgüne-oglu şahtan yardım isteyince. Bağdad m üda­ faasında bulunup bir hayli hizmeti gö­ rülmüş olan Mir E'ettah kumandasında 12 bin Itaazenderanlı tüfenkendaz gön­ derilmişti. Büyük addedilemiyecek bir kale için bu kuvvetler bol bol kâfi idi. L â­ kin Revan'ın ne içindeki askeri ne de surları muazzam Osmanlı ordusuna kar- Osmanlı ordusunun Revan kalesini muhasarası (Rieaut’dan) 1924
I şı uzun müddet dayanabilirdi. Revan kalesi şiddetle şıkıştırılıvor. surlar gece­ li gündüzlü dövülüyordu. Bazaıı top gülleleri hisarı aşıp Osm anlı hatlarına düşüyor fakat neticede yine Osmanlı askeri metris değiştire değiştire surlara yaklaşıyordu. Revan surları top darbe­ leri ile müteaddit yerlerden tahrip edil­ dikçe içerdekiler gedikleri mümkün mer­ tebe kapatmakla beraber kalenin uzun bir muhasaraya davar.amıyacağı muhak­ kaktı. Muhasara esnasında harekâtı takip eden padişah altun ve kuruş keselerini yanma alıp ağızlanın aç­ tırmış ve : düşmandan baş getirenlere kırkar kuruş, atı ölenlere ellişer flori, yaralananlara yirmi beşer kuruş, yaralı­ ları taşıyıp getirenlere onar kuruş, düş­ man tarafından atılan gülleleri bulup bulup getirenlere birer flori bahşiş ver­ dirdi. Ayni zamanda sık sık : «— Koman kurtlarım gayret vakti­ dir. şahbazlarım!» Gibi sözlerle teşciden geri durma­ mıştır. Kalede büyük gedikler açılınca, gi­ rişilen hararetli hazırlıklardan padişa­ hın umumi hücum emri verdiğini anlıyan, umumi hücuma da dayanılamıyacağını bilen Emirgüne-oğlu kethüdası Murad Ağa’yı Osmanlı karargâhına gön­ derdi. Eski tarihlerimizin sünni olduğu­ nu söyledikleri bu adanı evvelâ Küçük Ahmed Paşa ile karşılaştı, neticede sad­ razamla birlikte padişahın huzuruna gö­ türüldü. Murad Ağa, vire şartı ile kale­ yi teslim edeceklerini bildir­ diğinden padişah, paşalar ve erkân ile görüşmek için der­ hal Ayak-divanı emretti. Bu divanda Emirgûne-oğlu'nun teklifinin kabulü kararlaştı­ ğından, ertesi gün yani 8 ağustos 1635 (23 safer 1045) günü Revan kalesi Türklerin eline geçti. Bu gün kale­ den çıkan 12 bin Mazenderanlı tüfenkendaz, kuman­ danları olan Mir Fettalı, dört karısı ve ayrıca beş yüz ki­ şilik maiyeti halkının mem­ leketlerine gitmelerine müsa­ Revan ade edildi. Vire ile teslim velki olanların silâhlarının almma- sı usulden olduğu halde Sultan Murad bunların silâhlarını da aldırmadı. Lâkin bunlar yolda tecavüz hareketine giriştik­ lerinden arkalarından Küçük Alım ed Pa­ şa sevkedildi. Kahraman bir adam olan Küçük Ahmed Paşa bu defa cesaret ve atılganlığına güvenerek ihtiyatsızca dav­ randı. Mazenderaıılılar dağlık bir saha­ ya çekilerek muharebeye tutuşmak ce­ saretini gösterdiler. Cereyan eden çar­ pışmada kendisi yaralanıp Beyşehir be­ yi de şehıd düştüğü için geri döndü. Revan kalesinin bir asır evvelki durumu Kalenin hâkimi Emirgûne-oğlu Tahmasb-Kulu Han padişahın hoşuna gitti­ ği içiıı kendisine Yusuf ismini verip vezaretle Halep beylerbeyliğini tevcih et­ ti. Onun kethüdası Murad Ağa’ya da Trablusşam valiliğini verdi. Fetih işi tamamlanınca kapıcılar kethüdası Beşir Ağa müjde haberini vermek üzere İstanbul’a gönderildi. A y­ ni güıı otağ-ı hümâyûn önünde sayeban hazırlanarak sadrıâzam ve şeyhülislâmı takiben bütün vezirler ve sair erkân pa­ dişaha tebriklerini sundular. Tebrik me- kalesinin ve etrafının bir asır evdurumuna ait diğer bir görünüş 1925
rasimi sona erince Murtaza Paşayı ka­ Tebriz'e bu altıncı girişiydi. Ordu Teb­ bul eden padişah, kendisini Revan m u­ riz yolundayken Iran başkumandanı hafazasına memur eylediğini tebliğ et­ Rüstem Han'ın sulh için iki defa tema­ ti. sa geçmek isteyişine şahit olundu. Fa­ kat bu teşebbüslerin Türklerı oyalama 12 ağustosta (27 safer) Revan kale­ hareketinden ibaret olduğu pek çabuk sinin yıkılan yerlerinin tamirine baş­ landı. Kalabalık sayıda insanlarla işe anlaşıldı. girişildiğindeıı, tamirat işi çabuk biti­ Tebriz şehri maalesef padişahın em­ rildi. İnşaatın ikmalini müteakip Revan riyle tahrip olundu. Halk zaten kaçmış­ muhafazası için (Xaimâ C: 3, S: 264) tı. Naimâ (C: 3. S: 267) nın bildirdiğine yeniçeri ve sair askerlerden mürekkep göre Tebriz’in güzel binalarının gayet 12 bin kişilik kuvvet ayrıldı. süslü dolap ve pencere kapakları as­ kerler tarafından odun yerine yakıldı. Sultan Murad, Tebriz’in Sultan Haşan Sultan M ıırad’m Tebriz’e girişi cami’mi de tahrip ettirmek istediyse de Fetihten sonra oııüç gün Revan'da Şeyhülislâm Yahya Efendi bu eser sünkalan Sultan Murad. Tebriz’e gitmek üni binasıdır diye tahribine mâni oldu. Böylece Tebriz'in ekseri binaları yıkılıp zere 20 ağustosta hareket etti. Aras neh­ ri geçilirken maiyetindeki solak neferle­ çarşı ve pazarına ateş verildi. Gerek rinden birinin suya gittiğini gören pa­ Tebriz'e, gerekse ondan önce rastlanan dişah. derhal ona doğru ilerleyip bir e- kasabalara böyle müessif muamelenin liyle çekip çıkararak neferi boğulmak­ tatbik olunmasının sebebi, ekseri m ü­ tan kurtardı. Aras nehrinin geçildiği verrihlere göre; Iran ordusunu kendi ünoktanın bir konak ilerisinde rastladığı zerine gelmeye ve muharebeyi kabule bin oba tutarındaki Zeynelli ve daha mecbur bırakmak istemesindendir. Hat­ bazı aşiretleri yerlerinden kaldırtıp Er­ tâ padişah bu hususta daha geniş bir zincan. Tercan ve Pasin sancaklarında­ tasavvurla Erdebil, Kazvin. ve belki de ki hâli ve harap yellere yerleştirin. İsfahan'a yürümek niyetindeydi. Fakat Makû’ya vardığı zaman Alâaddin adı kış mevsiminin yaklaşması, buna ilâve­ verilen şehzadesinin dünyaya geldiği ha­ ten kendisinin de hastalanması bu ta­ berini aldı. Cors (Çors) halkı kaçmış savvurundan vazgeçilmesini gerektirdi. olduğundan kalesini boş buldu. Gerek İranlIların, kuvvetli Türk orduları kar­ Cors, gerekse ondan sonra girilen kasa­ şısına çıkmama siyasetlerine bu defa balardan Hoy da tahrip edildi. Hoy’a da riayet ettikleri görülüyordu. Çaldı­ gelirken padişah hastalandığından tah­ ran darbesinden sonra İranlıIar büyük tırevanla nakledildi. Hoy’da üç gün ka­ çaptaki Osmanlı ordularının karşısına lan Sultan Murad yine yola devamla 11 çıkmamayı âdeta m illî bir tabiye haline eylülde (28 rebiülevvel) Tebriz’e gir­ getirmişlerdi. Bu bakımdan Dördüncü di. tiki Yavuz Selim, üç tanesi Kanu­ Murad'm ne Koy. Makû. Merend ve Teb­ ni Süleyman, beşincisi üçüncü Murad riz gibi şehirleri tahribi, ne de onu m ü­ devrinde olmak üzere, Türk ordusunun cadeleye daveti îran şahmı padişahın karşısına çıkaramadı. Sultan Murad, dört günlük tevak­ kuftan sonra Tebriz’den ayrıldı. Urmiye gölünün kuzey tarafındaki sahadan ilerliyerek Selmas’dan geçtiği sırada yağmurlar başladığından topların nak­ linde hayli müşkilât çekildi. Nihayet 30 eylülde Van’a muvasalat etti (17 rebü’ülahır). Burada kaldığı üç gün zarfında Van kalesini gezen Sultan Murad, Tabanı-Yassı Mehmed Paşa’ya veziriâzamlığma ilâveten Rumeli beylerbeyliğini Tebriz şehrinin kapılarından biri de tevcih etti. Van’dan sonra Bitlis üze­ 1926
rinden geçen Sultan Divarbekir’e ulaştı. Murad 21 ekimde Şchzâde Bayezid ve Süleym an’ın Öldürülmesi Kardeşlerini öldürmeyi aklına koy­ muş olan Sultan Murad. Revan fethini bunun için biı' fırsat, addederek, Beşir Ağa fetih müjdesini götürürken kapıcı­ lar kethüdası Salih A ğ an ın eline de İs­ tanbul kaymakamı Bayram Paşa'ya tes­ lim edilmek üzere gizli bir hatt-ı h ü ­ mâyûn vermişti. İstanbul halkı zafer şenlikleri yaparken Bayram Paşa ve pa­ dişahın bu gibi işler için kullandığı meşhur Bostaııcıbaşısı Duçe (Duca) ilehmed Aga ha rem-i hümâyûna gire­ rek birer bahane ile Bayezid ve Süley­ man’ı çağırdılar. Ve yirmi beşer yaşın­ da birer ııevcivan olan zavallı şehzade­ lerin yürekler paralayın yalvarmalarına kulaklarını tıkıyarak kemend atıp boğ­ dular (26/27 ağustos 1632). İstemiye istemiye bu cinayeti işliyen kimseler de yetişkin şehzadelerin ağlayıp gözyaşı dökmeleri karşısında derin teessür duy­ dular. Fakat ne çare ki emir herkesin titrediği padişahtan geliyordu. Sultan Ahmed’in bu talihsiz şehzadelerinin ce­ nazeleri gizlice sarayda teçhiz ve tekfin edilip namazları kılındıktan sonra ba­ balarının türbesine defnedildiler. Sarayda gizlice işlenen bu cinayet halk tarafından çabucak duyuldu. Zafer ııeş'esi umumi bir hüzne çevrili verdi. tevcih edilen Emirgûııe-oğlu’nun kendisi şi'i kethüdası ise sünni (Naimâ C: 3, S: 264) idi. Yusuf Paşa ismi takılmakla be­ raber daha ziyade eski nâmı olan Emirgûne-oflu diye anılan bu adam sefih, zâlim ve mağrurdu. Bunlar padişahın ta­ yin ettiği memuriyet mıntıkalarına gi­ derken Erzincan’a bir konak mesafede Keşiş hanı menziline geldikleri sırada, Emirgune-oğlu. Murad Paşa'va: «Revan­ ın teslimine sen sebep oldun bre gad­ dar, şimdi de Sünnilik taslarsın» demiş ve onu öldürmüştü. Sultan Murad onun bu hareketine karşı sesini çıkarmamış, o da valilik edeceği Halep'e gitmişti. Fa­ kat, Halep'teki hareketleri hoşa gitme­ diğinden dolayı gayet kısa bir müddet sonra Halep eyâleti yine eski valisi A h­ med Paşa’va verilerek Emirgûne-oğlu’nun İzmit’te hükümdarı beklemesi em­ redilmişti. İzmit'te padişahı karşılayanlardan biri de verir Kenan Paşa idi. Revanın fethinden, emrine verilen bir miktar kuvvetle Ahısha’nm zaptına memur edilen Kenan Paşa 23 günlük muhasara­ dan sonra Ahısha’yı aldığı gibi civarda ufak beş altı kale daha zaptedip asker kovduktan sonra dönmüştü. Emirgûııe-oğlu sefih ve ayyaş oldu­ ğu halde Sultan Murad bu adama iyi muamelede bulunmakta devam eyle­ miştir. Naimâ (C: 3, S: 275) nın: «dergâh-ı âlempenâh-ı padişahiye iltica edenler mahrum kalmak şân-ı devlete Sultan Murad’ın İstanbul’a dönüşü Nıkristen muztarip olan Sultan Murad, Diyarbekir'e geldiği sırada ayaklarındaki ağrılar artmış olduğundan burada 13 gün kaldı. 4 ka­ sımda Divarbekir’den hare­ ketle 25 aralıkta İzmit'e va­ sıl oldu. Halep beylerbeyisi Ahmed Paşa ile Emırgûneoğlu, emir mucibince bura­ da hükümdarı beklemektey­ di. Kendisine Halep, ket­ hüdası Murad Ağaya (Pa­ şa) da Trablusşam valiliği Bir asır evvelki Ahıska (Alıısha) kalesi ve şehrinden görünüş 1927
lâyık olmamağın, kendüye vezaret has­ ları ve İstiııye’de Feridun Paşa bahçesi. Ahır-kapı’da bir mükellef saray, K âğıt­ hane'de bir çiftlik ihsan buyrulup me'kulât ve meşrubatı cümle miriden tayin olunmuştu» dediği Emirgûne-oğluna İstinye’nin yanıbaşında verilen bahçe sahasının bulunduğu semt zamanımızda onun isminden muharref olarak Emiıgân (Mirgünj diye anılmaktadır. Sultan Murad İzmit’ten İstanbul'a kadırga ile geldi ve gemiye Emirgûne-oğlu’nu da aldı. 27 aralık 1635 te merkezi hüküme­ te dahil olunca ulema, devlet erkânı, as­ ker tarafından merasimle karşılandı. Revan’m elden çıkması Osmanlı ordusu harp sahasından ayrıldıktan ve askerler memleketlerine gittikten sonra Şah Safi, Rüstem Han ile beraber gelerek Revan’ı kuşattı. Sul­ tan Murad İzmit veya İstanbul'a vardı­ ğı günlerde Revan muhasarası da ban­ lamış bulunuyordu. Van beylerbeyisi Dilâver Pa* a, Şah Safi’nin Tebriz ve ci­ varındaki askerini alıp İsfahan’dan da dört top getirtip Revan üzerine gittiği­ ni, Diyarbekir’de bulunan Tabanı-Yassı Mehmed Paşa’ya bildirmişti. Padişah İs­ tanbul’a dönerken serdarlık vazifesiyle Diyarbekir’de kalmış olan veziriâzam bu haberi İstanbul’a bildirince, hükümet Aııadolu ve Rumeli tarafından asker top­ lamaları için, dört veziri vazifelendirdi. Ayrıca yeniçeri ağası Şahin Ağa’ya da yeniçerileri Revan imdadına götürmesi emrolundu. Fakat mevsim kıştı, yollar kardan kapanmış, şiddetli soğuklar uzun yolculuk yapılması im kânını orta­ dan kaldırmıştı. Yeniçeriler, yolların kapalı zamanında ve şiddetli soğuklar hüküm sürerken yola çıkamamışlar, bu yüzden padişahın şiddetli emirleri ve hattâ Parmakkapı’da çengeller j'aptırarak bir kaç yeniçeriyi sefere gitmeme töhmeti ile astırması yeniçerilerin yola çıkmalarına âmil olamamıştı. Zira İs­ tanbul'da o, bu kadar sıkı davramlırken, soğuklar da şiddetinden hiç bir şey kaj'betmemişti. Veziriâzam Mehmed Paşa İstanbul’u vaziyetten haberdar ederken Anadolu, Karaman, Sivas, Maraş, Halep, Şam, Trablusşam, Erzurum, Trabzon, Çıldır ve Kars valilerine de acele askerleriyle Er­ zurum'a gelmelerini bildirmiş bulunu­ yordu. Lâkin, kar ve soğuklar yüzün­ den hareket im kânının bulunmadığı yer. esas itibariyle Anadolu yüksek yaylasıydı. Bu yüzden, valilerin bütün arzuları­ na rağmen vezirifizamın emri de boşa gitti ve asker toplanamadı. Veziriazamın kendisi bu emirleri verdikten bir m üd­ det sonra Harput-Pertek-Çemişgezck Kemah üzerinden onbeş yirmi kişiyle Erzurum'a gitti. Sivas valisi İbrahim Paşa da ancak onbeş kişi ile gelebildi. Sadrıâzam Erzurum’dan sonra Haşan kale’ye geçtiği zaman, yanında on onbeş kişilik adamları bulunan Sivas ve Trab­ zon valilerinden başka kimse yoktu. Mart başında Anadolu ve Karaman bey­ lerbeyi de ancak yirmişer adamla gele­ bildiler. Buna mukabil ileriyi hesaplıyarak hareket eden Şah Safi ise, yollar kapan­ madan plânını tatbike koyulmuş, hudut mıntıkasını emniyete almayı da ihmal etmiyerek Selmas’da altıbiıı, Bayezid yakınında bir kaç bin, Hoy’da da dörtbin kişilik kuvvet bırakmıştı. Revana yardım edilemeyince Murtaza Paşa 2 ay dayanmış, onun hastala­ nıp ölmesi üzerine kethüdası Zülfikar da bir ay mukavemet etmiş, fakat im ­ dat gelmediğinden nihayet 1 nisan 1636 günü vire şartı ile kaleyi teslim etmiş­ tir. Revan fethini temin etmiş olan Sul­ tan Murad’m birinci seferinin neticesi, böylece sıfıra müncer olmuştur. Revan kalesi düştükten sonra doğu Anadolu'da bulunan kumandanlara Van, Çıldır ve Oltu kalelerini tamirden baş­ ka yapacak iş kalmamıştı. Daha sonra Veziriâzam Mehmed Paşa İstanbul’dan gelen emir üzerine 2 temmuz 1636 da Canbolad-zâde Mustafa Paşa’yı idam et­ ti. Bu suretle, zorba ayaklanmaları sı­ rasında Sultan Murad’m kin bağladığı şahıslardan olan Canbolad-zâde de orta­ dan kalkmış oldu. Ağustosun 25 inde de fitneye teşebbüs ' töhmetiyle Defterdar Mostarlı İbrahim Paşa ile sipah ağası Mataracı Mehmed Ağa da idam olundu. Erdelan vak’ası Sultan Osman’ın Hotin seferi sıra­ sında serdengeçtiter ağası olan ve o za­
mandan beri cesaret ve şecaati ile te­ mayüz edip, Sultan Murad devrinde va­ liliklerde buîunaıı Küçük Ahmed Paşa, Revan'ın fethinden sonra Şam valiliğiy­ le Musul muhafazasına gönderilmişti. Ahmed Paşa’nm yanında yirmişer otu­ zar neferli yüzotuz sekban bölükbaşısı (Naimâ C: 3. £5: 291) vardı, ayrıca bir miktar da yeniçeri tahsis edilmişti. O sırada Erdelaıı mıntıkasının beyi Kürt beylerinden Ahmed Han isminde birisiydi. Evyubi ailesinden geldiği söy­ lenen bu kürt beyi kendisi sünni oldu­ ğu halde Şalı Abbas'm kızı ile evlenip İran taraftan kesilmişti. Süleymaniye kasabasının güııey ve güney-doğusuna doğru uzanan Erdelan bölgesi Osmanlı İran sınır sahasında bulunması bakımın­ dan ehemmiyet arzetmekteydi. Şah Sa­ fi İraıı tahtına geçince Şah Abbas'ın adamlarının bir çoğunu işten uzaklaştır­ mış, bir kısmını da öldürmüştü. Ahmed Han da kendi şahsı bakımından tehlike sezdiğinden kendisine yardım etmesi hu­ susunda Küçük Ahmed Paşa ile anlaş­ mıştı. O arada Şehrizor yakınlarına kadar gelen ufak bir İran kuvveti mağlûp ol­ muştu. Gerek bu mağlûbiyet hâdisesi, gerekse Kürt beyi Ahmed Han'ın Küçük Ahmed Paşayı mücadeleye teşviki neti­ cesinde. Rüstem Han idaresindeki otuz kırk bin kişilik İran askeri ile. azami onbin kişilik kuvvete sahip Küçük Ahmed Paşa arasında Mihriban’da bir muhare­ be cereyan etti (1636 eylül sonları). Küçük Ahmed Paşa’nın askerinin azlığına ve atta duramıvacak derecede hasta bulunmasına rağmen harbi kabu- Topkapı Sarayı’ııda Revan köşkü lü bir hata idi. İki gün iki gece devam eden muharebe sonunda Osmanlı askeri bozuldu. O arada askerin bozulup mu­ harebe sahasını terketmekte olduğunu gören AJımed Paşa yanındakilere: «— Beıı şehadetime muntazırım, donmezem. Cihanda şehadetten gayrı arzum kalmadı, siz başınızın tedarikini görün» Diyerek yerinden ayrılmadı. Netice­ de bayrağın önünde, hasta ve mecalsiz haline rağmen, vuruşarak şehid düştü. Mücadelenin müsebbiplerinden Ahmed Hail sağ ve salim vaziyette Musul’a gel­ diyse de. o da üzüntüsünden vefat eyle­ di. Osmanlı tarihlerinin «Erdelan vak’asıı diye isimlendirdikleri bu muhare­ bede şehid düşen Ahmed Paşa'mn başı Şah Safi’ye gönderilmişse de, İran h ü ­ kümdarı onun kahramanlığına hürmeten başım iade eylemiş ve bu bedensiz baş Şam'daki türbesine defnedilmiştir. AZAK KALESİ, ERDEL VE ARNAVUTLUK'TA CEREYAjN EDEN HADİSELER Sultan. M urad’ın Revan ve Bağdad seferleri sırasında, bu iki mühim sefe­ rin arasına rastlayan devrede, yani pa­ dişahın saltanatının son beş altı yıllık devresinde Azak kalesinde ve Azak de­ nizi kıyılarında, Erdel ve Arnavutlukta bazı mühim hadiseler cereyan etmiştir. Azak hâdiseleri Daha ziyade Azak kalesi etrafında cereyan etmiş olan bu hadiseler Kırım Hanlarının durumları ile sıkı sıkıya il­ gilidir. Kırım hâdiseleri bölümünde kendisinden bahsedilmiş olan Canbey 1929
Giray İran seferine memur edildiği hal­ ete gitmediği için azledilmiş (1635) ve onun yerine amcasının oğlu İnayet G i­ ray Kırım Han’ı nasbedilmişti. Osman­ l I hükümeti İran seferi için İnayet Giray'dan da istifade edememiştir. Zira, mezkûr Han sefer için topladığı kuv­ vetleri K ili ve Akkerman taraflarında bulunan Nog ayların Mansur-oğuIIarı kolunu (Naimâ C: 3. S: 301-306) tenkile tahsis etmişti. Bu tenkil sırasında Nogavlardan bir hayli insan öldürülmüş, bunların reisleri olan Kantemir Mirza kaçıp padişaha iltica zorunda kalmıştı. Kuvvetlerinin kâfi gelmiyeceğini göre­ rek İnayet Girav’a itaatkâr tavır takı­ nan Kantemir’in kardeş ve sair yakın­ ları da Han'ın Kalgay ve Nureddinî olan Hüsam ve Saadet Giray’ı Öldürmüş­ lerdi. Bunun üzerine hayatından endişe­ lenen İnayet Giray ise, Mansur-oğullanııa karşı işlediği suçun bağışlanması ihtimalini şüpheli görmekle beraber ■İs­ tanbul'a ilticadan başka yol bulama­ mıştı (1637). Bunun üzerine. Selâmet Giray'in oğlu Bahadır Giray Kırım hanı tayin edilmiş, inayet Giray da padişa­ hın huzurunda bir murafaayı müteakip (Naimâ: C: 3, S: 310-321) katledilmiş, hasmı vaziyetindeki Kantemir Mirza da ayni akıbete uğratılmıştı. Bu hâdiseler, hem K ili ve Akkerman taraflarının Lehliler karşısında zayıf kalmasına, hem de gerek Leh gerek Rus kazaklarının korkusuzca faaliyete koyul­ malarına âmil olmuştur. Nitekim Zaporoğ kazaklan Don nehri kıyılarında fa­ aliyete geçmişler ve hattâ Iranlılara yar­ dım teklifinde bile bulunmuşlardır. Bu bölgeye ilerledikleri zaman Zaporoğ ka­ zaklarının Don kazaklan ile anlaşmala­ rı İkincilerin, cesaretini ziyadesiyle art­ tırmış ve neticede Don kazaklarının re­ isleri 1637 ilkbaharında her tarafa adamlar göndererek kazaklan Azak kale­ sine karşı sefere teşvik etmiştir. O sı­ rada Hüsam Giray Azak kalesi tarafın­ daki Nogayları Akkerman bölgesine şev­ ketmiş bulunduğundan, Azak kalesi ta­ rafının boş kalmış (Naimâ C: 3, S: 322) halinden tam zamanında faydalanan Kazaklar Azak kalesine hücum etmişler­ dir. Azak’a hücum tasarlandığı sırada Moskova’ya gitmekte olan Osmanlı el­ çisi Foma Kantakuzin yolda kazaklar tarafından çevrilip, önce hapis, sonra da (Akdes Nimet Kura t, Rusya tarihi S: 218) öldürülmüştür. Kazaklar müstah­ kem bir mevki’i zaptetme kudretini ha­ iz olmadıkları halde Rus Çarı Mihail Fecdoroviç'iıı mühimmat yardımında bulunması, ayni zamanda lâğım işlerin­ den anlıyan bir Almanın onlara yardım etmesi (Islâm Ansiklopedisi, Dördüncü Murad maddesi S: 638) sayesinde surlar­ da bir gedik açmışlar vs böylece iki haftalık bir çarpışmadan sonra 18 hazi­ ran 1637 de Azak kalesine girmeye m u­ vaffak olmuşlardır. Kazaklar Azak'a da­ hil olunca bütün müslümanları öldür­ müşler, fakat hıristiyanlara dokunmamışlardır. Huşlara tâbi Don kazaklarından 4400 kişi ile, Lehlilere tâbi Zaporoğ kazak­ larından bin kişinin onlara iltihakı ne­ ticesinde 5400 kişilik kuvvetle yapılan bu hareketin tevlit ettiği neticelerin hal­ li de epeyce uzun sürmüştür. O sırada kendilerini Osmanlılar karşısında zayıf hisseden Rus Çarı kıymetli kürklerden mürekkep hediyelerle b ir elçi göndermiş ve «Sagredo» nun «Histoire de l’Empire Ottoman» isimli eserinde (C: 6, S: 309) görülen kayda göre; bunu bir eşkiya te­ cavüzü şeklinde vasıflandırarak, kendisi­ nin ilgisi bulunmadığını isbata çalış­ mıştır. Sultan Murad o sırada esas dikka­ tini İran harbi üzerine tevcih etmiş bu­ lunmakla beraber, Kırım Han’ı Bahadır Giray’ı Azak kalesinin zaptına memur etmekten de geri durmadı. Lâkin Ba­ hadır Giray Azak işinden ziyade, Kan­ temir Mirza’nm Ölümünden sonra itaat­ sizli klan fazlalaşan Mansur-oğuliarım tenkil işine ehemmiyet vermiştir. Bu­ nun için, Azak’ın muhkem halde bulun­ duğu ve şimdilik zaptının m üm kün ol­ madığını bildirince, Sultan Murad da, Bağdad seferine giderken Piyâle ket­ hüdayı Azak’m istirdadına memur eyle­ miştir. Kırk parçadan mürekkep bir donan­ ma ile Karadeniz'e açılan Piyâle kethü­ da Kerç boğazına gelince Bahadır G i­ ray ’ı Tatar askeriyle birlikte Taman ya­ rımadasına geçirmiş (Naimâ C: 3, S: 395), Kırım Han:ı Azak denizinin doğu kıyılarından kuzeye doğru ilerler, ken­ disi de Han’dan gelecek habere göre ha­
reketini ayarlamak üzere Kerç Boğazın­ da beklerken. 1700 Kazak taşıyanı 53 şaykanın Sinop'u vunııak üzere hazır­ lan diki avını ciuvmuş ve derhal üzerle­ rine yürümüştür. 1638 temmuzunun 26 ıncı günü Taman adası önünden geçip Tuzla burnu önüne gelmiş olan kazakla­ rı bu burunun önünde bastırıvermiştir. Kazaklar donanma gemilerini görünce karaya sığ yerlere çekilip mevzi tutmuş­ lardır. O sırada Kefe beylerbevisi Yusuf Paşa Azak kalesine doğru giderken ka­ zak mevzilerine uğramış (Kâtib Çelebi, Tuhfet-ül-kibar S: 113) ve onlarla cen­ ge koyulmuştu. Piyâle kethüda ise bir taraftan karaya asker çıkarırken bir ta­ raftan da kadırga sandallarını ileriye sürmüştür. Akşama kadar cereyan eden çarpışmada yüz kazak esir alınmış d i­ ğerleri şaykalarına binerek Azak tara­ fına kaçmışlar, fakat Piyâle kethüda onları takiple yeniden sıkıştırmış, Türkler yaklaşınca kazaklar kadırgaların yaııaşamıyacağı derecede sığlığa çekilmiş, top menzilinden de uzaklaşabilmek üze­ re şaykalarını sırtlayıp kaçmaya yelten­ mişlerdir. Piyâle Kethüda onların kur­ tulmalarını önlemek üzere karaya lop­ lar çıkarttırmış ve kaçmaları imkânı olan sahaları çevirttirmiş, bu defa kazak­ lar Kuban nehri mansabındaki Aıkun körfezine girmişlerdir. Piyâle kethüda, Yusuf Paşa ile Kırım Haııı’na haber gön­ dererek nehir yolunu tutturdu. Kazak­ lar kurtulabilmek üzere hem canlarını dişlerine takarak savaştılar, hem de en sığ sulara, kamışlı bataklıklara varın­ caya kadar girerek kaçmaya uğraştılar. Piyâle Kethüda da onları mahvetmek için her şeyi yaptı, neticede 250 esir ve 29 şayka ile İstanbul'a döndü. Bunların dışında kalan kazaklar ölmüş, diğer şay­ kalar da batmıştı. Ertesi yıl yani 1639 da Piyâle Kethüda ö zı kalesini tamir ettirmek gayesiyle yeniden Karadeniz'e açılmıştır. Bu arada 10 kazak şaykası zaptetmiş ve ayrıca kadın ve çocuklar­ dan ibaret bir çok müslümaıı esiri ka­ zakların elinden kurtarmıştır. Azak denizi ağzında kazaklarla uğ­ raşılması, bu arada padişahın da Bağdad seferinde bulunması sebebiyle Azak kalesiyle lâyıkı veçhile meşgul oluna­ mamış, onun için 1642 yılında bir k u ­ mandanın idaresinde hususi surette kuv­ ve sevkeöiliııceye kadar Azak kalesi kazakların elinde kalmıştır. r Ei't’el hâdiseleri Osmanh devletine karşı mükemmel sadakati ile nazarı dikkati celbeden 3etiılen Gabor’un (üçüncü ciltte 1769 uncu sayfaya bakınız) ölümünden son­ ra, Erde'ı'de onun tesis etmiş olduğu m u­ vazene ve huzurun yavaş yavaş bozulauğu görülmektedir. * Bellilen Gabor Bethleıı Gabor 1626 senesi Kasım aymda İstanbul'a bir mektup göndererek, oğlu olmadığı için, ölümünden sonra Erdel kırallığım ıı zevcesi «Brandenburg» lu «Catlıerin» e verilmesini rica etmiş (Feridur. Bey münşeatı C: 2, S: 358), Osnıanlı hükümeti de bunu kabul ile 1627 martında kendisine bu hususu tes­ pit eden bir ahidnâme vermişti. Bethleıı Gabor 1629 da vefat edince, bu ahidnâ­ me gereğince zevcesi Catherin Erdel kıraliçesi tanınmış, Gabor’un kardeşi Bethleıı Istvan da naib sıfatiyle kırallık işlerine nezaret etmeye başlamıştır. Lâkin, ErdePin bu şekildeki idaresi pek uzun sürmemiş Bethlen Gabor zamanın­ da mühim roller oynamış olan Rakoczi Gyürgy kırallığı ele geçirmiş (1630), 1931
I A R İH V E M I müddet sonra Szekely Mozeş isminde bir müddei ortaya çıkmış, Sekellere istinat eden 'ou aciam Tamşvar beylerbeyi Muı-ad Faş a'd an yardım görmüş fakat te­ şebbüsünden müsbet bir netice elde ede­ memiştir. Bethlen Istvan Sultan Murad da ayni sene içinde onun kırallığını tasdik eylemiştir. Fakat bir Rakoczy György (1) Osmanlı tarihlerinin -kayıtlarına gö­ re: Bethlen Istvaıı evvelâ muvakkat za­ man için Rakoczi (Kakoçi) ye yerini terketmiş, Rakoczi’nin bilahaı-a kendisine dirsek çevirmesi üzerine, Erdelden firar edip önce Eğriye, oradan da Budin beylerbeyinin yanına galmiştir. Istvaıı, Budin beylerbeyi Nasuh Paşa-zâde H ü­ seyin Faşa'dan tahtının kurtarılmasını istemiş. Hüseyin Paşa da Rakoczi’ye bu mevzuda bir mektup göndermiştir. Ra­ koczi ise (Naimâ C: 3. S: 310); Bethlen Islvan'ı halkın istemediğini beyandan sonra «padişah-ı İslâm hazretlerine dost­ luk ve kulluk babında dahi kusurum yoktur. Pişkeş ve haraç her ne ise Asitaneye gönderirim, benim Budin muha­ fızı ile pazarım yoktur, benim kulluğu­ mu padişaha ben arzederim. Bethlen ahvalini siz bildirin; ben âsi değilim; bu hükümeti bana Macar halkı ittifak edip teslim ettiler» diye cevap vermişti, Rakocri’nin cevabı makul olmakla bera­ ber. Hüseyin Paşa, ihtimal biraz da Istvaıı’m tesirinde kalarak, vaziyeti kendi görüşüne göre İstanbul’a akset­ tirdi. Bethlen Istvaırı yerine yerleştir­ mek için, civar beylerbeylerinin askerle­ ri ile birlikte Erdel’e bir sefer icı-ası hu­ susunda hükümetin emir vermesine se­ bep oldu. Neticede Tamşvar beylerbeyi Bekir Paşa ve Bosna beylerbeyi si Salih Paşa eyâletleri askeri ile harekete geçip Mohaç ovasında Hüseyin Paşa ile buluştu­ lar v-e Erdel’e doğru ilerlemeye başladı­ lar. Bu arada beylerbeylerinin kendi üzerine geldiğini öğrenen Rakoczi, Erdel'in her tarafına adamlar göndererek asker toplamış bulunuyordu. Beylerbey­ leri ryula’ya vardıkları zaman Hüseyin Paşa orada kalıp Bekir Paşa’yı, Bosna ve Tamşvar eyâletleri askeriyle Ra­ koczi'n in üzerine gönderdi. Bekir Paşa zahmetli bir ilerleyişle Varad yakının­ daki Salonta mevkiine vardığı sırada Rakoczi György ile karşılaştı. 1932
6 eltim 163G giinii Salon la’da cere­ yan eden muharebede iki taraf da ze­ delenmekle beraber Erdeililer daha faz­ la sarsılıp 2 bin kişilik zayiat (.Namıâ C: 3, S: 313) verdiler. Akşam ortalık kararıp iki taraf da biraz geri çekildiği sırada beylerbeylerinin karargâhında. Rakoczi'nin gece baskını yapacağına da­ ir bir şayianın dolaşması askerin endi­ şeye kapılıp birbirine karışmasına ve geceyi uykusuz geçirmelerine sebep ol­ du. Bu yüzden ertesi gün yapılan çar­ pışmada Osmanlı askeri mağlûp oldu. Arazi bataklık olduğundan bir çoklan bataklıkta can verdi. Kurtulan pek az askerle iki beylerbeyi Hüseyin Paşa’nm ı-anına gelince, bu defa Hüseyin Paşa bulunduğu mevkiden harekete geçti, fakat. Rakoczi .kuvvetlerinin vakmına geldiği halde doğrudan doğruya müca­ deleye girme yerine baskın yapmayı gö­ zetti. Bu defa Rakoczi'nin karargâhında «vezir bastı, elden gittik!» diye seslerin yükselmesiyle Erdel askeri kaçıp dağılı­ verdi. Böj'lece tasarladığı baskını yap­ madan düşmanın dağıldığım gören Hü­ seyin Paşa da eyâleti olan Budin’e dön­ dü. Nasuh Pr.şa-üâde Hüseyin Paşa Salonta bozgununun meşguliyetini Bekir Paşa’nm üzerine yüklettiğinden, kendi­ si İstanbul’a celbedilip hiç konuşturul­ madan Divaıı-ı hümâyûn önünde boynu vuruldu. Devletin başına hiç yoktan bir gaile çıkarmış olan liasuh Paşa-zâde Hüseyin Paşa ise Budin valiliğinden az­ ledildi. Erdel kıralı Rakoczi ise bu ara­ da bizzat hükümete müracaatta bulun­ du. Rakoczi’nin, Aralık 1636 tarihli mek­ tubundan öğrendiğimize göre; kendisi Erdel’in başına nasıl geçtiğini anlattık­ tan, Istvan’m hayatına dokunmıyacağına dair teminat verdikten sonra padişaha sadakatini zikrettiği ve Kanuni Süley­ man zamanındaki gibi bir ahıdnâme is­ tediği görülmektedir. Neticede Rakoczi’­ nin kırallığı divanca tasdik edildi (Baş­ vekâlet Arşivi, îbnülemin tasnifi, Ha­ riciye A'o. 15). Bosna ve Arnavutluk’taki hadiseler Sultan Murad’ın Revan seferinden dönüşünden sonraki zaman ile Bağdad seferi sırasında Bosna ve Arnavutlukta da bazı hâdiseler cereyan etmiştir. Bos­ na hadiseleri biraz eşkıyalık ve küçük bir başkaldırma mahiyetini arzederse de. Arnavutluktakiler hükümet kuvvetlerini hayli meşgul eden bir isyan hareketin­ den ibarettir. Bosna hadisesi başlangıçta bir ver­ gi meselesinden çıktı. Osmanlı tarihle­ rinin kaydına nazaran, 1636 yılı baha­ rında Rumeli reayasından «şayka akçası» nâmı ile para toplanmasına karar verildi. Anlaşıldığına nazaran; şayka akçası, devamlı bir vergi mahiyetini ha­ iz olmayıp, Karadeniz kıyılan muhafa­ zasında kullanılması düşünülen şaykala­ rın inşaasına harcanacaktı. Karadeniz kıyılarının muayyen yer­ leri hariç diğer memleketlerin halkı Ka­ zak şaykalarının yaptıkları zararların acısmdan bihaberdi. Onun için, şayka akçası ile görülecek işin ehemmiyetini Iâyıkı veçhile kavnyamazdı. Bir de pa­ ranın tahsilinde fena muamele ile kar­ şılaşırsa işin rengi daha da değişebilir­ di. İşte Bosna’daki hâdise böyle oldu. Bosna defterdarı Mahmud Efendi Bosna reayasını Bosna-Saray meydanına tophyarak şayka akçası toplanacağını tebliğ ettiği sırada, reaya namına konu­ şan (îvaimâ C: 3. S: 296) kimseler: »bu makule tekâlifi bu âna dek verdiğimiz yoktur; bu dahi bir âdet olur, padişah hazretleri reayaya merhamet eder; ah­ valimiz âsitaneye arz olunsun» derler. Kadı Mehmed Efendi de halkın görüşü­ ne iştirak ederse de meselenin İstanbul’a arzedilebilmesi için tekâliften az bir miktarının olsun ödenmesi mütaleasında bulunur. Fakat bu sırada defterdar: «Padişahın emrine karşı geliyorsunuz bre kâfirler! Cümlenizi katletmek rerektir!» deyip herkesin kargısında kılı­ cını sıyırınca halk hep birden onu taşa tutar ve Defterdar Mahmud Efendi güç­ lükle kaçıp kurtulur. Kadı Efendi de bir tarafa saklanır. Halk da bunların malını yağma eder. Bu hâdise bir bakıma hükümet kuv­ vetlerine karşı gelmek gibi bir manza­ ra arzetmişse de, halkın galeyana gelme­ sinde defterdarın rolü olduğundan, Bos­ na’ya kuvvetli şahsiyetlerden ibaret defterdar ve kadı tayin edilmekle ikti­ fa olunmuştur. Bu defa Bosna defter­
darlığına tayin edilen şahsiyet, evvelce İstanbul'da Şıkk-ı sâni defterdarlığı yapmış olan ve o sırada Macaristan'da Kopan sancağına mutasarrıf bulunan meşhur müverrih Peçuy’lu İbrahim Efendi’dir. Sultan Murad, buraya gönde­ rilecek kadının kuvvetli şahsiyetler ar asından seçilmesi hususunda Sadaret kaymakamı Bayram Paşaya emir ver­ miş olduğundan. Bayrauı Paşa da bura­ nın kadılığına Şarihülmenar Efendiyi göndermiştir. Bosna'da bu hâdise cereyan ettiği sırada. Şehzade Bayezid ve Süleyman'ı boğmasına mükâiaten kapı kethüdalığından Bosna valiliğine tayin edilmiş olan Salih Faşa, bir iş için Ösek sanca­ ğına gitmiş bulunmaktaydı. Daha son­ ra Erdel’de Saloııta muharebesine işti­ rak edip eyâletine dönerken Banyaluka’ya geldiği sırada yolda dağlık m ıntı­ kada bir eşk'va güruhunu tenkil etti. Eşkıyaların İbrahim adı ile tanınan re­ isi yakalandığı zaman, bu adamın erkek kıyafetine girmiş bir kadın olduğu hay­ retle görüldü. Aslen Klis sancağından olup Ra’oia adını taşıyan bu kadın, esir edilen sair adanılan ile birlikte çengele vurulmak suretiyle idam olundu. Salih Paşa’nm zulmü ve kanun h i­ lâfına tüfeııkci akçesi adiyle para top­ ladığı öğrenilince 1638 şubatında azle­ dilerek, Sultan M uradın meşhur bostan cıbaşılardan Duçe Mehmed Bosna bey­ lerbeyliğine tayin edildi. Duçe Mehmed beylerbeyi tayin olunduğu sırada Sultan Murad Bağdad seferine çıkmaktaydı. Onun için padişahın kendisine güvendiği bu adam doğruca eyâletine gitmiyerek, serasker unvanı ile muhafazaya memuren Edirne’de oturdu. Duçe Mehmed Paşa Edirne’de iken Arnavutlukta Klementi dağı m ıntıka­ sında Arnavut sergerdelerinin faaliyete koyulduklarım, yolları kesip kervanla­ rı soyduklarını öğrendi. Zamanımızdaki Arnavutluk devletinin en kuzey m ıntı­ kasını teşkil eden bu saha, mezkûr ta­ rihte Rumeli eyâletine dahil olup Bosna eyâleti sınırına da civar düşmekteydi. Arnavut âsileri mıntıkalarının dağlık oluşuna güvenerek faaliyet sahalarını ça­ bucak genişletmeye başlamışlardı. Bos­ na eyâleti arazisi dahiline kadar uzan­ ma cesareti gösteren bu âsilere, baka­ rak. Podgoriçe ve civarın sair Arnavut­ ları da itaatsizliği! kalkmış bulunuyor­ lardı. Arnavut âsileri faaliyete geçtikleri zaman Ohri ve Işkodra saııcakbeyleri tenkil etmek istemişlerse de, bu iş bir iki sancak beyinin başaracağı şey değil­ di. Zira âsiler Yenipazar kasabasını ba­ sıp yağmalar yapacak ve yangınlar çı­ karıp tahriplerde bulunacak kadar işi büyültmüşlerdi. Onun için Duçe Melınıed Paşa Bosna eyâleti askeriyle bu is­ yanı bastırmaya memur oldu. Duçe Mehmed Paşa Edirne'den kal­ kıp Yenipazar civarına geldiği sırada, Venediklilerle ilgili bir tahkikat işi için İstanbul’dan yeni bir emir aldı. O ara­ da, serhad kaptanlarından Burak-oğlu Mustafa Ağa namındaki kaptan İstan­ bul'a gelerek, Venediklilerin Zara ile Şebeniko’yu ve bunların civarındaki otuziki köyü ele geçirdiklerini bildirmiş­ ti. Bu haber kargısında Venedik balyo­ su külliyetli rüşvet teklifi suretiyle kap­ tan Mustafa Ağa’nın idamını temin ey­ lemek istemiş (Naimâ C: 3, S: 400), fa­ kat verilen haberin doğru olup olmadı­ ğının b ilfi’il yerinde tahkiki cihetine gi­ dildiğinden, elçi manevrasında peşinen muvaffak olamamıştı, işte, Duçe Meh­ med Paşa'dan tahkiki istenen ve habe­ rin doğruluğu takdirinde istirdadı em­ redilen şey bu meseleydi. Duçe Mehmed Paşa bunun üzerine Arnavut âsileri üzerine yürüme işini tehirle eyâlet mer­ kezi olan Bosnasaray’a gitti. Oradan da Klis sancağı sahasına kadar uzanarak, işgal olunduğu söylenen yere adamlar gönderdi. Venedikliler bir takım baha­ neler ileri sürerek işi uzattıkları için Duçc Paşa kendisini ösek (Essek) m uha­ fızlığına tayin ettirdi ve Arnavutluk işi ile meşgul olmaya başladı. Bosna eyâletinden topladığı üç bin kişilik kuv­ vetle Podgoriçe'ye geldiği zaman (Naim â C: 3. S: 405) bazı nahiyeler itaatim arzetti. Fakat Klementi dağlan m ıntıka­ sındaki isyan devam ediyordu. Duçe Mehmed Paşa, Kerka sancağından mazul Kalil Bey’in. emrine verdiği tüfenkcileri Klementi dağları mıntıkasına şevketti. O sırada şiddetli bîr kış hüküm sürmek­ teydi. Duçe Mehmed Paşa, âsi Arnavut­ ların kışın dağlara tırmanamıyacaklannı hesaplıvarak harekât icra etmekteydi. 1934
Fakat sarp ve yalçın kayalık sahada, bu dağların haşinliğine uygun bir hayat sü­ ren Arnavut âsilerini yakalayıp tenkil etmek hakikaten çok güç meseleydi. Halil Bey’in emrindeki kuvvetler pek büyük zahmetlere katlanarak âsile­ ri tedibe çalıştı. Arnavut âsîlerinden bir miktar insan öldürdüyse de netice alın­ mış değildi. Kayalıklara yerleşmiş bu adamlar karşıdan karşıya taş, ok ve sa­ pan gibi basit şeylerle savaşmakla be­ raber, hiç umulmıyan yerlerden çıktık­ ları. hâkim yerleri tuttuklarından kolay kolay alt olmuyorlardı. Bir defasında dar bir geçidin üstüne ağaç ve asma dal­ ları gerip üzerine taşlar yığdılar, ora­ dan asker geçerken aniden yıkıp epey­ ce askerin ölüm ünü sağladılar. Tenkil hareketine bilahara Duçe Mehmed Paşa da bizzat iştirak etti. Soğuğa, açlığa ve bir sürü zahmetlere neferler gibi o da bizzat göğüs gerdi. Ayaklarında ııikris hastalığı olduğu halde kayalara tırman­ maktan geri durmadı. Nihayet âsilerin reisleri Vokodud'un öldürülmesi üzerine KlementI dağlarındaki isyan söndürülebildi. Burada yakalanan âsi elebaşıları­ nın bir kısmı kendilerini Klementi dağ­ larının kaya ve tepelerine nisbet ederek, başlarında dörder perçem burakır bun­ lara gümüş halkalar geçirir uçlarını ku­ laklarına veya boğazlarına bağlarlar­ mış. Duçe Mehmed Paşa bu başlardan bir kaç tanesini İstanbul'a gönderdiği zaman Sultan Murad, huzuruna bulunan bazı Arnavut ekâbirine: *bu zencirli A r­ navutları Duçe ne kıyafete koymuş, gör­ dünüz mü?> diye alay etmiştir. S I LTAN M URAl) İN BAfİDAD SEFERİ Revan'm İranlılar tarafından geri alınması üzerine, Sultan M urad’ın ilk se­ ferinde toprak kazancına ait maddi ne­ tice ortadan silinip gitmişti. Fakat bu seferin iranlılar üzerindeki manevî te­ sirinin büyük olduğu anlaşılıyordu. Uzun yıllardan beri Osmanlı padişahları sefere çıkmazken. Dördüncü Murad’ın hem devlet idaresinin bozukluklarını düzeltmesi, hem de muazzam bir ordu­ nun başında Revan tarafından bağlıya­ rak Azerbaycan’ın m ühim bir kısmında cevelânda bulunması tranlıları hakika­ ten düşündürmesi gereken bir meseley­ di. Bu bakımdan İran hükümdarı, Revnn'ı istirdat etmiş olmasına rağmen padişaha bir elçi gönderdi. Maksud Han adındaki bu elçi 9 ağusıcts 1637 de Üsküdar’a vasıl oldu. I.'avudpaşa sarayında misafir edilen 1ran elçisi, hüküm darının sulh talebini havı mektubunu Sultan Murad’a sun­ mak niyetiyle gelmişti. Lâkin o sırada pr-cişah Bağdad seferine niyetliydi. Bu bak;mdan, Naımâ (C: 3, S: 322) mn iiack'fiyle: «sefer-i Bağdad mukarrer olır.itfjın anda cevap verilmek üzere red olundu». İran elçisi Davudpaşa sarayına kapatıldı. Maksud Han İstanbul’a gelir­ ken iki adamını sekban kıyafetiyle Halc?b mıntıkasına bırakmıştı. Haleb valisi Mehmed Paşa birer casustan ibaret bu adamları yakalatıp İstanbul’a gönderin­ ce elçinin kaldığı binanın karşısında asıldılar. Revan'ın elden gidişine pek içerle­ miş olan Sultan Murad, buranın imda­ dına yetişmemekte kusur eylediği töh­ meti ile Tabanı-Yassı Mehmed Paşa’vı sadrıâzamlıktan azletmiş (2 şubat 1637) Kaymakam Bayram Paşa’yı onun yeri­ ne tayin etmiş ve M irahur Halil Ağayı Divarbekir’e göndererek mühr-ü hüm â­ yûnu aldırtmıştı. Yeni sadnâzama da serdarlık verildiğinden Bayram Paşa 1637 baharında İstanbul’dan ayrılıp Bo­ lu - Tokat - Amasya üzerinden Sivas’a geçerek orduya m ülâki olmuş, oradan Aııtep'e ve sonra Birecik’e giderek, bu­ rada dökülen topları gözden geçirmiş, cebehaneyi Musul’a naklettirmiş, sonra Kars ve Erzurum tarafının hudut ahva­ lini tetkik edip, kışlamak üzere Amas­ ya'ya dönmüştü (Naimâ C: 3, S: 325), Şelızâde K asım ’ın öldürülm esi Bayezid ile Süleyman’ın öldürül­ mesinden sonra Sultan Murad’m Kasım ve İbrahim isminde iki kardeşi kalmış­ tı. Bunların her ikisi de padişahın öz kardeşi idi. îki buçuk sene önce elini 1935
■ kardeş kanına bulamış olan Sultan Mu­ rad, Bağdad seferine çıkmak üzereyken Kardeşi Kasım'ı da öldürtmek (17 şu­ bat) suretiyle cinayetini katmerlendirdi. Zeki bir kimse olduğundan bahsedi­ len şehzâde Kasım boğdurulduğu sıra­ da yirmibeş yaşında bulunmaktaydı. Sultan Murad, öz kardeşi Kasım’ı boğ­ durarak Osmanlı padişahlarının kardeş katli serisine son halkayı ilâve ederken, bir taraftan da o aylar zarfında adalet fermam neşrediyordu (Başvekâlet ar­ şivi, 87 numaralı Mühimme defteri No. 87, S: 74 ve 146). Bu fermanlarda, Sul­ tan Murad, memleket idaresinde vazife sahibi olanların halka kat’iyyen zulmet­ memelerini ve her işi adaletle yürütme­ lerini istemekteydi. Sultan M urad'm İstanbul’dan hareketi Padişahın, Bağdad, seferi için uzuıı zamandan beri yaptırdığı hazırlıklar ta­ mamlanmak üzereydi. Birecik'te dökü­ len toplan, sadrazam bizzat tetkik etmiş; Bosna’da hazırlanan her biri yirmi be­ şer bin güile daha yola çıkarılmıştı. Son olarak beşbin yeni yeniçeri kapıya çık­ mış, yani ocağa yeni beş bin yeniçeri kay­ dolmuştu. Bu arada Sekbanbaşı Küçük Hasaıı Ağa da yeniçeri ağalığına tayin olunmuştu. Son hazırlıkların ikmaline geçilirken 23 şubatta padişahın tuğlan cebehane önüne dikildi. Sefer edilecek saha çok uzakta bulunduğundan. Revan seferinde olduğu gibi daha bahar gelmeden tuğ­ lar çıkarılmış bulunuyordu. Tuğların çı­ karılmasından bir hafta sonra Otağ-ı humâvun Üsküdar’a geçirildi. Sultan Murad'da 8 nisan (23 zilkade) da Üsküda­ ra geçerek Otağa çıktı. Padişah 8 mayıs 1638 (23 zilhicce 1047) günü İstanbul’dan hareket etti. Revan seferinde olduğu gi­ bi Kaptan-ı derya ile Şeyhülislâm da se­ fere memurdu. Bu bakımdan Şeyhülis­ lâm Yahya Efendi ikinci defa padişahın yanında sefere iştirak etmiş oluyordu. Kaptan-ı derya Mustafa Paşa (Keman­ keş Kara Mustafa Paşa) ayııı zamanda rikâb kaymakamlığı vazifesini de ifa et­ mekteydi. Ordu İnönü'ne vardığı zaman Konya’dan ılgar ile yani sür’atle gelen Veziriâzam Bayram Paşa padişaha m ülâ­ 1 V L alY I ki oldu. Eskişehir’den geçilirken Osman­ lI devletinin kurucusu Osman Gazi'nin kayın pederi Şeyh Edebali'nin, Seyitga­ zi’den geçilirken de Seyid Battal Gazi’nin kabirlerini ziyaret etti. Sakarya Şeyhi diye tanuıan idam ı şahsın Sultan Murad, Bağdad’a gitmek üzere yolda ilerlerken, daha önceki Revan seferinde olduğu gibi ban kimseleri idam ettirdi. İlk mühim idam Bolvadin’­ de vuku buldu. Hekimbaşı Emir Efendi­ nin arpalığı olan M ihaliç’teki naibden şikâyetçiler geldiğinden bunun yakalan­ ması için adamlar gönderilmişti. A dam ­ cağız orduya getirilince derhal idam olundu. Konya'ya varıldığı gün de Bolu sancak beyi Abdi Paşa ile, Yenişehir be­ yi Şemsi Paşa-zâde de ayni akıbete uğ­ ratıldı. Bunlardan da, daha evvelki m i­ saldeki gibi reaya şikâyetçi olmuştu. Konya'da idam edilen asıl mühim şah­ siyet «Sakarya Şeylıi» diye tanınan Şeyh Ahmed idi. Padişah Ilgın’a vardığı sırada Eski­ şehir kadısı orduya gelerek, Sakarya şeyhi hakkında padişaha malûmat ver­ di. Kadının anlattığına göre (Naimâ, C: 3, S: 335); Sakarya nehri kenarın­ da oturan bir şeyh öldüğü zaman şeyh Alâaddin onun yerine geçip seccadenişin olmuş, işte bunun müridlerinden A h­ med adındaki şahıs ise mehdilik iddia ederek etrafına adamlar toplamıştır. K a­ dı, şeyhin mehdiliğine inanan kimsele­ rin. «onun yolunda can ve başlarını feda etmeyi kendi canlarına minnet bildikle­ rini» de ilâve eylemiştir. Eskişehir kadı­ sı, şeyh hakkında daha bazı bilgiler de verdikten sonra, izalesi temin edilmezse büyük bir fitnenin kopacağı mütaleasmda bulundu. Sultan Murad, Sakarya şeyhinin du­ rumundan haberdar olunca Anadolu bey­ lerbeyi Vardar Ali Paşayı onun üzerine şevketti. Emrindeki yedi sekiz bin kişi ile şeyhin üzerine gidip harbe tutuşan Anadolu beylerbeyinin kuvvetleri bozul­ du. Bunun üzerine padişah, şeyhi tamyan ve o mıntıkalı olan Çifteler’li Osman Ağa'yı bu işe memur etti. Üç bin kişilik kuvvetle harekete aeçen Osman Ağa ne­ ticede Sakarya şeyhini on îk. ar'amı ile1 2936
Dördüncü Murad’ın Bagdad muhasarası (Eski bir tablodan).
birlikte yakahvarak Konya'ya getirdi. Suitan Murad şeyhi görünce: «— Baka, sen Hazret-i İsa’yım der­ mişsin, gerçek midir?ı Dedi, şeyh ise: i — Hâşâ, ben ümmet-i Mulıammeddenim ve İsa Aleyhisselâma muntazırlardanım». Cevabım verdi. Daha bazı suallerde tevcihinden sonra idamını emretti. Ta­ raftarlarının silâh kâr etmiyeceğine inandıkları bu adamın evvelâ mafsalla­ rından parmaklarını kestiler. Bu feci ameliyeye rağmen bir defa «of [s demediği, lıattâ cellât Kara Ali'ye «acele etme cellâd ağa'.ı hitabında bulunduğu söylenen bu adamın bilâhara burnu, kulakları, el­ leri ve ayaklar; kesilip ordu saflan ara­ sında dolaştırılarak feci şekilde öldürül­ dü (17 hazii'an 1638). Mevlâna ahfadından Bekir Çelebi’nin sürgiin edilmesi Sultan Murad Konya'da iken Mev­ lâna Celâleddin-i Rumi ahfadından Be­ kir Çelebi hakkında şikâyet edildi. Padi­ şah Revan seferine giderken Bekir Çe­ lebi ile gerüşmüş, kendisine iltifatla bu­ lunmuş ve bu arada onun tekkesi için yıllık dörtbin kuruş ilâve tahsisat ayırttırmıştı. Padişahın iltifatı ve bu tahsi­ sat üzerine şımaran Bekir Çelebi etrafı­ na hükmetmeğe başlamıştı. Konya’daki hükümet adamları ve kadılar ona m ü­ racaat etmeden iş göremez (Naimâ C: 3. S: 338) olmuşlardı. İşte bu vaziyetler kendisine duyurulunca Sakarya şeyhi hadisesinin tesiri altında bulunması muh­ temel olan padişah Bekir Çelebiyi idam ettirmek istedi. Fakat sadrazam, şeyhü­ lislâm ve Silâhdar Mustafa Paşanın ri­ cası üzerine, şeyh Bekir Çelebi’yi İstan­ bul’a sürgün etti. Sultan Murad Konya’da sekiz gün kaldı. Bu arada bir gün tebdil gezerken birbiriyle konuşan iki yeniçeri subayın­ dan birine sertçe bakıp geçti. Padişahın (iazabla baktığı adam, vaktiyle zorbaları tahrik etmiş olan Sadrazam Receb Pa­ şanın matrâcısı idi. Bedeni gibi hafızası da çok kuvvetli olan Sultan Murad se­ nelerce sonra onu bir görüşte tanımıştı. Ordugâha dönünce yeniçeri ağasını ça­ ğırarak Husrev Subaşı adını taşıyan bu adamın idamını emretti. O da idam işini yeniçeri kethüdasına havale etti. Ket­ hüda akşamleyin Husrev Subaşı 'yi ça­ ğırtınca. vakitsiz çağrılışından ve tebdil gezen padişahı tanıyıp sert bakışından şüphelenip kolluğunun altına bir bıçak saklıvaıak kethüdanın çadırına gitti. Xçeri girer girmez vaziyeti anladığından koltuğundaki bıçağı birdenbire çekince ortalık karışıverdi. Bundan faydalanıp dışarı fırlayan Husrev Subaşı karanlık­ tan istifade ile siir’atle uzaklaştı ve izi­ ni kaybetti. O rdunun HaJep’e ulaşması Konya'da sekiz gün kalındıktan son­ ra 25 haziranda hareket edildi. Ereğli. Ulukışla, Çiftehan, Gülek Boğazı, Adana, Misis üzerinden Pavas iskelesine varıl­ dığı sırada Mısır valisi getirdiği iki ka­ dırga dolusu hediyeyi burada teslim et­ ti. Payas’tan İskenderun’a ilerlenip, on­ dan sonra Amanos dağları aşıldı. Antak­ ya önüne gelindiği sırada padişahı gör­ mek istiven şehir halkı Âsi nehri üze­ rindeki köprüyü sımsıkı doldurmuştu. Bu durumu gören padişah, Naimâ (C: 3, S: 343) nın ifadesiyle: «Köprüye uğramavıp ol nelır-i azime at uğratıp yeldi­ rip geçti. Padişah suyu geçmiş denildik­ te tuğcular ve rikâb-ı hümayun ağalan ve bendeleri bir mertebe ıztırab ile suyu geçtiler ki boğulmak mertebesine varıp azim mihnet çektiler*. Nihayet İstanbul’dan itibaren elli beşinci menzilde Halep’e muvasalat olundu (23 temmuz 1638). Sultan Murad burada ordu ile onaltı gün kaldı. Üme­ radan Rıdvan Beyin idaresinde gelen Mısır kuvvetleri burada orduya iltihak etti. Padişah Halep'teyken, silâhdar Pa­ şanın hizmetinden kaçmış bir genci is­ tihdam ettiği için Karahisar mütesellimi Saraç-oğlu; orduya geç iltihak ettiği için Ohri sancak beyi Piri Paşa katlolundu. Devlete hayli hizmetleri dokunmuş ve âlim, fazıl bir kimse olan Piri Paşa­ nın öldürülmesi üzüntü yaratmıştır'. Hekimbaşı Em ir Çelebi’yi Ölüme götüren ceza Ordu Nizip’e geldiği sırada Sultan Murad, hekimbaşı Emir Çelebi’nin ölti- 1937
i a r i h v e :m i nıüne sebep olan bir ceza tatbik etti. Emir Çelebi bilgili, mesleğinde mahir, hazik, ayni zamanda hoş sohbet bir adamdı. Sultan Murad kendisini sever ve onunla sık sık şatranç oynardı. Fakat kendisi gizliden gizliye afyon kullanırdı. Onun bu kusurunu öğrenen ve hekimba­ şı lığa kendi adamlarından Zeynelabidin EfendiVi geçirtmek isteyen Silâhdar Mus tafa Paşa her fırsatta padişaha hekimbaşının afyon kullandığım söyler, padi­ şah sorunca o da tabii bunu inkâr eder­ di. Silâhdar Paşa nihayet hekimbaşının mahremlerini elde ederek, Emir Çelebi’nin, afyonu çakşır içindeki entari cebine ını olana ölüm yaşamaktan müreccahtır» diyerek almadı. Ve afyonun üzerine bir kâse buzlu şerbet içtikten bir müddet sonra öldü. Emir Çele'oi'nin bu şekilde dünyadan göçmesinden sonra Zeynelabi­ din Efendi hekimbaşı tayin edildi: boylece Silâhdar Mustafa Paşa da muradına nail oldu (Xaimâ. C: 3. S: 345). Halep'ten sonraki konaklardan birin­ de Sultan Murad tebdil gezerken tütün içen ondört kişiye rastlayıp derhal idam ettirdi. Türlü eziyetlerle öldürülen bu tütüıı içenlerin ikisi yeniçeri, birisi m u­ kabele halifesi, birisi de kapıcıbaşılardan idi. Bir gün gayet kıymetli bir kutu yuvarlanarak padişahın çadırı kenarına kadar geldi. Bunun sahibi arandıysa da sahip çıkan olmadı. Zira kutunun bir ta­ rafında bir lülelik tütün ve bunu içmek için ufak bir çubuk vardı. Bu son misal­ ler bir daha gösterdi ki bunca sıkılık ve idamlara rağmen tütün içenlerin arka­ sını almak imkânsızdır. Bayram Paşa’r.m ölüm ü Sultan Dördüncü Murad yerleştirdiği hokka içinde taşıdığını öğ­ renip vaziyeti padişaha bildirdi. Padi­ şah ise bunu öğrenince gezinmek baha­ nesiyle kalkıp onun yanına gitti ve giz­ li cebinden afyon hokkasını çıkarttırdı. Hokkada mevcut on dirhem kadar af­ yonun tamamım hekimbaşıya yedirdi. Emir Çelebi «padişahım, kuluna kıyma, yazıktır» dediyse de dinlemedi. Sonra kendisiyle üst üste üç parti şatranç oy­ namasını emretti. Emir Çelebi fenalaş­ maya başlayınca müsaade isteyip kalktı. Çadırına gittiği zaman talebelerinin acele hazırlamış oldukları ilâçları «bana ilâç gerekmez, silâhdar gibi kavi bir has­ Urfa civarındaki Celab (veya Culab) konağına varıldığı sırada Veziriâzam Bayram Paşa öldü. Sultan Murad veziriâzamın çadırına girerek vefakâr ve ka­ dirşinas tanıdığı veziriâzamınm cenazesi önünde ağlayıp gözyaşı döktü. Bayram Paşanın cenazesi orada defnedilmiyerek İstanbul’a nakledildi. O sırada rikâh kaymakamı olarak orduda bulunan Kemankeş Kara Mus­ tafa Paşa sadrazamlığım bekledi, başka­ ları da onun sadrazam yapılacağını tahmin ettilerse de. Sultan Murad mukarriblerinden Silâhdar Mustafa Paşa ile Ruznamçeci İbrahim Efendinin tavsi­ yesiyle bu vazifeye Tayyar Mehmed Pa­ şa tayin edildi. O sırada Musul muhafa­ zasında bulunan Tayyar Mehmed Paşa kendisine getirilen mühr-ü hümâyunu teslim alıp Musul'dan hareketle Diyarbekir'de padişaha m ülâki oldu. Kısa bir müddet sonra ordu Cerahlı konağında bulunduğu sırada Ruznamçeci İbrahim Efendi’de vefat eyledi- Onbeş sene kadar ruznamçecilik etmiş olan İbrahim Efendi’nin bilgisini, kararların­ daki isabeti, zorbaların temizlenmesinde Sultan M urad’a yol göstermesi hususla- 1938
J t- IN I t c. ı Dördüncü Murad'm şahsiyeti (İlâ v e : 122) ★ Onyedlnci asır Osmanlı padişahları arasında cn büyüğü, lıattâ bütün Osmanlı hüküm darları arasında dikkate defter­ lerden biridir. 1623 eylülünde tahta ge­ çip 1640 şubatında ölen Dördüncü Mürad ın saltanatım iki kısım halinde m ü­ talâa etmek gerekir. 1632 yılına kadar devam eden birinci devre onun çocukluk ve yeii$me yılları addedilir. Sultan Mu. rad ın hakiki şahsiyeti bundan son“a meydana çıkmıştır. den y ıllard a, T ürklerin A v ru p a 'd a k i en b üy ük hasm ı olan A v ustury alIların otuz sene harpleriyle m eşgul olm ası, O sm an­ lIla r için m u h a k k a k ki b ü y ü k b ir ta­ lih lilik olm u ştu r. Şayet bu sırada Avus­ tu ry a lIla r otuz sene h a rb i gibi m ü h im b ir gaile ile basbaşa k alm ay ıp da İran ­ lIla r m isali fırsattan istifadeye çalışsa­ la rd ı, im p a ra to rlu ğ u n A v ru p a ’da toprak k ay b ın a m a ruz kaim as: m u h ak k a k g ibiy ­ di. H a lb u k i D ö rdün cü M u ra d ın düzeltici faaliyeti sayesinde devlet perişan d u ru m ­ dan ku rtulm u ş, bizzat kendisi Ira n lıla ra karşı m u v a ffa k iy et kazandıktan başka, kendisinden sonra A vrupa ta ra fın d a istilâ h arbi teşebbüsünde dah i b u lu n u lm u ştu r. Dördüncü Murad hakkında sıhhatli bir hükme varabilmek için, imparatorlu­ ğun, yala 12 onun saltanatı devrine rast, lıyan durum unu değil, onun zamanından yarım asır kadar gerilere uzanan halini de birlikte gözler önüne getirmek icap eder. Sultan Muad, gayet tabii olarak, İcraatında kendi zamanındaki vaziyeti ve hâdiselerin tesiri altında kalmakla bera­ ber imparatorluğun, kendi zamanından önceki durumu ile de sıkıca İlgilenmiştir. Koci Bey in ona bir risale sunmuş ol­ ması bunun en güzel delilidir. D ördün cü M u ra d , gerek İsta n b u l’da, gerek eyâletlerde asayişsizliği tam m ân a, siyle ortadan k a ld ırm ış ; askeri disipline k av u ş tu rm u ş : rüşveti b ü y ü k m ikyasta önlem iş; k anun, nizam ve emirlere uy­ m ayı tem in etm iş; devlet v a rid a tın ın art. m a sın a â m il o ldu ğu gibi h azîne nin car Cur edilecek şekilde usulsüz harcanm a, sim da önlem iştir. D ö rd ü n c ü M urad d izbo yu rüşvet, il­ timas, çeşitli düzensizlikler ve m ü th iş z o rb a lığ ın m evcut olduğu, im p arato rlu k arazisinden to p ra k k o p arm ak için b ir devletin harp açm ış b u lu n d u ğ u bir dev­ rede ta h ta geçti. İdarey i şahsen ele aiınca b u n la rı düzeltm ek üzere faaliyete koyuldu. Z o rbalık ve idaredeki bozuk, lu k ları o rtadan k a ld ır m a k için gayret sarfeden D ö rd ü n c ü M urad, bu haliyle bir «ıslahatçı» h üviyeti arzeder. Y aln ız bu düzeltm eyi pek iajzla kan a k ıta ra k yapm ış, arada gün ah s ız kim seler de boy. n u n u cellâdın kem endine k a p tırm ıştır. T ü tü n yasağı g ib i bahanelerle d a h i b ir sürü zorba ve serseri tem izleyen, e m ir­ le rin in m u tla k ta tb ik in i isteyip m ü sam a­ ha ne dir bilm eyen D ö rd ü n c ü M u r a d 'm saltanat devri k orkunç bir m anzara ar. zederse de, onun bu icraatı sayesinde, su k u ta yaklaşm ış bir devleti u çu ru m u n kenarından çevirm iş o ld u ğu in k â r edi­ lemez. O sm anlı İm p a ra to rlu ğ u n d a n i­ zam sızlık ve asayişsizliğin son haddini b u ld u ğu S u ltan O sm an v ak ’asu ıı ta k ip fi­ D ö rd ü n c ü M u r a d ’in çok enerjik bir insan o lduğu g örülm ektedir. Y a ln ız İs­ ta n b u l'd a değil seferlerde bile sık sık tebdil gezerek düzensizliklere bizzat vu­ k u f peyda etmeye çalışm ası, ok ve k ılıç talim le ri y a p ışı; seferlere çıkm ası ve m uharebe sahasında asker ve k u m an dan, ları teşci için siperleri dolaşm ası ener, jîsine örnek teşkil eden şeylerdir. B ir sürü adam öld ürtm e k suretiyle zorbalık, rüşvet ve ir t ik â b ı önleyen, bu sayede m em lekette şiddete m üsten it b ir disip lin tesis eden S u lta n M u rad, m u tlak, kak k i fazlaca İnsafsız b ir kim seydi. Os­ m anlI tarih in d e ilk şeyhülislâm katleden padişah S u lta n M u r a d 'd ır . Ö ld ü r d ü ğ ü kimseler arasında kadı, beylerbeyi, san­ cakbeyi, gibi m ü h im m a kam sahiplerin, den de bir hayli insan v a rd ır. B u n la r­ dan b azıları Önemli bir suçu olm a dan p adişahın a n i gazabının k u rb a n ı o lm u ş­ lardır. K ız d ığ ı zam an u fa k b ir vesile ile adam ö ldürm e kte n çekinm eyen padişahın bu h a li, y a k ın la rı h attâ h a lk üzerinde i 1939 -*
T A RIH V EM 1 bile m ü th iş kork u y aratm ıştı. B ir gün B eşiktaş'tan geçerken önüne b ir y ü k a. ra bası çık m asına k ızıp arabacıyı o k ile yaralam ış, b u n u n la da h ır s ın ı alam ıyarak öldürülm esini isteyince, y anın da b u lu ­ nan Duce Mefcmed zav allının zâten ölm üş o ld uğu n u söyliyerek işi geçiştirm işti. Ah_ med R e fik B e y 'in T arih .i Osm ani E n c ü ­ m eni m ecm uasında neşretmiş o lcu ğu S u ltan M u r a d ın hatt-i h u m ây u n lar: ara­ sında: «K asan hapsolunsun, am a bu m el­ u nu hem en şim di k ap ıcılar kethüdasına gönderip, çeşme önünde basını kestirsin. Ben dahi y ukardan bakarım a satırların ! ih tiv a eden b ir hatt-ı h ü m â y u n u n m ev. cudlyeti, onun gazabın ı ve bu noktada bile ne kadar sıkı takipçi o ld u ğun u gös­ teren bir örnektir. Çok sert bir insan olm asına rağm en h ak lı söze gücenm edL gine dair m isaller zikredilm esi de mümk ün d ür. B u m evzuda p adişah ın hocası Sam i Y u su f E fe ndi şöyle der: «P adişah.! m e rh u m , bunca heybet ve satvet sahi­ bi o lm a kia beraber, garazsız ve h a k söze razı olup incinm ezleroi. M ahrem ane soh­ betlerde şarabın z a ra rın ı iza h ettiğim iz, de "E fe n d i do ğru söylersin" deyip töıv beye m üteah iıid olm uşlardı»* I i ] ı i ferinde de harp sahalarına kadar bera­ berinde g ö tü rd ü ğ ü Ş eyhülislâm Y ah y a E_ fendi seçkin bir şairdi. S u lta n M u rad ın Y ahya E fendi y i y an ın d a n ay ırm a m a sın­ da, unun h ü k ü m d a r la ülfetteki vuku fu kadar sa n 'a tk â r ta r a fın ın ü s tü n lü ğ ü n ü n de rolü vardı. S u lta n M u ra d 'm meclisine topladığı ve sohbetinden zevk a ld ığ ı daha bir h a y li şair m evcuttu. D ö rd ü n c ü M u ra d ın kendisi de şair olup şiirde «M u râd l» m a h la sını k u lla n ırd ı. A lim ve san a tk â rla rı h im aye eden S ultan M u ra d . zam an ın ın m e şh u r vâızl& rından Kadı-zâde M ehm cd E fe n d i ile ih tilâ f halinde b u lu ­ nan S u lta n A hm ed C am ii v&ızı Sivâsî Abd u lm e d d E fe n d i ve G alata mevlevihânesı pes in işin i İsm aü Dede’ntn vâız ve m ü ­ nakaşaları ile ilg ile n m iş tir. B u şahsiyet­ lerden, daha ziyade K a d u z â d e ’y i tercih eden S u lta n M urad, onun fik ir ve gö­ rüşlerin in tesiri a ltın d a kalm ıştır. Kahvelıâneleri k a p a tıp tü tü n İçenlere karşı cezalar tatbik in de Kadi-zâde n in te lk in ­ le rin in ro iii v ardır. S u lta n M u raa h a tta t ve m usikişinas­ lara karşı da cok y a k ın a lâk a göster­ m iştir. M eşhur seyyahım ız E vliya çe le b i­ n in bild ird iğ in e gö?e; cumartesi geceleri S u ltan M u r a d 'm irade ve hafızası_çok kuvvetliy di. B ir g ö rd ü ğ ü adam ı senelerce sonra ta n ır, herhangi b ir İş ve hâdiseyi kolay kolay u n u tm azd ı. Devlet işlerinde in tiz a m ı sever, lâkaydiden hoşlanm az ve ihm ale ta h a m m ü l edemezdi. Fazla sertliği bir tarafa bırakılırsa* onun, hüküm dar* lık sanatının ehem m iyetini m ü d rik ve in ­ celiklerine v âkıf b u lu n d u ğ u g örülür, Sagrcdo, S ultan M urad ın her tarafta h afiye b u lu n d u rd u ğ u n u ve M a c lıla v d 'in «L c Prînce» adlî eserini bir nıu h tc diy e tercüm e ettirerek ok u duğunu söyle”. Y abancı devlet m üm essilleri o nu n sert ta b ia tın ın altın d a siyasette ince b ir vu­ k u fa sahip b u lu n d u ğ u n u b ildlrirler. M hi-han. hanende ve sazendeleri dinler­ di. S u ltan M u ra d 'ın tâ lik yazıya m erakı o ld u ğu n u m u h te lif m isallerden öğ re n ­ mekteyiz. Z am anın h a tta tla rın d a n Nfefeszâde K â tib İb ra h im E fe n d fy e h a tta tlık sanatına d a ir bir eser y azm asını söyle­ m iş, o d a «G ülzâr*ı savâb» a dlı risalesini m eydana g etirm işti. S u lta n M urad, ihm alden nefret et­ tiğ i derecede israftan d a hoslanm azdt. C ülûsu n da boş vaziyette b u ld u ğu hazîne­ yi doldu rm u ştu r. K endisi işleri ele a lın ­ caya kadar pek cok kim seler irtlk â b y olu yla servet sahibi olm uş b u lu n d u k la ­ rı cihetle, b a z ıla rın ın servetine şüphe ile bakar, h a ttâ şüphesi kuvvetlenirse bazan m üsadere c ihetine de giderdi. D örd ün cü M u ra d ’m zam anı âlim , şair, tarihçi, nâsir, hattat, m usikişinas g i­ bi muhteUC sahalarda kendini göstermiş adam lar b ak ım ın d an hayli zengindir. O n yedinci asrın ilk y a rısının en değerli &Um ve şairlerinin o lg u nlu k çağla rı D ö r­ düncü ?rlurad zam anına rastlam ak tadır. İdarî, m a il, askeri b o zu k lu k la rı düzelt* mek İçin pek şiddetli hareketlerde bulu­ nan S ultan M urad ilim ve san’a t adam ­ la rın a y a k ın lık ve alâka gösterirdi. D iva n edebiyatında kaside ta rzın ın en parlak y ıldızı olan N e f l, D ö rd ü n c ü M urad m en fazla alâk asın a n ail olan şairdi. İ k i se­ S ulta n M urad geniş o m uzlu, İri ke­ m ikli. uzun boylu ve m ütenasip endam lı İdi. Gözleri e lâ T çehresi m ehfb, bakışları şiddet ifade eder vaziyetteydi. Vücutca pek kuvvetli olan p adişahın bu d u ru m u ­ na m ü te a d d it m isaller zikredilir. Cüsseli bir adam o ld u ğ u belirtilen ve pazuların ın k u v v e tliliğ i sebebiyle s ilâh d arlığ m d a b u lu n a n M usa (P asa) y ı bir g ü n sag fi­ liyle lu ışaâm d an tu tu p k ald ıra ra k Haso. dayı birkaç defa d o la ştırd ık ta n sonra y o rg u n lu k hissetmeden yine eski yerine getirip b ıra k m ıştır. K ılıç, ok. harbe ve 1940
Beyden naklen Naimâ metheder. Bunun­ la beraber onun aleyhinde kalem kulla­ nanlar da vardır, Trablusşarrrda M üiegallîbe Seyfoğhvnun öldürülm esi Dördüncü Murad zorba ve miitegallibe takımının temizlenmesi hususunda hassas davranmakla beraber, henüz im­ paratorluğun her köşesinde müıegallibeniıı tegallübüne son verilmiş değildi. N i­ tekim Trablusşara’da bu neviden bir aıle mevcuttu. Seyf-oğulları diye tanınan bu aile yerli araplardandı. Trablusşam5^ d aki hükümet mümessillerine itaat et­ meyen Seyf-oğulları tegallüb yoîıyle bir —> gına şahit o lu nm a k tadır. S ilâ h d a r Mus^ tafa Paşa, Em irgüne-oğlu (Y usu f Paşa) ve M usa Celebi bu tip kim selerdir. E m ir, gune-oglu na m ın d a k i seiîh ve bay ağı a* dam ın, S u lta n M u ra d 'a daha ziyade sofi, bet ve sofra dostluğu e ttiğ i m u h a k k a k ­ tır, L â k in yine sefihlerden olan S ilâh d ar M u sta fa P a şam ı^ h ü k ü m d a r a bazı icraa­ tında tesir ettiği g ö rü lü r. Meselâ., çevirrtîSi iîtne ve fesat neticesinde hekim başı E m ir Çelebi n in ftlüm üne sebep o lm uştur. Sultan M u ra d 'iîı y a k ın la rın ı teşkil eden kim selerin hepsi d£ sefil ve sefih kimse­ ler değildi. Meselâ, m usahipleri arasında D eli H üsey in Paşa g ibi değerli b ir şah­ siyet de vardı. Sefih y a k ın la r ı onun fazla içk i içm esine â m il oluy orlardı, E a. tılf tarihç ile rin bey anların a göre, S u ltan M urad bazı geceler kendin i bilmiyecek derecede salıog oludu. P adişahın iç k i me­ selesi üzer inde epeyce d u ra n «Sagredo». akşam y e m e lin d e n sonra verdiği em irle, l i n ir.faz edilm em esi hususunda tenbihatta b u lu n d u ğ u n u rivayet eder. D ö rd ü n c ü M u r a d ın m ühim ce kusur, la n bu lu n d u ğ u m u h a k k a k tır. F a k a t, en b üy ük kusuru olan insa fsızlık derecesine vnran kan d ö k ü c ü lü k ve İstibdad ına rağ­ m en. y a p tığ ı hizm etler ve istihsal e i ti ¿i neUce bakım ından, b üy ü k bir h ük ü m d ar olduğunda da çüphe edilm em elidir. b u n la r m lsillü s e İ h l a r ı pek ustalıkla k ail anırdı. A ttığ ı ok. b ir nevi kısa m ız­ rak olan harbe ile k a lk a n ı deler; k ıh ç İle m erkebi ikiye bölerdi. İk iy üz ok kalık gürzü sallıyarak id m a n yapardı. İsta n­ b u l'da Eskisa“ay Hdan a ttı Sı b îr ciridi S u l­ tan Bayezid C am ii m in are sinin dibine, H alep kalesinden a ttığ ı b ir tir id i de hendeği aşırtıp Saraçhane üzerine düşür­ m ü ştür. Iiind elcisinin T ü 'e n k fın d ığ ı fk urşu n ) ve ok ile m e z diye getirdiğ i ril k u lay ın d an gergedan postu k ap lı bir kalkan ı harbe ve ok ile delm iştir. C irit ile deJdlgl 8 arnavut k a lk a n ın ı B u d ln 'in Beç kapısına a s tırd ığ ım , 12 Cebeye ck saplayıp M ısır’a gönderdiğini* onun za­ ra an ın ı bizzat yaşıyaız «Tsriîı-i G ılm a n if m üellifi Mehmed H a lîfe bildirm ek tedir, i ’ fne çafidas m üverrih le r olan K â tib Çe­ lebi ile Feçcvî, onun m u h te lit hususiyet­ lerine ait m a lû m a tın y a n 3nda ala binm e m erak ve meharetine d air de b ilg i ve­ rirler. O sm anlI p ad işah ların ın m u ta d ı o* lan y attan gay rı o irit o y un u için 40, hattâ bazan Üç dört y üz at b u lu n d uru rd u . Ç ok uzun m üddet a l s ırlın d a yolculuca m ü te h a m m il olan S a lta n M urad. koşu ha­ linde bir attan diğerine atlıyacak dere­ cede de çeviklik ve m ehareî sah ibiydi. İh tişam ve gösterişe d üşk ün olm akla beraber, bu h alinin m a lî b ir k ü lfe t sek­ line bürünm esine m üsaade etmez* seya­ h a t ve gezintilerinde e trafında b u lu n d u r­ d u ğu alayı kendisinin m ehabetini ve halk üzerindeki m üessiriyetini a rtırm a k üzere vasıta k ılm ay a dik kat ederdi. R evan se­ ferinden dönüşte, başka p adişahlarda rastlan m am ış şekilde, sirtm d a b îr zırh, başında beyaz sarık üstüne siy ah sorguç ta k ılm ış bir m iğfer b u lu n d u ğ u halde şehre girişi, B agdad seferi dönüşünde de yine basında m iğfer b u lu n d u ğ u halde halka g ö rü n ü şü , o nun bu hususiyetlerine misal diye zikredilebilir. D örd ün cü M urad, afy o n ve tü tü n d e n nefret etm ekle beraber içkiye ifr a t de­ recede düşkündü. İçki ip tilâsı y üzünden etrafında b a iı sefih kim selerin toplandı- lîïbliyoÉTiifya : Mustafa Naim â ; Ta* ıih C: I I ve I I I . Kâtib Çelebi: Fezleke C : I I . Peçuylu İbrahim ; Tarih C : II. Karaçclebi-zôde AbdülÆziz; Ravzat-ül -ebrar. Solak-zâtîe; Tarih. Mehmed Halife: T aıih.i gihnéni. Topçular K âtibi Abdulkadir: TevarihJ Âl-1 Osman. Hammer (M. À tâJj Devlet-i Osmaniye taıih ! C: IV. Sagredo: Histoire de lEm pıre Otto. man, Ricaut; Histoire de l'Empire Otto. man. D. Cantcmir; Histoire de TEmpire Ottoman. Thévenotj Relation d'un vo­ yage fait au Levant. D u Loir; Voyages. Evliya Celebi; Seyahatname C: 1. Ahmed Reflkj Sultan Murad.i Rabiin hatt.i hü­ mâyunları <Tarihi ûsm ani encümeni mec­ muası s: 39). Islâm Ansiklopedisi. 1941
hayli de mal biriktirmişlerdi. Trablusşam valisi Şahin Paşa eyâlete yeni gel­ diği sırada kendilerini şüpheye düşür­ meden Seyf-oğlu Ali ve Asai isminde­ ki iki kardeşi davet etti. Bunlardan An m Kâtib Çelebi ve Ma'n-oğlu Hüseyin saf altıyüz müsellah Arab ile Şahin Pa­ şanın davetine icabet etti. Şahin Paşa, Seyf-oğlu Asaf’ı çadırında tevkif edin­ ce bunu duyan taraftarları defterdar çadırını yağmadan işe başlayıp mücade­ le etmek istedilerse de; Şahin Paşa al­ dığı tertibat ile bunların çoğunu kılıçtan geçirdi- Asaf'ı da kale bedenine astırdı. A safııı kardeşi Emir Ali vaziyeti öğre­ nince dağlara kaçtı. Şacıiıı Paşa bu m u­ vaffakiyetli neticeyi İstihsal ettiği sıra­ da, Sultan Murad Bağdad’da bulunuyor­ du. Tebriz ti»rafına yapılan akın hareketleri Padişah Halep’e kadar geldiği ve gerek buraya gelinceye kadar, gerekse bundan sonraki kısımda beylerbeyleri­ nin iltihakları ile ordunun miktarı ka­ bardığı sırada, artık İran hududunda da mücadele başlamaktaydı. Bu cümleden olarak; Erzurum valisi vezir Kenan Pa­ şa ve Ahıska hâkimi Sefer Paşa Tatar askeri ile birlikte Revan üzerine bir akm hareketinde bulundu. Bunlara karşı çıkan İran’ın Revan valisi Kelb Ali Han mağlûp olup dönüp Revan kalesine gir­ di. Kenan Paşa aldığı esir ve ganimet­ lerle gelip orduya iltihak etti. Bağdad’ın muhasarası Ordu Musul'a geldiği zaman Sultan Murad bütün kapıkulu askerlerine b i­ ner akçe bahşiş verdirdi. Musul’dan öte­ ye topların bir kısmı Dicle üzerinden bir kısmı da karadan nakle karar verildi. Nehirden nakledilen toplar yirmi gün ka­ dar gecikecek ve topların tamamen ne­ hirden nakledilmevişindski isabet sonra­ dan anlaşılacaktır. Nihayet ordu 14 kasım 1638 (7 receb 1048) de Bağdad’ın 7 kilometre ka­ dar kuzey batısında Dicle’nin sağ sahi­ linden biraz içerde olan Kâzını i ve Ve vardı. İstanbul’dan buraya gelinceye ka­ dar 186 gün geçmiş ve oturak (mola, is­ tirahat) ile geçen 66 günün dışındaki günlerde yol yürünmüştü. Ordu, imam Musa Kâzım’ın türbesinin bulunduğu Kâzımive'ye vardığı gün Veziriâzam Tay­ yar Mehmed Paşa Bağaad önlerine gidip konak ve metris yerlerini gözden geçi­ rip tetkik ettikten sonra döııdü. Ertesi gün yani 15 kasımda Azamiye’de padişa­ hın otağı kuruldu ve toplanan harp mec­ lisinde derhal muhasaraya geçilmesine karar verildi. Hafız Ahmed Paşa Bağdad'ı, Karanlık-kapı tarafından, Husrev Paşa îmam-ı Azam-kapısı tarafından döğüp zorladı­ ğından, buralar İran kuvvetleri tarafın­ dan fazlaca tahkim edilmişti. Bu defa umulznıyan taraf olarak mütalâa edilen Ak-kapı semtinden zorianmaya karar verildi. Fakat diğer yerlerin emniyete alınması da ihmal edilmedi. Karanlık kapı tarafına baskın ihtimaline karşı nöbetçi kuvvetler konuldu. Padişah da­ ha Musul'da iken Bağdad’dan çıkıp îran’a giden üç kişi yakalanmış ve bun­ lar sıkıştırılınca Bağdad'm Ak-kapı ta­ rafında İranlIların tahkim tedbiri alma­ dığı öğrenilmişti. 15 kasımı 16 kasıma bağlıyan meh­ taplı bir gecede Osmanlı askerinin siper kazıp mevzilere yerleşmesiyle Bağdad muhasarası başlamış oldu. Otağ-ı hüm â­ yûn Azamive’ye kurulmakla beraber Sultan Murad: «Bağdad’ı fethetmeden seı‘-mezhebimizi ziyaretten utanırım» diyerek İmam-ı âzam türbesini ziyareti fetihten sonraya bıraktığı gibi, bu m üd­ det zarfında Azamiye'deki otağına da girmedi. Kumandanlar arasında muhasara sa­ hası şöyle taksim edilmişti: Ak-kapı da Veziriâzam. yeniçeri ağası Haşan Ağa ve Rumeli beylerbeyi Arslan Paşa-zâde Ali Paşa; onların aşağı tarafında Karardık kapıya doğru Mustafa Paşa, Sivas va­ lisi kör-hazinedar İbrahim Paşa, kırk yeniçeri subayı ile samsuncubaşı, Köstendil ve Avlonya sancak beyleri; bun­ ların ilerisinde Anadolu beylerbeyi H ü ­ seyin Paşa, Mısır askeri ve kırk yeni­ çeri subayı ile zağarcıbaşı bulunuyordu. Karanlık-kapı ilerisine de iki paşa ida­ resinde nöbetçi kuvvetler yerleştirilmiş vaziyetteydi (Naimâ. C: 3, S: 363). 1942
Padişahın idaresindeki Osmanlı or­ dusunun Bağdad üzerine geldiğini haber alan İran hükümdarı Şah Safi bir ta­ raftan Bağdad’dakı tahkimatın artırıl­ masını emrederken, öte yandan da bu­ raya ilâve kuvvetler gönderdi. Revan fethinde Sultan M uradın serbest bırak­ tığı Mir Fettah-oğlu'nun enirine 12 bin seçme tüfenkendaz vererek Bağdad m u­ hafızı Bektaş Han'a gönderdi. Böylece, Hammer (C: 9. S: 242 ve devamı) in bir Ermeni dönmesi olduğunu seylediği Bektaş Han'ın emrinde 30-40 bin kadar insan birikmiş oluyordu. Şah Safi ayrı­ ca kendi emrinde mühim miktarda kuv­ vet tutarak Bağdad'a altı konaklık me­ safede İneklemekteydi. Türk ordusunun mevziyc girdiği ge­ cenin sabahında erkenden muharebe başladı. Muhasaranın dördüncü günü Silâhdar Mustafa Paşa'nın emrine 12 bin kişilik kuvvet tahsis edilerek Mihıiban tarafına akma gönderildi. Akına giden kuvvetler dönünce Sultan Murad, Silâhdar Mustafa Paşa’ya onüç top ve bir miktar asker vererek Şat suyunu ge­ çirtip şehri Şat-kapısı tarafından döğmeye memur etti. Silâhdar Paşa, bilhas­ sa Kuşlar-kalesi tarafından Bağdad'ı topa tutunca, şehir içine düşen top mer­ milerinden bazı binalar yıkıldı. Silâh­ dar Paşa kethüdası Çiftelerli Osman Ağayı Kuşlar-kalesi tarafındaki askerin başına bırakarak kendisi vaktinin m ü­ him kısmını padişahın yakınında geçir­ di. Muhasaranın sekizinci günü Veziri­ azam Tayyar Mehmed Paşa, Kaptan-ı derya Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Hüseyin Paşa’nın mıntıkasındaki kule­ lerin ekserisi yıkılmıştı. Onbirinci günü bir kaç yerden lâğım kazılmak istendiysede toprak altından su çıktığından bu ameliyeden vazgeçilerek toprak sür­ me işine ehemmiyet verildi. Bu arada torba ve koyun derileri içine toprak dol­ durularak bunlardan siper ve hattâ top mevzileri yapıldı. Sultan Murad muha­ sara boyunca siperleri dolaşıyor, vezir ve sair subayları «göreyim sizi, din-i mübin uğruna çalışmakta kusur etmiyesiz, gayret vaktidir» diyerek (Naimâ. C: 3, S: 366) onları teşci ediyordu. «M ü­ teaddit cerrah çadırları kurulup cenıccilere ve dahi cenkte mecruh olanlara in ’- am ve ihsan idüp askerin kalbini tatyibde bizzat takayyüd ıderlerdi». Muhasaranın ondördüncü günü umu­ m i hücurri yapılması kararlaştmldıysa da, içerdeki müdafilerin metris ve hen­ dekler hazırladıkları şayi olduğundan umumî hücum tehir olundu. Onsekizinci günü Bağdad müdafilerinden bir grup Hüseyin Paşa cephesinde metris basma­ ya teşebbüs ettilerse de muvaffak olamıyarak geri kaçtılar. Ondokuz ve yir­ minci günü Musul'dan Dicle yoluyle sevkedilmiş olan toplar geldi. Bu toplar üçer beşer mevzilere taksim edildi. Muhasaranın yirmi üçüncü gecesi Bağdad’daki İran askerinin kale beden­ lerine çıkıp top tüfenk atarak şenlik yaptıkları görüldü. Bunun sebebi 12 bin İran askerinin Divala mıntıkasına gel­ diğini duymuş olmalarından ileri geli­ yordu. Bu günlerde çıkan bir fırtına dört gün dört gece devam ederek her tarafı toz duman içinde bıraktı. On ilâ oniki Aralık günleri toprak sürerek hen­ deklerin doldurulmasına gayret edildi; 14 ve 15 aralıkta askere 260 bin torba dağıtıldı. Torbalara toprak doldurularak bunların gerisinden hendeğe doğru Her­ lenmeye çalışıldı. Her vezir ve paşa ken­ di mıntıkasında toprak sürüp hendek doldurmaya çalışırken bu işi evvelâ Ke­ mankeş Kara Mustafa Paşa tamamladı. 21 aralıkta Halep ve Trablusşam valile­ ri ile Arap reislerinden Eburiş-oğlu, Diyala mıntıkasına gelmiş olaıı İranlılar üzerine sevkedildi. İranlılar üzerlerine kuvvet geldiğini duyunca oradan geri çekilip gittiler. İki gün sonra yani 23 aralıkta bütün mevzilerde hendekler dol­ durulmuş bulunuyordu. Tayyar Mehmed Paşa’nın şehid düşmesi Toprak sürülüp hendeklerin doldu­ rulması bitince padişah Veziriâzam Tay­ yar Mehmed Paşa’yı yanına çağırarak: «— Hendekler doldu, asker yürüyü­ şe hazır vaziyette, niçin yürüyüş etmez­ sin?» Diyerek umumî hücuma geçilmeyişinin sebebini sordu; Veziriâzam ise: t— Padişahım, sabrolunsun, yakın vakitte şehir fethohmur. Yürüyüşe za- 1943
maıı vardır, acele ile askeri kırdırmıyahrtif Dedi. Padişah bu cevapla tam ikna olrmyarak; t — Senin namın, dilâverliğin ve şecaaatm bu mudur? Kal'a altmı nice bek­ letirsin, tehirin manası nedir?» Şeklinde konuşunca veziriazam: «— Ben canımı padişahıma feda et­ mişim. Tayyar kulun ölmekle bir şey ol­ maz. yeter ki Allah-ı Tealâ kaleyi ihsan evlesin® dedi. Bunun üzerine veziriazam ertesi gün kaleye umumi hücum yapılacağım ilân ettirdi. Gece Türk askerleri ertesi gün­ kü hucuma hazırlanırken bir taraftan da tekbirler getiriliyor «Allah Allah» ses­ leri göklere yükseliyordu. Bu vaziyetten Iranlılar Türklenn geceleyin hücuma kalktıklarını zannederek mücadele sa­ hasına koşup tüfenk ve top atışına baş­ landı. Bu sebepten Türk hücumu karar­ laşan saatinden daha erken başladı. Çarpışmalar çok müthiş cereyan ediyor yalnız subaylar değil paşalar bile metrislerden çıkıp kulelere doğru iler­ lemeye uğraşıyordu. Bu kanlı ve çok şiddetli mücadelenin sonunda kulelerin bir kısmı ele geçirilerek üzerlerine Türk bayrakları dikildi. Tayyar Mehmed Pa­ şa, çarpışmalar sırasında bulunduğu mevkide elinde kılıç askerin arasında bizzat mücadeleye iştirak etmekteyken alnına isabet eden bir tüfenk kurşunu ile şehid duştii. Bu kahraman kumanda­ nın cenazesi eski Bağdad valilerinden olan babası Mustafa Faşa'nın İmam-ı Azarrfdaki kabrinin ayak ucuna defne­ dildi. Sultan M ura d, veziriazamın şehadetini duyunca «Ah Tayyar, Bağdad ka­ lesi gibi yüz kale değerdin» diyerek oııun arkasından takdirlerini belirtti. Sonra müiır-ü hümâyûnu Kapiaıı-ı der­ ya Kemankeş Kara Mustafa Paşa'ya verdi ve: «Göreyim seni, A llah’ın ina­ yetiyle Bağdad kalesinin fethinde sen­ den cansiperane hizmet isterim, Cenab-ı Mevla muinin olsun» dedi. Mustafa Pa­ şa da: «Şevketlü padişahımın teveccüh-ü kalp ve hayır dualarını beklerim* söz­ lerini söyleyip ağlıyarak huzurdan çık­ tı. Bağdad’ııı teslim olması Osmanlı Ordusunun Bagdad kalesine hücumlarından biri Kemankeş Kara Mustafa Paşa pa­ dişahın yanından ayrıldıktan sonra se­ lefinin şehid düştüğü veziriâzam idare­ sine ayrılan metrise koştu. Yeni veziri­ azamın mevkiini almasiyle hucümlar ta­ zelenip kuvvet kazandı. «Ölmek ııs gün içindir!» diyerek kükriven askerler Bağdad’a bir sel gibi girmeye uğraşı­ yordu. Bu arada surlardaki bütün kule­ ler işgal olundu. Bu vaziyet karşısında İranlıIar Bağdad’ııı elden gitmekte ol­ duğunu görerek canlarını kurtarmak endişesine kapıldılar. Onun için Bağdad kalesi kenarlarında eman nakkareleri çalınmaya başladı. İran’ın Bağdad vali­ si Bektaş Han dışarıya adamlar gönde­ rerek teslim işini görüşmek istediğini bildirdi.. Derhal kabul edilip biraz son­ ra dışarı çıkan Bektaş Han padişahın huzuruna götürüldü. Arkasında kırmızı bir kaftan ve bütün devlet erkânı ya­ nında bulunduğu halde taht üzerinde oturan Sultan Murad Bektaş Han’ı ilti­ 1944
fatla kabul etti. Bektaş Han, Bağdad'ı vire şartiyle teslim edeceğini bildirdi; Sultan Murad da buna muvafakat edip içeride kalanlara eman verdi (24 aralık 1638 - 17 şaban 1048). Sultan Murad vireyi kabul ederken içerdeki İran askerinden isteyenin şaha gidip, istivenin Türklere iltihak edebile­ ceğini bildirdi. Ancak bir gün zarfında Bağdad’dan dışarı çıkmalarım da şart koştu. İran askerinin kaleden dışarı çık­ ması beklenirken. Türklerin elinde bu­ lunan kulelerin altına İranlılarm lâğım yerleştirmekle meşgul oldukları öğreni­ lince çarpışmalar yeniden başladı. A yrı­ ca Bektaş Han’ın yazdığı mektup içeri­ ye gidince onun muavini durumundaki kumandanlardan Mir Fettan, Yar Ali ve Halef Han’ın «bugiin hamama gir­ meli isleriz, yarın dışarı çıkalım» diye acayip bir sözle, teslim işini savsakla­ mak ister şekilde konuşmaları Osmanlt askerinin yeniden mücadeleye girişme­ sine sebep oldu. O gece İran askeri iç kale durumunda olan Xarin kaleye çe­ kildi. Sabahleyin veziriâzam ve sair ve­ zirler şehri teslim almak ve kendilerine bir şev yapılmıyacağını bildirmek üze­ re ilerlemek isterken İranlılarm ateş aç­ ması tekrar mücadelenin başlamasına yol açtı. A n ık kalabalık şekilde Osmanlı askeri içeri girdiğinden iranlılar mütemadiyen kırılıyordu. Bu arada Osmanlı askerinin İraniılara karşı hissiya­ tını belirten bir hadise cereyan etti. Rumeli askerinden zayıf bir nefer padi­ şahın yanma kadar sokulmak imkânını bularak hükümdara: •t— Padişahım, siz eman verirsiz, lâ ­ kin biz eman vermeziz!» Dedi. Sultan Murad bu çocuk ne Dördüncü Murad’ın Bağdad’a girişi 1945
söylüyor diye etrafındakilere bil* sual tevcih ettiği sırada o cür’etini biraz da­ ha artırarak: «— Padişahım, kaç yıldır Bağdad’a sefer ederiz. Akça pul değil babam, am­ cam, kardeşlerim kalmayıp cümlesi bu uğurda gittiler. Şimdi fırsat bulmuşken niçiıı intikamımızı almayıp bu m e lu n­ lara aman veririz? doğrusu budur ki biz vermeziz!» Deyip oradan ayrılırken padişah kahkaha ile gülüyordu. (Naimâ; C: 3. S: 375). O arada paşalar huzura gire­ rek Iranh lann vire-yi bozduklarını söyliyerek olup bitenleri arzedince. Sultan Murad fesat ve anlaşmazlığı gidermek için Anadolu beylerbeyi Hüseyin Faşa'yı gönderdi. Karşı gelirlerse katliam ya­ pılmasını da ayrıca ilâve etti. Hüseyin Faşa, içeri kaleye doğru gidince Iranlı bir kaç kumandan hariç diğerleri dışarı çıkmıyarak karşı koydular. Osmanlı ta­ rihleri Iranlılarm böyle davranışlarının sebebini, onların cephesinden de düşü­ nerek tahlile girişmezler. İhtimal Iran askeri Osm anlılann emanına inanm adı­ ğı, belki de gözü intikam hissiyle kara­ ran Osmanlı askerinden bazı kimselerin onları karşı koymaya tahrik edişleri yüzünden katliama yol açıldı. Rö -lece çok büyük kısmı çarpışmalar neticesi öldüler, bazılarının da yakalanınca bo­ yunları vuruldu. Naimâ’ya göre; Bağdaddaki 30 bin îran askerinin 10 bin kada­ rı muhasara sırasında ölmüş, 20 bin ka­ darı nakz-ı eman ettikleri için üç gün zarfında öldürülmüş, müdafilerden an­ cak üç yüz kişi Şah’ın ordusuna iltihak edebilmiştir, tş en sonunda katliama va­ rınca padişahın sıkı emirleri neticesi Bağdad halkına ve halkın mal ve eşya­ larına dokunulmadı. Sultan M urad’in Bağdad’dan ayrılması Fethin tamamlanmasının ferdası gü­ nü Sultan Murad, îmâm-ı Âzam’ın Kab­ rini ziyaret etti. Otağını, Azamiye’ve naklettirip Şeyhülislâm Yahya Efendi­ nin nezareti altında yapılan Imam-ı Azam ve Abdulkadir Ceylâni türbelerinin tamiri İşiyle alâkadar oldu. Bugünlerde Bektaş Han fücceten vefat ettiğinden karısı ve m allan kayın pederine gön­ derildi. Padişafın bugünlerde birtakım ta­ yinler yaptı: bu mevanda yeniçeri ağası Küçük Hasaıı Ağa Bağdad valiliğine- ta­ yin olundu. Yeniçeri kethüdası Bektaş Ağa da sekizbin nefer yeniçeri ile Bağ­ dad muhafazasına memur edildi. Fethi müteakip derhal Bağdad kalesinin ta­ mirine başlanmış bulunuyordu. Fethi takip eden günlerde Bağdad’daki bir barut mahzeninde infilak vuku bularak bir kaç yüz Osmanlı askeri Öl­ dü. Bu infilâka kızılbaşların sebep oldu­ ğuna lıamledildiğinden Sultan Murad Bağdad'daki bütün kızılbaşlann katlini emretti. Bu yüzden bin kişiden fa 2 İa kızılbaş öldürüldü; neticede Bağdad’da şi’i insan kalmadı. Nihayet Sultan Murad 14 ocak 1639 da da Bağdad’dan hareketle, Musul üze­ rinden Diyarbekir’e geldi. Şah S a fi’ye gönderilen mektup Sultan Murad Musul’a vardığı za­ man, Bağdad seferinden beş ay önce İs­ tanbul’a gelen, padişahın sefere çıkışı üzerine gemi ile İstanbul’dan Payas'a ora­ dan da Musul’a getirilmiş olan İran elçi­ si Maksud Han ile Şah Safi’ye bir mektup gönderdi. Padişah bu mektubunda sulhe rıza gösterdiğini bildiriyordu. Onyedinci asırda yaşamış olan Ricaut (Histoire de l ’Empire Öttoman S: 1, S: 379) ya göre: Sultan M uradın İsfahan’a kadar y ürü­ meyi bu defa da geri bırakarak sulhe yanaşmasına hastalığı sebep olmuştur. Sultan Murad, Şah Safi’ye yazdığı mek­ tupta şöyle demektedir: «Şah Safi Bahadır, Nâme-i humâyuııum vusulünde ma­ lum ola ki; adamlarından halife Maksud’u gönderüp sulh murad etmişsin; el­ çini bir miktar eğlendirmekten murad; bazı eşgalimiz var idi, ol eşgalımizi berta­ raf eyledik, im di sulh murad ise ecdad-ı azamin zamanlarında taht-ı hükümeti sa­ adetimize dahil olan memleketleri bey­ lerbeylerimize tesim eyliyesin. Asakir-i zafer meâsirim varup zapteyleyeler. Ve âdeta verilegeleıı hedaya ve pişkeşinı sâl besâl irsal ve isal eyliyesin. Eğer etmez 1936
isen bu serhadlerde kışlayup evvel bahar, da asker-i derya misal ile il ve memleke­ tine varmam mukarrerdir. Er isen mey­ dana gel. Serverlik davasında olanlara perdenişinlik nâsezadır. Andan korkan ata binüp kılıç kuşanmak hatadır. Mu­ kadder olan zuhura gelür. elem çekmevüp karşu gelesin». Rum iye Şcybi’nin idam ı Tebriz civarındaki Urmiye kasaba­ sından bir ııakşibendi şeyhinin oğlu olan Şeyh Mahmud Diyarbekir'e gelip yerleşmişti. Memleketine nisbetle Urmi­ ye veya Ilumiye Şeyhi diye tanınırdı. Rumiye şeyhinin Diyarbekir'deki tekke­ si avam veya kibar pek çok insanın zi­ yaret ettiği bir yerdi. Doğu Anadolu’ya giden serdarlar, paşalar ve sair erkân umumiyetle bunun tekkesine uğrardı. Yalnız Diyarbekir’de değil Van, Tebriz, Revan'öan Erzurum'a, oradan Urfa, M u­ sul'a kadar uzanan geniş sahada onu zi­ yarete koşan, her dediğini seve seve ya­ pacak binlerce mürid ve hayranı mev­ cuttu. Kâtib Çelebi’nin kaydına nazaran müridlerinin sayısı kırkbinden aşağı de­ ğildi. Şeyh Mahmud, bir aralık Sultan -Murad'm da iltifatına mazhar olmuş ve padişahın Revan seferine iştirak etmiş­ ti. Küçük Ahmed Paşa, Dürzi beyi Ma'n-oğlu Fahreddin’i tenkil ettiği za­ man, Pahreddm’in kızı Lübnan'dan ka­ çarak Diyarbekire Rumiye Şeyhi’nin ya­ nına gelmiş, erkek kıyafetinde dolaşan bu kızın hakiki durumunu bir müddet için kimse bilmemiştir. M a’n-oğlu’nun zeki ve kurnaz kızı Rumiye şeyhini kimyevi usullerle altın yapmayı bildiği­ ne inandırmış. Şeyh de Bağdad seferine çıkmış olatı padişahı Halep’te karşılıvaı'ak yanında götürdüğü bu kızı da altın yapmasını bilen bir kimse olarak tak­ dim etmiştir. Aynca, padişahım size ha­ zine lâzımdır, bu kız altun yapsın diye tavsiyede bulununca kıza .para ve m al­ zeme verilmiştir. Fakat Ma’n-oğlu’nun kızı aldığı paraları zevk, sefa ve saz âlemlerinde yemiş, bu arada sahtekârlığı da meydana çıkmıştır. Sultan Murad bu sahtekârlıktan do­ layı Şeyh’e içerlemiş ve Bağdad sefe­ rinden Diyarbekir’e döndüğü gün Ma’n- oğlunun kızını ve Diyarbekir'de dünya­ ya getirdiği iki küçük kız çocuğunu boğ­ durup cesetlerini Dicle'ye attırmıştır. Daha sonra şeyhin müridlerinin çok­ luğuna, şeyhlik postundan hükümdar­ lık tahtına geçen misaller bulunduğuna, Sakarya şeyhi gibi bunun da isyana kalkması halinde isyanın bastırılmasının çok güç olacağına padişahın nazarı dik­ kati çekilmiş, bu fikirler Sultan Murad'ın da düşüncesine uygun düştüğünden şeyhin idamını (Naimâ C: 3, S: 385 393) emretmiştir. Sultan M urad’ın İstanbul’a dönüşü Sultan Murad Diyarbekir’e geldiği "aman mevsimin kış olması sebebiyle burada 71 gün kaldı. 16 nisanda Diyar bekir’deu hareketle Malatya-Sıvas-Tckat-Aukara üzerinden İzmit’e geldi. İs­ tanbul’dan gelip kendisini beklemekte olan âyan ve ulema tarafından varı menzilde karşılandı. İzmit’ten kadırga­ ya binen padişah 10 haziran 1639 (8 safeı 1049) günü akşam üstü Sinanpaşa köşküne indi. Padişah hasta olup elleri ve a37aklan ağrı içinde idi. Mühim bir seferden döndüğü ve halka görünmesi icap ettiği halde ancak iki gün sonra Bahçe-kapısmdan büyük bir alayla şeh­ re dahil oldu. Sultan Murad’ın Üskü­ dar'dan hareketinden Sinanpaşa köşkü­ ne inişine kadar 1 sene 1 ay 2 günlük zaman geçmiş bulunuyordu. Osm aıılı - İran sulhü Sultan Murad Bağdad’dan ayrıldığı zaman Veziriâzam Kemankeş Kara Mus­ tafa Paşa ordu ile Bağdad'da kalmıştı. Veziriâzam burda iken şahın mektubu ile bir İran elçisi Bağdad’a gelmiş ol­ duğundan, Veziriâzam da Hamza Paşa zâde'yi onunla birlikte şaha gönderdi. Şubatın 18 inde Bağdad kalesinin tam i­ ri bitmiş ve burada beklemeyi icap et­ tiren mühim bir şey kalmamış gibiydi. Fakat ortada sullıün aktini m üm kün kı­ lacak bir hava mevcut olduğu, Sultan Murad’m Maksud Han'a verdiği mek­ tupla bu yolda temaslar da başlamış bulunduğu cihetle, Sadnâzamın Bağ- 1947
I f M V I I dad'da ordu ile kalması sulhün temini ile ilgiliydi. Sadnâzam Martın ikinci haftası içinde Dertenk’e gitmek niyetiyle ordu­ nun büyük kısmı ile Bağdad'dan hare­ ket etti. O aralık Divala suyu feyezan halinde olduğundan konakların birinde yirmi gün bekledi. Bağdad’ııı üç yüz k i­ lometre kadar kuzey doğusunda Divala’ınn sol sahilinde Şehriban civarında bu­ lunduğu sırada 23 nisanda (19 zilhicce 1048) üç Iran memuru Safevi başku­ mandanı Rüstem Han'dan mektup ge­ tirdi. Sadnâzam. bir kaç gün sonra Şehriban'dan ilerde Diyala’m n sol kıyı­ sında Kızıl Rabat mevkiinde, Hamza Paşs-zâde ile beraber gelmiş olan şahın m irahum Muhammed Kuli namındaki elçiyi kabul etti. Sulh şartlarım konuş­ mak üzere gelmiş olan İran elçisi. ıSııltan Süleyman sınımamesinde Kars ya kızıl başa verilmeli veyahut tahrip olun­ malıdır diye yazılmıştır» diyerek Kars'ı talep edince sadnâzam bunu şiddetle reddetti. Ve elçiye: «ol ihtimal erar-l muhaldir; ama sen neye geldin? Dertenk anahtarını getirdin mi? Sulhe niyetliy­ seniz Dertenk'in anahtarı gelsin ve Rüs­ tem Han Bağdad sınırından kalks.n. E l­ hamdülillah bizim bir veçhile aczimiz yoktur. Er iseniz vaktmıza hazır olun». Sadrıfizamm bu sözlerinin arkasından Hüstem Han ve Şaha mektuplar yazıla­ rak, birincisinden üç, İkincisinden altı günde cevap istendi. Mektupların gitme­ sinden sonra sadnâzam harekete hazır­ lanınca, İran elçisi huzuruna çıkarak: «Elçimizin birini kılavuz edip Bağdad'ı aldmız. beni de kılavuz edip İsfahan'ı mı almak istersiniz? Sabır buyurun, ce­ vabımız gelmezse o zaman gidersiniz» dedi. Elçinin bu şekildeki konuşmasın­ dan sonra Sadnâzam Kara Mustafa Pa­ şa hareketini tehir ettiği gibi bir m üd­ det sonra Rüstem Han da Dertenk’ten geriye çekildi (4 mayıs). îranlılarla sul­ hün aktinin yakın olduğu görülüyordu. Buna rağmen sadnâzam, muhtemelen İran üzerinde manevî tazyik icra etmek gayesiyle, menzillerde fazlaca kalarak pek yavaş şekilde yine ilerlemekte de­ vam etti. Hankâh-ı küçük isimli menzil­ de Saru Han adlı bir İran büyük elçi­ sinin gelmekte olduğu öğrenildi. Bu ha­ I V L _ 1YI berin alınmasından dört gün sonra sad­ nâzam ordu ile beraber Kisr-t Şirin önüne geldi. Kasr-ı Şirin muahedesi 1623 ten beri devam eden Osmaıılı - Iran harbine nihayet veren sulh mua­ hedesi Kasr-ı Şirin önünde Zehâb ova­ sındaki Osmaıılı karargâhına gelen İran büyük elçisi Saru Han ile üç gün devam eden müzakereler sonunda 17 mayıs 1639 (14 muharrem 1049) da imzalandı. Muahedenin ehemmiyet ve hususiyeti, iki devlet arasında asırlar boyu devam edecek bir sınırın çizilmesindeydi. Sını­ rın çizilmesinde daha ziyade son harple­ rin tevlit ettiği durum esas almıyordu. Kars-ı Şirin muahedesine göre; Bağdad eyâleti kısmında: Hassan, Bedre, Mendelicin (Mendeli), Deme, Dertenk (Derteng) ve Sermenel’e kadar uzanan top­ raklar ve bu havalideki Caf aşiretinin Ziyaeddin ve Harunî kabileleri, Zencir kalesinin batısındaki köyler. Şehri zor yakınında Zâlim-Ali kalesinin yukarı­ sında olan dağların bu kaleye bakar, ta­ rafından Şehrizor’a çıkan gediğine ka­ dar yerler, Kızılca-kale ve tevabi'i Os­ manlIlarda kalacak. Bunlardan başka Ahıska. Kars, Van. Şehrizor. Bağdad ve Basra eyâletleri dahilindeki köy, nahi­ ye. saha, dağ vesaire Osmanlılara ait nlup buralara şah tarafından müdahale ve taarruz edilmiyecek. Mendelicin'den Dertenk’e kadar uzanan nahiyeler ve Bire, Zerdüvi (Zümrüd ma’va) ve Zencir-kale'sinin doğu tarafındaki karye ve kaleler ile Mihriban ve tevabi’i İranlIla­ ra ait olup bunların sınırları dahilinde­ ki yerlere Osmanlılar müdahalede bulunmıyacak. Zencir-kalesi ile Van serl-.addindeki Katur, Makû ve Kars tara­ fında Magazberd kaleleri iki tarafça yık­ tırılacak. Muahedenin imzalanmasının ferdası günü elçinin maiyetindeki bir şahıs ta­ rafından tasdik için şaha götürüldü. Bir kaç gün zarfında bu adam vazifesini ya­ pıp döndüğünden, muahede metni bunu Sultan Murad’a tasdik ettirmek için İs­ tanbul’a gidecek olacak Iran elçisi Mu­ hammed Kuli Beye teslim edildi. 1948
KABARTAY VTMERETHf -T \C< °"G */ ^ ^ kÂrTHLİN. « â i**»'* ^ Ktfl* v , A oııKt«- S 7u 4 v*,v^5>r** O-VVAII p- V * 0 TSwaiv THUJC1.C o j o Tftû &ıfiki k4(unJü*îi sviBI’RT İÎEBİM f' İJjitTA AHAPKİ* ÖBM- o \ Z c C«»C ' . P - V . . . •■ O SAkt şıRVA*« C IS C * X o 0 ^ ıiüW* ® *v____ V liakl” BolZ1t>\ \ EBRAN 1 o \"llcıv.v o v r V dİTaOI* i;I '»««O OHDL'B^S, / \n _ I ^ A ü l l c t v '» - S ? i • K on*^ J r o • C% ^OoBv\s Krr-,< v„, O lı«« O ’ÜPH lio» o Mt>t\o mm», i * V 11vuV ^fl»*na i 0*7 A O/ HOSLI* Dt> o\ !,\ RaC' Í I 2PE M4*Dİ\ zev£A\ flEVASOfî- s^LTOilr£ Miskti 5C1-E1MAK1YÉ: KERKCk. IR A M A C EM DİJİAVEH h EMEDaS ' 0\ ’UEnD£lI LURÍSTAN » v . MUHTELİF t a r ih l e r d e M U VAKKATEN OSM AN LI DEVLETİ -NBCEK H A K İM İY E T İN E G l. REN İR AN HUDU D U BÖ LG ELERİ BASRA — KASR-J Ş İR İN Î1 C 3 9 3 A N . L A M A S IN A GÖ RE O S M A N LI -İR A N HUDU D U Onyedinci a s ır o r ta la r ın d a a-.iPi.JLKÖRFEZ! Osmanlı - İran 1949 h a r e k e tle r in e ait harita
Veziriazamın İstanbul'a dönüşü Bu işler olup bittikten soııra Sadrı âzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa av­ det için harekete geçti. Musul üzerinden Diyarbekir’e geldiği zaman burada bir müddet kaldı. Bu arada Asya tarafında­ ki valilerle Rumeli beylerbeyine evâ- Topkapı Sarayı'nda Bağdat! köşkii letlerine gitmeleri için izin verdi. Bilahara kendisi de yola koyulup o ocak 1640 da Üsküdar’a vasıl oldu. Vezirler, ule­ ma ve devlet erkânı tarafından hararet­ le karşılandı. Ayni gün padişah tarafın­ dan kabul olundu. Veziriâzam bu ara­ da sancağı şerifi padişaha teslim etti. Muahededen memnun olan Sultan Murad, ona: « Lala hoş geldin, ekmeğim sana helâl olsun» D ö rd ü n c ü Diye iltifatını bildirdikten başka sa­ nım hil'at vermek suretiyle de taltif ey­ ledi. Sultan MuracTın ölüm ü Nikris hastalığına müptelâ olan Sul­ tan Murad’ın rahatsızlığı Bağdad sefe­ rinden döndükten sonra daha da arttı. Hastalığı evvelâ Revan seferinde mey­ dana çıkmıştı. Bağdad seferi dönüşünde Diyarbekir’de 71 gün kalmasının sebep­ leri arasında hastalığının da rolü bulun­ malıydı. İstanbul’a vasıl olduğu zaman da hasta idi. Sonra biraz düzeldi. Kasım ayı içinde sıhhatli bir şekilde Beykoz taraflarına ava çıktıysa da buradan has­ ta döndü ve bir aralık epeyce ağırlaş­ tı. Bu arada yakınlarının tavsiyesi ile. ifrat derecede kullandığı içkiye tövbe ederek şarap kadehlerini kırdı. İçki içmemesinin tesiriyle olmalı ki Ramazan Bayramında (Ocak ayı sonlan) biraz iyileşir gibi oldu. Hattâ tahtına oturup bayram tebriklerini kabul etti. Hastalı­ ğı sırasında bile zihni m ühim şeylerle meşgul olmakta, ilerisi için bazı plânlar hazırlamaktaydı. Osmanlı tarihlerinin umumiyetle belirttiklerine göre, Venedik’e karşı karadan ve denizden büyük bir sefer tasarlıyan Sultan Murad do­ nanma için yeni gemiler inşasını em­ retmişti. Sevdiği mutemed adamı olan Silâhdar Mustafa Paşa’yı kaptan-ı der­ ya yapmış, ondan bu husustaki hazır- (1623-1640) z a m a n ın d a k i h ü k ü m d a r la r M u ra d (İlâve: 123) A vusturya : İk in ci F e rd in a n d 1637, ü c u n c ü Ferdinand 1637 __ _> __ İspanya L ehistan : U cüncü Zigism und (Vasal _ > __ 1632, Yedinci Vladislas 1632 __ İsveç Güstav K ristin 1632 _____ Fransa İngiltere A d olf —» _ R usya — _____ __ 1640. M ih a il R om anov _ > _____ P apalar : Sekizinci Ü rben 1623 ______ >. 1632. İran : Şah Aboas Safi 1 6 2 S __ _ : Onücüncü I.ul _» __ : B irinci Ja k : D ö rd ü n c ü F ilip P ortekiz : Ü çüncü F iiip 1625, Özbek H a n lı£ ı d ır Mehmet! _* __ B irin c i Ş arl 1625 __ _> . 1950 __ tm a m , 1628, Şah K u lu Baha,
lıklaıa dair sık sık izahat almaktaydı. Ramazan Bayramında tebrik merasi­ minden sonra Sinanpaşa köşküne inerek bazı kimselerin hünerlerini seyretti ve biraz neşelendi. Oradan Atmeydanı'ndaki saraya giderek oturup dinlendi. A k­ şamleyin tertip edilen ziyafette Silâhdar Paşa’nın ve daha bazı kimselerin teklifi üzerine yeminini bozup yine içki içti. Ertesi gün hastalandı ve bu defa yatak­ tan kalkamadı. Hoca-i Sultanî Şarnî Yusuf Efendi’nin nakline göre arasıra şuurunu kaybediyordu. Nihayet 8 şubatı 9 şubata bağlayan gece (16 şevval 1049) yatsından sonra şehzade Kasım’ı boğdur­ duğu odada vefat etti. Öldüğü zaman 28 yaşındaydı. Onun bu kadar genç yaşta hayata veda etme­ sine tesir eden âmiller arasında içkiye düşkünlüğünün hayli rolü olduğu anla­ şılıyor. H ükümdarlığı sırasında hayli cana kıymış olmakla beraber ölümü derin bir teessür uyandırdı. Osmanlı tarihlerinin tafsilâtlı şekilde anlattıklarına göre, sa­ ray ve devlet erkânı arasında hıçkırarak ağlıyan bir hayli insan vardı. Ertesi gün yapılan cenaze merasiminde padişahın seferlerde bindiği 3 at tersine eğerlen- miş olduğu Ha’de tabutunun biraz ileririsinde götürülmekteydi. Osmanlı devle­ tini uçurumun kenarından kurtaran bu dikkate değer hükümdar babası Birinci Ahmed'in türbesine defnedildi. Dördüncü Murad saltanatının ilk devresinde dahili gaileler sonra da se­ ferlerle meşgul olduğundan zamanında büyük inşaat ve imar görülmez. Fakat ufakta olsa bu hususta yine bir hayli faaliyet vardır. Örnek olarak, İstanbul boğazını Kazak hucum lanna karşı ko­ ruyabilmek için Anadolu ve Rumeli Ka­ vaklarına yaptırdığı kalelerle, yangın­ lardan bir kısmı harab olan İstanbul'un imarına olan gayretlerini gösterebiliriz. Ayrıca Üsküdar ve İstavroz saraylarına ilâvelerde bulunmuş Kandillide, bugün mevcud olmıyan. bir saray inşa ettirmiş­ tir. Topkapı Sarayında, Mimar Haşan Ağaya (Ahmed Refik S: 71) yaptırdı­ ğı kasırlar (Naimâ: C. 3, S. 398) zama­ nımıza intikal eden onyedinci asrın en zarif ve en ince eserleridir. Padişah’m İran’a olan seferlerine nispetle birine Revan (buna Sarık odası da denir) diğe­ rine de Bağdad köşkü denmektedir. 1951
Sultan İbrahim 'in tuğrası SULTAN İBRAHİ Sultan İbrahim'in cülusu __ ıı.eır.aııkeş Kara Musıala Paşanın haz; icraatı, mali \e idari ted. birleri — Glrit'ln fethi seferinin açılması, Hanya'nın alınması __ Padişahın uyeunsuz hare. ketleri, Anadolu ■s İstanbul'da ayaklanmalar __ Padişahın hal'l. «»TAN' İBRAHİM Sultan Dördüncü «— Siz bana mekr Mursd ruhunu tes­ -ü-âl edersiniz; ba­ Babası : B irinci Ahmed lim edince, saray na taht-ı saltanat Annesi : Kösem S ultan (M ahpeyker) hizmetlileri derhal gerekmez, karında­ D o ğduğu tarih : 4 kasım 1615 Sadrazam Keman­ şım sağ olsun! Ben­ Padişah o ld u ğu tarih : 9 şu bat 1640 keş Kara Mustafa den ne istersiniz?». Paşa’yı harem kıs­ Dedi ve odasından T ahttan in d ir ild iğ i tarih : 8 ağustos 1648 mına davetle vazi­ çıkmadı. Bunun üÖ ldürülm e si : 18 ağustos I64S yetten haberdar et­ zerine, valide sultan Bilinen zevceleri : H atice T urh an, Salitiler. Sadrazam ise, gelerek ağabeysinin ha D iiâşub . H atice Muazzez. H ilm açah tahtın hayattaki tek ölümünü bildirip (Telli H aseki). vârisi olan Şehza­ dairesinden çıkma­ Ç ocukları : Mehmed (P adişah oim - stur), de İbrahim’e kapısını tekrarladı. İb­ A hm ed (P adişah olm u ştu r), C m raü GUI. ağasını gönderdi. siim. Beyhan, Atike (Sarı K enan Faşa, rahim yine inanma­ sonra M üfettiş İsm ail Pasa zevcesi). Or. Şehzadeler dairesine yınca kendisine bu han Bayezid, Gevherhan (Çavus-zâde giren kapı-ağası: hususta yeminler eMehmed Pasa /.e. cesi; Cihangir, Seiim, ■ s— Şehzadem, m ü­ dip, Sultan Murad’Ayşe (Ib şir Pasa zevcesi), M urad. barek başınız sağ ın cenazesini gö­ olsun, biraderiniz züyle görüp de şüp­ Sultan Murad dar-ı heden kurtulması iV eziriazam ları : K em ankeş K ara M usta­ bekaya gitti; taht-ı fa Paça _t __ 31 ocak 164i, idam . Sulçin koltuklarına gi­ tan-zâdc (Clvan-kapıcıbaşı) M ehm ed P a­ saltanat sizindir, bu­ rip dairesinden çı­ sa 31 ocak 1644 __ 17 a ra lık 1645, azil. yurun». Salih P aşa 17 a ra lık 1645 __ 16 eylül kardılar. Buna rağ­ 1647, idam . K ara M usa Pasa 10 eylül 1647 Deyince, kardeş­ men korkudan bir __ 21 eylül, azil (tayin ve azil gıyabında leri Bayezid, S ü ­ cereyan etm iştir). H ezarpâre A hm ed P a­ türlü kurtulamıyan sa 21 eylül 1647 _ 7 ağustos 1648, İdam. leyman ve sonra da İbrahim, padişah da­ S olu M ehm ed P aşa 7 ağustos 1648 _____ >. Kasım’m birer hile iresine selâm vereile dairelerinden a--------------i'ek girdi. O sırada lmıp öldürülmeleri dolayısiyle kapı-ağaoda kapısının önünde duran sadrazamı sının sözüne inaıımayıp: gösterip, kendisine tanıtımca sadrazam 1952
yer öpüp tazimlerini bildirdiği linlrîe irilmesini isteyince etrafındakiler müte­ şin içinde bir şiiphc olacağı endişesin­ reddit bir durum almış, burum üzerine den sıyrılamadı. Bunun üzerine Sultan ikinci bir cellât daha yollamıştır. Va­ Murad'm cenazesinin yüzünü açıp gös­ lide Sultan bu ikinci cellâdı tevkif et­ terdiler. Sulta» İbrahim buradan taht o"tirmek suretiyle İbrahim’in ölümüne dasına doğru yürürken geriye döndü, mâni olmuş, oradan Sultan Murad’m ya­ cesedin yüzünü bir daha açtırıp baktı. nma dönünce de idam emri veren h ü ­ Artık Sultan Murad'm ölümüne tam kümdar can çekişmeye bağlayıp biraz sonra ölmüştür. kani olmuştu ve endişesizce taht odası­ na yürüdü. Kendi­ İbrahim'in kurtu­ sini ecdadının tah­ luşunu bu şekilde tına oturttuklarında, anlatan Du Loir, bu makama lâyık Sultan Murad'm kardeşi thrahim'i gördüğü için Allaha öldürmek isterken, hamd-u senadan tek varisin ortadan sonra biat merasi­ kalkması karşısında minin yarın yapı­ Osmanlı tahtının lacağım bildirdi. Kırım hanedanı eli­ Sultan İbrahim, ne geçmesini dahi senelsree ölüm kor­ göze almış olduğu kusu içinde yaşa­ nu, İbrahim’i idam­ dığı. bilhassa kar­ dan asıl maksadı­ deşleri Bayezid ile nın, taktı. sevgili Süleyman’ın boğul­ musahibi Silâhdar malarından beri heıMustafa Paşa’ya bı­ ari Ölüme intizar et­ rakmak olduğunu tiğinden âsâbı bo­ kaydeder. zulmuştu. Sultan Osmanlı tarihle­ Murad’ın erkek ço­ rinin bahsetmedik­ tukları dünyaya gel­ leri bu noktaların, mişse de küçük yaş­ Du Loir’m kulağı­ ta ölmüşlerdi. Şeh­ na çalınmış bir de­ zade Kasım’ın da Sultaıı İbrahim dikodu mahiyetini boğulmasından son­ (Avrupalı bir ressamındır. Asiı aşmaması icap eder. ra Osmanlı tahtı­ Topkapı saıavı müzesindedir) Osmanlı tahtının nın tek varisi ola­ geleceği hakkında Sultan Murad şayet rak, Sultan Ahmed'in oğullarının en ağzından bir şey kaçırmışsa, bu hasta­ küçüğü olan İbrahim kalmıştı. Buna lığın verdiği şuursuzluğun eseri olabilir. rağmen Sultan Mu ra d, İbrahim'i de Öl­ Zaten haca-i sultanı Şami Yusuf Efendürmek işlemişti. O sırada İstanbul'da di’nin bildirdiğine göre: Sultan Murad’bulunan Fransız müellifi Du Loir’ın ın hastalığının son günlerinde şuuru ge­ ftVoyages* isimli eserinde (sayfa 116lip gitmiştir. Osmanlı tarihleri. Sultan 118) bildirdiğine sere: Sultan Murad Murad’m erkek çocuklarının en son öldüğü gün Şeyhülislâm Yahya Efendim­ hangi tarihte ölmüş olduğuna, kendi oğ­ den zorla bir fetva alarak İbrahim’i öl­ lunun ölümünden sonra İbrahim’i orta­ dürmek istemiş, Murad’ııı emrini yerine dan kaldırmak üzere teşebbüste bulu­ getirmek üzere faaliyete geçen cellât, nup bulunmadığına dair bir şey yazmaz­ şehzadenin boynuna kemendi geçirmek lar. Binaenaleyh, Sultan Murad, ne ka­ üzereyken valide Kösem Sulta» yetiş­ dar gaddar ruhlu olsa da. memleketin miş, padişahın ölüm halinde olduğunu nefine büyük gayretler sarfeden bu abildirip ccllâda bir takım valilerde de damın. İbrahim’in tahtın yegâne varisi bulunmak suretiyle İbrahim’i Ölümden olduğunu bilerek, kendisi hasta yatağın­ kurtarmıştır. Sultan Murad’a hükmün da iken hanedanın sönmesine yol açacak infaz edildiğine dair yalan söylenmiş, bir emir vermiş olması ihtimali — şa­ fakat padişah cesedin kendisine göste­ 1953
yet hastalığın tevlit ettiği bir şuursuz­ luk eseri değilse — mantıkî görünme­ mektedir. Sultan İbrahim'in cülus ve biat me­ rasimi 9 şubat (16 şevval) sabahleyin icra edildi. Sultan İbrahim başına siyah bir şemle sanıımış olduğu halde tahta çıKıp oturdu. Vezirler, ulema ve sair erkân her biri ayrı ayrı biat ettikten sonra, hazırladıkları şemleleıi çıkarıp (Naimâ C: 3, S: 453) imameleri üzerine siyah bağladılar Biat merasiminden sunra hünkâr imamı Yusuf Efendi tarafından Sultan Murad'm gasl ve teçhiz ve tekfini ya­ pıldı. Cenaze namazında yeni hükümdar da hazır bulundu. Cenaze namazı şeyhül­ islâm tarafından kıldırıldı. Cenazenin defninden sonra matem kıyafeti çıkarı­ lıp divan aktedildi ve askerlere in'am ve terakkiler (Solak-zâde Tarihi S: 707). verildi. SULTAN İBRAHİM'İN SALTANATININ KEMANKEŞ KARA MUSTAFA PAŞANIN SADARETİ ZAMANINA E ASTLI YAN KISMI Sultan İbrahim'in sekiz buçuk sene süren saltanatım, işlerin oldukça düzgün gittiği ilk yıllar ile bilahara düzensizlik, ihmal, israf ve hattâ isyanların göze çarptığı ikinci kısım halinde iki bölüm­ de mütalea etmek yerinde olur. Dört seneye yaklaşan birinci kısımda işlerin düzgün gitmesine âmil olan şahsiyetin, Sadrıâzam Kemankeş Kara Mustafa Pa­ şa olduğu görülür. Bu devrede Sultan İbrahim daha ziyade ikinci plânda kal­ mış ve hükümdarın şahsiyetinin zayıflı­ ğı pek belli olmamıştır. Fakat Kemankeş Kava Mustafa Paşa’mn İdamından son­ ra devlet idaresindeki nispi huzur ve sükûn, istikrarlı vaziyet bozulmuştur. Silâhdar Mustafa Paşa’mn İstanbul’dan uzaklaştırılması Dördüncü Murad’m ölümüne en çok üzülüp ağlıyan iki kişi vardı. Bunlar­ dan biri münafıklığı ile nazan dikkati celbeden Silâhdar Mustafa Paşa, diğeri de aslında iyi bir adam olan Deli Yusuf Paşa idi. Her ikisi de Sultan Murad’m musaîıiblerindendi. Eski sadrazamlar­ dan Tabanı-Yassı Meiımed Paşa’nm i­ S u lta n İb r a h im ’e, D ö rd ü n cü M ıtvad’ın cesedinin gösterilm esi ( R ica u t daıı) 1954
dam edilmesinde birinci derecede rol oynayan Silâhdar Mustafa Paşa, padişah nezdindeki itibarına güvenerek Sadnâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’ya hükmetmek istemiş, Kemankeş de onun duaırnunu hesaba katıp idareii şekilde hareket etmişti, betice itibariyle Sııltatı Murad zamanında Kemankeş ile Silâhdar'ın arası iyice açıktı. Sultan Mu­ rad’m ölümü ile Silâhdar'ı himaye eden büyük kudret ortadan kalkınca, Ke­ mankeş Mustafa Paşa ilk iş olarak bu münafık ruhlu adamı İstanbul’dan u/aklaştırmak istedi. Bunun için, cülustan bir kaç gün sonra Kaptaıı-ı derya Silâh­ dar Mustafa P-i^ı'ya Budin eyâleti ve­ rildi. İstanbul'da;, çıktıktan sonra kıy­ metli malları ’ladine namına müsadere olundu. Üzerıı-u.en bir ay geçmeden Budin eyâleti Musa Paşa’ya verilip Musta­ fa Paşa Taınşvn'a nakledildi. Silâhdar Mustafa Paşa Bu 1in valiliğiyle İstanbul’­ dan uzaklaşırken. ondan açılan Kaptan-ı deryalığa Deli Hüseyin Paşa ge­ tirildi. Fakat Hüseyin Paşa’nın Kap­ tan -ı deryalığı da pek uzun sürmedi. Kendisi 1640 yazında Karadenize çıkıp 30 Kazak şaykası yakala yıp, tutulan ka­ zaklarla birlikle İstanbul’a gönderdiği zaman Özi valiliğine tayin edildiğinden, İstaııbula’ dönmeden doğruca yeni vazi­ fesi başına gitti. Silâhdar Mustafa Paşa’ya böyle bir darbe indirilmesinden sonra Kemankeş Kara Mustafa Paşa daha serbestçe çalış­ maya koyuldu ve devlet işlerinde tam mânasiyle nâzım vaziyete geçti. Böylece, Naimâ (C: 4, S: 457) nm tabiriyle: «sadr-ı devlette istiklâl üzre karar edüp Sultan Murad Han’ın velatım hissettir­ medi». Sultan İbrahim’in cülusundan üç ay kadar sonra Galata’da deniz kıyısında büyük bir yangııı çıktı. Bunun söndürülmesine uğraşılırken, yangın mahalli­ ne gelmiş olan veziriâzamm yüzü, bir geminin barut mahzeninin ateş alması neticesinde çıkan alevlerden yandı. Bu sebeple üç ay müddetle divan toplantı­ larına katılamadı. Veziriazaıı.uı m alî ve İdarî tedbirleri Sultan İbrahim’in saltanatının ilk yıllan içinde yeni akçe kesildi. Yeni ak­ çenin kesilmesinden önce bir kuruşun karşılığı 125 akçe, bir altununki (duka) 250 akçe idi. Yeııi sikkelerdeki gümüş miktarı arttırıldığından tedavül değeri de değiştirilmiş oluyordu. Böylece kuru­ şun kıymeti 125 akçe iken 80 akçeye, altununki 250 iken 160 akçeye, Mısır parasmmki 2 akçeye indirildi. Sadı'ıâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa bu ame­ liye ile devlet mâliyesini de tevazün et­ tirdi. Osmanlı padişahları arasında hatt-ı hümâyunlarının çokluğu, bilhassa basit şeylere dair bir sürü hatt-ı hümâyunu­ nun mevcudiyetiyle nazarı dikkati cel­ beden Sulian İbrahim para işiyle de il­ gilenmiş ve buna dair de hatt-ı hümâ­ yun yazmıştır. Nitekim (İslâm Ansiklo­ pedisi C: 6, S: 880) bu hususta bir hat­ tında: «padişahlara bir hutbe, bir sikke lâzımdır ya, bizim dâhi sikkemin kesil­ miyor; bu babda ne dersin?.. Akçe ke­ silsin münasip değil midir?» dediği gö­ rülmektedir. Naimâ, yeni akçe kesilme­ sine ait bu mali ameliyeyi hicri 1050 (Milâdi: 23 nisan 1640-14 mart 1641} yılı vukuatı arasında göstermektedir. Bu sırada Sultan İbrahim İstanbul’­ un iaşe işlerine karşı alâka gösteriyor ve bu hususta: sScn ki veziriazamsın. İstanbul’da gerçekten kıtlık vardır deyu söyieııür. İstanbul efendisine muhkem tenbih ile narh ahvaline ziyade takayyüt etsün, gezsün, dolaşsun; yoksam kendüsü bilür ve göreyim seni, ahval-i âlem ile cân başınla çalış» diye hatt-ı hümâ­ yun gönderiyor, ayrıca halk üzerinde iyi tesir bırakmak arzusunda olduğunu da: «şöyle ortalığı idelim ki, hayır duâya mazhar düşelim, âdil padişaha eyü ve­ zire düştük deyii...* cümleleriyle ifade ediyo rdu. Gerek yen: para kestirilmesinde ve mâliyenin tevazün ettirilmesinde, gerek­ se sair idari tedbir ve icraatta tabii esas rol Veziri âzam Kemankeş Kara Musta­ fa Paşa’da idi. Kemankeş’in sadrıâzamIığı sırasında padişah geri tarafta bir gölge durumunda kalmaktaydı. Kemankeş Kara Mustafa Paşa ver­ gilerin âdil esaslar üzerine tevzi edil­ mesini temin gayesiyle bütün eyâletler­ de yeni tahrirler yaptırdı. Arazi tahriri epey zamandan beri yapılmamış oldu-
Emirgâne-oğlıı’nım idamı S u lta n İ b r a h im ’in el y a zısın ı gösteren b ir m e k tu b u ğundan, Veziriazamın bu icraatı malî işlerin düzenle yürütülmesind» büyük faydalar sağlamaktaydı. Bunlardan baş­ ka tersane işlerini de yoluna koydu. Bu sayede de her sene muayyen sayıda ka­ dırganın donatılması düzgün şekilde yü­ rütülmüş oluyordu. Veziriazamın İrarılılara karşı siyaseti İranlIlarla Kasr-ı Şirin muahedesi­ ni aktetmiş olan Veziriâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa, bu devletle sulhün devam ettirilmesine taraftardı. Cülüs tebriki için Şah tarafından elçilikle İs­ tanbul’a gönderilen Mukan hâkimi İb­ rahim Han. Osmanlı devlet merkezinde hüsnü kabul gördü. 16 haziran 1641 (7 rebiülevvel 1051) de İstanbul'a vasıl olan İbrahim Han iyi cins atlar, nakışlı ibrişim kaliça ve daha bazı hediyeler getirmişti. Bir ay sonra padişah tara­ fından kabul edildi. Iran elçisiyle Kasr-ı Şirin muahedesi hükümleri tekit ve teyid edildi. İbrahim Han dönerken, Bağdad fethinde esir edilip İstanbul'a ge­ tirilerek Yedikule’de hapsedilmiş olan Iranlılar, serbest bırakıldı ve elçi ile birlikte gitmelerine müsaade olundu. İranlIların Revan valisi iken Sultan Murad'ın Revan'ı zaptı sırasında teslim oiaıı Emirgûne-oğlu'na Yusuf Paşa adı verilmekle beraber yine eski adı ile anılmaktaydı. Sultan Murad devri hâdi seleri kısmında belirtildiği üzere, padi­ şaha hulul eden bu adam, sefih ve ah­ lâksız bir kimseydi. Sultan Murad'ın. sefahati devam hattâ artırmasına âmil olan Emirgûne-oğlu, Iran elçisinin İs­ tanbul'da bulunduğu sırada idam olun­ du. Solak-zâde tarihindeki (sayfa: 767) kayda göre; Emirgûne-oğlu. elçiye giz­ liden haber gönderip, İran’a gitmesine müsaade istenmesi için tavassutunu riıra etmiş, İbrahim Han da vezinazami. ri­ cada bulunmuştur. Veziriâzam bu h u ­ susta şahsen karar vermek istemediğin­ den vaziyeti Sultan İbrahim’e anlatmış, o da »bizim nimetimizin kadrini bilmez­ lere cezasını vermek gerekir, vucud-u nâpakini ortadan kaldırasım» diye emir vermiştir. Buna mukabil Kâtib Çelebi ve Naimâ, bu ^meseleye eserlerinde çok küçük çerçevede yer vererek «vücudu lâzım olmamağla izale olundu. Katli Acem elçisinin desisesine hamlolımdu> deyip geçerler. Emirgüııe-oğlu idam edilince. K â ­ ğıthane’deki köşkünü padişah aldı, Bo­ ğaziçi’ndeki bahçe ve köşkü de Sadrıâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa'ya verildi. A zak kalesinin istibdadı 1637 senesinden beri Azak kalesi Kazakların elinde bulunmaktaydı. Bu mühim kalenin istirdadını gözeten vezi­ riâzam. Deli Hüseyin Paşanın yerine Kaptan-ı deryalığa getirilen Siyavuş Paşa'yı bu işe memur etti. Siyavuş Paşa 1641 nisanında Karadeniz’e açılırken Özi valisi Deli Hüseyin Paşa, Kırım Han’ı Bahadır Giray. Kefe valisi Yusuf Paşa­ ya da, istirdadı beraberce sağlamaları hususunda emirler gönderildi. Tatar askeri ile birlikte Azak kalesi kuşatıldığı zaman, şehrin beş bin kişi ile müdafaa edildiği öğrenildi. Müdafilerin sıkı şekilde müdafaada bulunmaları; Osmanlı kumandanlarının da yanlış tah- 1956
miııleri yüzünden, oııbir gün zarfında barut bitti. İstanbul’dan yeni parti ba­ rut gelinceye kadar epeyce zurnan geçti­ ğinden muhasara kaldırıldı. Barut teminindeki idaresizlik yü­ zünden Azak kalesi istirdat edilemevince. donanma işlerinden pek anlamadığı da meydana çıkmış olan Siyavuş Paşa'yı Kaptan-ı deryalıktan azleden Veziri­ azam, bu makama yetıi bir tayin yapım yarak donanma mühimmatı teminini bizzat kendisi deruhteye başladı. Kazakların. Azak kalesini uzun m üd­ det muhafaza edemiyecekleri belliydi. Onun için bunlar. Rus çarından kuvvet gönderilmesini rica ettiler. Bunun üze­ rine Rus Ç a n «yurt mümessilleri mecli­ si» ni 1642 ocak ayı içinde toplantıya çağırdı. Mümessillerden çoğu, Azak ka­ lesinin Kazaklardan teslim alınıp Türklere karşı müdafaa edilmesi fikrini ile­ ri sürdülerse de (Akdes Nimet Kurat. Rusya tarihi S: 218); Rus hükümeti bu fikri tahakkuk ettirme cesareti göste­ remedi. Onun için Kazaklara 30 nisan 1642 tarihli bir yazı göndererek kaleyi tahliye etmelerini bildirdiler. Moskova ve Azak tarafından bu ko­ nuşmalar cereyan ederken, Osm anlı h ü ­ kümeti de kalenin mutlaka istirdadını arzuladığından, muhasarayı tazeliyecek kuvvetlerin serdarlığına Sultan-zâde Mehmed Paşa tayin edilmiş bulunu­ yordu. Mehmed Paşa Kefe hududunu yeni geçtiği sırada. Kazakların Azak kalesini tahliye ettikleri, çekilirken ka­ leyi esaslı şekilde tahrip etmiş oldukları öğrenildi. Osmanlı ordusu Azak’a gitti­ ği zaman kaleyi boş buldu. Tabii tahrip edilen kısımlar tamir olunup içerisine kuvvet yerleştirildi. S u lta n İb r a h im (K a p ıd a ğ lı serisinden) Sultan Silâhdar Paşa ile evlendirilirse sabık musahibin İstanbul'a gelmesi kolaylaşırdı. Valide Sultan onu damad yapmak üzere uğraşırken, veziriâzam. Silâhdar’:» bir suistimalini meydana çı­ kardı. Silâhdar Mustafa Paşa y ıllık sek­ sen bin kuruş tutan Kıbrıs saliyanesini üç dürt seneden beri zimmetine geçir­ mişti. Bu suçu sabit olunca katline fer­ man aldı. Kırk bostancı neferi ile Tamşvar’a giden Edirne bostancıbaşısı hük ­ mü orada infaz eyledi. Silâhdar Mustafa Paşa’nın katli Nasuh Paşa-zâde’nin itaatsizliği ve idam ı Sadnâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa, yeni hükümdarı ııüfuzu altına ala­ rak ifsad etmemesi için Silâhdar Musta­ fa Paşa'yı Tamşvar valiliğiyle merkez­ den uzaklaştırmıştı. Sultan Murad sağ­ lığında kızı Kaya Sultan’ı sevgili musa­ hibi Silâhdar Paşa’ya namzed kılmıştı. Bu defa Kaya Sultan’ın kethüdası Silâh­ dar Paşa’yı İstanbul’a getirtmek üzere faaliyete koyularak, bu hususta Valide Kösem Sultan ile işbirliği etti. Kaya Halep valisi olan Nasuh Paşa-zâde Hüseyin Paşa, Veziriazama karşı, ocaktan yetiştiği için çorbacı tâbirini kullanırdı. İstiskal gayesiyle sarfedilen bu söz Ke­ mankeş Mustafa Paşa’m n kulağına gi­ dince Nasuh Paşa-zâde'ye gücenmişti. Vezir rütbesindeki serhad valilerine, mühim ahvalde çabuk iş görebilmeleri için eskidenberi padişah, adına tuğra çek­ mek selâhiyeti tanınmıştı. Fakat bilaha­ re vezir adedi çoğalmış ve bazı ehliyet­ 1957
siz kimseler de vezir olmuştu. İşte bu duıum u gözö:-:üne getiren Veziriâzamın tavsiyesi neticesinde, bundan böyle serliad valileri tuğra çekmekten men olun­ muştu. O sırada Erzurum valisi olan Nasuh Paşa-oğlu Hüseyin Paşa emri geti­ ren şahsa : *— Ben vezir oğlu vezirim. Tuğra­ yı bana Sultan Murad merhum gibi bir gazi sahibkıraıı ısmarladı. Senin paşan Arnavut diyarından gelip, ol makama nail ola da bana tuğrakeşliği çok göre! Bunun sebebi nedir? Bu emr-i şeriften padişahın haberi yoktur. Men etme ken­ di canibiııdeııdirs. Diyerek gelen fermanı dinlemedi. Xasuh Paşa-zâde’nin. bu sözlerinden pa­ dişahın şahsiyetinin zayıflığından istifa­ de ederek veziriazamı dinlemeyip tegallüb yoluna sapacağı anlaşılıyordu. Bu­ nun üzerine. Nasuh Paşa-zâde’ııin Abaza Paşa gibi kaleye kapanıp isyan edebileceğiııi düşünen veziriâzam, ken­ disini önce Halep valiliğine tâyin edip arkasından da azletti. Nasuh Paşa-zâde’nin taraftar toplayabildiğini sezen sadrıâzam. dâvanın büyümeden halledile­ bilmesi için bir taraftan Nasuh Paşazâde’ye Sivas valiliği emrini gönderir­ ken, öte taraftan Sivas valisi Kör-Hazinedar İbrahim Paşa’va da, Nasuh Paşazâde'nin Sivas’a tâyininin sureta oldu­ ğunu bu bakımdan biçimine getirip hakkından gelmesini bildirdi. Nasuh Paşa-zâde etrafına bir hayli sanca ve sekban toplıyarak Sivas'a iler­ lemekteyken, Kör-Hazinedar İbrahim Paşa da Sivas askeri ile ona karşı çık­ tı. Kayseri civarında cereyan eden sa­ vaşta Kör-Hazinedar vurulup öldüğü gibi, Sivas askeri de mağlûp olup da­ ğıldı. Hüseyin Paşa bundan sonra Sivas’a gitmedi, veziriâzamın aleyhdarlanndan aldığı mektuplardan da cesaretlenerek İstanbul'a doğru yürüdü. Bu sırada, Na­ suh Paşa-zâde’mu «sadrâzam ile şer’ı davam vardırs diyerek kalabalık kuv­ vetlerle ilerlemekte olduğu İstanbul’da duyulunca halk heyecana kapıldı. Bu yüzden dükkânlarını kapayıp evlerine çekilen kimseler görüldü. Müfsit ve gay­ rı memnunlar faaliyete geçebilirdi. Onun için sadrazam bir taraftan İstanbul’da sıkı emniyet tedbirleri alırken, bir yan1958 daıı da Anadolu beylerbeyisi Çiftelerli Osman Paşayı. Nasuh Paşanın tenkili için serdar tayiıı etti. Osman Paşa, hem istemiyerek muharebe ettiği, hem de Na­ suh Paşa-zâde’ııin etrafındaki kuvvetler fazla olduğundan İzmit civarındaki çar­ pışmada mağlup oldu. Hüseyin Paşa İzmit’teki galibiyeti­ ni müteakip iki bin kişilik kuvvetle İs­ tanbul'a doğru yoluna devam etti. Bu sırada Sadrazam Kemankeş Kara Mus­ tafa Paşa, Temmuz ortalarında (1643). Üsküdar’a asker ve toplar geçirdi. Pa­ dişah da Üsküdar bahçesine gelip yer­ leşti. Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşanın müstakil hareketinden ve sıkı idaresinden memnun olmıyanlar Nasuh Paşa-zâde’ye mektup yazıp İstanbul'a davette devam ediyor, hükümet merke­ zine gelince sadrazamlığının muhakkak olduğunu bildiriyorlardı. Nasuh Paşazâde de büyük ümitlerle ilerliyor, hatta bir kaç gün sonra mühr-ü hümâyuna sahip olacağını maiyetindeki kimselere açıklamaktan bile geri kalmıyordu. H ü­ seyin Paşa işte bu hayalle Üsküdar ya­ kınına kadar sokularak Çamlıca eteğin­ de Bulgurlu havalisindeki Seyran-tepe’ye kondu. Kemankeş Kara Mustafa Pa­ şa tarafından kuvvet toplanmış olduğu­ nu görünce burada zora başvurmadı. Zâ­ ten böyle bir şeye ihtiyaç hissetmeden sadrazam olacağını zannetmekteydi. Hal­ buki, hadiselerin bilfiil içinde yaşıyan Kâtib Çelebi: «ol gün azim galebe ve heybetle görünüp, meselâ bir kaç atlısı Üsküdar’a hücum eylese, beru canibden perişanlık ve inhizam mukarrerdi» de­ mektedir. Padişahtan mühr-ü hümâyun bek­ leyen Nasuh Paşa-zâde, bunun yerine, itaat etmesine dair emir aldı. Bundan fevkalâde şaşkınlığa uğrıvan ve hayal­ leri birdenbire yıkılan Hüseyin Paşa, emri getiren darüssaade ağasına : «Pa­ dişahın emrine ramım. Muhalefetim yoktur. Şer" ile dâvâmı görmeğe geldim; fakat mümkün olmadı» dedi. Darüssaade ağası ile bu konuşması gece cereyan etmişti. Bir iki saat sonra bir kaç m u­ temet adamı ile kaçtı. Nasuh Paşa-zâde Hüseyin Paşa oradan Karadeniz kıyısına inip bir kayık­
la Rumeli yakasına geçti. Kırım hanının yanına gidip affına vasıta olmasını rica edecekti. Bu niyetle Edirne'ye kadar ilerledi. sonra Pravadi civarında bir çift­ liğe oğlunu bıraktı. Hüseyin Paşanın n i­ yeti öğrenilmişti. Onun için K ırım ’a var­ ması mümkün olmadı. Ruscuk’a girmek üzereyken kırk nefer bostancı ile gelen Edirne bostancıbaşısı tarafından yaka­ landı. Bostancı neferleri ile İstanbul’a sevkedilen Hüseyin Paşayı, Sadrazam Ke­ mankeş Kara Mustafa Paşa, Tc-pkapı dı­ şındaki bahçesinde karşısına alıp azar ve hakarette bulunduktan sonra katlet­ tirdi. Bırakıldığı çiftlikten İstanbul'a getirilen onaltı yaşında bir genç olan oğlu huzur-u hümâyûna getirilince nakib'üleşrafm şefaatiyle ölümden kurtul­ du. Hüseyin Paşanın kardeşlerinden biri idam, biri hapis, bir tanesi de nefyolundu. Xasuh Paşa-zâde'niıı taraftarların­ dan olan Safed sancağından mazul Züifikar Paşa, ondan aldığı mektuplar üze­ rine, askerle kendisine iltihak etmek üzere harekete geçmişli. Fakat daha yol­ da bulunduğu sırada Xasuh Paşa-zâde'nin başına gelenleri duymuş ve Konya tarafında kalmıştı. Zülfikar Paganın ni­ yetleri İstanbul’da öğrenilince Kıbrıs va­ liliğine tavm edilip arkasından idamı içiıı gizli emirler gönderildi. O sırada, batı Akdeniz’e kadar yaptığı karakol gezisinden Kıbrıs’a dönmüş bulunan Kaptan-ı derya Piyâle Paşa Zülfikar Pa­ şayı idam ile başını İstanbul’a gönder­ di. Sadrâzamın yeni m uarızlan Sadrıâzamlık davasında olan Kasuh Paşa-zâde Hüseyin Paşanın idamı ile Kemankeş Kara Mustafa Paşa mühim bir rakipten kurtulmuştu. Lâkin sadra­ zamın bundan sonra rakipsiz şekilde hu­ zur içinde çalışması m üm kün olmadı. Zira onun dürüst hareketinden menfaa­ ti zedelenenler aleyhinde bir cereyan yaratmaya çalışıyorlardı. Nitekim Nasuh Paşa-zâde'nin idamını bu yolda istis­ mara gayret edenler vardı. Nihayet bu dürüst veziriazamın kargısına iki mühim muarız dikildi ki. her ikisi de padişaha istinat ettiklerinden mağlûp edilmeleri havli müşküldü. Sadrazamın bu iki m u­ arızı «Cinci Hoca» nâmı ile maruf Safranbolu’Iu Hüseyin Efendi ile Silâhdar Yusuf Paşa idi. Hekimlerin, padişahın hastalığına çare bulmakta âciz kalma­ ları üzerine, dışarda şuna buna okuyup üfliyerek nefesinin tesirliliğile tanınmış olan Cinci Hoca bazı kimselerin tavsi­ yesi ile padişaha intisab etmişti. Padi­ şahın sıhhati üzerinde bazı müsbet tesir­ leri görüldüğünden, kuvvet kazanması da kolay ve sür’atli olmuştu. Silâhdar Yusuf Paşa da, hasta pa­ dişahın birdenbire bir silâhdara sahip ol­ ma arzusu göstermesi neticesinde, yer­ den bitercesine ortaya çıkmış bir kim ­ seydi. Sultan İbrahim bir gün: «birade­ rim Sultan Murad merhumun bir mak­ bul silâhdarı var imiş, benim niçin m ak­ bul ve mukarreb bir silâhdarım olma­ sın!» demiş ve bu arzuya kapılmasını müteakip rikâbdar-ı hassa Yusuf Ağa­ ya ikinci vezirlik (Naımâ C: 4. S: 37) ver­ miştir. Böylece rikâbdar Yusuf Ağa iken birdenbire ikinci vezir ve silâhdar ol­ muş, padişahın musahip ve yakını olu­ vermiştir. Kemankeş Kara Mustafa Pa­ şa, kendi icraatına karışacağını hesaplıyarak bu tayini önlemek istemişse de muvaffak olamamıştır. Cinci Hoca ise medrese softalarından iken, padişahın fermanı ile defaten müderrisliğe, onun arkasından da Galata kadılığı payesiyle padişah hocalığına getirilmiştir. Bu iki şahsın, sür’atle mevki kazan­ maları kadar, Sadrazâm Kemankeş K a­ ra Mustafa Paşa aeyhinde fikir birliği etmeleri hem sadrazâm, hem de memle­ ket için iyi olmamıştır. Bunların kuvvet kazanmalarından önce başka bir muarı­ zı olan Sulian-zâde Mehmed Paşayı Şam valiliğine İstanbul’dan uzaklaştıran Ke­ mankeş Kara Mustafa Paşa, maalesef bu son iki şahsı mevkilerinden uzaklaştıramamıştır. Veziriazamın samimi gayret sarfettiğı noktalardan birisi de; fazla masraf­ ları kısarak bütçede tasarruf sağlamak, ayni zamanda hâzinenin gelirini çoğalt­ maktı. Memleket tahririni hâzinenin ge­ lirini arttırmak için yaptırmıştı. Ta­ sarruf sağlamak gayesiyle de; ulufe ve maaşlarda kısıntılar yapmış, devlete yük teşkil edecek bazı memuriyetleri lâğvet­ 1955
miş, ulûfeli askerin yoklamasını yaptı­ rarak bazı esamileri defterden sildirmişti. Onuıı bu hareketleri dürüstlüğünün vc memleket nef'ine düşüncelerinin b i­ rer neticesi ise de. menfaati baltalayan­ lardan lıasım kazanmaktan da hali kal­ mıyordu. Kemankeş Kara Mustafa Paganın dürüstlüğü şüphe götür.nemekle bera­ ber bazaıı hatalı işler yaptığı, tutulma­ ması gereken bir şahsı icabında tuttuğu da olmaktaydı. Meselâ Faik Paşa ismin­ de birini tutması bu neviden bir hadise diye gösterilebilir. Meşhur Turhan Bey neslinden gelen Faik Bey ismindeki şahıs, Nasuh Paşa­ zade çengindeki gayretine mükâfaten veziriâzam tarafından Rumeli beylerbey­ liğine tayin edilmişti. Bu vazifede kaldığı altı aylık müddet zarfında halka zul­ metmiş ve bir kaç kişiyi de haksız yere öldürmüştü. Onun zulmüne maruz ka­ lanlardan Sofya K adı’sı İstanbul’a kaça­ rak şikâyette bulununca Faik Paşa İs­ tanbul'a celbedildi. Padişahın huzurunda yüzleştirilmek suretiyle konuşturulun­ ca kadı şikâyetini tekrarladı. Fakat Fa­ ik Paşa hepsini red ve inkâr etti. İşte Kemankeş Kara Mustafa Paşa bu ada­ mı tutup Ölümden kurtarmak istedi. Ve­ ziriazama karşı her fırsatta muarız dav­ ranan Cinci Hoca ile Silâhdar Yusuf Pa­ şa ise, idamını temine çalışıyorlardı. Bu yüzden münakaşanın büyüdüğünü gören Faik Paşa, sadrazamın hatırı için kendi lehinde şehadette bulunacağını zannet­ tiği selefi Dilâver Paşa'mn dinlenmesini istedi. Dilâver Paşa Sofya kadısının le­ hinde konuşup ötekinin aleyhinde şayi­ alar duyduğunu söyleyince Faik Paşa katledildi. Veziriazamın Cinci Hoca ve Yusuf Paşa aleyhindeki plânı Cinci Hoca ve Yusuf Paşa her geçen günde tahakkümlerini biraz daha fazla arttırmakta ve işlere karışmakta idiler. Kemankeş Kara Mustafa Paşa bizar ol­ duğu bu adamlara bizzat bir şey vapamıyacağını görüyordu. Bu sebeple, m ah­ rem esrarı olan yeniçeri ocağı Kul-keth {ida sı Hüseyin Ağa ile görüşerek. Cin­ ci Hoca ve Yusuf Paşa aleyhine yeniçe­ 1960 ri ocağını kullanmayı hedef tutan bir plân hazırladı. Plâna göre: yeniçeri oca­ ğının nüfuzlu şahsiyetleri para ile elde edilecek, bunlar vasıtasiyle yeniçeriler tahrik olunarak divan günü çorba içme­ meleri ve Cinci Hoca ile' Yusuf Paşanın padişahın muhitinden uzaklaştırılmala­ rını söylemeleri temin olunacaktı. Kul-kethüdası Hüseyin Ağa bu iş İçin. sözünü dinliyecekleriııi tahmin etti­ ği yeniçeri subayları ile görüşerek me­ seleyi kendilerine açlı, hatta bu yolda kullanılmak üzere biraz para da verdi. Lâkin '-eniçeri ocağının nüfuzlu şahsi­ yetlerinin ekserisi, ulüfelerde kısıntı yapmış olan veziriazamdan memnun de­ ğillerdi. Onun için bir araya gelerek ko­ nuştukları zaman kendilerine yapılan ttklifi kabul etmediler. Meseleyi bir de ocağın akıl hocası durumunda bulunan Koca Muslihiddin Ağa’ya açtılar. Koca Muslibiddin Ağa (Naimâ C: 4, S: 44) ise: *—- Aman sakının. Sultan Murad merhumun nice bin nüfus katletmek su­ retiyle söndürdüğü fitne ateşini yeniden uyandırmak mı istiyorsunuz; Söz aya­ ğa düştükten sonra işin önü alınmaz» dedi. Sonra derhal sadrazama gelip; t — Sultanım bu nasıl iştir?» Diye sorunca veziriâzam, meselenin şüyuundan dolayı kızarak inkâr etti. Koca Müslihiddiıı Ağa bu defa yeniçeri ağasına koşup, bu işten haberi olup ol­ madığını sordu. Meseleden habersiz ol­ duğu cevabını veren yeniçeri ağası kor­ kusundan gidip keyfiyeti padişaha b il­ dirdi. Padişah da Koca Muslihiddin Ağayı çağırıp: — Baka ihtiyar! kullarım çorba ye­ memek isterlermiş, asli' var mıdır?» Diye sorunca, Muslihiddin Ağa: «— Hâşâ padişahım, cümlesinin boynu kıldan incedir. Cümlesi emrine m utidiı. Bu sözden asla haberleri yok­ tur. Gerçi Lalan, kethüda bey eliyle ba­ zı odalara bir kaç kese göndermiş, lâ ­ kin onların iğvasiyle böyle şey yapma­ ları muhaldir» Cevabını vermiş, bu defa padişah : «— Ya ben şimdi Lalamı katletsem kullarım bana incinirler mi?s Diye sormuş, Muslihiddin Ağa da : «— Hâşâ padişahım, belki cümlesi
haz ederler ve padişahıma hayır dua­ lar ederler* Cevabını yapıştırmıştır. Kemankeş Kara Mustafa Paşanın katli Kemankeş Kara Mustafa Paşa, adamlsrından birisinden ıM uslihiddin Ağa vaziyetten padişahı haberdar etmiş­ tir. başının çaresine bak» diye bir tes­ kere alınca, koynuna bir mushaf-ı şerif koyup acele padişaha koştu. Demir-kapı'dan saraya dahil olup hareme ilerle­ yince, padişahı ayakta etrafı seyreder halde buldu. Sultan İbrahim, davetsiz gelen veziriazama, seri bir ifade ile: *— Lala hayre;' babanın evi gibi davetsiz geliyorsun!» dedi. VeziriSzam Kemankeş Kara Mustafa Faşa, koynundan mushafı çıkarıp öpe­ rek. duyduğu şeylerin yalan olduğunu, hakkında iftira edildiğini beyanla padi­ şahı inandırmak iğin uğraştıysa da. Sul­ tan İbrahim: «— Hep yalan söylersin. Bu sözle­ rin doğru değildir. Ûnlar benden razı­ lar, fitneyi sen kaldırmak istersin» Dedi ve Kemankeş’in mushafa el ba­ sarak yemin etmesi fayda vermedi. Ga­ zabı bir türlü geçmiyen padişah: *— Hep sözlerin yalandır. Ver mührümü, ben zapteder adam bulurum» dedi. Sonra bostancıbaşıya: *A1 şunu!» diye işaret edip içeri doğru yürüdü. Bostancıbaş: -sal şunu:? sözünden mührü anladığından mührü is­ tirdatla iktifa etli. Kemankeş Kara Musrafa Paşa ise oradan derhal kendi ko­ nağına koştu, kapılarını kapattırıp içer­ de kıyafet değiştirerek kaçmak istedi. Konağının harem kısmında duvardan athyarak «Naili Mescid» civarında bir otluğun içine girdi. Burada akşama ka­ dar kalıp karanlıktan istifade ile firarı düşünüyordu. Lâkin buna imkân bula­ madı, zira Sultan İbrahim biraz sonra geriye dönmüş, bostancıbaşıya ne yap­ tığını sormuş, sadece m ührün istirdadı ile iktifa edildiğini öğrenince: a— Tiz kâfir, ya başı ya başın!s di­ ye bağırmıştı. Bunun üzerine beşyüz bostancı a~ lan bostancıbaşı Kemankeş’in konağının S u lta n İ b r a h im ’in A v ru p a lıla rc a m ış d iğ e r b ir resm i y a p ıl­ etrafını sarmış bulunuyordu. Nihayet adamcağızı gizlendiği otların arasında buldular. Kemankeş Kara Mustafa Pa­ şa, «beni huzur-u hümâyûna götürün, söyliyecek sözlerim var» diye yalvardıysa da aldırmadılar. Ve Hocapaşa çarşı­ sında Tırnakçı sarayı kapısı ve sebilha­ ne önünde cellâd Kara A li tarafından kemend tle boğuldu (31 ocak 1644). Dürüst ve muktedir bir veziriazam elan Kemankeş Kara Mustafa Paşa'mn idamı ile. Sultan İbrahim’in saltanatının istikrarla geçen birinci devresi kapanmış oldu. Kemankeş Kara Mustafa Paşa, dü ­ rüstlüğü kadar müstakil hareketiyle devlet işlerini düzenli yürütmek kudre­ tini gösteriyordu. Müdahalelere taham­ mül edemediğinden rakiplerini ortadan kaldırmak veya hükümet merkezinden uzaklaştırmak isterdi. Felâkete uğra­ ması da bu yüzden oldu. İşlerini mun­ tazaman yürütebilmek için padişahın yersiz müdahalelerini önlemeye çalışır, hattâ hükümdarla münakaşa cesaretini b i l e g ö s t e r i r d i . Sultan İbrahim, silâhdarlıktan Anadolu beylerbeyi yaptırdı­ ğı Dilâver Paşa’ya vezaret tevcih etmek 1961
istemiş, Kara Mustafa Paşa da vezir çoktur diye önlemek isteyince, padişah «Sebep nedir? Senin verdiklerin tutu­ lup benim verdiklerim tutulmaya, beıı Dilâvere vezaret verdim» demiş ve da­ ha bazı acı sözler sarfetmişti. O deviri geniş şekilde anlatan tarihler incelenin­ ce, Sultan İbrahim gibi_ zayıf şahsiyetli bir hükümdar karşısında Kemankeş’in ne m ühim muvazene unsuru olduğunu belirtecek kısımlara rastlanmaktadır. Müverrihlerin acaip. enteresan veya m ü­ him bularak kaydettikleri bu gibi şeyler den, ayni zamanda Sultan İbrahim’in şahsiyetine dair fikir edinmemiz de mümkün olmaktadır. Sultan İbrahim bir güıı Divan-ı hümâyûn toplantısını boz­ durarak Kemankeş Kara Mustafa Paşa'yı yanına çağırmış ve yanına gelen Ve­ ziri âzama: <— Kethüda Hatuna ferman etti­ ğim odun bu vakte kadar neden veril­ medi?» Diye sormuştur. Odun için divanın bozdurulmasına sinirlenen veziriazam: t— Padişahım, ben senin vezirinim, divânı bozdurup bu gibi cüz’i maslahat için beni çağırtırsın! Bu kadar basit şey için beni getirtip rnıur-u mühimmeyi ta’vik etirirsin. Bana raiyet ve hazine ve serhadler ahvalini sormazsınız» Diye sert fakat haklı sözler söyle­ mişti. Veziriazamın bu şekildeki konuş­ masını şeyhülislâma naklettikleri za­ man, Yahya Efendi böyle konuşmayı tehlikeli bulmuş ve «zinhar bu şekilde huşunet etmesinler, padişah ile böyle muameleden çekinsinler» diye haber göndermişti. Lâkin politika için bile eğilmeyi nefsine yediremediği anlaşılan Kara Mustafa Paşa, şeyhülislâmın söz­ lerini nakleden şalısa: <s— Behey adam, bir mansıb için kizb ve müdârâyı irtikâb etmek bana güç gelir. Benim çalışmam kendi devle­ ti içindir. Herkes bir taraftan söz söy­ leyip tahrik-i gazab edecek nifaka baş­ ladılar, hangi birinin muradı üzerine miidârâ edeyim? Böyle hayattan mevt daha yeğdir» demiştir. Kemankeş Kara Mustafa Paşa'ya yakınları, padişahın adamı olan Silâh­ dar Yusuf Pasa için: «— Sultanım, Silâhdar Yusuf Paşa'­ ya müdârâ etseniz makuldür» Diye bir tavsiyede bulundukları za­ man: «— Sultan Murad gibi kahraman-ı zâmânm makbulu ve mergubu olan siLâhdarına müdârâ etmedim» demişti. işte böyle bir şahsiyet olan Keman­ keş Kara Mustafa Paşa’nın idamından soııra Sultan İbrahim, bir müddet önce Şam valiliğine gönderilmiş olan Sultaıı-zâde Mehmed Paşayı sadrıâzam yaptı. Onun İstanbul'a gelişine kadar, defterhânevi açmamak ve nasblara ka­ rışmamak şartiyle Kenan Paşa’yı kay­ makam tayin etti. Sultan Ibrahimiıı sal­ tanatında ikinci bir devre başladı. Göz­ delerinin, Cinci Hoca, Yusuf Paşa gibi kimselerin nüfuzlarının hâkim olduğu bu devrede sükûn ve istikrar gittikçe bozuldu. GİRİT A DASI FETHİ İÇİN OSMANLI - VENEDİK HARBİ Sultan İbrahim zamanının en m ü ­ him dış meselesi, Venediklilerle başlayan harptir. 1570 tarihinden beri sulh için­ de yaşanılan Venediklilere karşı açılan bu harp Osmanlı tarihindeki harplerin en uzunu olup yirmi dört buçuk yıl sür­ müştür. G irit adası etrafında cereyan eden bu harbin enteresanlığı yalnızca yirmi beş seneye vakm derecede uzun sürmesi değildir. Başta Sultan İbrahim gibi zayıf bir hükümdar ve Sultan-zâde Mehmed Paşa gibi riyakâr ve karakter­ siz bir sadrıâzam bulunduğu halde de­ nizcilikte kuvvetli bir devlete karşı, onun elinde bulunan bir adanın fethini hedef tutan bir harbe girilmiş olması­ dır. Onvedinci yüzyıl başlarında Venedik -Osmanlı münasebetleri Venedikliler ile dostane münasebet­ ler devam ederken (cilt III, S: 1689 uncu sayfaya bakınız) Onyedinci asra girilmişti. Avusturya ile harbin devamı dolayısile Venediklilerle iyi geçinilme-
ye bilhassa dikkat ediliyordu. Venedik­ liler de bundan istifade ederek ticaret­ lerim geliştirmiye uğraşıyorlardı. Nite­ kim bir Venedik elçisi ticaret, konso­ losluk ve denizlerdeki münasebata dair 23 aralık 1604 tarihli onüç maddelik bir ahidnâme (Hammer C: 8, S: 52 ve 276) almaya muvaffak olmuştur. Avusturya harbi bittikten sonra da münasebetler ayni şekilde devam ettirildi. Zira Os­ manlI hükümeti Avusturya harbinden sonra Celâli isyanları ve sonra İran harp­ leriyle meşgul olduğundan Avrupa tara­ fında sükûnetin devamını arzu ediyor­ du. Akdeııizde korsanlık yapan Malta ve Floransalılara Venediklilerin iltihak edebilecekleri ihtimali gözden uzak tutulmıyarak kendileriyle anlaşılmaya çaşılmış, bu yüzden de müsait davranılmıştır. Osmanlı hükümetinin böyle bir yol tutmasından istifade fırsatını ka­ çırmayan Moro Nani ismindeki Venedik elçisi 1615 nisanında, on dört maddelik biı* ticaret ahidnâmesinin (Hammer. C: 8, S: 163 ve 307) imzalanmasını temin etmiştir. Bu ahidnâme Venedikliler için bir takım menfaatlı noktalar ihtiva et­ mekteydi. Sultan Ahmed ölünce Birinci Mus­ tafa'nın cülûsunu bildirmek üzere Vene­ di k’e gönderilen Mustafa Çavuşun orava varışından sonra buna mukabele olmak üzere Venedik hükümeti Fransesko Kontarini adında bir elçisini İstan­ bul'a göndermişti. Mustafa’nın yerine Sultan Osman’ı padişah bulan Venedik elçisi. Sultan Ahmed zamanındaki ahidnâmelerin tecdidine muvaffak olmuş­ tur. Avrupa devletleri mümessillerine umumiyetle soğuk ve sert davranan Gü­ zelce Ali Paşa, Venedik elçiliği, birin­ ci tercümanını idam ettirmiş, Hammer (C: 8, S: 196) e göre bu hükümetle harp etmek bile istemişse de Sultan Osman devrinde iki devletin münasebetleri dos­ tane olmakta devam etmiştir. D ördüncü Murad zam anındaki Venedik münasebeti Dördüncü Murad’ın çocukluk dev­ rindeki Osmanlı-Venedik münasebeti iyi şartlar altında cereyan etti. Sultan Murad idareye hâkim olduktan sonra. 1963 dış meselelerde İran harbini müsbet bir neticeye ulaştırmayı gözettiğinden, Av­ rupa tarafında bir mesele çıkarılmama­ ya dikkat ediliyordu. Fakat Venedikli­ lerin Avlonya’da çıkardıkları bir hâdise bir aralık iki devlet arasındaki münase­ beti fazlaca gölgelendirdi. Sultan Murad Bağdad seferine çık­ tığı sırada, doğu Akdeniz’in emniyetini temin işinde vazifeli bulunan Cezayir ve Tunus donanmasından 16 adet kadırga ile İtalya sahillerinde faaliyette bulunan Ali Piçin-oğlu ( Biçen-oğlu) İtalya sa­ hillerinde faaliyette bulunduktan sonra Avlonya limanına gelmişti. (Karaçelebizâde Abdülâziz; Ravzat-ül-ebrar S: 606) Ali Piçin-oğlu gemilerini yağlamak için buraya demir atmış olduğundan levendlerini dağıtmıştı. Bu arada Ali Piçin-oğlu'nun Adriyatik kıyılarındaki faaliye­ tinden şüphelenerek Venedik, Marino Capello kumandasında 29 gemilik bir donanma sevketmişti. Venedik kum an­ danı Avlonya önüne gelerek şehri topa tuttu ve Piçin-oğlu’ııun mürettebatsız bulunan gemilerini alıp götürdü. Sultan Murad, Avlonya hadisesini duyunca müthiş hiddetlendi ve Osmanlı memleketlerinde bulunan bütün Vene­ diklilerin idamını, Venediklilerle ticarî münasebetlerin kesilmesini ve Spalato gümrüğünün kapatılmasını (Hammer; C: 9, S: 272J emretti. Bu emrin derhal tatbikine geçilmesi iki devleti harbe götürürdü. Bu bakımdan devlet adam­ ları, devletler arası hukuk kaidelerine uymayan tarafını teşkil eden idam nok­ tasını onüç gün ricada bulunmak sure­ tiyle hapse tahvil ettirdiler. Padişah yu­ muşayınca, evvelâ kethüda dairesine hapsedilmiş olan İstanbul’daki Venedik balyosu sonra kendi evinde mahpus tu­ tuldu. Sultan Murad'ın emri karşısında Venedik’te duyulan heyecan Avlonya hâdisesinin İstanbul’da yarattığı heye­ candan çok dalıa fazla oldu. Zira Ve­ nedik hükümeti OsmanlIların enerjik hükümdarından çekiniyor, ayni zaman­ da haysiyetini de korumaya uğraşıyor­ du. Nihayet İstanbul’daki Venedik bal­ yosu Alvise Contarini ile yapılan müza­ kereler sonunda 16 temmuz 1639 da bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre;
a) Venedik Iıükûm eti Avlcmya h a ­ disesi için tazm inat olarak Osm arüılara 250 bin «zecchino* veya herbiri 3 akçe­ lik 5 m ilyon sikke ödiyecek. b) Venedikliler, Osmanlı impara­ torluğunun birer eyâleti olan Tunus ve Cezayir gemicilerinin imparatorluğun sair limanlarında barınmalarına karışamıyacak, korsanlarla ancak açık deniz­ lerde çarpışacak. c) Tunus ve Cezayirliler Venedik tebaasına tecavüz etmiyecek. d) İki devlet arasında daha önce câri olan ticari münasebetler devam edecek. Bu muahede ile görünürde iki dev­ letin arası düzelmişti. Fakat Dördüncü Murad, Venediklilere karşı iyi hisler beslemiyordu. Bunun için büyük bir do­ nanma hazırlanmasını emretmişti. Has­ ta yatağında canı ile uğraştığı günlerde bile donanma inşaatına dair malûmat edinmeyp çalışan padişahın ölümü üzeri­ ne yeni gemiler itışa ve teçhizi yolun­ daki faliyet tavsadı. Venediklilerle harbe sebep olan hadise Sultan İbrahim padişah olunca, es­ ki balyosun yerine gelmiş olan Pietro Foscarini ile eski anlaşma yenilendi. Sultan İbrahim 1644 senesi içinde kızlar ağası Sünbül Ağayı âzil ile M ı­ sır’a sürgün olunmasını emretmişti. Sün­ bül Ağa deniz yolunda Mısır’a sevkedıleceği sırada donanma gemileri İstan­ bul’da bulunmadığından, o aralık Kara­ deniz limanlarında yeni inşa edilip gel­ miş olan İbrahim Reis’in gemisine bindi­ rildi. Sünbül Ağa cariye ve köleleri, h â­ zinesi, hattâ atlan ile gemiye bindi. Ge­ mide Sünbül Ağa’dan başka Mekke ka­ dısı Bursavi Mehmed Efendi ve bir hay­ li de hacı namzedi mevcuttu. İbrahim Reis gemiye silâh olarak sadece dört top koymuştu. Böyle bir çok mal ve insanı hâmil bir geminin askersiz ve silâhsız şekilde yola koyulduğunu, Ege denizinde dola­ şan altı Malta korsan gemisi duymuş, Girit'in kuzey doğusundaki Kerpe (Karpatos) adasının bir yerine gizlenerek yolu gözetlemeye başlamışlardı. İbrahim 1964 Reis Rodos kıyısına varınca korsan ge­ milerinin yolunu gözetlediğini öğren­ miş, silâhsız ve askersiz olan geminin bunlarla başa çıkamıvacağını bildire­ rek tehlike zail oluncaya kadar Rodos'­ ta beklemek istemişti. Lâkin, hac za­ manına yetişmemiz lâzımdır diye ayak di Tüyenlerin ısrarları karşısında yola devam etmek mecburiyetinde kalmıştır. Kerpe adası önlerine vasıl olduğu (Esfar-ül-bihar s: 115) sırada Malta kor­ sanlan karşılarına çıkmıştır. Kuvvetinin kâfi gelmiyeceğini bilmesine rağmen İb ­ rahim Reis yanındaki silâhları kifayet­ siz adamları ile birlikte eer.ge tutuş­ muştur. Çarpışma neticesinde Sünbül Ağa, İbrahim Çelebi, kalyonun mevcudu olaıı altıyüz kişiden altmış kişi hariç diğerleri şehid, Kadı Mehmed Efendi iIe birlikte sair sağ kalanlar esir düş­ müşlerdir. Böylece, Sünbül Ağa’nm, M ı­ sır eyâletinin beş y ıllık vergisine mua­ dil olduğu söylenen zengin hâzinesi ve gemide bulunan sair cansız ve canlı şey­ ler korsanların eline geçmiştir. Korsanlar zaptettikleri gemiyi ye­ değe alarak G iıit’e gitmişler, elde ettik­ leri ganimetlerin bir kısmını Girit va­ lisine vermişler, Sünbül Ağa'nm atla­ rından birini de Kandiye kumandanına göndermişlerdir. Daha sonra, yedekte olarak Messına’ya götürülmek istenilen bu gemi yolda batmıştır. H arbin başlaması Sünbül ağanın bindiği geminin ba­ şına gelenler İstanbul’da duyulunca, ötedenberi padişahı Venedik aleyhine tahrik eden Yusuf Paşa, Sultan İbra­ him ’i Girit seferinin açılmasına karar vermeye şevketti. Cinci Hoca da Y u­ suf Paşa gibi Venedik harbine taraftar­ dı. Bunun üzerine, baharda Selanik li­ manında toplanmaları için Rumeli ta­ rafındaki beylerbeylerine; Çeşme lim a­ nında toplanmaları için de Anadolu eyâletindeki bazı sancakbeyleri ile Sivas ve Karaman valilerine emirler gönderil­ di. Asker toplanması hususunda emirler yazıldığı zaman sefer yapılacak yer bildirilmediği gibi subay ve gemi kaptan­ larından da gizli tutuldu. Hazırlıklardan
Girit’in T iiık idaresinden önceki devrinin tarihçesi ( İ lâ v e : 121) ★ —* lip aday ı zaptetti (825). Böylece G irit'te m ü h im b ir Arab n ü fu s u yerleşm iş oldu. Gelenler Rabz.ül-Hendek (K a ndiy e) şeh­ rin i k u rd u lar. G irit'te k i A rab h â k im iy e ­ t i bir bucuk asır kadar devam eUL N i­ hayet N ike ph o r F ho kas kum andasında* ki Bizans kuvvetleri 12 ay lık b ir k u şatm a ­ y ı m ü te a k ip K a n d iy e 'y i zaptetti. BÖylete adada B izans h âk im iy e ti yeniden teessüs etmiş oldu. G iritlile r B izans h â ­ k im iy etind en pek m e m n u n k alm am ış ol­ m a lıla r k i bu rada sık sık isy anlar cık. ti. D ö rd ü n c ü h açlı seferinde Bizans im ­ p arato rlu ğ u to p ra k la rı h a ç lıla r arasında taksim o lu n d u ğ u sırad a G irit adası Mont* ie rra t m a rk isi B o n ifa c e in hissesine düş­ m ü ştü . B oniface G ir it’i iOC.OOö güm ü ş para m u k a b ilin d e V enediklilere sattı i 12 ağustos 1204). D o ğ u A k den iz m K ıb rıs 'ta n sonra en b ü y ü k adası olu p doâu-batı d o ğ r u ltu , sunda uzanan G irit, E ge ile A kdeniz! y ekdiğeri atfen ay ıran b ir s ım r sahası da k abul edilir. A v ru p a’n ın en eski iskân sah aların dan b irid ir, G iritlile r A v ru p a '­ n ın dıger y ârle rin d e k i in sa n lard an çok önce ilerlem işlerdir. M ilâ tta n önce 3000 ile 1400 y ılla rı ara sın d a G ir if t e «örülen M inos k ü ltü r ü n ü n bakiyeieri b u g ü n ü n in s a n lığ ın d a hayret ve ta k d ir hisleri uy a n d ırır, G lrlr'e M ilâ tta n Öııce 1400 yilm datı sonra A ka lar, b u n la rd a n sonra da D o rlar geîdiler. B u n la r ın gelm esiyle G irit'te b irbirine rakip şe h ir devletleri devri başladı. Yunanlalar devri d iy e 1sim lendirilen bu devre m ilâ tta n önce ikinci asra k adar devam e tti. M , Ü. 69 y ılın d a buraya bir sefer heyeti gönderen R-omaliıar üc senelik* b ir m ücadeleden sonra aday ı zaptettiler, G îr it'î d a h a zi­ yade askerî ve ek o no m ik bir üs olarak k u llan an R o m a lıla r, M ıs ır’ı fe th e ttik te n sonra b urasın ı B erk a ve B ingazî ile Dirlikte b ir eyalet addettiler. B üyük K o s ta n tin zam anınd a ise G irit adası İl. lıry a (S elanik) ey âletine b ağlan d ı. Roı n j im p a ra to rlu s u n u n ik iy e a y rılm a s ın ­ dan sonra G irit D o ğ u R o m a n m sın ırla , r ı içinde kaldı.. M ısır, T rablusgab ve Suriye İslâm idaresine geçince, A rab lar K ıb rıs gibi G irit ile de ilgile n d ile r. İlk E n i evi ha­ lîfesi olan M uaviye za m a n ın d a Do&u A k den iz ad a la rın d a n K ıb rıs ve Rodos A rablar ta ra fın d a n zap tedildik ten sonra* bir A rab ordusu G irit'e kadar uzandıy* sa da adayı zaptedem edi. B u ilk A rab h areke tinden sonra E m ev î ve A bbaeiler devrinde G ir lt’e başka İslâm a k ın la r ı da vuku buldu. B u a k ın h are ke tle ri esna, sın d a ancak bir kaç m e v k i‘i ele geçire­ bilen A rablar n ih ay e t H a life M e'm un zam anınd a G irit'i zaptettiler. Böylecc G ir it’te ilk islâm h â k im iy e ti teessüs et­ m iş oldu. D ab a sonra E n d ü lü s Emevi* lerî halifelerinden H akem bin liiş a m za­ m a n ın d a E n d ü lü s te n sürüle n 10 bin k i­ şi evvelâ M ıs ır'd a İskenderiye ta r a fla r ın ­ da ikam et edip bilâh a ra 30 gem i ile ge- i K a n dökmeden. ta b m e t çekmeden G irit e sahip olan V enedikliler burada tu tu n a b ilm e ı$îne ehem m iyet verdiler. R o m a lü a r m y a p tığ ı g ib i ana v atandan bir m ik tar insan getirerek bu rad a yer­ leştirdiler. S ahildeki b ü tü n şehirleri ta h ­ k im ettikten başka, iç k ısım la rd a da kaleler y a p ıp garnizo nlar m e ydan a ge­ lird iler, G irit'e bir u m u m î vali gönderen V enedikliler, burada merkeze ba ğ lı sıkı bir idare sistem i ta tb ik ettiler. V enedik­ lile r G i r i t i H anya. K a n d iy e , Resnıo ve S itia id a rî bölgelerine ay ırm ışla rd ı. Um u m î vali K a n d ly e ‘de o tu ru r ve ada­ nın m ü dafaası için 20 bin k iş ilik b ir or. duy u silâh altın d a tu ta rd ı. V enedikliler G irit h a lk ım id ari, ik tis a d ı ve d in i ba ­ k ım d an devam lı ta z y ik a ltın d a tu tm u ş , lardır. A ğ ır vergiler a ld ık ta n başka h a l­ kı başka m ükelle fiy etlere de tâ b i tu ttu la r. Y e rli h a lk a hic b ir idarî selâhiyet ta n ı­ m a d ık ta n başka o nlara hor gözle de bak tılar. B u yüzden G ir it halk ı, b ilh as­ sa k ö y lü sın ıfı sefil bir h a y a t sürm ek, teydi. V enedik z u lü m ve işkencesinden ıstırap çekenlere ortodoks ru h a n ile ri de dah ildi. O n u n iç in d ir ki. G ir lt'in Vene­ dik ve O sm anlı idarelerini k arşılaştıra n Avrupa m ü e llifle ri a ra sm ö a : « T ürkle r in sa n lık la kabiL i te lif olm ayan böyle b ir -» 1965 j i ı I
padişahın mukarı'ebi Silâhia r Yusuf Paşa seferin ser­ darlısına tayin edildi. Asker toplanmasına dair emirler yazıldığı sırada eski Bağdad valisi Küçük Haşan Paşa ya Rumeli beylerbeyliği verile­ rek Selânik’e gönderilmişti. Zağarcıbaşı iken kul-kethüdalığına tayin olunan Kara Murad Ağa sefere katılacak yeniçerilerin kumandasını de­ ruhte edecekti. Vezir Musa Paşa da serdarın yanma ve­ rildi. Ayrıca Cezayir, Tunus, Trablusgarb ocaklarına da emirler yazılarak sefere işti­ Biagio Gtuliani’nin kumandanı bulundu­ rakleri bildirildi. Kâtib Çeğu Aya - Todori adası kalesine Türklelebi’nin «Tuhfet-ül-kibar fi rin girişi (İtalyanca bir albüm'den) esfar-ül-bihar* ında (Sayfa: 116): ücretle gemiler tutulup İstanbul’daki Venedik balyosu tabi’i doksan parça gemi Selânik’e, altmış şüphelenmekten geri .kalmadı. parça gemi Çeşme’ye gönderilip onAyni zamanda kaptan-ı derya olaıı beş bin kantar barut, ellibin gülle, harekete hic bir zam an teşebbüs etmem islerdir» diyenler vardır. Venedikliler, ortodoks kiliselerinin m al ve em lâk in i gaspettiler. İdari ve iktisadi baskı ve söm ürm en in y anın da bu v&2iyet orto­ doks h alk a çok a&ır geldiğinden, bir b u ­ cuk asırlık m üddet zarfında G irit'te , y ir­ m iden fazla isyan v u ku buldu. G irit h a lk ı isyan ederken çok defa gözlerini V enediklilerin rakib i olan Cenevizlilere d ik iliy o rlard ı. N ihayet ondördünoü asrın sonunda Venediklilerle ba&a çıkamıyacaifin ı a n lıy a n G iritliler isyandan vazgeç­ tiler. İsy anların durm asıyle Venediklilerin zu lü m ve b as k ılan da durm am ış ol­ d u ğ u n d an G ir it h alk ından pek ç o k k im ­ seler bir İslâm diyarı olan M ısır'a göçederek orada yerleştiler, T lirkler E ge k ıy ıla rın a İndikten ve do nanm a m eydana getirdikten sonra, ev­ velâ A n ad o lu k ıy ıs ın a en y ak ın Ege adala rı ile ilg ile ndiler. Aydm-oğlu U m ur Bey 1341 senesinden sonra kuvvetli bir do nanm a ile Ege denizinde m ü h im b ir kuvvet olarak kendisini gösterdiği za­ m an, Aydın-oğuU an donanm ası G irit su­ la rın a kadar u zanm ak tan geri kalma* B ü y ü k T ü rk denizcisi Barbaros Hayreddin P aşa’u m Kaptan-i deryalığı za­ m a n ın d a G ir it’ e b ü y ü k çapıa b ir a k ın (ikinci cildim izde 936 ıncı sayfaya m ü ­ racaat) y apıldı. B u akında m üstahkem kalelerin za p tın ın uzun m u h asaraya İh ­ tiyaç gösterdiği gözönünde b u lu n d u ru la ­ rak burada fazla zam an kaybedilm edi¿inden G irit adası V enediklilerin elinde k alm ak ta devam etti. O snıanlı do nanm a­ sının k uvvetini m u h a fa za eylediği İk in ­ ci Selim zam anınd a G ir it’e 1567 sene­ sinde bir ak ın y a pılm ak la beraber, bîlahara K ıb rıs zap tın a çalışıldığı* onun arkasından da în e b a h tı m a ğlû b iy e ti ile k arşılaşıld ığınd a n G l r it i n fe th i isi d ü ­ şünülm edi. D ogu Akdenizdekl O sm anlı h âk im iy eti iç in p ü r ü 2lü bir saha teşkil eden G iritlin, im p a ra to rlu ğ u n kuvvetli olduğu istilâ devrinde zapt edilmeden Ve­ nedik elinde bırak ılm ası, şüphesiz hataIı bir hareketti* B ibliyo g rafya : H üseyin K â m ı Hanyev l; G irit tarihi. H an y a lı N u r i; G irit ta* r ih i ve Feth i. Kittib Çelebi; Tuhfet-ül ki* bar fi esfar.ül bihar. Islâm ansiklopedi­ si S: 38, S : 791. di. 1966 j 1
elli adet top, cebehane. ve sair âlat yüklendi» denildiğine göre; ücretle tu­ tulduğundan bahsedilen gemilerin tüc­ car gemileri olması lâzımdır. Hazırlıkların ikmalini müteakip Serdar Yusuf Paşa «Malta seferi» ne çı­ kıldığını ilân ile 30 nisan 1645 (4 rebü'ülevvel 1055) te İstanbul’dan, hareket etti. Nakliye gemileri ile Çeşme’den Sa­ kız’a nakledilmiş olan Anadolu askeri 21 mayısta, Selânik’ten Mora’da Termiş (Termiş) e sevkedilmiş olan Rumeli as­ keri de 28 mayısta donanmaya dahil ol­ du. Osmanlı donanması 7 haziranda Mora ıu n güney batı kıyısındaki Navarin limanına vannea gemiler yağlandı. Bu­ rada Tunus ve Trablusgarb’dan gelen sekiz adet çektiri de donanmaya katıldı. 20 haziranda (25 rebi’ülahır) Navarin’den harekete geçen serdar kumandanla­ rı davet ederek seferin Girit'e olduğuna dair hatt-ı hümâyûnu çıkararak, o za­ mana kadar gizlenmiş olan hakikî hede­ fi açıkladı. H anya’nın zaptı Hanya kalesi ve limanını gösteren bir kroki Böylece Girit’in en müstahkem ka­ lelerinden biri olan Hanya muhasarası başladı. Dördüncü haçlı seferinden beri Girit adası Venediklilerin elinde bulun­ maktaydı. Türk istilâsının Ege adalarına uzanmaya başladığı yıllardan beri Girit kalelerinin tahkimatı zaman zaman el­ den geçirilip arttırılmıştı. Hanya muha­ sarası başladığı zaman Girit vali ve ku­ mandanlığında «Cornaros, Hanya muha­ fızlığında da «Navagiero» bulunuyordu. Kâtib Çelebi’nin «Esfar-ül-binar» ında kaydedildiğine göre; muhasara baş­ ladıktan sonra, Suda limanında ve sair limanlarda bulunan 17 parça kadırga ve 14 parça kalyon askeri çıkıp karadan hücum ettilerse de bozulup geri çekil­ diler. Bu arada Hanya müdafileri de bir iki defa kaleden çıkış hareketinde bu­ lundular. Muhasaranın onyedinci günü yirmi parça gemi ile Cezayir kuvvetleri de geldi. Bunlar, doğu yönde Hanya’nın gerisinde kalan sahanın emniyete alına­ bilmesi için Suda limanında karakol hizmetine memur oldular. Serdarın sefer yerini bildirmesi üze­ rine Girit’in kuzey batısındaki Hanya önüne asker çıkarılarak o kalesinin m u­ hasarasına karar verildi. Donanma 23 haziran günü, Hanya’nın kuzey batısın­ daki Aya TodoriC Theodoros) adası önüne geldi. Girit sahiline pek yakın olaıı bu küçük ada zaptedildı. Ertesi gün, karaya asker çıkarılması ve muhasara hazırlıklarına geçildi. Bu işlerin ikm a­ lini müteakip 27 haziranda (3 cemaziyülevvel) mevzie girildi; böylece Hanya muhasarası başlamış oldu. Yapılan vazi­ fe taksiminde: Rumeli beylerbeyi Küçük Haşan Paşa ve Murad Ağa yedi top ile Tophane önünde; Tırhala, Kösteııdil, İs­ kenderiye beyleri ve Haseki Ali Ağa dört top ile onların ^ y a ­ sağında; Csküp, Selanik, Ohri, Velçitrin (Vuçitrin) bey­ leri ve samsuncubaşı İbrahim Ağa altı top ile sol tarafta yer aldılar. Duka’tin beyi ve serdengeçti ağaları Suda boğazında muhafazaya memur oldular. Yetmiş sene evvelki Hanya 1967
Hanya kalesi çok müstahkem oldu­ ğundan muhasara epeyce uzadı, Türk kuvvetleri muhasaranın 45 inci ve 52 inci günleri iki umumi hücum yaptı. İkinci umumî hücumda fazla zayiata uğramldığmdan asker üzüntüye bile ka­ pıldı. Fakat Hanya kumandam kalsniıı üçüncü bir umumî hücuma dayanamıyacağını anladığından, kaleyi vire ile tes­ lime karar verdi. Hanya kalesinden çı­ kan heyetle yapılan konuşmalar netice­ sinde serdar Yusuf Paşa vireyi kabul etti. Böylece elli dört günlük bir muha­ saradan sonra Hanya kalesi teslim ol­ du (19 ağustos 1645). Türk kuvvetleri vire şartına, yani canlarına dokunulma­ dan serbestçe girmeleri hususuna sıkı şekilde riayet ettiğinden; kaleden çıkan Frenkier ailelerini ve eşyalarını üç ka­ dırga iki burtona vükliyerek çekilip git­ tiler. Venediklilerin çıkışından sonra ka­ le işgal olundu: Kâtib Çelebi'nin bildir­ diğine göre 395 parça top ele geçirildi. Kalesi tamir olunup içine asker kondu. Küçük Ahmed Paşa da muhafızlığına tayin edildi. Hanya'nın fethini haber alan (5 ey­ lül) padişah İstanbul’da üç gün üç ge­ ce donanma ferman etti, bu arada Haliç ve Galata’da büyük çırağan şenlikleri yaptırdı. Yirmi dört buçuk yıl sürecek olan Girit harbinin muvaffakiyet kısmı­ na dahil ilk safhası Hanya fethi ile ka­ panmış oldu. Venedik donanmasının faaliyeti Osmanlı donanmasının Girit’e geldi­ ğini öğrenen Venedikliler donanmalarını faaliyete geçirerek Malta, Papa ve Is­ panya gemileri ile işbirliği ettiler. Böylece bir müttefikler topluluğu manzara­ sına bürünen Venedik donanması Girit fethini önlemek üzere çalışmaya başla­ dı. Hanya’nın .fethinin ondördüncü gü­ nü 80 çektiri, 4 mavna ve bir hayli burtondan mürekkep bir düşman donanma­ sı Hanya önünden geçip Suda limanına gitti. Bu kadar büyük kuvvetlerin Girit sularına gelişinin esas sebebi Hanya’nın düşmesini önlemekti. Lâkin, onlar bura­ ya ulaştıkları sırada Hanya çoktan düş­ müş olduğundan zahmetleri bir işe va­ ramadı. Müttefik donanması Suda lim a­ 3968 nında bir kaç gün kaldıktan sonra H an­ ya önündeki Osmanlı donanmasına bir baskın yapmayı düşündülerse de tasav­ vurları boşa gitti. Zira, Suda lim anın­ dan çıkıp Hanya önüne ilerleyince Os­ m a n lI donanmasını mücadeleye hazır vaziyette gördüler. O arada kaleden de top ateşi açıldığından cesaretleri daha da kırıldı. Bu arada fırtına da çıktığın­ dan Hanya önünü terketmek mecburi­ yetinde kaldılar ve ancak bir kaç gün sonra Suda limanında toplanabildiler. Hanya’nın düşmesini önliyememiş oIan Venedikliler Osmanlı sahillerine te­ cavüzler yaparak Girit harekâtına m ü­ essir olmaya çalıştılar. Bu cümleden olarak kırk çektiri, otuz firkate, dört mavnadan mürekkep bir Venedik k u v ­ veti, Türklerin Balyabadra veya Ballubadra dedikleri Patras tarafına, ayrıca Karlı-eli diye isimlendirilen, Preveze'deıı İnebahtı (Lepanto) ya kadar uzanan, kıs­ ma tecavüzlerde bulundular. Fakat bir muvaffakiyet temin edemediler, Y usuf Paşa’nm İstanbul’a dönmesi Serdar Hüseyin Paşa Hanya mühafazası için Küçük Haşan Paşa kuman­ dasında bir miktar kuvvet bıraktıktan sonra 21 ekim 1645 de Girit’ten ayrıldı. Ağriboz’a vasıl olunca Rumeli’den top­ lanmış olan kara askerine memleketle­ rine gitmelerine müsaade etti. Oradan iki kadırga ile yoluna devamla İstan­ bul’a geldi; onun arkasından donanma da 25 kasım 1645 te İstanbul'a dahil ol­ du. Serdar Yusuf Paşa’nın idam ı Eşine az rastlanacak derecede riya­ kâr olan Sadnâzam Sultan-zâde Mehmed Paşa peşinen Girit seferine mua­ rızdı. Hanya muhasarasının uzamasından faydalanarak, bu seferi istiyenlerden Cinci Hoca’nın nüfuzunu kırmaya çalış­ mıştı. Fakat kale fethedilince tavrını değiştirerek bu defa Yusuf.Paşa’nın m u­ vaffakiyetini küçültme gayretine kapıl­ dı. Yusuf Paşa’yı kendine rakip gören sadnâzam onu Mısır valiliğiyle İstan-
Girit .seferinde Hanya kalesinin fethi için yapılan savaşlardan (1045).
bul’dan uzaklaştırmak istediği halde bu­ tla muvaffak olamayınca, Hanya’dan bir kaç esirle iki adet kırmızı somaki sütûndan başka önemli bir hediye getir­ memiş olan (Namâ C: 4, S: 174) Yusuf Paşanın pek çok mal ve para elde et­ tiği halde bunları getirmediğini ileri sürdü. Padişahın para ve eşya hırsını tahrik ile Hanya fatihini gözden düşür­ dü. Sultan-zâde’nin tesiri altında kalan padişah Yusuf Paşa'yı tevkif bile ettirdiyse de Cinci Hoca ile Valide Sultan’m ricaları neticesinde kurtuldu. Bu defa Yusuf Paşa da sadrıâzamm aleyhinde sözler sarfetmeye başladı. Seferden ön­ ce Venedik balyosu 60 bin flori vaad et­ tiği için Mehmed Paşa’nın Girit harbi­ ne muhalefet ettiğine dair bir ithamda bulundu. Nihayet Sultan İbrahim bun­ ları kendi huzurunda yüzleştirdi. Bir İki gün sonra da Sultan-zâde’yi sadaretten azletti (17 aralık 1645). Lâkin, Sultan-zâde’nin Yusuf Paşa için söylediği sözler zihninde yer etmiş olduğundan. Sultan İbrahim bir gün (21 ocak 1646) Yusuf Paşa’yı huzuruna ça­ ğırarak: «Hemen git, İçel’deki beyler­ beyleri ile Girit’i ala şeklinde bir emir verdi. Yusuf Paşa, padişahın bu mânâ­ sız emrine (Kaimâ C: 4, S: 178) karşı: «— Padişahım, halka kereste salınıp gemiler yapılmak üzeredir, erbain İçin­ deyiz, vaktimiz vardır, şimdi deniz mev­ simi değildir ve gidecek beylerbeylere orada iş yoktur; şimdi gidemem» Dedi; Yusuf Paşa’nın Kasımlarının sözlerinin tesiri altında bulunan zayıf muhakemeli padişah ise: «— Sen kendini bir hizmet mi ettim sanırsın? Bu kadar hâzinemi sarfeyleyip, akibet bir alay mel’unu katletmeyip mallan ile memleketlerine gönderdin!» Diye itabda bulununca, Yusuf Paşa: «— Gerçi hazine sarfeyledik ama KelLmetullahı ilâ edip bir kaleyi mem­ lekete ilâve eyledim, Eman taleb eden küffarı katledip mallarım almak bir iş değildi; lâkin akıbeti vahim olan ahdi bozmaktan, sakındım. Ve ben kadir ol­ duğum -nisbette uğrunuzda hizmet et­ tim; bir kulunuz dahi varıp benim kadar hizmet etsin» Yusuf Paşa’nın böyle pervasız ko­ nuşmasından gazaba gelen padişah: Sultan İbrahim «— Ne yabâne söyler! sana var git dedim, durma git, yoksa seni katlede­ rim* Silâhdarlığma getirildiği günlerdenberi padişahın hep iyi sözüne muhatap olmuş olan Yusuf Paşa, bir de kale fet­ hiyle neticelenen bir hizmetten sonra böyle şeyler işitince pek müteessir ol­ du. ihtimal ya fazla teessüründen düşünemiyecek hâle geldiği, veyahut da lüzumundan fazla sözünü sakmmazlık ederek; «Şimdi zamanı değildir gidilmez» Cümlesini sarfetti. Sultan İbrahim bunun üzerine bostancıbaşıya «Kaldır şunu!» diye emir verdi. Bostancıbaşı Yusuf Paşa’yı götürürken Sadnâzam Salih Paşa, Defterdar Musa Paşa onun affetmesi için padişaha bir saat ricada bulundularsa da fayda vermedi. Böylece, Girit harbinin ilk serdarı haksız ye­ re ve hiç yoktan hayatını kaybetti. Ka­ im â'nı n «Kemankeş Kara Mustafa Paşa­ nın idamına sebep olmasının cezasını 1969
buldu» dediği Yusuf Paşa, Kâtib Çeleb i’nin «Fezleke» sindeki kayde göre as­ len Bosnalı, Hammer’e nazaran da Dalmaçya’lı olup Hıristiyan adı Jozef Markovîç idi. Deli Hüseyin Paşa’nın Hanya muhafızlığı Sultan İbrahim Yusuf Paşa’yı idam ettirince Musa Paşa’yı kaptan-ı deryalı­ ğa getirdi. Kısa bir müddet sonra da eski Sadrıâzanv Sultan-zâde Melımed Paşa’yı serdarlıila vazifelendirdi. Bu arada yapılan en m ühim tayin eski Budin valisi Deli Hüseyin Paşa’ııın Hanya muhafızlığına (Naimâ C; 4, S: 203) ta­ yin edilmesidir. Sultan. M uradin sevdi­ ği kimselerden olup, onun yakın m uhi­ tinde bulunmug olan Hüseyin Paşa Ana­ dolu Türklerindendir. YeniSehirli olan Hüseyin Paşa’ya t Deli» lâkabının ve­ rilmesi cesaret ve şecaatından kinaye­ dir. Serdarhğı bir unvana sahip olmak­ tan ileri gitmeyen Sultan-zâde Mehmed Paşa Girit’e gelinceye kadar Deli Hüse­ yin Paşa mühim işler başarmış, onun adaya gelişinden bir ay sonra ölümünü müteakip de serdarlık bizzat kendisine tevcih edilmiştir. Hüseyin Paşa Hanya muhafızlığına yollanırken, Yusuf Paşa­ nın tayin ettiği muhafız Humelİ beyler­ beyi Küçük Haşan Paşa İstanbul’a çağ­ rılmıştır. Deli Hüseyin Paşa Hanya muhafız­ lığına tayin edilince Mora’m n güney do­ ğu kıyısından gemilerle G irit’e geçti. Hanya’ya vasıl olunca Türk hâkimiyet sahasını genişletmek için derhal faaliye­ te koyuldu. Girit adasının kuzey batı kıyısındaki Kisamo kalesinin zaptı için sekbanbaşı Murad Ağa'nın idaresinde üçbin kişilik kuvvet şevketti. Kisûmo'ya giden kuvvetler iki gün zarfında burayı zaptetti (10 mart 1646). Hüseyin Paşa, casusları vasıtasiyle Venediklilerin Kandîye ve Suda lim anın­ da hazırlıklar yaptığım, kara ve denizden beraberce Hanya’ya yürümek gayesiyle yerli Rumlardan da asker topladıklarını öğrendi. Bunun üzerine bir taraftan öğ­ rendiği şeyleri İstanbul’a bildirirken, bir taraftan da Hanya’da müdafaayı takvi­ ye edecek tedbirler aldı. Akrotiri yarımadasının güney doğu kıyısında bulunan Suda limanı Hanya'­ nın. emniyeti bakımından büyük ehem­ miyet arzetmekteydi. Zira, Hanya isti­ kametinde uzanan daracık bir körfezin batı ucundan ve Akrotiri yarımadası üzerinden karadan yürüyecek kuvvetler Hanya için tehlikeli olabilirlerdi. Hüse­ yin Paşa bu ciheti pek güzel takdir et­ tiğinden Venediklilerin karadan H an­ ya'ya doğru ilerleme teşebbüslerini akim bıraktı. H attâ Suda limanı onların elinde bulunduğu halde düşmanın bu­ raya asker ve malzeme çıkarmasını ön­ ledi. Hüseyin Paşa Haziran ayının orta­ larında Esterııi kalesini de aldı. Suda l i­ manının Hanya tarafında bulunan Esterni’ye üç dört bin kişi sığınıp Türklerin top geçirecekleri yollara taş yuvarlıyarak kapamakta ve Türklere tüfenk ateşleri ile zarar vermekte idiler. Esterni’niu zaptı Türklere Suda lim a­ nına yakın yerde bir istinat noktası teş­ kil etmiş oldu. Hüseyin Paşa mütemadi savaşlarla Türklerin işgal sahasını adım adım ge­ nişletmeye muvaffak olmaktaydı. Onun bu muvaffakiyetleri düşmanın manevi­ yatı üzerine tesir icra etmekten de geri kalmıyordu. Haziran ayı içinde 37 burton ve 9 çektiriden mürekkep bir düşman filosu Suda limanına girdi. Düşmanın buraya kuvvet çıkarmasını önlemeye dikkat eden Hüseyin Paşa derhal m uha­ rebeye tutuştu ve düşmana beş bin k i­ şilik zayiat verdirerek gelen filonun çe­ kilmesini sağladı. Hüseyin Paşa, m uha­ rebeleri o derece ustalıkla idare ediyor­ du ki, Türklerin az zayiatına mukabil umumiyetle düşman ağır zayiat vermek­ teydi. Meselâ Serdar Mehmed Paşa’nın emrindeki donanma gelmeden önce Ebukron önünde yapılan çarpışmada Vene­ dikliler bine yakın ölü verdiği halde Türklerden yalnız bir kişi şehid düşmüş­ tü. V enediklilerin Çanakkale boğazı önündeki faaliyetleri Venedikliler bir taraftan Girit’te gayretler sarf ederken öte yandan da Çanakkale boğazı önünde tehditkâr h a ­ reketlerde bulunmaya başladılar. Os­ m anlI donanmasının gemi sayısı azım1970
sanamıyacak miktarda olmakla beraber, personelini Kanuni devri ile mukayese etmeye imkân yoktu. Bilhassa en y ü k ­ sek kumanda mevkiini işgal edenler umumivetle denizcilikle alâkası olmayan kimselerden ibaretti. B u sebeple Girit'­ te karaya çıkmış kuvvetlere karşı başa­ rı sağlıyamayan Venedikliler tâ Çanak­ kale boğazı Önüne kadar gelme, hattâ telıditkâr bir vaziyet alma cesaretini gösterdiler. Yeni Kaptan-ı derya Musa Paşa ile yeni Serdar Sultan-zâde Mehmed Paşa 1646 baharında İstanbul’dan yola çıkıp Çanakkale boğazına geldikleri sı­ rada yirmi kalyondan ibaret bir Vene­ dik filosu Bozcaada’nın hisarım m uha­ sara etmiş bulunuyordu (14 nisan 1646). Ehliyetsiz ve bir i§e varamıyan serdar bir şey yapmak cesaretini bulamayıp İs­ tanbul’dan yirmi gemilik yardım ister­ ken, Bozcaada’dajtilerin de barutu bit­ mek üzereydi. Bereket versin ki Rume­ li beylerbeyi Küçük Haşan Paşa beş kadırgaya doldurduğu serdengeçtilerle Rumeli tarafından gelip adaya asker çı­ kardı da Bozcaada İli sarı düşman eline geçmekten kurtuldu Bozcaada önünden çekilen Vene­ dikliler Saros körfezine doğru ilerledi­ ler. Girit’e asker ve mühimmat götür­ mekte olan Serdar Mehmed Paşa Geli­ bolu'dan harekete geçti. Düşmanın arka­ sından Saros körfezine doğru teveccüh edince 26 mayısta cereyan eden top dü­ ellosundan Venediklilerin bir kaç genvsi hasara uğradığından Çanakkale boğa­ zı mıntıkasından uzaklaştılar. Sııda kalesinin muhasarası Çanakkale önünden çekilmiş bulu­ nan Venedik filosu Türklerden önce Gi­ rit sularına gelmiş ve Türk donanması­ nı mağlûp ettiğine dair bir de yalan ha­ ber yaymıştı. Aradan fazla zaman geç­ meden Serdar Sultan-zâde Mehmed Pa­ şa ve Kaptan-ı derya Musa Paşa donan­ ma ile Hanya’ya vasıl oldu (12 temmuz 1646). Mehmed Paşa «Suda’mn fethi hepsinden ehemdir* diyerek buranın muhasarasını emretti. Gemilerden top Ü stte : S u d a k ö rfe zi ve onu m u h a fa z a eden S u d a kalesi (o rta d a ada ü s tü n d e ) ile k ı ­ yı İs tih k â m la rı (soida) m gösteren o devre a it b ir g ra ­ vür. Y anda : Suda k ö rfe zin in için d en a ğ z ın a d oğru b ir gö­ rün üş. 1971
ve asker çıkarılarak dokuz gün sonra muhasaraya başlandı. Hanya önünde muhafaza hizmeti görmek üzere 140 par­ ça gemi ayrıldı. Bu sırada çektin, ka­ dırga, burton nevinden yüzden fazla ge­ miden mürekkep düşman filosu Suda’ya imdada ve düşmesini önlemeye uğraşı­ yordu. Suda kalesi körfezin ağzındaki ada­ da bir kayanın üzerinde bulunduğu ve tahkimli de olduğundan, zaptı zamana mütevakkıftı. Suda muhasarası devam ederken Deli Hüseyin Paşa Ebukron (Abakron, Aprikorno) yu zaptetti. Suda muhasarasının başlamasından iki hafta kadar sonra Serdar Sultan-zâde Mehmed Paşa hastalanarak vefat etti. Suda kale­ sini körfezin güney kısmında G irit adası üzerinde bulunan Paleo kalesi de m ü­ dafaa ediyor ve buraya karadan iyi bir şekilde yanaşılamadığı* Venedik filosu da mütemadiyen gayretler sarfettiği İçin muhasara bir abluka manza­ rası arzediyor, netice itibariyle de iş uzuyordu. Mehmed Paşa’mri ölümünden sonra Girit’teki kuvvetlerin kumandası­ nı Deli Hüseyin Paşa üzerine aldı. Bu arada Kaptan-ı derya zahire getirmek üzere Rumeli sahiline gitmişti. Onun adaya dönüşünden sonra Hüseyin Paşa’nın serdarlık emri de İstanbul’dan geldi. Hüseyin Paşa, Suda’ıım zaptının çok uzun zamana mütevakkıf olduğunu göz önünde bulundurarak topladığı bir harp meclisinde muhasarayı kaldırma kararı aldı (E-ylûI sonlan). Deli Hüseyin Paşa’nın serdarhğı Hanya muhafızı sıfativle mühim gayretler sarfetmiş olan De­ li Hüseyin Paşa serdar tayin olunmasını müteakip hizme­ tine devamla faaliyet sahası­ nı daha da genişletti. Bu 1 cümleden olarak fetih saha­ sını genişletmek üzere Rcs( mo kalesini kuşattı (7 ekim 1646). Naitnâ (C: 4, S: 207) rnn, «iç kalesi Galata h i­ sarı vüs’atinde, dış kalesi tahminen Tophaneden Sütlüce mabeyni kadar. Ekser haneleri kârgir bina ve gayet sık ve mamul olup onbin yapıdan müteca­ viz® dediği Resmo (Retmo, Rethimo) şehrinin dış kalesi muhasaranın başlama­ sından iki hafta sonra zaptedildi. Mu­ kavemete devam eden iç-kale ise, Türklerin tazyikine daha fazla dayaııamıyacağım anlayınca vire şartı ile teslim ol­ du (15 kasım). Canlarına dokunulma­ mak şartiyle teslim olan Resmo müdafileıl Kandiye’ye gittiler. Resmo muhasarasına devam edilir­ ken, Osmanlı tarihlerinin Resmo’ya üç buçuk saat mesafede diye tarif ettikleri Milopotamo (Mylopûtamos) da ele ge­ çirildi. Kaptan-ı deryaların d urum u Kış içerisinde Girit’teki askere za­ hire nakleden, Kaptan-ı derya Musa Paşa, zahireyi Hanya’ya boşaltırken fır­ tına çıkmış, bir kaç gemi batmıştı. Bu sırada müsait lim an olmadığı için Han­ ya önünde barınamıyacağını düşünerek geri Mora tarafına gitmişti. Yunanistan kıyılarında bir düşman kalyonu gören Musa Paşa bir kaç kadırga ile bizzat üzerine gitmiş, düşman kadırgasına faz­ laca yanaştığı için bir tüfenk kurşunu isabetiyle vurulmuştur (Ocak 1647). B u ­ nun ölüm ü İstanbul’a bildirilince evvel­ ce defterdar olan başka bir Musa Paşa Kaptan-ı derya tayin edilmiştir. Deniz­ cilikten anlamayan bu Musa ise pek k ı­ sa zamanda beceriksizliğine ait örnekler verdi. 1647 yazında yapılacak harekât için G irit’e sevkedilmek üzere Çeşme’de bekleyen askeri almak gayesiyle bu limana gelmişken, düşman gemilerinin 1972
hücuma hazırlandıklarım görünce aske­ ri almadan Ağriboz’a geldi. Bu defa 9 adet düşman gemisinin Ağriboz lim anı­ nı muhasara ettiğim duyunca ne Tunus ve Cezayir gemilerinin limandan çıkma­ sına müsaade etii, ne de Ağriboz’da bek­ leyen beşbin kişilik yeniçeri kuvvetini aldı. Pek az.m ühim m at ve iki yüz lâ ­ ğımcı ile Girit'e gelince Hüseyin Paşa kendisini azarladı. Musa Paşa serdarın emriyle Girit'ten yetpıiş gemi ile Mora’nın Anabolu (Nauplion) limanına gitti. Buradan Rumeli askerini naklede­ cekti. Fakat Anabolu önüne muhtelif boyda 39 parça düşman gemisinin gel­ diğini görünce harbe cesaret edemedi ve orada kapanıp kaldı. Vaziyet İstanbul’a bildirilince azledilerek yerine vezir Damad Fazlı Paşa Kaptan-ı derya tayin edildi. 1647 temmuzu içinde beş bin yeniçeri ve 30 kadırga ile Sakıza gelip uzun zamandan beri burada bekliyen askeri gemilere aldı. Geriden gelen altı kadırganın da kendisine iltihakından sonra harekete geçtiği sırada karşısına çıkan 10 düşman gemisini top ateşiyle kaçırdı. Bu sırada Anabolu’daki gemiler de çıkıp Sakız’a gelmek im kânını elde etmiş olduklarından Fazlı Paşa bunlarla birlikte E ylülün sonunda Hanya’ya ulaştı. Anadolu askeri ile bir miktar za­ hire ve m ühimm at G irit’e gelmekle be­ raber, Rumeli askeri Anabolu’da kal­ mıştı. Vaziyet böyle olduğu, düşman do­ nanması da Kandiye önünde bulunduğu halde, kış mevsiminin geldiğini nazarı itibara alan Fazlı Paşa donanma ile İs­ tanbul’a döndü. İstanbul’a geldikten sonra azledilerek (Aralık 1647) yerine tersane kethüdası Ammar-oğlu, Kaptan-ı derya oldu. Serdar Deli Hüseyin Paşa Girit’te muvaffakiyetli muharebeler yaparken, donanma âciz kaptan -1 deryaların elin­ de kendisinden beklenen işi göremiyordu. Beceriksiz, denizcilikten anlamıyan, bu hususta bilgisi olmadığı için tabi’i kendisinde mücadele cesareti de göre­ meyen Kaptan-ı deryalar, emirlerindeki kuvvetlerin yarısı kadar düşman gemi­ sine bile rastlasalar âdeta selâmeti bir limana sığınmakta buluyorlardı. K ap­ tanların mücadele cesareti göstermeme sebeplerinden biri Osmarüı gemilerinin kürekli gemilerden müteşekkil bulun- V e n e d ik lile rle denizde y a p ıla n ç a rp ış­ m a la r d a n b iri (R ic a u t'd a n ) maşıydı. Halbuki Avrupa’da artık kal­ yon devri yani yelkenli gemiler devri açılmıştı. Yelkenli gemiler küreklilere nisbetle üstünlük göstermekteydi, Tabi’i kaptanların iş görmemesi, daha doğrusu donanmanın kalitece zayıflığı yüzünden G irit’teki serdarlar esas sıkın­ tıyı çekiyor ve tasarladığı şeyi bir tür­ lü tahakkuk ettîremiyordu. Seferin da­ ha başlangıcında belirdiği üzere Girit harbinin yirmi dört buçuk sene devamı­ nın en esaslı sebebi işte buydu. Kandiye muhasarası Serdar Deli Hüseyin Paşa Resmo’mm fethinden sonra Kar.diye’nin fethine hazırlanmaya başladı. G irit’in en m ü­ him liman ve kalesi olan Kandiye fethediidiği takdirde, adanın tamamının ele geçirilmesi yolunda en büyük mania aşılmış olacaktı. Türkleriıı adaya ayak bastıkları günden beri mevcut tahkima­ tı daha da artırılmış olduğundan ilâve kuvvetlere ve yeni mühimmata, ihtiyaç vardı. Ayrıca Giritte mevcut askerin beslenmesi için de zamanında zahire ye­ tiştirilmesi gerekmekteydi. İşte bunun için Serdar Hüseyin Paşa Kaptan-ı der­ ya Musa Paşa’yı zahire temin etmek üzere Mora sahillerine gönderdi. Lâkin yukarda belirtildiği veçhile Musa Paşa’dan itibaren erzak ve mühimmat m unta­ zam yetiştirilmediği gibi, serdarın bek­ 1973
lediği yardım kuvvetleri de uzun m üd­ det yetiştirilemedi. Fakat buna rağmen Hüseyin Paşa G irit harbinde en mühim safha teşkil eden Kandiye muhasarası­ na girişmekten geri durmadı. Serdar, evvelâ Kandiye etrafında keşif hareketleri sonra bir kaç defa bin ilâ iki bin kişilik kuvvetler sevkederek iz’aç çarpışmaları yaptırdı. Venedik do­ nanması Kandiye önünü muhafazada bulundurduğundan denizden sıkıştır­ mak m üm kün değildi. Osmanlı donan­ ması kendisinden beklenen vazifeyi tam yapamıyordu. Serdar Hüseyin Paşa m u­ hakkak ki bunun farkındaydı. Onun için, çetin uğraşmalar sonunda Kandiye’ye uzanan yolları düzelttirdi; yolsuz yerlere yol açıp Öküz arabaları vasıtasiyle iki partide Kandiye önüne onbeş adet top nakletti (16 kasım 1647). Top­ ların naklinden önce Kandiye’ye karşı yapılan harekât bir ablukadan ibaretti. İlk partide getirilen toplarla muhasara başlamış addedilebilirdi. Fakat onbeş top ile yapılan şey de fi’iliyatta bir ab­ lukadan ileri gidemezdi. Zira daha faz­ la topa ve daha çok insana ihtiyaç var­ dı. Venedik donanması kuvvetli bulun­ duğundan Hüseyin Paşa o zamana kadar G irit’e getirilmiş topların m ühim kısmı­ nı Hanya, Kisamo, Resmo gibi yerlerin muhafazasına tahsis etmişti. Bunun için bir harp meclisi toplayıp vaziyeti müza­ kere ettikten sonra, Kandiye’nin tahki­ matı, içindeki kuvvetler, hakkında b il­ gi verip İstanbul’dan asker ve m üh im ­ mat istedi. Naimâ (C: 4, S; 239) Kandi­ ye’nin durumuna işaretle bu noktayı şöyle anlatır: «Kandiye hisarı bir metin kale olup, üç dört senedenberi küffar tedarik görüp, tam mânasiyle güvenile­ cek istihkâmlar meydana getirdiler. Kundağa binmiş ateşe hazır vaziyette sekizyüz pâre kadar toplan olup, oniki bin frenk cenkci askerinden gayrı otuz bin kadar cenkcisi var. Muhasarası için kırk balyemez top lâzımdır. Onbeş pâre top ile kalenin muhasarasına girişmek münasip değildir. Zikroluııan toplar, sair mühimmat ve asker gelmeden metrise girilmez». Serdar Hüseyin Paşa, İstanbul’dan asker ve malzeme istedikten sonra onlar gelinceye kadar hareketsiz kalmak iste­ medi. Kandiye’nin etrafını Rumeli bey­ lerbeyi Haşan Paşa’ya zaptettirdi. E lin­ de mevcut mahdut miktardaki kuvvetler­ le 1647 senesini 1648 senesine bağlıyan kış mevsimini Kandiye etrafında çadır­ da geçirdi. Serdarın gözü yollarda do­ nanmayı ve onuıı getireceği şeyleri bek­ liyordu. Fakat, aylar geçiyor, ayları mevsimler kovalıyor Hüseyin Paşa bek­ lediğine nail olamıyordu. G irit’e yardım kuvveti ulaşmadıkça buradaki asker yei­ se düşüyor, Venedikliler de cesarete ka­ pılarak kaleden çıkıp Türk kuvvetleri­ ne çatıyordu. Hüseyin Paşa buııu önlıyebilmek üzere Kandiye'ye hakim bir te­ pe üzerine 2 balyemez ve 6 kolonborna topu çıkardı (30 nisan 1648). Bunlarla şehrin içini ve limanı döğmek imkânı elde edilmiş olduğundan, Kandiye’dekiler bir müddet için kaleden dışarı çık­ ma cesaretini kaybeder gibi oldular ama, bu defa düşman yüzlerce topunu Türk karargâhına tevcih ettiği için Hüseyin Paşa çadırları bir miktar ge­ riye çektirmek zorunda kaldı. Hüseyin Paşa ve emrindekiler can­ larını dişlerine takarak mücadeleye de­ vam ederken nihayet erzak bitti. As­ kerler etrafta buldukları bitkilerle ka­ rınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. O sı­ rada Venedikliler, adadaki Türk aske­ rinin maneviyatını bozmak için, donan manın mağlûbiyetine, Çanakkale boğa­ zından bir kayığın bile çıkamadığına dair haberler yayıyorlardı. Hüseyin Pa­ şa, bu haberlerin asker üzerindeki te­ sirini silebilmek için Resmo ve elde bu­ lunan diğer yerlerden gizlice bir kaç top getirtiyor ve «donanmanın geleme­ diği yalandır, yollanan toplar işte; da­ ha fazlası da gelecek» diyordu. Girit’e yardım kuvveti gelmemesi yüzünden zaptedilmiş yerler için elden çıkma tehlikesi bile belirmişti. Nitekim Milepotamo’da gayet az muhafız, bıra­ kıldığını faı'keden Venedikliler, bir h ü ­ cum ile kalesine dahil oldularsa da, Si­ lifke sancak beyi Küçük Mustafa Paşa acele yetişerek düşmanı çekilmeye mec­ bur etti. Kandiye önündeki askerler, yardım kuvv-eti gelince metrise girileceğini bi­ liyorlardı. Zaman geçtikçe serdann oyalayıcı tedbirleri tesirini kaybetmeye başladı. Bunun üzerine Hüseyin Paşa 1974
metrisler hazırlatarak, Kandıye'nm «Ak tabya» kısmında askeri metrise soktu. (5 mayıs 1648) Ak Tabyanın sıkıştırıl­ maya başlanmasından onbeş gün sonra 3700 kişilik bir düşman kuvveti bir ge­ ce kaleden çıkarak Türk askeri üzerine hücum ettiyse de 1200 kişi zayiat vere­ rek geri çekilip kaleye girdi. Hüseyin Paşa’nm m üşkül tlurum da kalm ası Yardım kuvveti gelecek diye aske­ ri mevzie sokmuş olan Hüseyin Paşa, on­ ları hem oyalamak hem gayrete getir’ mek için didinip durmaktaydı. Elde mevcut toplardan bir kısmını limanı iyi­ ce aieş altına alacak şekilde tabiye edince, Venedik gemileri limana giremez duruma düştüğünden Kandive’ye gelen asker ve sair şeyleri surlardan yeni bir gedik açarak oradan içeri almıya mec­ bur kaldılar. Kandiye’yi sıkıştıran Hüseyin Paşa düşmanın iki tabyasına girip zaptetme­ ye muvaffak oldu. Buralardan 12 top, bin kadar tüfek, barut keseleri ve sair malzeme ele geçirildi. Venediklilerin bir huruç hareketi sırasında Hüseyin Paşa’nm çenesine iki tüfenk kurşunu isabet edip, birisi içinde kaldı. Askerin maneviyatını sarsmamak için çarpışma­ ların nazik safhası sona erinceye kadar yarasını mendillerle kapatan kahraman kumandan, ancak tehlike zail olunca ya­ rasını sardırmak için çadırına çekildi. Kandive harbi kifayetsiz muhasara kuvvetlerinin bir didinmesi şeklinde ce­ reyan ettiği halde, surlannda yıkıntılar meydana getirilmiş, sıçan yolları yapılıp toprak sürülerek surlara yaklaşılmıştı. Şimdiye kadar pek ustalıkla muharebe ederek hayret edilecek derecede az za­ yiata sebep olmuş bulunan Hüseyin Pa­ şa, netice üzerinde müessir olamıyacağım bildiği halde bir umumî hücum da yaptırmış, bu um um î hücum Türklere iki üç yüz şehid, buııun bir kaç misli yaralıya mal olmuştur. Türklerin Ak-tabyayı zaptettikleri­ nin ferdası günü Kandiye'deki Venedik­ liler anlaşma bahanesiyle Türklere ateşi kestirdiler. Türkler ateş keserek m üza­ kere için gelecek adamları beklerken, 17 çektirme ve 8 kalyonun limana girerek asker ve zahire boşaltmaya başladığını, bunların arkasından da Papa, Malta ve İspanyol gemilerinden müteşekkil 21 ge­ m ilik bir filonun daha limana dahil ol­ duğunu gördüler. Bu hal zaten bozuk olan maneviyatı bir hayli sarstı. Zaten bir müddet önce, serdar, Çanakkale bo­ ğazının Venedik donanması tarafından kapatılmış olduğunu haber almıştı. Faz­ lı Paşa’dan sonraki Kaptaıı-ı derya as­ ker ve m ühim m at yükliyerek Geliboluya kadar gelince: Venedik donanmasını boğazın önünde bekler bulmuş ve dışa­ rı çıkamamıştı. Burada bir hayli bekle­ yen Kaptan-ı derya Ammar-zâde boğaz­ da kapanıp kalmak suçu ile idam olun­ muştur. Venedik harb in in G irit dışında kalan cephesi 1645 senesinde başlıyan Osmaıılı Venedik harbinin esas cephesi Girit’te idi. Bununla beraber G irit dışında bazı yerlerde de çarpışmalar vuku buldu. Muharebenin ağırlık merkezinin bir ada üzerinde cereyan etmesi, sebebiyle, Ve­ nedikliler Türklerin buraya kuvvet şevklerini önlemek için ellerinden gele­ ni yaptılar. Mora kıyılarında, Çanakka­ le boğazı önünde, Sakız adası civarında Türk deniz kuvvetlerinin faaliyetine mâni olmaya çalışmaları bu neviden ha­ reketlendir. Venedik donanmasının Epir sahillerine tecavüzü ise, G irit’e yönelen istilâ hareketini hafifletme taktiği adde­ dilebilir. Venedik donanmasının Ege su­ larındaki faaliyeti Girit harbinin uzama­ sına fevkalâde müessir olmuşsa da, S ul­ tan İbrahim zamanında Venediklilerle denizlerde kayda değer bir çarpışma ce­ reyan etmemiştir. Bu hüküm dar zama­ nında G irit’ten sonra Bosna hududu ve Dalmaçya kıyılarında da çarpışmaların cereyan ettiği görülür. Binaenaleyh, bu­ rasının ikinci cephe kabul edilmesi m üm ­ kündür. Dalmaçya cephesinde Türkler ilk önce bazı muvaffakiyetler kazanmışlar­ sa da, bu devamlı olmamış ve Venedik­ liler belirli bir üstünlük göstermişler­ dir. Nitekim, Lika (Velika) sancakbeyi A li Bey, Zara’nm yakınında bulunan Novigrad’ı zaptetmiş, hattâ bundan baş- 1975
K ü s k a le sin in V e n e d ik lile re teslim o lu ­ ş u n u gösteren b u resim İta ly a n c a b ir a l­ b ü m d e n a lın m ış tır ka Vodizza, Toretta, Rasanza, Zara-Veccilıia gibi küçük hudut kaleleri de Türk­ lerin eline geçmişti. Fakat Venedikliler Kovigrad’ı geri aldıktan başka, Osman­ l I l a r ı n Zadra dedikleri Zara ve Şebenik dedikleri Sebeniko'yu fethe memur olaıı Bosna valisi İbrahim Paşa’nm ih ­ mal ve aczinden (Naimâ C: 4: S: 239) faydalanarak buraları ver­ medikleri gibi, Türklerin elindeki hudut kalelerin­ den Nadin, Vrano, Duare, Punkora, Makarsa. Polissano. Islâm, Sukkovar, Velino ve Rachinizza gibi yerleri de almışlardı. Bu vaziyet karşı­ sında, kendisine Bosna vali­ liği tevcih edilen Tekeli Mehmed Paşa kaybedilen yerleri istirdat ve Sebeniko (Şebenik) yu fetihle vazifelendirilmiştir. Türklerin. elindeki Klis sancağını bile tehdit ettikleri sırada faaliyete ko­ yulan Tekeli Mehmed Paşa Sebeniko’yu üç hafta müddetle m uha­ sara etmişse de, çok şiddetli bir m uka­ vemetle karşılaşmış ve ağır zayiata uğ­ rayıp Bosna’ya avdet etmiştir (1647). Venedikliler bu durumdan da istifade fırsatını kaçırmamış ve Dernis, Kanin ve nihayet Klis'i işgal etmişlerdir. İşgale uğrıyan yerlerin en mühim mi olup bir sancak merkezi bulunan Klis kalesini sadrıâzam Hazer-pâre Ahmed Paşa Sul­ tan İbrahim’e ehemmiyetsiz bir kilise ve palanga şeklinde tanıtmış ve hüküm da­ rı kandırmıştır. S U L T A N İ B R A H İ M ’İN S A L T A N A T IN IN K A R A M L 'S T A F A P A Ş A ’N IN Ö L Ü M Ü N D E N S O N R A K İ K I S M I Sadrıâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa idam olunduktan sonra, bu kıratta kimse Sultan İbrahim’e sadrıâzamlık et­ mediğinden memleket idaresi bozulma­ ya yüz tuttu. Müdahaneci, riyakâr veya mürtekip kimseler sadrıâzam olduğun­ dan padişahın hastalığı, mânâsız arzu­ ları, sefahati da birdenbire sırıtıverdi. Kemankeş’ten sonraki sadrıâzam Sultan-zâde Mehmed Paşa, selefine nisbetle zıt karakterde bir adamdı. Keman­ keş Kara Mustafa Paşa ne kadar eğil­ meyen ve doğruyu söylemekten çekin­ meyen bir şahsiyetse, Sultan-zâde de o nisbette riyakâr bir adamdı. Padişahın her türlü söz ve arzusuna tatlı tatlı pek­ iyi deyip başeğmesi, hasta ve ustalıkla idaresi gereken hükümdarın çileden çık­ masına yol açtı. Mehmed Paşa, belki de Naimâ (C: 3, S: 202) nın belirttiği üze­ re Kemankeş’in akıbetine uğramamak için müdahaneyi artırmıştı. Fakat onun bu tavrı hasta padişaha bile garip gel­ miş ve bir gün kendisine: «— Lalam Mustafa Paşa bazan ba­ na itiraz eder, bu iş nâm akuldür derdi. Senden hiç onun gibi bir söz işitmedim ve sâdır olmadı. Cümle sözlerinin emre sadakat kaidesi üzerine kurulmasının aslı nedir?» Diye sorunca, Sadrıâzam Sultan-zâ­ de Mehmed değme dalkavukların beceremiyeceği şu cevabı verdi: «— Siz yer yüzünün halifesi zıllullahsınız; kalbinize doğan bil cümle şey­ ler ilham-ı rabbanidir: söz ve fi’il ile 1976
Dördüncü M urad ve Sultan İb rahim ’in zam anındaki veziriazamlar (İlâ v e : 125) ★ —> ölüm ünü müteakip. sonra da Boşnak Husrev Paşa azledilince sadrıâzamlıga getirilmiş olan Hafız Ahmed Paşa F ili­ be'n bir müezzinin oğludur. Irkan Türk veya Pomak olduğuna dair iki kayıt görülürse de T ürklüğü ihtimali daha kuvvetlidir. Kendisi hafızdı. Ayni za­ manda sesi güzel bir hanende olan H a­ fız Ahmed Pasa güzel şiirler meydana getirebilen bir sairdi de. Hafız Ahmed Paşa enderundan ye­ tişmiştir. Has-oda ağalarından iken ay­ ni zamanda Dogancı-bagı bulunduğu sı­ rada vezaretle Kaptan-ı derya tayin e. dilmLjtir (Şubat 1608). K ap tanı derya­ lıktan sonra Şam valiliğine getlrüen Ha­ fız Ahmed Paşa burada yedi sene kal­ mış,, daha sonra Van, Erzurum, B aidad, Anadolu ve Diyarbakır valiliklerinde bulunmuştur. ÇEKKES MKHMED FAŞA Bîrine! Mustafa zamanından devre, eten Kemankeş Ali PaşaHdan sonra Dör­ düncü M urad'm tayin ettiği sadrıâzamların İlki Cerkes Mehmed Paça dır. Enderundan yetişmiştir. Sarayda silâhdarlığa kadar yükseldikten sonra Sam va. İllisiyle taşra hizmetine çıkmıştır. Bilahara kubbe veziri olan Çerkeş Mehmed Pasa, Kemankeş Ali P a şan ın katlinden sonra sadrazam olmuştur. Nalma. *.hate m j vekâlet, Divan-ı hüm âyun vezirle, finden piri nurarti Çerkeş Mehmed Pa­ sa'ya verildi» cümlesiyle, sadrıözam ta­ yin edildiği sırada hayli yaşlı bulundu­ ğunu belirtir. Çerkeş Mehmed Pasa sadrıâzam o* Lunca, Erzurum 'da isyan edip Orta-Anad o lu n un m ühim bir kısmında faaliyette bulunan Abaza Mehmed Paşayı tenkil ve Bagdad'ı da İran lIlard an istirdatla va­ zifelendirildi. Çerkeş Mehmed Pasa,, A. baza'nın tenkili işini daha ehemmiyetli dördününden evvelâ onun üzerine yürü­ dü. Kayseri civarında yaptığı muharebe­ yi kazanarak Abaza’nın arkasından Ter­ can'a kadar İlerledi. Bu sırada Abaza Mehmed Paşa eman dilediğinden kendisini affederek Erzurum valiliğinde İpka ey­ ledi. Oradan kışı geçirmek üzere dön­ düğü Tokat’ta hastalanarak Öldü. (28 ocak 1625). Çerkeş Mehmed Paşa'nm saclrıâzam olarak en büyük hizmeti Kayseri civa­ rındaki muharebeyi kazanmasıdır. Ken­ disinin dürüstlük ve adaletperv erliğin de zaman mm müverrihleri müttefiktir. Çer­ keş Mehmed Paşa ile Tokat'ta görüşmüş olan müverrih Pecevi, onun rüş\retten ve haksız yere man sıb tevcihinden ka­ çındığını, insaflı bir kimse olduğunu kaydederek kendisini över. Çerkeş Meh­ med P a ça nın cenazesi Tokat’tan İstan­ bul'a naledilerek Bayezid earai’i mezar­ lığına defnedilmiş tir. Çerkeş Mehmed Paşa nın ölüm ünü müteakip sadrıâzam olunca, Bagdad't İranlIlardan kurtarmaya memur edil­ miştir. H aliz Ahmed Pasa m ühr.ü hü­ mâyûnu teslim almadan önce zaten B ağd ad ı kurtaracak kuvvetlerin serdar­ lısında bulunmaktaydı. Bu defa sadrıâzam sıfatiylc ise daha esasb şekilde sa­ rıldı. Sekiz ay 20 gün süren uzun bir » muhasaraya ve Bağdad ın teslimine dair İranlIlarla müzakere acilmiş elmasına rağmen, kapıkulu askerinin isyanı yü­ zünden şehri alamadı. Neticede veziriâ. zamlıktan azledilerek İstanbul'a geldi ve divanda ikinci vezir oldu. Bu arada Birinci Ahmed1in kızlarından Ayşe Sul­ tan ile evlenmiştir. Husrev Pasa’nın azlini müteakip ikinei defa sadrıâzamlıga getirilen Hafız Ahmed Paşanın bu defakî sadareti üc bucuk ay sürmüş ve Husrev Paşa’dan sonra m ühr.ü hümâyûnun kendisine ve­ rilmesini uman sadaret kaymakamı Re~ ceb Paşa tarafından tahrik edilen kapı­ kulu askerinin ayaklanması neticesinde padişah m gözleri önünde feci şekilde öldürülmüştür. Kabri vasiyeti gereğince defnedildiği Üsküdar kabrlstanındadır. H afız Ahn.ed Paşa şair, bilgili, zarif ve nüktedandı. Güzel şiirleri olan Hafız HAFIZ AHMED PAŞA İlk defa Çerkeş Mehmed Pasa'nın 1977
Ahmed Fasa’nm, yolda yazd ığı: Bizim le K erb eiâ B&ğdad'a vâdisine giderken hem-derd olan gelsüa S ın a n s ın arsa-i fe rz a n e le ra e m erd o la n gelsün Diye başlıyan ş iir i meşhur olduğu gibi, muhasara esnasında asker, erzak ve malzeme yardım ı gönderilmesine dair arizasına eklediği manzum istimdatnamesi de güzelliği dolayısîyle eski Os­ m anlI târihlerine konmuştur. H A L İL j Husrev Faşa önce Abaza isyanını bastırmış, daha sonra d a İ r a n l I l a r a kar­ şı harekete geçmiştir. İran arazisinde Hemedan ve Dergüzin’e kadar yürüyüp, dönüp gelerek Bağdad ı kuşatmış fakat m uvaffakiyet sağlıyamamıştır. Bu ara­ da sert ve insafsızca hareketlerle bazı paşaları idam ettirmiş, onun içîn erkân ve ümera arasında şahsına karşı nefret uyanmıştır. Bağdad muhasarasını kaldı­ rarak Musul, oradan da Diyarbakır ta­ ra iına çekilen Husrev Faça 1631 yazını da ne yapacağını bîlemiyecek tar2da doldurmuş, bunun üzerine sadaretten az­ ledilmiştir. PAŞA Hafız Ahmed Pasa'nın ilk sadaretinden sonra İkinci defa veziriazam olan Halil Paşa birinci sadareti münasebetiy­ le 118 num aralı ilâvede anlatılmıştır. h u srev pasa H alil Pfişa’nm ikinci sadaretinden azlini müteakip veziriazam olan Husrev Paşa aslen Bo^naktır. Bu sebeple um u­ miyetle «Boşnak Husrev Paşa* diye a. m lır. Enderundan yetişmiştir. Sarayda muhtelif hizmet kademelerinde bulun­ duktan sonra silâhdarlığa kadar yüksel­ miş, silâhdarlıktan yeniçeri ağası yapıl­ mak suretiyle taşra hi2metine çıkmıştır. Çerkeş Mehmed Paga'nm Kayseri civa­ rında Abaza Mehmed Paşa île muhare. besi esnasında yeniçeri ağası bulunu* yordu. Çerkeş Mehmed Faşa'nın Tokat’­ ta ölüm ü üzerine Defterdar Baki Paşa gibi bu da Hafız Ahmed Fasa'nm sadrıâzamlıga getirilmesi tavsiyesinde bulun­ muştu. Fakat o arada İstanbul'da, «Hus­ rev Aga mülır-ü hum âyûnu niçin kendi­ si için istemedi» seklinde bazı sözler söylendiğini duyunca, H afız Ahmed P a­ şa’yı tavsiyesinden Ötürü nedamet his­ setmişti. Sadrıâzam Hafız Ahmed Paşa­ nın Bağdad muhasarası sırasında yeniçe­ ri ağası sıÎatiyle muharebelere iştirak eden Husrev A ğa'm n Serdar H afız Ahmed Faşa gibi gayret ve metanet gös­ terdiğinden bahsedilir. Buna m ukabil o sırada orduda bulunan müverrih Peçevî, Husrev Afta nın Hafız Ahmed Faşa’yı kıskandığını ve onun muzaffer ol­ masını istemediğini kaydeder* Hafız Ahmed Pasa’nın Bağdad m u ­ hasarasını kaldırm asını m üteakip sada. retten azledilerek m ühr.ü hüm âyûn H a­ lil Paşa1ya verildiği zaman, Husrev Ağa da yeniçeri ağalığından azledilerek, bu vazifeye usul hilâfına Çavuşbaşı Ali Ağa getirilmiştir. Hafız Ahmed Paşa ile birlikte 2 m art 1627 de Halep ten ha­ reket ederek İstanbul'a gelince kubbe veziri olmuştur. Bu arada Abaza Mehmed Faşa ikin­ ci defa isyan ettiğinden H alil Faşa bunu tenkile memur olmuş, fakat muvaifakiyet kazanamayınca, askeri kabiliyeti ve dlsiplinciliğiyle nazarı dikkati celbeden Husrev Paşa'nm sadarete getirilmesi pa­ dişaha tavsiye edilmiştir. j Husrev Paşa sadaretten azledilince kaüikulu askerleri mevacib bahanesiyle isyan etmişlerdi. Husrev Paşa bu sırada itaatkâr görünerek askeri yatıştırmaya çalışmış bilahara Diyarbakır'dan Tokat’a geçmiştir. Bu arada Konya* Seydişehir, Beyşehri, Eskişehir, İnönü, îskîlip tara­ fında mevcut sipahi 2orbaIan onu yeni­ den sadarete getirmek için isyan hazır­ lığı görürlerken, îstanbulda da Husrev Paşa ile anlaşan Receb Paşa’nın tahriki ile sipahiler ayaklanmış ve padişahı ayak divanına mecbur edip, S a d nâ 2am Hafız Ahmed Paşa yı parçalamışlardı. Husrev P a şan ın fesat hareketinde elî olduğunu gözönünde bulunduran Sultan Murad. Murtaza PaşaV l Tokat'a yollıyarak onun idam ım temin etmiştir (11 mart 1632). Husrev Paşa cesur, pervasız, sert tabiatlı, mağrur, ayni zamanda çok in­ safsızdı. Basit şeylerden adam öldürür, idam sahnelerini kılm ı kıpırdatmadan bizzat seyrederdi. Tokat’ta idam edildiği zaman başı İstanbul’a gönderilip, vücu­ du orada defnedilmiştir. Afyonkarahisar civarındaki Husrev Paça hanı bunun­ dur. EECEB FASA Sultan Murad/m istemiye istemiye mecburiyetler karşısında sadnâzam lığa 1978
landırmış ve Hafız Ahmed Paşa’nm öl­ dürülmesine sebep olmuştur. Sultan Murad bunun üzerine mühr-ü hüm âyûnu mecburen kendisine vermiş, üç ay sonra da idam ettirmiştir. getirmiş olduğu Receb Paşa aslen Boşnaktı. Bostancı ocağından yetişmiş, Bi­ rinci Ahmed zamanında bostancıbaşılık etmiş, ayaklarında nıkris hastalığı bu­ lunması sebebiyle bir aralık tekaüd olunmuş, sonra tekrar hizmete alınmıştır. Birinci A hm et’in Öküz Mehmed Paşa'dan dul kalan kız ı Gevherhan Sultan ile evlenerek hanedana damad olmuş, bu yüzden bir müddet Damad Receb Pasa diye anılmıştır. TAKAM-YASSI MEllMED PAŞA Dördüncü Murad m çocukluk yılları­ nı atlatıp vaziyete hâkim duruma geçti, ği devredeki sadrazam ların ilki olan Tabanı-Yassı Meiımed Pasa aslen Arnavultu. Birinci Ahmed'din meşhur ve nü­ fuzlu Darüssaade Ağası Hacı Mustafa Ağaya intisab ile onun hizmetinde ye. tlşrr.iştir. İstidat ve kabiliyeti dolay isiy­ le ağır müteferrika dirliğine nail olan Mehmed Ağa bilahara k a lıcıla r kethü­ dası olmuş (N aim â C: 2, S : 438), bu vazifeyi takiben de 1628 sonbaharında Bayram Paşa'nm yerine Mısır valisi ta­ yin edilmiştir. Bayram P aşad an Mısır valiliği acılınca, Abaza Mehmed Paşayı yeni tenkil etmiş olan Husrev Paşa, pa­ dişaha bir ariza takdim ederek Mısır valiliğine yeniçeri ağası H alil Ağanın tayinini rica etmiş, fakat padişah Taba. ni-Yassı Mehmed Paşa yi göndermiştir. Mısır valiliğinde Üç sene kadar kaldığı anlaşılan Tabanı-YassL Mehmed Paşa az­ lini müteakip İstanbul'a gelmiş, bu ara­ da kendisine mühr-ü hüm âyûn tevdi olunmuştur (18 mayıs 1632). Kubbe veziri iken 1622 yılı içinde Karadeniz serdarlısına tayin edilmiş, donanmadan bir filonun başında Kara, denize açılarak 600 şaykalık Kazak de­ nizcileri ile muharebeye tutuşmuş ve ba­ şarılı bir netice istihsal etmişti, Bîlaİıa. ra 1623 yılı şubatında kaptan-ı derya ta. yin edilen Receb Paça ik i bucuk sene kadar müddetle bu vazifede kalmıştır. Müfsid bir adam oian Receb Paşa îki deia fesat hareketinde bulunmuştur. Birincisinde sadaret kaymakamı Gürcü Mehmed Paşa'nm idamına, İkincisinde ise m ühim bir ayaklanmaya sebep olmuş­ tur, Bizim tarihlerin muttefikan bildir, dibine göre: 1035 zilkadesinde (1626 agustos) İstanbul'da bulunan yeniçeri ve sipahiler, Receb Paşanın tahrikiyle, Sa­ daret kaymakamı Gürcü Mehmed Paşa Bağdad a imdat etmedi dîye ayaklanmış­ lar, bu yüzden Sultan Murad doksanlık ihtiyar Gürcü Mehmed Paşa yı idam et. tirmi.ştir. Ham m er'in (C: 9, S: 298) Venedik balyosunun ifadesine istinaden bildirdiğine göre ise; bu yeniçeri ayak­ lanmasına, Gürcü Mehmed Paşa'nm* ye­ niçerilerin kaldırılm ası hakkında sadrıâzama yazdığı m ektupların elde edilmesi sebep olmuştur. OsmanlI tarihlerinde böyle bir şeyden kat’iyyen bahsedilme­ diğine, Receb Paşa mn fesadında ittifak edildiğine göre, H am m er’in söylediği şe­ yin doğru olmaması gerekir. Gürcü Mehmed Paşa idam edilince Receb Paşa onun yerine sadaret kayma­ kamı olmuş, Receb Paşa dan boşalan kaptan-ı deryalığa da m irahurluktan ter­ fi ettirilen Haşan Pasa getirilmiştir. Receb Paşa sadaret kaymakamlığında epeyc-e kalmıştır. Hafız Ahmed Paşa'nm ilk sadaretinden azli sırasında bile sad­ ra z a m lığ ı akim dan geçiren Receb Paşa. Halil Paşa m n arkasından Husrev Paşa’nın sadrıâzam olmasından da hoşlanma­ mış, bilhassa bundan sonra Hafız Ahmed Paşa ikinci defa sadarete getirilince kıs­ kançlık hisleri iyice kabarmıştır. N iha­ yet bu muhteris adam kapıkulunu ayak­ Sadarete geçtiği günden itibaren zorbaların temizlenmesi hususunda padi­ şah ile sıkı bir işbirliği eden Tabanı Yassı Mehmed Paşa bir hayli temizlik yapmıştır. Sultan Murad gibi sık sık tebdil dolaşarak İstanbul sokaklarında «eğri sarıklı sipahi kılıklı» kim i gör­ müşse derhal öldürtmüştür, 1633 yılında îra n seferi serdarlısına tayin edilmiş, hu arada Anadolu'dan ge­ çerken yollarda zorba bakıy yelerini tem izli yer ek ilerlemiştir. Sultan Murad ile bllikte padişahın Revan seferinde bu­ lunmuş, Revan’m zaptından sonra kendi­ sine sadrıâzamlığına ilâveten Rum eli beylerbeyliği de tevcih edilmiştir. Sul­ tan Murad, Mehmed Paşa'yı Revanim îranlılar tarafından zaptına mani olama­ dı diye azl ve İstanbul’a döndüğü zaman da iki ay kadar Sırça Saray’da hapset­ m iştir. Bunun arkasından Özl, onu taki­ ben de Budin valiliğine gönderilmiş, pa­ dişah Bağdad seferinden İstanbul’a dön­ düğü sırada da merkeze celbedip sada­ ret kaymakamı yapmıştır. Tabanı-Yassı Mehmed Pasa sadaret 1979
kaymakamı iken, padişahın nıakbul siLâhdarj, Mustafa Paga n ın desise ve kini* nin kurbanı olarak azledilip Yedikule'ye hapsedildi. Mehmed Paşa tarafından az_ lolunan Eflak ve Bogdan voyvodaları mevkilerini yeniden elde edebilmek için musahib Mustafa Pasa*ya külliyetli Da­ ra yedirmişler, o da Mehmed Paşa'yj voyvodalarla devletin arasını açmakla suçlandırmış, neticede musahibin desise­ sini isbata fırsat bulamadan Yedikule'de idam olunmuştur. Tabanı-Yassı Mehmed Pasa’n m kabri Üsküdar'da Karacaah. med’deki miskinler tekkesinin arkasında set üzerindedir. ı j ! BAYRAM FASA ; Irkan T ürk’tür. İstanbul’da Davud, pasa semtinde dünyaya gelmiştir. Aile menşei Amasya ile Samsun arasındaki Lâdik kasabası halkındandır. Gençliğin­ de yeniçeri ocağına girmiş, zamanla cak dahilinde terfi ederek kul kethüda­ sı. 1623 yılında da yeniçeri a£ası olmuş, tur. Bilâhara 1625 yılında vezaretle M ı­ sır valisi olmuş ve bu vazifede üç sene­ den biraz fazla kalmıştır. Mısır valisi îken Yemen’de ZeydI İm am ı Muhammedin isyan ettiği görülmüştür. İmamın is^ yana cesaret bulmasında. Yemen valisi Haydar Paşa tedbirsizlik, Mısır valisi Bayram Pasa da alâkasızlıkla itham olu­ nurlar. ? Mısır valiliğinden İstanbul'a döndü­ ğü zaman kubbe vezirliğine getirilmiştir. 1628 yılı kasımında Bayram Paşa di­ vanda altıncı vezir bulunuyordu. Sadrıâzam Husrev Paşa, Abaza Pasa’nm ten­ kilinden İstanbul a dönünce, Bayram Paşa’yı asker arasına fitne sokmakla itham etmiş, bu yüzden padişahın gaza­ bına uğrıyarak bir hafta Yedikule, bir hafta kapıcılar odasında hapsolunduğu gibi malları da hazine namına müsadere edilmiştir. Maamafih Bayram Paşa'niiı menkubiyeti uzun sürmemiş vezareti iade olunmuş ve sair haklarına da kavuşmuş, tur. 1633 senesi içinde Rumeli beylerbe­ yi olarak gördüğümüz Bayram Paşa, Sultan Murad'ın emriyle Rumeli'deki tı­ mar ve zeamet yoklamasını yapmıştır. Daha sonra sadaret kaym akamlığına ge­ tirilen Bayram Pasa, bu vazifedeyken Tebanı-Yassı Mehmed Paşa’nın azli üze. rine mühr-ü hüm âyûna nail olmuştur. cin Sultan Murad gelinceye kadar bir takım hazırlıklar yaptı. Sefere çıkan Sultan Murad ile giderken ordunun Urfa yakınlarında Cülab menziline ulaşma­ sı sırasında vefat etmiştir (26 ağustos 1638). Cenazesi İstanbul'a getirilerek Cerrahpaşa semtinde Avratpazarı civarundaki türbesine defnedilmiştir. Türbe, sine bitişik tekke. sebil, mektep ve medresesi, Kayseri’de de bir mevlevihanesi vardır. İyi ve tedbirli bir devlet adamı olarak tanıtılan Bayram Paşa bir hicviyesi yüzünden N efT nin idamına sebep olmakla lekelidir. TAYYAE MEHMED PAŞA J Irkan Türk olan Tayyar Mehmed Paşa selefi Bayram Pasa gibi Lâdik'lidir. Bağdad valisi iken orada şehid düşen Uçar Mustafa Pasa'nm oğludur. Muhte. lif sancaklarda sancak beyliği etmiş sonra valiliklerde bulunmuştur. Sadrıâzam Çerkeş Mehmed Paşa'nın 1G24 yılında Kayseri yakınında Abaza Mehmed Paça ile çarpışması sırasında Tayyar Mehmed Paşa Sivas valisi idi. Harpten önce Abaza taraftarı görünüp muharebeye giriicceği sırada sadrıâzamla beraber olu­ su Abaza’nın mağlûbiyetini intaç etmiş­ ti. Kayseri civarındaki muharebeden bir sene kadar önoe Dlyarbekir valisi Hafız Ahmed P a şanın idaresinde cereyan <sden Bagdad kuşatmasında, Sivas valisi sı fa tiyle Tayyar Mehmed Paşa da bu­ lunmuştu. * Sadrıâzam Husrev Paşa Abaza Meh­ med Paşa’yı teslim olmıya mecbur edin­ ce, Erzurum valiliği sadrıâzamın İnhası ile Tayyar Mehmed Paşa’ya verilmiştir. Lâkin padişah bu sırada yeniçeri Ağası Halil Ağaya Mısır valiliği verilmesine dair sadrıâzamın arzını kabul etmeyince,, Erzurum valiliği H alil Ağa (Paşa)ya kalmıştır. Daha sonra kendisine Diyarbekir beylerbeyliği verilen Tayyar Mehmed Pasa’nm bu vilâyetteki valiliği epeyce uzun sürmüştür. Husrev Paşa Diyarbekir'de bulunduğu sırada sadrıâzamlıktart azledilince Tayyar Mehmed Paşa yı yeri­ ne serdar vekili bırakarak Dlyarbekir’den ayrılmıştı. Tayyar Mehmed Pag a, Sultan Mu­ rad m Bağdad seferine çıktığı sırada da Diyarbekir beylerbeyi bulunuyordu. Bay­ ram Pasa’nm ölümü üzerine, Ruznamçeci İbrahim Efendi’nin tavsiyesi üzerine Sadrıâzam olduktan bir bucuk ay sonra, Diyarbakır’da bulunan orduya il­ tihak etmek üzere İstanbul’dan hareket etmiştir. Diyarbakirda, Bağdad seferi L 1980 j i j (
T ayyar M ehm ed Pasa y i sadrıâzam y ap ­ m ıştır. Kıymetli bir kumandan, iyi bir ida­ reci, cesur bir asker oLan Tayyar Meh­ med Paşa’n m sadnâzamlığı dört ay ka. dar sürmüştür. Bağdad muhasarasında, bir elinde kılıç olduğu halde askerle bir­ likte hücum hareketine iştirak ederken alnına isabet eden bir kursunla şehid düşmüştür. Sultan Murad, kahraman sad. rı&zunınm ölümüne pek müteessir olmuş ve «Ah Tayyar Bağdad kalesi gibi yüz kale değerdin» demiştir. Tayyar Mehmed Pasa, Imam-ı Azam’in kabrinin bulundu, ğu Âzamiye'de babasının mezarının ayak ucuna defnedilmiş tir. KEM ANKEŞ KARA M U ST A FA ! P A SA Dördüncü M urad'm sonuncu, Sul­ tan İbrahim ’in ilk sadrazam ı olan Ke­ mankeş Kara Mustafa Pasa aslen A r. navuttur. Hammer, bunun Macar asıllı olduğunu söylerse de, Kemankeş ile çağ­ daş olan müverrih Vecihi’nin Avlonya’lı, KâtLb Celebi’nin de Arnavut olduğunu söylemelerine, şüphesiz daha fazla deger verip doğru kabul etmek gerekir. yi biraz asan müddet zarfında tersane ocağını düzeltmiş ve ısrafatı Önlemiştir. Sultan Murad üzerinde cok müsbet tesir uyandırdığından, padişah, kendisine birden fazla vazifenin verilmesinde bir beis görmemiştir. Nitekim Veziriâzam Bayram Faşa’nın Ölümünü müteakip kaptan-i deryalığına ilâveten sadaret kaymakamı da tayin edilmiş. Sultan Murad’ın Bağdad seferine hükümdarla birlikte İştirak etmiştir. Tayyar Mehmed paşa'nın şehadetlni müteakip sadrı âzam olan Kemankeş Ka­ ra Mustafa Paga nın bu arada gördüğü en m ühim iş, İranlIlarla Kasr*ı Şirin muahedesini akdetmesidir. Kasr-ı şirin muahedesini imzadan sonra hudut işleriy­ le meşgul olup kaleleri, tamir ettirdiği gibi kapıkulu askerinin nizamlarıyle de ilgilenmiştir. K âtib Çelebİ’nin bildirdi­ ğine göre; bu cümleden olarak ocakta 12 bin sipahi, 17 bin yeniçeri bırakıp di­ ğerlerinin kaydını silmiştir. Sadrıâzamlığınm Dördüncü Murad devrine rastlıyan kısmında karşısında en m ühim hasım olarak padişahın makbul musahib ve sllâhdarı Mustafa Paşa’yı bulmuştur. Mustafa Paşa’nm padişah nezdindeki nüfuzunu bildiği halde gücü yettiği nisbette ona da mukavemet et­ miştir. Sadrıâzamın padişaha yazdığı ya­ zıların bir nüshasmin da kendisine yazılmamasma kızan Silâhdar Mustafa Pa­ sa, padişaha bu hususta şikâyette bulu­ narak, Kemankeş’in kendisini adam ye­ rine 'koymadığını bildirmişti. Bu vazi­ yet karşısında Sultan M urad: Müverrih Naimâ, Kemankeş Kara Mustafa Paşanın hayatı, hususiyet ve meziyetlerine dair VecLhi ve Kâtib Çelebi nin verdiği m alum atı kendi tarihin­ de hususi bir baslık altında nakleder. Buna göre: Kemankeş Kara Mustafa Paşa nın yetişmesinde ilk rol oynıyan şahsiyet, yeniçeri ocağı ağalarından Ka­ ra Haşan Ağadır. Bunun yanında evve­ lâ yeniçeri, sonra solak olmuş, bu sı­ rada kemankeşllğe heves ederek usta bir kemankeş halinde temayüz etmiştir. Zamanla terfi ederek yeniçeri kethüdaiıgına yükselmiş, Sultan Murad Edirne’ye gittiği sırada da sekbanbaŞL olmuştur. «— Niçin silâh darımı ihmal edersin, bana yazdığın yazıları ona da yazmaz­ sın?*. diye sorunca Kemankeş: «— Şevketlü padişahım, evvelâ bu kuluna bildir, silâhdar kulunun senin saltanatında ortaklığı var m ıdır, yok m udur? Eğer varsa enıir padişahımın; her umuru ona da yazmak gerekir. Yok İse padişahım, ben yalnız seni padişah bilirim, ancak sana yazarım ve lâyık olanı budur ki; benimle padişahımın ara­ sındaki muamele ve yazılışlar gibi sır­ lara kat’lyyen silâhdar ve gayrisi mutta­ li olmaya, aksi takdirde ben hükümet ve vezaret edemem» demiş; padişah da kendisini haklı bulmuştu. Sultan İbrahim zamanında karşısında en m ühim rakip ve müdahaleci olarak Silâhdar Yusuf Pasa İle Cinci H ocayı bulan Kemankeş Mustafa Paşa, padişa­ hın yersiz müdahalelerine de karşv koy­ muştur. Vecihi tarihinde kaydedildiğine Abaza Mehmed Pasa en son isyanını müteakip teslim olup, affından sonra padişaha intisab ettiği sırada Kemankeş Kara Mustafa'nın hal ve harekâtı naza­ rı dikkatini celbetmiş ve neticede onun bundan sonraki yetişme tarzında Abaza Paşa bir hayli müessir olmuştur. Ciddi­ yet ve dürüstlüğüne dair o aralık pa­ dişah da. bilgi edinmiş, yeniçeri ocağında temizlik yapmak istlyen Sultan Murad, Revan seferine giderken yeniçeri ağası tayin ettiği Mustafa Ağa’ya bu hususta­ ki arzu ve g ö r ü ş l e r i n i tatbik ettirmiştir. R.evan seferi dönüşünde Deli Hüse^ yin P aşanın yerine kaptan-ı derya tayın edilmiş, bu vazifede bulunduğu üç sene­ 1981
[ ¿¡öre; Yusuf Paşa ve Cinci hocaiıın m ü­ dahaleleri yüzünden iki defa istifasını vermişse de Sultan İbrahim kabul et­ memiştir. Para üzerinde yaptığı ıslahat, temin ettiği tasarruf ve düzenli iş görmesi sa­ yesinde, Sultan Murad zamanında tees. süs etmiş olan düzenli ve disiplinli idare onun katline kadar Sultan İbrahim zamanmda da devam etmiştir* Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nm ölümü ile nizam­ lar çiğnenip idare bozulmaya bağladığı cihetle. Sultan İbrahim 'in saltanat dev­ ri, biri Kemankeşsin sadrıâzamlı&ı zama­ nı, diğeri ondan sonraki kısım olmak üzere iki veçhe arzeder. Kemankeş i etraflı şekilde tanıtıp kendisini metheden Kâtib Çelebi onun mühim noksanına da şöyle işaret eder: «katledildiği sırada elli yağlarında kadar olan Kemankeş Mustafa Paşa vezirler arasında memduh olan vezir-i zişâmn bi. ridir ki mesleği sonra gelenlere divanda düstür-u amel oldu* Vezir-i mezbur akil ve müdebbir olup, ancak noksanı okur yazar olmamasıydı. Bunu kendi dahi İti­ raf edip, ben bu makama lâyık değilim, nihayet kahM rical yüzünden beni nasbettiler. Zira mansıb-ı sadaretin şartı okuyup yazmaktır; padişah ile vezir ara­ sında sırra müteallik nice umur vardır ki bir kâtibin bunlara vâkıf olmaması lâ ­ zım gelir derdi» diyor. j Kemankeş Kara Mustafa Pasa bes sene dört ay süren sadrıâzamlığı esnasında bir takım imar hareketlerinde bulunup, hayır eserleri de meydana getirmistir. Sivas İle Tokat arasında bulunan harap haldeki Mehmed Pasa hanını ta­ mir ettirip etraftan dört beş yüz hane iskân etmek suretiyle Yenihan {şimdi Yıldızeli diye anılmaktadır) adı altında bir kadılık meydana getirmiştir. Edirne. deki Mİhal Gazi köprüsünü 20 bin kuruş sarfı yİ e tamir ettirerek harab olmaktan kurtarmış; Macaristan’daki E ğri kalesin­ de bir hamam, mektep ve baruthane, Çorlu ilerisinde ağaç bir köprü yaptır­ mıştır. Ayrıca Üsküdar ve Pendik'te çeşme, Rumeli'de köprü, yol ve çeşme­ ler yaptırmış, Mekke'ye Arafat'tan ge­ len suyun mecrasını açtırıp akıttırmış, Kâbe yolundaki Ayn-ı Zerka kalesini yaptırıp buraya yerleştirdiği m uhafızla­ ra ve Haremeyn fukarasına kendine ait vakıflardan maaş tahsis etmiştirKe­ mankeş Kara Mustafa P a şan ın İstan­ bul'da Karagüm rük ile Balat arasındaki Salmatomruk'ta bir mescidi, Galata’da Kurşunlu mahzen civar ¡nd a kiliseden hazma bir cami i3 Fatih’te Kıztaşı nda bir çeşmesi vardır. ! Katledildiği zaman bütün mallarının hazine namına zaptı da emredilmişti. Bu arada bir eğer heybesinin içinde 30 bin floriden gayrı parası çıkmadı. Evinde kıymetli bir kürsü üzerinde beş adet re­ sim görüldü. Bu bes resimden bir tane­ si kendisinin, diğer dört tanesi de dev­ let erkânından dört kişinin resmi idi. Kemankeş in kabri Bayezld semtindeki Parmakkapı (Çarşıkapı’da) da 1641 de yaptırmış olduğu medresesi yanmdadır. s v l t a n -z A d e paşa ftCivan.kapicıbaşı»j ayni zamanda şiş­ manlığından dolayı «Semin» unvanları iJe de anılır. Mehmed Paşa nın babası, Sokullu'dan sonra sadrıözam olan A r­ navut asıllı, Ahmed Paşa nın oğlu Abdurrahman Bey’dır. Ahmed Paşa, Ka­ nuni’nin kızı Mİhrİmah Sultanın Rüstem Paşa ile evlenmesinden doğan kızı Ayşe Hanı m-Sultania evlenmiştir. Bu vaziyete göre; hakikî sultan^zâde babası olduğu haîde, Mehmed Paşa'nın bizzat kendisi bu unvanla anılmıştır* ; i > m ehm ed | -► 1982 Sultan-zâde küçük yaşta saraya alın­ mış ve hasoda’da terbiye görmüştür. Sultan Osman'ın Lehistan seferi sırasın­ da henüz 19 yaşında bulunduğu halde kapıcıbaşı olmuştur. Henüz pek genç ya^ta kapıcıbaşı olduğu için «Civan kaPicıbaşı» lâkabı ile şöhret bulmuştur. Osmanlı hanedanı ile ilgisinin mevcudi­ yeti sebebiyle çabuk yükselmekte devam eden Sultan-zâde daha otuz yaşma tam basmadan 1040 (milâdî 1630-1631) yılında kubbe veziri olmuştur. Bu genç adam yaşı icabı hareketli \e çalışkan olması gerekirken 1633 yılında İran seferi ha­ zırlığında gayretsizliğini müşahede eden Sultan Murad tarafından Rodos'a sürgün ve malları müsadere olunmuştur. B ilâ­ hare affa mazhar olan Sultan-zâde Mehmed Paşa 1047 (milâdi 1637-1638) de ikinci vezirlik payesiyle Mısır valisi ta­ yin edilmiş, burada üç sene kadar kal­ mıştır. Mısır, valiliği sırasında büyük bir servet (Naimâ C: 4, S: 200J temin ede­ rek İstanbul'a döndükten sonra darbhanc nezaretine memur edildi. Bu arada Özi valiliğiyle Azak'a karşı yapılacak se­ ferin serdarlısına tâyin edilen (1642) Mehmed Paşa, Kazaklar Azak'ı tahrip ederek çekilmiş olduklarından muharebe vermeden kaleyi teslim almış oldu. j
Kösem Sultanın ve daha bazı kimse­ lerin gösterdikleri teveccüh dolayısıyla Sultan_zade’nln sadrıâzamlıfia getirilebi­ leceğini hesaplıyan Kemankeş Kara Mus­ tafa Paşa, onu İstanbul'dan uzak tutma­ ya çalışmış* Özi valiliğin den sonra Sam valiliğine göndermiştir <16*3). Sultan.zâde Sam'dia iken Kara Mustafa Paça kat. ledilince mühr-ü hüm âyun kendisine gön­ derilmiştir. İki seneye yaklaşan sadareti esnasın­ da. Kemankeş'in akıbetine uğramamak endişesiyle hareket etüâi, bu arada Cin. ci H ocanın nüfuzu da en kuvvetli dev­ rine rastladığı içîn dalkavukluk ve ri­ yayı son haddine çıkarmıştır. Bu hali yalnız memleket için fena neticeler ver. mekle kalmamış, Sultan İbrahim ’in çıl­ gınlıklarının artmasına bile âm il olmuş­ tur. Nitekim bir gün kendisini huzuruna çağıran Sultan İbrahim şu satarları İhtı, va eden. (Natmâ C: 4, S: 203) bir hatt-ı hümâyunu yüzüne fırlatarak vermiştir: \ Civan kapıcıbaşı Mehmed Paşanın yerine sadrıâzam olduktan sonra selefi­ ni Girit serdarlı giyîe İstanbul’dan uzak­ laştı rm ı$tm Deli Hüseyin Pasa'nm Gi­ r it’te Klsamo, Apokorono,, Resrno kalele­ rini zaptı ve Kandlye ablukasına giriş­ mesi Saüh Basanın sadareti zamanına rastlar. «Bre mütevelli 3'apılı kodoş, bre kar­ puz kıyafetli püzevenk (daha bir sürü galiz b ita b ); ecdadım Medine'ye bu ka­ dar cevahir ve emval göndermişler, adam Eönderüp anda olan emval ve cevahiri cümle getürdesin, ve illâ senin derini soyup saman doldurmam mukarrerdur, Söyle bilesin;. Sulîanjıade bu hatt.ı hüm âyun karşısında fazlaca şaşkınlığa uğramakla be­ raber, dalkavuk baleti ruhiyesi yîne im ­ dadına yetiştiğinden «ferman padişahı* mıadır» diyerek işi geçiştirmiştir. Padi­ şaha her hafta ağır hediyeler takdim e. d erek Sultan İbrahim 'i bu yönden de baştan çıkaran Mehmed Paşa memurla­ rı çabuk çabuk azledip aâır caizeler al­ mıştır. Sadaretten azledildikten sonra Gi­ rit serdarı tayin edilmiş olan Sultan-zâde Mehmed Paşa oraya vardıktan bir ay sonra hastalanarak ölmüştür. Cenazesi İs­ tanbul'a getirilerek Üsküdar'da Hüdaİ dergâhı civarında annesi Ayse HanımS u lta n ın ayak ucuna defnedilin istir, Mehmed Pata ve halefi Hezar-Pârc Ahmed Paşalar biçiminde fenalıkları pek fazla olan bir kimse de delildir. İrken Boşnak olup Hersek saııcagı. na tâbi Nevesin liöir, Genç sayılacak bir çağda iken Defterdar Nıgdeli Mustafa Paça ya* onun 1632 de idamı üzerine de Dördüncü Murad'm fazlaca itimad etti­ ği şahsiyetlerden olan Ruznamçeci İbra­ him Efendiye intisap suretiyle maliye mesleğinde yetişmiştir. Fakat Sultan İb­ rahim zamanında bazı kimselerin teşvik ve telkinleriyle meslek değiştirerek, önee mlrahur3 sonra da yeniçeri ağası el. muştur. Bu hareketi onun çabuk yük. sölmesine tesir etmiş, nitekim 1644 ma­ yısında kubbe veziri, iki ay sonra da baş defterdar olmuştur. ■ Salih Paşa nın ölümü. Sultan İbra­ him in cılgınca bir gazabı neticesinde vuku bulmuştur. Bir gün şehirde bir hoeaya okunmaya giâen Sultan İbrahim, önüne bir araba çıkmasına kızmış, ara­ ba yasağına daîr emrinin yerine getiril, memesini sadrıâzamın ihmaline hamle­ derek, sadrıâzamlık sarayında ikindi di­ vanı yapmakta olan Salih Paşayı çağır­ tarak, gittiği hocanın evinde boğdurmuş­ la r, KAKA artS A PASA Sultan İbrahim Salih Paşa'yı boğdu­ runca mühr-ü hümâyunu, o sırada Mora'nm Anabolu limanında bulunan Kap­ tana derya Kara Musa Paşa'ya gönder­ mişse de sadaret kaymakamı Ahmed Faşa padişaha hulûl ile sadrazamlığı elde etmiştir* Sultan İbrahim'in meşhur mu. sahibesi Sekerpâre kadının kocası olan Musa Pasa’nm sadnâzamlıga tayini ve birkaç gün içinde azli gıyabında cereyan etmiş ve kendisi fiilen sadrıâzamlık yap­ mamıştır. S A L İH PASA Sultan-zâde Mehmed Paşa'yı azleden Sultan İbrahim sadareti K ap tan ı derya Yusuf Paşa’ya teklif etmişse de onun kabul etmemesi üzerine* divan toplantı, sında bulunan Salih Paşa'yı caâırarak mühr-ü hüm âyunu vermiştir. Böylece sadrazam olan Salih Paşa, nazarı dik­ kati celbedecek hususiyeti bulunan bir şahsiyet değilce de, selefi Sultan-zâde HEZAB-PÂFE AHMED PASA İstanbul'da Tavşantaşı mahallesinde dolmuştur. Bir kapıkulu süvarisinin oğ­ ludur. Gene yasında kâtibllkle maliye hizmetine slrmis, güzel ve çabuk yazı 1983
sizden hata sâdır olmaz ki itiraza mahal ola. Zahirde gayrı makul görünen bazı hallerin altında birtakım hikmetler giz­ lidir ki, onlar bize m alûm değildir*. Bu sözler padişah üzerinde tesir ic­ ra eylemekten hali kalmamıştır. Kazas­ ker Abdürrahim E fendinin Kâtib Çelebi’ye (Fezleke C: II, S: 293) bizzat mahremane söylediğine göre; Sultan İbra­ him ’in aşın ve garip haller takınmasın­ da Mehmed Paşa'mn havli rolü olmuş­ tur' Zâten, sonradan mukarriblerine söylediği sözlerden, hükümdarın Meh­ med Paşa'mn lâflarına inandığı görül­ mektedir. Nitekim bazı itirazlarda bu­ lunan mukarriblere: «— Sizin sözünüz garezdir. Bana la ­ lam böyle talim eyledi, benden hata sâ­ dır olmaz, zuhur eden şeylerde bir giz­ li hikmet vardır ki siz bilmezsiniz» de­ meye başladı. Padişahın kavrayışı bu merkezde, yakın muhitini teşkil eden bir kısım şahsiyetler de bu halden istifadeyi göze­ tir durumda olunca devlet işleri düze­ nini kaybetmeye başladı - yazması ve kavrayışlı olması dolayısiylö Sadrıâzam Kemankeş K ara Mustafa Faşa’njn tezkireciliâino yükselmiştir. Kara Mustafa Faşa bu açıkgöz adamın bir gün evrak üzerinde sahtekârlık yaptığını ha­ ber alıp katletmek istemiş, fakat paşanın yakınları bunun yerine konacak ehil bir adam mevcut değil diye kendisini affettirmişlerdi. Kemankeş Kara Mustafa Paşa nın tezk er edilginden sonra sırasiyle mevkufatcj, def teremin i ve sipahi bölüğü ağası olmuştur. Sipahi bölüğü ağalığında bir kac gün bulunmuş ve bu arada padişah tarafından bizzat davet edilerek vezaretle defterdarlık tevcih edilmiş (1646), Salih Pasa idam olununca da kendi kurnazlıgiyle sadareti elde etmiştir. Ahmed Fasa'ıun sadnâzamlıği sıra­ sında rüşvet aleniyete dökülmüş, samur ve anber saînmsı adı altında salmalar yapılıp, bu münasebetle müsadereler de iera edilmiştir. Mürtekip ve ahlâksız bir adam olan Abmed Paşa padişahın arzu­ larım yerine getirmeye çalışırken kendi küpünü doldurmak için de uğraşmış; Bosna tarafında baz: kaîelerin elden git­ mesi, Venedik donanmasının Çanakkale Boğazım tehdidi yüzünden Girit'e yar­ dım kuvveti gönderilememesi gibi mem­ leketin hayati meselelerine karşı gereken alâkayı pek göstermemiş, icabmda pa­ dişaha yalan söylemiş, fakat ihtiraslarım tatmin uğrunda gayret sarfetmekten ge­ ri kalmamıştır. Ocak ağalarını öldürmek isterken kendisi canım kaybettiği gibi Suttan İbrahim ’in hal ine de yol açmjş' tır. Cesedi parça parça edildiğinden do­ layı tarihe «Hezar-pâre Ahmed Faşa* di­ ye geçmiştir. j | S u lta n İb r a h im 'in ha&taiığı Sultan İbrahim devrinin iyi anlaşı­ labilmesi için, şüphesiz, hükümdarın şahsî durumunun iyice belirtilmesine ih ­ tiyaç vardır. Tarihçilerin umumiyetle kendisinden *Deli İbrahim* diye bahsettikleri bu hükümdarın, zihni kabiliyetleri bakımmdan normal bir kimse olmadığı m u­ hakkaktır. Buna mukabil, tarihte «De­ li Mustafa» dan ziyade «Birinci Musta­ fa» dîye anılan ve deliliği, isminin ayrıl­ maz bir parçası halinde pek zikredilme­ yen amcası Sultan Mustafa’dan çok da­ ha iyi durumda bulunduğu da muhak- kakuv. Dördüncü Murad zamanında her an öldürülme korkusu içinde seneler geçir­ miş olan Sultan İbrahim’in, bu müthiş korku yüzünden ruhi muvazenesizliğe B ibliyo g rafya: N a im â ; T arih C: 2, 3t 4. Solak-zâde; T arih. K ^ tib Celebi; Fez­ leke C: 2. P eçevî; Tarih C: 2 . Kara-Çelebi-zâde A b dülâziz; Ravzat-ül-ebrar. Â ta; E nderu n ta rih i. H am m er (M. Ata); Devlet-l O sm aniye ta r ih i C : Ö, lû . Osmanzâde T a ib ; Hadlkat-îil-vüzera. T opçu­ lar K â tib i A b d u lk a d ir: V ekayinâm e (SGIeymanîye k ütüphanesi Esat Efendi k ita p ia n no: 2151). A ta y î; Ş akayık zeyli. İb ra h im H ilm i T a n ış ık ; İs­ tanbul Çeşmeleri C: 1 ve 2. Müstakimzâde S a d e ttin ; Devhat-ül-mesayih. Meh­ med Süreyya; S lc illJ ûsm anl. Ayvansaraylı H üsey in: H adikat-ül eevami. İsm ail H ak kj U zuncarşili; Osm anlı tarihi C: 3/2. M ehm ed H a life ; T a r ih i g ılm anî. V e d h i: T arih (H a m idiy e kütübhane si no: £317). Nazmi-zâde M u rta za; G ü lşe n J hulefa. 1984
maruz kalmasındaki vebal hiç şüphesiz ağabeysi Sultan Murad’a aittir. Sultan İbrahim tahta çıktığı zaman hasta idi. Zamanında yaşamış olan, m ü­ verrihlerin, onun yakınında vazife görüp nakillerde bulunmuş kimselerin verdik­ leri bilgilerden, padişahın «hafakan ve yürek sıkılması? ndan muztarip olduğu­ nu öğreniyoruz. Müverrihlerin verdikleri bilgilerden başka, son senelerde «Tarih Dünyası» mecmuasında (sayı: 6-17) Ça­ ğatay Uluçay tarafından neşredilen, Sul­ tan İbrahim'in mektup ve hatt-ı hüm â­ yûnlarından hükümdarın hastalığının şekline dair hayli geniş malûmat edin­ mekteyiz. Bu mektup ve hatt-ı hüm â­ yûnlardan öğrendiğimize göre: Sultan İbrahim; yürek sıkılmasından, sırt ağrı­ sından, kulaklarının tıkanır gibi elma­ sından, çenelerinin kenetlenmesinden, iştahsızlıktan, baygınlıktan şikâyetçi ve muztariptir. Öyle görünüyor ki padişa­ hın hastalığı sık krizler halinde kendisi­ ni yoklamakta ve krizleri müteakip der­ dine bir çare bulunması için etraftan mütemadiyen medet ummaktadır. He­ kimlerin çâre bulmakta âciz kaldıkları bu kalb ve sinir hastalığını padişahın kendi ağzından yaptığı şikâyetlerden ta­ kip edelim: «...Sancı deyu yanıyorum. Kâh ar­ kama gelüb irgilür, kulaklarım tıkılu, gün olur heman kef geçerim,..» «... Lâkin şöyle sıkılmam var ki ölüyorum. Ona buna dalamam, gayetlen halim yaman olmuştur...» «... Sabahtan beri bir lokma taam yemedim, tçim e zerre denlû sinmez. Bu şikâyetten Hak Celle ve Alâ kurtarsıın. Beni seversen buna çâre bulasın, gıne ona buna sorasın. Oyluklarımda zerre mecal yok, belki yine tedbirle bulu­ nur,..» *... pek elimde bilesiz. Top kapusunda bir sehl taam yemek İstedim ağzıma komadım; bayıldım sanırsın, başımdan duman gibi bir nesne iner...» «... ziyade elemim var, iki ciğerim sıkar, hele gine araştırasız, yerde gökte aynk canım kalmadı» . Taamsızlık canıma kâr eyledi,,. Bir hafta, miktarı vardır içim aman ver­ medi. Ağlamaktan gözüm çıkıyor. Şu gi­ ne hekimbaşıylan. söyleşiniz, bir kaçı bi- Sultan İbrahim (Juannin’den) le olsun ve Yeni cami’in hekimi ile de...» «... Şöyle sıkılıyorum ki hiç olmaz. Günden güne yediğimi doyu sımam, sü­ züldüm. Etraf ve eknafa haber sal. bi­ len adamları huzuruma getür, sen bilürsün. Sen kendin eksiğine yer edin ben bunda çenem ilikleniyor, başımdan yağ- Sultan İbrahim’in rahatsızlığım tasvir eden bu resim Rİeaut’daıı alınmıştır 1985
raur g ib i y ağar, ne ş e k ild ir k im s e b il­ m ez». Bunun gibi daha birçok tezkereler­ le vaziyetinden sadnâzama şikâyet edip, etraftan çare bulunmasını isteyen Sul­ tan İbrahim’in tedavisi için, o günün şartlarına göre bütün imkânlara başvu­ rulmuştu. Lâkin padişahın halinde bir salalı görülmüyordu. îşte bunun üzeri­ nedir ki hocalara, üfürükçülere müraca­ at edilmiştir. Cinci Hoca’nın padişaha nüfuzu böylece vukubulmuştur. Nefesi­ nin keskinliği, muskalarının tesirliliğine dair kendi muhitinde isim yapmış olan Cinci Hoca’nm nefesleri ve muskaları bir müddet için padişahta iyi tesir bı­ raktığından, mezkûr hoca kısa zaman­ da nüfuzlu bir şahsiyet oluvermiştir. Cinci Hoca’nm padişah üzerinde görülen müsbet tesirinden sonra hasta hüküm ­ dar hekimlerden daha çok şeyhlere, ho­ calara bel bağlamaya başlamıştır. Fa­ kat doktorların ilâcının yerine kaim olan Cinci Hoca’nın nefes ve muskaları da Sultan İbrahim’in huzurunu uzun müddet ve tam mânasiyle temin edeme­ diğinden başka şeyh ve hocalara baş­ vurmaktan da geri kalmamıştır. Meselâ itibar ettiği şeyhlerden biri olan Mag­ ri pli Şeyh Ali için sadrıâzama yazdığı emirlerde: «... Yenikapu’da Şeyh Ali derlermiş, meşhurdur, bileni vardır derler, yoksa sen görderdiğin Mağribi midir? Aslın arayıp bana gönderesin» «...Ö teyi gün hatt-ı şerif gönder­ miştim. Mağrıplı hatırı içün, ağaya gön­ derin işsün, şimdi ağa söyledi. Bir senin yanında o herifi getürsen, beni bir sehl baksa, ne yüzden lâzımdır ilâç deyu. Siz de bile gelsin de beni göstersen. Görelim ne tedbir eder, bir şâfi'ce cevap göndersüıı. zira bu gece pek hasta oldum, va­ lidemiz yanımızda bekledi. Günden gü­ ne iyiliğe döneceğime, artıyor» Yazılarındaki örneklerden anlaşıl­ dığına göre, Sultan İbrahim’in ifadesi bozuk ve bilgisi zayıftı. Şehzadeliğinde günlerini korku içinde geçiren padişah, belki günlerini ecel terleri dökmekle doldurduğu için tahsili gözü görmemiş veya onunla bu bakımdan meşgul olun­ mamıştır. Bilgice kifayetsiz bir insan o~ larak tahta çıkmış olan Sultan İbrahim’in bu tarafının bazı kimselerce nazarı i­ tibara alındığı müşahede olunmaktadır. Nitekim Koçi Beyin. Sultan M urada sunduğu risalelerle Sultan İbrahim’e sundukları arasında pek bariz farklar vardır. Sultan İbrahim’e sunduğu risale­ lerde Koçi Beyin, âdeta bir mektep ço­ cuğuna ders verir bir eda takındığı, mevzuları basit tarafından izaha çalış­ tığı görülmektedir. İşte hastalığına ilâveten bilgi tara­ f ı da böyle zayıf olan hüküm dann, dal­ kavuk takımından musahib ve musahibelerinin sözlerine kolaylıkla kapılmasını tabi’i görmek lâzımdır. Yine Çağatay Uluçay tarafından neşredilen, Sultan İb­ rahim’in Topkapı sarayı arşivinde mev­ cut hatt-ı hümâyûnlarından anladığımı­ za göre: hasta hükümdar, devlet işleriy­ le alâkadar olmaya çalışmakta ve s i k s ık yazdığı hatt-ı hümâyûnlarla sadrıâzamdan devlet işlerine dair malûmat iste­ mektedir. Kalb ve sinir hastalığına müptelâ, bilgisi kifayetsiz, muhakemesi zayıf, safdil, çabuk sinirlenen bir şahıs olan Sultan İbrahim’in; bu haliyle devlet iş­ lerine fazlaca karışmasının fayda yerine zarar getireceğini söylemeye lüzum yok­ tur. Bilhassa riyakâr ve mürtekib ve­ zirler, menfaatperest ve cahil şahsiyet­ lerin teşvikleri neticesi padişahın bir çok şeylere mânâsız şekilde müdahalesi yüzünden devlet işleri iyice bozulmuş­ tur. Sultan İbrahim’in zararlı ve m ânâ­ sız şeyler yapmasına tesir eden veya âmil olan en mühim şahsiyetler Sadrıâzam Sultan-zâde Mehmed Paşa, Cinci Hoca, Hezarpâre Ahmed Paşa ve bir k ı­ sım saray kadınlarıdır. Sadrıâzam Salih Paşa’nın idam ı Çok çabuk sinirlenen Sultan İbra­ him böyle anlarında korkunç olurdu. Sadrcâzam Salih Paşa onun âni sinirlen­ melerinden birinde bigünah olarak ha­ yatını kaybetti. Salih Paşa’m n katli, S ul­ tan İbrahim’in muvazenesizliğine örnek teşkil eden hâdiselerden biridir. Müverrih Naimâ (C: 4, S: 241) ya göre, Salih Paşanın katli şöyle cereyan etmiştir: Sultan İbrahim, asabî hastalı­ ğı sebebiyle hekimlerin de tavsiyesi ge­ 1986
reğince İstanbulda bazan tahı-ı revan, bazan at ve araba ile gezintiler yapar­ da. «Yürek sıkılması ve sevdavi illete müptelâ olduğundan* şeyhlere okunma­ ya giderdi. Davud-paşa semtinde bir imatna giderken kazaen önüne bir ara­ ba çıktı. Evvelce buna dair verdiği em­ rin tutulmamış olmasına kızarak : «Tiz veziri çağırın» Diye bağırdı. Alelacele sadaret ko­ nağına koşan adamlar Salih Paşayı sa­ rayındaki ikindi divanından kaldırdılar. Saarazam, acele çağrılışı karşısında ata binip harekete geçti ve padişahla imamın evinde karşılaştı. Sultan İbra­ him : «— Ben arabaları yasak etmişken niçin benim tenbihim tutulmaz, ben pa- dişah değil miyim? Tiz boğun!» Diye bağırınca Salih Paşa itirazda bulunarak canım kurtarmaya çalıştıysada m üm kün olmadı. Padişahın «Tiz bo­ ğun!» diye bir daha bağırması üzerine, adamcağızı imamın evindeki kuyu ipiy­ le boğdular. Sultan İbrahim ve saray kadınları Sultan İbrahim tahta çıktığı zaman Osmanlı hanedanının hayatta bulunan yegâne erkek mümessili idi. Bu sebeple padişahın evlâdı olsun diye kendisine bir çok güzel cariye takdim edildi. Sinir­ leri zâten bozuk olan hükümdar daha da sarsıldı, üstelik harem zevklerine daldı, hem de kadınların devlet işlerine karışmalarına âdeta vasıta oldu. Sultaıı İbrahim’in harem zevklerine fazlaca dalması, huyunun berbatlaşması­ na hayli müessir oldu. Musahib ve musahibeler eğlence âlemleri tertip ile pa­ dişahı sefahata sevketmekte menfaat umduklarından Sultan İbrahim’in za­ manlarının mühim kısmı eğlence ile ge­ çiyordu. Cariye kadınlar ise, menfaati padişahtan çocuk dünyaya getirmekte bulduklarından, hükümdarı kendilerine bendedebilmek için bütün işvelerini kul- Avrupalılar tarafından yapılan bu ild re­ simden yukarıda olanı kesilmiş ve kar­ tona yapıştırılmış olarak elimize geç­ miştir, Bunun altında lâtiııce «Padişah İbrahim’in başkadını Emine Sultan» d i­ ye yazılmıştır. Aslı Top kapı sarayı mü. zesinde bulunan sağa koyduğumuz port­ renin üstünde de yine lâtince «İbrahim’­ in Emine Sultanı» ibaresi vardır. H al­ buki, Sultan İbrahim’in bu isimde zev­ cesi ve kızı yoktur. Ancak, bu ismin küçük ad olması da muhtemeldir 1987
lamyorlard;. Bu arada gerek musahibe gerekse cariyeler sadedıl padişahı anlat­ tıkları masallara bile inandırıyorlardı. Sultan İbrahim, devlet hâzinesini âdeta akıtıyordu. Mühim sancak ve bazı m ü ­ him vilâyetlerin haslarını cpaşmaklık» olarak hasekilerine tahsis ediyordu. Her biri yıllık yüzer bin kuruş iutar. bu pa­ ralar valilere hizmet mukabili verilir­ ken, Sultan İbrahim bunları hasekileri­ nin. güzellik, işve ve kendisine tesir de­ recelerine göre taksim geçiyordu. Bu cümleden olarak; hasekilerinin en sev­ gilisi olaıı yedinci hasekiye Şam eyâle­ tini, mühim Nİğbolu sancağını altmcı hasekiye, Hamid sancağını beşinci hase­ kiye, Sultan-zâde Mehmed Paşa’nın ö lü­ münden sonra onun üzerinde bulunan Bolu sancağını üçüncü hasekiye paşmaklık olarak vermişti. Paşmaklık olarak ayrılan yerlere sırf bu iş için mütesel­ limler tayin edilirdi. Yedinci hasekinin Şam paşmaklığına bir aralık beylerbeyi rütbesindeki Köprülü Mehmed Paşa ta­ yin edilmişti. Böylece saray kadınları için şimdiye kadar görülmemiş ihsan, tevcih, tören ve israflar (Kaimâ C: 4 S: 243, 250, 270, 280) yapılıyordu. Musahib nedim ve kethüda kadınlar da padişahı kandırma derecelerine göre pek çok şey­ lere Konuyorlardı. Bu yüzden hazine m üt­ hiş ziyana uğramakla kalmıyor hizmet erbabı ve emektar erkân müthiş geçim sıkıntısı çekiyordu. Osmanlı sarayında yerleşmiş âdete göre, padişahın firaşına dahil olan cari­ yeler çocuk dünyaya getirirse hasekiler arasına geçer bu arada bir düğün mera­ simi icı'a olunmazdı. Sultan İbrahim bu âdete muhalif olarak bir cariyeyi nikâh­ la aldı ve bunun için muhteşem ve mas­ raflı bir düğün tertip ettirdi (1647). Sul­ tan İbrahim'in masrafa yol açan ayni zamanda garip ve manasız hareketlerin­ den birisi de ikişer üçer yaşlarında ki kızlarını vezirlerinden birine nikâh et­ tirmesi ve bu vesile ile muhteşem m e­ rasim yaptırması idi. Veziriâzam Ahmed Paşayı kendisine damad edinmek için eski karısını boşattırması ve bunun ye­ rine kendi küçücük kızını verirken 011sekiz gün süren gösterişli merasim tertip ettirmesi garibin garibi bir hareketti. Sekizinci hasekisi için Sultanahmed’ deki Ibralumpaşa sarayını döşettirip bu­ rada kalmak istedi (1648). Bunun acele icrası için emir verince sadrazam gece varisi bedesteni açtırdı. Dükkân, han ve mahzenlerdeki kıymetli kumaş, samur ve vaşak kürkler parası sonradan öden­ mek üzere zorla alındı. Fakat padişah buranın döşenmesini beğenmiyerek sa­ rayın döşenmesine memur ettiği defter­ dar paşayı azl ve hapsetti. Sultan İbrahim’in sarayda kadınlaria bir eğlencesi (Ricaut’dan) 1983
)b.NlYfc. ı Padişahın hasekilerinin en sevgilisi olduğu anlaşılan «Telli Haseki» diye ma­ n ii sekizinci hasekisinden (Solak-zâde tarihi S: 767) dünyaya gelen Orhan aduıdaki şehzade. Sultan İbrahim'den al­ tı ay sonra ölmüştür. Padişah, hasekile­ ri için hemşirelerine karşı izzeti nefis kırıcı muamelelerde bulunuyordu. Hem­ şirelerini hasekilerin hizmetine memur etmişti. Hemşireleri Ayşe, Fatma, Hanzâde sultanlar ile Sultan M uradın kıîı Kaya Sultan buna itiraz edince bunla­ 3BST rın emlâk ve mücevherlerini toplayıp Telli Haseki (Humaşah) ye vermişti. Telii Haseki yemek yer ve ellerini y ı­ karken padişahın hemşireleri ile yeğe­ ni ona hizmet ederlerdi. Valide Sultan ve sair saray erkânı bundan müteessir olmuşsa da padişah buna aldırmamış, hatta bir aralık hemşirelerini Edirne’ye sürgün bile etmiştir. Valide Sultan kız­ larının hasekiler önünde hizmet etme­ lerine mani olamamışsa da musahibelerden Şekerpâre'nin Mısır’a sürgün e- l i Kızlar.ağası Sünbül tarafından Sultan İbrahim’e taktım edilmek üzere bakire diye alman, fakat beş altı ay sonra do­ ğuran bir cariye, Dördüncü Mehmed’e sütnine yapılmıştı. Padişah, kadına ve babası meçhul çocuğuna bir gün pek faz­ la iltifat edince, Hatice Turhan Sultan, Şehzade Mehtned’i göstererek, asıl bu­ nun muhabbete lâyık olduğunu söyler. Sinirleri pek bozuk padişah da şehzade­ yi kapınca oradaki havuza atar. Ricaut’daıı alınan yukarıkî resimde bu olayın tasvirine çalışılmıştır. Sağdaki resimde görülen genç, Mısır'a gederken bindiği geminin korsanlar ta­ rafından yakalanması ile Girit harbinin müsebbibi olan kızlar-ağası Sünbül’ün himayesinde bulunan ve yukarıda bahsi geçen gayri meşru çocuktur. O da anne­ siyle korsanların eline geçmişti. Malta şövalyeleri, çocuğun vaziyetini öğrenin­ ce, hakkında Sultan İbrahim’in büyük oğlu olduğu fakat Valide Sultanlar tara- fmdan saraydan uzaklaştırıldığı şayi’asını yaydılar ve onu vaftiz edip Dominique de Saint-Thomas adını verdiler. Büyü­ yüp yetiştikten sonra Papanın da kendisi­ ne pek itibar ettiği bu zatı hıristiyanlık âleıni Padro Ottamano (Osmanlı papazı) olarak anmakadır. Şövalyeler bununla da Şehzâde Cem vasıtasiyle yaptıklarını tekrar sevdasına düştülerse de bir neti­ ce alamadılar. Bu adam, Girit muhare. belerinin son safhasında gönderildiği K and i ye’de de bir neticeye ulaşamayın­ ca, çekildiği manastırda genç yaşta öldü. 1989
TARIH VEM 1 diimesini temin etmiştir (26mayıs 1648). Sarayda büyük bir nüfuza malik olup birçok rüşvet işlerinde eli bulunan Şe­ kerpare ile Valide Sultan arasında m ü­ nakaşalar cereyan etmiş, hatta Valide Sultanın bu kadını döğdüğü saray dışın­ da şayi bile olmuştu. Şekerpare sürgün ve malı müsadere olunduğu zaman bir han odasında saklanmış oııaltı sandığı ele geçmiş, sandıklar açıldığı zaman iç­ lerinden altın, iııci ve çeşitli mücevher­ lerle kıymetli kürkler çıkmıştır. Sultan İbrahim bunları görünce : «— Vay kâfir, bana akşama ekmek alacak param yok diye yemin ederdi. Bak neleri çıktı, hep benim malimdir» demişti. Sultan İbrahim ’in samur merakı Sultan İbrahim saray zevklerine da­ larak çok müsrifime bir hayat sürerken bir de kendisinde samur merakı başladı. Naimâ (C: 4, S: 294) nın nakline göre; Eyüb’de oturan Voyvoda kızı diye ma­ ruf, güzel konuşan ve tatlı hikâyeler an­ latan falcı bir kadın, Sultan İbrahim’e her gece hikâyeler anlatırken, sarayla­ rı samur kürkler döşeli bir padişahtan bahsetmiş, o da bunun tesiri altında kalarak samur zevkine kapılmıştır. Sultan İbrahim’in samur iptilâsı memleket için bir belâ olmuştur. Topkapı sarayındaki köşk ve edalarla di­ ğer köşklerin her birini samur kürkler, ağır ipekli kumaşlarla döşeten Sultan İbrahim içi ve dışı tamamiyle samur­ dan ibaret yepyeni bir kıyafete bürün­ müştü. Elbisesinin her bir kısmı sekiz bin kuruşa malolmuştur. Tek bir samur evvelce yüz kuruş iken, sonraları biner kuruşa dahi alınamaz olmuştur. Saray ve köşklere döşenen samurlara buna gö­ re paralar sarfedilmiştir. Bir de padi­ şahın erkeklik kuvvetini artırmak için kendisine amber yedirildiğinden, bu pa­ halı madde için de pek çok paralar dö­ külmüştür. Sultan İbrahim’in iptilâsının karşılanabilmesi için vali, sancakbeyi ve daha bir takım yüksek memurlara sa­ mur ve anber tevziatı yapılmış, yani bunlardan samur ve anberin ya kendisi veya bedeli tahsil edilmiştir. Bir kaç de­ fa tekrarlanan bu tevziat için resmen yazılar yazılmıştır. Samur ve anber be­ delini ödeme kudreti olmıyanlardan ba­ zı kimseler ya memuriyetlerinden azle­ dilmiş veyahut da hapse atılmıştır. Kendisinden samur bedeli istenen­ lerden Galata kadısı şevhülîslâm-zâde Mehmed Çelebi, bohçasına bir aba h ır­ ka bir mevlevi külâhı koyup sadrazam kanağına gitmiş, karşısına çıkan tezke­ reciye : i — Efendi ben kürk vermiye kadir değilim, şu hırka ile külahı giyer m an­ sıbımdan geçerim» Demiş, biraz sonra huzura çıktığı sadrazamın : «— Niçin böyle aksilik edersin? Pa­ dişahın halini bilmez misin, baban ver­ di sen neden inat edersin?» sualine : «— Babam mansıbı korkusundan vermiş: ben bugün Galata’ya ııaib gön­ dermedim» cevabını vermiştir. Samur ve anber bedeli yeniçeri ağası, Bursa ve Edime kadılarından da tahsil olunmuştu. Samurlar Rusya dan geldiği için, devletin parası Rusyava akıyordu, Naimâ (C: 4, S: 293) samur kürkler emtia için Hindistan’a akan pa­ ralara dikkati çekmekte, bilhassa Hindis­ tan'ın Türkiye’den hiç bir şey almadığına yana yakıla parmak basmaktadır. Sultan İbrahim, 1647 de kapılmış olduğu samur merakı yüzünden memleket dahilinde müsadere ve zoraki dilencilik kâfi gelmiyormuş gibi, bir de nâme-i hüm âyun­ la İran şahından iki fil ve beşyüz adet zerbeft ve seraser kumaş istetmiştir. Sadrazam Ahmed Paşanın padişahın suiistimallerine vasıtalığı Sultan İbrahim, samur iptilâsından önce de kıymetli eşya, para vesaireden ibaret hediyelere düşkünlük göstermek­ teydi. Hanya fatihi Yusuf Paşa hediye davasından neticede hayatını kaybetmiş, Varvar Ali Paşa bu yüzden isyan etmiş­ ti. Fakat bu samur ve anber tevziatı na­ mı altında toplanıp harcanan paralar es­ kileri adeta unutturmuştu. Girit’te binbir sıkıntı içinde muharebeye devam fi­ den kahraman kumandan Gazi Deli H ü ­ seyin Paşa, Yusuf Paşanın başına ge­ lenlerden sonra 1646 yılı içinde, elli ke­ se kendi malından, ölen iki yeniçeri su­ 1990
bayının muhallefatı ile Hanya ve Kisamo’dan da elli kese daha temini ile yüz kese kuruş (Naimâ C: 4, S: 217) gönder­ mişti. Fakat şimdi vaziyet 1646 daki ile kıyas kabul edecek gibi değildi. Hüse­ yin Paşa mütemadiyen yardım bekliyor, Venedik donanmasının Boğazı kapatma­ sı yüzünden donanma dışarı çıkamıyor, Bosna tarafında kaleler elden gidiyordu. Buna mukabil etrafa samur ve anber ıçin salmalar salınıyordu. Memleketin sı­ kıntılı halini düşünmiyeıüerin başında Sadrazam Ahıııed Paşa da vardı. Ö lü ­ münden sonra «Hezaı-pâre ( = bin par­ ça) namını almış olan bu adam, padişahm mecnunâne israfı ve sefihane halle­ rinin mürevvici gibi görünüyordu. Mem­ leketin sıkıntılı durumuna aldırmamazlıkta padişahtan daha da ileri giderek !ıeı- işin yolunda gittiğine dair yalan söyleyip safdil hükümdarı kandırıyordu. Sadrazam Ahmed Paşa duygusuzlukta o derece ileri gitmişti ki, Girit’te biııbir müşkilât içinde muharebeye devam eden zaman zaman açlıkla bile boğuşan bey­ lerbeyi ve sancakbeylerinin eyâlet ve sancaklarını İstanbul'da rüşvet verenlere tevcih ediyor, serdarın verdiği zeamet ve tımarları da başkasına dağıtıyordu. Padişah musahibi Damad Fazlı Paşa Sul­ tan İbrahim'e; Bosna sınırındaki harp durumunu ve memleketin çektiği sıkın­ tıyı izahla; «padişahım, âlemin ahvaline bizzat takayyüd edip tahsil-i vukuf bu\Tirun. Lalan irtişa ile âlemi haraba ver­ di. Hazine yok. Reâya ve askerin hali A llah’a kalmıştır. Bu hareketin akıbeti­ nin neye müncer olacağım mülâhaza buyurun. Bu makule müdahaneye asla iltifat buyurmayın» dediyse de, Veziri­ azam Ahmed Paşa selis konuşması ve cerbezesi sayesinde üstün gelip padişahı kandırdığı gibi, Fazlı Paşa’yı Azak m u­ hafızlığı ile İstanbul’dan bile uzaklaştır­ dı. Sultan İbrahim’in suıstimallerine va­ sıtalık eden Sadrazam Ahmed Paşa, hü­ kümdara hoş görünmek için elinden ge­ leni yapıp israf ve zulümlerde icracı ro­ lünü oynamaktaydı. Hac yolunda ölen bir kaç adamın muhallefatını zaptedip vereselerini mahrum bırakarak padişa­ ha kırk bin riyal değerinde mücevherli bir kayık yaptırıyordu. Eski müverrihlerin, akıllı ve devlet işlerinden anlar bir adam olarak tanıt­ tıkları Ahmed Paşa, p adi şalım mecııunâne arzularım yerine getirmeğe çalı­ şırken, etrafını adetâ göremez olmuştu. Zeki bir kadın olan Valide Kösem Sul­ tan bu gidişin iyi olmadığını bilerek oğ­ lunu hatalı yoldan çevirebilmek için müşfikâne nasihatte bulunmuş, fakat söz dinletemediği oğlunun istiskaliyle kar­ şılaştığından Topkapı tarafındaki bahçe­ de ikamete başlamıştı. Bir aralık Valide Sultanın muhalefetine dair kulağına bazı şeyler ulaşan Sultan İbrahim gazaba gel­ miş ve sadrazamı göndererek annesini Bakırköy tarafındaki İskender Paşa bah­ çesinde oturmaya mecbur etmişti. İsken­ der Paşa bahçesinde ikamet işinden Ön­ ce de Rodos’a nefvi hakkında (Naimâ C: 4. S; 323) emir vermişse de, rica ile bu emri geri aldırmışlardı. Varvar A li Paşa isyanı Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa'mn idamı ile Sultan Ibrahimiıı sal­ tanatının sâkin geçen birinci devresi ka­ panınca, padişahın bir takım dalkavuk ve mürtekip vezirlerin, saray kadınları­ nın, Cinci Hoca gibi cahil bir gözü doy­ mazın elinde oyuncak olması neticesin­ de; Sultan Murad zamanında binlerce insanın kanı pahasına kurulmuş olan ni­ zam bozulmaya başladı. Sultan Murad en ufacık irtikâb ve rüşved için kelle uçu­ rurken, şimdi kötü niyetli kimselerin pa­ dişahın çılgınca arzular izharına âmil ol­ maları yüzünden, eski hastalık olan rüş­ vet ve irtikâb işi yeniden meydana çıktı. Bereket versin ki, Sultan Murad’ın şid­ det idaresiyle yaptığı temizliğin tesirleri hâlâ devam ettiği cihetle; irtikâb, irtişa ve nihayet nizamsızlıklar Sultan Osman vak’asmı takip eden günlerde olduğu gibi memleket sathına yayılmadı. Umumiyetle devlet merkezinde padişahın etrafında­ ki birtakım insanlar grubuna münhasır kaldı. Hattâ İstanbul dışında bu duruma karşı reaksiyonlar bile görüldü. îşte, Varvar Ali Paşa hadisesi, başlangıçta ir­ tikâb ve bundan doğan usulsüzlüğe bir karşı koyma hareketi idi. Hezâr-pâre Ahmed Paşa’mn sadare­ ti sırasında rüşvet kapısı iyice açılmış, 1991
Sultan İbrahim’in Avrupalılarca yapıl­ mış bir resmi daha devlet memuriyetleri rüşvet verenlere ve­ rilir olmuştu. Padişahın para ve hediye arzusu bitip tükenmediğinden. Hezarpâre Alım ed Paşa da vaziyetten istifade ile arada kendi kesesini doldurmaya ba­ kıyordu. Namuslu devlet erkânı, vali ve sancak beyleri bu vaziyetten ıztırap çek­ mekteyken, sadrâzamın gönderdiği adam lar Sivas valisi Varvar Ali Paşa’dan pa­ dişah için otuz bin kuruş bayram harç­ lığı istediler. Bunun üzerine Ali Paşa şehrin ileri gelenleri ile vilâyet erkânını toplayıp, Sivas eyâletinin yıllık gelirini hesaplattırarak bunun mümkün olmadı­ ğını itizar ederek bildirdi. Lâkin mer­ kezi hükümet talebinde ısrar edince, ge­ len mübaşire: «— Ben bu kadar akçeyi nereden vereyim, yol keserek halkın malını mı alayım?» Diyerek mübaşiri geri gönderdi. Bu arada Sultan İbrahim, İbşir Paşa’nın Si­ vas'ta güzel bir karısı bulunduğunu duy­ muş ve bu kadının gönderilmesini bildir­ mişti. Varvar Ali Paşa buna karşı da: •s— Bir mtislümauın nikâhlısını baş­ kasına nasıl teslim edeyim?» Diye bu isteği de reddetti. Naimâ (C: 4, S: 247) nın kaydına göre, bu hâ­ dise karşısında bazı kimseler Varvar Ali Paşa’nm azlolunacağını tahmin ederler­ ken, hükümet merkezince böyle bir icra­ ata tevessül olunmadı ama, Varvar Ali Haşa «âlemin dilgirliğine mağrur olup, halkı kendüye yar olur sanup bu ihtilâl ve fesadı âlemden def etmek» istedi. Yâ­ ni halkın memnuniyetsizliğinden istifa­ de ile bir düzeltici şeklinde meydana atıldı. Ve: «saltanat um uıu kadınların elinde olup padişah devlet işlerine m u­ kayyeti değildir, ümera ve beylerbeyiler kısa zamanda azlolunmaktadır. Reâya perişan olup, memleket harap bir hâle gelmiştir. Mühim mevki sahipleri bir araya gelerek bu kötü duruma nihayet verilmesini padişaha bildirmelidirler. Üç sene tamam olmadan İdarî ve askeri memurların değiştirilmemesi için hatt-ı humayun ısdar edilmelidir» diye dava­ sını ilân etti. Bunları kabul ettirmek için İstanbul’a gideceğini söyliyerek et­ rafına adam topladı. Varvar Ali Paşa’nın etrafına topla­ nan levend ve sekbanları arasında eşkı­ ya ve soyguncu ruhlu kimseler de mev­ cuttu. Zulüm ve usulsüzlükleri düzelt­ tirmek gayesiyle meydana atılmış olan Varvar Ali Paşa, sekbanlarının öteye be­ riye el uzattıklarını, bu hareketlerini menetmek isteyince de dağılmaya başla­ dıklarını gördü. Naimâ’mn bildirdiğine göre; bunun üzerinedir ki levend ve sek­ banlarının etrafa el uzatmalarına müsaa­ de etti. Böylece, Varvar Ali Paşa peşi­ nen iyilik düşündüğü halde onun adam­ ları zulüm ve soygunun en âlâsını yaptı. Yani yolsuzlukları önleyeceğini söyliyen Sivas valisi, bilfı’il yolsuzluk edenlerin başı şekline girdi. Kendisi şahsen gasıblarda bulunmadı ama, adamları çok can yaktı. Naimâ: «evvelce valilerden sâdır olan cevr ve cefa bunlarınkine nisbetle b i­ rer lütuf ve merhamet mesabesinde kal­ dı» der. Varvar Ali Paşa’nm hareketi bir is­ yan telâkki olunduğundan Sivas valiliği İbşir Paşa’ya tevcih edilerek Varvar’ın tenkili emredildi. İbşir Paşa Varvar Ali Paşa’nm eski bir dostu olduğu için bu iş­ ten istinkâf (Naimâ C: 4, S: 274) ile: ■ s— Hak söz söyleyen adamın üze­ rine nasıl varalım, haksız yere nasıl katledelim» Dediyse de, padişahın «ya başı ya başın!» cümlesini ihtiva eden ikinci hatt-ı hümâyûnu eline tutuşturulunca, mecburen harekete geçti. Sivas’a gidin­ 1992
ce Varvar Ali Paşa kendisini karşılayıp: *— Ben padişaha âsî değilim, işte mansıp. Mademki size tevcih olunmuş, mübarek olsun, zapt eyleyin s Diyerek Sivas’ı îbşir Paşa'va teslim edip, «benim şer'i davam vardır!* diye­ rek, İstanbul’a gitmek üzere Sivas'tan ayrılıp Tokat tarafına gitti. Varvar Ali Paşa'mn duıoımu Nasuh Paşa-zâde'ninkine benziyordu. Onun gibi, şer'i dâvam vardır diye ilerlerken etrafına toplanan insan kalabalığı mütemadiyen, artıyordu, îbşir Paşa, onun arkasından yavaş yavaş ilerlerken Karaman beylerbeyi Köprülü Mehmed Paşa iie Afyon sancak beyi H ü­ seyin Paşa da aldıkları emir gereğince hazırlanıyorlardı. Bu arada Mehmed Paşa’va iltihak etmek üzere bir hasekinin kumandasında bir miktar tüfenkendaz bostancı neferi sevkedilmişti. Varvar Ali Paşa Çerkeş kasabasına geldiği sırada yanında beş bin kişi bu­ lunmaktaydı. Burada etrafının çevril­ mekte olduğunu görünce derlıal üzerle­ rine yürüdü ve cereyan eden çarpışma­ da Köprülü Mehmed Paşa ile Afyonkarahisar sancağı mutasarrıfı Hüseyin. Paşa’yı mağlûp etti. Karaman valisi Köp­ rülü Mehmed Paşa île İstanbul’dan ge­ len tüfenkendaz birliğinin kumandanını esir aldı. Bu sırada îbşir Paşa yetişerek Varvar Ali Paşa'mn leveııdlerini mağ­ lup etti. Varvar Ali Paşa da yaralı ola­ rak esir düştü. Kendisini İbgir Paşa’mn yanına getirdikleri zaman, Îbşir Paşa'­ mn: «— Paşa baba bu ne haldir? Niçin kendini böyle muhataraya uğrattın?» Sözüne karşı: «— Ben sana ne yaptım? Senin av­ retini Sivas’tan talebettiıeı, ırzını sivaııet edip vermediğim için senin gibi he­ rifi üzerime tasallut ettiler. Zulmen İba­ dullahın malım aiıp vermediğim için bana katil mi icap eder?» diye cevap verdi. Tabi’i aldığı emir gereğince îb ­ şir, Varvar Ali Paşa’mn başım kesip İs­ tanbul’a yolladı (1647). Sadrıâzanun ocak ağalarına karşı muamele ve niyetleri Sadrıâzam Ahmed Paşa ,mühim dev­ let erkânından tahsil ettiği samur ve anber bedelini, yeniçeri ocağının bazı nüfuslu şahsiyetlerinden de almak niye­ tiyle Bektaş. Muslihiddiıı, Kara Murad, Kara Çavuş ve Mustafa ağalara da sal­ ma saldı. Bunun üzerine, padişah ve veziriazamdan müteııeffir olan ocak ağa­ ları (Naimâ, C: 4. S: 296) kendilerinden istenen şeyleri vermemek içiıı aralarında söz birliği ettiler. Kendisinden iki samur kürk ile altmış kese akçe istenen ocak kethüdası Kara Murad Ağa, tahsil tez­ keresini getiren memura, sert bir dil ilü : «— Var defterdar efendiye söyle. Ben Girit'ten geldim. İnce perdalu barut ile yağlı kurşundan gayrı nesnem yoktur. Samur ve anberin adını biz ilden İşitiriz, görmemişiz. Akçe der isen, borç ile alıp harcediyoruzs dedi. Tahsil memuru bu­ na karşı bir şeyler söylemek isterken -sçıks diye bağırarak kovdu. Ocak ağalan, samur ve anber bede­ lini vermedikleri için sadnâzamm ken­ dilerine bir oyun oymyabileceğini hesaplıyarak tetikte duruyorlardı. O günler­ de Ahmed Paşa oğluna eski sadnâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’mn sekiz yaşındaki kızını alarak muhteşem bir düğün yaptırıyordu (6 ağustos 1648). Sadrıâzam, adı geçen ağalan düğüne davetle yemek esnasında bir odada öl­ dürmek istedi. Düğüne otuzar kırkar ki­ şilik silâhlı çuhadarları ile gitmiş olaıı ağalar bir odada yemek yerlerken, sad- Sultan İbrahim’in tersaneden bir teftiş* ten dönüşü ve ahalinin tezahüratı (Ricaufdan) 1993
dıâzamm adamlarından Receb Ağa bun­ ların yanma gelerek gizlice suikast ta­ sarısından haberdar etti. Bunun üzerine Mıırad Ağa : *— Ya kaziyye böyle midir? Biz ko­ laylıkla ölmeyiz, gayrı bizden suç gitti» diye bağırdı. Ağalar derhal oradan kal­ kıp evlerine gittiler. Ocaklı ve ulemanın yaptıkları toplantı neticesinde padişahın hal’i Ziyafet yerinden ayrılan ocak ağa­ ları, aralarında en cesurlan olan Kara Murad Ağa'nın etrafında toplanarak, «bu gailenin de fi için» aralarında sıkı bir işbirliği yaptılar. Bu gaye ile Orta cam i’ine gidip, ocak ihtiyarlarını ve odabaşıları davet ettiler. Ve «bu fesatlan padişaha talim eden veziriazamdır. Onu aradan kaldırıp doğru bir adamı veziri­ azam yapalım» kararma vardılar. Sonra o gece, Fatih Carni'i vaizi Veli Efendi’yi Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi’ye gön­ dererek aralarındaki ittifaktan haberdar edip, onun da ulema ile hazır olmasını bildirdiler. Ertesi gün, yani 7 ağustos (17 recep) cuma günü sabahleyin erken­ den ocak ağaları ve silâhlı yeniçeriler Orta cami’inde toplandılar. Sabah na­ mazı vaktinden önce bu topluluk biz­ zat Murad Ağa’yı şeyhülislâm’a göndederdi. Şeyhülislâm, geceleyin ocakları­ nın kararından haberdar olduğu, kendi­ si de onların fikrinde bulunduğundan, memleketin durumuna dair aralarında karşılıklı dertleşmeyi müteakip derhal ulemaya tezkereler göndererek Fatih cami’inde yapılacak toplantıya davet et­ ti. Bir iki saat zarfında bütün ulema, ocak ağaları ve silâhlı yeniçeriler Fatih cami’inde toplanmış bulunuyordu. Silâh­ lı yeniçeriler cami avlusunu doldurmuş vaziyetteyken ocak ihtiyarları, yeniçeri subayları ve ulema camiiııin içinde di­ zildiler. Bu sırada Kara Murad Ağa ulemaya hitaben : *— Bu babda sipah taifesine muh­ taç değiliz, onlan karıştırmasak da olur» Dedi, ağalardan birinin «onlar da gelsin ne zararı var* demesi üzerine si­ pah taifesine de haber gönderildi. Böylece ocaklarının ittifakı tamamlanmış, kuvvet de ziyadelenmiş oldu. Bunun ü- zenııe şeyhülislâm, «resmi kıyafetini ve kürkünü giysin, mühr-ü hümâyûnu alıp buraya gelsin» diye veziriazama haber gönderdi. Lâkin Veziriâzam Ahmed Pa­ şa, ocaklının toplandığım geceden haber almış ve kaçıp bir köşeye saklanmıştı. Bu ana kadar ocaklı ve ulemanın yaptığı topluluk ve aldıkları karar sadrıâzamm aleyhine idi. Fakat sadrıâzam ııı kaçıp saklanması ve padişahın top­ luluğa karşı takındığı tavır karşısında hadiselerin inkişaf seyri değişti. . Ocaklı ve ulemanın yaptıkları top­ lantıdan (Naimâ tarihi C: 4, S: 301-326) padişah haberdar olunca, şeyhülislâm ;ı bir haseki ağa ile: «bu cemiyetin aslı nedir? Edepleriyle olup dağılsınlar» di­ ye haber yolladı Şeyhülislâm ise gelen hasekiye: «Veziriazamı bize teslim etsin, bu cemiyet dağılmaz. Şer’ ile sönümüz vardır» dedi. Haseki lafendazlık etmek istiyerek, ağzından «padişaha karşı koy­ mak münasip midir?» diye bir söz ka­ çırınca, şeyhülislâm: «Çık! sana söyle­ nen sözü götür. Mademki vezirifizamı vermiyor, iş bununla bitmez» diye ba­ ğırdı. O sırada bazı yeniçeriler haseki ağayı öldürmek istedilerse de adamı güç­ lükle ellerinden kurtardılar. Böylece, padişahın yolladığı haberden sonra hava sertleşmiye başlamış oldu. Bundan son­ ra Fatih cami’indeki topluluk oradan kalkıp Orta cami’ine gittiler. Burada va­ ki konuşma neticesi, defterdarlıktan mazul Mehmed Paşa’ nın sadrıazamlığına karar vererek kendisini Orta cami’ine getirip veziriâzam ilân ettiler. Vecihî ta­ rihinde kaydedildiğine göre, bu sırada padişah tarafından gönderilmiş bulunan musahib vezir Tavukçu Mustafa Paşa Orta camiine gelip, Sultan İbrahim’in cemiyetin dağılmasını istediğini, şeyhül­ islâm ile Mehmed Paşa’yı da huzuruna dâvet ettiğini bildirdi-. Topluluk, şeyhül­ islâmın gelmesine müsaade etmediğin­ den, Mehmed Paşa bin korku çekerek saraya gitti. Muvazenesiz padişahın bir­ denbire boğdurmasından fazlaca endişe­ lenen Sofu Mehmed Paşa, kendisini zor­ la veziriâzam yaptıklarını beyanla itiraz­ da bulundu. Padişah Sofu Mehmed Pa­ şa’ya mühr-ü hümâyûnu verirken: «— Ahmed Paşa’yı azlettim. Kendi­ si damadımdır, nasıl vereyim. Onu ken­ 1994
dilerinden rica eder, kurtuluşunu senden beklerim» sözleriyle öldürülmemesini istedi. Mehmed Paşa mühr-ü hümâyûnu alıp Orta cami'ine dönünce, padişahın sözlerini nakletti. Fakat kalabalık hep bir ağızdan Ahmed Paşa'yı istediklerini tekrarhyarak Alehmed Paşa’yı bir daha saraya yolladılar. Sultan İbrahim, topluluğun talebini tekrarlıyan Mehmed Paşaya bu defa : «—■Bre köpek koca (ihtiyar), vezi­ riazam olmak için kulu tahrik ettin; bu cem'ivet dağıldıktan sonra görürsün, senin hakkından gelirim!» Diye bağırdığı gibi hırsını yenerniyerek ihtiyar veziriazamın yüzüne bir de yumruk indirdi, Mehmed Paşa bu defa müthiş bir korkuya kapılarak doğ­ ruca evinin yolunu tuttu ve veziriâzamlık bil’ati ile mühr-ü hümâyûnu bir bohçaya koyup Orta camiinde bulunan müftü yani şeyhülislâma gönderdi. Ocakhlar Mehmed Paşa’nm inzivaya çe­ kilmesini kabul etmediklerinden ocak ağalarından Bektaş Ağa ile Koca Muslihiddin Ağa Mehmed Paşa’mn konağına gidip : *— Devletlü, korkunun mânası nedir? Senin ve bizim gibi ihtiyarlar din uğruna Ölmekten gayrı neye yararlar. Kalk bu işi başa çıkaralım» Diyerek alıp Orta cami’ine getirdiler. İşte bu andan itibaren ocaklı ve ulema topluluğu yeni bir karara daha vardı. Bu ana kadar Ahmed Paşa’nm şadaretten azlini ve nihayet vücudunun or­ tadan kaldırılmasını isterlerken, şimdi Sultan İbrahim’in hal’i ile en büyük şeh­ zade Mehmed’in iclâsma karar verdiler. Onun için Valide Sultana şehzadeleri iyi hıfzetmesi için tezkere yazdılar. Ayrıca şehir kapılarım kapattırıp, kapı-ağası ile bostancıbaşıya da haber gönderdiler. Ocaklılar ve ulemanın yeni kararını müteakip, Orta cami’ine gelen Mirahur Mustafa Paşa padişahın, cemiyetin da­ ğılmasını istediğini, dağılmazlarsa «ken­ dime sadık onbin kişi ile onların hepsi­ ni kırarım» dediğini nakledince ağalar­ dan biri ileri atılıp: «— Biz Veziriâzamı kendisinden is­ teriz. Eğer padişah ise çıksın ayak di­ vanı etsin. İsteklerimizi arz edelim. Ev­ velâ böyle gaflet ile saltanat olmaz. Varvar Ali Paşa işe yarar, doğru ve din­ dar bir adam idi; onun başı ve İbrahim Paşa’nm cesedinin Bâb-ı humâyuııda nahak yere yirmi gün yatması hangi kitapta vardır?» Dedi, bunun arkasından Koca Muslihiddin Ağa söze başlayıp: <s— Baka Ağa, padişah bir zâlimi âleme musallat edip, cem'i mal, irtişa ve şeriatın terkedilmesiyle âlem bu hâle geldi. Kadınlar devlet umuruna musal­ lat. hazine yalnız israfata yetişmez, reâya perişan. Düşman Bosna serhaddiudtîn kırk pâre hisar aldı. Halen bu ka­ dar düşman kalyonu boğazda yatıyor, def’ine çalışan yok; İstanbul mahsur kaldı. Bu ahvali niçin görmez?® dedi. Mirahurun, şimdiki muradınız nedir, onu bildirin demesi üzerine de: «Evvelâ rüş­ vet ortadan kalksın, İkincisi hasekiler yanından gitsin; üçüncüsü veziriazamı bize versin» diye daha bir kaç madde sıraladı. Korkudan şimdiye kadar kilitli olan çeneler açılmıştı. Mevcut düzensizlikler, çekilen ıztıraplar söylenip sıralanıyordu. Bunların ortalığa dökülmesini mütea­ kip, ıztırabın müsebbiplerinin iş başında kalması artık herhalde m üm kün ola­ mazdı. Ocaklılar da ulema da metin ve kararlı görünüyordu. Mirahur Mustafa Paşa saıâya dön­ düğü sırada padişah bostancıları si­ lâhlandırmış, sarayın bazı yerlerine top­ lar koydurarak müdafaaya hazır bir va­ ziyet almış bulunuyordu. Bu sırada ar­ tık akşam olmuştu. Ocak ağalan, toplu­ luk dağılırsa yarın bir araya gelmek güç olur, topluluk gevşeyince de Sultan İb­ rahim hiç birimizi sağ bırakmaz diye­ rek, geceyi hep beraber Orta cam i'inde geçirmelerini istediler. Bunun üzerine ulema küçük gruplar halinde yeniçeri odalarına dağılarak orada kaldı. Ahm ed Paşa ve Rum eli kazaskerinin öldürülm esi Ocaklı ve ulemanın, kendi hakkındaki kararından haberdar olan Veziriâzam Ahmed Paşa bir miktar altun ve elmas alarak kaçmak teşebbüsünde bu­ lunmuştu. Tanıdıklarından iki kişi ken­
di başlarına bir belâ gelmesinden Kor­ karak başlarından savmışlar, nihayet o da başka bir tanıdığının evine gitmişti. Ahmed Paşa’nm arkasını bırakmak iste­ meyen yeniçeriler nihayet saklandığı yerden çıkarıp Sofu Mehmed Paşanın konağına getirdiler. Sofu Mehnıed Paşa kendisini güler yüzle karşıladı. Ahmed Paşa yalvarırken o kurtarmaya gayret edeceğini söylüyordu. Biraz sonra isti­ rahat etmesi için diğer bir odaya yolla­ dı. Bu arada şeyhülislâma haber gönde­ rerek idam fetvasını istedi. Beri taraf­ ta Ahmed Paga'nm yanına giren yeni sadnâzamın kethüdası bir takım vaidierle malının yerini söyletti. Sabah olun­ ca Sofu Mehmed Paşa’nın S ül eym aniye tarafındaki evine gelen cellât Kara Ali yamağı Hamal Ali ile birlikte Ahmed Paşa’yı yeni sadrıâzamm evinin ahırın­ da boğdu. Sonra cesedini bir beygire bağlayıp Atmeydam’na getirerek bura­ daki çınar ağacının altına bıraktı. Geceyi beraberce geçiren ulema ve ocaklılar sabahleyin Veziriazam Sofu Mehmed Paşa’yı da alıp Sultanahmed meydanına gelirlerken, bir gün önce Fa­ tih cam ¡’indeki topluluğa iştirak etme­ mesi için şeyhülislâmın haber gönder­ miş olduğu Rumeli kazaskeri Geredeli Muslihiddin Efendi bugünkü cemiyetten geri kalmamak için atma binip bir iki adamı ile birlikte Sultanahmed meyda­ nı yolunu tuttu. Bu adam, saraydaki ba­ zı kimselere para yedirerek kendisini Şam kadısı tayin ettirmiş, bir kaç ay sonra İstanbul kadısı, bir kaç gün sonra­ da Rumeli kazaskeri olmuş bulunduğun­ dan herkesin gözüne kötü görünmektey­ di. Böyle olduğu halde gerek hareketi sırasında gerekse yolda müteaddit kim ­ seler Sultanahmed meydanına gitmeme­ sini ihtar ettilerse de dinlemedi. Kalaba­ lığa yetişip atından indiği sırada ulema etrafını alarak kendisine acı sözler ve lanet yağdırırken ocaklılardan bir kaç kişi kendisini yaraladı. Tam o sırada Şeyhülislâmın yanlarından geçtiğini gö­ ren adam «imdat» diye eteğine sanldıysa da Şeyhülislâm atının üzengisi ile adamın suratını itince asker üzerine üşüştü ve kendisini öldürdü. Onun cese­ di de Ahmed Paşa’m n cesedinin yanına kondu. Sultan İbrahim 'in hal’i Ulema ve ocaklılar topluca Sultan­ ahmed meydanına gelince herkesin itti­ fakı iie; Mekke kadılığından mazûl Bos­ nalI Beyazı Haşan E fendiyi padişaha gönderdiler. Topluluğun temsilcisi ola­ rak cesaretle konuşan Hasaıı Efendiye padişah : «— Veziri öldürdüler, daha ne ister­ ler?» Diye sorunca, o aldığı talimat gere­ ğince : «— Padişahım, beytülmalin bunca israfından; Bosna hududuna düşman müstevli olduğu, boğaz frenk gemileri tarafından kapatıldığı halde, onları def’e himmet etmediğinizden dolayı cumhur sizden şikâyetçidir» dedi. Ve arkasın­ dan da: «Halen asker bendeleriniz, vüzeıa ve ulema duacılarınız sizi görmek isterler» cümlesini ilâve etti. Fakat Sul­ tan İbrahim cevap vermediğinden Beya­ zı Efendi dönüp geldi. Bundan sonra iş artık, Şehzade Mehmed’in ortaya çıkarılmasına ve ken­ disine biat edilmesine kalmıştı. Bunun için ulemadan seçilen iki kişi Valide Sultan’a gönderildi. Bunlar; cümlenin it ­ tifakı ile padişahın lıal’ine karar veril­ diğini, cumhura muhalefet caiz olmadı­ ğını, büyük şehzade Sultan Mehmed’e biat edilmek üzere camie gönderilmesi­ ni bildirdiler. Valide Sultan ise: «Cami­ de cülüs olagelmemiştir, saraya gelsin­ ler» dedi. Fakat Sultan İbrahim bostan­ cıları silâhlandırmış ve surlar üzerine toplar yerleştirmiş olduğundan, Sultanahmed’deki topluluk saraya ilerlemeye çekiniyordu. Bunun için ulemadan bir kişi bostancıbaşıya gönderildi. Bu adam bostancıbaşıya : «— Ağa hazretleri, cümle ulema ve vüzeranın cevapları budur ki; padişahı hal’e umumcn ittifak olunmuş, bu husus­ ta fetva verilmiştir. Şehzadeyi iclâs et­ meksizin bu cemiyetin dağılması ihti­ mali yoktur. Bunun çaresi hemen kapı­ yı açıp işin tamamlanmasına yardım et­ mektir. Aksi takdirde sizin ve canib-i hilafı tutanların helâk olması mukarrer­ dir» dedi. Bostancıbaşı, bizim taraftan muhalefet eden olmıyacaktır cevabını verip, bostancılara da tenbihatta bulun­ du. Sonradan gizlice gidip ağalarla gö­ 1996
rüşerek mukavemette bulunulmıyacağmı tekrarladı. Bundan sonra kalabalık hep bera­ ber hareketle sarayın önüne gelince ka­ pı açıldı, bütün topluluk Bab-ı hüm â­ yûndan saraya dahil oldu Şeyhülislâm, kazaskerler, ocak ağalarından Muslihiddin Ağa. Bektaş-oğlu Murad Ağa hare­ min dehliz kapısı civarına geldikleri sı­ rada, başına siyah ipekli bir örtü örtün­ müş olarak yanında bir siyah haremağası bulunduğu halde Valide Kösem Sul­ tan karşılarına çıktı. Kösem Sultan ile ocak ağalan ve ulema arasında uzun sü­ ren bir görüşme vuku buldu. Evvelâ Muslihiddîn Ağa; kendilerinin dîn ve devlete hizmetten başka bîr şey düşün­ mediklerinden başlıyarak, padişahın akıldan zayıf olması yüzünden işlerin bo­ zulmasına, Bosna sınırı ve Çanakkale boğazındaki askeri vaziyetlere, rüşvet ve israf dolayı siyle memleketin duçar ol­ duğu sıkıntılara varıncaya kadar uzun izahtan sonra Sultan İbrahim’in hal’i ile büyük şehzadenin iclâsı kararını bildir­ di. Naimâ (C; 4. S: 323) nın söylediği­ ne göre; Valide Sultan oğluna hayli k ır­ gın olduğu halde annelik şefkatiyle onu mazur göstermek üzere müdafaada bu­ lundu. Oğlunun hatalarını kabul eden Valide Sultan, işlenen hatalar karşısın­ da şimdiye kadar susmuş olmaları ba­ kımından ocaklıyı da suçlandırdı. Bade­ ma iyi vezir, nıusahib ve sair maiyet er­ kânı tayini suretiyle oğlunun yerinde bırakılmasını istedi. Muslihiddin Ağa’dan sonra Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi ile Kara-Çelebi-zâde Abdülâziz Efendi de uzun uzun konuştular. Valide Sultan’ın, iyi vezirler tayini suretiyle padi­ şahın yine yerinde bırakılması talebine karşılık Kemankeş Kara Mustafa Paşa ile Yusuf Paşa’yı idamını misal göste­ rerek, bu örnekler gözler önünde du­ rurken hiç kimsenin dürüst çalışma ce­ saretinde bulunamıyacağını bildirdiler. Valide Sultan ise bu defa yedi yaşında bir masumun saltanatının caiz olup olmıyacağım sordu. Buna karşı kazasker Hanefî Efendi; hanefi mezhebinde akılsız büyüğün saltanatının caiz olmayıp akıl­ lı sabinin caiz olduğunu, masumun cü­ lus edip veziriâzamın ona vekâleten iş görebileceğini, zaten bu hususta fetva- Sııllau İbrahim’in yine Avrupalılarca yapılmış diğer bir g r a v ü r ü nın verilmiş hazır olduğunu söyledi. Da­ ha bir. takım izah ve tehlikelere işaret­ ten sonra «Ravzat-ül-ebrar» müellifi Kara-Çelebi-zâde Abdülazîz Efendi söz alarak uzun uzun konuştu. Bu arada Va­ lide Sultan’a sert şeyler de söyledi. Na­ im â (C: 4, S: 326) bu nokta için « ol kadar küstahane sözler söyledi ki bu m a­ halle tahrir olunmaktan imtina olunup terk olunmuştur» dedikten sonra Valide Sultan’ın münazara adabına riayette bu­ lunduğunu işaretten de geri kalmaz. Va­ lide Kösem Sultan, oğlunu hal’ edilmek­ ten kurtarmanın imkânsızlığına kat’i ka­ naat getirdikten sonra «varayım sarıkcığını sardırıp çıkarayım» diyerek ule­ ma reisleri ve ocak ağalarının yanından ayrıldı. Dördüncü Mehnıed’in ciilûsu ve Sultan İbrahim ’e hal’inin tebliği Büyük Valide Kösem Sultan içeri girerken tahtn kurulmasına izin, vermiş­ ti. Böylece, Bab-üs-saade önünde taht
hazır olunca, yedi yaşında bir çocuk olan büyük Şehzade Mehmed, arz-ağaları et­ rafını almış olduğu halde Kuşhaııe-kapısından çıkarıldı. Tahta oturtulan şeh­ zadeye evvelâ şeyhülislâm, sonra veziri­ azam, ulemanın reisleri biat ile eteğini öptüler, Böylece 8 ağustos 1648 (18 receb 1058) cumartesi günü ikindi vakti D ör­ düncü Mehmed tahta cülûs etmiş oldu. Çocuk hükümdarın korkmaması için d i­ ğer kimselerin biatinden vazgeçildiğin­ den, yeni hükümdarın muhafazası Va­ lide Sultan ile bostancıbaşıya havale edildi. Bundan sonra ulema ve ocak ağa­ la n Sultan İbrahim'in bulunduğu tarafa teveccüh ettiler. Sultan İbrahim bunla­ ra : «— Bre hainler! bu nasıl iştir? Ben her birinize ihsanlar etmedim mî? Ş im ­ di havanıza tâbi olmadığım için beni kaldırmak tedarikini gördünüz. Ben pa­ dişah değil miyim, bu ne demektir?» Diye bağırdı. Kazasker Kara-Çelebi-zâde Abdülâziz Efendi ise: «— Hayır padişah değilsin. Umur-u ger’iye ve dîniyeye ademi takayyüdle ci­ hanı haraba verdin. Vaktinizi keyf ve gaflet ile geçirip, rüşveti fâş, zalimleri âleme musallat, beytülmali israf ve itlâf ettiniz® deyip, daha bazı sözler söyledi. Sultan İbrahim lüzumsuz yere bağırıyor ve sözlerinin arasında sık sık iben pa­ dişah değil miyim!» cümlesini tekrarlı­ yordu, Muslihiddin Ağa ve Bektaş Ağa mahlû padişaha cevaplar veriyorlardı, 3ira;: sonra tekrar söze kanşan A bdül­ âziz Efendi: «Bu tahtta oturmuş bulu­ nan ecdad-ı ızâlnınm yolunda gitmedi­ ğin için tahta lâyık değilsin. Düşman Bosna'yı istilâ etti, seksen pâre kalyon halen boğazı kapatmış olup cenktedir, Senin haberin yok. Gaflete mustağrak olup, keyfe dalıp hâzineyi itlâf edersin» dedi. Son veziriazamı Ahmed Faşa’m n yalanlarının tesirinden kurtulamamış olan. Sultan İbrahim, düşman meseleleri­ ne dair şeylerin yalan olduğunu iddia ediyordu. Daha sonra eliyle yere işaret edip: «— Şu kadar oğlancığı padişah mı edersiniz? ol kadar oğlancığın saltanatı nasıl câiz olur? Şimdi malum oldu ki bu kocayı padişah etseniz gerektir!» Diye ihtiyar Veziriazam Sofu Meh­ med Paşa’yı işaret etti. Veziriazamın saltanatına dair endişe eden Sultan îbrahime kargı yine Abdülâziz Efendi muhatab olup: «— Sen hâzineyi itlâf ve enva’ı is­ rafla kötü niyetlilerin sözüne uyup rüş­ veti fâş etmekle nizamın bozulmasına âmil oldun. Katli rical ve müsadere-i emval etmekle halka mızırsm. Kabil-i talim ve ıslah olmamakla tahta lâyık de­ ğilsin». Sultan. İbrahim daha sonra orada bulunanlardan bazılarına, mevkilerini kendisine borçlu olup olmadıklarım sor­ du. Şeyhülislâma: «Ben seni müftü et- Sultan İbrahim (1640 — 1648) zamanındaki hükümdarlar (İlâve : 126) ★ A vusturya : ücüncü Ferdinand R usya : ü c ü n c ü M ih ail B irinci Aleksi 1643 — Ingiltere : B irinci Sari Fransa : On üçüncü î-u! O n dördüncü L u i 1643 — L ehistan : Yedinci — Papalar : Sekizinci U rbeıt O nuncu İnosan 1644 — — — 1644, İra n : B irinci Safi _ > — 1642, Ötincl Abbas 1642 __ 1G4S. İspanya : D ö rd ü n c ü 1843, İsveç : K ra liçe K ristin 1643, L adislas — F ilip Özbek H a n lığ ı : îm a n ı K u lu B aha­ dır Mehmed _ 1642, N ezir M ehm ed 1642 __ 16453 A b dülâziz 1645 ______ >. P ortekiz : D ördün cü Civan I&40 — 1998
medim mİ, şimdi sen bana kast eder­ sin?» sualine Abdürrahim Efendi: ^Ha­ yır sen beni müftü etmedin, Allah ey­ ledi» şeklinde cevap verince ziyade m ü­ teessir olup ellerini semaya tutup oradakilere beddualara başladı. Münakaşa ıızadıkça uzuyor, karşılıklı cevaplar bit' türlü bitmiyordu. Bu vaziyet karşısında Silâhdar iîe Çuhadar ağa padişahın kol­ tuğuna girip yerinden kaldırdılar. Sul­ tan İbrahim nıahbesine gidinceye kadar mütemadiyen geri dönüp dönüp lâf ye­ tiştiriyor ve beddualar ediyordu. En n i­ hayet : 4— İmdi, başımda yazılan bu imiş, emir Allahın» deyip ilerledi. Mahbesin kapısının, önüne vardığı zaman : «— Elhamdülillah, hele, bir cemaa­ tın başı oldum» dedi. Bu sözü ile, bun­ dan böyle gelecek padişahların ceddi ol­ duğunu kasdetmiş bulunuyordu. Şeklen ağabeysi Sultan Murad’a benzi yen Sultan İbrahim, aceleci, çabuk çabuk konuşur, sabuk kızar, arzusunun derakap olmasını ister teenni bilmezdi. Bu hallerine mukabil israf derecesini bu­ lacak kadar cömertti. Sultan İbrahim’in devri saltanatın­ da Saray-ı cedid-i âmire (Topkapı sa­ rayı) ye ufak ilâvede bulunmuş, yanan köşklerden bîrimde tamir ve ihya ettir­ miştir. Yapılan ilâve1 sarayın dördüncü ye­ rinde Bağdad köşkü (kasıı) ile Sünnet odası arasındaki geniş mermer taraçanııı Haliç’e bakan duvarı kenarındadır. Bu, üç tarafı oyma mermer parmaklık­ lı ve üstü, oluklu dört bakır sütunun ta­ şıdığı. eşkenar dik dörtgen’e yakın ufak kubbenin örttüğü bir gölgeliktir. «Kameriye» veya «şahnişin» e benziyen bu köşk yavrusunun kubbeciğinde; ufacık alem, dört köşesinde küçük birer «baba» vardır. Bütüniyle Türk bakır işçiliğinin şaheseri olan bu yapının kubbesinin üs­ tü, alemi, babaları tamamen altın yal­ dızla kaplıdır. Kitabesinde Sultan İbra­ him tarafından H. 1050 de yaptırıldığı ve adının «Kasr-ı İftariyye» olduğu ka­ yıtlıdır. Bugünde öyle anılmaktadır. Yanan köşk, üçüncü Murad devrin­ de Saray-ı cedid-i âmire (Topkapı sara­ yı» sûrunun Sirkeci tarafında Yalı-kapısı civarındaki kısmı üzerine yapıldığı­ nı evvelce yazdığımız (C. III. S. 1403) «Kasr-ı âli» veya banisine nisbetle <(Sinanpaşa köşkü» de denen binadır. Sul­ tan İbrahim 1643 yılında buranın tamir ve ihyasını ele alınca, rivayete göre, yaııaıı köşkün arkasında bulunan, Bos­ tancı ocağına bağlı Sepetçiler ocağı hal­ kı, kendilerini çok seven, daima iltifat­ lar edip bazı imtiyazlar veren padişaha müracaatla masrafa iştirak arzusunda bulunmuşlar. Köşk tamamlanınca o za­ mana kadar umumiyetle ıSinatıpaşa köşkü» diye anılırken bundan sonra ar­ tık «Sepetçiler köşkü» diye isimlendiril­ miştir. 1999
Dördüncü Mehmed'İn tuğrası DÖRDÜNCÜ MEHMED Padişahın cülüsu — Sultan İbrahim 'in öldürülmesi — Valide Sultanlar mücadelesi. Muhtelif sadriâzamlar ve dahili buhrajıiar — Köprülüler devri, Avusturya harbi ve Vaşvar barışı, Kan. diye fethi ve Leh seferi — ikinci Viyana muhasarası ve boîKun yılları — Padişahın hal’i. U Ö R D C-VCC M b liM K D Dördüncü Meh­ akçe istenen Cinci med cülusundan bir Hoca bunu vermeye Babası : Sultan İbrahim yanaşmamış, fakat hafta sonra 16 ağus­ Annesi : Hatice Turhan Sultan Dogdutfu tarih : 2 ocak 1642 bu yüzden en sonun­ tosta Eyub’a gide­ Padişah olduğu tarih : 8 ağustos 1643 da bütün serveti rek kılıç kuşandı, EHal' edildiği tarih ı S kasım J687 müsadereye maruz yub’dan dönüşünde Ölüm ü : 6 ocak 1693 kalmıştır. Gerek âdet olduğu üzere Bilinen zevceleri : Emetullah Gülnûs, ecdadının türbeleri­ Cinci Hoca gerekse Cihansah. Dtlriye, Nevruz, Aiiîe. ni ziyaret etti. Pa­ daha bazı kimseler­ çocukları : Mustafa (padişah olmuştur), den temin edilen dişahların cülusla­ Ahmed (padişah olmuştur), Bayezid, H a, tice (Musaiıib Mustafa Paşa, sonra Mo­ rında umumiyetle paralarla cülûs bah­ rali Haşan Paşa zevcesi) Fatma (Tır­ görüldüğü üzere ba­ şişinin tevzi’i işi nakçı tbıahim Pasa, sonra Topal Yusuf Pasa zevcesi), Ümmii Gülsüm (Küçük zı yeni tayinler ya­ halolunmuştur. Bah­ Osman Paşa zevcesi). şişin tevzi’inden ön. pıldı. Bu defa, cü­ lusu takip eden gün­ ce kapıkulu süvari­ ler kadılar arasında lerinin bu hususta Veziriazamları : Sofu Mehmed Paşa 7 ağustos 1648 —21 mayıs 1649, azil. Kara yapılan tayin, nakil müracaatta bulun­ Murad Pasa (ilk sadareti) 21 mayıs 1649 ve aziller miktarla­ dukları, gerek tev_ 5 ağustos 1650, istifa. Melek Ahmed Paşa 5 ağustos 1650 — 21 ağustos 1651. zi’atın gecikmesi ge­ rının fazlalığiyle na­ azil. Siyavüş Pasa (ilk sadareti) 21 azarı dikkati celbedirekse Sultan İbra­ gustos 1651 — 27 eylül 1651, azil. Gür­ him ’in hal'inden m ü­ vordu. cü Mehmed Pasa 27 eylül 1651 — 20 haziran 1652, azil. Tarhoncu Ahmed Pasa teessir olmaları se­ Ağustosun 18 in ­ 20 haziran 1652 — 21 mart 1653, idam. bebiyle, padişahın ci günü kapıkuluna Derviş Mehmed Paşa 21 mart 1653 — 21 ekim 1654. azil. Ibşir Mustafa Pasa 28 birini indirip birini cülûs bahşişi veril­ ekim 1651 — 11 mayıs 1655, idam. Kara çıkardılar diye ağa­ mesi kararlaşmıştı. larını taşladı klan Fakat hazmede bu­ görülmüştür. Bahşi­ na yetecek kadar sin verilmesi ve şi pah ilerin subay ve para bulunmadığından bazı kimselerden kâtiblerinden bir kaç kişinin azlolun. para istenmişti. Kendisinden 200 kese
lardı. Sadrıâzam. ve sair yüksek makarri ması üzerine, bir şey çıkmadan mesele sahipleri padişahın imzası ile tayin ve Kapatılmıştır. azloluııur, fakat fikir ve telkin valide Ulema ve kapıkulu askerinin işbirli­ sultanlara ait bulunurdu. Ortada yazılı ği etmesi neticesinde tahta geçirilmiş ci­ bir kanun mevcut olmadığı, aıı’anenin lan Dördüncü Mehmed. Osmanh padi­ yerleşmesi için de heııüz usun bir za­ şahları arasında en küçük yaşta hü­ man geçmediğinden, valide sultanların kümdarlık tahtına oturanıdır. Sultan İb­ tayin ve azillerle bir kısım hükümet icrahim padişah olduğu sırada Osmanh laalındaki rol ve tesirleri şahsî kabiliyet hanedanında ondan başka erkek bulun­ ve zekâ dereceleri­ madığı için sülâlenin sona ereceğinden ne bağlıydı. Bunun­ la beraber valide korkulmaktaydı. Bu sultanların karşısın­ yüzden Menmed’in da kütle halinde bir doğumu sevinçle kuvvet vardı ki, bir karşılanmış ve padi­ hükümdarın tahttan şahın emriyle mem­ indirilip diğer biri­ lekette Üç gün üç nin tahta çıkarıl­ gece donanma şenli­ masında esas rolü si yapılmıştı. Şehzade Meh­ oynıvan kapıkulu askerî sınıflarından med bira/ büyüyün­ ibaret bu kuvvet, ce padişah hocası böyle çocuk hüküm­ Şaırıî Yusuf Efendi darlar devrinde var­ hocalığına tayin elığını daha ağır şe­ dilmiş, bu zatın, ökilde hissettirirdi. lüm ü üzerine de ŞaBinaenaleyh, bir ne­ mî Hüseyin Efendi vi naib durumunda hocalık etmeye baş­ bulunan valide sul­ lamıştı. Daha son­ tanlar kapıkulu sı­ ra Şamî Hüseyin Enıfının temayülleri­ fendi azledilince ay­ ni hesaba katmak ve ni ismi taşıyan baş­ ona ayak uydurmak ka bir Hüseyin Eihtiyacını duyuyor­ fendi hocalığa tayin lardı. Dördüncü Meh edilmiştir. med, ocak ağalan iOsmanh tarihin­ Dördüneü Mehmed le ulemanın işbirli­ de Birinci Ahırıed’(Avrupalı bir ressamındır. A jlı ği neticesinde padi­ aen beri, bir de ço­ Topkapı sarayı müzesindedir) şah yapılmış oldu­ cuk yaşta tahta ge­ ğu cihetle, küçük çen hükümdarlar padişaiım annesi meselesiyle karşıla­ Hatice Turhan Sul­ şılmıştı. BÖyle hal­ M urad Paşa (ik in ci sadareti) l ı mayıs tanın evvelâ bu iki 1654 — 19 ağustos 1655. istifa. Süley­ lerde resmen bir ııam an Paşa 19 ağustos 1653 — 2" şubat sınıfın tesir ve tel­ ib tayin edilmemek­ 165S, istifa. Kurnazen M ustafa Pasa. ’ m art 1656 — 4 m art 1656. azil. Siyavüs : kini karşısında kal­ le beraber, bu işi paşa (ik in ci sadareti J 4 m a rt 1656 — 26 ması gerekirken, ofi’iliyatta küçük h ü ­ nisan 1656, ölüm . B oynu E ğ ri 'B o yn u cak ağaları meyda­ kümdarların anne­ y aralı) M ehm ed Pasa 26 nisan 1656 — 15 eylül 1656, azil. K ö p r ü lü Mehmed P a ­ nı yalnızca kendile­ leri görmekteydi. şa 15 e y iû l 165S — 30 ekim ıssı. ölüm. rine hasrettiler. Bir Valide sultanlar, Ba­ Köprülii-zâde F azıl Ahm ed Paça 30 e¿ m 1661 — 3 kasım 1676, ölüm . Merzimüddet sonra ocak tı memleketlerinde­ forılu K ara M ustafa Paşa 4 kasım 1676 ağalan ortadan kal­ ki naibler biçiminde, — 14/15 aralık. 16S3, azil. K ara İb ra h im paya 15 ara lık 1683— 13 aralık 1535^ azil. dırılınca da saray­ hükümet icraat ve Sarı ¿jüleym an Paşa 18 aralık 1658— İS daki ak ve kara ha­ kararlarına bizatihi ey lül 16S7, azil, Siyavüs Paşa (K ö p rü lü dımlar onların yer­ imzaları ile müda­ dam adı) 23 ey lül 1687 --- * .. lerini tuttular. Bu halede bulunmaz­
aziyet Köprülü Mehmed Paşa’nın sada­ retine kadar devam etti. Sultan İbrahim ’in öldürülmesi Sultan İbrahim tahttan indirilince, yanma iki cariye vermişler ve kapatıl­ dığı kârgir dairenin demir parmaklıklı penceresinden bir yemek saham girecek kadar yer açtıktan sonra demir kapısına bir kilit asıp içine de kurşun akıtmışlar­ dı. Bu vaziyete göre, sabık hükümdarın, konduğu daireden çıkması kolay kolay mümkün değildi. Fakat onun hapsedildi­ ğinin ferdası günü Sultan İbrahim bo­ şanmış diye bir şayianın çıkması üzeri­ ne, yemek sahanı verilecek kısım hariç kapı ve penceresini örüp duvar haline getirdiler. Böylece adamcağız diri diri mezara girmiş vaziyete düştü. Sultan İb­ rahim'in hapsedildiği -daireyi gören ve ilerde şeyhülislâm olan Bahaı Efendi, burasını şöyle tarif etmektedir: «bir gusultıâne ve bir abdesthane ile bir ocağı havi iki küçük oda ile bacası gök yü­ züne bakan bir ocak ve bir yemek sa­ hanı sığacak kadar pencere yeri olup başka hiç bir taraf görünmezdi- Sahan sığacak kadar bırakılmış olan yerin kar­ şısında da dehliz duvarı vardı». Sultan İbrahim bu mezar gibi yere konunca, gece gündüz bağırıp ağladı. Onun yürekler paralavıcı feryadına saray halkı tahammül edemez oldu. Bu feryaaları duymakta olan enderun halkı kendi aralarında (Naimâ C: 4, S: 331) dertleşip: «bu ne demektir, bir padişah-ı Sultan İbrahim in öldiiriilmesi (Ricaut’dan) zişam göz göre göre tahttından indirip, diri diri mezara koydular ve bir masumu tahtta geçirdiler. Bunun nimetine müstağrak olup şimdi feryad-u figanım işitmekten bize ölmek yeğdir. Hemen it­ tifak edip taşra çıkarıp cülûs tedarikini görelim» diye konuşmaya başladılar. O arsda kapıkulu süvarileri de hal’ işinin aleyhinde sözler sarfetmeye koyuldular. Bu vaziyet devlet erkânı tarafından du­ yulunca, «Sultan İbrahim sağ bulunduk­ ça nizâm-ı âlem olmaz» neticesine var­ dılar. Ocak ağaları da bu hususta dev­ let erkânı ile fikir birliği yapınca Şey­ hülislâm Abdürrahim Efendi, sabık hü­ kümdarın Öldürülmesine dair fetva ver­ di. Şeyhülislâmın fetvası: «menasıb-ı ilmiyye ve seyfiyyeyi ehline vermeyip rüşvetle na ehline tevcih etmekle nizâm-ı âleme halel veren padişahın hal’ ve iza­ lesi câiz olur mu? - Elcevab olur» tarçın­ daydı. Fetva da tamam olunca Sadrı âzam Sofu Mehmed Paşa, Şeyhülislâm Abdurrah.m Efendi, Kazaskerler, Yeniçeri ağası, Ocak ağalarından Murad ve Kara Çavuş ağalar saraya gittiler. Bu sırada Sultan İbrahim’in öldürülmesine göz ve­ ya kulaklariyle şahit olmak istemeyen saray adamları kaçıp bir köşeye saklan­ dılar. Sabık hükümdar bulunduğu yen aç.naya başladıkları sırada öldürüleceği­ mi anlıyarak : «— Benim nimetim* yiyenlerden ba­ na acıyan kimse yok mudur? Göz göre gör>r bu zalimler beni katlediyorlar» Diye bağırmaya başlayınca, sesini duyan saray hademeleri ağ­ layıp kaçıyordu. O zamana kadar bir çok insan öldür­ müş olan Cellâd Kara Ali bi­ le dayanamıyarak bir tarafa kaçmıştı. İdam geciktiği tak­ dirde bir hadisenin çıkma­ sından korkan Sadnâzam Sofu Mehmed Paşa, bizzat araştırarak Kara A li’yi bulup getirdi. Kara Ali sadrıâzamm ayağına kapanarak ken­ disini bu işten affetmesi için yalvardıkça Sofu Mehmed Paşa elindeki âsâ ile cellâdı döverek yamağı ile birlikte içeri soktu. Hâdisenin şahî- 2002
Cinci Hoca (İlâve: 127) ★ Hasta ve safdil bir h ük üm d arın bit durum un dan istifade ise şahsi n ü fu z te­ sis edip, mevki ve servetini tah k im fa­ aliyetinin y anında h ük üm darı tesiri al­ tında bırakarak kötü yollara sevkeden tiplere en karakteristik örnek diye gös­ terilmesi m ü m k ü n olan Cinci H oca'nm esas adı H üseyin d ir. Aslen Safran bolu'iu olan H üseyin E fendi tanınm ış b ir şey­ h in o£ltt idi. Babasından ü fü rük ç ülük ve m uska yazmayı öğrenm iş olan Hüse y in E fendi, bir medrese talebesi iken kendisine selen hast-a kadın ve cocukiara okur ve muska yazardı. Kefes ve m uskalarının tesirlîliâi ile tanınm ıştı. K â tib Çelebi4nin «Fezleke» sİ ile Vecihi tarihinde kaydedildiğine gSre. Hüseyin Efendi, Sultan İbrahim 'e daha şehzade liginde okum aya başlam ıştı. Saray k a­ d ın la rın ın tavsiyesiyle şehzadeye okuyan Hüseyin E fe ndi‘nin nüfuz tesis edişi ve tarihe tC incî Hoca* diye m al oluşu Sultan İb ra h im ’in tahta geçişinden sonra­ dır. Galata, arpalık olarak verilip, padişah hocalığı m ansıbı da buna ilâve suretiyle Anadolu kazaskeri tayin edildi. Boylece birdenbire lây ık olm adığı m akam a y ü k ­ selen Cinci Hoca, kendisini en büyük kudret sahibi olan padişahın tu tm asın­ dan ziyadesiyle faydalanarak her şeye karışm aya başladı. O arada S ultan İbrahim , Y usuf Pasa'yı kendisine musahib yapm ış olduğun* dan. bununla işbirliği yaparak S adn âzam Kemankeş Kara M ustafa P a ş a y a m u h a­ lefete koyuldu. Kemankeş in katlinden sonra ise m eydanı m ü sait bularak b il­ hassa k üp ünü doldurmaya baktı. Cinci Hoca n ın muhteşem ikb ali iki seneden biraz fazla sürdü. Gözden d ü ­ şüşü. vuku bulan şikâyetlerden daha cok, padişahın artık maska ve nefeslerinde eski tesiri bulam adığına kanaat getirme­ sinden do£du. îk bal devresinde, kendi­ siyle llfilsi bulunm ayan devlet islerine dahi karışm asından başka, bilhassa pek çok rüşvet alarak kadı ve m üderris ta­ y in ettirm e suretiyle fenalıklar isledi. Cinci Hoca, baz an rüşvet alarak tayin et­ tiği kadıyı bir kaç ay sonra azleder, boşalan yere, rüşvet veren başka b irin i, veya rüşvetini tekrarlıyan eski sahst ye­ niden tay in ederdi. Cinci Hoca ya ver­ diği rüşvet kadar parayı k ad ılık e tıi£ l yerden çıkaramadan azle ugrıyatılar gö­ rüldü. Anadolu kadıları bu yüzden çâ b u k çabuk deâisir ve gözü doymaz Cin­ ci! H oca'nm kesesi de kabardıkça kabartrdı. Cinci Hoca n ın suiistim alleri sair devlet erkânı tarafından b üindiği halde, vezîriâzam ve şeyhülislâm gibi en yüksek m akam sahipleri dahî onun pddîşah nez^ dindeki nüfuzundan çekinerek seslerini çıkaram azlardı. B u m ürtekip hilekâr a dam. mükerer rüşvetlerle Ankara kndı lığın a tayin e ttiğ i bir adam ı altı ay son­ ra azletmlgti. Azledilen kadının kardeşi İstanbul’a gelerek kendisine hakaretle parasım geriye isteyince adam a dayak attıran ıştı. Bu yüzden çıkan g ü rü ltü ve dedikodular padişaha aksedince nihayet kazaskerlikten azledildi. Azliyle b itlikte kendisine verilm iş olan konak da «eriye Şehzâ deliğinde çok korkulu bir ha­ pis hayatı geçilm esi yüzünden âsâbı bo­ zulan Sultan İb rah im 'in, OsmanJı m ü ­ verrihlerinin «nafakan ve sevdavî illet» diye tarif ettikleri rahatsızlığına karsı doktorların Llâc ve te d a ile r i k âr etme­ yince, hoca ve üfürükçülere m üracaat edilm içti. Bu arada padişaha okuyanlar­ dan H üseyin E fe ndi nin Sultan İbrahim üzerinde m üsbet tesirleri görülm üş, o da bundan istifade İrgatım kaçırmamıştır, Hüseyin Efendi padişahı tedaviye başladıgı sırada «suhtea diye anıldığına söre, arta tahsile tekabül eden tetimme medresesinin talebesi idi. E una raSmen birdenbire m üderris yani profesör tayin edüiverdî. O sırada şeyhülislâm Yahya E fendi, henüz m ülâzim et duru m u n u ik. tisab etm emiş olan H üseyin E fendfnirt tayinine kanunsuz diye itiraz ettiyse de, hemen iı&tt-ı hüm âyûn ç ık tığ ın d a n bir $ey diyemedi. M üderrislik m aasm a İlâ­ veten b ir de büyük ve m ükem m el b ir ev ihsanına nâil olan Hüseyin Efendi’nin. bir kaç fi ün sonra m üderrislikteki dere­ cesi yükseltildi. Bunun arkasından da, 2003
a lın a rak S u lta n İb r a h im ’in sis o lund u {1646). k ızın a tah ­ s ın ıfın d a n o ld u ğ u n u beyanla yanın dan uzaklaşm aları için b ir ik i söz söyleyin­ ce, çavuş başı tekm e tokat evden çıka­ rıp veziriazam ın h u z u r u n a g e tir d i Sofu M ehm ed P aşa ta tlılık la söze başlıyarak talebin i tek rarlayın ca C inci H oca in a ­ d ın dan vazgeçm îyerek b ü tü n p ara sın ın el­ li keseyi aşıîııy acag m a d a ir yem inler et­ t i B u n u n üzerine sad rıâzam C inci H o ­ ca’y ı saraya hapsedip evine b ir heyetle «bas b ak ik u lu » y a n i m a liy e baş tahsil m e m u ru g ö n d e rd i B u n la r y a p tık la rı aram ada ik iy ü z kese akçe, a ltu n la do lu b ir iki sandık, elliden fazla sam ur k ü rk ge­ tirdiler. A y rıca Cinci H oca n ın kazasker­ liğ i za m an ın d a k i defterler te tk ik edile­ rek, m asraf ç ık tık ta n sonra üç b in ke­ seden fazla m a lı o ld u ğ u an laşıldı. B u n u n üzerine C e llâd K a ra A li vasıtasiyle ken­ disine işkence y a p ıla ra k gizlediği p a ra ­ ların yerleri söyletildi. Ve dediği yerler­ den o n îk i g ü ğ ü m c il akçe ve y etm iş bin k u ru ş lu k halis a y a rlı . p a ra bu lu n d u . B u n la r cülüs bahşişi olarak d a ğ ıtıld ığ ı zam an b ir zam an asker arasında «cinci akçesi» diye söylendi. Böylece Cıneî H oca dan ü ; b in kese­ li kten fazla para ve m a l is tir d a t o lu n ­ d u k ta n ve b ir a y lık hapisten sonra M ı­ s ır'd a İkam ete m e m u r edildi. M ıs ır'a g it’ m ek üzere M ih a liç'e v a rd ığ ı sırad a has­ ta la n d ığ ın d a n o rada o tu rm as m a m ü sa a ­ de olundu. M ih a lİç'te her g ö r d ü ğ ü ada­ m a m a lın ın z a p te d lld iâ in e dair şikâyette b u lu n an C inci Hoca* ya bilâhare K ır ım H a n 'ın ın tavassut ve ricası üzerine İs­ tan b u l'a dönerek evinde ikam etine İzin v’erildi. L â k in C inci H o c a n ın b a h tı a rtık iyice kararm ış o lm alı k i ay ni senenin S k im a y ın ın son «ü n le rin d e «Sultanahmed cam i1i v a k ’ası» çıktı- Sipahilerle yeniçerilerin ç a rp ış tık la rı bu vakada Cinci H o c a n m a d a m la rı «bizim efendi­ m iz in c ü rm ü ne id i k i bu k a d a r m ali a lm d i ve çim di ne o ld u ? » diye söy len­ dikleri görülünce y e n i b ir fitneye sebep olur endişesiyle id a m ın a ferm an istih sa l edilip h ü k ü m derhal icra o lu nd u (29 ek im 164S). Cinci Hoca, S u lta n İb r a h im 'in h a l'i ile neticelenen ulem a ve yeniçerilerin içti m a m d a b ü y ü k bir te h lik e atlattı* Ule­ m a iç tim a in in ikinci günü, S u ltan İb ra ­ h im ’in ta h tı kaybetm ekte o ld u ğ u n a ba­ kıp, istik b a lin i g a ra n tiliy eh ilm e k için, kendisinin de ulem a sın ıfın d an oluşunu gozönünde b u lu n d u rarak onlar;n arasına k arışm ak is te m iş ti Bu gaye ile cam iye «ellşinden biraz önce R u m e li kazaskeri M ııs lih îd d in E fe n d i ö ld ü r ü lm ü ş b u lu n u ­ yo rdu . Askerierden b ir kaç k işi Cinel H o ca 'y ı da ta n ıy a ra k öldürm e k isteyince kayın pederi Karaçelcbt-zâde M a b m u d Efe n d in in , onu cam in in b ir kösesine sak­ lay ıp k ıy a fe tin i değiştirerek arka k ap ı­ da n k açırtm ası sayesinde k u rtuld u . C inci H o c a n ın m uazzam m ik ta rla ra u la ş a n servet b îr lk tir d îâ i herkesin m a­ lu m u îdi. D ö rd ü n c ü M ehm ed ta h ta geçi* rîlince, hâzinede kâfi m ik tard a para o l­ m a d ığ ın d a n , askere verilecek cülus bah­ şişine y a rd ım o lm a k üzere kendisinden îk iy üz kese akçe istendi. S a d n â z a m , C in ­ ci H o c a ’dan hu talepte bu lun u rk en , is­ tenen y a rd ım ı y a p tığ ı tak dird e kazasker­ likten m azul kim selerin payesinde k endi­ sine h ır a rp alık tahsis o lu n a c a ğ ım da ilâve etti. F a k a t C inci H oca kaynatası Karaceiebi-zâde M ahm ut! E fendiye güve­ nerek bu p arayı vermeye b ir tü r lü ya­ naşm adı, K aynatası ise n a s ih a tin in din­ le n m ediğini, ve2iriâza m in da sık ı du rd u ­ ğ u n u görünce onu k o rum ak tan vazgeçti. Cinci H oca b u arada «eğer beni yeni pa dişa h a hoca y aparsanız y ü z kese ak­ çe g önd eririm i diye sa d n âza m a haber g ö n d e rd i S adrıözam Sofu M ehm ed Paşa İse, b u n u n yeni fesatlara â m iî olm ası, ih tim a lin i önlem ek İçin y a k a la tm a k ü z » re çavuş basıyı g ö n d e rd i Ç avuşbaşı Cinei H oca n ın evinin y o lu n u tu ttu ğ u sırada Hoca, k e th üd asın ın ikazları neticesinde k ırk elli kese vermeye ra zı o ld u ğu için* p a rasın ın ay arı b o zu k lan m , a ltın la rın ın asınm ış ve eziklerini ay ırm ak la meşgul* dü. Çavuşbaşı gelince evinin arka tara­ fınd a n ç ık ıp y a k ın ın d a k i b ir ah babın ın evine can a ttı ve b ir h asırın a ltın a Kir­ di. T a b i'i biraz sonra Ç avuş başı b u eve dam ladı. H a s ır ın ucunu k ald ırd ı ve i B ibliyo g rafya ; N a lm â ; T a r ih , C : 3. 4. K âtfb Ç elebi; Fezleke C: 2. Hamm er (M . Â t a ) ; Devlet-I Osm aniye ta r ih i C : 9, 10. Vecihl T a rih i {H a m ld ly e k ü tü p ­ hanesi n o : 017). Karaçelebi-zâde Abdülâ 2iz ; Ravzat-ül-ebrar. N ev’I-zâde A ta î; Şak ayık zeyli. E vliy a C elebi; Seyahatna­ m e, C; 10. R ic a u t: H isto ire de J’E m p ire O t to m an. D. C an tem î r ; H îsto ire de l ’E m p ire O ttom an. «— E fe n d i hazretleri evvelce ulvi r u h la rı davet ederdi, simdi aşa ğ ılık Cin­ leri davet için hasırın altın a g irm iş !» Diye alay ederek C inci H oca o arada, oradan çık ardı. kendisinin ulem a 2004
di olan Bahai Efendi bu sahney; şöy­ le anlatıyor: «Biz dehlizden nazar eder­ dik. Sultan İbrahim bir gülgun atlas en­ tari giymiş, kırmızı çakşırının uçkurları taşra çıkmış, başında bir külâhpûş, sol elinde muslıaf-ı şerif müftüye hitab edip: — Baka Abdur rahim, Yusuf Paşa bana senııı için bir fettan dinsizdir, tepe­ le demişti. Seni öldürmedim, meğer sen beni öldürecekmişsin. İşte kitabullah, beni ne hüküm ile öldürürsünüz? Za­ limler! deyu feryad eyledi». Nihayet cellâd Kara A li ve yamağı Hamal Ali kemend ile Sultan İbrahim’i boğdular (18 ağustos 1648 — 28 receb 1058). Bu iş tamamlanınca cenaze has oda avlusuna çıkarıldı. Gasl, teçhiz tek­ finini yapan hünkâr imamı Şamî Hüse­ yin Efendi namazını da kıldırdıktan son­ ra Ayasofya’da amcası Sultan Mustafa'­ nın yanına defnedildi. 1G48 — 1656 Y IL L A R I ARASINDA DEV LET İDARESİ VE İSTANBUL AHVALİ Sultan İbrahim, sefih an e hareketle­ ri dolayı siyle hazine boşaldığı, rüşvet ve irtikâb arttığı, Venediklilere karşı cere­ yan eden harpte müşkül günler yaşan­ dığı için tahttan indirilmişti. Sultan İb ­ rahim baştan uzaklaştırılmakla gûya bunlar düzeltilecekti. Lâkin onun taht­ tan indirilmesiyle, vaziyette iyiliğe doğ­ ru gidiş şurada dursun, biTakis işler da­ ha fazla karıştı. Zira emir verenlerin, kendi çıkarlarına göre müdahalede bu­ lunanların sayısı arttı. Bir defa en baş­ ta iki kadın mevcuttu; bunlardan biri büyük valide Kösem Sultan, diğeri ço­ cuk padişahın annesi Hatice Turhan Sultan’dı. Kendi sözünü yürütmeye ça­ lışan bu iki kadından biri ocak ağaları­ na, diğeri saray ağalarına istinat ediyor­ du. Böylece devlet işlerine müdahale edenlerin adedi çoğalıyor, ve sadnâzam ların, padişahın vekil-i m utlakı sıfatiyle devlet gemisini salimen yürütmeleri m üm kün olmuyordu. Müdahalecilerin adedinin çokluğu yüzünden hem ehliyet­ li bir sadrıâzamın seçilmesi m üm kün ol­ muyor, hem de seçilse bile sadrıâzamın makamından endişe duymadan emniyet­ le ve uzun müddet çalışmasına imkân verilmiyordu. Köprülü Mehmed Paşa’nın 1656 da sadnâzam oluşuna kadar geçen sekiz yıl istikrarsızlık, sıkıntı ve karışık­ lık yılları halinde doldu. Bu sekiz se­ nelik müddet zarfında ondört defa vu­ ku bulan sadaret değişikliğinde oniki başka başka şahıs sadrıâzamlık etti. Bunların bir tanesinin tayin ve azli gı­ yabında cereyan ettiği gibi bir tanesininki de Osmanlı tarihinde kısalıkta re­ kor teşkil edecek şekilde sadece dört saat sürdü. Şimdi bu sekiz senelik dev­ rede İstanbul’daki hadiseler ve devlet idaresinin umumî durumunu tetkik ede­ lim. Sofu Mehmed Paşa'nın tasarruf ted­ birleri ve Sipahi Ocağı ile ilg ili icraatı Sultan İbrahim zamanının en fazla şikâyeti mucip taraflarından biri, hâzi­ nenin israfı ve bazı memuriyetlerin eh­ line verilmemesi meselesi olduğundan, Sadnâzam Sofu Mehmed Paşa ilk ham ­ lede bunları düzeltmek gayesiyle faali­ yete koyuldu. Bu cümleden olarak: Sul­ tan İbrahim’in idamından bir iki gün sonra saray iç-oğlanlarından seksen ki­ şiyi tardetti: Ekim ayının ortalarında da iki partide üç yüz elli iç-oğlanı sipahi ocağına geçirildi. Böylece sarayın yükü biraz hafiflemiş oldu. Hizmetlilerin m ik­ tarını azaltırken masraflarda da tenzi­ lât yapmıya çalıştı. Gümrük, tuzla ve sair mukataa işlerinde vazifeli bulunan­ ların beratlarını yoklatıp müstahak olmıyanları işten çıkarıp yerlerine ehille­ rini (Naimâ C: 4, S: 350) koydu. Altı bölük halkının «veledeş» lerini yani oğullarını bizzat kendi önünde iki şahit ile tespit ettikten sonra gulamiyelerini verdi. Aynca bin nefer kadar «dirliği çalık» yani ocaktan tardedilmiş sipahi­ nin kaydını G irit’e gitmeleri şartiyle ye­ niletti. Sadrıâzamın sipahilere karşı bu eemilekâr hareketi, kendisinin de sipa­ hi ocağından yetişmesinden ileri geliyor­ du. Sultan Murad zamanından beri ve­ 2005
rilmeyen gulamiyelerin ödenmesinden başka, gelecek seneden itibaren tevliyet ve cizye tahsili gibi hizmetleri vereceği vaadında da bulundu. Sofu Mehmed Paşa'nın sipahilere karşı böyle lutufkâr davranması pek de iyi olmadı. Zira sipahilere gösterilen lü ­ tuf başkaları için iyi bir örnek teşkil etmediği gibi, sipahiler de bu iyilikten anlamadılar. Zira içlerinde takdir kabi­ liyeti kıt hayli kimse vardı. Bu nokta­ ya işareti sırasında haklarında: «ekseri­ si idraksiz hayvanat mesabesinde, şirret ve adavete mail olup aklı başında olanı nadir» gibi pek ağır dil kullanan müver­ rih Naimâ’nın böyle konuşmasına hak verdirecek bir anlayışsızlık göstererek, toplantılar yapmaya ve fesat hareketine teşebbüse koyuldular. Sultanalımed cam i’i vak’ası Fesada niyetlenmiş olan sipahiler, 25 eylül 1648 (7 ramazan 1058) de Üskü­ dar'da toplandı. Bunlar esas itibariyle Anadolu'dan gelmiş olan sipahilerdi. Sadrıâ 2 am Sofu Mehmed Paşa toplantıyı haber alınca şeyhülislâmı, ulema reisle­ rini, yeniçeri ağasıyle ocağın mühim ağalarını sadrazamlık dairesine davetle vaziyeti görüştü. Sonra sipahilere adam göndererek maksatlarım sordurdu. Sipa­ hiler: «veledeşlerinin yani oğullarının iki şahitle tespitinden dolayı güceniklik­ lerini belirttikten sonra padişah veya veziriâzamsız sefere gitmiyeceklerini, Sultan İbrahim’in hangi sebebe istinaden idam edilmiş olduğunu, kendilerinin idam işinde bir suçlan olmadığı halde Sivas valisi îbşir Paşa’nın intikam al­ mak istediğini beyandan sonra «sun’umuz olmayan hususta biz niçin müttehem oluruz» diye cevap gönderdiler. Sadnâzam bunun üzerine, ocağın n ü ­ fuzlu ağalarından Muslihiddin Ağayı ça­ ğırarak: «— Benim sadarette kalmam husu­ sundaki sözünüz nerede kaldı» Diye sorunca : &— Sen, sizin kılınıza dokunulduğu takdirde elli bin silâhlı yeniçeri yambaşmızda iıazırdır dedim. Bu sözümüz­ de yine duruyoruz. Gerçi hal’ bizim ko­ nuşmamızla oldu ama, katli hususunda reyimiz ve müdahalemiz yoktur» Cevabını verdi. Böylece ocak ağala­ rının kendisine taraftarlık lanın n devam edip etmediğini kontrol etmiş olan sad­ nâzam sipahilere, kendilerini ilgilendir­ meyen meselelere kanşmamalan habe­ rini .yolladı. Lâkin bir defa fesada niyet­ lenmiş olan sipahiler daha ileri giderek: «— Halen tahtta oturan padişahımı­ zı size inanmayız. Biz hizmete müdahele etmiyeli reâya mamur mu oldu? Bostancılar ve tevabi’i, vüzera bunca yıldır reâyayı harab edip, bizim beş alacağımız yerden onlar on aldılar. Biz reayaya zulmedelim demiyorum. Ancak Sultan Süleyman merhumun kanunu üzere gulâmiye (vergi ve cizye tahsiline memur edilen kapıkulu süvarilerine mülâzım, bunlara hizmetleri karşılığı verilen paraya da gulâmiye denirdi. Onaltmcı asnn ikinci yansında ve onyedincî asrın başlarında her zimmiden alınan maktu 150 akçe cizyenin on akçesi gu­ lâmiye, her yüz koyundan ağnam resmi olarak alman yüz akçenin yirmi beş ak­ çesi de gulâmiye idi) olarak tayin edilen miktarı, bu hizmette istihdam edilmek suretiyle isteriz» Diye sadrıâzama haber yolladılar. Sadrıâzamın bunlara gulâm iyelerinin gelecek yıl içinde verileceğini bildirme­ si üzerine, taşradaki sipahiler muhtelif bahanelerle İstanbul’a gelmeye devam ettiler. Bu arada G irit’e gitmek üzere yola çıkanlanları bile yoldan çevirip ge­ tirdiler. Sipahiler İstanbul’a dolarken şehirde Sultan İbrahim taraftan geçinen bazı kimseler de bunlara iltihak ettiler. Bu sırada Galatasaravı, İbrahimpaşa sa­ rayı, hattâ Enderun acemi-oğlanları is­ yan ederek bulunduklan yerleri terk edip dışarda hepsi birleşip sipahilere il­ tihak ettiler. Acemi-oğlanlarının isyan­ larının sebebi, yedi yılda bir yapılan acemi çıkmalarının bu defa müddetleri­ nin epeyce geçmesine rağmen yapılmamasıydı. Sipahilerin isyan sebepleri üzerinde duran Kâtib Çelebi (Fezleke C: 2, S: 332), oıılann tagallüb niyetleri ile gu­ lâmiye davasını ve sipahilerin kendi ifadelerinden ortaya çıkan noktaları saydıktan sonra, Sadnâzam Sofu Meh­ med Paşa’m n kendisini veliahd yerine koyup (Kâtib Çelebi’nin burada veliahd 2006
kelimesiyle vasi, naip mânasını ifadeye çalıştığı anlaşılıyor) divan toplantıları­ na iştirak etmediğini, hattâ bu durumunu bir iftihar vesilesi olarak etrafına söy­ lediğini, halbuki halkın ve sipahilerin oııuıı bu haline tahammül edemediğini ay­ rı bir sebep olarak ilâve eder. Eski sipahilerden clup Selanik'ten İstanbul’a gelen Bıyıklı Mahmud ismin­ de biri acemi-oğlanlarını başına toplıyârak onlara zorbalık talim etti. Bıyıklı Mahmud'un bunlara önderlik etmesi Çi­ zerine cemiyet gittikçe büyüdü. Böylece 24 ekim gününden itibaren İstanbul’da bir ihtilâl havası esmeye başladı. Erte­ si gün sipahiler tvezmâzam ve m üftü­ den şer’î dâvamız vardır» diyerek ayak divanı yapılmasını istediler. Bir taraf­ tan da yeniçerilere müracaatla kendile­ riyle birlik olmalarını istedilerse de, ocak ağalarından Muslihiddin Ağa bu­ na yanaşmadığından yeniçeri ocağı h ü ­ kümete sadakatta devam etti. Nihayet 26 ekim 1648 ( 8 şevval 1058) günü bütün sipahi ve acemi-oğlanları Atmeydamnda toplandılar. Bunlara elebaşılık eden Bıyıklı Mahmud sipahilerden bir bölü­ ğü Sultanahmed cami’ı imaretine soka­ rak silâhlandırdı. Sipahiler tam bir ayaklanma halinde idiler. Peşinen ve açıkca istedikleri şey; Sultan İbrahim’in öldürülmesine iştirak eden kimselerin katledilmeleriydi. Bu vaziyet karşısında Veziriâzam ve ulemâ reisleri yeniçeri ocağına gittiler. Yeniçerilerin sadakatlanoa tekrar şahit olan şeyhülislâm ve kazaskerler müşte­ reken, sipahiler muhalefette devam et­ tikleri takdirde katillerinin caiz olduğu­ na dair fetva verdiler. Sipahiler ise bu defa padişahı katledenlerin Öldürülmesi davasından vazgeçerek dağılmaya baş­ ladılar. Elebaşı Bıyıklı Mahmud da Üs­ küdar’a geçti. Yeniçerilerin, sadnâzamı tutması meselenin bugün için sükûnetle atlatılmasına âmil oldu. Sadrıâzam bu arada Bıyıklı Mahmud’un teslimini is­ tedi. Lâkin sipahiler teslim etmediler. Ertesi gün veziriâzam kethüdasının üç sipahi neferini Şehzide Cami’i civarında herkesin gözü önünde katletmesi, sön­ meye yüz tutar gibi olan isyan alevinin birdenbire parlamasına sebep oldu. Ve­ ziriâzam ve müftüyü öldürmedikçe bize rahat yoktur diyerek 28 ekim günü Sultanalımed meydanında bir daha* top­ landılar, Üsküdar’a adamlar gönderip Bıyıklı Mahmud’u da getirttiler. Onlar toplanınca sadrıâzam da emir vererek şehir kapılarını kapattırdı. Sipahi ve Celepler Sultanahmed'de toplandıkları zaman Veziriâzam, Şeyhül­ islâm, kazaskerler Orta cami’inde idiler. Yeniçerilerin Veziriâzamla birlikte oldu­ ğunu gören sipahiler çekingen davran­ makta ve birdenbire adam öldürme ha­ reketine girişememekte idiler. Sadrıâzam bunlara dağılmaları için üst üste adam­ lar gönderdiği halde kat’iyyen söz din­ lemediler. Bu arada kendileri harem-i hümâyûna bir heyet yolladılar. Sadrıâzam ve yeniçerilerden şikâyetleri üze­ rine padişah «ben kullarım ın niza et­ melerine ve biribirlerine kılıç çekmele­ rine razı değilim. Makûl ve münasip kim ise veziriâzam etsinler» tarzında konuşarak ellerine buna göre bir hatt-ı hümâyûn verdi. Sipahi heyeti saraydan ayrıldıktan sonra hatt-ı hümâyûnu Veziriâzama yolladılar. Padişahın hatt-ı ge­ lince, yeniçeri ocağı ağalarına güvenen Veziriâzam Sofu Mehmed Paşa şöyle konuştu: s— Emir padişahındır, ve orayı ağalar bilir. Eğer azlimizi makûl görür­ lerse mührü teslim edelim». Bu şekildeki sözler yeniçeri ocağı ağalarını gayrete getirdi ve: ■ z— Vezir ve m üftünün katillerine de­ ğil azillerine bile razı değiliz; saraya hücum ile hatt-ı hümâyûn almak ne de­ mektir? Tiz dağılsınlar, yoksa elimizde­ ki fetva mucibince cümlesini kırarız!» Cevabiyle bir bölük kumandanını sipahilere yolladılar. Bîr taraftan da si­ lâhlanıp savaşa hazır vaziyete geldiler. Sultanahmed meydanına giden yeniçeri subayının derhal öldürülmesi nihayet iki sınıf askeri birbiriyle savaşa götürdü. Yeniçeriler aralarında Veziriâzam, Şeyhülisâm ve sair ulema da oulunduğu halde kalkıp Sultanahmed meydanına yürüdüler. Çemberlitaş önüne geldikle­ ri sırada iki kola ayrılan yeniçerilerin bir kolu Sultanahmed meydanına, bîr kolu Ayasofya taraflarına ilerledi ve derhal iki sınıf asker yekdiğeriyle çar­ pışmaya başladı. Bilhassa Muslihiddin 2007
Ağanın gayreti sayesinde yeniçeriler üs­ tün geldi. Mağlûp olan sipahilerin bazı­ sı kaçtı, m ühim bir kısmı eman diledi, bazıları da Sultanahmed cami’inin içine girdi. Zaten evvelce camiye girmiş olanlar da vardı. Buradakiler mukaveme­ te devam ettiklerinden cami içinde de çarpışmalar oldu. Müverrih Naimâ (C: 4, S: 370) bu hususta: «camide kalan dermendler taşra haremde ve iç harem­ de. şadırvan tarafında, kapı ve pence­ re içinde, mimber ve mihrap önlerinde kati ile kılıçtan geçtiler. Cami’i şerifin ol nazenin musanna kapıları ve camları tüfenk fındıkları ile delik delik oldu» demektedir. Bugünkü çarpışmada üç yüz kadar sipahi ve celep denilen saray acemi-oğlam öldü. Sipahilere elebaşılık edenlerden Bıyıklı Mahmud çarpışmalar sırasında Ahırkapı'dan bir kayığa bine­ rek Üsküdar'a geçti, oradan da Bursa'ya kaçtı. Bilâhara Yenişehir’de yakala­ narak idam olundu. Ocak ağalarının tegalliibii Yeziriâzam Solu Mehmed Paşa ye­ niçeri ocağı sayesinde hayat ve mevki’ini kurtardı ama, bu defa ocak ağalarının ellerine düşüp onların her dediğini yap­ maya mecbur kaldı. Naimâ’nm ifadesiy­ le: «veziriazamın yüzü gülüp mesruren sarayına avdet etti, lâkin ocak ağaları­ nın bıyığını balta kesmez olup bundan sonra tegallüb-ü tam ile zimam-ı bal ve akdi kabza-i tasarruflarına aldılar». Sadrıâzam ocak ağalarının sözlerin­ den çıkamaz hale düştüğü sırada yeni­ çeriler de şımarmaya başladılar. Sul­ tanahmed vak'asını takip eden bir kaç ay zarfında bu şımarıklıklar devam et­ ti. Hattâ 1649 martında İstanbul’da bazı yeniçerilerin kadınlara taarruz ettikleri. Murad Ağanın bunlara karşı gevşek davrandığı görüldü. Yine ayni ay zar­ fında Gelibolu'daki yeniçerilerin hamam bastıkları (Naimâ C: 4, S: 386) haberi geldi. Sultanahmed vak’asiyle açılan ocak ağalarının tegallübü faslı üç sene kadar devam etti. Bu devrin başlangıcında en kuvvetli ocak ağalan Arnavut Kara Murad, Boşnak Koca Muslihiddin, Arna­ vut Kara Çavuş ve Bektaş ağalardı. Sofu Mehmed Paşa’nın azil ve idam ı Sadrıâzam Sofu Mehmed Paşa ocak ağalarının tegallübüne boyun eğ­ mekle beraber bir taraftan da ihtiyatlı davranıyordu. Ağalar da bir tuzağa düş­ memeye çalışıyorlardı. Ocak ağalarının en nüfuzlusu olan Kara Murad Ağa, Sultanahmed vak’asmdan bir müddet sonra yeniçeri ağası olmuştu. Sadnâzamııı bununla arası iyi iken, bilâhare, ağanm koruduğu bir şahsı öldürmesinden dolayı açılmaya başladı. Kara Murad Ağanın sadrıâ/amdan yüz çevirmesinin sebeplerinden birisi de, Sofu Mehmed Paşa’nın büyük valide Kösem S ultanı dinlememesi, hattâ onu öldürmek iste­ mesidir. Kösem Sultan ise, Sadnâzamm niyetlerini bildiğinden o da sadrıâzamııı hareket icraatını kötülemeye uğraşıyordu. Sofu Mehmed Paşa gerek müstakil iş görme arzusundan dolayı, gerekse sa­ raydan çekindiği için divan-ı hümâyûna uğramaz olmuş ve hükümet işlerini sadaret konağından idareye çatışır hale gelmişti. Kara Murad Ağa ve Kösem Sultan’ın işbirliği etmeleri sadrıâzamın karşı­ sında m ühim bir kuvvetin teşekkülü de­ mekti. Bilâhare Muslihiddin Ağa da bun­ lara katılınca artık Sofu Mehmed Paşa’nın aleyhinde istedikleri şeyi yapacak duruma geldiler. Murad Ağa ile Kara Çavuş aralarında anlaşarak birisi vezi­ riâzam, diğeri onun yerine yeniçeri ağa­ sı olmayı kurunca Sofu Mehmed Paşanm sadnâzamlıktan devrilme günleri birdenbire yaklaşıverdi. Ocak ağalarının kendisinden yüzçevirerek aralarında anlaştığını gören So­ fu Mehmed Paşa bunları birer bahane ile İstanbul’dan uzaklaştırmak istedi. O sı­ rada Anadolu'da isyan etmiş olan Gürcü Abdunnebi’yi ancak Murad Ağa’nın yakalıyabileceğini söyliyerek hemen hare­ kete geçmesini emretti. Bu sırada Kaptan-ı derya Voyııuk Ahmed Paşa ku­ mandasında bulunan donanma Foça ön­ lerinde bir mağlûbiyete uğramıştı. Bu mağlûbiyetin, Sofu Mehmed Paşa’nm donanmaya ihtimam göstermemesinde doğduğu, ayni zamanda donanma için yollanan yüz kese akçenin de gemilerin 2008 / •
boğamdan çıkmaları sebebiyle geri ge­ tirilmesi üzerine sadrıâzanı tarafından iç edildiği padişaha fitlenmişti. Çocuk pa­ dişah bu fitlerin tesiri altında Sadrıâzamı nasıl sorguya çekeceğini öğrenir­ ken, Sofu Mehmed Paşa da donanmanın uğradığı kayıpların nasıl telâfi edilece­ ğini araştırmakla meşguldü. Bunun için şeyhülislâm, ulema ve ağaları bir top­ lantıya davet etmişti. Lâkin tam o sıra­ da sadııâzam padişah tarafından çağrıl­ dı. Sofu Mehmed Paşa Arz-odasıııda ço­ cuk hükümdarın huzuruna çıktığı zaman büyük valide Kösem Sultan da oracaydı. Sultan Mehmed, kendisine öğretildi­ ği tarzda sadrıâzamı donanma hakkın­ da sorguya çekti. Sofu Mehmed Faşa kendisini müdafaaya çalıştıysa da m üh­ rü hümâyûn istenip alındı. Mehmed Pa­ şayı huzurunda çıkardıktan sonra m üh­ rü bir müddet elinde tutan çocuk padi­ şah kendisine öğretildiği şekilde orada bulunanları bir defa gözden geçirdikten sonra, Kara Murad Ağa'ya: *— Gel ağa, al mührü seni vezir yaptım» dedi (21 mayıs 1649). Kara Murad mühr-ü hümâyûnu alınca büyük valide Kösem Sultan (Naimâ C: 4, S: 400) söze başlayıp: •s— Bunca mallar alındı, maslahat­ ta bu şekil görüldü. Beni öldürmek sev­ dasına düşüldü. Bihamdillah-ı tealâ ben dört devlet görmüşüm; bunca zamandır devlet sürmüşüm, ben ölmekle ne âlem tamir olur ne de yıkılır. Bunda kâh be­ ni katle kastederler, kâh padişahımı ba­ zı nesne ferman ettikçe kim öğretti sana canım derler. Padişahlar ile böyle müstehziyaııe muamele olur mu? Ya talim olunsa ne lâzım gelir?» dedi. Kösem Sultan’m bu arada taş attığı ikinci şahıs Karaçelebi-zâde Abdülâziz Efendi idi. K ara M urad Paşa’nm sadnâzam lığı Kara Murad Ağa mühr-ü hüm âyû­ na sahip olunca evvelce kararlaştırdıkla­ rı şekilde yeniçeri ağalığını Kara Çavuş Mustafa Ağa’ya verdi. Sonra selefi Sofu Mehmed Paşa’yı bostancıbaşı hapsine attırıp mallarını müsadere, adamlarını tevkif ettirdi. Sonra da Malkara’ya sür­ dürdü. Sofu Mehmed Paşa’nm adamla­ rından bir kaç kişiyi sorguya çektirerek paralarının yerlerini söylettikten sonra onları öldürten -Murad Paşa Malkara’ya Sultan Dördüncü Mehmet! (Kapıdağlı serisinden) da adamlar gönderip selefini boğdurdu (28 haziran 1649). Kara Murad Paşa, halledilmesi ge­ reken pek çok meseleler bulunduğu bir sırada sadrıâzam olmuş bulunuyordu. Sultanahmed vak’asmm üzerinden he­ nüz fazla zaman geçmediğinden, evvelâ sipahilerin yeniçeri ocağı ve hükümet er­ kânına karşı küskünlük duygularını sil­ mek meselesiyle karşı karşıya idi. Sul­ tanahmed hâdisesini siper edip maiye­ tinde bulunan kuvvetlerle İstanbul üzerine yürüyen Gürcü Abdunnebi’nin durumu başlıbagına bir mes’ele teşkil ediyordu. Anadolu’da bsşka itaatsizlik hâdiseleri de mevcuttu. Girit harbi ber­ devamdı. Bütün bunlara ilâveten devlet hâzinesinin sıkıntısı her gün biraz daha artmaktaydı. Bu karışık ve güç işlerin kademe kademe halli, bilgili olmaya, otoriter bulunmaya, temkin ve tedbirde kusur etmemeye bağlıydı. Lâkin Kara Murad Paşa da bu hususiyetlerin tamamı olma­ dığı gibi, mevcut şahsi kapasitesi ile de düzenli bir iş görmesi mümkün değil­ di. Zira ocak ağalarının tegallüb ve sal­ tanatı berdevamdı. Kara Muıad Paşa 2009
ocaktan yetişmekle beraber karşısında derhal muhalif bir grup teessüs etmişti. Bu muhalefeti yaratan da saraydı. Pa­ dişahın çocukluğu yüzünden esas söz valide sultanda bitiyordu. Hem de iki valide sultan mevcuttu. Adeta iktidar varışına çıkmışçasına hareket ve davra­ nışları yüzünden iki grup teşekkül et­ mişti. Kara Murad P a ş a y ı büyük vali­ de Kösem Sultan’m tutmasına mukabil, ocak ağalarından Kethüda Boy'i de kü­ çük valide tutuyordu. Kethüda Bey’in kudret ve nüfuzu sadrıâzamdaıı aşağı değildi. Kethüda Bey kısa zamanda ye­ niçeri ağası, Bektaş Ağa, Muslihiddin Ağa ve yeniçeri kâtibini kendi tarafına çekmişti. Bunlar sadrıâzamın aleyhinde çalışıyorduj Kara Murad Paşa böyle kuvvetli hasıtnları bulunmasına ve mem­ leketin de nazik günler yaşamasına rağmeıı devrinin bazı meşhurlarını et­ rafına toplıyarak yalılarda içki ve saz âlemlerinde (Naimâ C: 5, S: 12) bu­ lunmaktan da geri kalmıyordu. Ayni şe­ yi Kethüda Bey de yapıyordu. Nihayet yeniçeri ağası, Muslihiddin Ağa ve Kethüda Bey, «a dnazarsın katle­ dilmesini temin etmek üzere çalışmala­ ra başladıkları sırada Murad Paşa, Bek­ taş Ağa’nın tavsiyesi üzerine sadaretten istifa etti. M ühr.ü hümâyûnu padişaha teslim ederken dikkate değer olan şu büzleri söyledi: «— Şevketlû hünkârım, bir memle­ kette dört veziriâzam olmaz, işte müh­ rün, bir kuluna daha ver. Ben kuluna da bir ekmek parası ihsan eyle, hayır duanla meşgul olayım. Ama zinhar m üh­ rü yeniçeri ocağından kimseye verme, zevali devletinize sebep olur». Melek Ahmed Paşa’m n sadareti ve m alî durum Murad Paşa'mn istifasından sonra kendisine sadaret teklif edilen Melek Ahmed Paşa, ocak ağalarının tegallübü karşısında bir iş görülmıyeceğini bildi­ ğinden bu vazifeyi kabul etmek iste­ medi. Nihayet bir saat ısrsrdan sonra (Naimâ C: 5. S: 18) ocak ağalarının m ü­ dahalede bulunmamaları şartiyle mührü teslim aldı. Lâkin bu şart ve vaadlar hep sözde kaldı. Ocak ağaları müdaha­ leye devamla hükümet işlerinin normal mecrada yürümesine mütemadiyen en­ gel oldular. Mevki ve para hırsı gözle­ rini bürümüş olan ocak ağalan sırtlan­ ın saraydaki koruyucularına dayıyarak devlet işini karma karışık hale getiri­ yorlardı. Eyâlet valiliği gibi en büyük hizmete tayinler ocak ağalarına verilen rüşvetler neticesinde mümkün olabili­ yordu. İşlerine gelmiyen adamı devir­ mek, arzularına boyun eğecek kimseyi mühim bir makama oturtmak bunlar için gayet tabi'! bir şeydi. Osmanlı idaresinde yarım asn aşan zamandan beri «ehliyet ve bilgiye hür­ met» duygusu körlenir gibi olmuş, «işe göre adam» prensibi yerine «adama iş» preıısipi kaim olur vaziyete gelmişti. Bu şartlar altında dürüst bir devlet adamı­ nın muvaffakiyete ulaşması âdeta m üm ­ kün değildi. Böyle bir kimse iş başına geçse bile kısa zamanda ya çeşitli şekil­ de işleyen rüşvet yoluvle, ya pek usta­ ca işleyen entrikalarla, bunlar da olmaz­ sa zorbalıkla devriliyordu. Dördüncü Murad’m rüşvet ve zorbalığı ortadan' kaldırabilmek için dölttüğü kanların acısı unutulur gibi olmuştu. Binaenaleyh, meşhur seyyahımız Evliya Çelebi’nin pek methetmesine rağmen, kuvvetli bir şah­ siyet olmıyan Melek Ahmed Paşa’m n bu derece bozuk bulunan işleri düzeltmesi mümkün olamazdı. Esasen Melek Ah­ med Paşa, peşinen yapılan vaada rağ­ men ocak ağalanılın tahakkümünden kurtulamadı. Melek Ahmed Paşa sadaret maka­ mına geçişinden iki buçuk ay kadar sonra, sadrıâzam olmak isteyen birinin bu iş için saraya yazmış olduğu tezke­ reyi yakaladı. Bu tezkereyi yazan ocak kethüdasının adamı olan Zurnazen Mus­ tafa Paşa idi. Sadrıâzam derhal Zurnazen’i azl ile yerine yeniçeri ağalığın­ dan Bolu sancağına çıkmış olan Emiı Mustafa Paşa’yı baş defterdar yaptı. Mali işlerle alâkası olmıyan birisi baş defterdar tayin edilirken Kethüda Bey’­ in adamı olan bir şahsiyetin azli de ocak ağaları tarafından fena (Naimâ C: 5, S: 34) karşılandı. Bu arada Melek Ahmed Paşa sadrıâzamlıktan devrilme tehlikesi ile başbaşa kaldıysa da ocak ağalan arasındaki ittifakın bozulması, bilhassa ağaların kendilerine hükmeden 2010
Kethüda Bey'e karşı cephe almaya yö­ nelmeleri, kendi üzerindeki hasmane dikkatlerin dağılmasına âmil oldıı. Sadrıâzam Melek Ahmed Paşa’nın ocak ağalarının tegallübüniin yaıııbaşmda karşılaştığı en mühim müşkül malî muzaveka idi. Dördüncü Murad'ın zor­ balığa son verme ve suiistimalleri orta­ dan kaldırma yolundaki gayretleri, Ke­ mankeş Kara Mustafa Paşa'nın mali tedbirleri hâzinenin düzenli bir şekle girmesini temin etmiş, hattâ Kemankeş Kara Mustafa Paşa beş senelik sadrıâzamlığı neticesinde aitıbiıı keselik vari­ dat fazlası sağlamıştı. Onun sadrıâzamlıktan uzaklaştırılarak idam edilmesin­ den sonra işler sür’atle bozulmuş, Sul­ tan İbrahim’in tahtan indirilmesinde ha­ zîneyi perişan hale sokuşu baş rolü oy­ namıştı. Dördüncü Mehmed tahta geçin­ ce cülûs bahşişinin ödenebilmesi için bazı kimselerden yardım talep edilmek mecburiyetinde kalınmıştı. Bütün bun­ lar gayet kısa zaman zarfında vuku bul­ muş şeylerdi. Rüşvet, israf ve yersiz tefiallübün hâzineyi ne hale getirdiği, iş­ lerin nasıl içinden çıkılmaz hale sokul­ duğu, köylü ve şehirlinin ne büyük sıkıntılara maruz bırakıldığı, herkesin gözü önünde cereyan ediyordu, İşin en­ teresan tarafı, bu durumdan şikâyet edeıılerden bazıları iş başına geçince şi­ kâyet mevzularını düzeltmeye çalışaca­ ğına, eski fikirlerinin tersine bir yol tu­ tarak şikâyet mevzuu kötülükleri bizzat kendisi işliyordu. Doğru yolu seçen dev­ let adamları ister istemez mürtekib, ah­ lâksız, zorba ruhlu kimselerin menfaatlarına dokunduğu için çabucak düşman kazanıyordu, işlerin bu derece bozul­ duğu bir devirde etrafı ürkütmeden ve­ ya menfaatlan zedelemeden salim yolu seçip başarıya ulaşmak imkânsız dene­ cek derecede güçtü. Dördüncü Mehmed’in ilk Sadrıâzamı olan Sofu Meh­ med Paşa saray israflarını önlemek ve masrafları azaltmak için bazı hayırlı ic­ raatta bulunmakla beraber sipahilere rnülâzimet vaad etmek, ocaktan çıkarıl­ mış bin sipahiyi tekrar ocağa kaydetmek gibi yeni masraf kapılan açan iğler de yaparak iki tarz arasında bocalamıştı. İşte Sadrıâzam Melek Ahmed Paşa içiıı bunlar malûm hakikatler olduğu gibi malî sıkıntı da bir hakikatti. Kara Murad Paşa’nm sadaretine rastlıyan dev­ re içinde 1G60 cemaziyülev velinde (Ma­ yıs 1650) verilen ulûfeye para ye tüm e­ ni iş bunun için 1062 ve 1063 (1652, 1653) senelerinin varidatı vaktinden önce tah­ sil olunarak sarfedilmişti. Bu izahattan anlaşılacağı üzere, malî sıkıntı ıkorkunçs kelimesiyle tavsif edi­ lecek derecedeydi. Melek Ahmed Paşa buna bir çare bulmak için sadnâzamlık konağında divan üyeleri ve ocak ağala­ rının iştirakiyle bir toplantı akdetti. Bu toplantıda müşkilâtm halli için müsbet bir neticeye varılamadı. Lâkin Naimâ (C: 5. S: 60) tarihinden aynen aşağıya nak­ lettiğimiz ve bu toplantıda cereyan et­ miş olan konuşmalar, o sırada devlet er­ kânı ve bilhassa ocak ağalarının malî durumlarını, aynca bazı kimselerin dev­ şirmelere karşı ne gibi hissiyat besledi­ ğini göstermesi bakımından hayli ente­ resandır. Toplantıda hazîneye para bulunma­ sı mevzuu görüşülürken ocak ağalan, vezirlerin haslarının hâzineyi! alınma­ sını teklif etmişlerdi. Bunun üzerine Gürcü Mehmed Paşa : s.— Biz b u Asitanede rütbe-İ vezaıete nail olup hasları tasarruf ederken, daha müslüman olmayan oğlanlar kâfir diyarından gelip, vezir olup, sadarete nail olup cihanın malını tasarruf edüp bize bu rütbeyi ve bu kadarcık nanpâreyi çok gördüler: biz tahammül ettiks. Bu sözlerini müteakip sadrıâzaraa dönerek : •s— Siz küçük bir-mansıbı eli. ke­ seye bey: eylediğinizde yirmi kese ken­ diniz için alırsınız, haslarınız gitse ve dursa mutazarrır olmazsınız. Maaşları yalnız haslara münhasır olan vezirU-rı.ı halini düşünün, haslar alınırsa divanda vezii' kalmaz». Gürcü Mehmed Paşa’dan sonra söz alan Damad Yusuf Paşa ise, kendi h a ­ sının saraya sunulacak bayram pişkeşi ile zevcesi olan sultanın masraflarının karşılığı olduğu zımnında şöyle de­ miştir : *— Benim on yük akçe (yâni bir milyon akçe) hassım var; bayram piş­ keşi ile sultanın masarifine yetişmez 2011
Has kalkarsa bu masraflarımız da kal­ kar». Toplantının en güzel, ayni zamanda en cesurane konuşmasını eski bir vezir olan Kenan Paşa yapmıştır. Ocak ağa­ larından Bektaş Ağa’ya dönüp bizzat şa­ hadet parmağıyle de kendisine işaretle : *— Cihan büsbütün avucunuzda. Her ne dilerseniz edersiniz. Yeniçeri mevacibi üçyüzbin kuruş ile kapanırken sekizyüzbin kuruş olur. Üçyüzbinden zi­ yadesi sizin yanınızda kalır. 3u kadar malı olanların ulufeye imdat etmesi ge­ rekir ; yoksa vezirlerin yirmi otıız ke­ selik 1)assın dan her biri, ki bu kadar hizmetçileri ve aile efradı ona bağlıdır, alındığı takdirde bunun hâzineye ne faydası olacak ve ne kadal-cık yaraya merhem olacaktır?» . Ocak ağalarının kesesine inen pa­ ra sadece yeniçerilerin mevacibinin iki misline yakın miktardan da ibaret de­ ğildi. Bu paranın gayrı meşru şekilde şahısların cebine aktarıldığını hükümet erkânının hepsi de bildiği halde bir şey yapılamıyordu. Ayrıca etrafa zulmediyor ve külliyetli rüşvet alarak mansıb tev7 cih ettiriyorlardı. Naimâ (C: 5, S: 96) nın tabirince «zamanın Karun’u» haline gelen, yani Karun (Lidya Kıralı Krezüs kasdedilivor) misali servet temin etmiş olan bu adamların gözü hâlâ da doy­ madığı için bazı şeylerin ticaretini in­ hisarları altına almıya çalışıyorlardı. Nitekim et narhına kanşarak. etin ok­ kasını sekiz kuruştan onüç kuruşa cı-karttırdıktan sonra Erzurum’a, Anadolu tarafındaki sair eyâletlere, Eflâk ve Boğdan taraflarına koyun getirtmek üzere adamlar gönderdiler. Getirttikleri koyunlan yüksek fiyatlarla sattırdılar. Bunun gibi Sakız ve Bursa’dan ipek, Bağdad, Şam ve Bursa’dan kumaşlar ge­ tirterek üç misli fiyatla esnafa tevzi et­ tiler. Bu derece yüksek fiyatlarla et vesair ihtiyaçlarını temin edemeyen hal­ kın bir şikâyet dilekçesi ile hükümete müracaat ettiklerini duydukları zaman: «Bu şehir ekâbir şehridir, fukara şehri değildir. Geçiminden âciz olan çıkıp taş­ raya gitsin ve bulgur, bulamaç yesin» diye alaylı alaylı konuştular. Esnaf ayaklanması Gözlerini tam mânasiyle kazanç h ır­ sı bürümüş olan ocak ağalarının niha­ yet paranın değeri işine de el attıkları görülmektedir. Kâtib Çelebi ve N aimâ’da : bu meseleyi peşinen ihdas edenlerin ocak ağaları olduğu şeklinde bir ifade mevcutsa d a ; para değerini değiştirme işi bir hükümet icraatı olduğuna göre, ocak ağalarının daha başlangıçta m ali­ ye memurlanyle anlaşmış bulunmalar: mümkündür. Mezkûr müverrihlerin eserlerindeki kayda göıe : hâzineye sek. sen akçeye alınan bir kuruş, ulûfe tevziinde ayni şekilde verilmeyerek züyûf yani ayarı bozuk akçe ile tebdil edildi­ ği takdirde biri kese akçede üçvüz kese kalacağı hesaplanmıştır. Bunun üzerine derhal .faaliyete ge­ çen ağalar yalıudi ve sarraflar vasıtasiyle temin edilen akçeleri tebdil ederken bir taraftan da Arnavutluk tarafında kestirdikleri düşük ayarlı parayı İstan­ bul’a getirtmişlerdir. Yine zikri geçen müverrihlere göıe; o sırada defterdar hâzineye para teda­ riki zorunda bulunduğu cihetle, ağala­ rın fikrine müracaat etmiş ve neticede de onların hazırladıkları züyûf akçele­ re yeni bir değer tespit edilerek esnafa sürülmesine karar verilmiştir. Böylece ayarı bozuk her vüzonsekiz akçe bir altun (Naimâ C: 5, S: 98) iti­ bar edilmiş, sonra ağaların temin ettik­ leri düşük ayarlı akçeler Defterdar Emîr Mustafa Paşa’nm sarayına getirile­ rek keselere konulmuştur. Buradan da, kudret derecelerine göre sanat erbabına dağıtılmak üzere bedestana taşınmıştır. 1651 ağustosunun 21 (4 ramazan) inde bedestan kethüdası, bu züyûf akçe­ yi esnafa arz için saraçhane kethüdası ve ihtiyarlarını çağırarak vaziyeti anlat­ mıştır. Ocak ağalarından çekinerek es­ nafın bunu kabul edecekleri tahmin edi­ lirken netice böyle çıkmadı vef esnaf kethüda ve ihtiyarlan topluca sadrâzıazama gidip : «— Devietlû, biz bu yıl ondört tek­ lif (vergi) çektik. Kesat ise canımıza kâr etti. Avarız vesair tekâlif-i mahudeden gayrı ağaların Karadeniz’den gelme sefine sefine bakır, şap, fındık ve tuz; 2012
İzmir ve Akdeniz'den getirdikleri şay­ ka şayka sabun, dimi ve sakız ve saireyi bizlere tarhedip haddinden fazla baha­ larım alıp bu kadar zarar çektirdiler. Halimiz bitkin olup dükkân kiraları­ mızdan âciz iken, böyle züyûf akçenin yüzonsekizine bir altun istemek ne de­ mektir? Bir veçhile im kân ve kudreti­ miz yoktur». Ahmed Paşa hiddetli davranarak: «Dı­ şarı çıkın, bire kâfir gidiler, tedarik edin!» diye kovmuş, onlar da «hâşa ka. bul etmeyiz, biz ehl-i islâmdamz» di ye bağırarak dışarı çıkmışlardır. Esnaf reislerinin böyle bir muameleye maruz kalmaları üzerine dükkânları kapayıp büyük bir topluluk halinde şeyhülislâm Karaçelebi-zâde Abdülâziz Efendi’nin evine gidip, vaziyeti anlattıktan sonra: Siz şeyhülislâmsınız, bizim hak­ kımızı görüp bu belâyı başımızdan def etmek gerek. Bu zulmün def’ine bizzat padişah-ı islâm hazretlerinden rica ede­ riz. Vezire vardık, bize kâfir gidiler di­ ye şetm eyledi. Vükelâsından üm it kal­ madı. Kalk ahvalimizi padişaha bildir» Dediler, Birkaç ay önce şeyhülislâm olmuş bulunan Karaçelebi-zâde, böyle şeylere karışmadığını, veziriâzama git­ melerini söyleyince içlerinden birkaç kişi ileri çıkarak : «— Kendinizden kürkler istenince ayağa kalkıp Sultan İbrahim'i ve veziri katlettiniz. Ya şimdi bizim ahvalimiz içiıı neden karışmazsınız? Elbette emir şer'in. Ya kalk önümüze düş. ya hemen ne olacaksa olsun*. Şeyhülislâm Karaçelebi-zâde bu acı fakat doğru sözlere rağmen, sadrıâzama tavassutta bulunacağını beyanla onları atlatmıya çalışıp, at eğerlensin ebdest alayım bahanesiyle oradan savuşmak is­ tedi. Lâkin kendisini ata bindirdiler ve aralarına alıp sarayın yolunu tuttular. Böylece, Osmanlı tarihinde ilk defa, hükümet erkânından şikâyet ve hak ta­ lebinde bul'.nmak üzere, sırf halktan mürekkep bir topluluk meydana gelmiş bulunuyordu. Bunlar saraya doğru yol alırken tellâllar bağırttırarak dükkânla­ rı kapattırdılar. Onbini mütecaviz biı kalabalık saraya gidip Bab-üs-saade önürıe kadar girdiler ve padişahı ayak divanına çağırdılar. Çocuk padişah ha­ zırlanan taht'a Oturunca, durumlarını anlattıktan sonra : î — Padişahını, bu zulme takatimiz yoktur. Lalana vardık, bize kâfirler diye şetmeyledi. Halen sana geldik. Halife*! ruy-ı zeminsin, hakkımızı hak edip üzerimizden bu zulmü def eyle». Sultan Mehmed, kendilerini dinle­ dikten sonra «size böyle bir zulüm ol­ duğuna benim rızam yoktur» dedi, işiıı aslını anlamak üzere sadrıâzamı çağırttıvsa da Melek Ahmed Paşa korkusun­ dan gelemedi. Neticede (Naimâ C: 5 S: 101), Kanunî Sultan Süleyman kanunu­ nun dışında kalan vergi ve tekâliften affedildiklerine dair esnafın eline bir hatt-ı hümâyun verildi. Esnaf kalabalığı bu hatt-ı hüm âyu­ nu aldıktan sonra hemence dağılmadı. Ocak ağalarının tegallübünden çöle za­ rar görmüş olan bu insanlar, onların tegallübleri devam ettikçe işlerin düzelmiyeceğini ve rahata kavuşamıyacâklarıııı biliyorlardı. Onun için padişaha: *— Padifahım, zulüm ile âlem harap oldu. Sana ’^ ildirmezler, vezirin ketmeder. Hâlen onaltı tıefer kimesne vardır ki sana padişahlık ettirmezler, Beytülmal ve miriye ait malları yeyip içederler. Bunlar: Kara Çavuş,' Bektaş Ağa, Kethüda Bey, Samsuncu Sarı Kâtib, Deli Birader vesairedir. Bunları zulüm ile âlemi harap edip devletine müstev­ li oldular. Bunlar katlolunmayıp cezala­ rı verilmedikçe padişahlık edemezsin» dedikten sonra veziriâzamm azli ve ocak ağalarının katli babında ayak dire­ diler. Veziriazamın değiştirilmesi Esnafın büyük bir kalabalık halin­ de saraya ¿¡ittiğini duyan ocak ağalan yeniçerileri Loplıyarak Atmeydam’na ge­ tirdiler. Sarayda, veziriazamın azli ve ocak ağalarının katli üzerinde duruldu­ ğunu da haber aldılar. Bu sırada büyük valide sultan taraftan olan ocak ağala­ rının bazıları Kösem Sultan’dan aldık­ ları talimata da uyarak kendi araların­ da konuşup Yeniçeri Ağası Kara Çavuş Mustafa Ağ?nm sadrıâzamlığım m üna­ sip görerek padişaha bildirdiler. Ve bu kabul edildiği takdirde esnaf cemiye ti­ 2013
nin dağılacağını da ilâve ettiler. Padi­ şah bu teklifi derhal kabul ile Kara Çavuş'u saraya istedi. Lâkin yeniçeri ağası «mühür buraya gönderilmeden sa­ raya gelmem muhaldir! tarzınca cevap yollayınca, padişah, Lalası Eski Süley­ man Ağa ve daha bazı kimselerin tavsi­ yesi üzerine Siyavüş Paşa’yı veziriâzam yapıp, mühr-ü hümâyunu Melek Ahmed Paşadan getirtti. Ocak ağalarının baskıyı artırmaları Siyavüş Paşa veziriâzam yapılınca, se rayda bulunan esnaf topluluğuna : «şimdi akşam oldu, istediklerinizin bir kısmı da yarın yapılır, şimdi dağılın» diye nasihat edilince, herkes yann yine toplanmak üzere evlerine gitti. Esnafın dağılmasını nıüâteakıp yeni Veziriâzam Siyavüş Paşa ve Şeyhülislâm Karaçelebi-zâde Abdülâziz Efendi, büyük valide Kösem Sultan’dan aldıkları emir ve talimata uyarak, ocak ağalarının gi­ dip, kalabalığın dağıldığını söyledikten sonra : «— Bugün kaza savuldu, yarın ted­ bir sizindir» dediler. Bunun üzerine ocak ağaları geceden itibaren sokak ve köşe başlarına silâhlı yeniçeriler koydular. Ertesi gün esnaf yeniden toplanmak isteyince yeniçeriler tehdit ve sopa ile halkı dağıtıp toplan­ malarına imkân vermediler. Bu arada birkaç kişiyi de öldürdüler. Böylece, Osmanlı tarihinde ilk de­ fti vuku bulmuş olan halk ayaklanması, istediğinin tamamına naii olamadan as­ keri baskı ile ikinci gün sindirilmiş oldu. Esnafın ikinci gün toplanamamasiyle oı_ak ağalarının üzerinden mühim bir teh­ dit sıyrılmış oluyordu. Ağaların kurtu­ luşunu sağlıyan Kösem Sultan’dı. Naim İ (C: 5, S: 102) , Kâtib Çelebi, AbdüISziz Efendi ve Şerihülmenar-zâde gibi müverrihlerden naklen bildirildiğine na­ zaran : «devleti ayakta tutanın ağaıar ol­ duğuna, onlar ortadan kalkarsa devlet nizamının bozulacağına inandığı» için bü­ yük valide Kösem Sultan ocak ağalarını korumaktaydı. Yine Naimâ’ııın Ma’anoğlu Hüseyin Beyden naklen dinlediğine göre: esnafın ayaklandığı gün aklı eren­ lerden birisi, esnafın isteği kabul edilir de ocak ağalan öldürülürse, bundan son­ ra isyanlarımı! önüne geçilemiyeceğine dair telkinde bulunduğu için Kösem Sul­ tan ağalan korumuştur. Naimâ’nm yaptığı nakillerde belirtil­ diği şekilde. Kösem Sultanın ocak ağala­ rım korumasında belki samimî niyetleri de vardı. Fakat hâdiselerin tetkiki. Kö­ sem Sultan'ıı- saltanat sürme, etrafa em­ retme hırsı taşıdığım da göstermektedir. Bu hırs onu Egaları korumaya sevketmiştir. Valide Sultan'ın koruduğu ağalar ise sırtlarını Kösem Sultana dayayarak tegallübün son mertebesine çıkmışlardır. Yeni veziriâzam Siyavüş Paşa’m n mühr-ü hümâyunu teslim aldığı gün ağalarla kendi arasında geçen şu konuşma, bun­ ların devlet içinde devlet durumlarını gösteren pek İbretâmiz bir levhadır Ocak ağalarının pek nüfuzlularından biri olan Bektaş Ağa sadrâzama : «— B akı paşa karındaş, sen bir iş ettin ama, hiç de iyi etmedin!» Demiş, Siyavüş Paşa’m n ne yaptığım sorması üzerine de : •s—■Bizim müşaveremiz olmadan n i­ çin mührü aldın, sana vezareti kim ver­ di?» Diye gayet küstahane bir sual tevcih etmiştir. Siyavüş Paşa buna : Bamı vezareti saadetlû padişah verdi, ben talip ve ragıb olmadım; hat­ tâ bir iki defa imtina ettim. Ama fer­ man edince emrine muhalefet olmıyacağı için kabul ettim». Bektaş Ağa : «— Böyle ise ne güzel! Allah müba­ rek etsin. Ama bizim meşveretimiz olma­ dan bir iş edeyim dersen vezirlik edemezsin». Bektaş Ağa’mn bu tehditkâr sözleri­ ne karşı Sadnâzam Siyavüş Paşa, ona mukabele olacak şekilde yüksekten ko­ nuştuktan başka kendilerinin üstündeki kudreti de hatırlatarak: «— Padişah hazretleri ne buyurur­ sa onu yapar,, fermanına göre hareket ederim. Ferman padişahındır. Bizim ve si­ zin boynumuz kıldan incedir» demiştir. Valid. sultanlar rekabeti ve padişaha suikast teşebbüsü Dördüncü Mehmed’in taht’a geçiril­ mesinden soma büyük valide Kösem Sul­ 2014
tan’ııı karşısında mühim bir rakip belir­ mişti. Bu, ker.üisinin gelini ve küçük pa­ dişahın annesi olan Hatice Turhan Sultan’dı. Dördüncü Mehmed’in saltanatının ilk yılı zarfmda Kösem Sultan bu reka­ beti pek hissetmedi ama, Turhan Sul­ ta n ın devlet işlerine dair bilgi edinmesi ve bu vadide terakki kaydetmesi üzerine işin rengi değişmeye başladı. Birinci Ahnıed’in zevcesi ve Dördüncü Murad ile Sultan İbrahim’in anneleri sıfatiyle sö­ zünü geçirmiş, daha isabetli bir ifade ile saltanat sürmüş olan Kösem Sultana bu vaziyet ağır yeldi. Görünüşe nazaran; onun yeniçeri ocağı ağalarını fazlaca tu­ tuşu, salfenai’nı devam ettirebilmek için, Turhan Sultan gibi bir rakibe karşı on­ ları mesnet olarak kullanmak istemesin­ den de ileri gelmekteydi. Daha yumanlarda da işaret olunduğu üzere, Kösem Sultanın ocak ağalarına istinadına m ¿kabil, Turhan Sultan da sa­ ray ağalan ye hizmetlilerine istinat edi. yordu: Saray ağalarının nüfuzu Turhan Sultanın işlev vukufu ile kudretinin art­ ması nisbetincıe çoğalıyordu. Kösem Sul­ tamın ocak ağalarına itimat ettiğini, bu yüzden ccak ağalarının tegallüplerinin arttığını bütün saray erkânı bilmekteydi. Ccak ağalan iegallüp hareketlerinde bu­ lundukça saray ağa ve sair hizmetlileri Turhan S ultanın etrafında daha sıkı şe­ kilde birlegiyprdu. Saray hizmetlileri ara­ sından Turhan Sultanın en yakın ve m ü ­ him adamları harem ağalan idi. Bunlar : Başlala Süleyman Ağa, padişah öğretme­ ni Hoca Reyhan Ağa ve musahib İsmail Ağa idi. Tuıhan Sultan kayın validesi Kösem Sultan'ı işlere karıştırmamaya uğ­ raştıkça bu harem ağaları gittikçe kuv­ vet kazanıyor ve mühim birer şahsiyet haline geliyorlardı, Böylece büyük ve küçük valideler arasındaki rekabet za­ man geçtikçe, bir taraftan da ocak ağa­ la n ile h^rem ağaları rekabet ve geçim­ sizliği şekline bürünüyordu. Her gün bir az daha nüfuzları artan harem ağalan Kösem Sultan ın adamlarına ehemmiyet vermez olmuşlardı. Bu vaziyet karşısın­ da ocak ağaları büyük valideyi tahrikten geri durmuyorlardı. Yeni Saonâzam Siyavüş Paşa'nın ocak ağaları ile arası iyi değildi. Ağaların, ocağa yeniden onbin nefer yazılması hu­ susundaki teklifini Siyavüş Paşa reddet­ mişti. Bu sırada îbşir Paşa, ocak ağala­ rının öldürülmelerini isteyen Abaza Hasaıı'm topluluğuna katılarak İstanbul'a doğru ilerliyordu. Sadrıâzam Siyavüş Pa­ şa bunla: ü karşı yeni asker yazıp gönder­ mek teklifini kabul etmeyince, ocak ağa­ lan can korkusuna düşmüştü. Ayni kor­ kuya b ü jü k \alide Kösem Sultan da ka­ tılmış (Naimâ C: 5, S: 108) bulunuyordu. Bu vaziyet, karşısında işi kökten hallet­ mek iste., en Kösem Sultan ve ocak ağa­ ları, kenui bekalarını temin edeceğini he­ sapladıkları bir plân hazırladılar. Bu, müverrih Na m â’nm İfadesiyle : «ağalar, yeniçeriyi tahrik ve Sultan Mehmed Ha­ n'ı aradan kiidırıp, Turhan S ultanı Eskısaray’a sürüp, adamlarını katledip, Sul­ tan Mehmed biraderi Sultan Süleyman’ı cülus etüre. Sultan Süleyman'ın valdesi Dilâşub Jultaıı bir safdil meczûb meşrep bir hatundur; valdelik makamının hük­ m ünü vermek sevdasında olmaz» plân ve düşüncesinden ibaretti. Kösem Sultan'in saray dahilindeki mahremlerinden Bostaııcıbaşı Ali Ağa, kara hadımlardan Başkapı-oğlanı ve Kireççibaşı gibi kimseler bu hususta faali­ yete geçtiler. Bu arada Kösem Sultan, Turhan Sultan’m adamlarından dört meş­ hur harem ağasının idamlarını istemeleri için ocak ağalarına bir tezkere (Kâtib Çelebi, P-zIeke C: 2, 5 : 376) yazdı. Plân 2015 Valide Hatice Turhan Sultan (Rieaıttf dan)
mucibince. Kösem Sultan'm adamlarının Sizli çalif-aıai&rlyle, «gece sarayın De* mir-kapı ;Ie bazı uğrun kapıları açık bı­ rakılacak, buradan girecek yeniçeri ve pğalar şehzâde Süleyman’ı iclâs ettikten sonra Turhan Sultan ve taraftarlarını gö­ türeceklerdi». Plân bu k ad arlıkla da bitmemekteydi. aimâ (C: 5, S: 109) m n de­ vamla bildirdiğine nazaran: «Sultan Mehrr;ed Han'ı zehirlemekle, iş suhuletle bi­ tip kıtal ve cioale hacet kalmaz diye Helvacı-başı üveys Ağaya iki kavanoz zehir. 3' şerbet verilip, padişaha içirmek için tenbih olunup, uhdesinden gelebilirse maıısıb ve nice ihsan vadetmişler» di. Kösem Sultan'm bu teşebbüsü, cariyelerinden Meleki adındaki kadının va­ ziyetten Turhan Sultan’ı haberdar etme­ si üzerine tahakkuk etmedikten başka tersine bu istikamet aldı. Turhan Sul­ tan, hem=nce padişahı ve Süleyman Ağa ile Reyhan Ağa’yı durumdan haberdar etti. Ayni gün dört harem ağasının öl­ dürülmeleri talebini muhtevi tezkere pa­ dişaha sunulmuştu. Başlala Süleyman Ağa, padişahın zehirlenmesi işini ve pa­ dişaha gelen tezkereyi öğrenince, bir şey­ den habeıi yokmuş gibi davranarak et­ rafı kolaçan ettirerek kendi tetkiki so­ nunda da Turhan Sultan'a verilen habe­ rin doğruluğunu anladı. Köse/n S u lta n ’m öld ürülm e si Turhâii S.ntaıı'a verilen haberle Baş­ lala Süle/m aa Ağanın yaptırdığı tetkikat neticesi ayni noktada birleşince, bun­ lar Kösem Sultanın öldürülmesine karar verdiler. 3u hararı alıp, lüzumlu gördük­ leri tedbiıc. tevessül eyleyenler : Turhan. Sultan, Başlala Süleyman Ağa, Hoca Rey­ han Ağa, Lala İbrahim ve Musâhib İs­ mail Ağa baş La olmak üzere ondört kişi idi. Bunlardan birkaç kişi akşama yakın ssray avl ısuııa çıkıp belli etmeden etra­ fı gözden geçirdikleri zaman büyük vali­ denin adamlarının nöbetçilerden daha fazla silâhlanma hazırlığında olduklarım gördüler. Bö.vlece duydukları şeylerin doğruluğı.na k a fi kanaat getirdiler. Büyük validenin plânını iflâs ettirip onu öldür/ney: tasaılıyanlar, saray hiz­ metlilerinden adam teminine ve onları silâhlandırmaca başladılar. Bu cümleden elarak; sayıları 120 kişiyi bulan zülüflü baltacıları yeniçeri ocağı ağalarının tegallübü .yüz: inden kendilerine mansıp verilmeyen Has-odalıları, hasılı büyük valide kahvehanesinde bulunanlar müs­ tesna, sair saray ağalanın kendi taraflaıına kazandılsr. 16 ramazan 1061 (2 eylül 1651) ge­ cesi iftaî; ve onun arkasından teravih namazının kılınmasını müte­ akip herkes yerli yerine gi­ dince, Başlala Süleyman Ağa ve diğer harem ağalan faali­ yete başlayarak kendilerine bendettikleri kimseleri hare­ kete geçirdiler. Bunlar tpadişahımız elden gitti» diye feryad ederek (Naimâ C: 5, S: 111) silâhlanıp has-oda önün­ de toplandılar. Süleyman Ağa, teravihten bir iki saat sonra bu nazırlıkları tamam­ larken büyük valdenin üç yüzden mütecaviz adamı si­ lâhlı olarak onun dairesini muhafaza ile meşgullerdi. Bu sırada saraydaki va­ kitsiz ve anormal kaynaşma­ Büyük Vaüde Kösem Sultan’m Öldürülmesini tas­ yı gören kapı-ağası, Turhan vir eden bu resim vak’amn hakikatine uymamak­ Sultan’m adamlarının yanına gidip ne istediklerini sorunca tadır. Avrupalı bir ressamın havai mahsulü oian «büyük valdeyi isteriz» cebu resim her yende görüldüğü için cabı ile karşılaştı. Ve hemen sayfamıza aldık 2016
|;;dip p a "i:t atır bildireyim diyerek orabir düşünceye sahip oldutu görülen m ü­ ('an ayrıl:.ı. Turhan Sultaıı’a gitmiş ol­ verrih Xaimâ (C: ö, S: 115) bu cinayete ocak ağalarını müsebbib göstererek ması lâzı-ı geletı kapı-ağast biraz sonra svalde-i muhtereme gibi bir sahibetüldönünce, padişahın herkesin yerli yeri­ ne dağıln alar hususunda emir verdiği­ ni bildirdi Bu defa «elbette büyük valdeyi isteriz, veyahut da hepimiz kırılırız* cevabı ile karşılaştı. O sırada büyük va­ lidenin taıaftarlarndan olan Has-odabaşı, Has-ods. efradına nasihata başlayınca kendisini derhal öldürdüler. Sonra Süley­ man Ağa silâhlı insanların önüne düşe­ rek büyÜA validenin dairesine doğru iler­ ledi. Bir .şıup mücevvezeli (bir nevi ka­ vuk] tevaşilerle büyük validenin daire­ sini bekliyen başkapı-oğlanı bunların ilerlemesine mani olmak isteyince ken­ disini öldürdükleri gibi diğerlerini de ka­ çırdılar. Bu sırada dışarıdaki sesleri du­ yan büyük valide Kösem Sultan ocak agalarmm eld'ğini zannederek nöbetçile­ re «geldiler mi?* diye seslendi. Kapı deh­ lizine kadar gelmiş olan Süleyman Ağa buna «Be'i geldiler, taşra buyurun» d i­ ye cevap /erdi. Kösem Sultan gelenlerin kim olduğunu anladığından aklı başın­ dan gitti ve tan korkusuvle «odalar içi­ ne girizan olup nihanhanelerin birine gi­ rip dolap üzf-rinde bir mahfi gurfeyesgizlendi aî’.sa, Süleyman Ağa ve adamları silâhlı olarak odalara doldular Kösem Yine bir AvrupalI ressama güre Sultanı girlendiği yerden eteklerinden ve Kösem Sultan’ın yakalanması ayaklarından tutarak aşağıya indirdiler. Zülüflü baltacıla­ rın eskilerinden olan Küçük Mehmed, büyük valideyi vu­ ra vura sersemlettikten son­ ra pencere perdelerinden bi­ rinin ipini keserek bununla boğdu. Boğularak öldürülme­ si sırasında Kösem Sultanın ağzından ve burnundan boşa­ nan kanlar celladının ellerini ve üstünü başını kıpkırmızı kesmişti. Cinayeti müteakip katil ve arkadaşları büyük valide dairesini yağma etti­ ler. Böylece, Osmaniı tarihin­ de ilk defa bir valide sul­ tan, cinayet kurbanı halinde öldürülmüş oluyordu. Um u­ Kösem'in öldürülmesi (Ricaut’dan) miyetle Kösem Sultan lehine 2017
hayat devletlû ol bi insaf mutasallıtlarııı uğruna şehid oldu* der. Kösem Sultan’m öldürülmesi hâdisosi karşısında sadnâzam Hâdise gecesi Veziriazam Siyavüş Faşa kazaskerleri iftara davet etmişti. Vemek es.'as.nda iç-oğlanlan ve çagnıgirlerin birbirine bakışıp işaretleşmele­ rinden fevkalâde bir şeyler cereyan et. t ‘ği anIai;iİJyoTdu. Bir anda ortalıkta so­ ğuk bir iıava esmeye başladı. Bunun se­ bebi tam o sırada ocak ağalarının, ida­ mını talet ettikleri harem ağalarının bir listesini Samsuncu Ömer Ağa ile veziria­ zama göndermiş olmalarıydı. Samsuncu ile birlikte bir grup da yeniçeri gelmiş­ ti. Yemeğ.n üzerine kahveler de içilince Samsunc'f veziriazamla görüşüp getirdiği tezkereyi vercikten sonra, ocak ağaları­ nın kendisini Ağa-kapısında bekledikle­ r d i söyledi. Aldığı tezkere üzerine hayli hayrete kapılmış olan Siyavüş Paşa, bu davet karşısında korku ürpertileri de geçirdi. Saray veya Ağa-kapısmdan han­ gisine gi Kilesinin münasip olacağım reisülküttaö ile müzakere ettikten sonra sa­ raya gitmeye karar verdi. Siyavüş Paşa, Bâb-ı hüm âyunu açtırdıktan sonra Orti«-kapıya kadar geldi. Burayı da açtı­ rarak içeri girdi. Divan günleri bölük ağalarının otuıduklan tahta peykeler üzeriııe oturup, idamı istenen harem ağa­ larına dair bir tezkere yazarak padişaha gönderdi. Telhisini götüren adamın hare­ me vâsıl olması kadar bir zaman geçtiği sırada sarayda bir gürültünün koptuğu­ nu ve eli kılıçlı kimselerin etrafı aldığı­ nı duyunca telhisinin cevabını bekleme­ den saraydan dışarıya kaçtı ve doğruca kendi kanığına geldi. Onunla beraber gelmiş oi&n Samsuncubaşı Ömer Ağa da süratle Ağa-kapısımn yolunu tuttu. Süleymaniys'deki Ağa-kapısında (ye­ niçeri ağası dairesi) toplanmış olan ocak ağaları oradaki Tekeli köşkünde iftar et­ mişlerdi. O sırada saray tarafına göz at­ tıklarında saray içinde her zamankin, den fazla mumlar ve ışıklar yandığını görmüşlerdi. Onlar bu ışıklara bakarlar­ ken samsuncubaşı oraya yetişti ve: <rAllahu âlem valdenin işi bitti. İçeride kılıç­ lar çekilmiş, tut, kap sedası asümana çı­ karken biz bâb-ı hümâyundan güçlükle dışarıya can attık* diye durumu anlattı. Sadnâzam, konağına geldikten biraz sonra padişah tarafından saraya çağırıl­ dı. Huzura çıkınca Süleyman Ağa’yı hü­ kümdarın yanında gördü. Turhan Sultan'm başlalası bu anda hâdiseyi tafsilen sadrıâzama anlattı. O arada padişah sadrıâzama : «— Lala, ahval malûm olmuştur. Sa­ dakat ile hizmetinde daim ol, devletime ihanet üzere olanların cezaları verilsin» dedi. Siyavüş Paşa padişahın yanından ay­ rılınca sarayın etrafını gezdi. Bazı gizli kapıları açık bulduğundan bunların ne­ den açık bırakıldığını sorunca büyük va­ lidenin emriyle böyle hareket edilmiş ol­ duğu cevabını aldı. Bu arada büyük vali­ denin adamlarından birkaç kişiyi idam ettirdi. Bostancıbaşı Ali Ağa'nm da ye­ rinde bulunmadığı görülerek sabahleyin başı kesildi. Kösem Sultanın adamların­ dan kireççi başı da avni akıbete uğra­ tıldı. Ocak ağaları tegallüfaünün sona ermesi Büyük valide Kösem Sultan’m öl­ dürülmesiyle yeniçeri ocağı ağalan en büyük desteklerini kaybetmişlerdi. Bu­ nunla beraber ocağın nüfuzlu şahsiyetle­ ri olduklarına göre, birbirlerine düşme­ den topluca hareket eder ve yeniçerileri de arkalarından sürüklerlerse yine m ü ­ him birer kuvvet sayılabilirlerdi. Fakat Kösem Sultan’ın öldürüldüğü gecenin sa­ bahında başvurulan bir hareket bunları bir kuvvet olmaktan süratle çıkarıverdi. Hâdise gecesinin sabahında (3 eylül 1651 — 17 ramazan 10661) padişah ve­ zirler, ulema, bölük ağaları ve sair dev­ let erkânına haberler göndererek saraya davet etti. Açıkça anlaşıldığına göre bu davet Turhan Sultan’m Başlalası Süley­ man Ağanın telkini ile yapılıyordu. Ule­ madan birçok kimseler, vezirler ve devlet erkânı saraya geldiği sırada Dördüncü Sultan Mehmed Bab-üs-saade önüne ku­ rulan taht’a çıkıp oturdu. Bu arada eski kazaskerlerden Hanefî Efendi ve Hocazâde Mesud Efendi padişaha, sancak-ı şe­ rifin çıkarılması, şehre tellâllar gönderi­ 2018
lerek padişaha itaat eden her müslümanın saraya gelmesi, gelmeyenlerin ceza­ larım bulacaklarının ilânı tavsiyesinde bulunuldu. Bu tavsiyelerin her ikisi de tatbik olundu. Bu davete icabet etmıvenlerden şey­ hülislâm ve kazaskerler azledildi. Şeyhül­ islâm Karaçelebi-zâde Abdülâziz Efendiv’ye saraya gitmesi ısrarla tavsiye olunduysa da ocak ağalarım gücendirmek istemediği ve neticede onların ağır basa­ caklarını tahmin ettiğinden ağaların ya­ nında Orta camiinde kalmıştı. Sancak-ı şerif altına davete gelmiyenlerin idamına fetva verildiğinin ilânı muazzam bir tesir yarattı. Resmî vazife sahiplerinden başka İstanbul halkı da sarayın yolunu tuttu. Böylece sarayın av­ lusu, Ayasofya ve Sultanahmed meyda­ nına kadar asker sivil halk ile doldu. Ulema, devlet erkânı ve halk sara­ ya gitmekteyken yeniçeri ağası ile ocak ağalan, Ağa-kapısında durmanın doğru olmıyacağını söyliyerek Aksaray'da Yeni-odalardaki Orta camiine gittiler. Ye­ niçeri ağası bu maksatla ata binerken : «— Bu musahib ve mukarriplerin et­ tikleri nedir? Devlet umuruna müdahale edenleri istemeyiz. Valide Sultanı etbaı ile katlettiler, bu nasıl iştir? Bundan sonra validenin kanını isteriz» Deyince, yeniçerilerden biri «sen va­ lidenin vârisi mi oldun?» diye seslendi. Bu vaziyet ocak ağalanm n tahakkümün­ den yeniçerilerin bir kısmının memnun olmadıklarını gösteren bir işaretti. Birkaç gün önce esnaf saraya git­ mek isterken onlara mâni olan yeniçe­ riler, bu defa açıkça halka müzaherette bulunuyordu. Saraydaki kalabalık art­ makta devam ederken Hoca Sadeddin Efendi’nin torunu Ebu Said Efendi şeyhül­ islâmlığa, Hanefi Efendi ile Hoca-zâde M esu d Efendi kazaskerliklere tâyin edil­ diler. Yeni şeyhülislâmın teklifi ile bu arada bir hatt.ı hümâyûn yazılarak ocak ağalan saraya çağırıldı. H att.ı hümâyun­ da davete icabet etmedikleri takdirde haklarından gelineceği bilhassa kayde­ diliyordu. Yeniçeri ağası bu hatt-ı hü­ mâyûna karşı : «Bizden oraya gelecek yok. Biz burada dururuz ve padişahımı­ za âsi olmayız. Üzerimize gelirlerse kar­ şı koyup döğüşürüz» şeklinde cevap ver­ di. Fakat bu sırada yeniçeriler ağalanıl inadının yersizliğinin farkına varmışlar­ dı. Onun için çözüntü başladı. Bölük su­ bayları ve neferlerin çoğu sancak-ı şerif altına koşarlarken yeniçeri ağasını biri­ si uyartmaya çalışarak odalarda asker kalmamak üzere olduğunu bildirdi. Bu arada Samsuııcu Ömer Ağa «padişahın birkaç haremağasıııa kendilerini değiş­ miş olduğunu, buna mukabeleteıı şehri birkaç yerden yakmayı ve evleri yeniçe­ rilere yağma ettirmeyi» teklif ediyordu. Yeniçeri ağası böyle bir hareketin din ve devlete ihanet olacağını söyliyerek reddetti. Gittikçe yalnız kaldıklarını gö­ ren ocak ağalarından Kethüda Bey ye­ niçerilerin gitmelerine maııi olmak için altun ve kuruş torbalarım yanma getire­ rek, para ile adam tutmaya çalıştıysa da neferlerden ve çorbacılardan kimse buna yanaşmadı. Ocak ağalan yalnız kalırken onlarla beraber Orta camiine gelmiş olan ulema da dağıldı. Abdülâziz Efendi nihayet Yalıköşkü tarafından saraya gir­ mek istediyse de bostancıbaşınm yanın­ da kalması için emir verildiğinden ora­ dan dönüp Samatya'daki bahçesine gitti. Ocak ağaları ciddi şekilde yalnız kaldıklarını görünce can kaygusuna düş­ tüler. Bu arada yeniçeri ağası Şeyhülis­ lâm Ebu Said Efendiye, Kethüda Bey Sü­ leyman Ağa’ya birer tezkere yazarak aflarının temini için yalvardılar. Ocakla il­ gilerinin kesilebilmesi için affedildikleri bildirilirken kendilerine yeni memuriyet­ ler verildi. Ve ocağa hemerice yeni ta­ yinler yapıldı. Bu cümleden olarak Sekbaııbaşı Kara Hasan-oğlu Hüseyin yeni­ çeri ağalığına, Zağarcıbaşılıktan mazul Küçük Kasım Ağa kul kethüdalıfına, Ocak muhzırlığmdan mazûl Mustafa Ağa samsuncubaşılığa tayin çdildi. T-egallüb hareketinin başları olan sabık yeniçeri ağası Kara Çavuş Mustafa Ağaya Tamşvar (Temeşvar) valiliği, Kethüda (Çele­ bi Mustafa) Beye vezaretle Bosna vali­ liği, Bektaş Ağaya Bursa sancağı verildi. Derhal kaleme alman tayin emirleri Boynu-yaralı Mehmed Paşa ile kendilerine gönderilerek ertesi gün sabahleyin mut­ laka memuriyet mahalline hareketleri emrolundu. Bursa sancağına gitmeyen Bektaş Ağa, Silivri-kapı dışındaki çiftliğine sak­
lanıp, oradan gizlice yeniçerilerin sam. surtcu bölüğüne gelerek askeri tahrik et­ mek istediyse de samsuncu neferleri ken­ disini kabul etmediler. Bunun üzerine şe­ hir dahilinde saklanmıya çalışan Bektaş Ağa yakalanıp saraya getirilerek boğul­ du. Evinde bulunan bir mahzen dolusu para ve ik i güğüm dolusu altunu hazine namına zaptedildi. Temeşvar valiliğine gönderilen Kara Çavuş Mustafa Ağa Si­ livri civarındaki çiftliğinde tevkif edilip İstanbul’a getirildi. Padişah tarafından sorguya çekildikten sonra öldürüldü. Bin beşyüz kese kadar para ve buna göre eşyası hazine için zaptedildi. Bosna’ya gitmekteyken Kara Çavuş’un öldürüldü­ ğünü haber alan Kethüda (Çelebi Mus­ tafa) Bey memuriyet mahalline gitmiyerek kaçtıysa da nihayet Fireeik’te yaka­ lanıp idam olundu. İkibin keselik para ve sair eşyası hâzineye alındı. Ramaza­ nın sonuna kadar ocak ağaları böyle te­ mizlenip ortadan kaldırılırken eski Şey­ hülislâm Karaçelebi-zâde Abdülâziz Efendi de Sakız adasına sürüldü. Ocak ağalarının tegallübüne böylece kolay sayılacak şekilde nihayet ve. rildi ama, bu defa onun yerine harem ağalarının tegallübü kaim olmaya başladı. Kösem Sultan’ın öldürülmesi ve ocak ağalarınm ortadan kaldırılmasında en m ü ­ him rolü oynamış olan Süleyman Ağa 22 eylül 1651 de Dar-üs-saade ağalığına tayin edilerek saraydaki rütbe ve vazife­ si yükseltilmiş oldu. Fakat onun sözü me­ muriyeti ile kıyaslanamıyacak derecede fazla geçer hale geldi. Veziriazam Siyavüş Paşanın azli Veziriazam Siyavüş Paşa, kıîlarağası Süleyman Ağa’nın tahakümünü hisset­ mekle beraber buna m üm kün mertebe tahammül göstermekteydi. L âkin Defter­ dar Em ir Mustafa Paşayı azlettiği zaman, Süleyman Ağa’nın onu koruması ve «Em îr Paşayı incitmesinler» diye haber göndermesi üzerine- araları açıldı. Süley­ man Ağanın kuvvetli nüfuzunun herkes farkında olduğu cihetle, veziriazamın maiyetindeki memurlar muhtelif düşün­ ce ve gayelerle birçok şeyleri kızlar ağa­ sına haber veriyorlardı. Nitekim veziriâzamın, Emir Paşa meselesi üzerine «bu nasıl vezarettir ki ben bir arabm m ağ­ lûp ve mahkûmu olayım» deyişini ve İbşir Paşa ile mektuplaşmasını, bu mek­ tuplarda kızlar ağası aleyhindeki fikir­ lerini Süleyman Ağaya haber vermişler­ di. Süleyman Ağa bunları öğrenince, ta­ bii derlıal valide sultana veziriâzamm az­ lini tavsiyeden geri durmadı. Siyavüş Pa­ şanın tayinler münasebetiyle biraz fazla caize alması da onun aleyhinde k ullanı­ lacak kozlardandı. Valide Turhan Sultan kızlar ağası­ nın tavsiyesini müteakip kethüdası M i­ mar Kasım Ağa’yı çağırarak, Siyavüş’ün azli takdirinde Gürcü Mehmed Paşanın sadarete getirilmesinin münasip olup olmıyacağım sordu. Kasım Ağa ise : *— Devletlû Sultanım, Gürcü Meh­ med Paşa ebleh bir adamdır, bu büyük hizmetin uhdesinden gelemez. Eğer onu sadrıâzam yaparsanız Siyavüş Paşa’nın ondan bin mertebe yukarda durması ge­ rekir. Eğer muradınız azletmekse Siyavüş’ten üstün bir adamın veziriâzam ol­ ması makuldür* dedi. N aimâ’ya (C: 5, S: 170) göre, Kasım Ağa, valide sultan «Siyavüş’ten üstün kim var?» diye sorduğu takdirde Köprü­ lü Mehmed Paşayı tavsiyeye niyetlen­ mişti. Lâkin böyle bir sual tevcih etmeyan valide sultan : •s— Şim dilik Gürcü’yü edelim, uhde­ sinden gelmezse tedarik mümkündür*. Şeklinde konuşması üzerine Kasım Ağa valide sultanın huzurundan aynldı. Anlaşılan, kızlar ağası valide sultana Gürcü Mehmed Paşayı tavsiye etmişti. Siyavüş Paşa’dan mühr-ü hüm âyû­ nun alınması dar-üs-saade ağasının n ü ­ fuzunun derecesini, ayni zamanda etra­ fa ne tarzda hükmetmeye çalıştığının da örneğini vermektedir. Siyavüş Paşa sa­ raya davet edilince, kızlar ağası onun pa­ dişahla buluşmasını önledikten başka, içeri girer girmez : «— Ver mührü!» Diye gazabla hitab etmiş ve Siya­ vüş Paşa’m n : «— Padişahın huzuruna varalım, ba­ kalım azlimizin sebebi ne imiş?» sözüne karşı yumruğunu sıkıp üzerine yürüye­ rek küfür dolu kelimelerle : «— Mührü ver, yoksa ağzım kıra­ rım!» 2020
Deyince Siyavüş Paşa çıkarıp m üh­ rü verdi. Darüssaade ağası, Siyavüş Pa. şa’yı bostancıbaşı hapsine attırdıktan sonra katlettirmek istediyse de Valide Sultan C'nım öldürülmesine izin vermedi. Böylece bir siyah hadımın arzusu neti­ cesi, N aim â’nm «her umurda makam-ı vekâletin hükm ünü vermek üzere hare­ ket ederdi» dediği bir adam sadaretten uzaklaştırılıp, doksanlık âciz bir ebleh hükümetin başına geçirildi (30 ekim 1651). Tarlıoncu Ahmed Pasa’mn sadnâzamlığa tayini Siyavüş Paşadan sonraki sadrıâzam Gürcü Mehmed Paşa, çok âciz bir kim ­ se idi. Bunun beceriksizliğinden kızlar ağası istifade ediyor ve sadrıâzamı hük ­ mü altında tutarak, hem saltanat sürü­ yor, hem de servet biriktiriyordu. Gür­ cü Mehmed Paşanın aczine dair mütead­ dit misaller zikreden Naimâ (C: 5, S: 203 - 216) nın belirttiği üzere, onun ac­ zini meydana çıkarıp münakaşadan ge­ ri kalmayan Anadolu Kazaskeri Hocazâde Mesud Efendi idi. Onun, sık sık ve­ ziriazamı bozup mat etmesi saray dışın­ da da duyulmuş ve halk arasında, işlerin başına muktedir ve müdebbir bir vezi­ riazam geçmelidir, diye söylenmeler baş­ lamıştı. Gürcü Mehmed Paşa bunun far­ kında olduğu halde sadrıâzamlığı bırak­ mak istemiyor, rakip gördüğü kimseleri İstanbul’dan uzaklaştırarak mevkiinde tutunmaya çalışıyordu. Onun bu hali karşısında Hoca Mesud Efendi de eski Mısır valisi Tarhoncu Ahmed Paga’yı veziriazam yaptırmak istiyordu. Bu sırada devlet çok sıkıntılı gün­ ler yaşamaktaydı. Anadolu’nun durumu ivi değildi. Hâzinede para yoktu. Girit’e vardım yapılması ve donanmanın m ü­ him sayıda gemilerle takviyesi gereki­ yordu. Gürcü Mehmed Paşa gibi okur yazar olmıyan bir cahil âcizin bunların tekini bile muvaffakiyetle başarması imkânsızdı. Bu haline rağmen Tarhoncu Ahmed Paşa’nm sadrıâzam yapılacağını anlıyarak sipahileri tahrike teşebbüs et­ mekteydi. Bu sırada Gürcü Mehmed Paşa'nın mallarını müsadere ve Yedikule’de hapsettikten sonra Yanya sanca­ ğına tayin etmiş olduğu Tarhoncu Ah­ med Paşa, Hoca-zâde Mesud Efendİ’nin tesiriyle sadaret kaymakamı yapılmak üzere yoldan geri çevrilip İstanbul’a ge­ tirtilmişti, G irit’e yardım kuvveti götü­ recek donanma inşasındaki usulsüzlük ve suistimal dolayısiyle Hoca-zâde, sadrıâzamı acı şekilde tenkid edince Gürcü Mehmed Paşadan m ühr.ü hümâyûnu alan padişah, kimin sadrıâzam yapılması­ nın münasip olacağını soruşturdu ise de kesin bir cevap alamadı. Bu vaziyet kar­ şısında padişah mühr-ü hüm âyûnun G i­ rit serdarı Hüseyin Paşa’ya gönderilme­ sine, Tarhoncu Ahmed Paşa’nın da sa­ daret kaymakamlığı etmesine karar ver­ di. Lâkin Valide Sultan ve onun telkini ile hareket eden padişahın arzusuna rağ­ men Gazi Deli Hüseyin Paşa’nın sadrıâzamlığı tahakkuk edemedi. Zira, veziri­ azamların serdar olması takdirinde ka­ pıkulu ocaklarının serdarla birlikte sefe. re gitmeleri kanundu. Halbuki hâzinede kapıkulu ocaklarının maaş, harcırah ve postal paralarım karşılıyacak kadar pa­ ra yoktu. Onun için bir hayli müzakere­ lerden sonra en nihayet Tarhoncu A h­ med Paşa’nm sadnâzamlığa getirilmesi uygun görüldü. Erkânın meşvereti ile bu karar alınıp vaziyet padişaha bildirilin­ ce, Sultan Mehmed Tarhoncu Ahmed Paşa’yı tahtın önüne kadar (Naimâ C: 5, S: 223) çağırarak: «— Paşa ne dersin? Bu üç husus ki biri Girit, biri donanma ve biri de mevacib ve masarife mal yetiştirmeyi taahhüt eder misin?» Dedi, Tarhoncu da tereddüde kapıl­ madan: «— Ferman padişahımındır, taahhüt ederim» Cevabını vermesi üzerine, padişah mühr-ü hümâyûnu ona verdi. N aimâ’nın Şarihülmenar-zâde’den naklen bildirdi­ ğine göre; padişah m ührü Ahmed Paşa­ ya verirken, ileri sürdüğü üç şartı ta­ hakkuk ettirmek üzere sadakatle çalış­ ması hususuna m üftü ve kazaskerleri kefil tutmak istemiş, onlar da böyle şey­ lerde kefaletin değil yardımın mevzuubahis olacağını bildirmişlerdir. Bu cevap karşısında meşvereti elden bırakmama­ sını tenbih eden padişah, Ahmed Paşa­ ya:
«— Baka, her vezir mazul olmaz, saknı. Eğer taksirin zuhur ederse başı­ nı keserim» dedi. Bunun üzerine Ahmed Paşa: «— Padişahını, benim de iki ricam vardır. Evvelâ miri malını kimde bu­ lursam tahsil edeyim, kimse mani olma­ sın ve tedbirime kimse karışıp muarızlık etmesin. İkincisi Gürcü Mehmed Paşa gelişigüzel ve ifrat üzere maa§ verip muzır ihdaslarda bulunmuştur, bunlar ilga edilsin® dedi. Padişahtan bunla­ rın ikisine dair birer hatt-ı hüm âyûn al­ dı. Ayrıca her işte müstakilen hareket edeceğine dair eline bir hatt-ı hümâyûn da verildi (20 haziran 1652). Bundan sonra Tarhoncu Ahmed Paşa orada bu­ lunan erkâna hitaben: «— Ben bu makama lâyık değilken Allahu Tealâ lâyık görüp ihsan eyledi. İmdi, ya her 11e dilersem ederim, ta ki Devlet-i Aliyyeye bir nizam veririm, ya­ hut da kelleyi veririm. Sairleri gibi ölüm korkusu ve el hatırı gözlemem; rüşvet ve şefaat ile bir mansıp veremem» dedi. Tarhoncu Ahmed Pasa'nın sadrıâzamlığı ve icraatı Tarhoncu Ahmed Paşa sadrıâzam olduğu sırada hâzinede müthiş para sı­ kıntısı çekilmekteydi. Zâten diğer m ü­ him işlerin halli de bu sıkıntının gide­ rilmesine bağlıydı. Onun için, devlete samimi şekilde hizmet etmek isteyen Tarhoncu Ahmed Paşa mesaisinin m ü­ him kısmını bu davanın halli hususuna hasretti. Hâzinenin para sıkıntısı çekmesi ye­ ni bir şey değildi. Sultan İbrahim’in ilk sadnâzamı Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra israf ve sui­ istimallerle bu sıkıntı her geçen yılda biraz daha artmıştı. Bu yüzden devlet hizmetleri hayli aksıyor, usulsüzlükler karşısında halk tabakası ıstırap çekiyor­ du. Devlet hizmetleri namuslu eller ta­ rafından yürütülüp, israftan kaçınılsa ve bu yolda sebatkâr davranılsa zamanla iş­ ler düzelebilirdi. Tabi’i bu mühim şeyle­ rin takip ve tatbiki esas itibariyle sadnâzam ın icraatına bağlıydı. Tarhoncu Ahmed Paşa sadaret ma­ kamına geçerken padişahtan aldığı hatt-ı hümâyûna güvenerek işe koyuldu. Ev­ velâ hal ve vakti müsait olan divan er­ kânı ve sair kimselerden hâzineye im ­ dat şeklinde para istedi. Pek aceleci dav­ randığı bu işte kısa zamanda iki yüz keseden fazla para temin etti. Tarhoncu Ahmed Paşa bu arada hayretle karşıla­ nan bir harekette de bulundu: «Halk k ı­ lıçtan korkar, gayrı şeyden korkmaz» mülâhazasiyle, zindanlardaki kürek mah­ kumlarından bir kaç kişiye (Naimâ, C: 5, S: 226) sırmalı zengin elbisesi giydi­ rerek öldürttü ve cesetlerini herkesin görmesi için kalabalık caddelere bırak­ tırdı. Lâkin halk bunların aslen fakir mahkûmlar olduğunu anlamakta gecik­ medi. Tabi’i bu hareket halkın zaviye­ sinden onun lehinde bir not olmadı. Za­ manındaki müverrihlerin kaydettiği veçhile; matbah. tersane, tophane ve sair yerlerle maaşa bağlı askerin defterleri­ ni yoklayıp m üm kün mertebe israfları kesip masrafları azaltmakla işe başlama­ sı gerekirken, bir kaç zavallının kanını dökerek ehemmi mühimine tercih etmiş oldu. Ancak bu gözdağı hareketinden sonradır ki zikri geçen defterleri tetkik ettirdi. Tarhoncu Ahmed Paşa, ilk günlerde kendisini tebrike gelen gümrük eminin­ den hazine için üç yüz kese para istedi. Aynı zamanda matbah ile koyun emini olan bu adam bir çok koyun sürüsüne sahip olup İstanbul’un et piyasasını eliııde tutuyordu. Ahmed Paşa bir çok kimsenin yanında bu talepte bulunup, rüşvet ve iltimasa teşebbüsünün kendisi için felâket doğuracağını ihtar edince, adam hem istenilen parayı getirdi, hem de orada bulunanlar sadrıâzamııı tesir kabul etmiyeceğini peşinen görmüş oldu­ lar. Ahmed Paşa’nm hatır gönül dinle­ meden çalışması ile alâkalı ve bu babım­ dan zikri gereken mühim bir hadise de, Valide Sultanın meşhur adamı Darüssaade Ağası Süleyman Ağa’nın azlidir. Sü­ leyman Ağa, azledilen yeniçeri kâtibinin tekrar vazifesine alınması, kendi adam­ larından birinin Mısır valiliğine tayini için sadrıâzama müteaddit defa müraca­ at etmiş, Ahmed Paşa da bu durum kar­ şısında onu Valide Sultana şikâyette bu­ lunmuştur. O arada Valide Sultanın mürebbiyesi evlenirken bir kürk ve para meselesinden dolayı Valide Sultana kar­ şı hürmetsizce sözler sarfetmesi ağanın 2022
Tarhoneu Ahmed Paşa bütçesi (İlâve : 128) ★ Tarhoncu Ahmed Paga nın Osmanlı tarihindeki şöhreti; rüşvet ve irtikâbı önleme, masrafları kısmak suretiyle ha zine açığını kapatma yolundaki gayret lerindeıı başka hazırladığı bütçe lâyiha­ sından da ileri gelmektedir. Devletin on yıllık gelir gider hesaplarının mukayese­ si ile 1065 yılındaki gelir ve gider mik­ tarını gösteren bu lâyiha, pek çok tarihcilerce, Osmanlı imparatorlusunda tan­ zim edilen ilk bütçe zannedilmiştir. Hal bu ki, lâyihanın kendisi bile, geçmiş on yıla ait mukayeseyi ihtiva ettiği cihetle ilk bütçe olmadığını göstermektedir. Av­ r u p a lI müverrihleri ve son yıllara gelin­ ceye kadar bizde ki tarihçileri bu mese lede hataya sevkeden âmil, Osmanlı ta­ rihçilerinin devletin irat ve masrafların dan sarahatle ve rakam zikrederek bah­ setmemişleri olsa gerek. Şayet, tarhoncu bütçesinin hazırlandığı sırada mali sıkın­ tı olmasa, buna çare bulunmak üzere çetin gayretler lıarcanmasa ve bu mevzu üzerinde padişahın huzurunda müzakere ler cereyan etmeseydi, Osmanlı tarihle rinde 1063 hicri yılı bütçesine alt bilgi de yer almıyacaktır. Meselâ «Aynî Ali risalesi» nde, bütçe açığının belirtilmesi vesilesiyle 1564, 1592, 1597 yıllarının irat ve masrafları kaydolunmuştur. Nite­ kim 1063 den sonraki devrede de dev­ let masraflarıyla ilgili pek mühim bîr şey cereyan etmemişse, kaynakların bolluk ve genişliğine rağmen, tarihlerde bütçeye ait malûmat göze çarpmaz. Esasen Tarhoncu bütçesinin OsmanlIlarda ilk bütçe olmadığını İfade edecek (üçünoü cildde 1456 ıncı sayfaya bakınız) bir çok deliller mevcuttur. Tarhoncu bütçesinin on yıllık muka­ yeselerle birlikte hazırlamşma tersane bahçesinde padişahın huzuru ile yapılan bir toplantı vesile teşkil etmiştir. Hâzi­ nenin para sıkıntısına bir çare bulmak gayesiyle 19 rebiülevvel 1063 {milâdi : 17 şubat 1653) günü veziriâzam, şey­ hülislâm, kaptan-ı derya, defterdar ve kazaskerlerin iştirakiyle yapılan bu top­ lantıda, o sırada onifci yaşında bulunan Dördüncü Mehmed : j 2023 «— Babam merhum zamanında ve daha evvellerde devletin iradı masarifine kifayet eder ve belki de artardı. Benim masrafım babam kadar yok. Irat yine evvelkidir: şimdi irat yetişmeyîp tersane ve sair mühimmata akçe tedarikinde iz­ hara acz etmenizin sebebi nedir?» Diye sorunca, Veziriâzam Tarhoncu: «— Padişahım, devlet-i aliyyenin ih­ racat ve masarifi şimdi evvelkiden ziya­ dedir. Onun için kifayet eylemez» Cevabını verdi. Bu sual ve cevabı müteakip orada bulunanlar muhtelif şey­ ler söylediler. î'yeticedeJ birkaç senelik irat ve masraf hesabı çıkarıldıktan sonra durumun padişaha arzı ve buna göre bir tedbîrin düşünülmesine karar verildi. Kararı müteakip, hazine hesaplarının tet­ kiki için defterdarlığa gereken hatt-l hü­ mâyun yazıldı. Bu karar ve hatt-ı hümâyûndan son­ ra divan üyeleri Defterdar Paşa sarayın­ da. bir toplantı aktettiler. Toplantıda defterdar, 1063 fmilâdi 1653) senesinde devlet hâzinesi gelirinin 24 bin yük (2 milyon 400 bin akçe), masrafın bundan 1200 yük fazla olduğunu, yani 25 biıı 200 yük bulunduğunu bildirdi. Naimâ ta­ rihi ve Kâtib Çelebi'nin «Fezleke» sinde belirtildiğine göre; bu 24 bin yükün 6 bîn yük kadarı İstanbul'daki gider mik­ tarı olup üst tarafı memleketin diğer yerlerindeki sarfiyata aitti. Bu ifadeden anlaşıldığına göre Osmanlı hazine he* saplarında İstanbul'daki gelir ve giderlerle^ memleketin sair yerlerine ait gelir giderlerin hesabı ayrı kaydedilmekteydi. Defterdar; hazine gelir ve giderini söylerken aradaki açıgm bir sene sonra­ ki varidatın zamanından önce tahsili su­ retiyle kapatılmaya çalı sildiğim da İlâve etti. Defterdarın okuduftu rakamların ar­ kasından herkes fikrini söyledi. Netice­ de, bir karar olarak* müverrih Naimâ’run ifadesiyle: «Kara Mustafa Paşa zamanında, 1053 senesinde İrat ve masarif beraber olup hatta irattan biraz mebaliğ artmış idi; sonra açığa ne sebep oldu; her kalemden on yıllık vekayi çıksın, bu malûm olduk-
gözden düşmeye . başlamasına yol aç­ mıştı. Onuıı için Veziri âzamin şikâyeti tesirini göstererek azli temin edildi, Osmanlı tarihinde kendi adı ile anı­ lan bütçe lâyihası ile meşhur olan Tarhoneu Ahıned Paşa, saraydan gelen te­ sir ve tavsiyelere bile aldırmadığından rüşvet ve İrtikâp yolu kapanmıştı. Ve­ ziriazam hâtır ve gönül dinlemeden mutlak bir doğrulukla çalışıyordu. Defterdar Zurnazen Mustafa Paşa, sadrıâzamm da müşahede eylediği para kifayetsizliğinden şikâyet ettiği içiıı pa­ dişahın huzurunda bir toplantı yapıldı. Veziriazam, şeyhülislâm, defterdarlar, kazaskerlerin hazır bulunduğu bu top­ lantıda. mevcut malî sıkıntıya çere bul­ mak üzeı'e müzakereler cereyan etti. Neticede (M. Belin; Türkiye İktisadî Ta­ rihi S: 144): Valilerin bundan sonra vi­ lâyet varidatından kendilerine maaş karşılığı tutulan meblağ ile iktifa etme­ lerine ve varidat fazlasının «irsaliye» namı altında İstanbul'a gönder mele ri ne; Erzurum, Çankırı, Kastamonu. Manisa ve sair bazı eyâlet ve sancakların ilti­ zama bağlanıp (İsmail Hakkı Uzıtnçarşılı, Osmanlı Tarihi: C: 3, S: 269) vali­ lerin bu iltizamdan muayyen bir kısmı­ nı her yıl hâzineye göndermelerine; bunlardan başka has, zeamet ver paşmaklık sahiplerinin bunlardan ellerine geçen irattan ihtiyaçtan fazla olanını h â­ zineye devretmelerine karar verildi. İlk örnek olmak üzere Aiımed Paşa kendi haslarının gelirinden yirmi bin kuruşu bunlardan başka has, zeamet ve paşmaklıklardan hazîneye terkedilecek m ik­ tar yediyüz bin kuruş olarak hesaplan­ mıştı. Yine bu toplantıda verilen karar cümlesinden olarak, değirmenlerden se­ nede bir riyal (bir riyal bu tarihte sek­ sen akçe idi) öğütme resmi alınacaktı. Yılda altı yüz bin kuruş tutacağı hesap­ lanan değirmen vergisinin tatbiki m üm ­ kün olmadı, Ziı-aT daha Üsküdar’dan işe başlarken, sipahiler «biz ulûfe almaz­ ken değirmenlerimizden akçe alınmak ne demektir?* diye şikâyet ve itiraza kalkmışlardı. ran sonra ilâcı ne ise görülür* denildi. Bunun üzerine, mâliyenin alâkalı daIreie-rî 1053 yılından itibaren on yıllık hazine gelir ve gider hesabım çıkarıp ve­ ziriazama verdiler, Veziriazam da hesap durumuna göre, masrafların neden arttı­ ğının izahını da yaparak bunu padişaha sundu. Isto «Tarhoncu. Ahmed Pasa lâ­ yihası» budur. On yıllık hesapların tetki­ kiyle bütçe açıgmın hangi sebeplerden ileri geldiği sarih şekilde gözler Önüne serilmişti. Mevcut sıkıntılı duruma bir çare bulunması içip, bir tetkikat yapilîp Tarhoncu bütçesi meydana gelmekle be­ raber, Naimâ’nin da belirttiği üzere bir netice çıkmadı. Zira, tasarruf temin ede­ cek şartlara riayet edilmedi. Bunu yap­ ını ya çalışan Tarhûncu Ahmed Paşa’mn katli ile eskiye nazaran hic fcir şey de­ rişmeden bozuk durum ayni şekilde de­ vam etti. Hâzinenin açiğı hakkında müzakere­ ler yapan heyette K â tib Celebi bu mesele ile ilgili «Düstur-ul-amel li ı$Jah-il-haIeh> adını taşıyan bir risale kaleme alarak padişaha takdim etti. Kâtib Çe]ebi’nin risalesindeki tavsiyelere de pek aldıran olmadı. Nitekim kendisi «Fezleke» sinde bu hususta: «Hüsam-zâde miiitü iken ol risaleyi talep eyledi, yazıp verdim; hu­ zuru hümayuna ar2 etmig, Risalenizi pa­ dişahımıza okuyup ve okuttuk dediler. Lâ­ kin mucibi amele gelmiyeeeğin fakir bi­ lip asla mukayyeti olmadım; belki za­ man ile bir padişah agâlı olup onunla amel eyleyip fevaidini müşahede eyliyes; der. Müverrih Naimâ nın istifade ettiği Ma'an-zâde Hüseyin Bey harem-i hassada bulunduğu sırada mühim vak'alan bir , • tarih gibi kaydederek "bir mecmua mey­ dana getirmişti. Ma'an-zâde, Tarhoncu Ahmed Paga'nm yazıp padişaha takdim ettiği irat ve masraf defterini de bu mecmuasında iktibasen dercetmisti. Bibliyografyaı Naimâ; T arih C: 1 ve 5. Hammer (M, A ta): Devlet-i Osmaniye Tarihi C: 10. M. Belin CM. ZJya): Tür­ kiye İktisadi Tarihî. İsmail Hakkı tJzuncarçıli; Osmanlı devletinin merkez ve Bahriye teşkilâtı. Kâtib Çelebi; Fezleke C; 2. Kâtib Celebi; Düstur-ul-amel li ıslah-il halel. Mehı^ed Halîfe; Tarîh-i Gîlmânl. Silâhdar Mchmed Ağa; Silâhdar tarihi. C; 1* R3şİd: Tarih C: 1. 2024 ■ * *
Tarhoncu Ahmed Paşa’nın katli Masrafları kısmak, rüşvet ve irtikâbı önlemek için hatır gönül dinlemede!! doğrulukla çalışan Tarhoncu Ahmed Pa­ şa, Ou yüzden bir hayli düşman kazan­ makta gecikmedi. TarhoncuVa hasım ke­ silenlerden biri de Kaptan-ı derya Der­ viş Mehmed Paşa idi. Padişahın huzu­ runda tersanede yapılan bir toplantıda, donanma ve levazımına tahsis edilecek para yüzünden veziriazamla kaptan-ı derya münakaşa etmişler, bu yüzden ikisinin arası fazlaca açılmıştı. Veziriâzam, hazine darlığı sebebiyle Derviş Mehmed Paşaya 20 kese nakid, 300 ke­ selik de havale vermişti. Kaptan-ı der­ ya hepsinin nakid verilmeden iş görülemiveceğin: beyan ederken, veziriazam da paranın mevcut olmaması dolayısivle 300 keselik havalede ısrar edince birbirlerîyle atışıp (>Taimâ C: 5, S: 275, 292) karşılıklı acı sözler söylemişlerdi. Tarhoncu’yu düşürmek isteyen saray mensupları ve sair kimseler, işte bu mü­ nakaşadan ziyadesiyle istifadeye çalış­ tılar. Çocuk hükümdarı Derviş Mehmed Paga'ya meylettirmek için Tarhoncu aleyhine bir sürü yalanlar uydurdular. Aleyhdarları, evvelâ azli ile bir hudut vilâyetine gönderilmesinin teminini he­ saplarlarken, bilâhare, Naimâ (C: 5, S: 296) m n bildirdiği veçhile: «bu vezir bütün umurda padişahın tarafına fayda­ lı olmak üzere hareket edip, cümlemi­ zin hatırım bu dava ile selbeyledi. Dev­ letin irat ve masrafı ahvali malûmdur. Bunun yerine gelecek veziriazam cümle­ mizin hatırına riayet ederse yine bir iş görmeyip bunun sadakatla hizmeti o za­ man belli olur. Şimdi bu sağ kurtulur­ sa ol vakit evveliyet tariki ile vezir olup bizden intikam alır. Münasip budur ki, cülus töhmeti ile itham edip, padişa­ ha katlettirip şerri havfinden emin ola­ lım* dediler. Tarhoncu basımları, yeni­ çeri ağalığından çıkma Süleyman Paşa­ ya veziriâzamlık vaadederek oyunlarına vasıta kıldılar. Ve Tarhoncu’nun, kendi­ sini tahttan indirerek yerine kardeşi Süleyman’ı iclâs edeceğine çocuk padi­ şahı inandırdılar. Neticede Tarhoncu tersanede donanma işlerini görüştüğü sırada saraya çağrıldı ve katlolundu (20 mart 1653 - 20 rebiülahır 1063). Tarhoncu Ahmed Paşa, katlinden bir hafta önce öldürüleceğini anlamıştı. Buna rağmen tuttuğu yoldan dönmedi. Tersaneden ayrılırken bu gidişin Ölüme olduğunu kuvvetle tahmin ederek herkes­ le helallaşmıştı. Saraya yaklaştığı sırada yanında bulunan tezkerecesine: «beni katletseler acır mısın?» diye sorduktan sonra, sözüne devamla: s— Beni katletseler asla muztarib olmam; şehadet canıma minnettir. Ben bir belâya giriftarım ki ölümden gayrı kurtuluş yoktur. Sadakat ve doğrulu­ ğumdan bana düşman olan hainlerin söz­ leri makbul olup beni haksız vere gayza hedef kıldılar. İyi ve doğru için sây-ü gayret ve hizmetim bilinmedi» demişti. Padişaha da : «— Padişahım, sen beni şer' ile öl­ dürmüyorsun. Benim mucib-i kati suçum yoktur; zulm ile öldürüyorsun. Rûz-u mahşerde iki elim yakandadır» sözlerini sarfetmişti. Derviş Mehmed Paşa’mn s a d r ıâ za m lığ ı Derviş Mehmed Paşa sadrıâzam ol­ duğu sırada yetmiş yaşında idi. Dördün­ cü M urad’ın Bağdad fethinden beri ve­ zir rütbesinde bulunduğu cihetle bu ba­ kımdan hayli tecrübeli idi. Selefi Tar­ honcu Ahmed Paşa gibi dikine gitmiyerek hem sarayı hem de dışarıyı idareyi başarıyordu. Pek insaflı bir kimse ol­ mamakla beraber bu durumunu tecrübe ve kurnazlığı sayesinde maskeliyordu. Derviş Mehmed Paşa’nm sadrıâzam. ljğı sırasında da devleti meşgul eden en mühim mesele; hâzinedeki para kifayet­ sizliği ve Girit harbi idi. Derviş Meh­ med Paşa, bütçe açığını kapatmak için selefi gibi davranmadı. Onun biçiminde samimi hassasiyet göstermeyen bu adam, daha ziyade zamanının gidişatına ayak uydurdu. Hâzineye de müsaderelerle pa­ ra bulmayı tercih etti. Derviş Mehmed Paşa’nm müsadere siyasetine ilk hedef olan şahıslardan biri Tarhoncu Ahmed Paşa’nm kethüdası M ümin Ağa idi. Adamcağızı bunun için hapis ve işkence­ ye tâbi tuttu. Bu vaziyet karşısında (Naimâ: C; 5, S: 300) Mümin Ağa: i — Bizim paşamız rüşvet almazdı; âlem bilirdi. Vezir kethüdalarının belki 2025
cümle menasıb ashabının irad-ı tabi’i ve damlarının Valide Sultan nezdindek. menafi kanunları malumdur. İrat ve müracaatları üzerine kendisinin İstan­ masrafım hesap olunsun; irad-ı tabı'ım bul’da kalmasına dair hattı- hümâyûn den hariç hediye ve bâd-ı hava dahi çıktıysa da, sadrıâzam onu ne yapıp ya­ muradları üzere bir şey farzolunsun, pıp Girit’e yolladı. ona göre benden mal talebetsiıılers Dediyse de, bütün malının karşılı­ Valide S ultanın evlendirilip saraydan ğı olarak peşinen verdiği doksan kese uzaklaştırılmasını isteyen şeyh akçeye ilâveten daha fazlası istenerek hapiste alıkonuldu. Nihayet Mümin ADerviş Mehmed Paşa’nm sadrıâzam ğanın kayın biraderi olan eski Sadrıâzam lığı sırasında Diyarbekir’den İstanbul’a Siyavüş Paşa ve ayrıca tbşir Paşaların gelen Mahmud namındaki şeyh, nakibümektupları, affı için müracaatta bulun­ leşraf Zeyrek-zâde Abdurrahman Efenmaları üzerine serbest bırakıldı. di’ye giderek (Naimâ C: 5, S: 320); «din Derviş Mehmed Paşa sadrıâzam ol­ ve devletin haraba yüz- tutup müslüduktan sonra bir çok makamlarda ta­ mihnette kalmasına sebep; yin, azil ve tebdiller yaptı. Bu mey an­ manİarm şer’i şerifin terk olunup devlet umuru­ da mühim olarak Defterdar Zumazen na kadınların karışmasıdır. Madem ki Mustafa Paşa’yı Temeşvar valiliğine, Valide Sultan ve etbaı devlet umuruna Zumazen’den önceki defterdar Emir Pa­ müdahale ederler ve bundan fitne ve şayı Temeşvar’dan-Kanije’ye tebdil et­ fesat çoğalır; gereği olan budur ki, va­ ti. Zurnazen’den açılan defterdarlığa da lide sultanı bir adama tezviç ve saray-ı «baş bakikulus Morali Mustafa Ağayı hümâyûndan ihraç edeler» demiştir. Ab­ getirdi. Mustafa Ağayı defaten başdefdurrahman Efendi bu sözü bir daha söy­ terdarlığa getirirken emirülümeralık lememesini, zira başma bir belâ gelebi­ vânı küçük derecede paşalık payesi de leceğini tenbih etmişse de, o yine etraf­ tevcih etti. Kendisinin sadrıâzam olması ta sarfetmeye devam edince, veziriâzam üzerine açılan kaptan-ı deryalığa Çatarafından Süleymaniye tımarhanesine vuş.oğlu Mehmed Paşa’yı getirdi. Gikonulmuştur. Bu defa, talebe ve ahbap­ rit’e kuvvet ve mühimmat götürmeye larından başka halktan bazı kimseler de, memur edilen Çavuş-oğlu’nun donanma böyle konuşan şeyhi görmek için tım ar­ ile Rodos önlerine kadar gidip düşman gemileriyle muharebeye cesaret edemi- haneye koşmuşlardır. Ziyaretçileri gel­ dikçe şeyh: «doğru söz söylediğimiz iyerek İstanbul’a dönüşünden sonra da bu çin zenciri boğazımıza taktılar? tarzın­ vazifeyi eski Sadrıâzamlardan Kara Muda konuşup halkın da merakı artmış ve rad Pasa’va tevdi etti.. Derviş Mehmed ziyaretçileri çoğalmıştır. Şeyhi görmeye Paşa, Valide Sultana iyi görünmesini gelenlerin her biri bir şey söylemeye ve başardığından bu tayinleri fazla zahmet bilhassa: «Vah vah işte doğru söyleyen çekmeden yapabiliyordu. Tarhoncu Ahböyle olur. Şeyh, Allahın emrini buyur­ med Paşa’nm, idamına sebep olanlardan muş; Valide Sultan tezviç olunsa ne oSüleyman Paşa’nm sadarette gözü oldu­ lur?» gibi sözler sarfetmeye başlamış­ ğunu bilen Derviş Mehmed Paşa onu Gilardır. Bu vaziyet karşısında bir hadise­ rit’e tayin etti. Süleyman Paşa bunun nin çıkmasından çekinen veziriâzam, se­ üzerine Girit’e gönderilmekten kurtarıl­ lâmeti, tımarhaneye konduğu andan be­ ması için saraydaki adamlarına ricalar­ ri hiç bir delilik alâmetine rastlanmıyan da bulundu. Onun bu iş için sarfettiği şu bu adamı memleketine göndermekte sözler, rahat ve mevki düşkünü kimse­ bulmuştur. lerin Girit’e gitmeyi nasıl bir felâket telâkki ettiklerini göstermesi bakımın­ Kızlar ağasının padişaha dan dikkate değer: «Beni veziriazamın pençesine teslim ettiniz. Girit gibi girhükmetmesi dab-ı mihnete salıp beni idam etmek is­ Süleyman Ağa’nın dar-üs-saade ağa­ ter. Bari sahip çıkıp bu vartadan tahlis lığından azledilmesiyle, hadımlar tegaleyleyin. Bilâ mansıp İstanbul’da otur­ lübünde bir hafifleme vuku bulmuş de­ mama razıyım». Süleyman Paşa’mn a­
ğildi. Zira, Süleyman Ağa ile işbirliği etmek suretiyle yeniçeri ocağı ağaları tegallübüne son verenlerden Behram Ağa ve hadım Hoca Reyhan Efendi yine sarayda idiler. Behram Ağa, Süleyman Ağadan sonra dar-üs-saade ağası olmuş­ tu. Mühim işlerde umumiyetle Hoca Reyhan Efendi ile işbirliği etmekte ber­ devamdı. Derviş Mehmed Paşa'nııı sadareti zamanında sarayda cereyan eden bir hâdise, bu hadımların, çocuk padişaha hükmeder tarzda harekette bulunabil­ diklerini ifade bakımından ehemmiyet arzeder. Mevzuubahis hadise şudur: a Dördüncü Mehmed onüç yaşına bas­ tığı sene Ramazanda arefe günü Sinanpaşa köşkünde hüner sahiplerinin oyun­ larını seyrettikten sonra Has-odaya gel­ mişti. Padişahlar ötedenberi arefe gü­ nünün gecesinde Has-odaya gider ve sa­ baha kadar enderun ağalarının oyun ve hünerlerini seyrederlerdi. Enderun ağalan arasında güzel ko­ nuşan, bilgili, saray adabına vukufu olan bir çok kimseler mevcuttu. Çocuk padi­ şah sabaha kadar Has.odada kaîınca, bu bilgili ve nüktedan adamlardan hoşlanıp içlerinden bir musahib seçer de kendi otoı'itesi zedelenir diye düşünen Behram Ağa, Sultan Mehmed’i çabucak hareme göndermeye (Naimâ C: 5, S: 419) çalış­ tı. Bunun için yatsı namazından sonra resmi kıyafeti ile Has-odaya girip, «bu­ yurmaz mısınız?» der gibi bir tavır ta­ kınarak tahtın önünde durunca, padişah: «— Ağa lala, ecdad-ı izamımızın bayram geceleri Has-odada eğlenmeleri ağaların hünerlerini görmek içinmiş. Biz de eğleniyoruz, uykumuz gelmez» Deyince, Behram Ağa hiddetle çıkıp doğruca Valide Sulta’na gitmiş, padişaşahın sabaha kadar Has.odada kalması­ nın mahzurlu olacağım, zira padişah bu­ rada sabahladığı takdirde söz anlamaz bir musahib belirebileceğim ifade ile «sonra oğlunuzu inkıyattan çıkarmış olursunuz!» demiştir. Valide Sultan ise : «— Behey ağa, bu bayram gecesidir. Arslanım dahi masumdur; bu gece ağa­ ların lûb ve hünerlerim seyretmek kanun-ı kadimdir. Gece yarısından sonra­ ya kadar eğlensinler, sonra yerlerine gel. sinler» Cevabı ile karşılamıştır. Behram Ağa, Valide Sultan’ııı bu şekilde konuş­ masını bile fırsat sayarak hemence Hasodaya gitmiş ve Suİtaıı Mehmed’e: «—■Padişahım içeri bu vuru a* demiş­ tir. Sultan Mehmed bu arap hadıma: «— Bu gece burada eğleniriz» demiş­ se de Behram Ağa’nm: -s— Valide hazretleri istiyor, bu vur­ malısınız» demesi üzerine kalkıp sesini çıkarmadan hareme gitmiştir. Has-odalılaı-, Behram A ğan ın padi­ şaha bu şekilde hükmetmesi üzerine kendisine düşman oldular. Yeniçeri ve sipahileri Behram Ağa aleyhine tahrik ettiler. Bir aralık hayatından endişe eden Behram Ağa kendi arzusu ile Mı­ sır’a gitmek istediyse de şeyhülislâmın araya girerek has-odalıları sükûnete ka­ vuşturması sayesinde makamında kal­ dı. Ibşir Paşa’nm sadrıâzanı tayin edilmesi Sadrıâzam Derviş Mehmed Paşa, tecrübesi ve kurnazlığı icabı, mühim va­ zife sahibi kimseleri tatlılıkla idareye çalışıyor ve Naimâ (C: 5, S: 442) nm bildirdiğine göre: «sîzlerden bir töhmet zuhur etmez ve padişah tarafından ba­ na bir itab vukubulacak ve dile düşecek bir kabahatiniz görülmezse hiç birinizi azletmem* diyerek yumuşak ve idareli bir yol tutmuş bulunuyordu. Hasım ka­ zanmamak gayesiyle etrafını böyle hoş tutmasına rağmen, donanma için para is­ temesi yüzünden Kaptan-ı derya ile bir aralık arası açılmıştı. Murad Paşayı sadrıâzamlıkta kendisine rakip gördüğü içiıı, Deli Hüseyin Paşa’yı Girit’ten getir­ terek Murad Paşa’nm yerine kaptan-ı derya yapmak istemişti. Fakat, Deli H ü­ seyin Paşa’nm daha mühim bir şahsi­ yet olduğunun kendisine ihtar edilmesi, Murad Paşa’m n da kısa bir zaman son­ ra donanma ile İstanbul’dan ayrılması üzerine bu fikrinden vazgeçmişti. Kendisinin başdefterdar yapmış ol­ duğu Morali Mustafa Paşa, Valide Sultan'a mektup yazarak, kendisine sadrıâzamlık tevcih edildiği takdirde hâzineye para bulacağını bildirmişse de, Derviş Mehmed Paşa böyle bir mektuba rağmen 2027
de makamını kaybetmemiştir. işte böyle iki mühim rekabet hadi­ sesi de atlamış olan Derviş Mehmed Pa­ şa, K öprülü’den önceki devrede en ti­ zim müddet sadnâzamlık eden bir şahıs olarak göze çarpmaktadır. Kendisinin veziriâzamlıktaıı ayrılması da, bir tara­ fına felç isabet ederek yataktan kalkamıvacak vaziyete düşmesi üzerine vukubulmuştur. Derviş Mehmed Paşa yatağa düşün­ ce mühr-ü hümâyûnun Melek Ahmed, Siyavüş, Kara Murad, İbşir ve Defter­ dar Morali Mustafa Paşalardan birisine verilmesi hususunda görüşmeler yapıl­ dı. Valide Sultan’ın Kara Murad Paşa’va fazla temayülü bulunmakla beraber Derviş Mehmed Paşa müftüye haber göndererek bunun sadrıâzam olmasını Önledi. Nihayet Ayşe Sultan’ın nişanlısı olan Haleb valisi üzerinde karar kılındı. Böylece 28 ekim 1654 günü mühr-ü hü­ mâyûn Derviş Mehmed Paşa’dan alınıp, bir haftada îbşir Paşa’ya yetiştirmekle vazifelendirilen büyük mirahur İbrahim A ğaya verildi. Bu da ertesi gün yola çıktı. Melek Ahmed Paşa da sadaret kaymakamlığına tayin edildi. H üküm et buhranı ve îbşir Paşa’nın İstanbul’a gelmesi Siyavüş, Melek Ahmed, Kara Murad Paşalar gibi üç eski sadrıâzam ile İs­ tanbul’da sadaret için uğraşan Morali Mustafa Paşa’nın bir tarafa bırakılarak, hemen hemen bir celâli hüviyeti taşıyan îbşir Paşa’ya m ührün gönderilmesi, ha­ dımlar grupunun fikir ve menfaatları karşısında memleket menfaatlarının ikinci plânda kalışının tipik bir örneği­ dir. Ayşe Sultan’ın Başlatası Mercan Ağa’nın, kızlar ağası ve musahiplerle iş­ birliği ederek Valide Sultan ve çocuk padişahı tesir altında bırakıp îbşir Paşa’yı sadrıâzam tayin ettirmeleri, aslın­ da rahat günler yaşanmıyan bir aevirde yeni bir buhranın doğmasına da sebep teşkil etmiştir. Dördüncü Murad devrindeki meşhur Abaza Mehmed Paşa’nm yeğeni olan îb ­ şir Paşa cahil, sadedil, patavatsız, ayni zamanda şöhret düşkünü ve muhteris bir adamdı. Etrafına bir sürü levend ve sek­ ban toplıyarak merkezin emirlerini pek dinlemiyen îbşirPaşa muhitinde bir hay­ li zulüm de yapmaktaydı. İşte bu hal­ leri bakımından, bir celâliden farksız olan bu adamın, daha büyük bir belâ ha­ line gelmeden elde tutulabilmesi için bi­ rinci Ahmed’in kızlarından. Ayşe Sultan kendisine nişanlanmıştı. Îbşir Paşa böyle birdenbire mühr-ü hümâyûna nail olunca, hemen İstanbul'a hareket etmıyerek, Anadolu’daki karı­ şık duruma son verdikten sonra gelece­ ğini bildirdi. Aslında Anadolu’da ken­ disinden çekinilecek şahıs bizzat îbşir Paşa idi. Onun içindir ki, verdiği bu ce­ vap, îbşir’in sadrıâzam tayinine âmil olan darüssaade ağası ve sair harem ağa­ ları île şeyhülislâmı telâşa düşürdü. Bu yüzden ikinci defa bir bostancı hasekisi yollanarak İstanbul’a davet olundu. Ibşir Paşa bu adama : «— Baka bre bostancı, siz beni sair vüzeraya kıyas mı edersiniz? Acele ile İstanbul’a varıp da oradaki nüfuzluların emir kulu mu olayım, kalk diyeler kal­ kayım, otur diyeler oturayım? Bana m ü­ hür gönderildi, bugün veziriâzamım; bu­ radan. Mısır ve Bağdad’a kadar Haleb ve Şam ile Anadolu fitne ile doludur; bunları defetmeyince İstanbul’a gelme­ nin 11e faydası vardır? Buralara gereği gibi nizam verdikten sonra gelirim, tşittim ki padişahımın devletine içeriden ve dışarıdan nice kimseler müstevli ol­ muşlar; çöplük subaşılığma kadar her şeyi rüşvet ile verirlermiş; bu tarafın nizamı yoluna koyduktan sonra o tara­ fa da varıp ıslah ederiz» demişti. Morali Mustafa Paşa’n m sadrıâzam olm ak için uğraşması Îbşir Paşa, İstanbul’da bazı kimsele­ rin kendisini bir celâli telâkki ettikleri­ nin farkındaydı. Bu yüzden, sadnâzamlık tevcihinin, İstanbul’a celb ve netice­ de idamı için bir tuzak olabileceğinden şüphelenmekteydi. Onun içindir ki, da­ ha önce başına toplamış olduğu sekban­ larını dağıtmaktan çekiniyor ve bunla­ ra bir sürü vaadlarda bulunarak berabe­ rinde tutuyordu. Kalabalık sekban gürûhu ile Haleb’den Konya’ya doğru ge­ lirken Haleb; Şam ve Bağdad valilikle­ rini kendi adamlarına verdi. Onun sek­
banlarım dağıtmaması, İstanbul’a gelme iğini çok ağırdan alması ve nihayet va­ lilikler meselesi İstanbul’da dedikodu hattâ endişeye yol açtı. İbşir Paşa’nın bu şekilde davranışı neticesi İstanbul’da beliren şüpheli ha­ vayı gözönünde bulunduran Defterdar Morali Mustafa Paşa sadrıâzamlığı elde etmek için faaliyete geçti. îbşir Paşanın niyetinin Anadolu’yu istilâ olduğunu id­ dia eden Morali, sadrıâzamlık kendisine verildiği takdirde Îbşir’in hakkından ge­ leceğini belirterek, padişahı sözlerine inandırdı. Bu arada Moralı’nın faaliyetin­ den haberdar olan Kara M ur ad Paşa derhal padişaha giderek İbşir’in sadrıâzamlıktan azledilmemesini sağladı. Zira böyle bir muamele vukuunda, maiyetinde kalabalık sekbanlar bulunan Îbşir Paşa­ nın büyük bir isyan çıkarabileceğini dü­ şünmekteydi. Kara Murad Paşa, bir ta­ raftan padişaha îb ş iri getirteceğini söy­ lerken diğer taraftan da vaziyeti ona bildirdi. îbşir Paşa İstanbul’da olup bi­ tenlerden haberdar olunca Morali Mus­ tafa Paşa'yı oyalamak gayesiyle kendi­ sine mektuplar (Naimâ C: 6, S: 29) yaz­ dı. Lâkin Morali, İbşir’in kendisini oyalamaya çalıştığını sezdiği için Veziri­ azam olabilmek gayesiyle tekrar sara­ ya başvurdu. Bu sırada Îbşir Paşa da İz. m it’e kadar gelmiş bulunuyordu. Morali, sarayda kendisinin sadrıâzamlığını iste­ yen geniş bir taraftar kütlesi topladığın­ dan, meseleyi halletmek isteyen padişah sarayda bir toplantı ak i etti. Bu toplan­ tıda: «— İbşir’in rızay-ı hümâyûnuma mugayir hareket ve su-i niyeti malûm oldu, m ührü ondan alıp defterdar Paşa lalama vermek murad ederim, siz ne der. siniz?» Diye Melek Ahmed Paşa ile şeyhül­ islâma hitab edince, bunların her ikisi de : t— Padişahımız daha iyi bilir» Cevabı ile işin hallini ondört yaşına yeni basmış küçük ve tecrübesiz hü­ kümdara bırakmışlardır. Burada imdada Kaptan-ı derya Kara Murad Paşa yetiş­ miş, mühür kendisinden alındığı takdir­ de Anadolu’da büyük bir isyan çıkabi­ leceğini belirterek, sözlerini şayet ha­ tırı hümâyûna keder verecek bir iş ya­ parsa İstanbul’a gelince sühuletle icra edersiniz, makulü budurs- diye bitirmiş­ tir. Kara Murad Paşa aslında sevmediği bir adamı, bir gaile çıkmasını önlemek niyetiyle böyle müdafaa ederken, defter­ dar tarafından kazanılmış olan kara ha­ dımlar : «— Padişahım, siz Murad Paşa'mn sözüne kulak asmayın, pederiniz Sultan İbrahim’in katline sebep olan bu zalim değil midir?» Sözleriyle hükümdarın zihnini allak bullak etmişlerdir. Bunun üzerine Sul­ tan Mehmed etrafındakileri koyarcasına huzurundan çıkarmıştır. Vezirler huzur­ dan çıktığı sırada musahib ve hadımlar Kara Murad Paşa’ya kılıç çekip üzerine hücum etmişlerse de Murad Paşa cesa­ ret ve atikliği sayesinde mutlak bir ölümden kurtulmuştur. Böylece Moralı'mn sadareti bir defa daha akamete uğrarken, İstanbul ile muhabereye devam eden İbşir Paşa da etrafını biraz daha fazla emniyete aldı. En sonunda kendisine gönderilen Reyhan Ağa'nın mushaf üzerine yeminine ina­ narak etrafında bulunan yirmibin kişilik çapulcu alayı ile Üsküdar’a ayak bastı. Bir eelâlideıı ibaret bu adamın sadrı âzam tayininden alayla İstanbul’a girişi­ ne kadar dört aylık zaman geçmişti. İbgir Paşa Üsküdar’a ayak bastıktan bir gün sonra Ayşe Sultan ile evlendi ve 1655 şubatının son günü İstanbul’da va­ zifeye başladı. Defterdar Morali Mustafa Paşa’m n katli İbşir Mustafa Paşa’m n İstanbul’da işe başlayınca ilk işi defterdar Morali Mustafa Paşa’yı ortadan kaldırmaya ça­ lışmak oldu. Morali'yi huzuruna çağıran İbşir Paşa, veziriâzamlığı elde etmek için padişaha beş yüz kese para teklif et­ miş olduğunu hatırlatarak, askerin m a­ aşına verilmek üzere para istedi. Mora­ li inkâra kalktıysa da İbşir’in elinden kurtulamadı. Bu arada defterdarın altın gümüşle dolu yirmi sandığı Mora’ya ka­ çırdığı öğrenildiğinden evi mühürlenip m allan müsadere edildi. Mora’ya kaçır­ dığı sandıklar da geri getirtildi. İbşir Paşa, Moralı’yı Yedikule'ye hapsettirdi­ ği zaman Valide Sultan bunun öldürül- 2029
memesini istediğinden Kıbrıs'a sürgün etmek üzere yola çıkardıktan sonra ar­ kasından adam göndererek Dil iskelesi civarında katlettirdi. İbşir Paşa sadece Morali Mustafa Pa­ şa’yı katlettirmekle kalmadı. Morali nın a damlarından Mevkufati Mehmed Efendi ile Melek Ahmed Paşa'nın sadrıâzamlığı için uğraşanlardan Gadde Mehmed Efendi’yi öldürttü. Daha bazı kimselerin de mallarını müsadere ettirdi. Melek Ahmed Paşa’yı ise Van valiliği ile mer­ kezden uzaklaştırdı. K ara Murad Paşanın tahriki neticesi vuku bulan ayaklanma îbşir Paşa’nın sadrıâzamlığa tayini ile Anadolu’da sergerde ruhlu kimsele­ rin endişeye kapılmadan faaliyetlerine yol açılmıştı. En evvelâ İbşir'in tayin et­ tiği vali ve sancak beylerinin ekserisi halkı soyup zulmediyordu. Bu yüzden İstanbul’a bir çok şikâyetçiler geldiği görülüyordu. îbşir Paşa Anadolu’dan beraberinde getirdiği sarıca ve sekbanların ekserisi­ ni Üsküdar’da bırakmıştı. Anadolu’da nizam bozulup soygunlar başlayınca bu levend, sekban ve sarıcalar geriye git­ mek istemiş fakat îbşir Paşa bunlara 3zin vermediğinden aralarına soğukluk girmişti, İbşir’in beraberinde gelenlerin arasında bir hayli de A nadolulu sipahi vardı. Bu arada İbşir Paşa., kendisine sadrıâzamlığı temin etmiş olan Kara Murad Paşa’yı gücendirerek kendi aleyhine dönmesine sebep oldu. Yeniçeri ocağın­ dan yetişme tecrübeli bir kimse olan Murad Paşa saray ahvalini de iyice b il­ diğinden padişaha hoş görünmesini de başarıyordu. Padişahın, Kara Murad Paşa’yı saraya davetle iki samur kürk giydirerek taltifte bulunması İbşir’in kıs­ kançlık duygularını iyice tahrik etmiş­ ti. Bu yüzden onu, donanma ile îstanbuldan bir an önce çıkıp gitmesi için sı­ kıştırmaya başlamıştı. İşte bu son vaziyet üzerinedir ki Kara Murad Paşa sadnâzamın aleyhin­ de faaliyete koyuldu. Evvelâ, sadnâzamdan soğumuş olan Üsküdar'daki sekban­ ların başı bulunan şahısları gizliden el­ de edip onlarla anlaştı. Sonra yeniçeri ocağının en nüfuzlu ağası olaıı yeniçeri ağalığından emekli Kara Hasan-oğlu H ü ­ seyin Ağa ile bunun arkasından da Va­ lide Sultan’ııı Kahvecibaşısı Şaban Ha­ life ile anlaştı. Kendisi donanma ile İs­ tanbul’dan ayrılınca îbşir Paşa’nın ken­ dilerine fenalık edeceğine bunları inan­ dırdı. Böylece onları Veziriazam îbşir Paşa aleyhinde bir ayaklanmaya iyice hazırladı. Ayaklanma gününü dahi tes­ pit ettikten sonra kendisi donanma ile harekete hazırianıyormuşcasına baştardesine çekildi. Bu sırada plân gereğince, îbşir Paşa’nın levendleri Üsküdar’dan İstanbul’a geçirip yeniçerileri kırdıracağı, ayrıca da îbşir Paşa’nın Üsküdar’a geçip kaçacağı şayiaları ortaya çıkarıldı. Şayiaları m ü­ teakip isyan hareketini idare eden Kürt Mehmed Üsküdar’daki sipah taifesini kendine uydurarak İstanbul’a geçti (8 mayıs 1655). Atmeydamnda (Naimâ C: 6; S: 74) toplanan bu grup «devlet n i­ zamına ve mezalimin def’ine dair dava­ mız vardır» diye söylenerek yeniçerile­ ri Atmevdanı’na çağırdılar. Murad Paşa’nın perde arkasından tertiplediği Kürt Mehmed idaresindeki bu askeri ayaklanma iki gün sürdü. Ayaklaııanlar Sadrı âzam îbşir Paşa ile Şeyhülislâm Ebu Said Efendinin azil ve katillerini istiyorlardı. Bu arada her ik i­ sinin de evlerine giren yeniçeriler bun­ ların eşyalarını yağmaladılar. Yavuz Selim’in meşhur nedimi Haşan Can’m soyundan gelen Ebu Said Efendi’nin e vindeki kıymetli ve sanatkârane işlen­ miş eşyalarla birlikte zengin kitaplığı da (Naimâ C: 6, S: 91) yağmaya uğradı. Neticede Sultan Mehmed, öldürülmemeleri şartiyle sadrıâzam ve şeyhül­ islâmı azletti. Fakat ayaklananlar bun­ ların idamlarında İsrarlı davrandıkların­ dan İbşir Paşa boğduruldu. Ebu Sait Efendi, nakîbüleşraf Zeyrek-zâde Abdurrahmah Efendi’nin müdahalesi ile ölümden kurtuldu ve çiftliğinde oturma­ sına müsaade edildi. Sultan Mehmed, îbşir Paşa’yı azlet, tiği zaman mühr-ü hümâyûnu Murad Paşa’ya tevcih etti. Murad Paşa evvelâ sadrıâ2 amlık istemiyormuşcasına yalan­ dan hareketlerle donanma hizmetinde kalmak istediğini söyledi ama, padişahın 2030
sözünü bir daha tekrarlaması neticesin­ de mührü aldı. Böylece tertiplediği avaklanma muvaffak olmuş, kendisi de ikinci defa sadaret makamına kavuşmuş bulunuyordu. Murad Paşa’nın sebep olduğu malî ve askerî hercümerç Hazırladığı ayaklanma neticesinde sadrıâzam olan Kara Murad Paşa’nm sadareti bu defa devlete hayli pahalıya mal oldu. Ibşir Paşa’nın İstanbul’a getir­ diği sekbanlar hazine darlığı yüzünden tatmin edilemedikleri için kendisinden yüz çevirmişlerdi. Kara Murad Paşa bu durumu nazarı itibara alarak askeri tat­ mine çalıştı. Kapıkulu sipahilerinin «veledeş» denilen oğullarım tanıyarak bun­ ların paralarını verdiği gibi ta Revan ve Bağdad seferlerinde künyeleri defterden çıkarılmış olan sipahileri tekrar deftere kaydettirdi. Tarhoncu Ahmed Paşa’nm masrafları azaltmak gayesiyle hayatını tehlikeye atarak 25.590 kişiye indirdiği sipahileri 50 binden ziyadeye, 55 bin ki­ şiye indirmiş olduğu yeniçerileri de 80 binin üstüne çıkardı. Kap;kulunun di­ ğer ocaklarını da (Naima C-. 6, S: 108) buna göre artırdı. Maaşlı askerleri böyle bol keseden artıran Murad Paşa m alî işleri daha faz­ la altüst etti. Selefi Îbşir Paşa sadnâzam olunca kendi sadaretinden önce il­ tizama verilmiş olan mukataalan tanı­ mamış, bu yüzden mültezimlerin peşin ödedikleri taksitleri yanmıştı. Kara Mu­ rad Paşa ise, îbşir Paşa’nın iltizam mu­ amelesini tammıyarak mültezimleri tek­ rar mağdur vaziyete düşürdü. Böylece bir sene zarfında üç defa iltizam muame­ lesi yapılmış oluyordu. Bu hatalı hare­ ket yüzünden mültezimler zarar ettik­ leri gibi bir kısım halktan da mükerrer vergi tahsil edildi. Müverrih Naimâ bu münasebetle diyor ki «tahsildar ve voy­ vodalardan kimi temamen cem’i mal edip bu tebdilât ve tahvilât arasında hesaplan muhtel ve müşevveş oldu. K i­ mi aldığını verdiğini peşinine tutup, ki­ m i inkâr edip buna müteallik davalar n i­ ce zaman uzayıp kuzat ve hükkâma me’kel olduğundan maada, Âsitane’de divan-ı hümâyûnda ve defterdar sarayın­ da hayli müddet süründüler. Bilahara, tahsil olunup miriye vusul bulmayan ak­ çeler tekrar reâya fukarasından tahsil ve tekmil olundu. İhtilâl sırasında takke kapanlar aldıklarını süpürdüler, gadr fukaraya oldu». Murad Paşa nın bu muameleleri yü­ zünden, zâten müthiş sıkıntı içinde olan hazine muazzam bir darbeye daha ma­ ruz kaldı. Bu yüzden bir çok şikâyetler başgösterince, paranın azlığım, buna m u­ kabil masrafın çokluğunu beyan eden Murad Paşa’nın son işlediği hatalar y ü­ züne vuruluyordu. Murad Paşa nihayet ne yapacağını şaşırdığından bu işten ucuz şekilde kurtuluşun çarelerini aradı. Hacca gitmek için padişahtan izin istih­ sal ederek 19 ağustos 1655 te mühr-ü hümâyûnu padişaha teslim etti. Süleyman Paşa’nm sadrıâzamlığı ve m alî sıkıntının devamı Kara Murad Paşa istifa suretiyle sadaretten ayrılınca, onun da tavsiye­ siyle mühr-ü hümâyûn Malatyalı bir Er­ meni dönmesi olan Süleyman Paşa’ya ve­ rildi. Süleyman Paşa halim selim ve â~ ciz bir kimseydi. Esasen, malt vaziyetin bozukluğu ve haremağalannın tegallübü yumuşak huylu bir kimseyi âciz vaziyete düşürüyordu. Sadrıâzam ve defterdarları en fazla düşündürüp endişeye sevkeden mesele askere maaş ve donanmaya para yetiş­ tirilmesi işiydi. Morali Mustafa Paşanın idamından sonra başdefterdar tayin edi­ lenlerden Ali Ağa (Paşa) ve Sofu Mehmed Paşa selâmeti istifada bulmuşlardı. Zira maaşı verilemiyen askerin gayzmdan ancak böyle sıynlabiliyorlardı. Sul­ tan Ahmed zamanında defterdarlığı elde etmek isteyenler bu uğurda çeşitli en­ trikayı göze alırken şimdi defterdarlar makamında durmuyor ve talibi de çık­ mıyordu. Yeni Sadrıâzam Süleyman Paşa ha­ zine darlığı yüzünden büsbütün şaşkına dönmüştü. Hâzinede kifayetli para bu­ lunmadıktan başka para ayarı da bo­ zulmuştu. Naimâ (C: 6, S: 138) ya göre; bir kuruş, zahiren seksen, bir esedi (as­ lanlı kuruş) yetmiş akçe ise de, hakika­ ti halde bu rayici tutmuyordu. Zira te­ davüldeki paraların çok mühim kısmı-
mn ayan bozuk, karışık, kenarlan kesik veya fazla aşınmıştı. Bu bozuk akçeleri sarraflar para kıymeti yerine maden kıy­ meti ile tartarak alırlardı. Asker ve me­ m ur maaşları can yakıcı müsadereler yolundan temin edilen paralarla karsılanmıya uğraşılıyordu. Fakat, maaşlı as­ kerin miktarı o kadar çoğaltılmıştı ki, had derecede olaıı malî sıkıntı muva­ cehesinde bunu ödemek m üm kün ola­ mıyordu. Asker maaşının ödenmemesi hükümet erkânı için en büyük tehlike mevzuu teşkil ettiğinden; mültezim ve sarraflann sözlerine uyan Yeziriâzam ve Defterdar Hahcı-zâde Mehmed Paşa, mansıb tevcihi ve müsadere yoluyle te­ min ettiği birkaç yüz kese halis ayarlı akçeyi sarraflara verip, o tarihlerde çin­ gene '-e meyhane akçesi denilen kızıl ve kesik akçe ile tebdil edip adedi m ik­ tarını çoğalttıktan sonra kapıkulunun maaşım verdi. Askere verilen bozuk ayarlı paranın bir fesat hareketine sebep olabileceğini hesaplıyan Süleyman Paşa, belâ başgöstermeden sadaretten ayrılmak istiyor­ sa da, onun yumuşaklığım istismar eden, ier ayrılmasını istemiyorlardı. Süleyman Paşa bu kadar ağır y ü ­ kün altından kalkacak şahsiyet değildi. Sadrıâzamtn eskidenberi dostu olan M i­ mar Kasım Ağa, işlerin düzelebilmesi için bir takım tavsiyelerde bulundu. K a­ sım Ağa ile sadnâzam arasında cereyan eden konuşmayı uzun uzadıya nakleden Naimâ'nm kaydına göre; Süleyman Pa­ şa muhatabının her tavsiyesine karşı açıkça aczini belirtmiştir. M ühim mevki­ lere getirilmek üzere becerikli on kişi­ nin ismini saydığı zaman sadnâzam: «— Behey Kasım Ağa, bu söyledik­ lerinin iş bildiklerini ben de bilirim. Lâkin bu memuriyetlerin her biri bir ejder ağzındadır; kudretim yoktur; h i­ maye edenlerden korkarım, müstaid adamlardan birini tenhaya çağırıp konu­ şamam, çünkü bunların her birinin ya­ nımda çalışan adamlardan casusları var­ dır, gidip haber verirler» demiştir. Kasım Ağa daha sonra, Köprü ka­ sabasında oturan Trablusşam valiliğinden mazul Mehmed Paşa’yı getirtip sadaret kaymakamı yapmasını tavsiye edince de j «— Behey adam, her vardığı y e r c i anlaşamayıp kavga ile azl olunan m ü f­ lis adamı bana tavsiye edersin ama, onu buraya kadar getirmek için harçlık lâ ­ zımdır. Ben şimdi padişaha bayram he­ diyesi olarak şu kadar mala ihtiyaç var onun teminini düşünüyorum. Sen bize öyle adamlar tavsiye et ki parası ile bi­ ze yardım etsin» Demiştir. Bunun üzerine Kasım A. ğa : «— Sultanım, bu devlet-i âliyye’de hazine ve mala zahmet çekilmez. Lâkin devlet umuru tam nizamını bulmaya muhtaçtır» cümlesiyle sözlerine son ver­ miştir. Zurnazen M ustafa Paşa’nın dört saatlik sadareti Sadaret makamını Süleyman Paşa gibi bir âciz işgal ederken askere veri­ len bozuk ayarlı para yüzünden bir be­ lâ çıkabileceğini gözönünde bulunduran bir kısım devlet erkânı, Valide Sultan ve kızlar ağasını bu hususta ikaz ile, ehil bir kimsenin sadarete getirilmesi lüzumunu belirttiler. Bu sırada Süley­ man Paşa ihtiyarlığım ileri sürerek is­ tifa etti (27 şubat-1656). Devlet erkânının ikazı üzerine sa­ rayda sadrazamlığa getirilecek şahsın tespiti için görüşme ve müzakereler ce­ reyan ediyor ve İbşir Paşanın tayininde olduğu gibi gruplar arasındaki menfaat çarpışmaları açıkça belli oluyordu. N i­ hayet Süleyman Paşanın istifa ettiği gün Girit serdarı Deli Hüseyin Paşanın sad­ razam yapılmasına karar verildi. Ve pa­ dişah, Hüseyin Paşaya, G irit’ten gelip gelmemekte muhayyer bırakan, şöyle bir hatt-ı humâyun (Naimâ C: 6, S: 144) gönderdi: «Eğer senin vücudun Girit ce­ ziresinde lâzım değil ise karadan (Mo­ ra üzerinden denilmek isteniyor) gele­ sin. Eğer hareketinde din ve devlete zarar terettüp edecek mahzur ihtimali varsa hizmet-i muhafazada olasın». Bu hatt-ı humâyunla birlikte mührü humâyun Deli Hüseyin Paşaya gönde­ rilirken Sadaret kaymakamlığı da Z u r­ nazen Mustafa Paşaya tevdi edildi. Fa­ kat Zurnazen Mustafa Paşa ne yapıp yapıp kendisini sadnâzam tayin ettirdi. 2032
(4 mart 1656) ise de bugün Çınar vak’ası denilen bir ayaklanma vuku buldu­ ğundan sadrazamlığı ancak dört saat sürebildi. Atm evdanı veya Ç ınar vakası (V ak ’a-i vakvâkiye) hüdası ve sır kâtibi olan Ma’aıı-zâde Hüseyin Bey. isyanın zahiri sebebinin kalp ve züyûf para işi olduğuna işaret ile hakikatte devlet tarafından mağdur edilmiş kimselerin bu isyanı hazırlamış olduklarını müverrih Naimâ’ya (Naimâ tarihi Cr 6. S: 147) anlatmıştır. Ma’a n zâde Hüseyin Bey, hadisenin tahrikçile­ rine dair isim vermezse de, Karaçelebi zâde Abdülâziz Efend; muharriklerin ba­ şında Zurnazen Mustafa Paşa’nuı bu­ lunduğunu söyler; Naimâ da (C: 6, S: 154) Hüsam-zâde’den naklen, baş m u ­ harrikin Zurnazen olduğunu, fakat son­ ra isyanın kendisine de zararı dokundu­ ğunu zikreder. Bir hafta kadar sürmüş olan bu ayaklanma şöyle başladı: Kalp ve züyûf akçeden ulufelerini alan yeniçeriler bu paralarla alışverişe çıktıkları zaman es­ naf bozuk akçeleri almadı, askerin zor­ laması, esnafla bir sürü kavgada bulun­ ması meselenin halline değil sinirlerin gerilmesine yol açtı. Bu arada Girit’ten dönmüş olan bir kaç yüz kişilik yeniçeri grubu Ağa-kapısma gidip «biz G irit’te taşlan yastık toprağı döşek yapıp din-i Sadrazam Süleyman Paşanın istifa­ sını takip eden günler zarfında İstan­ bul’da bir askerî ayaklanma vuku bul­ du. Ayaklanan askerlerin Atmeydanı'nda toplanmaları sebebiyle «Atmeydanı vak'ası», veyahut da Öldürülen kimselerin cesetlerinin meydandaki bir çınar ağa­ cına asılmasından dolayı «Çınar vak’ası» diye isimlendirilen bu hadisenin vuku­ unu hazırlıyan esas sebep; sikkenin tağ­ şiş edilmiş olması ve bir kısım askerin de maaş alamamasıdır. Ayarı bozuk ak­ çelerden maaş alanların alışverişte müş­ külâtla karşılaşıp ihtiyaçlarını bu para ile temiıı edememeleri, hiç maaş almıyanların da zâten para sıkıntısı çekme­ leri bunları bir ayaklanmaya sevketmiştir. Atmeydanı vakasının bozuk paralar yüzünden çıktığına işaret edilmekle be­ raber, saraydaki ak ve ka■a hadımların tegallübünün, böyle bir hareketin meyda­ na gelmesinde büyük rol ve tesirinin mevcudiyeti de unutulmamalıdır. Hükümet erkânının işlerine müdahale eden, sadrıâzamlan arzu ve görüşlerine uymaya mecbur bırakan, hattâ son zamanda tahakkümlerini padişaha ka­ dar uzatan hadımların tahakkküm ve tegallübleri yü­ zünden idare iyi karışmış ve işler çığrmdan çıkmış hâle gelmişti. Binaenaleyh, çınar vakası, bir bakıma, hadım ­ lar tagallübüne karşı uyanan reaksiyonun bir neticesidir. Askerî ayaklanmaların ekserisinde rastlandığı veç­ hile, bunda da tahrik edici kimselerin mevcudiyeti m u­ Muhtelif hadiselere sahne olan Bab-ı hümâyun hakkaktır. Lâkin m uharrik­ önünde, asilerin nasihatçılardan Kara Abdullah’ı lerin hüviyetleri sarih şekil­ kaçmak isterken yakalamaları (Ricaut dan) de tarihlere aksetmemiştir. Hadise sırasında hazine ket­ 2033
mübin uğruna gaza eyledik. Buna rağ­ men dokuz aydır maaşımız verilmedi. Halimize merhamet buyurup istihkakla­ rımızı verin» diye hallerini arzettikleri zaman kul-kethüdası Osman Ağa şiddet gösterip bunları kovdu. Bunlar da yeni­ çeri odalarına giderek mşruz kaldıkları muameleden dolayı dert yandılar. Bu vakıalar sebebiyle yeniçeriler heyecan ve sinirlilik içinde bulunmaktayken ulûfelerini zaten tamamen alamamış va­ ziyette olan sipahiler de Haşan Ağa, Şamlı Mehmed, ve Karakaş Mehmed ad­ larındaki elebaşıların teşviki ile yeniçe­ rilere iltihak ettiler. Böylece yeniçeri vc sipahilerden ibaret kapıkulu evvelâ ye­ ni odalardaki «Etmeydanı»nda toplandı­ lar. Kendilerine züyuf akçe verilmesinin, bir kısmının ulûfelerinin ¿¡denmemesinin, mal biriktirme sevdasında olan bazı kim ­ selerin etrafa tahakkümü yüzünden ol­ duğunu beyanla, aralarında ittifak vuku bulduğu taktirde bu adamları ortadan kaldırıp rahata kavuşabilecekleri kararı­ na vardılar. Geceyi yeniçeri odalarında misafireten geçiren sipahiler sabaha ka­ dar bu mesele hakkında meşverette bu­ lundular. Neticede katillerini isteyecek­ leri kimselerden otuz kişi tespitle bun­ ların isimlerini bir deftere yazdılar. Ertesi gün sabahleyin Atmeydam'nda toplanarak (4 mart 1656 cumartesi 8 cemaziyülevvel 1066) padişaha adam­ lar gönderip ayak divanı istediler. Böy­ le bir talep karşısında evvelâ yeniçeri ağası Mehmed Ağa ile kul kethüdası Os­ man Ağa azledildiler. Fakat Atmeydam ’ndaki topluluk dağılmadığı için padi­ şah tarafından üst üste iki defa nasihatci heyet gönderildi. Bunlar ise dağılmıyarak ayak divanı yapılması hususun­ daki ricalarını tekrarladılar. Ayak diva­ nının tahakkukunda kendileri için teh­ like sezen saray ağalan da padişaha ayak divanı yaptırmamaya çalıştılar. Birinci gün böyle padişahın mukavemeti ile geç­ tikten sonra ertesi Pazar günü ayni ka­ labalık Atmeydam’nda yine toplanıp sa­ raya bir heyet yollıvarak ayak divanı talebini tekrarladılar. Askerler Sultanahmed meydanına biriktiği zaman dev­ let erkânı da saraya gelmiş bulunuyor­ du. Bu sırada meydandaki askere dağıl­ maları için nasihatta bulunmak üzere gönderilen Kara Abdullah ismindeki şa­ 2034 hıs, asker tarafından iki yüzlü bir kim­ se diye bilindiğinden, söze başlar başla­ maz derhal Öldürüldü. Bunun üzerinedir ki, Sultan Mehmed sarayın iç kısmından çıkıp «Alay köşkü» ne gitti. Atmeyda­ m ’nda ki askerler de oradan hareket edip Alay köşkü önünü doldurdular. O ara­ lık ayaklanan asker namına konuşmak için sipahi taifesinden Mehter Haşan Ağa, Şamlı Mehmed ve Galata voyvoda­ lığından menkûp Karakaş Mehmed na­ mındaki şahıslar ileri çıkıp kasr-ı âli karşısında el bağlayıp durdular. Bu üç kişiden Haşan Ağa padişaha dua ile sö­ ze başlayıp şunları söyledi : «Kullarınızın arzuhalleri budur ki : Allaha şükür padişahımız kemal haddi­ ne ulaşıp, istiklâl üzere saltanat umuru­ nu kadir hale istidat kesbetmiştir. Girit adasında vüzera, ümera ve asker kulla­ rınız gece ve gündüz küffar ile harp ve kıtalde zahmet çekip, deniz ve karada küffarın enva-i türlü haşaratını padişa­ hımıza ifade etmezler. Memleketin etrafı zulümle harap ol­ duğundan bundan kurtulmak isteyen re­ ayanın çoğu harp sahasına firar eyledi. Padişah kul ile, kul hazine ile, hazine ı-eâya ile vücut bulur. Reaya adaletle huzura kavuşur. Kulların hali perişandır; ulûfe yüzü görmüyorlar. Verdikleri ulufe mağşuş ve geçmez safi bakır akçedir. Bu paralan İstanbulda kimse kabul etmiyor. Vezir ve defterdarlar saltanat şeriklerinden korktuklarından arz etmekten çekindik­ leri gibi mirî ve hazine malı tahsiline de kadir olamıyorlar. Huzur-u padişahiye yakın olan ağalar, musahibler bir çok hizmetçiler besleyip her biri devlet umurundan nice şeylere kanamaktadır. Bunlar pek çok mal toplayıp muazzam servet- sahibi oldular. Gerek böylelerinden gerekse onların himayelerindeki adamlardan miri malı tahsil olunamaz. Bunlar istedikleri gibi hareket ettikleri gibi sadrıâzâmlann azil ve idamlanna da sebep oluyorlar. Bunlardan başka bir kaç mal canlısı kimse var ki, elleri al­ tında kalp ve züyûf akçe tedarik eden sarraflan mevcut olup defterdarların sı­ kıntılı zamanlannda ödünç vererek bun­ la n sarfettik ten sonra yerine halis altın ve gümüş alırlar. Bütün bu haller yü­ zünden gelecek iki seneye ait tahsilât
şimdiden yapılmış olup, hazine haı'ap vaziyete sokulmuştur. Netice olarak dev­ lete zarar veren bu iki taifenin ortadan kaldırılması din ve devlet için zaruri olup, bundan gayri selâmet yolu mevcut değildir». Hasaıı Ağa, gösterdikleri bu cüret­ ten dolayı aflarını istirhamla sözlerini bitirirken, cebinden bir avuç züyûf ak­ çe çıkarıp, bize ulufe diye verdikleri bunlardır diye gösterdikten sonra, b i­ ran ve enderun erkânından idamlarını istedikleri otuz kişinin ismini havi lis­ teyi sundu. Sultan Mehmed bunun üzerine «— Bu defterde isimleri yazılı kim ­ selerin m allaıı alınıp kendileri sürgün edilsin, katillerinden vazgeçilsin» dedi. Padişahın sözünü, dört saat önce sadrıâzam tayin olunmuş bulunan Zurnazen Mustafa Paşa askerlere tebliğ edin­ ce : «— Hayır katlolunmadıkça feragat etmeyiz ve seni de istemeyiz!» sesleri yükseliverdi. Vaziyetin hayli ciddi olduğunu gö­ ren Sultan Mehmed bir miktar sükût edip düşündükten sonra kalem kâğıt is­ teyip bostancıbaşıya hitaben bir hatt-ı hümâyun yazdı. Ayaklanan askerin is­ teklerinin kabulünü tazammun eden bu hatt-ı hümâyunun yazılmasından sonra Dar-üs-saade ağası B ehram, Kapı-ağa­ sı Bosnalı Ahmed ve Raco İbrahim ağalar derhal idam olunarak cesetleri sa­ ray duvarından dışarı bırakıldı. O ara­ da Has-odabaşı Haşan, padişahın hocası Bilâl ve hazinedar İbrahim ağalar sara­ yın deniz tarafındaki duvarından ipler sarkıtıp aşağı inerek Üsküdar’a geçip saklanmışlardı. Sultan Mehmed hoca Bilâl Ağayı kurtarmak istediyse de ıs­ rarlı davranan âsilere söz geçiremedi. Bir kaç saat sonra Haşan Ağa ile hazi­ nedar Yusuf Ağa bulunarak öldürüldü­ ler. Her ikisinin cesedi de diğerleri gibi saray duvan dışına bırakıldı. Bu arada, «firar edenler yakalandıkça idam edile­ cektir» dendiysede askerler dağılmadı­ lar. Onun içindir ki, defterde ismi yazı­ lanların idamları tamamlanmaya kadar Atmeydanı’ııdaki topluluk günlerce de­ vam etti. idam olunanların cesetleri sürüne­ rek götürülüp Atmeydanı’ndaki çınar a­ ğacına asılmış olduğundan bu vak'aya «Çınar vak'ası» veya şark mitolojisinde meyvası insaıı olan vak vak adındaki ağaca telmihen «Vak’a-i vakvâkiye» den­ di. İlk idamların yapılışının ferdası gü­ nü Valide Sultanın nvusahibesi Meleki (veya Mülki) usta ile bunun kocası Şa­ ban Halife de ele geçirilip idam olundu, üçüncü gün Hoca Bilâl Ağa bulundu­ ğundan onun cesedi de çınar ağacında diğerlerinin arasında yer aldı- İdamı is­ tenenlerden gümrük emini Haşan Ağa, tersane emini Mehmed Efendi, Deli b i­ rader Ahmed Ağa, Topkapılı Mustafa Ağa ve Mimar Mustafası gibi şahıslar ka­ çıp saklanmış olduklarından evleri m ü­ hürlenip aranmalarına devam edildi. Idamı istenen şahısların ekserisinin or­ tadan kalkmasından, saklanan kimsele­ rin de bulundukça idam edileceklerinin tekidinden sonra Atmeydanı’ndaki asker topluluğu 12 cemaziyülevvel akşamı (8 mart) dağıldı. Hadisenin birinci günü Yedikule’ye hapsedilmiş olan eski defterdar Halıcı zâde Mehmed Paşa dördüncü gün ora­ da boğuldu. Cesedi üç gün Yedikule önünde kaldıktan sonra Mahmud Paşa cami’i harimine defnedildi. Zumazen Mustafa Paşanın sadrıâzâm olur olmaz defterdarlığa tayin ettiği ve bir şairin : Çalıncak zurnasını çıktı cebinden Karagöz mısraındaki nüktesine hedef teşkil eden Karagöz Mehmed Efendi beş gün­ lük defterdarlığı müteakip, yeni çavuşbaşı Mahmud Ağa da üç günlük çavuşbaşılıktan sonra ilk hesapta yokken öl­ dürülmüşlerdir. Siyavüş Paşa’tun sadrıâzam tayin edilmesi Atmeydam’nda toplanmış plan as­ kerlerin reislerinden olan Haşan Ağanın: «Mustafa Paşa kendi âleminde sâkin bir adamdır, ona başka mansıb verilip sa­ darete müstaid bir kimsenin getirilmesi münasiptir» diye haber göndermesi üze­ rine; Zurna zeri Mustafa Paşa sadaretten azledildi. Sadrıâzamlığı dört saat sür­ müş olan Zurnazen '¡n tayin ve azlinin hangi gün cereyan ettiği sarih şekilde
belirtilmemiştir. Müverrih Naimâ, Haşan Ağa’nın Alay kögkü'nde âsiler namına padişahla konuştuğu sırada Zumazen’den «sadaret kaymakamı» diye bahset­ mektedir, Bu ifade esas alınırsa onun tayin ve azlinin 5 martta, askerlerin kendisine eseni de istemeyiz» diye bağı­ rışları gözönüne getirilince de bu tayin ve azil muamelesinin 4 martta cereyan etmiş olması gerekir. Zurnazen azledilince mühr-ü hüm â­ yûnun eski vezi ri âzarala r dan Siyavüş Paşa’ya tevdi’i uygun görüldü. Bu sıra» da Siyavüş Paşa Silistre valiliğinde bu­ lunduğu cihetle kendisi gelinceye kadar ikinci Vezir Yusuf Paşa sadaret kay­ makamı nasbolundu. Çınar vak’asırun cereyan ettiği gün­ ler zarfında idam edilenlerin yerine ye­ ni tayinler yapıldığı gibi, daha bazı mansıplarda da değişiklikler vuku bul­ du. Âsiler arasında, M üftü Hüsam-zâde Abdurrahman Efendi’nin, musahibleri koruduğuna dair sözler dolaşması üze­ rine, Hüsam-zâde istifa etti. Ondan açı­ lan Şeyhülislâmlığa Memek-zâde Mus­ tafa Efendi getirildi. Fakat güzel konuş­ ması, cerbezerliği ve bilhassa Gürcü Mehmed Paşa ile münakaşaları dolayısiyle kendisini tanıtmış olan Hoca-zâde Mesud Efendi’nin adamları asker arasına girerek «Memek-zâde gibi afyon m üp­ telâsı, ilim ve maariften nasibi bulun­ mayan bir mürtekipten şeyhülislâm mı olur? böyle bildiğini söylemekten kork­ maz adamın şeyhülislâmlığına ihtiyaç vardır» diye söylenmeleri üzerine, tayi­ ninden onüç saat sonra (Naimâ C: 6, S; 157) Memek-zâde azledilip Hoca-zâde Mesud Efendi şeyhülislâm tayin olundu. Zumazen’in azledildiği günden iti­ baren geçen bir hafta zarfında İstanbul’a yetişerek vazifeye başlıyan Siyavüş Paşa’nm bu defaki sadnâzamlığı iki ay bi­ le sürmedi. İstanbul’a gelince ilk ig ola­ rak Zurnazen Mustafa Paşa’yı Erzurum valiliğine tayin etti. Bundan bir kaç gün sonra da Halıcı-zâde’nin damadı olup Anadolu valiliğinden mazul bulunan Ka­ ra Mustafa Paşa’yı Zumazen’den açılan Kaptan-ı deryalığa getirdi. Eski sadnâzam Süleyman Paşa da Bosna valiliğine gönderildi. Siyavüş Paşa bu defaki sadnâzam- lığınııı ilk günlerinden itibaren hasta­ landığından bir defa divan toplantısına iştirak edebildi. Böyle olduğu halde, de­ ğerli bir şahsiyet olan ve Karagöz Meh,med Efetıdi’nin arkasından defterdarlı­ ğa getirilmiş bulunan Defterdar-zâde Mehmed Paşa’yı kıskanıp onu Veziriâzamlıkta kendi yerine namzed gördü­ ğünden ortadan kaldırmaya çalıştı. Bu hususta şeyhülislâm ile de işbirliği edince bir töhmet neticesi idamı için fer­ man istihsal eyledi. Bu kıymetli şahsi­ yet mânâsız bir kıskançlığın gadri ile cellâd elinde can verirken, onu öldür­ ten Siyavüş Paşa da hasta yatağında öl­ dü. Ertesi gün Defterdar-zâde’nin Süleymaniye’de, Siyavüş Paşa’nın da Sultanahmed’de cenaze namazları ayni sa­ atte kılındı. Defterdar-zâde idamından Önce bostancıbaşı hapsine verildiği za­ man annesi şeyhülislâma giderek ■ s— Dar-ı dünyada bir oğlum var, veziriâzamlık istemez, şefaat edip ölüm ­ den kurtararak bir yere sürgün edin» Diye yalvarıp döğündükçe şeyhülis­ lâm : <e— Bre hey hatun, ben âlim ve fa­ zılım diye kimseyi beğenmez. Azametin­ den biz yerimizde oturamaz olduk. Onun katlolunması lâzımdır» diye kıskanç­ lıkta Siyavüş Paga’ya iştirak ettiğine de­ lil sayılacak bir cevap vermiştir. M ü­ verrih Naimâ bu haksız idam dolayısiyle çok geçmeden şeyhülislâm Hoca-zâde Mesud Efendi’nin de cezasını bulduğu­ nu, böylece ilâhi adaletin tecelli ettiği­ ni kaydeder. Sipah ağalarının tegallübü ve bunların sonu Çınar vak’ası neticesinde, ekserisini hadımların teşkil ettiği saray ağaları­ nın tegallübü sona erdiyse de, bu defa, hadımların temizlenmesinde baş rolü oynıyan sipah ağalarının tegallübü baş­ ladı. Padişahın çocukluğu ve işbaşına kudretli bir sadnâzamın geçememesi yü­ zünden devlet idaresinde bir hercümerç devam ediyor, bir zümrenin tahakküm ü­ ne başka bir zümre nihayet verip ken­ disi onun yerine .kaim oluyordu. Dördün­ cü Mehmed’in tahta geçişinden biraz son ra başlıyan «yeniçeri ocağı ağalarının te- 2036
/E.I'll I L— 1 . v r v \ 9 gallübü» 2 sene 10 ay devam etmiş, bunu takiben başhyan «saray ağalarının tegalIübü» de çınar vak’asına kadar dört bu­ çuk sene sürmüş oluyordu. Çınar vak’asmı takiben başlıyan «Sipah ağalarının tegallübü» ise onlardan çok daha kısa olarak 70 gün devam edecektir. Kemankeş Kara Mustafa Paşa’mn idamından bu tarafa geçen oniki seneye yaklaşan zamandan beri devlet idaresi bozuk düzen gittiği, şahıs veya zümre­ lerin hükümete hükmetmelerine müsait bir hava mevcut olduğundan sipah ağa­ larının tegallüb tesis etmeleri de kolay ve süratli cereyan etti. Alay köşkünde padişaha maruzatta bulunan Haşan Ağa birkaç defa padişah tarafından kabul edilmiş olduğu cihetle hem burnu büyü­ dü, hem de etrafa hükmedebilmek için bu durumdan istifadeyi bildi. Netice iti­ bariyle Haşan Ağa ile birlikte sipah ağa­ larının diğer ileri gelenlerinden Şamlı Mehmed, Karakaş Mehmed, Kara Osman, Yamak A li ve daha birkaç kişi birer ko­ nak temin ederek elli altmış kişilik m a­ iyetle sefihane bir hayat yaşa m iv a başla­ dılar. Atmeydanı vak’asından kuvvet aIan ve etrafa tahakkümlerini bu vak’a üzerine tesis eden yeni mütegallibelere halk «Meydan ağalan» diyordu. İdam edilenlerin mallarını gasb ve yağma suretiyle servet temin eden mey­ dan ağaları bunu daha fazla artırmaya uğraşıyor, devlet dairelerinde işi olanla­ ra vasıtalık ederek rüşvet koparıyor, ay­ rıca devlet ricaline tazyik ile istedikle­ rini yaptırıyorlardı. Sipah ağalannın böyle usulsüz işlerinden en çok devlet hâzinesi zarar görüyor ve daha önceki zümrelerin tegallüblerinde olduğu gibi hükümet erkânının otoritesi iyice zede­ leniyordu. Sipah ağalarının tegallüblerini önle­ me işini ilk mevzuubahis edenler Reisülküttab Şami-zâde ile Defterdar Sarı A li Efendi, oldu. Her ikisinin de Sadaret kaymakamı Yusuf Paşa ile Şeyhülislâm Mesud Efendi’ye c.ert yanmaları ve bu­ nun bir çaresine bakılması tavsiyesinde bulunm alan üzerine, yeniçerilerden bu hususta istifadeye karar verildi. Netice­ de, ocağın ileri gelen ağalarından kur­ naz ve işbilir bir şahıs olan Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağayı gizlice davet ederek görüştüler. Kendisini çağıranların görüşlerine iştirak eyleyen Kara Hasanoğlu, bu meselede .muvaffakiyet temin edebilmek için, yeniçerilerin sevecekleri ayni zamanda otoriter bir kimsenin ocak kethüdalığına tayini, ona da istinat su­ retiyle sipah elebaşılarının bir toplantı­ da idame olunabilecekleri mütaleasında bulundu. Ve Keçeci-oğlu Mehmed Ağa­ nın ocak kethüdalığına tayininin uygun olacağını bildirdi. İstanbul'da böyle gizli konuşmalar yapılıp kararlar alındığı sırada Anadolu huzursuzluk içindeydi. îbşir Paşanın ida­ mından sonra onun levend ve sekbanla­ rının mühim bir kısmı Şeydi Ahmed Pa­ şa ile Abaza Haşan Ağanın yanına git­ mişlerdi. Bunlar Îbşir Paşanın idamın­ dan dolayı sipahilerden intikam davası­ na kalkıp önüne gelen sipahiyi öldürme­ ye başlamışlardı. Şeydi Ahmed Paşa teh­ likesinden kaçıp İstanbul’a gelenler iki defa padişaha istida sunup Anadoludaki vaziyetten şikâyet etmişler, hükümet merkezindeki sipahileri de bu hususta tahrik eylemişlerdi. Meydan ağalan diye isimlendirilen Sipah ağaları : «Şeydi A h ­ med Paşa Anadolu’yu harap etti; yoldaş­ larımızı müsadere kati ve ihrtaka başla­ dı. Küffar donanması boğazı kapatarak Akdenizi istilâ etti. Sefer gailesi varken Şeydi Ahmed üzerine serasker gönder­ mekle iş bitmez, padişah-ı âlempenahın bizzat Anadolu’ya gitmesi lâzımdır» şek­ linde konuşma ve müzakerelerde bulun­ maya başlamışlardı. Sipah ağalarının bu görüşmelerinden haberdar olan Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa zahiren kendi­ lerine taraftar -görünerek teşviklerde bulununca, sipahiler arasında padişahı Anadolu’ya götürme cereyanı kuvvet­ lendi. Neticede 4 mayıs 1656 da sipahiler bu maksatla Atmeydanında bir toplantı yaptılar. Ve Şeydi Ahmed Paşa’ya karşı sefer yapılması hususunu padişaha arza karar verdiler. Sipahi Mehmed «meydan ağalan» nın önüne düşerek sipahilerin. Anadolu seferi istediklerini bildirdi. K a­ ra Hasan-oğlu Hüseyin Ağa, meydan ağalannın topluca ele geçirilmesinin m üm ­ kün olacağını hesaplıyarak sipah ağala­ rını teşvikte devam etti. Hükümet ile de anlaşılmış olduğundan 8 mayısta tuğlar Cebehane önüne çıkarıldı. Neticede Ana­ 2037
I AKIHVEM E dolu seferi hakkında müzakerelerde bu­ lunulacağı beyan edilerek, vüzera ve ümeranıa yanında yeniçeri ve sipah ocağı ağalan da saraya davet edildi. Padişahın huzurunda cereyan eden bu plânlı top­ lantıda şu konuşmalar (Naimâ C: 6, S: 175) cereyan e t t i: Evvelâ öne çıkan sipah ağası zorbabaşı Haşan : «— Şeydi Ahmed Paşa yoldaşlarımı­ za ihanet ve reayaya zulüm ile Anadolu’­ yu harap etti. Bizzat padişahımız gitme­ dikçe def’i mümkün değildir» . Zorba başının böyle konuşmasından sonra Sadaret kaymakamı Yusuf Paşa Şeyhülislâma hitaben : «— Efendi hazretleri. Sevdi üzerine padişahın iştiraki ile sefer yapılması meş­ ru mudur?» Diye sorunca, Şeyhülislâm, böyle bir şeyin meşru olamıyacağını, vezirlerden birinin bu iş için tayininin kâfi geleceği­ ni bildirdi. Daha sonra yeniçeri ocağını temsil edenlerin fikri sorulunca kul ket­ hüdası Keçeci-oğlu : t— Devletlû padişahımızın kılıcı uzundur. Sevdi Ahmed Paşanın isyanı vâ­ ki ise oııun hakkından gelmeye vezir­ den bir kulu kifayet eder. Bizzat padişa­ hımızın hareketini ocağımız makul gör­ mez» dedi. Kul kethüdasının konuşmasından sonra Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa, Şeyhülislâma şu suali tevcih etti : «— Sultanım, padişaha tahakküm edip, devlet ve reâya nizamını bozup, memleket umurunu fesada verenler hak­ kında şer’an ne lâzım gelir?» Şeyhülislâmın cevabı : *— Seyf-i siyasetle izaleleri lâzım gelirs> oldu. Bunun üzerine padişah bir işarette bulunduğundan toplantıda hazır olan si­ pah ağalarından Haşan Ağa, Şamlı Mehmed, Yamak Ali ve Kara Osman’dan iba­ ret dört kişinin yakalarından tutulup dı­ şarı çıkarılarak boyunları vuruldu. Sa­ rayda bu hâdise cereyan ederken İstan­ bul kapıları kapatıldı ve bir iki gün zar­ fında sipah zorbalarından yirmiden fazla insanın boynu vuruldu. Böylece, Sadrıâzam Boynu-yaralı Mehmed Paşa daha İs­ tanbul’a gelmeden sipah ağalarının tegallübüne son verilmiş oldu. Bazı m ühim memuriyetlerde yapılan değişiklikler Sultan İbrahim’in saltanatının orta­ larından beri devlet idaresindeki bozuk­ luğun en belirli alâmetlerinden birisi, mühim memuriyetlerde sık sık değişik­ lik yapılmasıydı. Bu değişikliklerde, ev­ velce muhtelif misallerle izah edildiği üzere; nüfuz mücadeleleri, rüşvetler, kıs­ kançlıklar aynca bilgisizlik ve becerik­ sizlik gibi kötü âmiller bir hayli rol oy­ namaktaydı. Soıı senelerde sık sık deği­ şiklik yapılması işi sadaret makamına sirayet etmiş ve Derviş Mehmed Paşa’dan sonraki sadrıâzamlar mevkilerinde en fazla altı ay kalmışlardı. Memuriyet tebdillerinde her yeni sadnâzamın hisse­ si bulunmakla beraber, hükümete hük­ meden zümre ve nüfuzlu şahsiyetlerin hissesi daha büyüktü. Meydan ağalarının tegallübüne niha­ yet verildikten sonra icra edilen deği­ şikliklerin bir kısmında, müverrih Naim â (C: 6, S: 179) m n Ma’an-zâde Hüse­ yin Bey’e istinaden bildirdiğine göre, Şeyhülislâm Mesud Efendi’nin tesiri mev­ cuttu. Bunun tesiri ile Yusuf Paşa sada­ ret kaymakamlığından azledilip Silistre Valiliğine gönderilerek Haydar Ağa-zâde Mehmed Paşa sadaret kaymakamı tayin edildi. Yine şeyhülislâmın tesir ve suç­ landırması neticesinde yeniçeri ağası Ve­ zir Mahmud Paşa katledilerek Çetrefiloğlu Hüseyin Ağa’ya yeniçeri ağalığı tev­ cih edildi. Haydar Ağa-zâde şeyhülislâmın eski bir dostu idi. Mesud Efendi, Boyııu-yaralı Mehmed Paşa’yı sadnâzamlığa tav­ siye ederken, onun ihtiyarlığından isti­ fade ile devlet işlerinde istiklâl temin edeceğini hesaplamıştı. Silistre Valiliğine tayin edilen Yusuf Paşa daha memuriyet mahalline varma­ dan, burası Sevdi Ahmed Paşa’ya tevcih edildi. Son beş altı aydan beri Sivas ve Tokat taraflarını zulüm ve tahribi ile in ­ letmiş olan Şeydi Ahmed Paşa maiyetin­ deki beş altı bin kadar sarıca ve sekba­ nı ile Kütahya önlerine geldiği sırada, arzettiği tehlikenin savulması gayesiyle bu tevcihatta bulunulmuştu. Şeydi A h­ med Paşa bu tayini evvelâ kendisi için 2038
bir tuzak zannetti vse de vezare t tevcihi de yapılınca buna inandı. Çınar vak’asından sonra yapılan m ü­ him tayinlerden biri de «Firari» namı ile marûf Mustafa Paşanın kaptan-ı derya­ lığa getirilişidir. Vecihi, Karaçelebi-zâde Abdülâziz ve Mehmed Halife gibi mü­ verrihlerin, kaptan-ı deryalıktaki hizme­ tini methettikleri Zurnazen Muştala Pa­ şa Erzurum valiliğine gönderilince; Şey­ hülislâm Mesud Efendi ve daha birkaç kişinin (Naimâ C: 6, S: 186) padişaha : « Gerçi yakında silâhdarlıktan çıktı. A h­ vale vukufu yoktur. Lâkin kuvveti mâ­ liyesi vardır. Hazînenin muz ayekası sıra­ sında tersane mühimmatı ve levend te­ darikinde zaruri olan masrafı kendi ke­ sesinden. tekmil edip, namusunu koru­ mak için malını feda eder. Bu veçhile iş görülmek memuldur» diye tavsiye et­ mişlerdi. Lâkin, parası yüzünden kaptan-ı derya tayin edilen Firari Mustafa Paşa bu vazifede sadece otuz beş gün kaldı. Kaptan-ı deryalıkta daha fazla ka­ lırsa malından başka icabında başının da gidebileceğini hesaplıyarak, bu vazifenin, ehli olmadığını beyanla istifa etti. Sonra sadrâzama dört yüz kese akçe teslim eyliyerek Mısır Valiliğine tayinini yaptır­ dı. Bunun istifası ile Atike S ultanin zevci Sarı Kenan Paşa kaptan-ı derya tayin edildi. Donanm anın mağlubiyeti ve boğazın kapanması Boynu-Eğri (Yaralı) Mehmed Paşa'nın sadareti sırasında, fakat onun daha İstanbul’a gelmesinden önce, Sarı Kenan Paşa idaresindeki Osmanlı donanması Venediklilere karşı çok mühim bir m ağ­ lûbiyete uğradı. Sarı Kenan Paşa kaptan-ı deryalığa tayininden bir buçuk ay kadar sonra do­ nanma ile İstanbul’dan hareket etti (16 haziran 1656) . Abdi Paşa vekayinamesindeki kayda göre; kaptaıı-ı deryanın em­ rinde 45 kadırga, 7 mavna, 27 kalyondan ibaret 79 tane (Kâtib Çelebi’nin Esfar-ülbihar’mdaki kayda göre 40 kadırga, 10 mavna, 30 kalyon, 20 bey gemisi) gemi mevcuttu. Lâkin gemilerdeki cenkçi miktarı noksandı. Kenan Paşa boğazdan çıkınca Venedik donanması ile karşılaş­ tığından durumu müzakere etti. Bu sıra­ da düşman donanmasındaki cenkcilerin durumunun mükemmelliğini öğrenerek, noksan cenkçi ile mücadeleye atılmamak için İstanbul’dan yardım talebinde bulun­ mak istediyse de, donanmadaki ocak hal­ kının subayları buna mâni oldular. Kenan Paşa bunun üzerine o civarın halkından bahşiş ile cenkçi yazmaya kalktı. Fakat yazılanların bahşişlerini harpten, sonra vermek istediğinden bunlar cenge karşı istek duymadıkları gibi, zâten bahşiş n i­ yetiyle gelmiş olan bu insanlar disiplin­ siz bir güruhtan farksızdı. Donanmada mevcut hakiki denizciler, cenkcilerin noksanlığı, mevcutların da vehme düşmüş olmaları (Naimâ C: 6, S: 184) sebebiyle harbin kabulünün doğru olmadığını bildirdiler. Fakat Kenan Pa­ şa «küffarın üzerine varasın ve melâinin gemilerini boğaz önünden defedesin» di­ yen padişahın kat’i ifadeli fermanına ita­ at mecburiyetini hissediyordu. Vaziyet böyleyken Sarı Kenan Paşa, Lazaro Mocenigo idaresindeki Venedik donanması ile iıarbi kabul etti. Mücade­ le Çanakkale boğazı önünde ve Anadolu sahiline pek yakın bir sahada cereyan eyledi (36 haziran 1656) . Osmanlı tarih­ lerinin ittifakla belirttiklerine göre; do­ nanmadaki cenkçi miktarı hakiki ihtiya­ cın üçte biri, levend sayısı da dörtte biri kadardı. Düşman hücumu başlayınca, ya­ lılardan toplanan ücretli ve disiplinsiz as­ kerler can kaygusuna düştü. Diğer cenk­ çiler de hemen hemen ayni şeyi yaptı­ lar. Bu yüzden, gemileri sahile sığ yerle­ re doğru çekip bir an önce karaya çık­ mak isterken Venedikliler top ateşi ile bunları iyice şaşkına çevirdiler. Osmanlı gemilerindeki efradın mücadele yerine karışıklık içinde canlarını kurtarmaya ça­ lıştığını gören dört bin kadar forsa ise, bu vaziyet karşısında Venediklilerin isi­ ne yanyacsk şekilde kürek çekmeye gay­ ret etti. Böyiece, donanmadaki efradın doğru dürüst harb etmemesi neticesinde muazzam bir mağlûbiyete uğranıldı. M u­ harebe sonunda San Kenan Paşanın elinde bir mavna ve 17 kadırga kaldı. Düş­ manın zayiatı sadece beş gemi idi. Kâtib Çelebi, Kenan Paşa emrindeki gemileri 100 tane, Daru ise •»Histoire de Repub­ lique de Venise» ismindeki eserinde 98 tane gösterdiğine, Naimâ da harbin zayi- 2039
atma dair bilgi verirken Abdi Paşa’nın rakamının üstüne çıktığına göre ; 80 ka­ dar gemi batmış ve düşmanın eline geç­ miş demekti. Osmanlı donanmasının sek­ sen kadar kaybından 15 veyahut da 35 kadar gemisinin battığı, buııun üstündekilerin de düşman eline geçtiği kayde­ dilir. Gerek Osmanlı, gerekse yabancı m ü ­ verrihlerin belirttikleri veçhile bu muha­ rebe, İnebahtı (Lepaato) dan beri Os­ man.Iı donanmasının uğradığı ikinci b ü ­ yük mağlûbiyettir. Pek çok gemi, top, mühimmat ve esirin Venedikliler eline geçmesi ile neticelenen bu hâdise için, devrin şairlerinden biri «verdiler küffara donanmayı bi-cenk ve cidal» mısraı ile tarih düşürerek, bu tek satırda hâdisenin ruhunu aksettirme kudretini göstermiştir. Paga'nm ihmal ve hatâlı hareketleri y ü­ zünden buradaki kuvvetler zayıf ve id e ­ den kifayetsiz durumda bulunuyordu. Onun için Venedikliler muhasaraya başla­ yışlarımı: dokuzuncu günü Bozcaada’yı zaptettiler (13 temmuz -656) . Venedik­ liler Bozcaada’yı aldıktan sonra Limni'yi de zaptetmek üzere harekete geçtiler. Ve gidip kalesini muhasara ettiler: Lim ııi’nin kalesi Venediklilerin müthiş baskısı­ na ondokuz gün mukavemet etti. Netice­ de eman ile iç-kalenin de teslim olması üzerine Lim ni de Venediklilerin eline geçti (Ağustos 1656) . Venedikliler eman dileyen müslümanları, üzerlerine yalnız­ ca bir don ve gömlek bırakacak derecede soydular. Sadrıâzam Boynu-Eğri (Y aralı) Mehmed Faşa’m n İstanbul’a gelişi V enediklilerin Bozcaada ve L im n i’yi zaptetmesi Venedik amirali Çanakkale boğazı önünde kazandığı parlak muvaffakiyet­ ten sonra, boğazı kontrolde garantiye claşmak, ayni zamanda donanma harbin­ deki başarısını fetih hareketi ile daha da kıymetlendirmek için Bozcaada üzerine yürüyerek burasını muhasara etti. A da­ nın muhafazasına memur Vezir Ahmed Kendisine mühr-ü hümûyun tevdi edilen yeni Sadrıâzam Boynu-Eğri Meh­ med Faşa, Şam’da mührü teslim alın­ ca İstanbul’a gelmekte pek aceleci dav­ ranmadı. Bir müddet önce D;yarbekirli bir tüccar ölmüş ve güzel karısı dul kal­ mıştı. Mehmed Paşa bu çok güzel ve zen­ gin kadınla evlenerek Haleb'e getirmiş­ ti. Naimâ (C: 6. S: 194) a n t kaydına göre: Osmanlı ve Venedik gemileri arasında ilk çarpışmaların başlaması 2040
ç ^ Mehmed Paşa sadrıâzam olunca biraz da gösteriş niye­ tiyle Haleb’de bir müddet kaldı ve bu arada, birkaç yıldan beri Anadolu’da za­ rarlı faaliyetlerde bulunan ve bir c-elâlideıı başka bir şey olmıyan Abaza Haşan Ağa’yı Diyarbekîr valiliğine tâyin etti. Abaza Hasan’a böyle bir vazifenin tevcihi münasebetiyle: «dest-'i tasal­ lutundan Türkmen ağalığını kurtarmak m üm kün olmıyan bir şahsa Diyarbekir V alili­ ğinin verilmesi doğru değil­ dir» diyenlere, «sîz bilmez­ siniz. Abaza işe yarar bir adamdır, Valilik rütbesine n a ­ il olduktan soııra padişahın fermanlarına muhalefet eylemez» cevabım vermişti. Boynu-eğri Mehmed Paşa ayrıca, Abaza Hasan’dan bo­ şalan Türkmen Ağalığına oiiuıı kethüdasını, kendisin­ den boşalan Şam Valiliğine de Mısır’dan mazûl Haseki Mehmed Paşa'yı tayin etti. Bu tayinler dolayısiyle de hükümet merkezine ulaş­ ma işini yavaşlatmış olan Boynu-eğri Mehmed Paşa n i­ hayet 3 temmuz 1656 da İs­ tanbul'a vâsıl oldu. Yeni Yukanda: Borda bordaya gelen Osmanlı ve Venedik gemileri üzerindeki kanlı mücadeleden bir görünüş. Ortada: Savaşta galip gel­ melerine rağmen pek harap olan bir Venedik gemisinin hali. Aşağıda : Bu çarpışma­ lar esnasında gözünün birini kaybettiğinden, sonradan ta­ rihlerimizde Kör Kaptan ola­ rak geçen, Venedik amirali Lazaro Mocenigo’mm Vene­ dik’teki zafer aiayı (Resim­ lerin her üçüde İtalyanca bir albümden alınmıştır). 2041
sadrıâzamııı İstanbul’a gelişinden bir haf­ ta önce donanma mağlûp olmuş, on gün sonra da Bozcaada elden çıkmıştı. Mütea­ kiben Limni adası da işgale maruz kalın­ ca Venedikliler tam mânasiyle Çanakkale Boğazım kontrol eder vaziyete gelmiş bu­ lunuyorlardı. Kenan Paşa emrindeki do­ nanma mağlûp olunca, Venediklilerin sa­ hillere dahi tecavüze yeltenerek Rumeli kıyısında birkaç köye baskın yaptıkları görülmüştü. O sırada tayin olunduğu Silistre eyâletine gitmekte olan Şeydi A h ­ med Paşa derhal o tarafa teveccüh ede­ rek Venediklileri vüzgeri etmiş, aradan yirmi gün kadar zaman geçince de Sarı Kenan Paşa’nm yerine kaptan-ı derya tayin edilmiştir. Şeyhülislâm Mesud Efendi ve Şelızâde Süleym an’ın iclâsı meselesi Bir ilmiye mensubu olduğu halde, daha ziyade cerbezer, hattâ entrikacı, muhteris bir siyasî hüviyet arzeden Şe\'hülislâm Hoca-zâde Mesud Efendi, bil­ hassa Gürcü Mehmed Paşa’nm sadareti sırasında nazarı dikkati celbetmişti. Mez­ kûr sadrıâzamla münakaşaları münasebe­ tiyle «meşveret meclislerinde sözünü sa­ kınmayan, doğruyu pervasızca söylemek­ ten çekinmeyen bir adam» diye şöhret bulmuştu. Ibşir Paşanın sadaretinde rağ­ betten düşen, Kara Murad Paşa zamanın­ da da yine pek yüzüne bakılmayan Me­ sud Elendi Çinar vak’ası üzerine şeyhül­ islâm tayin edilmiş bulunuyordu. Çmar vak’asının kahramanları olan sipah zor­ balarının istekleri üzerine bu makama getirilmiş olmakla beraber bilâhara on­ ların temizlenmesi sırasında hükümetle işbirliği ettiğinden, Valide Sultan nezdinde yine eski teveccühe mazhar ol­ muştu. Bu teveccühün bir neticesi ola­ rak ikinci Osman’ın hocası Ömer Efendi’ııin tasarruf ettiği Sivas mukataası da­ hilinde onbin kuruşluk bir has Mesud Efendi’ye ihsan olunmuştu. Böyle teveccüh ve ihsanlar muvace­ hesinde şeyhülislâmlık vazifesinin icap­ larını sükûnetle yerine getirmesi bekle­ nirken, Mesud Efendi ihtirasını tatmin yolunda gayret sarfetmekten geri kalma­ dı. Siyavüş Paşa ölünce, Boynu - Eğri Mehmed Paşa’m n sadnâ zamlı ğa tayinini tavsiye ederken, bu adamın ihtiyar ve beceriksiz oluşunu gözönünde bulundu­ rarak, sadaret makamında zayıf bir şah­ siyetin mevcudiyetinden faydalanıp iste­ diği gibi hüküm sürmeyi kurmuştu. Lâ­ kin, Mehmed Paşa İstanbul'a geldikten sonra kendisine yüz vermiyerek, bilhassa tayin ve azil işlerindeki müessiriyetini önleyip, onun fikirlerini kaale almadan iş görmeye başladı. Buna içerliyen Mesud Efendi iki ay Önce sadnâzamlığa getirilmesini tavsiye etmiş olduğu adamın aleyhine dönüver­ di. Ve (Naimâ C: 6, S: 198) etrafta sadnâzam aleyhinde konuşmaya başladığı gibi, Valide Sultana da «Bu adamı yanlış şevketmişiz. Bu makamın ehli değildir ; başka birinin tedariki iktiza etti» diye haber göndermişti. Valide Sultanın m uh­ teris şeyhülislâma cevabı : «— Bu adamı kendileri tarif etti ; mucib-i azil ne suçu var? Düşmanın du­ rumu, devletin zaruret ve ihtilâli malûm. Böyle zamanda suçsuz yere iki günde bir veziriâzam tebdilinin zararını düşünme­ den neden böyle bir fikre zahip olurlar » gibi haklı ve isabetli sözlerden ibaret oldu. Müverrih Naimâ, Mesud Efendinin bu vaziyet karşısındaki niyet ve teşeb­ büsünü şöyle anlatır : « Vecihi ve Abdülâziz (Karacelebi-zâde) -'Efendiden maa­ da vak’aları kaydeden kimselerin anlat­ tığı veçhile, Mesud Efendi bu mağlûbi­ yete tahammül edemeyip cibilliyeti muktezasınca fasit fikirlerle harekete koyu­ lup, sadaret kaymakamlığından mazûl Haydar Ağa-zâde ile meşveret ve sözbirliği etti. Ve bu adamı zaruret icabı biz tavsiye ettik, şimdi ise ayağımıza çelme takmıya uğraşıyor. Canib-i saltanata na­ sihat haberi gönderdik, dinlemedi. Düş­ man Bozcaada’yı a ld ı; bu gidişle nere­ deyse İstanbul’a gelecek. Zamanın icabı budur ki : ocağı tahrik ile Sultan Süley­ man’ı iclâs eyliyelim. Sen veziriâ2 am ol. Alemin nizamına beraberce gayret sarfeyliyelim» . Böylece, beş sene kadar bir zaman geçtikten sonra şehzade Süleyman’ın iclâsı işi ikinci defa mevzuubahis edilmiş oluyordu. îlkinde işin başında Kösem Sultan gibi bir şahsiyet mevcuttu. K ö­ sem Sultan buna muvaffak olamadıktan sonra Mesud Efendi’nin başan sağlaması 2042
daha ziyade meşkûktü. Esasen şehzade Süleyman, Sultan Mehmed’den küçük ol­ duğuna göre ; Mesııd Efendi’nın bu me­ selede ihtirasının esiri olduğu besbelliy­ di. Binaenaleyh, Mesud Efendi’nin Şehzâde Süleyman’ı iclâs edebilmek için et­ rafına fazlaca adam toplaması da kolay değildi. Zâten Mesud Efendi'nin bu ni­ yeti, Haydar Ağa-zâde’den başka Keçecioğlu, Şehzade Süleyman’ın annesinin ket­ hüdası Kara A li Ağa ve daha bir kaç kişinin benimsemesinden gayri yeniçeri ocağına intikal edemeden sadrıâzam tara­ fından duyuldu. Mehmed Paşa derhal pa­ dişah ve Valide Sultanı gizlice vaziyetten haberdar etti. Mesud Efendi’nin ihtira­ sına delil olan eski hareketleri de bu vesile ile hatırlanarak derhal Diyarbekir’e sürgün edilmesine dair hatt-ı hü­ mâyûn çıktı. Buna dair emir yazılırken bir taraftan da «Sinan-pasa köşkü» nde yapılacak meşverete davet edildi (17 temmuz 1656 - 25 ramazan 1066). Me­ sud Efendi köşke gelir gelmez veziria­ zam ve padişahı görmeden bostancıbaşı tarafından bir kayığa konup Anadolu ya­ kasına geçirilip Bursa’ya gönderildi. Me­ sud Efendi bövlece sürgüne gönderilir­ ken Rumeli Kazaskerliğinden mazul H a­ nefi Efendi şeyhülislâm tayin olundu. Mesud Efendi bir müddet Bursa’da kaldi. O sırada Anadolu yollan Abaza Hasan’ın levendleri yüzünden kapalı ol­ duğundan kendisine muhafız olmak üze­ re levend yazmaya başladı. Mesud Efen­ di levend yazarken Diyarbekir'e hareke­ tinin daha fazla gecikmemesi için İstan­ bul’dan emir gelmiş, Bursa kadısı Sadreddin-zâde Ruhullah Efendi ise, hare­ kete hazırlanan Mesud Efendi'ııin levend yazmakta olduğunu İstanbul’a bildirmiş­ ti. Sadrıâzam Boynu-Eğri Mehmed Paşa ise, bunu bir fırsat telâkki etmiş ve onun levend yazışını padişaha bir fesada hazır­ lanış şeklinde aksettirerek katline fer­ man istihsal eylemiş ve buna dair emri bir çavuş ile Bursa’ya göndermiştir. Me­ sud Efendi misafir kaldığı evde sohbet etmekteyken evin etrafı çevrilmiştir. Ce­ sur ve kuvvetli bir adam olan Mesud Efendi derhal kılıcına sarılmış, idamına gelenlerden birkaç kişiyi yaraladıktan sonra öldürülmüştür (2 eylül 1656). Karaçelebi - zâde Abdülâziz Efendi, Mesud Efendi için «kendisine isnat olu­ nan iclâs maddesinden bihaberdi» diye­ rek, onun böyle bir şeye teşebbüsünü va­ rit görmemekte, maamafih, onun ihtirası­ na işaretle Defterdar-zâde Mehmed Pa­ şa, yeniçeri ağası ve daha birkaç kişiyi suçsuz yere öldürtüşünün cezasını çekmiş olduğunu ilâve eylemektedir. Mesud Efendi’nin idamından sonra onunla fikir birliği ettiği söylenenlerden vezir Haydar Ağa-zâde Mehmed Paşa, Şehzade Süleyman’ın annesinin kethüda­ sı Ali Ağa, sipahilerden bir başka Ali Ağa ve daha birkaç kişi idam edildiler. Vaziyetin nazikliği ve Boymı-Yarah’nm aczi Donanmanın mağlûbiyeti, Bozcaada ve Lim ni’nin elden gitmesi üzerine Ve­ nedikliler boğaz önünde tam manasiyle hâkim vaziyete geçince boğaz kapandıBu hâdiselerin İstanbul’da hem maddi, hem de manevi tesirleri derhal görülüverdi. Maddi bakımdan eşya fiyatları fır­ ladı ; manevî bakımdan da panik havası esmeye başladı. Paniğin doğmasında, başta sadrıâzam olmak üzere birçok dev­ let erkânının âciz kimselerden mürek­ kep bulunuşunun da rol ve hissesi mev­ cuttu. Donanmanın mağlûbiyeti esas iti­ bariyle acz, ihmal ve bilgisizliğin eseriy­ di. Koca bir imparatorluğun merkezi sı­ kıntı ve heyecana maruz kalırken, halk bunun, baştaki idarecilerin beceriksizlik­ lerinden ileri geldiğinin farkındaydı. Sadrıâzam ve sair erkânın bu duruma karşı akıl ve bilginin emrettiği şeyleri yapma­ sı gerekirken Boynu-Eğri Mehmed Paşa, tedbir alarak gülünç şeylere teşebbüs et­ miş bulunuyordu. Naimâ (C: 6, S: 214) nın kaydına göre; bu sırada halkın açık­ tan açığa şöyle söylendiği duyuluyordu : «— Bu nasıl iş ve harekettir Devlet büyükleri kendi fena maksatlarını icra kaydına düşüp donanmayı ve adaları düşmana verenlere bir ceza tatbik etme­ diler. Parasını alıp mansıp vermekte de­ vam ediyorlar. Pirincin kilesi yüzelli ak­ çeye çıkıp sair şeyler de pahalandı. Ve­ ziriazam tedbir ve tedarikten âciz durum­ da. Düşman geliyor diye hisar üzerin­ deki evleri yıktırdı; bu işin sonu ne ola­ cak ve bu hareket neye yarıyacak. Saadetlû padişahımız ise Üsküdar’da zevk
ve sefasında, ahval-i âleme karşı ka­ yıtsız» . Âciz Sadnâzam Boynu-oğri Mehmed Paşa bu sırada Ahır-kapı ile Yedikule arasındaki surlar üzerinde bulunan evle­ ri yıktırmış, düşman donanması İstanbul önüne gelirse surları yeni zannederek şehri alamıyacağını tahmin etsin diye bunların denize bakan tarafını badana et­ tirmeye başlamıştı. Sadnâzam, tehlike karşısında kalan devekuşunun başını ku­ ma gömmesi biçimindeki hareketlere te­ vessül etmekteyken maneviyatı bozulan bazı kimseler malını mülkünü satarak İstanbul'dan Üsküdar'a geçmeye başla­ mıştı. Boynu-eğri Mehmed Paşa şaşkınlık ve acz içinde kıvranmasına rağmen ke­ sesini doldurma işini (Naimâ C: 6. S: 213) başarabilmekteydi. Heyecan artmak­ ta devam ederken ulema ve meşayih’ten, ayni zamanda ocak ihtiyarlarından bazı kimseler birkaç defa mufassal arzuhaller yazıp bizzat padişaha aızettiler. Bunun üzerinedir ki Dördüncü Mehmed Üskü­ dar'dan Topkapı Sarayına geçti (3 eylül 1656J . Bundan iki gün sonra yani 4 ey­ lülde de vezirler, ulema ve devlet erkânı ile Yalı-köşkünde bir meşveret meclîsi akdetti. Umumi durumun müzakeresini müteakip, «evvelce havass-ı hümâyûna iltihak edilmiş bulunan Aydın ve Saruhan sancakları ile Anadolu ve Karaman eyâletlerine sancakbeyi ve valiler tayin edilerek bunların İzmir, Sakız ve İstanköy adaları ile sahillerin muhafazasına memur kılınmalarına : askere zahire te­ min etmek üzere Bursa, Mihaliç ve sair yerlere kapıcıbaşılar gönderilmesine; tersanede çektirme, yani kürekli gemiler yaptırılıp kalyon inşasının terkedilmesine» karar verildi. «Tarih-i Gılmani» sa­ hibi Mehmed Halife’nin kaydına naza­ ran: bu toplantıda iç hâzineden bir m ik­ tar para çıkarılması ve «imdadiye» na­ mı ile para toplanmasına da karar veril­ miş bulunuyordu. Ne yazık ki, nazik ve heyecanlı gün­ ler yaşandığı bu sırada biie, bir tedbir olarak alman kararların tatbikinde dahi adam kayırma ve maddi menfaat rol oy­ nadı. Zira Sadnâzam Mehmed Paşa, Ay­ dın ve Saruhan sancaklarını kendi adam­ larına verdiği gibi «Anadolu ve Kara­ man eyâletlerini de mebaliğ-i azim ile birer adama sattı» . Sultan Mehmed müsbet şeyler beceremiyen, fakat menfaatini gözetmekten de geri durmayan sadrâza­ mı artık bezenmiyor, şimdiye kadar fay­ dalı bir iş göremediğini, cülûs töhmeti ile bir sürü adam katlettirdiğini, meşve­ ret meclisinde alınan kararları da lâyık olduğu derecede tatbik edemediğini be­ yanla : «ne kuvvet-i şecaatla iş görmeye kudreti var, ne zekâ ve ferasetle hüsn-ü tedbirde mehareti var! Emr-i sefer için olan müşaverede tedbir ve hareket böy­ le mi olur?» diyordu. Sultan Mehmed, ilkinden bir hafta sonra tertip ettiği ikin­ ci bir toplantıda, veziriazama : « Bizzat sefere gideceğim, denizde ve karada ha­ zırlığı gör ve mühimmatı gereği Jf.bi ha­ zırla» emrini verdi. Buna karşı sadnâ­ zam ise, Naimâ’nın ifadesi ile : t— Şevketlû ve kerametlû padişahım, Hak Tealâ ömr-ü devletinizi berdevam eyliye. Ortalığın ihtilâli ve askerin ni­ zamsızlığı dolayısıyle vaktinde sefer et­ mek zordur. Hazine-i âmirenin ise zaru­ reti tabir olunmaz. Azimetiniz takdirin­ de iç hâzineden yinni bin kese akçe yar­ dım yapılmasına ihtiyaç vardır. Aksi tak­ dirde sefer-i hümâyûn icrası mümkün değildir» cevabını verince Sultan Meh­ med kızıp sustu ve arkasından da toplan­ tı dağıldı. Netice olarak bu görüşmeden de müsbet bir netice de istihsal edile­ medi. ŞEYH VE VAIZLARIN DURUMLARI, VÂIZLARIN SARAYA TESlR VE HÜKÜMET İŞLERİNE MÜDAHALELERİ Anadolu Tüklüğünün ve dolayısıyle Osmanlı cemiyetinin fikrî, İçtimaî ve İl­ mî veçhelerini ana hatları ile topluca tespit edebilmek için, şeyh ve vâızlann bu cemiyetteki mevki ve durumlannın tetkikine ihtiyaç vardır. Esas itibariyle, tarikat erbabının en üst kademedeki şah­ siyetleri demek olan şeyhlerden bazı kim ­ seler, sadece bir tarikat adamı olarak kendi tarikatları dahilinde değil, ilim ve 2044
fazlının- derecesine göre cemiyet dahilin­ de g-sniş çapta tesirler de yaratmışlardır. Bu arada peşinen şunu belirtmek icap eder k i ; Osmanlı cemiyetindeki şeyhler esas itibariyle, bir tarikat adamı halin­ de ömrünü tekke ve dergâhlarda doldu­ rur, va’z ve irşadlarını bu muhite hasre­ der, icabında camilerde kürsü şeyhi ha­ linde halka va’z ve nasihatta bulunur, bunun dışındaki zamanlanın ibadetle, bir kısmı da aynca eser yazmakla geçirirdi. Dîn ve tarikata ait bilgiler yayan şeyh­ ler öğüt ve irşadlariyle cemiyetin ahlâkı üzerinde de müessir olurlardı. Şeyhlerin esas ve umumî ahvali böyle olmakla be­ raber, aralarında bazen devlet adamla­ rının hattâ hükümdarların yakırunda bu­ lunarak onlara tesirler icra eden, pek na­ dir görülmekle beraber hayatlarının her­ hangi bir devresinde devlet hizmeti ka­ bul edenler de vardı. Şeyhlerin ön plândaki meşgaleleri mensup oldukları tarikatın fikirlerini müdafaa ile âyin ve merasimlerini icra idi. Eserlerinde, tekke ve dergâhlardaki irşad ve va’zlannda tarikatlariyle ilgili fikirleri neşir ve müdafaa ederlerdi. Camilerde kürsü İşgal ederek va’z eden kimseler arasında herhangi bir tari­ kata mensup olanlar bulunduğu gibi, bir tarikatla ilgisi olmıyanlar da vardı. Hü­ kümet merkezinde büyük camilerde med­ rese müderrisleri ve zamanın meşhur âlimleri va’zederdi. Bunların tesir derece­ leri eserleriyle yaptıkları şöhretleri, ilmî kudretleri veya konuşma kabiliyetleriyle alâkalıydı. On yedinci asrın ilk yansındaki Önemli tarikatlar Osmanlı devleti yeni kurulduğu sıra­ da Anadolu’da bazı tarikatlar mevcuttu. Zamanla bunların sayıları daha da ço­ ğaldı. Onbeşinci asırdan itibaren, «tedrisi tasavvuf» diye de anılan «İlmî tasavvuf» yayılmaya başlamış olduğu cihetle, bu­ nun ilmî tahlil ve tefsirini yapan bir kı­ sım din uleması vasıtasiyle yeni tarikat­ lar ortaya çıktı. Hükümdar ve devlet adamları umu­ miyetle tarikat erbabına karşı müsama­ halı davranıyordu. Tarikatların çoğalma ve tarikatçiliğin gelişmesinde bunun da tesirleri mevcuttu. Maamafih bazen teh­ like sezilen şeyh ve tarikatçilerin taki­ bata uğradığı da oluyordu. Onyedinci asırda mevcut tarikatların mühimleri şunlardı : Bayramiye ve bu­ nun kolları olan Şemsıyye, Celvetiye. Melâmiye. Onbeşinci asrm ikinci yarısında Şeyh Ömer Ekmeleddin tarafından kuru­ lan Halvetiye, ve bunun kollan olan Sünbüliyye, Gülşeniyye, Sinaniyye. Anado­ lu ’da mevcudiyetlerine ondördüncü asrı» sonlarında rastlanmakla beraber esas iti­ bariyle onyedinci asrın ilk yarısında ya­ yılmaya başlayan Kadiriyye, Rifaiyye. Ayrıca Nakşibendiye, Anadolu’daki tarikatlerin en eskilerinden olan Bektaşiye ve M evi eviye. Tarikatlerden her biri yekdiğerinden az veya çok farklı fikir ve akide­ leri müdafaa etmekteydi. Her tarikatin bir zikr usulü de vardı. Musiki, raks ve şiire dayanan mevlevilikteki zikr ve âyi­ ne * semâ» denirdi. Mevlevîler ney ve kudüm sesleri arasında hem mihver, hem mahrek üzerinde dönerek semâ yaparlar­ dı. Halvetîlerle Kadiriler devr yaparak, Rifaîler ayakta durdukları yerde, Nakşibendîler oturarak zikrederlerdi. BektaşîIer ile Melâmîlerin zikri ise sohbet esa­ sına müstenitti. Bayramiye tarikatinden ayrılmış olan Melâmiyede zikir olmadığı gibi hususi bir kıyafet de yoktur. Bay­ ramiye sünnî bir tarikat olmakla beraber Melâmiyede şiî temayüller açıkça sezilir. Onaltıncı asırda Melamı şeyhleri arasında akideleri şeriata aykırı görülerek idama mahkûm edilenler olmuştur. Melâmiliğin ana umdesi vahdet-i vücut felsefesine da­ yanır. Onyedinci asrm ilk yansındaki m ühim mutasavvıflar Onyedinci asnn ilk yansı Osmanlı devleti için idari bozukluk ve bazı huzursuzluklann mevcut olduğu bir devir olmakla beraber, bir hayli ilim ve sanat adamı da yetişmiştir. Bunların bir kısmı tasavvuf erbabından olan şeyhlerdir. Meşhur ve mühimleri : Celvetiye Şeyhi Aziz Mahmud Hüdai Efendi, Halvetiyye tarikatinin Şemsiyye kolundan Abdülmecid Şeyhi ve bunun halifesi Abdülahad Nuri Efendi, yine bu tarikatın Sinaniyye 2045
kolundan Oğanlar Şeyhi İbrahim Efen­ di, Melâmiyedeıı Hüsameddin Ankaravi, Kadiriyye tarikatinden Tosyalı İsmail Rum î gibi kimselerdi. Şimdiye kadar hükümetçe şeyhlere pek dokunulmadığı cihetle onlar da tari­ katlarına ait görüşlerini serbestçe neşret­ mişler, tekke ve dergâhlarında zikr ve âyinlerde bulunmuşlardı. Gerçi Onaltmcı asır içinde meşhur şeyhülislâmlardan !bn-i Kemal ve Ebussuud Efendi devir ve raksın haram olduğuna dair fetva ver­ mişlerse de, tarikat mensupları bu fetva­ lara, zikrullahın meşruluğuna dair birçok eser yazmak suretiyle cevap vermişlerdi. Ontın içindir ki tekke ve dergâhlarda devr, semâ ve raks şeklindeki zikrler y i­ ne devam etmekteydi. D ar görüşlü vâizlar Dördüncü Murad zamanında padişah ve devlet erkânına nüfuz eden bazı vâiz­ lar taassuba doğru bir çığır açmışlardır. Dördüncü Mehmed zamanında bu durum daha da sıkılaşmış ve iş, dar görüşlü vâızlarla şeyhler arasında mühim bir m ü­ nakaşa şekline dökülmüştür. Dar görüş­ lüler, hem cemiyetin zihniyetçe zedelen­ mesine, hem de bazı saray ve hükümet erkânına istinad ettiklerinden İdarî h u ­ zursuzlukların zuhuruna sebep olmuşlar­ dır. Bu dar görüşün mümessilleri en baş­ ta Kadı-zâde Mehmed Efendi, sonra Üstüvanî Mehmed Efendi, Çelebi Şeyh, Şeyh Osman, Köse Mehmed, Çavuş-zâde Hüseyin Efendi’dir. İslâm âleminde bazı meselelerde farklı içtihadlar yüzünden ihtilâflar çık­ tığı ve halkın taraflara ayrıldığı m alûm ­ dur. İşte mevzuubahs edeceğimiz m üna­ kaşalar da esas itibariyle bazı hususlarda dar görüşlü bir içtihaddan doğmuştur. Dördüncü Murad ve Dördüncü Meh­ med devirlerinde dar görüşün en başta gelen mümessili olan Kadı-zâde’den da­ ha önce de onun gibi düşünenler çık­ mıştı. Zâten, Kadı-zâde Mehmed Efendi de içtihadında Kanusî ve İkinci Selim devrinin, adamı olan Birgili Mehmed Efetıdi (1522-1573) ye istinat ediyordu. K ı­ saca «Birgivi» diye tanınan Mehmed Efendi’nin en meşhur eserleri «Tarik at-i Muhammediye» ve «Vasiyetname* adını taşır. Birgivi, diııi hususlarda çok m uta­ assıp bir kimseydi. Şeriatten kıl kadar inhirafı dahi kabul ve hazmedemezdi. R i­ saleleri ve mevizeye ait bir eser olan Tarikat-i Munammediye’si bu görüşünün örneğini veren fikirlerle doludur. Birgivi Mehmed Efendi her bid’atin aleyhinde bulunmuştu. Para ile Kur’an okutmanın ve herhangi bir ibadet mukabilinde ücıet almanın haram olduğunu risaleleriy­ le ilân etmesi üzerine, zamanın âlimleri bu mevzuda hayli münakaşa etmişlerdi. O zamanın Şeyhülislâmı Ebussuud Efen­ di, Birgivi aleyhine fetva vermişti. O devrin hükümeti kuvvetli olduğu, bilhas­ sa onun fikirlerine âlet hale gelmediğin­ den, mesele ilim adamları arasında bir münakaşadan ileri gitmemiş, halkın zih­ ni bul andı rılmamıştı. Fakat Birgivî’den faydalanan ve onun eserini şerheden Kadı-zâde’nin tesir ve çalışma şekli öyle ol­ madı. Bİrgivî Mehmed Efendi gibi aslen Baiıkesirli olan Kadı-zâde Mehmed Efendi, Birgivi’nin talebelerinden ders görmüş sonra İstanbul'a gelerek tahsi­ lini tamamlamıştı. Kadı-zâde kendisini vaaz kürsülerinde tanıttı. Selis ve çok güzel konuştuğu için çabuk nazarı dik ­ kati celbediyor, bu yüzden de pek çok dinleyici bulunuyordu. Topluluğun alâ­ kasını çekebilecek mevzuları seçmekte bîr psikoloğ mahareti gösterdiği anlaşı­ lan Kadı-zâde, bilhassa bilgisi zayıf ve cahil kimseler üzerinde bir hayli mües­ sir oluyordu. Halveti ve Mevleviler hak­ kında «tahta tepenler, düdük çalanlar® diye tezyifkâr sözler sarfederek devran ve semâm haram olduğunu ifadeden baş­ ka, sair bid’atlerden de dem vuruyordu. Kadı-zâde gibi ilmi kudreti fazla olmıyan bir mutaassıbın her geçen gün­ de daha fazla alâka çekip nüfuz tesis et­ mesi vesilesiyle, medreselerin durumu­ na işaret etmek de faydadan hâli değil­ dir. Onyedinci asırda medrese tedrisatın­ da daha ziyade menkulât esas tutuluyor, ve makulât eski ehemmiyetini kaybet­ miş bulunuyordu. Tedris durumundaki bu zayıflığa işaretten, geri kalmıyan Kâtib Çelebi, «Mizan-ül-hak» isimli eserin­ de (sayfa 9} bu noktayı «sûk-ı ilme kesad gelip, ehli inkıraza karib olmuş îdi» cümlesiyle hükme bağlar. 2046
îE N IY E T .O R O â i ^ u İşte böyle bir devrin adamı olan Kadı-zâde Mehmed Efendi, makulâttan anlamadığı halde sert tenkitlerde bulu­ nur, bilmediği bu şeyler hakkında lü ­ zumsuzluk hükm ünü kondurup dine ay­ kırı telâkki etmekten geri kalmazdı. Tabi’i. devrin ulemasının hepsi de Kadı zâde derecesinde değildi. Makûlattan anlıyan, bilgi derecesi Kadı-zâde’den üstün ve geniş görüşlü kimseler de vardı. Kadı-zâde ve onun fikrini benimsiyenlerle Sivasî Abdulmecid Efendi, Ga­ lata mevlevihanesi postnişini İsmail De­ de ve Cerrah şeyhi İbrahim Efendi ara­ sındaki münakaşalar Dördüncü Murad zamanında başlamıştı. Esas itibariyle bir tarafta Kadı-zâde, ona karşılık da Sivasî Abdulmecid Efendi vardı. Sultan Murad, Kadı-zâde’yi tutup onun bir kisim fikirlerinin tesiri altında kalmakla beraber Abdülmecid Efendi’yi de hoş tutup gücendirmemeye çalışmıştı. Kadı-zâde'nin m ünakaşa ettiği meseleler O zamanın tâbirince ulemay-ı hir’den Kadı-zâde ile tarikat erbabını teşkil eden Sofiyyun’dan Abdülmecid Efendi arasındaki münakaşada mevzuu bahis edilen meselelerin burada kayde­ dilmesi, hem Kadı-zâde’nin dar görüşlü­ lüğünün derecesini, hem de ucu asayişi ihlâle kadar giden münakaşa mevzuunun iyice anlaşılmasını m üm kün kılacaktır. Kâtib Çelebi’nin «Mizan-ül-hak» isimli eserinde (sayfa 14-123) ele alınıp tarihten örnekler de verilmek suretiyle esaslı şekilde anlatılan, Naimâ (C: 6, S: 228-240) tarihinde ise daha kısa şe­ kilde kaydedip 16 madde halinde sırala­ nan bu münakaşa mevzularını okurken, o sırada Avrupa müsbet ilimler sahasın­ da vuku bulan muazzam hamleyi hatır­ lamamak m üm kün değildir. Avrupa’da Descartes (1596-1650), Pascale (1623 1662), Galile (1564-1642), Spinoza (1632 1677), Kepler (1571-1630) gibi müsbet ilimler sahasında inkılâplar yaratan âlim ve filozoflar yetişirken, bizde Kadı-zâde Mehmed Efendi’nin «miisbet ilim lerin ve bu meyanda matematiğin tahsilinin menolunması» ndan bahsetmesi ve daha b u ­ na kıyasla zararlı ve boş iddialarda bu­ lunması ibretle okunacak noktalardır. Münakaşa mevzuu 16 mesele şunlar­ dır : 1 — Müsbet ilimlerin ve bu arada matematiğin tahsilinin meşru olup ol­ madığı. 2 — H:zır peygamberin sağ olup ol­ madığı. 3 — Ezan, mevlut ve sair şeylerin makam ve güzel sesle okunmasının câiz olup olmadığı. 4 — Tarikat erbabının raks ve dev­ ranının haram olup olmadığı. 5 — Tesliye ve tarziyenin yâni Hazreti peygambere tazım makamında sallalahü aleyhi ve sellem ve ashaba radiyallahü anh demenin icap edip etmediği. 6 — Kahve, tütün ve sair muhaddesatın haram olup olmadığı, 7 — Hazreti peygamberin anne ve babasının m ü’min addolunup olunmıyacağı. 8 — Firavunun imanla ölüp ölme­ diği. 9 — Muhiddin-i Arabi’nin durumu ve şeyh-i ekber addedilip edilmiyeceği. 10 — Halife Yezid’e lânetin icap ezâ-dip etmediği. 11 — Peygamberden sonra ortaya çıkan bid’atler. 12 — Kabirleri ziyaret bahsi. 13 — Regaib, berat ve kadir namaz­ larının cemaatla kılınması bahsi. 14 — Kibarın elini, eteğini, ayağını öpmek ve selâmlaşmada eğilme bahsi. 15 — Emr-i bil-mâ’ruf ve nehy-i an i’I-nıünker (malûm ve marûf olan ile emr ve inkâr ve red edilmişten men olunmak) bahsi. 16 — Rüşvet bahsi. Kadı-zâde ve onun fikrini benimsiyenlerle münakaşa eden Sivasî A bdül­ mecid Efendi, müsbet ilimlerin tahsili­ nin meşruluğundan, tütün ve kahvenin haram olmadığından başlıyarak bu onaltı maddeyi müsamaha ve geniş görüş­ lülüğün ifadesi halinde cevaplandırmak­ taydı. Kadı-zâdeliler ve saray erkânı Dar görüşün müdafi ve alemdarı olan Kadı-zâde Mehmed Efendi 1635 se­ nesinde öldü ise de, onun görüşünü m ü ­ dafaa ve devam ettirenler eksik olmadı. Mehmed Efendi’nin nâmı dar görüşlü 2047
vâız takımına bir slem halinde miras kaldı. Onuıı içindir ki. Mehmed Efendi'den sonra da onun yolunda gidenle r «Kadı-zâdeliler» veya *Fakilı» ten ga­ lat olarak «Fakıiar» dîye anıldılar. Kadı-zâdeliler meselesi, asıl Kadı zâde'nin ölümünden sonra daha fazla kuvvet ve şümul kazandı. Zira dar gö­ rüşlü kürsü vâızları, devlet idaresindeki mevcut nizamsızlıklardan faydalanarak bilhassa saray ağalarına nüfuz ettiler. Saray halkından baltacılar, bostancılar ve kapıcılar bunların va’zlarıııı mütead­ dit defa dinlediklerinden tesir altında kalmışlardı. Bunlar yoluyle darüssaade ağasına ve nihayet Valide Sultana ta­ nıştırılan vâızlar sadece iltifata değil atiyyelere bile nâil oldular. Boylece kuv­ vet kazanıp dediğini yaptırır ve netice itibariyle kendilerinden . çekinilir kuv­ vet haline geldiler. Kadı-zâdeliler grubunun dayandığı mühim kuvvetlerden biri de cahil avam takımı idi. Cerbezeli konuşmalariyle on­ lara kolaylıkla tesir edip kendilerine ta­ raftar hâle geldiklerini hissettikçe, et­ rafa hücumlarında daha cesur davranı­ yorlardı. Müverrih Naimâ (C : 6, S: 232) nın kaydına göre; Kadı-zâdeliler Dördün­ cü Mehmed’in saltanatının ilk yıllan zarfında dünya malına düşkünlük gös­ termeden sade bir hayat yaşayıp hile yoluna sapmazlardı. Fakat bilâhara va­ ziyetleri değişti. Kendilerini züht ve tekva yolunda gösterip envai türlü hile­ kârlık ve kötü şeyler işler oldular. Ü stüvanî Mehmed Efendi Kadı-zâde Mehmed Efendi’r.in ölü­ münden sonra bu grupun en mühim adamı Üstüvanî Mehmed Efendi denilen birisiydi. Ş a m lı bir şahsiyet olan Meh­ med Efendi Ayasofya cami’inde direk dibinde oturup sırtını somaki direğe dayıyarak va’zettiği için «üstüvanî» diye anılıyordu. Fakılar'ın bu şirret ve riyakâr ada­ mının dersinde baltacı, bostancı, kapı­ cı ve saire gibi bir hayli saray hizmet­ lisi bulunduğundan Üstüvanî’yi Iıarem-i hümâyûna kadar tanıtmışlardı. Hoca Reyhan Ağa kendisini himaye ettiğinden usul ve kanun hilâfına has-odaya ka­ dar dahil olarak burada va’zetmişti. Kiitiı-zâcielilerin tekkelere tecavüze yeltenmeleri Kadı-zâdeliler grupunun en fazla hücum ettikleri meseleler arasında, m a­ kam ile na’t-ı şerif okuma, devran ve semâ işi de vardı. Raksın haram oluşu­ nu ele alan Kadı-zâdeliler devran ve semâ-ı raks telâkki ederek, devran ve semâda bulunan Halvetiye ve Mevleviye tariiigti erbabını tekfir ediyorlardı. Hattâ yalnızca tekfirle de kalmıyarak tekkelere girenleri kâfirlikle itham edi­ yorlardı. Saray dahilinde hizmetli ve hattâ ağalardan taraftarlarının bulunuşunu, cahil halk tabakasından bir hayli kim ­ senin bunların sözlerine inanışını naza­ rı dikkate alan tarikat erbabı tekkeye devamda cesaretsizliğe maruz kaldı. Hattâ mevlevîler âyin yapamaz hale gel­ di. Nihayet günün birinde «Saikımsöğüt» te Demirkapı tarafındaki Halveti tekkesini basarak dervişler: dağıttıkları görüldü. Bu baskın hareketi vuku bul­ duğu sırada Melek Ahmed Paşa sadrıâzamdı. Onun yumuşak davranmasından cesaret bularak başka tekkelere de te­ cavüze yeltendiler. Melek Akmed Paşa buna dair yazılı emir verme hatasını da­ hi işledi. Bu yüzden neredeyse mühim mikyasta kan akacaktı. Kadı-zâdelilerin yazılı müsaade ile basacakları tekkenin mensupları arasında yeniçeri kethüdası ile ocağın m ühim ağalarından samsmıcubaşının da bulunması sayesinde me­ sele tehlikeh bir hal almadı. Kadı-zâdeliler kendilerini epeyce kuvvetli hissettikleri sırada Şeyhülislâm Baha; Efendi’yi sıkıştırarak devran ve semâm haram olduğuna dair fetva bi­ le aldılar. Bilâhara bu fetvanın kanlı bir hadiseye sebep olabileceğini anlıyan Bahai Efendi, vaızlardan herhangi bîr kim ­ senin tarikat erbabı hakkında kötüleyici lâf etmemesi hususunda emir vermiştir. Kadı-zâdeliler cür’etkârane hare­ ketlere kalkışırken barikat ehlinden olan ulema kitap ve risaleler yazarak onların iddialarını cerhetmeye çalışmıştır. Bu hususta en değerli faaliyet gösteren şa­ hıs Sivasî Abdülmecld Efendi’nhı hali­ fesi Abdülahad Nuri Efendi’dir. Abdülalıad Nuri Efendi, kaleme aldığı eseri 2048
ile, kadı zâdelilerin en mühim istinat­ gahı olan «Birgivît ııin «Tarikat-ı Muhammediye» sini tenkid edip cerhe ça­ lışmıştır. Kadı-zâdelilerin rüşvet alm aları ve hüküm et işlerine m üdahaleleri Kadı-zâdeliler, darüssaade ağası ve Va­ lide Sultana kadar nüfuz ettikleri zaman artık rüşvet alıp tayin ve azillerde m ü­ essir olmaya başlamışlardı. Bir vazifeye tayinini istedikleri şahsı saraydaki taraf­ tarlarına gönderip, bunun filân işe tayi­ ninin münasip olduğunu söylerler ve bu suretle hem istedikleri adamın uygun gördükleri işe tayinini sağlamış olurlar, hem de ondan rüşvet koparırlardı. M ü­ verrih Naimâ’nın ifadesiyle : «vâız efen­ dileri n mâkul gördükleri iş suret bulur­ du. Vâi2 ve nâsih efendilerin makul gör­ düğü işe hatâdır demeye kimsenin kud­ reti yoktu®. Mezkûr müverrih, bunların hükümet işlerine tesir ve müdahale sure­ tiyle iş sahiplerinden rüşvet alışlarını pa­ zarlığa bağlamış olduklarını, onların pa­ zarlığına Hind tüccarının b ile , dayanamıvacağını nakleder. Kadı-zâdelilerin, hükümet erkânı ne2 dinde söz ve arzularının yerini bulma­ sından ibaret nüfuzlu halleri, bilhassa bir dediği iki olmıyan üstüvanî Efendi’nin gözde ve imtiyazlı vaziyeti Çınar vak'asına kadar devam etti. Yeni sadrâzam Boynu-eğri Mehmed Paşa, seleflerinden birkaç kişinin yaptığı şekilde onlara yu­ muşak ve müsamahalı davranmadı. Na­ imâ (C: 6, 5; 234) nın ifadesiyle.: «ta­ biatı Türkmaniye muktezasmca; ulema ve şeyhlere danışmak, onların medh-ü zemininden elem çekmek ne demektir?» diyerek bütün tayinleri kendi bildiği gi­ bi yaptı, vâızlarm alacağı rüşveti de ken­ di cebine attı. Kadı-zâdelilerin fesat çıkarmak istemeleri Boynu-eğri Mehmed Paşa’nın Kadı-zâde grupuna yüz vermemesi bunların h ü ­ kümet aleyhine dönmeleri neticesini ver­ di. Memleketi değil kârlarını düşünen bu adamlar, Bozcaada ve lim n i’nin elden Çıkarak boğazın Venedikliler tarafından kapatılışını kendi lehlerine istismar et­ mek istediler. Bu sıkıntılı ¿ünlerde dik ­ katleri kendi üzerlerine çekebilmek ve kendilerine yüz vermeyen hükümet rei­ sini gözden düşürebilmek içhı, cami k ür­ sülerinde ve sair yerlerdeki konuşmala­ rında açıktan açığa hükümete atmaya başladılar. Bu arada: «Zalim ve mürteşiler çek. Şer’ı şerif icra olunmuyor. Memalik-i islâmiye bid’at ile doldu. Vezi­ riazam ve m üftü tarikat erbabını him a­ ye ediyor» gibi sözlerle etrafı tahrik ediyorlardı. Böyle tahriklerle hükümetin aleyhinde ve dolayısiyle kendi lehlerinde muhit yapmaya uğraşan kadı-zâdelilerin fiilen harekete geçmek isteyişleri Köprülü’nün sadareti zamanına rastladı. Köprülü Meh­ med Faşa’nm sadarete geçişinin sekizinci günü (2 ekim 1656), aleyhdariarma kar­ şı şiddet göstererek hâdise çıkarmak is­ tediler. Bugün Fatih Camiinde toplanan Kadı-zâdeliler, namazda müezzinlerin makam ile okumalarını önlemek için üzerlerine yürüdüler. Tabii onlar buna mâni olmak isterken mukabil taraf işe müdahale etti. Az kalsın camide bulunan­ lar birbirine girecek ve kan dökülecekti. Hâdisenin bu kertede kapanmasına rı­ za göstermiyen Kadı-zâdeliler, tarikat er­ babına karşı kinlerini büsbütün açığa vurdular. Ve îstanbuldaki tekke ve hangâhları tamamen yıkıp tas ve toprağını denize dökmeye karar verdiler. Bunun için, taraftarlarına : «yarın silâhlı olarak cami avlusunda hazır olun, emr-i b i’Im â’ruf ve nehy-i ani’lmünker hizmetin^ yardım edin» diye tenbihatta bulundular. Müverrih Naimâ’m n belirttiğine göre Kadı-zâdelilerin bu sıradaki karar ve n i­ yetleri : a) İstanbul'daki bütün tekkeleri yık­ mak, ondan sonra rastladıkları şeyh ve dervişlere tecdid-i iman teklif etmek, ka­ bul etmeyenleri katleylemek. b) Bunların yaptıktan sonra toplu­ luk halinde padişaha giderek cümle bid'atlerin ortadan kaldırılmasını istemek. c) Selâtin camilerinde birer mina­ re bırakıp diğerlerini yıkmak. Hasılı, Hazreti peygamberden sonra ih ­ das edilen şeyleri büsbütün ortadan kal­ dırıp, ortalığa kendi görüşlerine göre bir nizam vermekti. Müverrih Naimâ (C: 4, 2049
S: 236), Kadı-zâdelilerin bundan sonraki vaziyetlerini şöyle anlatıyor: «Ol gece bu gulgule şelır-i İstanbul’a münteşir oiup softalar sopalar ve kürdeler ile ve muhtekir ve mürai esnaf ve bunlara men­ sup şahısların elebaşıları Hacı iıa n d a l ve Fakı Döngel madrabazlan gagirdleri ve köleleri olan hatvan kazak kakavanlarına silâh kuşatıp din davasına gidelim şek­ linde gürûh güruh toplanıp Sultan Melımed (Fatih) camiinde toplanmaya başla­ dılar», Sadnâzam Köprülü Mehmed Paşa bun­ ların toplandıklarını duyunca evvelâ ken­ dilerine adam göndererek fesada sebep olacak bu hareketten vazgeçmelerini b il­ dirdi. Fakılar sadrıâzamın gönderdiği nasihatçıyı dinlemeyince Köprülü Mehmed Paşa ulemayı davetle meseleyi görüştü. Fesat çıkaran ve buna teşebbüs edenlerin tecziyeleri lâzım geleceğine dair muva­ fakat alınca, durumu padişaha arzedip fesatçıların idamları için emir istihsal ey­ ledi. Fakat idam cezasını tatbik etrniyerek Üstüvanî Mehmed, Türk Ahmed, D i­ vane Mustafa gibi vâız ve muharrik ele­ başıları Kıbrıs’a sürdürmekle iktifa ey­ ledi. Kadı-zâdelilerin zihniyetlerindeki geriliğin ve ahlâklarındaki d üşüklüğün derecesi Hazreti peygamberden sonra ihdas edilmiş şeyleri ortadan kaldırarak dîne bir nizam verme iddiasında bulunan K a­ dı -zâdelilerin, bu iddialarında samimi ol­ madıklarını; menfaat temini için dinî me­ seleleri âlet ettiklerini isbata yarıyacak deliller mevcuttur. Dördüncü Mehmed zamamndaki Kadı-zâdeliler grupunun zihniyetçe çok geri ve ahlaken çok düşük oldukları görülmektedir. O nlann bu hal­ lerine bakarak kendilerine taraftarlık eden halktan herkesin de aynı derecede ahlâken düşük bulunduğu iddia edilemez. Bu bakımdan Kadı-zâdelilere taraftarlık edenlerden bazılarının, ya onların içyüz­ lerini bilmediklerini, ya iyice cahil ol­ duklarını, veyahut da herhangi bir men­ faatin peşinde koştuklarını tahminde ha­ tâ olmasa gerek. Eski OsmanlI tarihlerin­ de bunların zihniyet ve ahlâkî durumla­ rını açıklamaya medar olacak misaller verilmiştir. Naımâ tarihinden (C: 6, S: 236) naklettiğimiz şu misal, Kadı-zâdeli1er grupunun zihniyetinin gerilik dere­ cesi ile birlikte, alay mevzuu olacak ka­ dar gülünçlüğünü de ortaya koymaktadır. Kadı-zâdelilerin, Hazreti peygamber­ den sonra ihdas edilen şeyleri kaldırma fikirlerine karşı, Naimâ'nm tâbiri ile za­ rif bir adam, bu grupa dâhil, vâızlardan Türk Ahmed’e şöyle bir sual tevcih eder : *— Hazreti peygamber zamanında çak­ şır ve don yoktu. Binaenaleyh, çakşır ve don giymek de.bid’attır. Bunları da kal­ dırır mısınız?» Türk Ahmed’in cevabı tereddütsüz şe­ kilde şöyle olur : î — Evet onu da menederiz; izar (futa) ve peştemal kuşansınlar». Adam başka bir suale geçerek : i — Ya kaşık kulföınmak da bid’attir, onu ne yaparsınız?» der. Türk Ahmed yine kesin ve tereddüt­ süzce şu cevabı verir : a— Onu da kaldırırız ; yemeği elleriy­ le yesinler, zehir değil ya, yemek elle­ rine bulaşsa ne lâzım gelir?» Türk Ahmed’e sual soran adam bu de­ fa dayanamayıp : *— Efendiler, halkı âlemi soyup çıp­ lak çöl arabı kıyafetine sokmak ister­ siniz» diyerek alay eder. Bu mecliste konuşmaya şahit olanlar­ dan başka birisi söze karışıp vâıza : «— Kaşıklar yasak olunca bir alay ka­ şıkçı esnafı ne yapsınlar?» Diye sorar ; Türk Ahmed r i — Misvak ve tespih yapıp onunla ge­ çinsinler» der. Fakat karşısındaki alaylı alaylı şu cümleyi yapıştırır : «—• Misvak ve tespih sanatını Gerede ve Taraklı Türklerine işletirsiniz ; Ha­ remeyn fukarasına da geçinmeleri için başka bir sanat bulun». Müverrih Naimâ, Kadı-zâdelilerin ah­ lâken düşüklüklerine ait misalleri Ma'anzâde Hüseyin Beyden naklen kaydetmek­ tedir. Ma’an-zâde Hüseyin Bey Kadı-zâdeîilerden birçok kimseyi tanıdığını, bun­ ların çoğunun : D ef için gam belâsın Okuruz kadeh duasın Mısraında mânâsını bulduğu üzere, iki yüzlü hareket edip, zâhit göründükleri halde gizlice her türlü kötülüğü işledik­ lerini söyler. 2050
Ma'aıı-zâde bir gün Fanilerin ileri gelenlerinden birine şöyle bir sual tev­ cih eder: *— Behey Efendi, Iezzet-i nefsaniveden olan kabahatları cümleniz irtikâb edip, görünürde cüz’iyat makülesi olan şeylerde niçin taassup gösterirsiniz, bu­ nun aslı nedir?» Adamın verdiği cevap âdeta suçun iti­ rafı mahiyetinde şöyle olur : «— Beyim, sen gayet ahmak imişsin. Adam bir haramı irtikâb ettiği zaman ne­ ticesinde ya tahsil-i .mal, ya zevk-i nef- sanî ve lezzet-i cismani bulunmalıdır ki günahkârlığı abes olmaya. Yoksa aituu ve gümüş avaııi kullanmak, ipek giymek, tütün içmek ve nağme dinlemek ve sair buna benzer şeylerde ne lezzet vardır? Akıllı odur ki bu türlü cüz'i lezzeti terkedip, belki suret-i zahirede inkâr ve men’i babında taassup gösterip avam-ı nâs ahmaklarını hüsn-ü haline inandıra. Mahrem-i esrar olanlar ile ve reyperdede dünyevi maslahat ve nefsanî lezzete derkâr olmaya mâni yok». 1648-1656 Y ILLA R I ARASINDA ANADOLU’DAKİ HADİSELER Dördüncü Mehmed’in saltanatının, Köprülü Mehmed Paşa’nın sadaretine ka­ dar geçen ilk sekiz yılı zarfında Anadolu tarafında bir takım şekavet ve isyan ha­ reketleri vuku buldu. Anadolu’da huzu­ run kaybolması neticesini veren bu hâ­ diselerin en önde gelen sebebi hükümet idaresindeki bozukluktu. Rüşvet ve irti­ kâplar. hükümet ve saraya tegallübler, iş başına geçen adamların beceriksizlikleri, bir gnıpuıı diğer bir grupu devirdikten sonra onların adamlarına karşı takındı­ ğı tavırlar hükümet merkezi İstanbul’da olduğu gibi Anadolu’da da huzur ve sü­ kûnun bozulması neticesini verdi. Dördüncü Murad’ın tesis etmiş oldu* .ğu sükûn ve dûzeıı Sultan İbrahim’in saltanatının ortalarından itibaren bozul­ maya başlamıştı. Dördüncü Mehmed za­ manında ise, bu hal, "sekiz sene müddetle hafiflemeden devam etti. İkiııci Osman hâdisesinden sonra Anadolu’da isyanlar çıkmasına yol açan sebepler, Dördüncü Mehmed zamanında da tekerrür eder gi­ bi oldu. Anadolu isyanlarını evvelâ Kuyucu Murad Paşa, daha sonra da Dördüncü Murad ezmişti. Yarım asırlık müddet zarfında üçüncü bir defa daha ezilmele­ ri için Köprülü Mehmed Paşa gibi bir adamın sadrıâzam olması icap etti. Sultan İbrahim’in saltanatının son­ larından itibaren devlet idaresindeki bo­ zukluğun acısını en fazla çeken yer İs­ tanbul ile Anadolu idi. Sadnâzam ve yük­ sek devlet memurları arasında sık sık vuku bulan değişikliğin acılan en ziya­ de Anadolu’dan çıkmaktaydı. Zira Vali, sancakbeyi, kadı ve sair ¡memurlar eıı çok Anadolu tarafında değişikliğe uğruyor, rüşvetle mevki ele geçiren kimseler, İs­ tanbul’a verdikleri parayı fazlası ile bir­ likte Anadolu halkından çıkarıyordu. Bu yüzden, bir taraftan mütegaiîibe takımı türüyor, bir yandan da çiftini çubuğunu bırakan köylüler emniyete kavuşmak ve yeni geçim kaynakları bulmak için ka­ saba ve köylere göçediyordu. Osmanlı ta­ rihinde «çiftbozan reâya» diye anılan bu çiftini çubuğunu bırakan köylülerden bir kısmı levend ve sekban namı ile bir mütegallibe şahsa iltihak ediyor, böylece âsi ve şaki grupunun âleti haline geliyordu, Levend ve sekbanların çoğalması nisbetinde şekavet hadiseleri de artıyor, buna mukabil köylerde nüfus azalıp topraklar bakımsız kalıyordu. Dördüncü Mehmed zamanında Ana­ dolu’da fiilen isyan çıkaran veya hükü­ mete muhalefete teşebbüs edenler ara­ sında vali gibi resmi hükümet memurları olduğu gibi halk arasından çıkmış eşkiya yapılı kimseler de vardır. Bunların ayrı ayrı tetkiki, hem isyancıların m ahi­ yetini, hem de isyanların hususiyetleri­ nin anlaşılmasını mümkün kılacaktır. Dördüncü Mehmed devrinin isyancıla­ rı, Haydar-oğlu, Katırcı-oğlu, Gürcü Abdünnebi, Abaza Haşan ve Şeydi Ahmed Faşa’dır. 2051
Haydar-oğlu Sultan İbrahim zamanında devlet idaresinde intizamsızlıklar başladığı sı­ rada, İsparta tarafında yol kesen kervan soyan Kara Haydar adında bir eşkiya tü ­ remişti. Kara Haydar adamlariyle birlik­ te Uluborlu’da Veli Baba tekkesinde yatarken (rfairtıâ tarihi Cr 4, S: 240) bazı kimseler tarafından bastırılıp öldürül­ müştü (1647). Onun ölüm ü üzerine ba­ basını katledenlerden intikam davasiyle ortaya çıkan oğlu Mehmed babasından dalıa azılı bir eşkiya oluvermiştir. Haydar-oğlu Mehmed eşkıyalığa gi­ riştiği zaman üzerine evvelâ Anadolu valisi İbşir Paşa gönderildi. îbşir Paşa, Haydar-oğlu’nu Söğüt kasabası tarafında sıkıştırarak adamlarını dağıttıysa da ken­ disi ele getirilemediğinden sür’atle der­ lenip toparlanarak soygunculuğuna de­ vam etti. Dördüncü Mehmed’in saltanatı­ nın. ilk senesi iğinde, maktul Veziriâzam Hezar-pâre Ahmed Paşa bir sancak için otuz bin kuruşunu aldı (Naimâ C: 4, S: 347) diyerek Ilgın ile Akşehir arasım ke­ sip hacı ve tüccarları soymaya devam edince, Anadolu beylerbeyi Küçük Çavuş-oğlu Ahmed Paşa tenkiline memur edildi. Ahmed Paşa, Kütahya’dan kalkıp Haydar-oğlu’nun üzerine yürüdü ve ken­ disini Afyon kara hisar civarında m ağlû­ biyete uğrattı. Lâkin mağlûp eşkiyayı ta­ kip etmemek hatasına düşerek geriye döndü. Bundan faydalanan Haydar-oğlu ise bütün adamlarını başına toplayıp dü­ zene koymak fırsatına kavuştu. Ahmed Paşa Sandıklı ovasında gurur ve gaflet İçindeyk Haydar-oğlu bir baskınla bey­ lerbeyini esir etti. Kendisini öldürmiyerek «bir daha kullanamadığın asker ile galip gelemiyeceğin hasım önüne çıkma» diyerek, soyup bir entari ile bıraktıktan sonra azad eyledi. Fakat Ahmed Paşa’nın salıverilmesinden bir saat kadar sonra, Haydar-oğlu’nun en m ühim adamların­ dan Katırcı-oğlu : «Bre oğlan, ben ve sen onun eline geçseydik şimdi başımız şu meydanda yuvarlanırdı. Öyle hasmı adam sağ koyar mı?» deyip arkasına düş­ tü ve biraz sonra yetişerek Ahmed Faşa’yı öldürdü. Ahmed Paşa’nm başına bu işler ge­ lince emri altındaki sanca ve sekbanlar Haydaroğlu’na iltihak etti. Bu hâdiseyi müteakip Bosna valiliğinden mazul Ke­ tenci Ömer Paşa-zâde Mehmed Paşa’ya Anadolu eyâleti tevcih olunarak Hay­ dar-oğlu Mehmed’in tenkili ile vazife­ lendirildi (Eylül 1648). Ayrıca Haydaroğlu’nu yakalayan adamdan mallarının hesabının sorulmıyacağı bu hizmetine mukabil bir beylerbeylik verileceği de ilân edildi. Ahmed Paşa’nm mağlûbiyeti üzeri­ ne Afyonkarahisar ve civan halkı Haydar-oğlu’ndan daha -fazla korkmaya baş­ ladı. Bunun için o civardaki Çay kasaba­ sı zaimlerinden İsa Ağa, mevcut tehlike­ yi etraflı şekilde izahtan sonra bu belâ­ dan kurtulmak için Haydaroğlu’na bir valilik tevcihinin uygun düşeceğine dair sadrıâzama bir mektup yazdı. Sadnâzam Sofu Mehmed Paşa bu mektubun muh­ teviyatını Yeniçeri ocağının meşhur ağaları ile müzakere eyledi. Ocak ağala­ rından Koca Muslihiddin Ağa, bir eşkiyaya valilik tevcihinin devlet otoritesini sarsıp fena bir çığır açılmasına âmil olaeağını beyanla tevcihata mâni oldu. Ahmed Paşa’nm sekbanlanyle kuv­ vetlenen Haydar-oğlu’na gelince ; bu ga­ libiyetinden sonra Afyonkarahisan basa­ rak şehrin ricalinden bazı kimseleri öl­ dürüp çarşısını da yağma etti. Ondan sonra İsparta üzerine yürüdü. Şehir hal­ kı Haydar-oğlu’na ricacılar göndererek baskında bulunmamasını, buna mukabil ne isterse vereceklerini bildirdiler. Hay­ dar-oğlu ise bu rica karşısında İsparta’­ ya baskın yapmıyarak üç bin kuruş iste­ di ve talep ettiği para toplanıncaya ka­ dar civarda beklemeye başladı. Bu sırada İsparta sancak beyliğine merhum padişah Dördüncü Murad'ın makbul silâhdarlarından Hacı Sinan-zâde’nin kardeşi Mehmed Paşa tayin edil­ miş (Naimâ tarihi C: 4, S: 374) ve m ü­ tesellimi Abaza Haşan Ağayı İsparta’ya göndermişti. İsyancı Haydar-oğlu İsparta civarında beklemekteyken Abaza Haşan şehir dahilinde bulunuyordu. Cesur bir adam olan Abaza Haşan bu arada acele eli silâh tutan gençleri etrafına topladı ve Haydaroğlu’nun içki ve eğlence ile meşgul olduğu bir gece âni baskında bu­ lundu. Asinin adamları mukavemete ça­ lıştıysa da baskının şiddet ve âniliği kar­ şısında mağlûp oldular. Haydar-oğlu ya­ 2052
ralı vaziyette bir ata binerek kaçtıysa da Haşan Ağa arkasına düştü ve bir köyde kendisini on kadar adamı ile birlikte ya­ kaladı. Abaza Haşan bu muvaffakiyetinin mükâfatını elde etmek için derhal İstan­ bul yolunu tuttu. Ve hükümet merkezi­ ne gelince yakaladığı adamları alay ile sadrıâzama takdim etti. Sarı bıyıkları yeni çıkmış çok taze bir genç olan Haydar-oğlu Mehmed, Parmakkapı’da asıldı. Sadrıâzam Sofu Mehmed Paşa, Abaza Ha­ şan Ağa'ya bu hizmetine mukabil «Yeni-il Türkmen ağalığı» m ihsan edip lıil’at giydirdi. Yeniçeri ocağı ağaları bu tevcih münasebetiyle, «bir sipalıinin birdenbire Türkmen ağası olması ne demektir» diye­ rek muhalefet ve kıskançlıklarını belirttilerse de Veziriazam : «Bu adam bü­ yük hizmet edip yararlık gösterdi ; ben tevcihten dönmem, isterlerse mührü alıp arzu ettiklerine versinler» cevabında bu­ lununca ocak ağaları seslerini çıkarma­ dılar. Böylece, azılı bir âsi olan Haydaroğlu beklenmedik şekilde ortadan kal­ karken, ileriki yıllarda çok kuvvetli bir âsi haline gelecek olan Abaza Haşan Ağa (Paşa) da nüfuz tesis edebileceği bir işin başına geçmiş oluyordu. Katırcı-oğlu Aslen Hamid-elî (İsparta) mıııtakası Türkmenlerinden olan Katırcı-oğlu önce Haydar-oğlu ile birlikte çalışmakta ve onun en m ühim reislerinden bulunmak­ taydı. Haydar-oğlu’nun ölüm ünü mütea­ kip onun emrindeki adamların reisi oldu ve azılı bir âsi halinde faaliyetine devam etti. Bir aralık Gürcü Abdünnebi’ye il­ tihak ederek, onun İstanbul üzerine yü­ rüyüşü sırasında beraberinde bulundu. Gürcü Abdüîiııebi İstanbul’dan tekrar Aııadolu’ya dönünce, o da ayni şekilde Anadolu’ya avdetle evvelâ Yenişehir son­ ra Seydişehri taraflarında gekavete de­ vam etti Seydişehri halkından iki bin ku­ ruş eman parası talebettiği sırada Hatnid-eli sancağı mutasarrıfı Topal Meh­ med Paşa kendisi ile çarpıştı. Katırcı-oğlu’nun emrindeki yedi yüz kişilik kuv­ vetten ikiyüz kişi muharebe meydanında can verdi. Topal Mehmed Paşa’nın zayi­ atı daha da fazlaydı. Katırcı-oğlu bu mağlûbiyetten sonra bir müddet o civar­ da dolaştı, bilâhara Çay kasabasına gele­ rek buranın âyanından İsa A ğ a n ın çift­ liğine kondu. Muharebede verdiği zayiat kendisine ağır geldiği, daimi korku içinde yaşamaktan da usandığı cihetle, affı hususunda Isa Ağa’nın tavassutunu iste­ di. İsa Ağa’ya : «— Ya gelsin beııi affettirsin ve illâ hanümanını yıkar divar-ı Acem’e gide­ rim® dedi. İstanbul'da adamları bulunan Isa Ağa durumu sadnSzama arzetti, Katırcıoğlu’nun affını prensip olarak kabul eden Sadrıâzam Murad Paşa «ben mektup göndermem, ama devlet erkânından arzu edenler göndersin» dedi. Bu vaziyet kar­ şısında şeyhülislâm, kazaskerler ile da­ ha bazı kimseler İsa Ağa’ya müsait ce­ vaplar yazdıklarından Katırcı-oğlu Şah Mehmed kalkıp İstanbul’a geldi. Önce sadrıâzam tarafından kabul edilen Katırcı-oğlu bilâhara padişahın huzuruna çıkarılarak (NLİmâ tarihi C: 4, S: 458) Sultan Mehmed'e takdim edildi. Hemen hemen kendiliğinden af taleb edip neti­ cede buna mazhar olan Katırcı-oğlu’na Beyşehri sancağı ihsan olundu. Tayin edildiği sancağına gitmeden önce devlet erkânı ile tanıştırılan Katırcı-oğlu bir de cirit oyununda hazır bulundu. Bu oyun­ daki mahareti ile herkesi hayran bıraktı. Türkmen lehçesi ile konuşan Katırcı-oğlu hakkında İstanbul lehçesine ya­ bancı oluşundan dolayı Şarih-ül menar zâde tarihinde «Türkçe bilmez» şeklinde bahsedilmektedir. Türkmen hususiyetle­ rini bundan sonra da muhafaza ettiği an­ laşılan Katırcı-oğlu daha sonra Karaman valiliği ve İsparta sancak beyliğinde bu­ lundu. İbşir Paşa Abaza Hasan’a karşı 1652 yılında serdar tayin edildiği zaman bunların eski dostlukları hatırlamış, bu yüzden Karaman beylerbeyi Katırcı-oğlu’na da serdarlık emri (Naimâ tarihi C: 5, S: 89) gönderilmişti. Katırcı-oğlu’nun serdar tayinine içerliyen İbşir Paşa Aba­ za Haşan ile işbirliği etmiş ve neticede Karaman Valisi Aksaray tarafında m ağ­ lûp olmuştur. İbşir’in Abaza ile işbirliği edişini ve Katırcı-oğlu’nun da mağlûbi­ yetini gözönünde bulunduran hükümet, ibşir Paşa’yı memnun edebilmek için 2053
kendisine Diyarbekir Valiliğini tevcih et­ mişse de İbşir oraya gitmemiştir. İbşir Paşa sadnâzam olduğu zamaıı Katırcı-oğlu’nu ortadan kaldırmak iste­ mişse de Kara Murad Paşa’nın himayesi sayesinde ölümden kurtulmuştur. Zeki ve süratli kavrayışlı bir adam olan Katırcı-oğlu devlete hizmete devam etmiş ve 1668 senesinde Giz'it’te Kandiye m u ­ hasarası esnasında şehid düşmüştür. Gürcü Abdünnebi Sadnâzam Gürcü Mehmed Paşa'run akrabalarından ve Adanalı Cafer Faşa’nın kardeşi olan (Naimâ tarihi C: 4, S: 394) Abdüıınebi, Dördüncü Murad zama­ nındaki sipalı zorbalarının meşhurlarmdaııdı. Mezkûr hükümdar zorba takımını ortadan kaldırırken Gürcü Abdürmebi kaçıp saklanmıştı. Bilâhara yakalanan Abdünnebi padişahın huzuruna getirildi­ ği sırada silâhdarın ricası üzerine affedil­ miş ve Sultan Murad’ın : «— Sana bağışladım; bir kıyafetli kâfirdir, kapıcılar kethüdası yap». Demesi üzerine belirtilen vazifeye getirilmişti. Gürcü Abdünnebi saray hiz­ metlerinde bulunduğu sırada Bor ve N iğ­ de tarafında çiftlikler teinin etmiş, ken­ disinin affına delâlet eden şahsın idam ın­ dan sonra Niğde’deki çiftliğine gelip yer­ leşmişti. Niğde’de oturduğu halde nüfuzu sa­ yesinde İstanbul’a mektuplar yazarak is­ tediği işi gördüren Gürcü Abdünnebi bil­ hassa kârlı şeyleri ele geçirmeyi gözet­ mekteydi. Nitekim Sultan İbrahim’in lıal’mden kısa bir müddet önce Suriye’­ deki Safed sancağının voyvodalığını yüz doksan bin kuruşa iltizama alrtîış, ve bu iş için evvelâ peşin yüz bin kuruş verip bakisinden 30 bin kuruşu da sadnâzam Hezarpâre Ahmed Paşa’ya yollamıştı. Abdümıebi’nin yolladığı para deftere geçmeden saltanat değişikliği vuku b u l­ muş ve yeni sadrâzam bu parayı tanı­ mamıştı, Abdünnebi 30 bin kuruşu ye­ niden ödememekte ısrar etmiş, bu sıra­ da İstanbul’da Sofu Mehmed Paşa yeni­ çerilerin yardımı ile sipahileri tedip et­ tiği ve tedip hareketini müteakip sipa­ hilere karşı haşin davranıldığından. eski bir sipahi olan Güıcü Abdünnebi’nin voy- vadalığı da tanmmıyarak bu iş başka b i­ rine verilmişti. Böylece Abdünnebi’nm yüzbin kuruşu da yanmış oluyordu. Yüz otuz bin kuruşunun yanmasından ve İstanbul’da sipahilerin öldürülmesin­ den sonra Gürcü Abdünnebi’nin. Niğde dışında çadıra çıkarak, sipahilik gayre­ tiyle etrafına adam toplamıya başladığı görülmektedir. Gürcü Abünnebi 130 bin kuruş kayba uğradıktan sonra adam te­ minine çalıştığına göre ; güceniklik his­ sinin onun hâleti rulıiyesine hâkim bu­ lunduğunda şüphe yoktur. Kaybolan bir menfaati yeniden elde etme düşüncesi, İhtimal onun ilk plânda gelen endişesiydi. Lâkin Gürcü Abdünnebi böyle bir şey söylemeden sipahilerin kan davası ile or­ taya çıktı. Etrafa haberler salıp adamlar göndermek suretiyle Anadolu’daki sipa­ hileri ve daha birçok kimseyi etrafına topladı. Maiyetindeki insanların miktarı kabarınca Konya tarafına ilerledi ve oranın sipahileri de kendisine katıldı. G ür­ cü Abdünnebi etrafa haberler j’olladığı sırada, davete rağmen kendisine iltihak etmiyeıılerin mallarını yağmalattırdığın­ dan, zor karşısında kalan kimseler ister istemez (Naimâ tarihi C: 4, S: 411) onun başına toplanıyordu. Bu bakımdan A b­ dünnebi’nin emrinde birleşenlerin m ik­ tarı çok kabarıktı. Vaziyetten endişelenen Veziriâzam Sofu Mehmed Paşa birkaç defa nasihatçılar gönderdi. Sofu Mehmed Paşa’yı ta­ kiben sadnâzam olan Kara Murad Paşa da ayni şekilde davranarak mektupla bir­ likte birisini gönderdi ve : «— Hareketinden muradın nedir? Hasmm olan Sofu Mehmed Paşa'nın hak­ kından gelindi. Onun içiıı cemiyetini da­ ğıtıp yerine git» dedi. Abdünnebi’nin buna cevabı : «— Sultanahmed camii vak’asında bu kadar arkadaşlarımız öldü ve namazları kılınmadı. Bu fitneye sebep olan veziriâ­ zam gitmiş, fakat fetva veren m üftünün hakkından gelinmek için davamızı padi­ şahın huzuruna götüreceğiz», oldu. Gürcü Abdünnebi İstanbul istikame­ tinde ilerledikçe adamlarının miktarı ar­ tıyordu. O arada Katırcı-oğlu da dört yüz kişilik maiyetiyle, Kazaz Ahmed nam ın­ daki eşkıya da yine adamlariyle birlikte Abdünnebi’ye iltihak etti. BÖylece G ür­ 2054
cü Abdünnebi’nın etrafında toplanan in ­ sanların miktarı on beş bin kişiyi aştı. Kütahya tarafındaki Altıntaş civarına geldiği zaman İstanbul’da telâş ve heye­ can başladı. Abdünnebi'ııin muharebe cdebileceği düşünülerek asker tedariki ça­ relerine başvuruldu. Yeniçeriler hakkın­ da güvensizlik duyusuna kapılanlar gö­ rüldüğünden bunu telâfi etmek gayesiyle ocağa acemilerden asker alındı. 30 Hazi­ ran 1649 günü vezirler, şeyhülislâm, ule­ ma, yeniçeri ve kapıkulu süvarisi subay­ larının iştiraki ile bir meşveret meclisi toplanarak Gürcü Abdünnebi’den gelen mektuplar da okunmak suretiyle mesele müzakere edildi. Evvelâ, Gürcü Abdüıınebi’r.in İstanbul’daki sipahiler tarafın­ dan davet olunduğundan şüpheleııildiğinden bu nokta münakaşa edildi, sipahile­ rin böyle bir şey yapmadıklarını bildir­ meleri üzerine. Abdünnebi ile birleşmiveceklerine dair kendilerinden söz alındı. Daha sonra bunların asiliği ve kendile­ riyle çarpışma işi görüşülürken Kara Çelebi-zâde Mahmud Efendi fetva işine iti­ raz edip : «— Siz bu meşvereti ve fetvayı konu­ şuyorsunuz, ama bir kere halkın sözleri­ ne kulak verin ne söylüyorlar. Ol taife, şer' ile sözümüz var deyip, bu kadar ce­ miyet ile gelirken ve bir ferdin malına ve ırzına taarruz etmeyip kendi hallerine mukayyed iken nasıl celâli olur?» dedi. Naimâ ( C: 4, S: 416) nın kaydına nazaran, Mahmud Efendi’nin bu sözlerinden sonra toplantı dağılmıştır. Fakat, Kâtib Çelebi «Fezleke» sinde: «Gürcü Abdünnebi huruc-u ales-sultaiı (padişaha âsi vaziyet alma) edip Katırcı-oğlu dedikleri yol ke­ sen eşkıyayı yanına alıp fesada ittifak et­ mekle isyanı mukarrer olmuştur. Bundan sonra inadından vazgeçmezse kendisinin ve yanında bulunanların katilleri için» senet tanzim edilip kazaskerler ve sair ulema tarafından imzalandığını bildirir. Vecihi tarifindeki kayda göre, G ür­ cü Abdünnebi adam toplıyarak harekete hazırlanırken Sivas Valisi Ibşir Paşa serdarlık emri yazılmış ve diğer beylerbey­ lerine de Ibşir Paşaya iltihakları bildiril­ miştir. Fakat Abdünnebi gelirken İbşiıPaşa veya başka bir beylerbeyinin onun­ la çarpışmasına tesadüf edilmemekte ve İbşir Paşa’nm da bu husustaki faaliyet şekline dair tarihlerde sarih bir m alû­ mat bulunmamak tadı r. Abdünnebi İzmit’e doğru gelmektey­ ken Erzurum Valisi Tavukçu Mehmed Paga serdar tayin edilip İstanbul'dan on beş oda yeniçeri gemilerle İzmit’e sevkedildi. Bunlar İzmit’te siperler kazarak mevzive girdiler. Gürcü Nebi'nin kuv­ vetleri yaklaşıp da siperlerdeki yeniçeri­ ler tüfenk ateşine başlayınca Katırcı-oğlu ileri atılıp : «— Yoldaşlar bizim sizinle çengimiz yoktur.» Dedi. Yeniçeriler ateşten vazgeçtiler. Pek uzun sürmeyen görüşmeleri mütea­ kip asker dağılıp yeniçerilerin büyük kısmı karşı tarafa iltihak edince Tavuk­ çu Paşa da sür’atle geriye çekilip İstan­ bul yolunu tuttu. İzmit’te bu işler olurken tuğ ve san­ caklar Üsküdar’a geçirilip Doğancılar meydanına dikilmiş, yeniçeri, sipahi, top­ çu, hattâ saraydaki Bostancılar da Üs­ küdar tarafına nakledilip siper ve hen­ dekler hazırlanmaya başlanmıştı. Tavuk­ çu Mehmed Paşa avdet ettiği zaman, G ü r­ cü Abdünnebi’nin «şeyhülislâmın idam ın­ dan feragatla azline razı olmuş bulundu­ ğu» haberini getirdi. Bu duruma göre bir çarpışmaya lüzum kalmadan anlaşıl­ ması mümkündü. Fakat şeyhülislâmın azli de kabul edilmeyip askerini dağıtma­ sı isteği tekrarlandı. Daha yukarılarda Murad Paşa'ııın ilk sadareti kısmında temas edildiği veçhile, neticede hükümet kuvvetleri ile Abdünnebi'ııin kuvvetleri ¿Bulgurlu» tarafında karşılaştı. Abdüınıebi’ııin arzu etmemesi­ ne rağmen iki taraf birbiriyle tutuştu. Bu sırada, müverrih N aimâ’nın ifadesiyle : «Bu mertebe kıtal olmak insaf mıdır? d i­ ye sözler söyleyip veziriazam ve serdara istima’ olundu. O sırada akşam erişti. Gürcü Nebi ve Katırcı-oğlu dönüp, ma­ demki muradımıza aldırış olunmadı; bey­ hude müslümanlar birbirlerini niçin k ı­ rarlar? Müslümanlar ile vuruşmak caiz değildir» diyerek çadırlarına bile uğra­ madan. Gebze tarafına çekilip gittiler. Onların ayrılıp gitmesi karşısında asker­ leri dağılıp perişan oldu (Temmuz 1649). Bu hâdiseden sonra Gürcü Nebi, Niğ­ de, Katırcı-oğlu Söğüt, Kazaz Ahmed de Akşehir tarafına giderek şekavete başla­ 2055
dılar. Üsküdar civarındaki muharebeye kadar Abdünnebi’ye bir haydut nazarı ile bakmak herhalde mümkün değildir. Esasen onun bu hâdiseden bir ilâ bir bu­ çuk ay kadar sonra, Kırşehir sancakbeyi îshak Bej7 tarafından Karapınar civarın­ da yakalanarak başı kesilincej'e kadar neler yaptığına dair de eski tarihlerimiz­ de tafsilât mevcut değildir. Halbuki, Üs­ küdar’da çarpışmadığı için münakaşa edip kendisinden ayrılan Katırcı-oğlu’n un bu arada Adapazan’m basıp malını talan ettiğini, iki yüz kadım kaçırıp adamları­ na dağıtarak bunlarla fuhuş irtikâb (Naima tarihi C: 4. S: 434) ettiklerini bili­ yoruz. Abaza Hasa» Ağa Dördüncü Mehmed’in çocukluğu dev­ rinde işlerin bozuk düzen gidişi ve ya­ pılan haksızlıklar, serkeşliğe meyilli kim ­ seleri isyana bile sevketmiştir. Gürcü Abdünnebi'nin asker toplıyarak Üsküdar’a kadar gelmesi buna misal olduğu gibi, Abaza Haşan Ağa’nın isyana kalkışı da buna misaldir. Biraz yukarda belirtildi­ ği üzere, Haydar-oğlu’nu yakalamasına mükâfaten Abaza Haşan Ağa’va üç sene müddetle Yeni-il voyvadalığı verilmişti. Haşan Ağa ne yazık ki bu işine üç sene boyunca sahip olamadı. Bir sene sonra burası yeniçeri kethüdasının tesiri ile Ak Ali admaa birine (Naimâ tarihi C: 5, S: 83) verildi- Halbuki kendisinin müddeti dolmamış ve bu arada parası geçmiş bu­ lunuyordu. Bu vaziyet karşısında İstan­ bul'a gelerek ocak ağalarının her birine, sonra da vezirifizama başvurarak, elin­ deki hatt-ı hümâyuna rağmen yapılan, haksızlığı izaha çalıştı. Kendisi derece­ sinde mühim iş görmiyenlere yapılan bü­ yük tevcih ve ihsanlardan misaller gös­ terdikten sonra, Yeni-il voyvodalığının elinden alınması yüzünden hâzineye 60 bin kuruşunun geçtiğini beyanla, tatbik edilen muameleden dolayı pervasızca tenkid ve şikâyette bulundu. Bilhassa ve­ ziri âzamin huzurunda muhavereye karı­ şan ocak ağalarından Deli Birader’e acı sözler söyledi. Bu sırada orada bulunan kethüda Gadde Mehmed, veziriâzamın huzurunda böyle konuşmanın ayıp oldu­ ğunu ihtar edince, Haşan Ağa elini kı­ lıcına atarak, hakikati sadrıâzama anlat­ manın ayıp olamıyacağmı beyanla ken­ disini azarladı. Nihayet Vezin azam Me­ lek Ahmed Paşa: o— Haşan, sözü uzatma, vakti iki ey­ le, görelim ahvaline bir suret verilir». Diyerek kendisini dışarıya çıkarttı. Bu günler, yeniçeri ocağı ağalarının tegallübü devrine rastladığından, idare me­ kanizmasında onların sözleri yürüyordu. Haşan Ağa’nın. ırkdaşı olan Sadnâzam Melek Ahmed Paşa, herhalde mevcut haksızlığı takdir ediyor, fakat ağaların hâkimiyeti yüzünden sesini çıkaramıyordu. Abaza Haşan Ağa veziriâzamın hu­ zurundan çıktıktan biraz sonra eline bir lıatt-ı hümâyûn tutuşturuldu. Bunda he­ men o gün vilâyetine gitmesi emrolunuyordu. Ayrıca yine bu arada vezir ket­ hüdası ile ocak ağalarının elbirliği edip kendisini öldüreceklerini duyduğundan derhal Üsküdar'a geçti. Burada, ağaların gadri dolayısiyle hükümetten memnun olmıyan sipah reislerinden Konyalı Ha­ şan Ağa, Kör Mehmed, Cündi Yusuf ve daha bazı kimselerle birleşti. Yekdiğeri ile kolaylıkla anlaşan bu insanlar Sarı Kâtib, Deli Birader, Gadde Mehmed ve defterdarın başlarını istediler. Haşan Ağa’nın bu talebine, istenen kimselerin ye­ niçeri ocağının himayesi altında bulun­ dukları cevabı verilince, o da «burası Atmeydanı değildir, şimdiden sonra aramı­ zı kılıç fasleder, ağalar gelsinler bu ta­ rafta görüşelim* diye haber yolladı. Bövlece Haşan Ağa çarpışmayı göze almış bir âsi vaziyetine geçmek üzere bulunudu. Ne çare ki ağaların tazyiki altında olan sadrıâzam pek idareli davranamadı ve Abaza Haşan Ağa’ya vilâyetine git­ mesi hususunda bir emir daha yazdı. Abaza, parası verildiği takdirde gideceğini söylediği ve bu bakımdan ayak diredi­ ğinden iddia ettiği miktarın yarı kadar bir para, yani otuz bin kuruş kendisine ödendi. Ve yine vilâyetine gitmesi husu­ su tekrarlandı. Bu vaziyet karşısında Ha san Ağa tbizı mahzun ve mağdur gönder­ mekle o vilâyetlere acımıyor musunuz?» deyince verilen cevap o kadar acayip, o derece hükümet adamına yakışmayan şe­ kilde idi. Devletin idare işlerinin bozuk­ luğunu ve hükümet adamlarının zihni­ 2056
yetini bunun kadar sarihçe ifade edecek itirafa pek az rastlanır. Abaza Hasan’a verilen bu cevap : «Buradan kalkıp gitsinler, isterlerse Anadolu’yu ateşe versinler» cümlesinden ibaretti. Serkeşliğe niyetli olmıyan bir kimse dahi, o sırada, böyle bir cevap karşısın­ da baştan çıkabilirdi. Tabiaten âsi ruhlu olduğu anlaşılan Abaza Haşan <röyle ise vebali boynunuza» deyip derhal faaliyete koyuldu. Ulûfe almak için İstanbul’a gel­ mekte olan sipahileri geriye çevirerek cemiyetine kattı. Ayrıca etrafa adamlar salarak sair sipahileri kendisine iltihaka davet etti. Gönlü ile katılmıyanlan da zor kullanarak, hattâ mallarını zaptettirmek suretiyle iltihaka mecbur bıraktı. İzmit’e vardığı zaman bir miktar da sekban yaz­ dı. Böylece cemiyeti kalabalık hale gel­ diğinden. artık sahraya çıkıp çadırlar ku­ rarak geçtiği yerlerde soygun hareketle­ rine girişti. Bu sırada, yeniçeri ocağı ağalarından Bektaş Ağa’ya ait otuz bin kuruş ile at ve deve katarlarının İstanbul’a götürül­ mekte olduğunu haber aldı. Bolu ile Ge­ rede arasına adamlar göndererek bunları müsadere etti. Abaza Haşan Ağa artık kuvvetine hayli güvenir durumda olmalı ki, ocak ağalarına mektup yazarak yap­ tığı müsadereyi bizzat bildirdi. Şimdiye kadar müteaddit örnekleri görüldüğü üzere, sivrilen bir âsiye sair küçük âsilerin iltihakı misali tekerrüre başladı. Bu cümleden bir hâdise olarak, Bolıı tarafındaki mühim eşkıyadan Köleoğlu namındaki şahıs adamlariyle birlik­ te Abaza Hasan’a iltihak eyledi. Köle-oğIu müteaddit defa Bolu paşasının adam­ ları üzerine baskın yapıp bazılarını kat­ letmişti. Abaza Haşan Ağa, Köle-oğlu’nun iltihakından sonra Kastamonu’ya doğru ilerledi. Bu taraftaki Eflânı na­ hiyesinde rastladığı yeniçerilerin burun ve kulaklarını kestirdikten başka ayrıca katil ve soygunlar yaptı. O sırada, vezi­ riazamın adamlarından iken kaçarak kendisine iltihak etmiş olan Şahin Ağa adındaki şahsı bir bölük kadar asker ile Bektaş Ağa'nın Ankara’daki çiftliğini yağmaya memur etti. Çiftliğin kethüdası soygunun, vuku bulacağını haber aldığın­ dan buradaki kısrakları eşkıyanın eline düşmekten koruyabilmek için Ankara kalesine sokmak istedi. Ankara kadımı, kısraklar yüzünden şehir halkının eşkiyanın gavz ve tasallutuna maruz ka­ labileceğini beyanla bunları içeri alma­ mak istediyse de bilâhara razı olup al­ dı. Kadının bu şekildeki davranışı İs­ tanbul’da duyulur duyulmaz, Bektaş Ağa hükümet nezdiııde nüfuzunu kullanarak derhal onun idamı için emir çıkarttırdı. İdam emri Ankara'ya gelince, sevilen bir adam olan kadı’nın idamını önlemek üze­ re maiyetindeki adamlar işbirliği ediver­ di. Bektaş Ağa bu defa Ankara kadısının adamlarının toptan idamı hakkında (Naimâ tarihi C: 5, S: 87) emir çıkarttırdı. Fakat bu emir de infaz edilemedi. İstanbul'da birbirini takiben çeşitli zümrelerin tegallübleri yüzünden, işler karışıp hükümet otoritesi bir hpvli zayıf­ larken, işlenen büyük hatâlar dolayısiyle bazı kimselerin isyanına âdeta zorla yol açılmış oluyordu. Abaza Haşan, şüp­ hesiz bunun en açık delili idi. Ankara kadısı Keder-oğlu da şayet Abaza Haşan gibi âsi ruhlu bir kimse olsaydı, evvelâ kendisi, sonra maiyeti için idam emri çı­ kınca, pekâlâ Celâli grupuna dâhil ola­ bilirdi. Kole-oğlu adındaki eşkiya Abaza Hasan’a iltihaktan sonra Bolu tarafında soygunlara devam ederken, Bolu’da sakin Süleyman Ağa namındaki cesur bir şa­ hıs fırsat düşürerek bu eşkiyanın kırk elli adamını kılıçtan geçirdiği gibi ken­ disini de beş altı yakini ile birlikte eie geçirdi. Bu beş altı kişi ile beraber İs­ tanbul'a sevkedilen Köle-oğlu Parmak* kapı’da asıldı. Bü sırada kendisine Bolu sancakbevliği tevcih edilmiş olan bölük halkından Canbolad Deli Haşan Ağa Üs­ küdar’a geçerek adam toplamak üzere çadır kurdu. Fakat bir gece adamların­ dan birkaç kişi sancakbeyliğine ait tuğ­ ları da alıp kaçarak Abaza Hasan’a ilti­ hak ettiler. İstanbul halkının : A Benli Haşan tuğlar nice oldu? Dis’e türkü söyleyip alay etmesine vesile teşkil eden bu hâdise, yeknazarda üç beş kişinin kaçmasından ibaret gibi görünürse de, kaçtıkları yerin Üsküdar oluşu ve bir sancak beyinin maiyetine dâhil bulunuşları bakımından hayli mâ- 2057
nalı ve hükümet erkânını düşündürmesi gereken bir şey idi. İbşir Paşa ve Abaza Hasa« Abaza Haşan'jn etrafındaki kalabalık artarken Sivas Valisi İbşir Paşa bunun tenkili için serdar tayin edildi. Lâkin îbşir Paşa Abaza’yı tenkil edeceğine to­ nunla birleşti. 1654 ekiminin son günle­ rinde sadaret mührüne nail olacak olan, bu Celâli tabiatlı adamın, Abaza Haşan ile birleşmesi sebebinin iyice anlaşılabil­ mesi için Sivas valiliğine getirilmeden Önceki durumuna gözatılması isabetli ü~ lacaktır. İbşir Paşa’nııı Celâliliğe özenti duyacak şekilde burkulmasında, haksızlık telâkisi edilecek tarzda sakat bir muame­ leye maruz bırakılmasının izlerini bulmak mümkündür. Bu muamele ona Şam Valiliği sırasında tatbik edilmiştir. Ibgiı* Paşa, Şam Valisi iken, Lübnan'­ da Dürzi M a’n -oğulla rı n dan İkinci Fahreddin’in kardeşi Yusuf oğlu Emir Melhem (Mulham) ile yine bu aileden olan Ali Bey ile mücadele halindeydi. Bun­ ların geçimsizlik ve mücadelesinde, mer­ kezi hülîûmet A li Bey’i tuttuğu cihetle, Emir Melhem’den Sayda ve Beyrut mukataatmdan vermesi icap eden verginin istenmesi, vermediği takdirde tenkili ci­ hetine gidilmesi hususunda Şam Valisi İbşir Paşaya İstanbul’dan emir gönderil­ mişti (Xaimâ tarihi C: 5, S: 39). Emir Melhem Şam Valisinin asker ile üzerine gelmekte olduğunu casusları vasıtasiyle haber almış ve tedarik görerek onu pu­ suya düşürmüştü. Gerek âni hücuma ma­ ruz kalması, gerekse Şam kulunun hıya­ neti yüzünden İbşir Paşa mağlûp olmuş, kendisi yaralanmış ve ağırlığı yağma edilmişti (1650). İbşir Paşa buntın üzeri­ ne Emir Melhem’e karşı serdar tayin edilmesini İstanbul'dan istemiş, önce di­ leği kabul olunarak serd arlık emri ya­ zılıp Divarbekir ve Haleb valilerinin de kendisine iltihakı emredilmiştir. Fakat Emir Melhem bu defa da atik davranarak İstanbul’a para ve ricacılar, İbşir Paşa’­ ya da şefaatçiler yollamak suretiyle s&rdarlık emrinin kaldırılmasını sağlamıştır. Bu arada İbşir Paşa’nın maruz kaldığı mal zayiatının Emir Melhem tarafından tazmin edileceği bildirilmişse de, İstan­ bul’a yedirdiği rüşvetlere güvenen Mel­ hem, İbşiı'e birkaç attan başka bir şey vermemiştir, İbşir Paşa buna hayli içer­ lemiş se de, Naimâ'nm ifadesiyle: «kazi­ yenin nice olduğun bilip ocak ağalarının tasallutunu fehmetmekle nâçâr iıazm ve sükût» eylemiştir. İşte, ocak ağalarına karşı iyi hisler beslemiyen îbşir Paşa, Abaza Hasan’ın isyan hâdisesi üzerinedir ki, bu hislerle karışık olarak serkeş ruhluluğunu ortaya koydu. Abaza Haşanın yaptığı işler İstan­ bul'da duyulunca, ocak ağaları kendi a~ ralarında bir görüşme yaparak âsiye kar­ şı serdar tayinini karara bağlamak iste­ diler. Bu sırada Abaza Hasan'ın eski dost­ larından Diyarbekir Valiliğinden mazul Çavuş-oğlu Mehmed Paşa’dan Bektaş Ağa vasıtasiyle yüz otuz kese para alına­ rak Sivas Valiliği fNaimâ tarihi C: 5, S: 88) tevcih edilmiş bulunmaktaydı. Meh­ med Paşa, Sultan İbrahim’in kızı olan karısı Gevherhan Sultan’m mücevherle­ rini rehine koyup temin ettiği para ile vilâyetine gitmeye hazırlanırken, Sivas Valiliğinin, Şam’dan mazûl vazıyette Göksün yaylasına gelip yeni bir memuri­ yete tâyinini bekleyen ibşir Paşa’ya tev­ cih edildiğini, kendisinin de Şehrizor Va­ liliğine tayin olunduğunu öğrendi. Meh­ med Paşa, ocak ağalarına verdiği rüşveti Şehrizor'dan çıkaramayacağını düşünerek müteessir olmakla beraber vilâyetine git­ mekten gayri yapacağı iş yoktu. Böylece Çavuş-oğlu Mehmed Paşa gayri memnun vaziyetle Şehrizor’a giderken İbşir Paşa da Sivas'a, yerleşti. îbşir Paşa'ya Sivas Valiliği verilince, Abaza Hasan'a karşı serdar tayin edildi­ ğine, Anadolu’daki bazı valilerin de onun emrine girerek harekâta katılmalarına dair emirler yazıldı, ibşir Paşa’y3 s®1"“ darlık emri gönderilirken, yukarıda ken­ disinden bahsedilen Canbolad-oğlu m ü ­ teferrika Benli Haşan Ağa’ya da Bolu sancağı verilerek Üsküdar'a geçirilmişti. Haşan Ağamın tuğlarının çalınması, ser­ dar tayin edilen kimsenin de işi yavaş­ tan aîır gibi görünüşü bu meselede sür’atli bir muvaffakiyet temin edilemiyeceğine delildi. Abaza Haşan Ağa’ya karşı asker toplama işinin yavaş ve gönülsüz şekilde yürümesinin en başta gelen âmili ocak ağalarının zulüm ve tegallübleri idi. 2058
Ocak ağalarının tegallübleri yüzün­ den İstanbul’da idari işler çok sakat şe­ kilde yürütüldüğü cihetle, Abaza Hasan’a karşı harekât icra eyliyecek serdar brr defa daha değiştirildi, tbşir Paşa. Aba­ za Hasan’tn eski bir dostudur denerek serdarlığa Karaman Valisi Katırcı-oğlu tayin edildi. Bu arada İbşir’in gönlünün alınması için de, kendisine Bağdad Va­ liliğinin tevcihi düşünüldü. O arada Bağ­ dad kulu tarafından vali öldürülmüş ol­ duğu cihetle Bağdad Valiliği müııhaldi. Katırcı-oğlu'nun serdar tayinine içerliyen tbşir Paşa, peşinen sesini çıkarmaz gibi görünüp, hükümet ile Abaza Hasan’ın arasını bulmak ister gibi davra­ narak askerini toplayıp biraz ilerledi ve neticede Abaza Hasan’a iltihak etti. Bövlece âsi kuvvetlerin miktarı fevkalâde kabarıverdi. Serdar Katırcı-oğlu Mehmed Paşa Aksaray tarafında mağlûp ola­ rak Konya'ya döndü. Vaziyetin çok ciddi şekle girdiğini gören ocak ağaları İbşir’e Bağdad Valiliği emrini göderterek onu Abaza'dan ayırmak istedilerse de îbşir bu tevcihi kabul etmedi. îbşir Paşanın âsi manzarasına bürünmesi üzerine, Bektaş Ağa’nın tesiriyle Çavuş-oğlu Mehmed Paşa ve daha iki beylerbeyine Ibşir'in katli için (N’aimfi tarihi C: 5, S: 156) emırler yazıldı. Fakat bu paşalar tbugün ona ise, yarın bizedir!» diyerek aldıkları emrin infazına girişmedikleri gibi mer­ kezden gelen yazılan da tbşir’e gönder­ diler. İbşir Paşa ve Abaza Hasazı A nkara önünde İbşir Paşa, Abaza Hasan'a iltihak et­ tikten sonra bunların cemiyetleri pek ka­ barık hale geldi. Bunlar geçtikleri saha­ yı yağma ederek ilerledikleri ve önleri­ ne geleni kendilerine iltihaka zorladık­ larından maiyetlerindeki insanların m ik­ tarı 30 bin kişiyi bulmuştu. Böylece sa­ yıları korkunç derecede kabarırken sipa­ hiler İbşir Paşa’ya : t— Sana mühr-ü hümâyunu temin etmek için Üsküdar'a kadar gidip mu­ halifleri katlettikten sonra seni veziria­ zam yaparız. Böylece hem sana hizmet, hem de yoldaşlarımızın intikamını almış oluruz» diyorlardı. Sipahilerin sözleri canına minnet o l­ makla beraber İbşir Paşa, sadrâzamlığı elde etmek niyetiyle ayaklanmış görün­ mek istemiyor, onun için «bunlar beni dile düşürdüler» diyerek hakiki niyetini gizlemeye uğraşıyordu. Öte taraftan geç­ tiği yerlerde halka «zahire baha» ve «se­ lâmet akçesi* adı altında salmalar yapa­ rak tehditle para topluyordu. Abaza H a­ şan ile birlikte Ankara’ya geldiği zaman burada sancakbeyi bulunan Abdullah Bey'i bir kişilik maiyeti ile birlikte öl­ dürttü. Daha sonra Ankara yeniçerilerin­ den on beş bin kuruş emaıı parası istedi. Yeniçeriler Abaza ve İbşir'in etrafındaki kalabalığın korkunçluğu karşısında der­ hal bu parayı ödemeyi tercih ettiler, t fa­ şır Paşa daha sonra Eskişehir taraflarına da adamlar göndererek salmalar yaptı. Herkes canının korkusuna istenen parayı veriyor, itiraza cüret edenler öldürülü­ yordu. Bu sırada Siyavüş Paşa sadrıâzam ol­ muştu. İbşir Paşa ve Haşan Ağa gibi as­ len bir Abaza olan Siyavüş Paşa, sadrıûzamhğımn ilk günleri zarfında, Abaza Hasan'a bir mektup yazarak etrafındaki adamları dağıttığı takdirde kendisini iyi bir vilâyete vali tayin edeceğini (Naimâ tarihi C: 5, S: 59) bildirdi. Abaza Haşan ise cevaben ocak ağalarından Bektaş Ağa, Kara Çavuş, Kethüda Bey, Sarı Kâtib, Deli Birader, Gadde kethüda, Samsuncu Ömer ve tezkireci Gınâyî'den ibaret se­ kiş kişinin idamlarını istedi. Veziriazam Siyavüş Paşa bu mektubu padişaha ve saraydaki bazı nüfuzlu kimselere gösterdiyse de ocak ağalarından gizledi. Ocak ağalarının zulüm ve tegallübünden bazı erkân ile birlikte İstanbul halkı da bizar­ dı. Hal böyle iken bir de devlet merke­ zinde İbşir ve Abaza Hasan’ın İstanbul’a doğnı ilerlemekte oluşunun korkusu ya­ yılmaya başlamıştı. Bu endişeler büyü­ mek istidadmdayken, Siyavüş Paşa’mn sadaretinin ikinci haftasının sonunda ocak ağalan ortadan kaldırılarak tegallüb ve saltanatlarına son verildi. Tabii Siya­ vüş Paşa derhal, istenen şahısların orta­ dan kalkmış olduğunu beyanla cemiyet­ lerini dağıtmalarını bunlara bildirdi. Sad rıfizamdan gelen haberi İbşir Paşa Aba­ za Hasan’a nisbetle daha fazla istiğna ile karşılayıp yeni bir talepte bulundu. Bu 2059
talep, Şam Valiliğinin kendisine, Trablusşam’ın da arzu ettiği bir kimseye tev­ cihi ile Dürzi Emiri Melhem (Mulham) den intikam almasına müsaade olunması merkezindeydi. Siyavüş Paşa bu isteğe karşı da «cemiyetini dağıt da ondan son­ ra mansıp iste» tarzında mukabelede bu­ lundu. Lâkin İbşir Paşa yine de başında­ ki kalabalığı dağıtmıyor ve bazı bahane­ lerle oyalanıyordu. Oılun yanından gelen adamlar sadrazamlıkta gözü olduğunu izah ettiklerinden Siyavüş Paşa : «— Dağlar başında mühür istenmez, mühre talip ise buraya gelsin* diye ha­ ber gönderdi. Abaza Haşan ve lbşir Paşanın etraf­ larındaki kalabalığı dağıtmamaları kar­ şısında padişahın huzuru ile toplanan meşveret meclisinde mesele müzakere edildi. Neticede, Anadolu Valisi Boynueğri Mehmed Paşa, silâhtar ağası Par­ maksız Hüseyin Ağa ve ocaktan samsuııcu Mustafa Ağa’dan müteşekkil bir he­ yetin kendilerine nasihatçı olarak gönde­ rilmesine karar verildi. Bu sırada îbşir Paşa’nm Bursa üzerine yürüyeceği, h a ­ len ilerlemiş bulunduğu öğrenildiğinden, bir taraftan da Bursa'da müdafaa ted­ birleri alınmak üzere faaliyete geçildi. İbşir Paşa ve Abaza Masan cemiyetinin dağılması Boynu-eğri Mehmed Paşa’mn idare­ sindeki heyet İbşir Paşa ve Abaza Haşan ile Eskişehir civarında buluştu. Mehmed Paşa onlara cemiyetlerini dağıtmaları h u ­ susunda tavsiyede bulunup, istedikleri vazifelerin verileceğine dair padişahın vaadlarını bildirdi. Neticede garip bir usule başvurularak hükümet namına ha­ reket eden heyet ile İbşir ve Abaza Ha­ şan arasında bir senet tanzim edildi. Bu senette; yeniçeriler ile sipahilerin barış­ tıkları, sipahilere üç ayda bir ulufeleri­ nin mutlaka ödeneceği, yeniçerilerin si­ pahilere ait mukataat ve tevliyet hizmet­ lerine müdahale etmiyecekleri, Kanunî Süleyman zamanındaki kanun ve esas­ lara uyulacağı, bu hususlar dışında hare­ ket edenler olur ve yeniçerilerle sipahi­ ler arasına nifak sokanlar görülürse kat­ ledileceği kaydedilmişti. Senete Abaza Haşan İle îbşir Paşa’daıı başka sipahile­ rin nüfuzlu şahsiyetlerinden iki yüz kişi daha imza atmıştı (Köprülü Mehmed Pa­ şa bu senedi ele geçirip saklamış ve sadrıâzamlığı sırasında bu iki yüz şahsı birer bahane ile ele geçirerek öldürtmüştür). Neticede İbşir Paşa'ya Haleb V alili­ ği, Abaza Hasan’a Türkmen-ağalığı, To­ pal Mehmed Paşa’ya Karaman Valiliği, âsilerin ileri gelenlerinden daha bazı kim ­ selere de voyvodalık ve daha başka me­ muriyetler verildi. Ayrıca Defterdar, Deli Birader ve Gadde Mehmed’in de idam edilecekleri vaadolundu. Böylece hükü­ met otoritesinin sarsılmasına rıza göste­ rilmesi ve bu yolda fedakârlığa katlanılnılması pahasına 1651 sonlarına doğru Abaza Haşan ve İbşir Paşanın cemiyet­ leri dağılıp isyanları sona ermiş oldu. Ta­ bii her ikisinin o zamana kadar yaptık­ ları tam mânasiyle yanlarına kaldı. İbşir Paşa’nm ikinci defa muhalefete teşebbüsü lbşir Mustafa Paşa mühim bîr muha­ lefet hareketinden sonra Halep V aliliği­ ne tâyin edilmiş olduğu cihetle, etrafın fazlaca alâkasını çekmiş ve bundan dola­ yı kuvvetli bir nüfuz peyda etmişti. Vi­ lâyetine gittiği zaman bu gözle görülen lbşir Paşa iyi idaresiyle de dikkati çe­ kince nüfuzu azalmamış, bilâkis çoğala­ rak kendi vilâyetinin sınırlan dışına taş­ maya başlamıştı. Bu sırada devlet idaresi hakikaten berbat vaziyette yürütülmekte, gerek İs­ tanbul, gerekse Anadolu halkı huzurun hasretini çekmekteydi. Merkezi hükü­ metin zayıflığından faydalanarak Abaza Hasan’a iltihak cesaretini göstermiş olan İbşir Paşa, hemen hemen ayni halin de­ vamından dolayı bir defa daha muhale­ fete yeltenmek istedi. Aııcak İbşir’in bu defaki muhalefetinin ilkinden farklı ta­ rafı mevcuttu. Devlet idaresindeki sakat­ lıkların düzeltilmesi arzu ve iddiası ile ortaya atılır görünen İbşir Paşa, Haleb ayanının kendisine verdiği hediyelerle Halep şehri dışında bir ziyafet çekti ve burada bir nutukta fikirlerini açıkladı. Nutkunda devlet idaresindeki bozukluk­ ları, halkın durumunu, çekilen sıkıntıları anlattı. İşlerin düzeltilmesinde yeniçeri ve sipahilerin iyi geçinmelerinin rolüne 2060
işaret ettikten sonra bunları barıştırmak gayesiyle birbirleriyle Öpüştürdü. Rüşvet ortadan kalkmadıktan sonra, işlerin dü­ zelmesi imkânsızdır diyen îbşir Paşa en nihayet kanun yerine kaim olmak üzere toplulukla birlikte bir takım kararlar al­ dı, Bu kararlar : a) Rüşvet ve caize alınmaması, b) Vali ve kadıların üç seneden önce azledilmemesi, c) İşlerin kanun dairesinde görülüp para ayarının düzeltilmesi, d) Verilen bu kararlardan dönülmemesi. Hakikaten iyi esaslardan ibaret olan bu kararların bir kâğıda yazılmasını m ü­ teakip orada bulunan memur ve asker­ lere bu esaslara riayet için yemin ettirdi. Daha sonra Diyarbekir, Bağdad, Erzu­ rum, Sivas, Karaman ve sair Anadolu valilerine mektuplar yazarak, memleke­ te nizam vermek üzere 1652 ilkbaharın­ da valileri Maraş’ta bir toplantıya ça­ ğırdı. İbşir Paşa’nın mektubunu Hacı Bay­ ram Sofu adındaki bir adamı Karaman’a götürdüğü sırada, İstanbul tarafından Trablusşam valiliğine tayin edilen, fakat îbşir’in onu bu vilâyete bırakmaması üzerine geriye-dönmüş olan Ömer Paşa Ka­ raman Valisi Katırcı-o ğlu’nun yanında misafir bulunuyordu. Müverrih Naimâ (C: 5, S: 199) nın kaydına nazaran Katırcı-oğlu bu mektubu okuduktan sonra Ömer Paşa’ya vermiş, sonra mektubu ge­ tiren aaama dönerek : «— Bakın bre herifler, paşanız beni öldürmek istedi, Öldüremedi. H âlâ böyle suret-i salâbda tuğyan etmek ister. Ben dağ başında bir harami iken Hak Teâlâ bana böyle büyük bir ekmek verdi. Her zaman padişah nusretinden döıımezem ve üzerimize gelürse altı bin yarar askerim var; derbendleri kapatıp basıp kırarım. Size mektup da veremem* dedi. Osmanlı tarihlerinde başka tafsilât bulunmamakla beraber, diğer valiler de İbşİr Paşa'mn fikrine uygunluk göster­ medi. Böylece onun ikinci muhalefeti de kuvveden fiile çıkamadaıı vilâyeti dahi­ linde bir mukavele tanzimi ile valilere davet mektupları yazmaktan ileri gide­ medi. Şeydi Ahnıed Paşa ve K ürt Mehmed hâdisesi îbşir Paşa gibi fisi ruhlu ve bilhassa zalim tabiatlı bir vali de Sevdi Ahmed Paşa’dır. Aslen bir Çerkeş olan ve Kara Ahmed Paşa’nm kölesi iken saraya ve­ rilerek orada yetişen Şeydi Ahmed: ka­ zaen bir ağanııı ölümüne sebep olduğu için saraydan çıkarılmış, daha sonra da sancakbeyi tayin edilmiştir. 1654 yılında Maraş Valiliğine tayin edilen Şeydi A h­ med Paşa yeni vazifesine giderken îbşir Paşa ile karşılaşmış, o sırada veziriâzamlığa tsyiıı edilmiş bulunan tbşir Paşa «Se nin gibi cesur bir vezire Maraş Valiliği azdırs- diyerek Anadolu Valiliğine tayin etmiştir. İbşir Paşa İstanbul’a gelirken levend ve sekbanlarının hükümet merke­ zine getirilmesi mümkün olmıyanlarım Şeydi3-Ahmed Paşa’tun yanında bırak­ mış ve «bunları hoş tut, vakti gelince b i­ ze lâzım olurlar* diye de tenbihatta bu­ lunmuştur. Cesur, fakat zalim tabiatlı olan Şey­ di Ahmed Paşa Sadrıâzam îbşir Paşaya güvenerek halka zulmetmekten geri dur­ mamış, maiyetindeki levend ve sekban­ lar da yağma ve soygunlar yapmışlardır. Bu zulme dayanamıyan Kütahya halkın­ dan bir grup İstanbul’a gelerek, İbşir’e: •sBu zalimi vilâyetimize sen musallat et­ tin» diye söylenmişler, müteakiben de padişaha giderek hikkında şikâyette bu­ lunmuşlardır. Bunun üzerine Sevdi A h­ med Paşa Anadolu valiliğinden azledile­ rek Çanakkale boğazı muhafazasına me­ mur olunmuştur. îbşir Paşa’nm katlinden sonra, onun katlinde mühim rol oynayan Kürt Meh­ med hâdisesini, Abaza Haşanın uğrunda mücadeleye kalkmış olduğu Yeni-:1 voy­ vodalığına tayin ettirmişti. İbşİrin katlin­ den müteessir olan Abaza Haşan ise bin kadar atlı adamı ile Üsküdardan Ana­ dolu’ya hareket etmişti. Kürt Mehmed, Abaza Hasan’ın kor­ kusundan Yenı-il voyvodalığına tesahüp edememiş ve o sırada Şeydi Ahmed Pa­ şanın valiliğine tayin edildiği Konya’ya gelmişti. Bu sırada hükümete kafa tutma­ ya niyetlenmiş olan Abaza Haşan, Şeydi Ahmed’in İbşir Paşa taraftan olduğunu düşünerek bir mektup yazıp beraberce 2061
harekete davet etmişti. Kürt Mehmed, Şeydi Ahmed'in Abaza Hasaıı ile birleş­ tiğini duyunca, onun Anadolu evâletindeyken yaptığı zulümleri halka izah edip taraftar toplıyarak kendisini Konya'ya sokmamaya kalkmıştı. Bu sırada Kürt Mehmed'in etrafında üç bin kişilik kuv­ vet (Naimâ tarihi C ; 6, S: 119) toplan­ mış vaziyetteydi. Kürt Mehmed'in böyle davranışı, iş­ lerin karışması ve bilhassa Şeydi Ahmed Paşa'nm kuvvete müracaatına yol açmış­ tı. Kürt Mehmed eli altındaki kuvvetlerle bu işin altından başarı ile kalkamıyacağmı sezdiğinden. Şeydi Ahmed’i Konya halkının istemediği zehabını uyandırmak için onda bu şüpheyi uyandırmak vazife­ siyle ileriye adamlar sevketmişti. Fakat Şeydi Ahmed Paşa bunun Kürt Mehmediıı bir oyunu olduğunu sezmekte gecik­ medi. Ve kendisine gelen adamları paylıyarak geri çevirdi. «Padişahın bana ver­ diği mansıbı başkasına zaptettirmemi di­ yen Şeydi Ahmed Faşa Abaza Hasan:a müracaatla kuvvet istedi. Abaza Hasaıı Ağa iki bin kişilik tüfeııkendaz gönderdi. Kendi yanında da üç dört bin kişilik kuvvet vardı. Bunlarla Konya üzerine yürüyerek Kürt Mehmed’le karşılaştı. Üç saatlik bir muharebeden sonra mağlup olan K ürt Mehmed Konya kalesine gire­ rek kale kapılarım kapattı. Vaziyet İstanbul’a bildirilince, Kara­ man eyâleti Kör Hüseyin Paşa’ya verilip, Şeydi Ahmed Paşa Haleb Valiliğine naklolundu. Ayrıca Şeydi Ahmed Paşa’­ nm başka hâdise çıkarmasının önlenmesi gayesiyle, bir an önce yeni vilâyetine gitmesi hususunda hatt-ı hümâyun yol­ landı. Lkinci bir tedbir olarak da Türk­ men ağalığı voyvodalığı Kürt Mehmed'in uhdesinden alınarak Abaza Haşan Ağa’ya verildi. Abaza Hasan’a pek istediği voyvoda­ lık tevcih edilirken, onun, Şeydi Ahmed Paşa ile müştereken bir gaile çıkarması­ nı önleme gayesi güdülmüştü. Bu gayede muvaffakiyet sağlanmak üzereyken Kürt Mehmed’in buraya da burnunu sokması tekrar işlerin karışmasına yol açtı. 1655 ekiminde Konya’dan çıkan Kürt Meh­ med sür’atle ve Şeydi Ahmed Paşa’dan önce Haleb’e giderek, İstanbul'a dönme­ ye hazırlanan mazûl Haleb Valisi Kara Mustafa Paşa ve Ilaleb halkım Şeydi A h­ med Paşa aleyhine tahrik etti. Konya’da yaptığı gibi burada da onun zalimliğin­ den dem vurarak Haleb halkının mazûl vali Kara Mustafa Paşa etrafında birleş­ mesini temin etti. Şeydi Ahmed Paşa daha önce yaptığı gibi Abaza Haşan Ağa’dan kuvvet aldı. Bunları kendi sekbanları ile birleştire­ rek, Haleb’i zorla ele geçirebilmek için şehri kuşattı, ik i ay süren muhasara es­ nasında şehre su veren yerler kesildiği ve içeriye zahire sokulması işi önlendiği cihetle kale dahilindekiler çok sıkıntı çekti. Şeydi Ahmed Paşa ayrıca şehir ci­ varında tahribatta bulundu. Şeydi Ahmed Paşa kendisinin şehre sokulmadığını İstanbul’a izah etmeye ça­ lışırken, Haleb halkı da, böyle bir zalimi vali olarak istemeyiz diye arzda bulunu­ yordu. Bu arada Sevdi Ahmed Paşa’va İstanbul’dan bir iki defa nasihatcılar gön­ derilmişti. Bunlara pek aldırış etmiyen Şeydi Ahmed Paşa şehri sıkıştırmaktan vazgeçmiyordu. Nihayet Haleb halkının yolladığı mektuplara ilâveten İstanbul’­ daki Haleb'li tüccarların devlet erkânı ve şeyhülislâm nezdinde mükerrer ricada bulunmaları tesirini göstererek, Sevdi Ahmed Paşaya Haleb'den Sivas V aliliği­ ne tayin edildiğine dair hatt-ı hümâyun gönderildi. Bunun, üzerinedir ki Şeydi Ahmed Paşa Haleb muhasarasını kal­ dırdı. Sevdi Ahmed Paşa, kendisinin Kon­ ya ve Haleb’de mücadelesine sebep ol­ muş bulunan Kürt Mehmed’i ele geçir­ mek istemekteydi. Haleb’in düşmesi ih ­ timaline karşı oradan çıkıp Trablusşam’a geçen Kürt Mehmed İstanbul’a gitmek niyetiyle bir deniz vasıtasına binmiş, son­ ra da yiyecek içecek almak gayesiyle Adana vilâyeti sahillerinde karaya çıkmış­ tı. Bunu haber alan Sevdi Ahmed o ta­ rafa adamlar göndererek yanındaki bir­ kaç kişi ile birlikte yakalatmıştı. Ele ge­ çen bu adamları derhal idam ettirerek başlarını İstanbul’a yollayınca; Veziriââzam Süleyman Paşa bundan memnun olmuş ve N aimâ’m n ifadesiyle «aferinler olsun diyerek nüvazişnameler» gön­ dermişti. Şeydi Ahmed Paşanın yanında kala­ balık miktarda levend ve sekban vardı. 2062
Haleb'e!en sonra Sivas'a giderken bunları dsğıtmamıştı. Kendilerini doyurabilmek için yağma ve soygun yapmalarına m ü­ saade etmişti. Bu yüzden Anadolu'nun bir kısım köyleri Seydİ Ahmed ve Abaza Hasan ıiı levend ve sekbanlarından bir hayli çekti. Daha önceki bahiste Boymı-eğri Mehmed Paşa’nın sadareti kısmında söy­ lendiği üzere, İstanbul’da sipahiler padi­ şahı Sevdi Ahmed ve Abaza Hasan’a kar­ şı sefere bile götürmek istemişlerdi. Seydi Ahmed Paşa’nııı zulmü, ancak onun Silistre Valiliğine tayin edilmesi üzeri­ nedir ki Anadolu’dan kalkmıştır. Van, Basra ve Habeş hâdiseleri Disiplinsizlik, tegallüb, rüşvet ve ir­ tişa hareketlerinin pek bol olduğu Dör­ düncü Mehmed'in saltanatının ilk sekiz senesi zarfında, yukarda anlatılan büyük çaptaki isyan hâdiselerinden başka, bun­ lardan daha küçük nisbette birtakım vak’ alar cereyan etmiştir. Bir nevi isyan ve merkezin emrini dinlememe şeklinde tezahür eden bu vak’aların vukuunda, idarenin umumî bozukluğunun, ve bilhas­ sa rüşvet işinin mühim mikyasta rol oy­ nadığı müşahede edilir. Van hâdisesi : 1651 senesi içinde m ü­ him miktarda caize vermek suretiyle Van Valiliğine tayin edilen Mehmed Emin Paşa, henüz verdiği caizeyi karşılıyacak kadar para toplıyamadan azlolunmuş ve yerine, ocak ağalarından Bektaş Ağa ta­ rafından külliyetli rüşvet alınan İbrahim Paşa (Naimâ tarihi C: 5, S: 53, 73, 76) tayin edilmişti. Mehmed Emin Paşa az­ linden kısa bir müddet önce Hoşap h â­ kimi Süleyman’ın Van’a tâbi Erciş, A h­ lat ve Adilecevaz’dan on beş bin koyu­ nu sürüp götürdüğüne, İran’dan gele» tüccar eşyasını da gasbettiğine dair İs­ tanbul’a şikâyette bulunmuştu. Van’da böyle huzursuzluk tevlit eden şeyler ce­ reyan ederken vali değişince Van halkı yeni valiyi şelıire sokmamak istemiştir. Bu yüzden Van’daki yerli kulu askeri ile yeniçeriler birbirine girerek birkaç gün çarpışmıştır. İki sınıf asker biribirine gir­ diği sırada Hoşap hâkimi Süleyman ye­ niçerilerin imdadına gelmişti. Nihayet hâdise Bitlis hâkiminin tavassutu ile bas­ tırılmış, yeni vali İbrahim Paşa idareyi ele alırken eski vali Mehmed Esniıı Paşa Hakâriye kaçmış, oradan da İstanbul'a gelmiştir. Basra hâdisesi : Mütegallibe tabiatlı bir kimse olan Basra Valisi Efrasiyab-oğlu Ali Paşa, otuz sene kadar burada va­ lilik ettikten sonra 1652 yılında ölmüş­ tü. Babasının ölümü üzerine oğlu Hüse­ yin Paşa idareyi eline almaya çalışır­ ken amcaları Ahmed ve Fethi Beyler (Naimâ tarihi C: 6, S: 112) Basra’nın bir kısım ayan ve halkı ile birlik olup Bağ­ dad Valisi Murtaza Faşa’ya başvurdular. Gürcü asıllı bir zat olan Murtaza Paşa’ya külliyetli miktarda para vaadinde bulu­ narak Ahmed Beyin valiliğini temin et­ mesini istediler. Bunun üzerine Murtaza Paşa bir miktar asker ile kethüdasını Basra’ya yollarken, öte yaııdan Hüseyin Paşa’run zâlim bir adam olduğunu be­ yanla Basra halkının Ahmed ve Fethi beylerden birini vali olarak istediklerini İstanbul’a bidirdi. Murtaza Paşa’nın a m karşısında Ahmed Bey’in vali yapılma­ sına dair İstanbul’dan emir geldiği ci­ hetle, Bağdad Valisi asker ile harekete geçerek Ahmed Bey’in valilik makamına oturmasını temiıı etti. Hüseyin Paşa bu arada para ve mücevherlerini hayvanla­ ra yükletip kendisine taraftar olan bir aşiret beyine iltica etti. Ahmed Paşa valiliği elde edince Mur­ taza Paşa’ya vadettiğinden daha fazla pa­ ra, mücevher ve kumaşlar verdiyse de Murtaza mn gözü bir türlü doymadı. Dic­ le mansabında tüccar eşyasının yığılıp hıiz edildiği «Kapan hanı» nda mevcut malları istedi. Ahmed ve Fethi Beylerin Kapan hanındaki malların Arap, Hind ve Acem tüccarlarına ait olduğuna, ve bun­ ların zaptının Basra ticaretini tamamen mahvedeceğine dair verdikleri izahat Murtaza Paga’nın kuiağına girmedi, ü s­ telik, mevzuubahis tüccar eşyasını geti­ rip teslim etmedikleri takdirde neticenin fenaya gideceğine dair tehditlerde bu­ lundu. Ahmed ve Fethi Beyler : Behey efendim, tüccara padişah­ lar bile taarruz edemezler. Fitne-i Cengiz’in sebebi, tüccara zulüm ve teaddi olduğunu tarihlerden siz de okuduğunuz halde, şimdi böyle bir işe teşebbüsün m a­ nası ııedir?» dediler. Murtaza Paşa yine tehditlerinden dönmeyince bunlar da gidip mezkur mal­ 2063
lan nakletmek için gemilere doldurma­ ya başladılar. Bu vaziyeti gören halk ve tüccarlar : «bizim vali yaptığımız adam­ lar meğer yağmacı imişler» diyerek ayaklandılar. isyana urban yani Arab aşi­ retleri de katıldı. Murtaza Paşa isyan sı­ rasında çevirdiği manevra ile Ahmed ve Fethi Beyleri öldürttü; bunlar ortadan kalkınca kendi kethüdasını Basra Valili­ ğine oturttu ama bu defa Arab urbanı onun hilesinin farkına vararak hücuma geçti. Urban'ın faaliyete koyulması sıra­ sında Hüseyin Paşa da meydana çıkarak onlarla beraber Murtaza Paşa’yı kaçırttı. Kendi eşyasını dahi Basra’da bırakarak canını güçlükle kurtarıp Bağdad’a gelen Murtaza Paşa’yı bu defa Bağdad halkı şehire sokmadı. Fazla tamahı yüzünden Bağdad Valiliğini de kaybeder duruma düşen Murtaza Paşa, Bağdad’ın Kuşlar kalesine yerleşerek vazife mahallinin de­ ğiştirilmesi için İstanbul’a müracaatta bu lundu. O sırada Haleb halkı Şeydi A h­ med Paşa yı şehire sokmadığından v alili­ ği münhal gibiydi. Onun için Murtaza Pasa Haleb'e, Murtaza Faşa'mn kaçırttı­ ğı Hüseyin Paşa Bağdad’a, Şeydi Ahmed Paşa Sivas’a tayin edilmek suretiyle me­ sele yatıştırıldı. Habeş hâdisesi : Müverrih Naimâ vC: 6, S: 128) mıı tavsifiyle «sefih, do­ landırıcı ve habis» bir kimse olan Bosna Defterdarlığından ma^ûl Mustafa Bey, yüz kese tutarında para ve mal temin ederek bunun altmış kesesini rüşvet ola­ rak bazı erkâna vermek suretiyle ken­ disini Habeş Valiliğine tayin ettirmişti. Böylece para ile rütbe ve vazife sa­ hibi haline gelen Mustafa Paşa, valilik menşurunu alır almaz Mustafa Ağa na­ mındaki cahil bir şahsı mütesellim ola­ rak Habeş eyâletine gönderdi (Silâhdar tarihi C: I S: 2). Mustafa Ağa, Habeş eyâletinin Kızıldeniz kıyısındaki limanı ta­ lan Sevakin’e çıkarak idareyi eline aldı­ ğı sırada, buraya uğrayan üç tüccar ge­ misinden gümrük resmi olarak mal ye­ rine para almak istedi. O civarda yerleş­ miş âdete göre, gümrük resmi para de­ ğil, mal olarak tahsil edilirdi. Mal yeri­ ne para talebinin geniş çapta memnuni­ yetsizliğe sebep olacağı kendisine izah edildiyse de dinlemiyerek sözünde ısrar edince, buradaki yerli kulları halk ile birleşerek tüccar tarafını tuttular. Neticede mütesellim Mustafa Ağa ile yanındaki adamım kaleye kaldırıp hapsettiler. Mütesellimden bir müddet sonra yo­ la çıkmış olan Vali Mustafa Paşa bu sı­ rada Arabistan sahilindeki Cidde lim a­ nına gelmiş bulunuyordu. Mütesellimin başına gelenleri orada iken duydu. Bu­ nu tatlılıkla halletmek için, Cidde beyi ve şeriften aldığı birkaç kişinin yanına küçük kardeşini katarak Sevakin'e yolla­ dı. Sevakin'deki yerli kulunun başına geçmiş olan Derviş nanundaki şahıs bunla n ve mütesellimin yardımcısını katlet­ tikten sonra mütesellimi de soyup soğa­ na çevirerek Cidde’ye yolladı. Bunun üzerine Mustafa Paşa Sevakin önüne ge­ lerek maiyetindeki iki yüz kişi ve iki top ile şehri muhasara etmek istediyse de yerli kulunun hücuma geçmesi üzerine, geldiği gemiye binerek Cidde’ye geri döndü. Buradan Mısır Valisi Haseki Meh­ med Paşaya müracaatla yardımcı kuvvet istedi. Mehmed Paşa, Mısır kullanndan iki bin kişi ve bir miktar topu Boşnak Ahmed Beyin emrine vererek Süveyş do­ nanmasına yerleştirip gönderdi. Cidde’ye uğrayıp Mustafa Paşa’yı alan Ahmed Bey Sevakin’e gelerek muharebe ile şehre girdi ve valiyi makamına oturttu. Deli Derviş bu arada kaçtı. Ahmed Bey, Ha­ beş eyâletindeki âsi şahısları da temizle­ dikten sonra Mısır’a döndü. KÖPRÜLÜ MEHMED Daha yukarılarda uzun boylu izah edildiği üzere. Sultan İbrahim’in saltanatının ortalarından beri devlet işleri pek bozuk şekilde yürütülmekte, bu yüzden çeşitli nizamsızlık ve bunlardan doğan sıkıntılar birbirini takip eylemekteydi. PAŞA’NIN SADARETİ Bilhassa son yıllarda sıkıntılar büsbütün artmış, Venediklilerin Çanakkale Boğazını kapatmaları üzerine, Sadrıâzam Boynu-yaralı Mehmed Paşa acz içinde kıvranarak, tedbir mülâhazasiyle gülünç işîere teşebbüs etmişti. Bozukluk yalnızca 2064
Köprülü Mehmed Paşa (Bu portre, Paşa’mn eski küçük bir resminden aynen kopya edilmiştir- Movcud diğer bir resmi de metine konmuştur). (Mufassal Osmanlı Tarihi tablosu No: 41/

bir sahaya münhasır değildi. Rüşvet âde­ ta tabii hâle geldiğinden memuriyetler umumiyetle para ile satılmakta, bundan mütevellit halk zulme maruz kalmakta; hazine müthiş para sıkıntısı çekmekte; memleketin bazı yerlerinde mühim asa­ yişsizlik hâdiseleri görülmekte, memleket idarecilerine bilgileri ile ışık tutması ge­ reken ulema sınıfının bir kısmı gerici zihniyetin miîdafileri halinde zihinleri bulandırmakta ayni zamanda bunlar bir takım suiistimallerin arkasında koşmak­ ta, bütün bunlara ilâveten Venedikliler Çanakkale Boğazmı kapattığından hükü­ met adamları şaşkınlık içinde bulunm ak­ taydı. İşte böyle buhranlı bir devrede sadrıâzamlığa getirilen Köprülü Mehmed Paşa, buhranın atlatılmasını ve Osmanlı tarihinde «Köprülüler devri» diye bir devrin açılmasını sağlıvan mühim bir devlet adamı olup, sadrıâzamlığa tayini şöyle cereyan etti : Daha yukarılarda Gürcü Mehmed Faşa’nın sadnâzamlığı kısmında kendi­ sinden bir nebze bahsedilen ve «Köprülü Mehmed Paşa» başlıklı ilâvemizde de sa­ darete tayininden önceki durumuna dair bilgi vermiş olduğumuz Köprülü Meh­ med Paşa, Haleb Valiliğinden sadrıâzam tayin edilmiş olan Boynu-eğri Mehmed Paşayı Eskişehir'de karşılamıştı. Köprülü ’nün, Köprü kasabasından kalkıp yeni sadrıâzam ı karşılamasının sebebi ondan bir memuriyet istemekti. Köprülü, yeni sadrı âzamla birlikte İstanbul'a gelirken (Naimâ tarihi C: 6, S: 217) onunla dev­ letin durumuna dair faydalı konuşmalar­ da bulunmuştu; Boynu-eğri İstanbul'a gelince K öprülü’ye bir m iktar tayinat verdirip Bayezid’de bir konakta oturt­ muştur. Sadrıâzam lığa tayini i Köprülü Mehmed Paşa, Bayezid'deki konakta oturarak memuriyet beklerken, geceleri tebdili kıyafet ederek eski dostu Mimar Kasım Ağa’nın evine giderdi. Bu­ rada Kasım Ağa ile birlikte reisulküttab Şamizâde Mehmed ve saray hocası Meh­ med Efendilerle görüşürdü. Mimar K a­ sım Ağa, Gürcü Mehmed Paşanın sadare­ ti zamanında K öprülü’yü Valide Sultana medh ve tavsiyede bulunmuştu. Gürcü K ö p r ü lü M e hm ed Paşa (B u resm in o r ijin a lin in a ltın d a «a d e v ird e y a p ılm ış tır» diye y a z ılıd ır) Mehmed Faşa bundan haberdar olunca Mimar Kasım Ağa’yı Valide kethüdaiığından azil ve malını müsadereden, sonra Yedikule zindanındaki «Kanlı Kuyu» ya sarkıttırıp, sonra Kıbrıs’a nefyetmişti. Bu belâlardan nihayet Valide Sultanın müdahalesiyle kurtulup evinde ikamet eder olmuştu. Bu kadar belâya Köprülü yüzünden uğramış olan Kasım Ağa yine de onun le­ hinde düşünmek ve çalışmaktan geri kal­ mamıştır. Boynu-eğri’nin sadareti zama­ nında da Hoca Mehmed Efendi ve balta­ cı Karakaş vasıtasiyle hazinedar Solak Mehmed’e tesir ediyor ve bu yolla Köp­ rülü’yü Valide Sultana tavsiye ediyordu. Bunlar alttan alta Köprülü lehinde çalı­ şırken Boynu-eğri Mehmed Paşa’nın ket­ hüdası Ahmed Ağa da, efendisinin gidi­ şinin iyi olmadığını, bu vaziyette sadrıâzamlığmın uzun sürmiyeceğini sezmiş ve Köprülü'nün sadrıâzamlığına taraftar olan Mimar Kasım Ağa grupuna iltihak etmişti, Naimâ (C: 6, S: 220) nm kaydı­ na göre, bunlar da Ahmed Ağayı sadrıâzamı iğfal işi ile vazifelendirmişlerdî. Bozcaada Venedikliler tarafından işgal e­ 2065
dildiği zaman Köprülü taraftarları faali­ yetlerini artırmışlardı. Bunlar Valide Sultana «bu veziriazamın elinden iş gel­ mez. Nizam-ı devlet murad ederseniz Köprülü Mehmed Paşayı veziriazam edersiniz. Böyle vakitte ondan gayri adam bu maslahatın uhdesinden gelemez» diye haberler gönderiyorlardı. Bu şekildeki çalışmalar devam ederken Boynu-eğri taraftarı olan silâhdar Siyavüş Mustafa Ağa vaziyeti hissederek«mührün başkasına verilmesi ih ti­ m ali vardır, gafil olma!» diyerek sadi'iâzamı ikaz edince, Boynu-eğri, Köprülü’yü Trablusşam Valiliğine tayin edip der­ hal harekete geçmesini bildirdi. Köprülü Mehmed Paşa parası olmadığından bir ta raftan tüccarlardan birkaç kese borç te­ dariki ile uğraşırken Öte yandan taraf­ tarları da sadrıâzamlığını temin etmek üzere gayret sarfedıyordu. Bu arada Limnı adasının düştüğüne dair haber gel­ miş olduğundan, veziriazcm Boynu-eğri Mehmed Paşa daha fazla telâşlanmış ve bunun için bir meşveret meclisi akdini emretmişti ki, yakınlarından birisi gelip, «mühür elden gitti, Köprülü’nün çaresine bak» diye fısıldadı. Venedik harbinin ciddiyet arzetmesi karşısında aczinden kıvranmasına rağ­ men mühr-ü hümayunun elinden kaçma­ sına dayanamıyan Boynu-eğri, kethüda­ sı Ahmed Ağa yı çağırarak : «-— Bu koca (ihtiyar) ya mansıp ver­ dik, onun gitmeyip burada kalmasının sebebi nedir? Galiba dimağı fesattadır. Tez şimdi adam gönderip davet eyle, Onun varlığından yokluğu evlâdır» dedi. Ahmed Ağa, bu sözler karşısında Köprülü lehinde cereyan eden çalışmala­ rın duyulduğunu anladığı gibi, hayatı­ nın tehlikeye maruz kaldığını da gördü. Ahmed Ağa, Boynu-eğri’yi kandırabilmek için, kendisine söylenen sözün doğ­ ru olmadığım, Köprülü’nün derhal hare­ ket edememesinin parasızlığından ileri geldiğini, para bulursa hemence yola çı­ kacağım söyledi. Bu sözlere inanır gibi olan Boynu-eğri, Köprülü’ye beş kese ak­ çe yolladı. Müverrih Naimâ’nın ifadesiy­ le r «Veziriâzam’ın, hükümdarın yakının­ da olan casuslarının, azli kokusunu vezirlâzama hissettirdikleri, veziriâzamm da Köprülü’ye suikast üzere bulunduğu taraf-ı saltanatın malûmu olunca», Köp­ rülü taraftarlarının ilkaativle bir şaşırt­ ma hareketine başvuruldu. Bunıın için Boynu-eğri'nin dostu olan silâhdar S i­ yavüş Mustafa Paşa vezirlikle Şam Va­ liliğine tayin edilip, Şam Valisi Haseki Mehmed Paşa’ya acele İstanbul’a gelme­ si hususunda hatt-ı hümayun yazıldı. Böylece ssrav halkı ve sair erkân Hase­ ki Mehmed Paşa'nın sadnâzam olacağını zannettiler. Köprülü Mehmed Paşa’nın sadnâzamlığı takarrür ettiği zaman, bir fitneye eür’et edebilir düşüncesiyle Boynu-eğri taraftan olan yeniçeri ağası vezir G ür­ cü Hüseyin Ağa azledilerek Köprülü ta­ raftarlarının dostu olan birinci mırahur Sührab Mehmed Ağa yeniçeri ağası ta­ yin edildi. Birkaç gün geçince de ken­ disine vezaret tevcih olundu. Yeniçeri ağası değiştirilirken bu yön­ den emniyete kavuşan Köprülü Mehmed Paşa, taraftarları vasıtasiyle, arzolunacak bazı sözleri bulunduğunu, bunlar ka­ bul edildiği takdirde sadrıâzamlığa rıza göstereceğini, sadnâzam olunca da mev­ cut müşkül durumun uhdesinden gelebi­ leceğini Valide Sultana duyurmuştu. Neticede, müverrih Naimâ’nın kay­ dına göre, yeniçeri ağasının değiştirildi­ ği gün baltacılardan biri Köprülü Meh­ med Paşa’yı gizlice sarayda kızlar ağası dairesine götürerek Valide Sultan ile bu­ luşturmuştur. Paşanın yer öpmesini m ü­ teakip Valide Sultan «Paşa hoş geldim diyerek kendisini iltifatlı şekilde karşı­ lamış, sonra da : <s— Padişah-ı âlempenah hazretleri size sadaret m ührünü ihsan buyurmak murad eder; din ve devlete matlûp olan hizmetin uhdesinden gelebilir misin?» Diye sorduğu zaman Köprülü : *— Devletlû sultanım, taraf-ı saltanat-ı aliyyeden birkaç şart ile himmet ve inayet buyrulursa, inşaallahu teâlâ devlet-i padişahide her işin muntazaman görülmesi mümkündür» demiştir. îşte bunun üzerinedir ki Valide Sul­ tan şartlarının ne olduğunu sormuş, Köp­ rülü de Osmanlı tarihinde pek meşhur olan şu dört şartını sıralamıştır : 1 — Huzur-u hümâyuna her ne tel­ his edersem infaz olunup hilâfında emir buy uru İmaya. 2 — En küçüğünden en büyüğüne ka­ dar memuriyet, rütbe ve sair tevcihat 2066 v
Köprülü Mehmed Paşa i (İlâve : 129) ★ ! Devletin, bilhassa dah ilen pek buh­ ranlı bir devrinde sad rıâzam b ğa geçerek, düzensizliklerin ortadan kalkm asın ı ve neticede b u h ra n ın atlatılm asın ı sağlam ış ûlan K ö p r ü lü M ehm ed Paşa aslen Arr.av u t'tu. S ilâh d ar ve N aim â tarihleri ile A bdi Fasa vekayinam esinde Mehmed F a ç a n ın A rn a v u t o ld u ğu yazılıdır. Köpr ü lü lâk ab ın ı, zevcesinin m e m leketi ve kendisinin de yerleşme ve m azuliyet za­ m a n la rın ı geçirme yeri olan, o zam an Am asya sancağına ba£lı bulunan, K ö p ­ rü kasabasından alm ıştır. K ö p rü lü M eh­ med P aşa’n ın k ü çü k oğlu F a 2il M usta­ fa Paş& 'nın toru nu H afız A hm ed Paşa ecdadını ve eserlerini ta n ıtm a k için im a m ı Behceti İb ra h im E fe n d iy e m ü s­ takil b ir eser y azdırm ıştı. B u eserde, Mehmed Paşa h i n Selân ik ile ü s k ü p arasındaki «K öprülü» kasabasından oldu­ ğu bildirilm ekteyse de, M ehm ed P asa’n ın , sağlığın d a 1660 y ılın d a E d irn e ’de tanzim e ttird iğ i vakfiyedeki kayde bu bilgi uym am aktad ır. Vakfiyede, Mehmed Pasa, «vatan-ı aslım A rn avut B elgradı (B erat) na tâb i R u d n ik karyesi» diye esas m em leketini tas rih etm ektedir. Beh­ ceti İbrah im E fe n d i'n in eserinde Mehmed Paşa nın babasının adı H üseyin diye gösterilm ektedir. M ehm ed Fasa, K ö p r ü kasabasında Y usu f A ğ a 'n ın kızı Ayşe h a n ım ile ev­ lenm iş, bilâh ara sadrıâzam olan o ğ u l­ ları Fazıl A hm ed ve F azıl M ustafa bu­ rada d ün yay a gelm iştir. K ö p rü kasaba­ sına bu aileden dolayı sonradan Vezir­ köp rü denilm iştir. i —> den zabitleri huzursuz olduğun dan sipa­ hilik le taşra nefy» o lunm uştur. Boşnak Husrev Ağa yeniçeri ağası tayin edildi­ ğ i zam an eski koruyucusunun hizm etine girm iş, veziriâzam olduâu sırada da onun hazinedarlığında bulunm uştur. Husrev Paşa katledilince bazı voyvodalık ve a£a lık la rd a b u lu n m u ştu r. D aha sonra İs­ ta n b u l’da İhtisap amalığı etmiş, m ü te a ­ kiben de tophane n a z ırlığ ı, silâh dar ve sipahiler ağa lığ ı, eebeciba$ıîık vazifeleri­ n i ifa eylem iştir. S ultan İbrah im zam a­ n ın da sadrıâzam K em ankeş K ara Mus­ tafa P asa’ya intisab suretiyle kapıcılar k e th ü d a lığ in a getirilm iş, Sultan-zâde Mehmed Pasa n m sadareti sırasında da T rabzon v aliliğin e ta y in o lunm uştur. Son­ ra bir m ü ddet m a zul kalan M ehm ed Faşa, S ultan İb ra h im ’in yedinci haseki­ sine p a şm a k lık olarak verdiği g a m eya­ letine m ü teseilim lik vazifesiyle gönde­ rilm iştir. Bu arada hük üm ete isyan eden Varvar A li Pasa üzerine gönderilmiş, fakat m u v affak olam ıyarak o h a esir düşm üştür. V arvar A li Faşa tarafından öldürüleceği sırada Ib ş ir Paşa ta rafın ­ dan k u rta rılm ış tır. M etin kısm ında k a y d e ttiğ im iz veçhi­ le dostu m im a r K asım A ba n ın tavsiyesi üzerine 1651 de ku bbe veziri olmuşsa da, sadrıâzam G ürcü M ehm ed Paşa bundan kıskançlık duyup kendi m a k a m ın ın elden gidebileceği düşüncesiyle vezirliğini kald ır tıp K Östendil sancağına y ollam ış, onu Valide S ultana tavsiye eden K asım A¿ a y ı da K ıb rıs ’a sürdü rm ü ştü r. Mehmed Pasa daha sonra K Östendil sancağından azledilm iştir. B u azil üzerine epeyce sı­ k ın tıla ra m aruz k a ld ığ ı anlaşılan M eh­ m ed Pasa için, S ilâh dar F m d ık lılı M eh­ med A ga; «bazı ehem miyetsiz m a n sıp la r­ da can çekişerek ve kâh m irî divandan kapıarasm da kâh defterdar başbakikulu hanelerinde hapsolunarak» cüm lesiyle bu sık ın tıs ın a işaret etm ektedir. îb ş ir Paşa sadrıâzam o ldu ğa zam an K ö p rü kasabasından kalkıp gelerek K ü ­ tah y a ’da kendisi ile görüşmüş- ondan bir vazifeye ta y in in i istiyerek Trablussam v a liliğ in i alm ış tır. M ehm ed Paşa O sm anlı ta rih in in bu m eşhur şahsi­ yeti gençliğinde saraya a lın m ıştır. D ör­ düncü M u r a d 'in saltanatın ın başlarında matbah-ı âm irede hassa ahcı ne fe rlerin­ den iken, bilâh a ra sad rıâzam lığa yükse­ lecek olan hasodalı Boşnak H usrev A ğa­ ya intisab etm ek suretiyle büy ük odalı züm resine d a h il olm uştur, B ilâh ara hazine-i âm ire hizm etlileri arasına geçerek kıdem liler grupuna dahil olmuşsa da, m üverrih silâh dar F m d ık lılı Mehmed A ğ a n ın ifadesiyle: «had rey olup ser­ keşlisi sebebiyle ta v ır ve hareketlerin- -» 2067
T rablusşam 'a gitm işse de burada da fazla k alam am ıs, o k u lları F a z ıl A hm ed ve F azıl M ustafa beyler a ğ ır lık la rın ı getirm ekteyken tbşir Paşa İsta n b u l'd a katlolunm us ve m e zk û r eyaletin v aliliği de baskasm a veriîdiğinde n, kendisi Trablusşam 'dan, o ğ u lla r ı ise yoldan K öprü kasabasına dönm üştür* M ehm ed P aşa b ir m ü d d e t sonra, Şam valisi İken sadrıâzam ta y in edilm iş olan B o y n u y aralı M ehm ed Pasa ile b irlik te İs ta n b u l’a gelm iştir. Bu şahsın sadareti esnasında ic ve dış b u h ­ ran had safhay a g e ld iğ i sırada m im ar K asım A ğ a ve b u n u n vasıtasiyle dostluk tesis e ttiğ i bazı şahısların V alide S u ltan ne zdindeki teşebbüsleri sonunda sadrıâzam olm u ştu r. rar ve kusurlarından üstün olaugu um u­ miyetle kabul edilen Köprülü Mehmed Pasa hakkında eski Osmanlı müverrihle* rinden Mehmed Halife, Naimâ, Râşid ve Abdi Pasa lehte, silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa da aleyhte bir hükme var­ maktadır. K öprülü'nün hayratının bile doğru yoldan meydana getirilmediğini söyliyen F ınd ıklılı Mehmed Ağa, meşhur sadnâzamı idamları dolay isiyle devleti , berbad hale getirip, müdebbir adam ba­ kım ından inkıraza uğratmakla itham et­ mekte ve şöyle demektedir : «paşay-ı mezbur maldar, zâlim, cebbar, hodbin ve had rey-i bırahm ve nahakk-ı kıtab-u hunriz, sinni seksen altıya baliğ olmuş bir dişlenk koca idi. Padişahı saglrl av­ layıp R u m e li'v e Anadolu’da hak ve na­ hak katlettiği vüzera, m irim îran, üme­ ra, ehali-i vilâyet ve mütemevvil adam­ ların mal ve emlâkin bikülliye kabz eyleyüp akarlar ve zannınca hayratlar ile memalik-i İslâmî m âm ur ve âbad eyle1 di. Hükkâm-ı memleket ve taife-i askeride sahibhâne ve nam ve şan komayjp ko­ lun kanadın kırdı ve kalanlarının dahi kuvvet ve kudreti kalmayıp el’an devlet-i aliyyenin yıkılıp berbat ve zebun olmasına ve düşmana cevap verir m ü­ debbir komayıp inkırazına ve herbar kâfire mağlup olmasma sebep oldu*. K Ö p r ü lü ’n ü n disip lin ci bir şahsiyet o lduğu ve m u v a ifa k iy e tin i bu yoldan te­ m in edeceği sadarete geçişinin h aftasına belli o lm u ştur. İsta n b u l'd a işleri düzelt­ tikten sonra Ç anakkale boğazı seferine çık m ış, Bozcaada ve Linini’y i Venedikli­ lerden istird at ederek boğazı abluk adan k u rta rm ıştır. K ö p r ü lü M ehm ed P aşa’nm şiddetli bir m izaca sah ip o ld u ğu bu m u ­ harebeler srrasında y a p tırd ığ ı id am lar vesilesiyle pek acık şekilde belirm iştir. Boğaz ön ü n d e k i m ücadeleden sonra Köp­ r ü lü M ehm ed Paşa E rd el seferine çık a­ ra k Y a n o v a y ı z a p te tm iş bu arad a A n a­ d o lu 'd a k i isyan m ünasebetiyle İs ta n b u l’a d ön d ü ğ ü n d e n E rd el h a r b i serdarlar ida­ resinde m uv affak iy ete ’ u la ştırılm ıştır. Köprülü'n ü n en m ü h im m uvaffakiyetle­ rinden birisi A n ad o lu ’ dak i isyanı söndür­ mesi, bu arada âsi ve serkeş züm reyi k a nlı şekilde tem izlem esidir. Anadolu'da şekavet ru h u n u ezdiği gibi, ayni şiddet­ li usulle ordu ve İdare m e kanizm asında da düzensi2liklere son verm iştir. Köpr ü lü ’n ü n en fazla tenkide u ğrty an icraa­ tı bu ta ra fı o lm a kla beraber, k a rış ık lık ­ la rın ancak bu sayede ortadan k alk ıp , b u h ran ın ancak bu yolla atlatıLabiIdiği de ta rih î bir gerçektir. Gösteriş için değil, din ve devlete hizm et gayesiyle sadarete g e ld iğ in i bizzat söylem iş olan K Ö p rü lü ’nün j b u sözüne sadık k aldığı, beş seneden b iraz fazla süren sadareti boyunca m ü tem adiy en didinişin den bel­ li ise de, fazla şiddeti y üzünden b ir ta* k im haksız cana k ıy m a la rd a b u lu n d u ğ u da h ak ik a ttir. G irit serdarı Deli Hüse­ y in Pasa, şeyhülislâm B o lu lu M ustafa E fe ndi ve S ey dİ A hm ed P aşa’y ı haksız yere id a m ettirm esi, o n u n affedilemiyecek k u su rlarıd ır, ic ra a tı ve b u n dan do­ ğan neticelerin faydalı tara fla rın ın , za­ Osmanlı tarihinde üç kişi fazla adam öldürtmeleriyle nazarı dikkati celbederler. Bunların birisi sadrıâzam Kuyucu Murad Paşa, diğeri Sultan Dördüncü Murad, ücüncüsü de Köprülü Mehmed Pasa’dır. Avrupa1lı tarihçi «Ricaut» ya göre, beş sene zarfında 36 bin kişi öldürtm üştür. Alman tarihçisi Hammer, onu; «amansız bir gaddar fakat meharetli bir devlet adamı* şeklinde tavsif et­ mekte; icraatının neticesi bakımından da» devletin sönmeye meyleden kudreti­ nin şulesini yeniden parlatmıştır» demek­ tedir. Memleket dahilindeki icraatında sert davranan K öprülü Mehmed Paşa, dış siyasette bazı devletlere karşı da sert davranmaktan geri kalmadı. Glrittteki Venedik başkumandanının Fransız elci­ sine gönderdiği şifreli bir mektubun ya­ kalanması üzerine, elçi ile oğlunu hap­ settirmesi ve sonra da İstanbul'dan çı­ karttırması buna delildir. K öprülü Mehmed Paşa nın sırası ge­ lince siyasi tehditleri lâyık olduğu şe­ kilde cevaplandırarak tesirsiz bıraktığı da görülmektedir. Erdel harbi sırasında Varad (Grass-Vardeın) m zaptı üzerine, 2068
hususunda kat'iyyen bir taraftan sevk ve şefaatla bu kullarına müdahale buyurulmaya ki, devlet-i padişahiye faydalı olan ricali istihdam kabil ola. 3 — Vezirler ve devlet erkânından birisi, ya malına rağbeten veyahut hüsn-ü itıüadma binaen şerik makamına kona­ rak bu kullarının istiklâline halel veril­ meye. 4 — Bu kulları hakkında garaz sahiJji olan münafıklara söz hakkı verilme­ ye. Zira herkes devletten hissemend ol­ mak ister. Alemi tamamen razı etmek kabil değildir. Onun için, bu makam sa­ hibine hased edip hasım kesilenler çok­ tur. Şahısların hücumunu kesmek ve fe­ sadı defetmek için vesvese kapısını ka­ pamaktan başka çare yoktur. Bu dört şarta riayet ile müsaade buyurulursa. Allahın inayeti ve duanız be­ reketiyle hizmet-i vezaretin uhdesinden, gelmek mümkündür®. Köprülü Mehmed Paşa sözünü biti­ rince Valide Sultan : «— Vallahilazim bu ricalarına müsa­ ade olunu r». Sözünü üç defa tekrarladı. Bu kabu­ lün ferdası günü Veziriâzam Boynu-eğri Mehmed Paşa saraya çağırıldı. Padişah tarafından, sefer hazırlığındaki becerik­ sizlik ve ihmalinden dolayı tekdir olunup mühr-ü hümâyûn kendisinden alındıktan sonra bostancıbaşı hapsine gönderildi. Bunun arkasından Köprülü Mehmed Pa­ şa saraya davet edildi. K öprülü’nün bir gün önce Valide Sultan’a sunduğu dört maddelik şartı padişah bizzat okuduktan sonra : t— Bu şartlara riayet olunmak üzere seni nıüstakilen veziriazam eyledim. G ö­ reyim seni nice hizmet edersin» demiştir. Böylece 14 eylül 1656 (25 zilhicce 1066) günü Köprülü Mehmed Paşa sada­ ret makamına geçmiştir. Sadnâzam ol­ duğu sırada yetmiş yaşını aşmış olan Köprülüm ün bu makama gelişi ulema, saray ağaları ve hükümet erkânı arasın­ da garip karşılandı. Zira, şimdiye kadar -> y a p tırm ış ve b u n la r iç in L im n ij Yanova, K öp rü , O sm ancık, M erzifon, A khisar, Bilecik ve daha b azı yerlerde m ü lk k öy ­ le rin i b ü tü n resim leri ve h a sılâ tı ile vakfetm işti. B u n la rd a n başka E rd el'de Arad kasabasında su yolu, H endek île Sapanca arasm da u zu n bir k ö p rü yap* u rrm ştı. H ekim -ham ve A n ta ly a 'd a evk a fı m evcuttu^. bu hadisenin h ıris tiy a n devletlerin birleserek kara ve denizden h ücu m a geçme­ lerine sebep o labileceğini söylîyen Avus­ tu r y a elgisine: «p adişah ım olan arslantn ne ateşten, ne de sudan korkusu, vardır. E ğer k u vv etini an la m a k isterlerse b ü tü n h ıris tiy a n la r birleşip h ü c u m edebilirler» cevabını vemesi b u n a m is a ld ir. K ö p r ü lü M ehm ed P asa devlet n a m ı­ na ba^ı in şaat y a p tırd ığ ı gibi k endi n a ­ m ın a da birçok h a y ra t m eydana getir­ m iştir. S a d rıâzam lıg a g etirilm ek üzerey­ ken âdeta m eteliksiz o la n K ö p r ü lü 'n ü n . h a y ra tın ın b o llu ğ u karşısında, silâh d a r F m d ık lılı M ehm ed A £ a n ın b u hususa m ü te a llik sözle rinin isa b e tliliğ i m eydana Ç ıkm ak tadır. İs lâm A nsiklopedisinin «K öprülüle re m addesinde M ehm ed P aşa’n ın h ayrat, e m lâ k ve v akfı şöyle sıra­ la n m ış tır : «B ozcaada'da cam i, mescid, mektep, h am an ij d ü k k a n la r, yeldesirmenleri, Y an o va’ da cami* m ektep, d ük k ânlar, K örös n e hri üzerinde değirm en, Hudnîkte cami, m ektep, T u r h a l'd a h an, V ezirköp­ rü'de çeşme ve na m a zg âh , L efke’de Karaoğlsn-beH denilen yerde cam i, m ektep, han, Sam ey aletinde Cİsr Ş u g u r’da cam i, mescid, m ektep, han, G ü m üşh acık öy ’de oam î4 m ektep ve h a n . B olu san cağınd a T araklı kasabasında cam i ve m ektep BiblïyûÈraiyfc : N aim â; Tarih-i Naimâ C: 5 ve 6. H ammer {M. A ta); DevJet-i Osmaniye tarihî C: X I. Raşid ; Ta­ rih,, C: 1, Silâhdar Fndıklılı Mehmed Aéa; SıIahdar tarihi C: 1. Mehmed Halife; T arîh-İ Gılmanî. Hüseyin Hüsameddîn; Amasya tarihi C: IV . Ahmed Refik; Köprülüler, Behcetî ; Sflsiletü'l-asafîyye fi devleti' I’hakanİyeti'1-Osnianiyy e (Köp­ rülü kütüphanesi no: 212). Abdi Paşa; Vekayinâme (Baëdad köşkü kitaplığı no: 217). Rıcaut; Histoire de I ’Etat présent de 1 Empire Ottoman. Tayyar-zâde Ata; Tarih C: 2. Evliya Çelebi: Seyahatname C: 2, 6. Ösman-zâde Taip; H adikatü'l vüzera. Marquis de Bonnac; Mémoire his­ toire sur l'Ambassade de France. İsmail Haîckı Uzunçarsılı; Osmanlı tarihi C: 3. Tarih dergisi sayı : 7 , Belleten sayı :27, Islâm Ansiklopedisi. 2069 | 1 j
V a lid e S u tta n ’d a n sonra K ö p r ü lü M e hm ed P aşa’n ın ş a r tla r ım k a b u l eden D ö rd ü n c ü M e h m e d 'in g e n ç liğ in e a it b ir tas%iri ( M a ­ carca « A M a g y a r N em zet T urtenete» a d lı k ita p ta n ) bir muvaffakiyeti tesbit edilmemiş olan ve okuma yazma bilmeyen bu yaşlı ve­ zirin mâliyeyi ve bozuk giden diğer işle­ ri düz el tem iveceği tahmin edilmişti. Meh­ med Halife’nin (Tarih-i gılmâni S: 44) izah ettiği bu hayret, kısa bir müddet sonra, tam mânasiyle başka zaviyeden, onun azmi ve muvaffakiyetleri karşısın­ da gösterilmeye başlandı. K ö p rü lü ’n ü n sadaretinin ilk ayları Köprülü Mehmed Paşa pek nazik bir devirde çok ağır bir yükün altına gir­ mişti. Muvaffak olabilmesi hakikaten çok güçtü. Fakat o, ilk günlerden itibaren her tarafa derin bir dikkat sarfedip sıkı dav­ ranmak suretiyle, başarı yolunda adım adım ilerlemesini bildi. Köprülü'nün ilk azimkar hareketi, Kadı-zâdeliler grupunun ayaklanma h â­ disesinde görüldü. «Şeyh ve vâizların fa­ aliyetleri» başlığım taşıyan bölümün so­ nunda izah edildiği üzere, hâdise çıka­ ranların elebaşılarını Kıbrıs’a sürdürdü. Kendisini daha önceki sadnâzamlar gibi zannederek hükümet işlerine tesir ve müdahalede bulunmak isteyen hasodabaşı H alil Ağa’yı tekaüt ederek sa­ raydan uzaklaştıran Köprülü, bunun ye­ rine Galatasaray ağası Sefer Ağ a’yı ta­ yin ettirdi (1 kasım 1656) . Böyle bir n ü ­ fuzluyu mevkiinden uzaklaştıran Meh­ med Paşa, Bozcaada’nın Venedik eline geçmesine sebep olmuş bulunan Abaza Ahmed Paşayı da İstanbul’a getirterek idam ettirdi (11 kasım 1656) . Şilâlıdar tarihindeki (C: 1, S: 62) kayda göre, Abaza Ahmed Paşanın idamı Hasbahçe’de ve padişahın görebileceği bir yerde icra edildi. Valide Sultan kendisini himaye eden bir kimse idiyse de bu idam karşı­ sında hiç sesini çıkarmadı. Böyle bir adamm katli, K öprülü’den m ühim bir şey ummıyanları şaşkınlığa şevketti. Bu ara­ da önemli mevki sahiplerinden iki kişi­ nin de memuriyetlerinde değişiklik ya­ pıldı. Bu iki kişiden biri Mısır Valisi iken İstanbul’a çağırılmış olan ve sadrıâzam yapılacağı tahmin edilen Haseki Mehmed Paşa, diğeri de Şeyhülislâm Hanefi Efend i’dir. Birincisi yoldan geriye çevrilerek Bağdad Valiliğine gönderildi; İkincisi de kulağının ağır işitmesi sebebiyle tekaüt olunup Rumeli kazaskerliğinden açıkta bulunan Bali-zâde Mustafa Efendi şey­ hülislâm tayin edildi. Şeydi A hm ed Paşa’nın sadrıâzam olmak, istemesi Cesaret ve şecaati dolayısiyle ken­ disini etrafa bir hayli tanıtmış olan Şey­ di Ahmed Paşa bu sırada kaptan-ı der­ ya bulunuyordu. Kendisi baltacı ocağın­ dan yetiştiği cihetle sarayda epeyce ta­ raftan mevcuttu. Köprülü Mehmed Paşa’nın pek tanınmamış bir şahsiyet olu­ şunu ııazarı itibara alan Şeydi Ahmed Paşa ve saraydaki taraftarları, bu du­ rumdan cesaret bularak, bir miktar gay­ ret sarfı neticesinde sadrıâzam lığın elde edileceğini sandılar. Naimâ (C: 6, S: 249) nın kaydına göre bunlar, Köprülü ile pa­ dişah arasındaki şartlaşmadan haberdar değillerdi. Onun için Şeydi Ahmed Pa­ şa sadrıâzam olabilmek gayesiyle saray­ daki musahipler ve enderuıı ağalan ile 2070
gizlice mektuplaşmaya koyuldu. Ende­ run ağalan ve musahipler Sevaı Ahmed Paşa'ya sadrıâzamlığım temin yolunda çalışacaklarına dair söz bile verdiler. Köprülü Mehmed Paşa bunu duyunca Sevdi Ahmed Paşayı derhal serasker ünvanını da ilâveten (silâhdar tarihi C: 1, S: 23) Bosna valiliğine tayin ettirmek suretiyle İstanbul'dan uzaklaştırdı. Şey­ di Ahmed Faşa’dan açılan kaptan-ı der­ yalığa ise Tamşvaı- valiliğinden mazııI Topal Mehmed Paşa’yı tayin etti (12 aralık 1656}. K öprülü’nün bu âni icraatı üzerine, Naimâ’nuı ifadesiyle: «Şeydi Ahmed Paşa mühr-ü hümâyunu koylum­ da bulup taraftarları ve sair halk makam-ı sadarete tekaddümüne muntazır iken zor bazuvy-u veziriâzam ile atıldı­ ğını gördükleri gibi memullerindeıı me­ yus oldular». Sipahi isyanı Köprülü Mehmed Paşa’nm otorite te­ sis etmesi birdenbire olmadı. Zeki ve kurnaz veziriâzam, bu otoriteyi birtakım hâdiselere tam zamanında ve bilhassa ustaca müdahalede bulunması sayesinde tesis edebildi. Tabi'i bu arada bir takım mühim meseleleri de halletmiş oldu. Onun sadarete geçişinden dört ay kadar sonra çıkmış olan sipahi isyanının bas­ tırılması, K öprülü’ye Şeydi Ahmed Pa­ şa meselesinden çok daha fazla kuvvet ve perestij kazandırdı. Sipahi isyanının birdenbire çıkma­ dığı, evvelâ bir hazırlık devresi geçirdi­ ği görülmektedir. Yıllardan beri devam eden disiplinsizlikten yüz bulan sipahi­ ler, evvelki hareketlerini Köprülü'nüıı sadareti sırasında da yapmak istediler. Cür'etkârlık ve zorakilik kelimeleriyle ifadesi m üm kün olan ilk hareketleri me■yanında, maaş istemek bahanesiyle Def­ terdar Divrikİi Mehmed Paşa’nm Süleymaniye’deki konağını taşlayıp camları­ n ı-kırdılar. Bundan ürken defterdar, ve­ ziriazama gelerek dert yandığı zaman, Köprülü Mehmed Paşa, sipahilerin o yıllardaki durumlarını da ifadeye yarıyacak şu dikkate değer sözleri söyledi: s— Sen ahval-i âlemi bilmez misin? Muztarıp olma; selefte gelen defterdar­ lar bu gaileyi çekmişlerdir, hattâ sakini oldukları sarayın camlan iki üç kat m ü­ heyya dururdu. Taşla kırılanların yerle­ rine, derhal camcı dükkânına gidilerek hazır camlardan yenileri takılırdı. Hak Teâlâ hazretleri nizâm-ı ahvale tevfik ihsan eyleyinceye kadar bu hale taham­ m ül zaruridir; sabreyle bakalım». Köprülü Mehmed Paşa, sipahilerin bu hareketlerinin bir isyana hazırlık oldu­ ğunu sezmişti. Defterdara böyle tenbihatta bulunurken kendisi tedbir almak­ la meşguldü. Lâkin Divrikİi Mehmed Paşanın tahammülü olmadığını da anla­ dığı cihetle kendisini azil ile başbakikulu Ahmed Ağayı defterdar tayin etti (3 aralık 1656). Sipahilerde sezilen kımıldanışlar karşısında K öprülü’nün, defterdarı de­ ğiştirme ve Şeydi Ahmed Paşayı Bosna valiliğine tayinden önemli peşin tedbir­ ler de vardı. Bu peşin tedbirlerden bi­ risi, «bütün hareketlerinin iyiliğine ve şer'iliğine dair» şeyhülislâmdan bir hüsni hal vesikası istihsal etmesi, diğeri de yeniçeri ocağının sadakatini temin hu­ susunda söz almasıdır. Sipahi isyanından •bir gün önce gizlice şeyhülislâm Bâli Efendi’yi ziyarete giden Köprülü, evvelâ o güne kadar olan sadareti esnasında sşer’i şerife aykırı ve devlet haysiyetini ihlâl eden bir hareketi» olup olmadığını muhatabına sormuş, şeyhülislâmın «ha­ yır» demesi üzerine böyle bir yazılı ve­ sika istihsal eylemiştir. Şeyhülislâmdan vesika almasından sonra aynı günün ge­ cesinde tebdili kıyafetle konağından çı­ kıp, yeniçeri ocağının nüfuzlu ağaların­ dan Kara Hasanoğlu Hüseyin Ağa ile buluşup görüşmüştür. Hüseyin Ağa’ya evvelâ umumi durumun bozukluğunu izahtan sonra, din ve devlete hizmet ar­ zusunda bulunduğunu inandırıcı şekilde anlatmış; bu sözlerin arkasından da Sev­ di Ahmed Paşa meselesine temasla, mez­ kûr paşanın sadnâzam olmak istediğini, şecaat sahibi bulunan Şeydi Ahmed Pa­ şanın zalim ve şiddetli tabiatı yüzünden hata işlemeye müsait bir karakteri bu­ lunduğunu, onun sadarete geçmesi tak­ dirinde işlerin İbşir Paşanın sadareti devre sin dek ine döneceğini izahtan son­ ra, sipahilerin, Şeydi Ahmed Paşanın Bosna’ya gönderilmesini bahane ederek fitne ve fesat çıkarmaya teşebbüs etmiş durumda olduklarını beyan etmiştir. Köprülü, sözlerinin sonunu şöyle (Naimâ 2071
tarihi C: 6, S: 254) bağlamıştır: «Bu âfenalıkları çoğalmıştır. Bu makule eşhır ömrümde şehid olmaktan asla korkkiyamn ortadan kaldırılması gerektiğin­ marn. Bu hususta cenabınız bize taraftar den tedipleri veziri âzama havale olun­ olup yeniçeri ocağını nasihatla rapteder muştur. Binaenaleyh, devletimiz için ha­ ve böylece devletin namus ve şerefini yırhah olanların fesat ehline yardımcı korursanız, o müfsitlerin cemiyetini pe­ olmayıp bunların cezalarının verilmesi rişan etmek mümkün olur; yok eğer ohususunda veziriazamla işbirliği etmeleri cak halkım zaptetmeyi taahlıüt etmez­ nimet hakkını yerine getirme vazifesi­ seniz ve bizden hoşnut değilseniz bizi dir» deniyordu. haberdar edin de biz de ona göre işteıı Hatt-ı hümâyûnun okunmasını m ü­ el çekelim». teakip orada hazır bulunan yeniçeri su­ bayları ve sair erkân : Köprülünün bu haklı ve isabetli söz­ ■ t— Böyle fesat ve fitneden biz de lerini Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa ye­ bizar olduk. Padişahımızca cezalarının rinde bulup tasdik edince, sadrıâzam da verilmesi hususunu beklemekteydik. Fer«bundan sonra Hüseyin Ağa’m n rey ve man-ı aliyyelerine hiçbir şekilde muha­ tedbirine ve nzay-ı hatırına muhalif ha­ lefet oluıımayıp hizmetin ifası canımıza reket etmemek üzere ahd ve yemin» ey­ minnettir» dediler. ledi. ik i mühim şahıs arasında böyle söz­ Bu azimkar ve esaslı cevap üzerine le sözleşme vuku bulunca yeniçeri ağa­ zorba takımının tamamen katli için hatt-ı sı ile kul kethüdası gizlice oraya çağrı­ hümâyûn sadır olduğundan derhal faa­ lıp sadakatları temin olunduktan sonra liyete geçildi. Hemen o gün silâhdar asipahi müfsidlerine karşı alınacak tedbir­ ğalığmdan mazûl Ahmed Ağa (Silâhdar ler tesbit edildi. 4 "Ocak 1657 (18 rebiülevvel 1067)tarihine göre Çalık Hüseyin Ağa) yaka­ lanıp Alay köşkü önünde katledildi ; ar­ günü sipahiler ağalarının evlerini taşlıkasından Cebeciler Kethüdası Halil Ağa yarak ve önlerine geleni yollarından çe­ da ayni âkıbete uğratıldı. Neticede bir virmek suretiyle Atmeydanı’na toplan­ iki gün zarfında çoğu sipah zümresinden dılar. Burada ileri geri söylenip, Sevdi birkaç kişi de onlara katılan halkın ayak Ahmed Paşa yeniden kaptan-ı deryalığa takımından 90 kişi katledilip cesetleri getirilmezse sefere gitmeyeceklerini (sidenize atıldı. Müteakiben İstanbul ve lâhdar tarihi C: 1, S: 64) beyan ettiler. Üsküdar tarafında sipahilerin barındığı Köprülü, sipahilerin ayaklanarak Atmeyhanlar basılarak zorba takımından olan­ dam’nda toplanmış olduklarını bir telhis lar ele geçirildi. Böylece sipahilerden iie padişaha arzedince Sultan Mehmed başka yeniçeri, cebeci, topçu, mehter ve yeniçeri ağası ile kul kethüdasını huzu­ sair sınıflar öldürülerek nizâm ve sükûn runa çağırarak, fesatçıların tedibi için temin edildi. kendilerinden gereken hizmeti beklediği­ ni bildirdi. Bu arada sipahiler önce eski sonra yeni odalara adamlar göndererek yeniçe­ rin kendileri ile birlik olmalarını istedi­ lerse de yeniçeriler onlara açıkça red ce­ vabı verdiler. Sipahiler Atmeydanı’nda toplanırken dükkânlar kapanıyor ve şe­ hirde normal hayat aksamaya başlıyor­ du. Fakat sipahiler yeniçerilerin sözle­ rinde sebat edip onlara mukabil bir ta­ vır takınması karşısında korkuya kapı­ lıp dağıldılar. Ertesi gün veziriâzam sa­ rayında büyük bir toplantı aktedilerek padişahın gönderdiği hatt-ı humâyun okundu: ^Cülusumdan bu âna gelinceye kadar sipah eşkıyasının kötülükleri had­ di tecavüz edip ekmek yedikleri kapıya Bazı tâyinler ve K ö p rü lü ’nün sadaretten çekilmek istemesi Sipahi isyanının çıktığı yerde m uvaf­ fakiyetle söndürülmesinden sonra bazı vilâyetlere yeni valiler tâyin edildi. Bu cümleden olarak : Çınar vak’asında dört saat sadrazamlık eden ve bilâhara Ru­ meli Valiliğine gönderilen Zumazen Mus­ tafa Paşa’nın vefatı haberi gelince muhallefatı tespit olunup hazine namına zaptedildikten sonra eyâletin valiliğine Maraş Valiliğinden açıkta bulunan Gür­ cü Mustafa Paşa, Haleb Valiliğine Dîyarbekir Valisi Vezir Abaza Haşan Pa­ şa, Şam Valiliğine de Haleb Valisi Murtaza Paşa tâyin edildi. 2072
Bu tâyinler arasında Şam’da sadrıâzamııı icraatına bir karşıkoyma hâdisesi vuku buldu. Hâdiseyi Şam Valiliğinden azledilen Siyavüş Mustafa Paşa çıkart­ maktaydı. Siyavüş Mustafa Paşa'nm ye­ rine Şam Valiliğine tâyin edilen Murtaza Paşa, buraya mütesellimi gönderdiği zaman, halk mütesellimi kabul etmeye­ rek eski valinin yerinde bırakılmasını istemişlerdi. Şam halkını böyle bir m u­ kavemete teşvik eden Siyavüş Mustafa Paşa'nın bizzat kendisiydi. Silâhdarlıktan yetişme bir kimse olan Siyavüş Mus­ tafa Paşa, saraydaki taraftarlarının des­ teğine güvenerek sadrıâzam olmak iste­ mekte, o zamana kadar bir başarısı gö­ rülmeyen ve bu bakımdan bugün yarın sadaretten düşeceğin: zannettiği Köprülü'nün emrini dinlememe cesareti gös­ termekteydi. Köprülü'nün azlinin bir gün meselesi olduğunu mülâhaza eden sadece Siyavüş İJustafa Paşa değildi. Nitekim müverrih Naimâ (C: 6, S: 259) bu mev­ zuda diyor ki : «Garabet budur ki ; yal­ nız mezbur Siyavüş Mustafa Paşa değil, harem-i humâyundan çıkan ve sair namdar vüzeranın cümlesi, belki ümera ve ağalara varıncaya kadar herkes bu mü­ lâhazada olup şan ve şöhreti bulunma­ yan böyle bir adam ne maslahata kadir olabilir? Kaht-ı rical dolayısiyle sada­ rete getirdiler diye iktidarının devamı­ na kimse ihtimal vermeyip azli haberine muntazır idilerj. Pek çok kimseler böyle düşünmekle beraber Köprülü zekâ ve azmi sayesin­ de hem meseleleri muvaffakiyetle hallet­ mesini, hem de zihinlerdeki istifhamı sil­ mesini başardı. Şam halkının mukave­ meti karşısında gevşeyip yelkenleri suya indirmediği gibi hâdiseyi birden bire alevlendirecek bir yol da tutmadı. Zira halkın isteğine rağmen eski valiyi orarada bırakmayıp Maraş Valiliğine tâyin etti; Şam Valiliğine gönderdiği Murtaza Paşa’nın yerini Diyarbekir'e tahvil edip, buraya da Tavyar-zâde Vezir Ahmed Faşa’vı gönderdi. Köprülü Mehmed Paşa bir taraftan bu tâyinlerle Siyavüş Mustafa Paşa'nm teşebbüsünü iflâs ettirmeğe çalışırken öte yandan padişaha bir telhis sunarak ; silâhdarlıktan yani padişahın hususi hiz­ metinden çıkan Siyavüş Paşa’nın herkes­ ten daha fazla padişah emirlerine itaat etmesi gerekirken Şam âsileri ile birlik olup azli kabul etmiyerek padişah fer­ manına karşı gelmesi dolayısiyle katli için natt-ı humâyun istedi. Siyavüş Mus­ tafa Paşa’nm idamı için hatt-ı hümâyûn istihsal olunduğunu duyan silâhdar, çu­ hadar; rikâbdar. doğancı ve tülbend gulâmı gibi saray erkânı onu kurtarmak üze­ re faaliyete koyuldular. Köprülü bunla­ rın faaliyetini öğrenince derhal saraya gidip padişahın huzuruna çıktı ve : «— Devlet umuru başkalarının elin­ de olunca hizmetin ifası mümkün olmaz. Bu bendelerinin yaptığını başkaları bo­ zunca iş görülmesi imkânsızdır. Bir gün kusur isnadı ile öldürülmek tense daha önce sadaretten feragat evlâdır». Diyerek mühr-ü humâyunu padişaha takdim etti. Bu vaziyet karşısında Dör­ düncü Mehmed ; <t— Senin işiııe karışanların cezala­ rının verilmesini sana bıraktım. Nasıl b i­ lirsen öyle et. Bundan sonra işine kimse karışmasın, müdahale edenlerin hakların­ dan gel» dedi. Köprülü Mehmed Paşa padişahtan bu selâhiyeti almakla beraber saray ağalarına karşı iki ay sesini çıkarmadı. Daha sonra 1657 nisanı ortalarında bir­ denbire faaliyete koyularak rikâbdar, tülbend ağası, doğancı başı, silâhdar ağasını saraydan uzaklaştırdı. Bu hâdise dolayısiyle ikinci defa mim koymuş oldu­ ğu Siyavüş Mustafa Paşayı da aradan epeyce zaman geçtikten sonra Maraş va­ liliğinden azlederek İstanbul’a getirtti ve Erdel seferine hareketinden önce de kat­ lettirdi (Haziran 1639) . Şeyh S alim ’in festü Şeyh Salim adında Mağrib'ti bir Arap on beş seneden beri İstanbul’a yer­ leşmiş ve kendisini gaipten rınber veıen keramet sahibi bir kimse olarak t.uüimıştı. Bu bahane ile cahil kimset>;vı t an­ dırıp paralarını alan, hilekâr şeyh claıüssaade ağası ve Valide Sultana da n üf. z imkânlarım elde etmişti. Onun i^ n cirçok işlerde sözünü yürütür ve etraftan da bol bol hediye toplardı. M aktül eski Şey­ hülislâm Hoca-zâde Mesud Efendi’nin mahremi esrarı olan Şeyh Salim kurnaz­ 2073
lık ve sahtekârlığı sayesinde hükümet erkânına da yakınlık temin etmiş ve ne­ tice itibariyle kendisine gümrük, ipek mukataası ve sai reden günde bin akçelik maaş bağlanmıştı. Gaipten haber veri­ yorum diye etrafı dolandırmasından baş­ ka bir de böyle mühim bir maaşın sahi­ bi bulunmaktaydı. Köprülü Mehmed Paşa sadnâzam ol­ duktan sonra hâzinenin para sıkıntısına bir çare olmak üzere, vaziyetleri iyi ol­ duğu halde gümrükten maaş alanların maaşlarını ve bir de iki yerden maaş lanların maaşlarının birini kesmişti. Ma­ aşlarının bir kısmı kesilenler şikâyette bulunduğu zaman hazine darlığından bahsediyor, sıkıntının geçmesini mütea­ kip eski vaziyete dönüleceğini ilâve ey­ liyordu. Maaş sahiplerine ait bütün vazifeler yoklanırken Şeyh Salim'in maaşının bü­ yük kısmı hazine içiıı kesilip kendisine yevmiye iki yüz akçe bırakılmıştı. Gözü doymaz Arab bu vaziyet karşısında sadi'i âz ama gelerek şikâyette bulununca Köprülü sükûnetle hazine sıkıntısını izah edip sıkıntının atlatılmasını müteakip y i­ ne eski miktarın ödeneceğini bildirdi. Şeyhiıı : •s— Padişah ihsan eder, niçin keser­ siniz?» Diye bağırmasını da mülayemetle ge­ çiştirmek isteyen ve buna göre konuşan sadrıâzama Şeyh Salim : «— Biz size gör ne yaparız! » Diye küstahça mukabelede buluna­ rak çıkıp gidince, Köprülü Mehmed Pa­ şa o anda acı bir gülümseme ile ona bak­ maktan gayrı bir şey yapmadı. Fakat bir az sonra asesbaşıyı arkasından gönderip yakalattı ve geceleyin boğdurarak cese­ dini denize attırdı. R um patriğinin asılması İstanbul’daki Rum Patriği Üçüncü Partenios’un Eflâk voyvodasına gönder­ diği bir mektubu yakalandı. Hükümetin sıkıntılı durumunu gözönünde bulundu­ ran Eflâk Voyvodası Kostantin, bundan istifadeyi düşünüp isyankâr bir vaziyet takınmıştı. Patrik Paıtenios ise, voyvo­ dadan daha fazla Osmanîı hükümeti aleyhinde düşünerek yolladığı mektubu ile onu isyana teşvik etmekteydi. Naimâ (C: 6, S: 264) mn bildirdiğine göre, patriğin mektubunda şöyle denmekteydi : «Müddet-i devr-i islâm tamam olma­ ğa aa kalmıştır. Velvele-i din-i İsevi tekrar âlemgir olacaktır. Ona göre teda­ rikte olasınız. Yakın zamanda cümle vilâ­ yetler hıristiyanlar eline girip salip ve nakus (çam) ashabı tenıamen memleket­ lere sahip olacaktır?. Patriğin yakalanan bu mektubu ken­ disine gösterildiği zaman : «her sene sa­ daka tahsili için bu gibi kâğıtlar gönde­ rilire tarzında şaşkınlık ve manasızlığın eseri olan bir cevap verdi. Neticede hivaneti sabit olan patrik Parmakkaprda asıldı {24 mart 1657) . İstanbul'da karışıklık ve yağmalar cereyan ettiği zaman bazı Rum gençle­ rinin dolama ve fes giyip yeniçeri kıya­ fetine girerek yağmalara iştirak ettikle­ ri şayiası ortalıkta dolaştığı cihetle, bu hâdise üzerine Rum Patrikhanesi basıldı ve ortalıkta dolaşan şayiayı teyid ede­ cek şekilde kırk elli kat dolama, fes ve yeniçeri üsküfü ele geçirildi. idam ı emredilen Kara Mustafa Paşa’nın kaçıp saklanması Sadnâzam Köprülü Mehmed Paşa mevkiini sağlamlaştırdığı nisbette muha­ liflerini, serkeş tabiatlı olanları, evvelce mühim kusur işliyenleri ve nihayet yeni yeni hatâlar yapanları temizlemeye baş­ ladı ve bu temizliği yer ve zamanı gel­ dikçe tatbik eyledi. Mısır Valisi Kara Mustafa Paşa'nm 1657 yılı içinde öldü­ rülmek istenmesi, Köprülü’nün temizlik plânına dâhil hâdiselerdendir. Kara Mustafa Paşa Çınar vak’asmdan sonra bazı kimselere külliyetli paralar takdim etmek suretiyle Mısır Valiliğine tayinini yaptırmıştı. Tarihte «Firari Mus­ tafa Paşas diye geçmiş olan bu adam hakkında Mısır’dan şikâyetler gelmesi üzerine valilikten azledilerek yerine S i­ vas Valiliğinden mazulen açıkta bulu­ nan Şehsüvar-oğlu Gazi Paşa tâyin edil­ mişti. Mustafa Paşa, Mısır halkının şikâ­ yetine karşı kendisini müdafaa niyetiyle kara yolundan İstanbul’a hareket etmiş bulunuyordu. Mustafa Paşa İstanbul’a gelirken onun idamı ile vazifelendirilen 2074
büyük mirahur da icraatını gizliyecek bir vazife ile yola çıkarılmıştı. Ayrıca idnmm infazı hususunda Şam Valisi Tayyar-olğu Ahmed Paşaya ve gerekirse mirahura yardımda bulunması için de Haleb Valisi Abaza Haşan Paşa’ya emir­ ler gönderilmişti. Köprülü'nün Kara Mustafa’ya düş­ manlığı, bu adamın 1655 senesinde pa­ dişahın emrine muhalefetle Haleb Vali­ si Sevdi Ahmed Paşa’yı şehre sokmamış olmasından ileri geliyordu. Köprülü Mehmed Paşa o zaman Sevdi Ahmed Paşa’mn ordusunda bulunmuştu. Firari Mustafa Paşa Suriye'de Cesri Yakup köprüsüne geldiği zaman kendisi­ ni bekliyen büyük tehlikeden haberdar oldu. Fakat büyük mirahuru nezaketle kabul etti. Mirahur bu vaziyet karşısın­ da idam emrini tatbik edemiyeceğini an­ ladı. Mustafa Paşa’nm adamları mira­ huru soyarak idam fermanım alıp yok etmevi teklif ettilerse de Paşa böyle bir hareketi doğru bulmadı. Büyük mirahur elindeki fermanın icabatım yerine getiremeyince Firari Mustafa Paşa yoluna devam etti. Konya'­ ya geldiği zaman Abaza Haşan Paşa’nm kendisini yakalamak için süratle yola koyulmuş olduğunu öğrendi. Bu vaziyet karşısında kıyafet değiştirerek birkaç sa­ dık adamı ile gizlenip İstanbul’a kaçtı. Müverrih Naimâ (C l 6, S: 276), Kara Mustafa Paşa’m n kaçışını, veziriazamdan pek emin olmayan ve bir vezirin katline kendini karıştırmak istemeyen Abaza Haşan Paşa’mn ona kaçması hususunda gizlice haber göndermesi rivayeti ile iza­ ha çalışmaktadır. Böylece ölümden kurtulup İstanbul’a gelen Kara Mustafa Paşa, yıllarca bir köşede saklı yaşamış ve nihayet oğulla­ rı Fazıl Ahmed Paşa’nın sadareti za­ manında affedilmiglerdir. K ö p rülü’yü sadnâzam lıktan uzaklaş­ tırm ak isteyen ocak ağası Köprülü Mehmed Paşa İstanbul’da işleri epeyce yoluna koyduktan sonra Ça­ nakkale Boğazını Venedik tehdidinden kurtarmak için faaliyete geçmişti. Boğaz önünde Venediklilerle yapılan çarpışma­ lar sırasında mühim hatâ işleyen, kaçan. ihmalkâr davrananlara karşı veziriaza­ mın idam cezaları tatbiki suretiyle aman­ sız davranması onun aleyhinde bir reak­ siyonun uyanmasına yol açtı. Bu reak­ siyon yeniçeri ocağının en nüfuzlu ağa­ sı Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa’dan gel­ mekteydi. Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa on seneyi aşkın zamandan beri ocak dahi­ linde büyük nüfuz tesis etmişti. Bilhassa son yıllarda mühim işlerde birinci plân­ da rol oynaması sebebiyle padişah ve dev­ let ricali arasında bir dediği iki olmu­ yordu. Ibşir Paşanın düşürülmesinde, oııun halefi Murad Paşa'nın teb’idinde, Sü­ leyman Paşa’nm sadnâzamlığa getirilme­ sinde. Çınar vak’ası suçlularının cezalan­ dırılmasında hizmetleri görülen Kara Ha­ san-oğlu na son sipahi hareketinin sindi­ rilmesi vesilesiyle Köprülü Mehmed Pa­ şa sözünden çıkmıyacağıııa dair söz ver­ mişti. Valide Sultan ve padişahın zaman zaman fikrini öğrenmek gayesiyle zeki, sinsi ve birçok tecrübe ile pişmiş bir kim­ se olan Kara Hasan-oğlu ’nu saraya davet ettikleri olurdu. İşte bu derece kuvvet ve ııüfuz sa­ hibi olan Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa, Köprülü'nün ocak kethüdasını, birkaç ye­ niçeri subayı ile bir miktar yeniçeriyi idam ettirdiğini haber alınca, kapı yol­ daşlığı gayretine kapılarak sadrıâzamı mevkiinden düşürmek gayesiyle padişah üzerinde tesir yaratma faaliyetine koyul­ du. Naimâ’m n (C: 6, S: 296) kaydına gö­ re ; Kara Hasan-oğlu, sadrıâzam için : «bu kocanın hareketi hareket değildir; yeniçeri ocağına kılıç koyup zabitler kat­ line başladı, bir gün evvel bunun teda­ riki görülmek gerek irs diyordu. Sultan Mehmed sadrıâzama taraftar olmakla beraber, yeniçeri ocağında sözü pek fazla geçmesi bakımından Kara Ha­ san-oğlu da ihmal edilemiyecek bir kuv­ vetti. Kara Hasan-oğlu, sadrıâzamın de­ ğiştirilebilmesi için şeyhülislâmı da ken­ di tarafına kazanmak istemekteydi. Fa­ kat, kısa bir müddet önce Bâli-zâde Mus­ tafa Efendi'nin yerine şeyhülislâmlığa getirilmiş olan Bolulu Mustafa Efendi, Köprülü taraftarı olup mevkiinden uzak­ laştırılmasına asla razı değildi. Onun için Hüseyin Ağa tarafından gelen tazyike mukavemet ediyordu. Nitekim Kara Ha­ san-oğlu, yeniçeri ocağının güzel konuşur 2075
ve işbilir şahsiyetlerinden olan Burnaz Baki Çelebi’yi şeyhülislâma göndererek : «— Köprülü Paşa ya sahip çıkmasın­ lar ; padişaha durumu anlatıp azli ile ye­ rine kaymakam Ankebut Ahmed Paşa’nııı tâyini takarrür etmiş gibidir. İş bu mer­ tebeye gelmişken aksine gayret sarfetmesinler. Onun zuhur ve hareketi gayet korkunçtur. Kuvvetini iyice takviye eder­ se bizi ve kendilerini ayrıca başka ileri gelenlerden kimseyi sağ bııakmıyacağına dair alâmetler mevcuttur. Himaye eder­ lerse sonra kendileri pişman olurlar» de­ mişti. Köprülü’nüıı daha fazla kuvvetlen­ mesi takdirinde hükümet işlerine müda­ halede bulunanları sağ bırakmıyacağına dair Kara Hasan-oğlu’nun tahmini doğ­ ru idi. Onun işbaşından uzaklaştırılması takdirinde ise memleket işlerinin büs­ bütün fena bir şekle bürüneceği de m u­ hakkaktı. Görünüşe nazaran Bolulu Mus­ tafa Efendi bu cihetleri takdir etmektey­ di. Onun için Burnaz Baki Çelebi’ye : «— A Baki Çelebi, şimdi sefer üzere azil güçtür. Kazandığı zaferle düşman ge­ milerini boğazdan uzaklaştırdı, şimdi Bozcaada’yı kurtarmakla meşguldür. Se­ ferden dönünceye kadar sabredilsin bakalıım. Cevabı ile Çelebi’yi savmak isteyin­ ce muhatabı : «— Hayır sultanım, Ağa'rmı reyi budur ki, Bozcaada ve Limni’yi alarak mansuren İstanbul’a gelirse, bir daha onun önünde zafer bulmak müşküldür. Onun için halen fırsatı kaçırmamak gerektir» dedi. Burnaz Baki Çelebi kendisini gönde­ ren adanı namına Köprülü'nün değiştiril­ mesi meselesinde âdeta ısrar ediyordu. Bu konuşmalar cereyan ederken şeyhül­ islâmın kethüdası içeriye girerek Bolulu Mustafa Efendi’nin kulağına eğilip Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa’nııı şimdi ölü­ münü haber aldığını bildirdi. Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa'mn kendiliğinden birdenbire ölmesi üzerine Köprülü Mehmed Paşa, o ana kadar ken­ disine muhalif vaziyete geçenlerin en korkunç ve kuvvetlisinden kurtulmuş ol­ du. Şayet Hüseyin Ağa âniden ölmeseydi Köprülü Mehmed Paşa kafiye yakın derecede büyük ihtimalle sadııâzamlığı kaybedebilirdi. Köprülü Mehmed Paşa Kara Hasanoğlu'nun ölümünü haber alınca bir hayli sevindi. Ordu hakkında ona haber gön­ derenlerden evvelce Tarhoncu Ahmed Paşaya kethüdalık etmiş olan meşhur zaimlerden Mümin Ağa’mn boynunu vurdurttu: sekbanbaşı Çoban Kasım Ağa’yı önce Bursa sancak beyliğine tâyin edip arkasından adam vollıyarak katlettirdi.' KÖPRÜLÜ MEHMED PAŞANIN ERDEL SEFERİ VE MÜCADELENİN NETİCESİ Sadrıâzsm Köprülü Mehmed Paşa Bozcaada ve Lim ni’yi istirdat ile boğazı ablukadan kurtardığı sırada Erdel’de cid­ di hadiseler cereyan etmekteydi. Bunun için Çanakkale Boğazı harekâtından dö­ nüşünde Erdel’e bir sefer icra etti. Osmaıılı himayesinde bir beylik olan Erdel’e karşı sefer açılması sebeplerinin iyice anlaşılabilmesi için, Erdel’in son yirmi senelik durumunun gözden geçiril­ mesi faydalı olacaktır. Hükümete karşı pek sadık davranışı ile dikkati çeken Bethlen Gabor’un ölü­ münden sonra Rakoeri György’nin kırallığı ele geçirmesinden bu cildimizde 1931 inci sayfada bahsedilmişti. Erdel kıralları arasında Birinci Râıtoczi (Rakoçi) olarak tanınan bu adam 1630 senesin- de kırallığa geçmiş, 1642 senesinden iti­ baren kendisine halef olarak tayin ettiği oğlunu da hükümetine ortak kılmış, bu hususta padişahın müsaade ve tasdikini mutazammın bir ahidname de almıştı. Rakoczi bir aralık, merkezî Avrupa dev>etlerini yıllardan beri meşgul eden otuz sene harblerine Fransa ve İsveç’in m üt­ tefiki olarak girdi. Bu mücadelede Habsburglara hasım vaziyette bulunan Ra­ koczi iki yıl kadar sonra İmparator ile Linz sulhunu imzalayarak (1645) müca­ dele sahnesinden çekildi. İ k i n c i R a k o c z i’n i n ih t ir a s ve it a a t s iz l iğ i Birinci Rakoczi 1648 de ölünce ken­ disine oğlu İkinci Rakoczi György halef 2076
v oldu. Bethlen Gabor ve ondan sonra da Birinci Rakoczi zamanında Erdel iyi ida­ re edilmiş olduğundan bu prensliğin ser­ vet ve kuvveti fazlalaşmıştı. Erdel’in ye­ ni kıralı, hem memleketinin bu duru­ mundan, hem İsveç kiralının müttefiki olarak harbe girmiş olmanın uyandırdığı alâkadan cesaret bularak Lehistan kırallığım elde etme sevdasına kapılmış bulu­ nuyordu. Aslında muhteris bir kimse ci­ lan İkinci Rakoczi’yi böyle bir hevese pevkeden âmil, Osmanlı devletinin iç me­ seleler bakımından pek müşkül günler yaşamasıydı. ikinci Rakoczi Lehistan tacına sahip olmak istemekteyse de bu iş kolay ta­ hakkuk edecek bir şey değildi. 2ira Fran­ sa ve Avusturya hükümetleri bunu iste­ medikleri gibi Osmanlı hükümeti de ik in­ ci Rakoczi’nin Lehistan kırallığına taraf­ tar değildi. 21 eylül 1656 da İstanbul'dan Erdel kiralına gönderilen mektupta (İs­ lâm Ansiklopedisi, Erdel maddesi S: 302); Erdel Beyliğinin Lehistan Kırallığından yüz defa daha iyi olduğu söylenmekte ve Rakoczi, şayet Lehistan Kıralı olmak is­ tiyorsa, padişahın rızasını alması gerektiği, ayni zarruında Leh ve Erdel elçileri­ nin memleketleri namına bu hususta müştereken padişahtan ricada bulunma­ ları icap ettiği belirtilmekteydi. Osmanlı hükümetinin İkinci Rakoczi’ ye bu türlü ihtarlarda bulunmasına rağ­ men o, daha ziyade devletin iç ve dış meselelerde sıkıntıya maruz durumundan cesaretlenerek, merkezi dinlemeden ar­ zusuna ulaşmak istedi. Bu hususta fazla cür’etkâr davranmaktan bile çekinmedi. Eflâk ve Boğdan voyvodalarını nüfuzu altına alip, İsveç’in de müttefiki sıfatı ile Lehistan’a karşı sefer açtı. İkinci Ra­ koczi, Leh seferi münasebetiyle, nüfuzu altına aldığı Eflâk ve Boğdan’daıı bu hu­ susta istifadeyi gözettiği gibi, Kırım Ha­ nı ile Kazak Hatmanına bile elçiler gön­ dererek, bunları Lehistan aleyhine ken­ disiyle müttefik yapmak istedi. Osmanlı hükümeti, Lehistan ile Er­ del bir idare altına girecek olursa, dev­ letin kuzey sınırında geniş ve kuvvetli bir birlik meydana geleceği cihetle, ik in ­ ci Rakoczi’nin Lehistan kırallığına muha­ lifti. Fakat Rakoczi, nihayet bunu kuv­ vete başvurmak suretiyle halletmek için 1657 yılında Lehistan’a girdi. Rakoczi’nin kumandasında Eflâk ve Boğdaıı’dan aldıklariyle birlikte 60 bin kişilik kuvvet vardı. Bu arada İsveç kuvvetleri de Lehistana girmiş bulunduğu cihetle, Ra­ koczi evvelâ bazı muvaffakiyetler kazan­ dı. Fakat İsveç ordusunun DanimarkalIlar ile çarpışmak için Lehistan’dan çekilme­ si üzerine Rakoczi’nin muvaffakiyetleri daha fazla olamadı. Onu bu macerasın­ da nihayet müşkül vaziyete düşüren, İs­ veç ordularının Lehistan’dan çekilmesin­ den ziyade Kırım Hanının hareketi idi. K ırım Hanının Rakoczi üzerine yürümesi Rakoczi’nin Lehistan’a karşı hareke­ te geçtiği haberi İstanbul’a gelince, K ı­ rım Hanına bunun üzerine yürümesi hu­ susunda emir gönderildi. Kırım Hanı Mehmed Giray İstanbul’dan emir alınca büyük bîr ordu (Bu ordunun miktarı Naim â’da 200 bin, Silâhdar tarihinde 400 bin gösterilir. Kırım’ın o zamanki im ­ kânları gözönüne getirilince, Naimâ’mn verdiği rakamm dahi mübalâğalı olması gerekir.) ile harekete geçti. Kırım Hanı, İk in c i Rakoezi G yörgy (M acarca «T olnai V ilag törte ne lm e » adlı k ita pta n ) 2077
eli altındaki kuvvetin bir kısmı ile biz­ zat Rakoczi üzerine yürürken diğer bir kısmını kalgayımn emrine vererek Erdel’i yağmaya gönderdi. Kırım Hanının harekete geçtiğini du­ yan ikinci Rakoczi müdafaa tertibatı al­ maya koyuldu. Fakat biraz sonra İkinci Rakoczi'niıı kumandanı Kemeny Jâııos bir kısanı K ırım kuvvetlerinin Erdel'i yağmaya gittiklerini öğrenince hana kar­ şı koymaktan vazgeçerek 'memleketine gitmeye çalıştı. Lâkin gerisinin kalgay kuvvetleri tarafından kapandığını anla­ yınca Y i stül nehri kenarında muharebe­ yi kabul mecburiyetinde kaldı. Cereyan eden muharebede Rakoczi ordusu tam mânasiyle imha edildi. Naimâ (C: 6, S: 303) ya göre ; Rakoczi kuvvetlerinden 20 bin kişi kılıçtan geçirilmiş (Silâhaar ta­ rihinin birinci cildinin 105 inci sayfa­ sında 80 bin kişi kılıçtan geçirilmiştir deniyor), yirmi bin kişi de esir alınmış­ tır. Erdel ordusunun başında bulunanlar ancak üç yüz kişi ile perişan vaziyette kaçıp kurtulmuşlardır. Osmanlı tarihleri­ nin ittifakla belirttiğine göre; bu çarpış­ mada sadece doksan Tatar askeri ölmüş- tür. Ayrıca bin araba, 150 top ele geçi­ rilmiştir. İkinci Hakoczi’nin uğradığı müthiş hezimet haberi Bozcaada fethinden b ir­ kaç gün önce İstanbul'a gelince büyük memnuniyeti mucip olmuştur. Padişahın Edirne’ye hareketi Erdel Kıralı Rakoczi Lehistan'a gir­ diği sırada Sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa Çanakkale Boğazı harekâtı ile meş­ guldü. Devletin kuzey batı sınırlarında cereyan eden hâdiseler karşısında hassa­ siyet gösterilmesi gerekirdi. Bu noktalan gözönünde bulunduran Köprülü padişaha yolladığı bir tezkerede Edirne'ye hare­ ketinin münasip düşeceğini arzetmişti. Anlaşıldığına göre; padişahın Edirne’ye hareketinde Erdel ve Venediklilere karşı manevî baskı ciheti hesaplanmaktaydı. Sultan Mehmed Edirne’ye giderken Anadolu Beylerbeyliğinden sadaret kay­ makamlığına getirillen. Kör Hüseyin Pa­ şa İstanbul muhafazasiyle vazifelendiril­ di, Kara Hasan-oğlu Hüseyin Ağa’nm sadrıâzam yapmak istediği Ankebut A h­ med Paşa bu arada Karaman Valiliğiyle İstanbul’dan uzaklaştırılmıştı. Padişahın Edirne’ye gidişi büyük bir tantana ve gösterişle cereyan etti. Padi­ şah, 4 ekim 1657 de Davutpaşa sahrasın­ da hazırlanmış olan otağa çıktı, on beş gün sonra da bilfiil harekete geçti. D ör­ düncü Mehmed’in Edime yolculuğu aynı zamanda av partilerinede vesile teşkil etti. Sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa Linini adasının da istirdadından sonra, padişaha m ülâki olmak üzere doğruca Ediı-ne’ye geldi (25 kasım 1657) . Padişah bu senenin kışını Edirne’de geçirdi. Gö­ rülmemiş derecede şiddetli soğukların hü küm sürmesi ve fazla kar yağması sebe­ biyle saray bahçesindeki büyük ceviz ağaçları kesilip odun olarak yakıldı. Edir­ ne halkı da bu kış müthiş yakacak sı­ kıntısı çekti. Eflak ve Boğdan voyvodalarının değiştirilmesi K ır ın ı H a n ’ı (M a c a rc a « A M a g y a r N em zet Törteııete» ad lı k ita p ta n ) Eflâk Voyvodası Istvan (İstefan) ve Boğdan Voyvodası Kostantin’in İkinci Rakoczi’nin söröne uyup onunla ittifak 2078
1 1 .İN 1 T c . ı etmeleri devlete karşı itaatsizlik ve isyan demekti. Bunlar, gerek padişahın Edir­ ne’ye hareketinden önce, gerekse oraya gidişini müteakip Venediklilere karşı ter­ tiplenecek sefer heyetine iştirakleri ba­ hanesiyle çağırılmışlar, fakat voyvodalar çeşitli bahaneler ileri sürerek davete ica­ bet etmemişlerdi. Nihayet kuvvete m ü­ racaat suretiyle değiştirilmelerine karar verildi. Yeni tâyin edilen voyvodaların m a­ kamlarına oturtulmasını temin işiyle K ı­ rım Hanı ve Silistre Valisi Fazlı Pasa vazifelendirildi. K ırım Hanı, Kalgay Ga­ zi Giray emrine 30 bin Tatar askeri vererek Boğdan tarafına gönderdi. Fazlı Paşa ise kendi eyâletinin askerinden baş­ ka civar sancaklardan da bir miktar as­ ker aldı. Yeni voyvodaları merasimle ma­ kamlarına oturtacak «iskemle ağası» de­ nen memur da Silistre'Valisinin yanın­ daydı. Bu sırada âsi voyvodalar asker toplıyarak mukavemete niyetlendilerse de K ırım askeri ile Fazlı Paşa kuvvetle-, rinin topraklarına girmesi Ü2 erine Erdel voyvodasının yanma kaçmaktan başka bir şey yapamadılar. Eflâk Voyvodasının yakalanması için emir verilmişse de Fazlı Paşa’nm bir takım bahanelerle iki günlük menzili kasden on yedi günde katederck (Naimâ tarihi C: 6, S: 325) Kostantin’in kaçmasına im kân vermiştir. Netice itibariyle azledilenlerin yerine Ef­ lâk Voyvodalığına Mihne, Boğdan Voy­ vodalığına da Chika geçirildi. Müverrih Naimâ’nm «hasis ve denî bir Boşnak» şeklinde tavsif ettiği Fazlı Paşa ise az sonra Edirne’ye celbedilerek idam olun­ du (Haziran 1658) . K ö p rü lü ’ye suikast niyeti ve sadrıâzam m yaptırdığı idam lar Kısa bir müddet önce ölen Kara H a­ san-oğlu Hüseyin Ağa ve onun gibi dü ­ şünenlerin bellirttikleri veçhile, Sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa, Boğaz hare­ kâtında muvaffakiyet temin ettikten sonra kendisini daha fazla kuvvetli his­ setmeye başlamıştı. Bu yüzden muhalif durumda olan ve hatâ işliyenleri, ya mevkilerinden uzaklaştırmak, veyahut da idam ettirmek suretiyle temizlemekteydi. Boğaz harekâtı sırasında şiddetli dav­ ranışları ile nazarı dikkati celbeden Köp­ rülü Mehmed Paşa için artık, âdeta «ca­ na kıyma faslı» açılmış gibiydi. Zira bun­ dan sonra meşhur sadrıâzamm mütema­ diyen idam cezası tatbik ettiği veya et­ tirdiği görülmektedir. Köprülü Mehmed Paşa Boğaz hare­ kâtından ordu ile dönerken yeniçerilerin kışı Gümülcine’de geçirmeleri emredil­ mişti. Fakat yeniçerilerin bu emri dinlemiyerek tayin edilen yere gitmeyip Edirne’de kışlamak için topluluklar mey­ dana getirdikleri görülünce, Köprülü, as­ kerlerden birçok kimseyi öldürtmüştü. Ayrıca yeniçerilerin böyle bir şeye teşeb­ büslerinden yeniçeri ağası A li Ağa’yı me­ sul tuttu. Bunun için, evvelâ yeniçeri ağ alığın a tayin ettiği sekbanbaşı K undak­ çı-zâde Mustafa Ağa’yı yeniçerilerin ba­ şına geçirmek üzere İstanbul’dan çağırt­ tı. Beri tarafta A li Ağa, mevkiinin elden gittiğini duyunca, yerinde ibkasını rica etmeleri hususunda askeri teşvike koyul­ du. Bunu haber alan Köprülü, A li Ağa’vı derhal Edirne’ye getirterek padişahın gözü önünde boynunu vurdurdu (14 mart 1658) . Köprülü Mehmed Paşa artık insaf­ sızca adam öldürüyordu. Naimâ (C: 6, S: 328) diyor ki : sSadrıâzam boğazdan Edirne’ye gelinceye kadar ve Edirne’de her gece yeniçeri ve sipah zümresinden müstaid-i fesad olan meşahirden kırk elli adamı gizlice katlederdi. Şöyle ki, Edir­ ne’nin Tunca suyu kenarında bulunan başsız adam cesedlerinin hadd-ü hesabı yoğ idi». Köprülü Mehmed Paşa, Bozcaada’nın fethinde yararlığı görülenlerden sipahi zümresinden serdengeçti ağası Nakkaş Haşan Ağa’ya, bu hizmetine mükâfaten İstanbul’un ihtisap ağalığını ihsan etmiş­ ti. Sadnâzam Edirne’de bulunduğu sıra­ da Haşan A ğa’nın bazı fitneler çevirmek istediğini duyunca, vazifesinden azletti. K öprülü’nün giriştiği idamlar gerek halk gerekse asker arasında korku ve dehşet uyandırmıştı. İşte İstanbul İh ti­ sap Ağalığından azledilen ve azlini m ü­ teakip bir vazife almak için Edirne’ye geldiği halde kendisine yeni bir vazife verilmeyen Nakkaş Haşan Ağa, bu deh­ şet havasından faydalanmaya çalıştı. Ka­ pı yoldaşları olan bazı sipahilerle görü­ şerek bir isyan hazırlamak ve o sırada 2079
Erdel seferine çıkmak iuere bulunan K öprülünün çadırına âni bir hücum ya­ parak kendisini öldürmek istedi. Hattâ bu niyetini en nihayet açıkça ilândan b i­ le çekinmedi. 17 haziran 1658 günü bir­ kaç arkadaşı ile Edirne dışında ordunun bulunduğu mevkiin karşısında bir yere çıkarak : t — Bu veziriazam padişah kullarını katlederek mahvetmektedir. Böyle kandökücü vezir bize lâzım değildir; onun kılıcının kahrından kurtulmak isteyen gelsin ! * Diye yüksek sesle, bağırmaya başla­ yınca etrafında birkaç yüz kişi toplandı. Köprülü, vaziyetten haberdar olunca ye­ niçeri ağası ile kul kethüdasını bu top­ lantıyı derhal dağıtmaya memur etti. Kul kethüdası Bodur Süleyman Ağa birkaç yüz yeniçeri ile bunların üzerine yürü­ yüp dağıttığı gibi Nakkaş Hasaıvı da beş arkadaşı ile birlikte yakalayıp sadrıâzama getirince boyunları vuruldu. Bu ara­ da Nakkaş Hasan’ı kul kethüdasının elin­ den kurtarmak isteyen} silâhdar ağası Mustafa Ağa’m n da onlarla müttefik ol­ duğu anlaşılarak öldürüldü. İstanbul’da sadaret kaymakamı ola­ rak bırakılan Kör Hüseyin Paşa, Nakkaş Haşan Ağa’nın ihtisap ağalığı sırasında onun fesadına iştirakle suçlandınldığı ci­ hetle Edirne'ye celbedilmişti. Sadrıâzam Köprülü şimdilik kendisini katletmeyi doğru bulmadığından, Nakkaş Hasan'ın idamını müteakip Girit Serdarı tâyin ederek derhal yola çıkardı. Kör Hüseyin Paşa Girit Serdarı tâyin edilmekle Köprülü’ııün elinden kurtulmuş olmadı. Zira idam emri bilâhara arkasından gönderile­ rek hüküm Girit’te infaz olundu. Kör Hüseyin Paşa'nm Girit’e gönderilmesin­ den bîr müddet önce yıllardan beri Girit Serdarı bulunan Deli Hüseyin Paşa’yı Edirne’ye davet etmek üzere haseki Uzun İbrahim Ağa’yı göndermişti (23 m a­ yıs 1653) . Sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa, senelerden beri kendini tanıtarak taraf­ tar sahibi olmuş, kimselerin bile m akam­ larına el atabilmek için, kendisine taraf­ tar bir kimsenin padişah sarayında bu­ lunmasını lüzumlu görmüştü. Tabii onun adamı olan şahıs sarayda mütemadi şe­ kilde Köprülü lehine bir hava yaratmaya gayret edecekti. Nitekim, daha Edirne’de idamlara girişmeden önce Solak Mehmed Ağa’yı darüssaaade ağası tayin ettirmiş (6 ocak 1618) bulunuyordu. K ö riilü ’nün Erdel seferine çıkması Osmanlı tarihinde daha çok Rakoçioğlu şeklinde zikredilen ikinci Rakoczi, Kırım Ham tarafından mağlûp edildikten sonra yapılan nasihatlan dinlememiş ve üçüncü defa gönderilen .ferman-ı hüm â­ yûna (Silâhdar tarihi C: 1, S: 119} da itaat etmişti. Bu sebeple, Venedik seferi tehir olunarak (Naimâ tarihi C: 6, S: 332) KÖprülü’nün bizzat Erdel seferine çıkma­ sına karar verildi. Ordu Edirne’den hareket etmeden önce Sultan Mehmed, serdar nasbettiği Köprülü Mehmed Paşa’nın başına m ü­ cevherli bir kılıç kuşattı. Sefere memur başka kumandanlara da usul gereğince h il’atleı.' ihsan etti. Bu merasimlerden sonra Köprülü Mehmed Paşa emri altın­ daki kuvvetlerle birlikte 23 haziran 1658 (22 ramazan 1067) de Edirne’den hare­ kete geçti. Sadrıâzamm Edirne'den ayrı­ lışından önce Erdel seferine iştiraki hu­ susunda Kırım hanına emir gönderilmiş, Avrupa toprağındaki valilere de gerekli talimat verilmişti. Bu bakımdan sadrıâzam Belgrad’a vardığı zaman Silistre Va­ lisi Kadri Paşa eyâleti askeri ile gelip or­ duya katıldı. Bu arada Kırım Hanının da çok kalabalık Tatar ordusu ve Leh K i­ ralının verdiği on iki bin kişilik asker ile birlikte Eflâk arazisi içinde ilerle­ mekte olduğu haber alındığımdan on beş gün kadar beklenen Belgrad’dan hareke­ te geçildi. Belgrad’daıı sonra sadrıâzam Temeşvar (Tamşvar) a geldi ; burada da Budin Valisi Kenan Paşa eyâleti askeri ile serdara m ülâki oldu. Temeşvar dan sonra sadrıâzamm ida­ resindeki ordu Erdel arazisine girdi. K a­ nunî zamanında zaptedilip bilâhare Erdel’e bırakılmış olan Yanve (Yanova, Jenoe) kalesi muhasara edilip ikinci günü emanla alındı (31 ağustos 1658) . Bu sı­ rada Kırım Ham, emrindeki iki yüz bin kişilik Tatar ve Kazak askeri (Naimâ ta­ rihi C: 6, S: 354) île Erdel arazisine gi­ rip yağma ve talan yaparak ilerlemeye başlamıştı. Böylece ilerliyeıı K ırım Ha­ 2080
m nihayet Erdel'iu merkezi olan Erdel Belgradı ( Weissenburg) önüne gelip şeh­ ri zaptedince İkinci Rakoczi Avusturya hududundaki bir kaleye kaçtı. Ekoş Barçkay’ın Erdel K ıralı tâyin edilmesi Sadrı âzamin emrindeki kuvvetler Yanve’den sonra Şebeş (Sebes) ve LSgoş (Logosch) kalelerini de aldıkları, Ta7 tar askerleri ise yağma ve binlerce k i­ şiyi esir etme hareketine devam ettikleri, İkinci Rakoçi de kaçtığı cihetle; Erdelliler için yapılacak en isabetli iş," süratle anlaşmaktı. Nitekim bu sırada Ekoş Barçkay’ın sadnâzama bir mektup gönderdiği görüldü. Ekoş Barçkay, mektubunda, or­ duya gelmesine müsaade olunmasını rica ediyordu. Kendisine müsait cevap veril­ diğinden, Erdel’in bir takım muteber şahsiyetleriyle sadrı âzamin yanına geldi. Naimâ’nın (C: 6. S: 354): Rakoçi-oğlu ’nun defterdarı, Silâhdar tarihinin (C: 1, S: 128); Rakoçi-oğlu’nun defterdarı ve Yanve banı diye kaydettikleri, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'mn 21 sayılı Belleten’de neşrettiği bir vesikada ise «Erdel’in başvekili ve banı» diye zikredilen Ekoş Barçkay, yapılan görüşmeleri müteakip Erdel Kıralı tâyin edildi. Barçkay ile va­ rılan anlaşmaya göre : a) Erdelin yıllık vergisi 15 binden kırk bin altuna çıkarıldı. b) Yanve (Yanova), Şebeş ve Lögoş kaleleri Osmanlı sınırları içinde kalacak. c) Harbe Erdel’in sebep olması se­ bebiyle tazminat makamında hazîneye bir sene için bin kese akçe ödiyecekti. Ekoş Barçkay bu şartlan kabul edince (15 eylül 1658) kırallığının mera­ sim bakımından da tasdiki zımnında ken­ disine h il’at giydirilip başına da mutad olan sorguç takıldı. Sebes kalesinin yetmiş sene evvelki durumu landığı kale üzerine gitmek istediyse de, Anadolu'da çıkan isyan dolayısiyle padi­ şah tarafından çağırıldığından, Ekoş Barçkay'ı kıral tâyininden iki gün sonra Seydİ Ahmed Paşa’nm İkinci Rakoczi ile muharebeleri Ekoş Barçkay’m kıral nasbedilmesiyle Erdel meselesi halledilmiş değildi. Z i­ ra, ordunun buraya kadar gelmesine se­ bep olan Rakoczi henüz yakalanmamış ve kendisi iddiasından da vazgeçmemişti. Köprülü Mehmed Paşa, Rakoczi’nin sak- Ekoş B a rçk a y (M a c a rc a «A M a n y a r N em zet Torténete» a d lı k ita p ta n ) 2081
gen dönmeye mecbur kaldı. Buradan ay­ rılırken Erdel işinin geri kalan tarafları­ nın neticeye ulaştırılmasını, Yanve m u­ hafazası ile de vazifelendirdiği Budin Va­ lisi Kenan. Paşaya bıraktı. Sadrıâzam Eddel’den ayrılırken Tatar askerleri de burayı terkettiler. Kenan Paga'nm bu arada yaptığı yegâne iş. Ekoş Barçkay ile müzakereye devamla beş maddelik bir anlaşma imzalamasıdır. Ekoş Barçkay bu anlaşmada sadnâzama karşı razı olduğu şartlara ilâveten Rakoczi'nin ortadan kaldırılmasını da taahhüt ediyordu. Avusturya İmparatorundan teşvik gö ren Rakoczi (Rakoçi) yeniden sahneye atıldığı ve kendisine epeyce de taraftar bulduğundan Erdel işi uzadı. Avusturya İmparatoru bu arada İstanbul’a elçi gön­ dererek Rakoczi'nin tekrar kırallığa ka­ bulünü rica ettiyse de teklif reddedildi. Rakoczi yeniden sahneye çıkınca E- H a y d u k şa la r (M acarca «A M a g y a r N em zet Tö!'te nete» a d lı k ita p ta n ) koş Barçkay kendi kuvveti ile bununla başa çıkamadığından Budin Valisinden vardım istedi. Bu sırada Şeydi Ahmed Paşa Bosna Valiliğinden Budin Valiliği­ ne tâyin edilmiş bulunuyordu. Şeydi Ahmed Paşa, Ekoş Barçkay'in yardım talebi ile karşılaşınca evvelâ Siyavüş Paşa’nın kardeşi Sarı Hüseyin Paşa'nın emrine 4 bin kişi vererek (Naimâ tarihi C: 6, S: 439) ileriye gönderdi. Ay­ rıca kendisi de hazırlanarak derhal yola çıktı. Rakoczi, Şeydi Alımed Paşa’nm as­ ker ile gelmekte olduğunu öğrenince, ser­ darın geçeceği yol üzerinde mühim bir geçit sahası olan «Demirkapıs yı tutmak istedi. Cesur bir asker ve usta bir ku­ mandan olan Şeydi Ahmed Paşa, arazi­ nin müsait durumundan faydalanmasına rağmen Rakoczi'yî mağlûp etti (1659 aralık sonları) . Rakoczi’nin yirmi bini aşan askerinden 10 bin kadarı kılıçtan ge­ çip. üç bin kadarı da esir (Silâhdar ta­ rihi C: 1, S: 195) düştü. Rakoczi hayli ağır bir mağlûbiyete uğramasına rağmen mücadeleden vazgeç­ medi. Demirkapı’daki mağlûbiyetini m ü­ teakip Avusturya hududundaki kaleye yine sığındı. Bu sırada kış iyice bastır­ mış olduğundan Rakoczi ve ona taraftar­ lık edenlerin takibi işi mecburen ertesi bahara kaldı. Sadece Küçük Mehmed Faşa'nm emrine beş yüz kişilik seçme as­ ker verilerek Ekoş Barçkay, merkezi olan Sibin kalesine götürülerek makamı­ na yerleştirildi. Şeydi Ahmed Paşa, Rakoczi’nin m ü­ cadeleden vazgeçmiyceğini tahmin etti­ ğinden serhad askerinin memleketlerine gitmelerini doğru bulmadı. Onun için as­ kerler Tamşvar sahrasında ahşap veya taş binalar inşa ederek kışı bu binalarda geçirdiler. Avusturya imparatorundan teşvik ve destek görmekte devam eden Rakoczi ise bu müddet zarfında boş dur­ mayıp mütemadiyen hazırlıklar yaptı. Or­ ta Macar arazisi halkından ve Erdel’de kendisine taraftarlık edenlerden asker topladı. Rakoczi’nin bu defaki ordusu hayli kalabalık olup miktarı 40 bin kişiyi buluyordu. Rakoczi, ordusunun bir kısım askeri ile evvelâ Sibin kalesi üzerine yü­ rüdü- Tehlike zail oluncaya kadar Ekoş Barçkay'ı koruyup yardımda bulunmak üzere Sibin yakınına bırakılmış olan Kü- 2082
çük Mehmed Paşa bunlarla yaptığı mücadelede muvaffa­ kiyet temin etti. Rakoczi’nin bir hayli ta­ raftarı bulunduğundan tah­ rikleri çabuk tesirini göste­ riyor, onun isteklerine uygun hareket bir isyan ve Türklere muhalefet şekline bürünebi­ liyordu. Bu noktalan da gözönünde bulunduran Sevdi Ahmed Paşa ordu erkânı ile görüştükten sonra (Silâh— dar tarihi C: 1, S: 199) 1660 baharında «Haydukşa» 1ar üzerine yürüdü. Saks. Seke) ve Haydukşalardan ibaret Erde! lıalkı içinde en çetin muharip zümreyi teşkil eden Şeydi Ahmed Paşa’ıtın İkinci Rakoczi Haydukşalar bu sırada Raile bir savaşı (Rieaut'dan) koczi'nin tahriklerine âlet ol­ makta idiler. Varad kalesine iltica ettiyse de yaraları­ Şeydi Ahmed Paşa, Havdukşalann nın tesiriyle bir müddet sonra öldü (5 kalabalık olarak bulundukları Varad'a haziran 1660). Asilerden 4700 kişi muha­ (Macarlar Nagy-Varad, Almanlar Grossrebe meydanında can verdi, birçoğu eWardein derler) yürüdü. Silâhdar tari­ sır düşüp, bir kısmı da perişan vaziyet­ hinde ismi «Barkokdb şeklinde kaydedi­ len ve Rakoczi’nin akrabası olan bir şah­ te etrafa dağıldı. Esirler arasında elli bir adet kale sın idaresindeki 20 bin kişilik âsi kuv­ kumandanı vardı. Ele geçen malzeme aveti Şeydi Ahmed Paşa karşısında tutu­ namadığından onların elinde bulunan bu rasmda birçok harb levazımı ile 30 top civardaki kale ve palankalar zaptedilmebulunuyordu. Kolojvar civarındaki btı muharebe­ ye devam edildi. Seydı Ahmed Paşa Kolojvaı- (Almanlar bu şehre Klausenburg den sonra altı bin kadar âsi Erdelli Avus­ derler) önüne geldiği sırada, Sibiıı m u­ turya arazisine sığınmış bulunuyordu. hasarasından vazgeçip em­ rindeki 40 bin kişilik kuv­ vetle bu tarafa gelen îkinci Rakoczi ile karşılaş­ tı. İkinci Rakoczi ordusu­ nun kendilerinden hayli kalabalık oluşu karşısında Osmanlı askeri korkuya kapıldı. Fakat cesur ku­ mandan Şeydi Ahmed Paşa askerine teşvik ve teşci edici hitabede bu­ lunarak maneviyatlarını takviye etti. 22 mayıs 1660 (12 ramazan 1070) günün cereyan eden muharebede Erdel’in önemli şehirlerinden Kolojvar (M a­ Erdel âsileri tam bir he­ carca «A Magyar Nemzet Törtenete» adlı zimete uğradı. Rakoczi de kitaptan) üç yerinden yaralanarak 2083
Şeydi Ahmed Paşa bir tarafta» Avustur­ yalIlardan bunların iadesini istedi, öte yandan da daha cevap gelmeden Avus­ turya arazisine girip bunları kılıçtan (Silâhdar tarihi C: 1, S: 203) geçirdi. Avus­ turya İmparatoru bu usulsüzlüğü protes­ to ile Budın Valisini padişaha şikâyet etti. Şeydi Ahmed Paşa'nın işlediği hatâ iki devlet arasındaki sulhü tehlikeye düşür­ müş olduğu cihetle, hâdisenin kapatıla­ bilmesi için Bu din valiliğinden azledile­ rek bu eyâlet Boşnak İsmail Paşa’ya tev­ cih olundu. Maamafih, Şeydi Ahmed Pa­ şa azline rağmen bu bölgeden uzaklaştınlmayarak Budin Valisi ile birlikte, yeni Erdel Serdarı Kaptan-ı Derya Köse Ali Paşa’nın maiyetine verildi. Köse A li Paşa’n m Erdel Serdarlığı Şeydi Ahmed Paşa’nın yerine Erdel Serdarlığına tâyin olunan Kap tan -1 Der­ ya Köse A li Paşa, Edirne’de bulunan pa­ dişah tarafından kabul olunduktan son­ ra, emrine verilen 4 bölük sipahi, 15 bö­ lük yeniçeri ve bir miktar topçu ve ce­ beci ile yola çıktı. Avusturya sınırının karışık durumu ve Erdel hâdisesinin he­ nüz kat’î şekilde halledilmemiş olması gözönünde bulundurularak bazı valilere hazırlanmaları daha önce bildirilmişti. Bu sebeple, Köse Ali Paşa Belgrad’a u­ laşıp orada biraz kaldığı sırada Anadolu, Rumeli, Silistre, Karaman, Sivas ve Maraş valileri eyâletleri askeri ile kendisi­ ne m ülâki oldular. Ali Paşa Belgrad’dan Temeşvar’a ilerleyip oradan da Yanve’ye geldiği gün Şeydi Ahmed Paşa da alay ile serdarın emrindeki orduya dâhil oldu (4 temmuz 1660) . Köse A li Paşa’nın emrindeki Osmanlı / crdusu Yanve’den doğruca Varad kalesi öııüne geldi. Bu arada Ekoş Barçkav da serdarın maiyetine katılmıştı. Körös neh­ ri kenarında olan Varad kalesi pek müs­ tahkem bir yerdi. Silâhdar tarihinde (C: 1, S : 204) tavsife göre : «duvar hisarı üç kat ve bilcümle tuğla ve horasan ile bina olunmuş ; etrafındaki hendeğin genişliği yüz zira’ ve derinliği yirmi zira’ olup içi tamamen su ile doludur ve kaleyi ejder misali çevirmiştir». Varad’ın muhasarasına başlanacağı sırada, Avusturya kumandanlarından Zriny ve Battany've tâbi kuvvetlerin Eğ­ ri ve Kanije tarafına hücum ettikleri ha­ beri geldiğinden, Köse A li Paşa Budin Valisini o tarafa şevketti : Bir akm ve talan hareketinde bulunduğu anlaşılan AvusturyalIlar Budin Valisinin geldiğini duyunca kaçıp gittiler. Müstahkem Varad kalesinin muhasa­ ra ve zaptı hayli müşkül oldu. Evvelâ kaieye yaklaşılablmesi için bir hayli zaman hendeklerdeki suların akıtıl­ ması için çalışıldı. Bu işde muvaffakiyet sağlanınca ka­ le surlarının tahribi için uğ­ raşıldı. Nihayet kaleyi m ü ­ dafaa eden Avusturya ku­ mandanı «Souches», müdafilerin canlarına dokunulma­ dan gitmelerine müsaade olunması şartı ile Varad'ı teslim etti (27 ağustos 1660). Kırk beş günlük bir m uha­ saradan sonra zaptedilen Va­ rad kalesi ayrı bir eyâlet ad­ dolundu. Ve bu eyâletin va­ liliğine Sinan Paşa tâyin edildi. Kenıeny Janos Varad’m Osmanlı ordusu taraf,ndan muhasarası (Ricautdan) V a r a Î m ^ za p im d a ^ “ s 5 a Ekoş Barçkay (Akos Barc-
say) ı merkezi hükümetine gönderip, kendisine itaat edilmesi hususunda et­ rafa emirnameler yolladıktan sonra kış­ lağa çekildi. Bu sırada, Osmaıılı tarihle­ rinin Kimyanoş, Kimi Yanaş veya Kilyanoş tarzında kaydettikleri Kemeny Janus adında birisi ortaya çıktı. Silâhdar tari­ hinde Hakoczı’nin müdir-i umuru diye tanıtılan bu adam, 1657 yılındaki hare­ kât sırasında Tatarlar tarafından esir edilmiş. o arada Eflak Voyvodası bunun fidye-i necatı olarak yüz bin altun öd;veceğini bildirince Erdel'e dönmesine müsaade olunmuş (Naimâ tarihi c: 6, s: 438). fakat bu fidye-i necat işinin onun kaçırılması için bir hile olduğu bilâhara anlaşılmıştı. Rakoczi’nin mağlûbiyet ve ölümü üzerine Avusturya tarafına gittiği anlaşılan Kemeny Jaııos Avusturyanın himaye ve desteği ile Erdel Kıralı olma­ ya çalışmıştır. Silâhdar tarihinde (C: 1. S: 212) bu nokta şöyle anlatılmaktadır ; «Kimyanoş nam lâin-i fitne ayin Barçkay Ekoş'un Erdel’e ve Serdar A li Paşa’nm dahi kışlağa azimet ettiğün haber aldıkta, Nemçe (Avusturya) tarafından Erdel’e kıral olmak üzere cümle Erdel kıla’m nemçelüye zaptettirmek şartiyle otuz bin miktarı nemçeli ile Erdel’e girip, kadim­ den Erdellünün muteberi olmağla cüm­ lesi kendüye inkıyad edüp ve ekser kıla’a nemçeli doldurup Barçkay Ekoş'un üze­ rine vardıkta, mezburun mukabeleye ik ­ tidarı olmadığından bir kaleye tahassün etmişti*. Macar tarihlerine göre Kemeny Jânos bu sırada Erdel diyet meclisi tara­ fından kırallığa seçilmiş bulunuyordu. Silâhdar tarihinde bahsedilen bütün Erdellilleriıı ona inkıyadı işi ihtimal bun­ dan ileri geliyordu. Kemeny, Ekoş’un sığındığı kaleyi muhasara ettiği zaman, Ekoş eman şartı ile kaleyi ona teslim ederek dışarı çıktı. Fakat Kemeny, eman şartını bundan son­ ra bozarak onu öldürttü. Ekoş Barçkay’ı öldüren Kemeny Jânos, Serdar Ali Paşa’ya mektupla müra­ caat ederek Erdel kırallığm ın kendisine verilmesini istedi. Serdar da, ricasının ka bulüne vesile teşkil edeceğine işaretle, oğlunun rehin olarak gönderilmesi tale­ binde bulundu. Lâkin Kemeny, serdarın bu sözlerine hic ehemmiyet vermedi. Er­ del ve Kemeny’nin durumu İstanbul’a Kemeny Janos (Macarca «Tolnai Vilagtörtenelme» adlı kitaptan) Küçük Mehmed Paşa (Macarca «A Magyar Nemzet Törtenete» adlı kitaptan) 2085
Evliya Çelebi (İlâve: 130) ★ Y andığı b ü y ü k bir seyahatnam e do­ layı siyle m eşhur olan E v liy a Çeiebi onyedinci asırda yaşam ış büy ük b ir T ilrk seyyahıdır. H ay a tına alt m a lu m atı ken­ d i seyahatnam esinin satırları arasından Ö ğrendiğim iz E vliy a Çelebi 25 m art 1611 de İstanbul'da TJn kapan ı ’nda dünyaya g e l m i ş t i r . Derviş M ehm ed Z illi adın; ta ­ şıyan babası sar ay m k uyum cu basısı 1di. Seyahatnam e de belirtildiğine göre; 164S y ılın d a 117 yaşında iken ölen E vli­ ya Ç elebi'nin babası İkin ci Selim ve B i­ rinci A hm ed zam anlarında hükümdarların y a k ın m u h itinde bulunm uş, iltifata n a il elm uş san atkâr, ay n i zam anda hoş­ sohbet bir zat im iş : E vliy a Çelebi nin ecdadı aslen K ü ta h y a lıd ır. Sevimli sey­ yahım ız, seyahatnam esinin m u h te lif yer­ lerinde verdiği bilgilerle ecdadım Germiyan-oglu Yakub beye bağlar. E vliy a Çele b i’nin aslen A baza olan annesi, Birinci Ahm ed zam anında saraya getirilerek kuyum cu başı ile evlendirilm iş olan bir k a dındır. Seyyahım ızın annesi tarafından Melek Ahm ed Paşa ile karabeti vardır. i E v liy a Çelebi seyahatlara başlayışını bir rüya hadisesi ile izaha çalışır. Meş­ hur seyyahımız bir Keçe rüyasında Hazreti P eygam beri görür, O sırada -»şefaat, ya Resûl A llah» diyecek yerde «seyahat, ya Resul Allaha der. Peygam ber ise hem şefaatini b ild irir hem de seyahat em ­ reder. B u arada g ö rdüğ ü şeyleri yazm a­ sı da ter.bih edilir. Evliya Celebi 1640 senesinde babası Derviş M ehm ed A ğ a ’dan gizli o larak B ur­ sa seyahati yapm ış, bir ay k a d a r süren bu seyahatından dönüşünde babası cııa bundan sonrası için seyahat iz n i vermiş ve g örd ü k le rin i yazm a tavsiyesinde bu­ lunm uştur, B u izni m üteak ip kısa bir İzm it y o lcu lu ğ u nda n dönüşünden sonra­ dır kE uzun seyahatlara başlam ıştır. îlk uzun seyahatına T rab2on v a liliğ in e ta ­ y in edilen Ketenci Ömer P aşa’ya refa­ kat suretiyle başlam ış, deniz yoluyle gittiği T rabzon'dan A h ap a’ya, o radan Azak kalesini istirdada giden sefer he­ yeti arasında bu lu n m u ş, o senenin kışı­ nı K ır ım ’da B ahçesaray’da geçirm iştir. K ırım 'd a n deniz y oluyle İsta nbul'a dö­ nerken m ü th iş bir fırtınay a y akalanarak Evliy a Celebi medrese tah silini sonu­ na kadar tam am liy am am ıstır. K endi ifadesine nazaran, yedi veyahut ta î ı sene­ lik b îr tahsilden sonra silâh tar Meiek Ahm ed Afta (P aşa) vasıtasiyle D ö rd ü n ­ cü M u ra d ’a ta k d im edilm iştir. BÖylece saraya d ah ii olan E vliya Çelebi burada da bilgi ve m eharetlerini a rtırm ağa gay­ ret etm iştir. Zeki ve pek mütecessis olan seyyahım ız güzel konuşm ası, zarif nükteleri sayesinde b u lu n d u ğ u yerlerde kendisini sevdirmesini daim a bilm iştir. G ö rd üğü alâk alardan asla gevşemeyen bu zarif adam , Ö m rün ün sonuna kadar b il­ hassa görerek öğrenm e işiııe ehem m i­ yet vermiştir. B ir seyyah o larak İstanbul dısm a çık­ m adan önce onu birtakım m a rife t ve hususiyetlerin sahibi olarak görm ekte­ yiz. Hoşsohbet ve nük te d an lığın a ilâve­ ten sesi güzel, m usikiye v ukuf sahibi, ya­ zısı güzel., şen tabiatlı, ayni zam anda b i­ n icilik ve atıc ılık ta usta bu lu n d u ğu n u n bilhassa belirtilmesi gerekir. Evîîya çelebi'de mevcut olan, şeyi görerek öğrenm e meyli o nu evvelâ İstanbu l'u iyice ta n ım a y a sevketm iştir. Bu yüzden en güzide meclislerden cn kuytu köşelere, tekkelerden k o ltu k mey­ hanelerine, serkeşler m u h itinde n m eddah kahvelerine kadar her yere g irip çık­ m ış, n ük te d a n lığ ı, neş eli h a li sayesinde her tarafa k o la y lık la nüfus edebildiği g i­ bi, dahil olduğu yerlerde kendisini aıatabilen sıcak b ir hava y aratabilm iştir. Evliya Çelebi, İsta n b u l'u ta n ım ak için 1630 dan itibaren şehir içinde on sene m üddetle tetkik ve dolaşm alarda b u lu n ­ d u ğun u söylemekteyse de, bu on sene­ lik devre zarfında b ir ara lık B ursa, K ü ­ tahya ve M anisa'ya gitm iş o ldu ğ u n a d a ir seyahatnam esinin dokuzuncu cildinde ba­ zı p asajlar göze çarpm aktadır. B u nok­ talar istisna edilecek o lu r ve kendisinin iiadesi esas alınırsa İstanbul dışın d ak i seyahatlara 1640 senesinden itibare n baş­ lam ıştır, Zaten bu y ıl içinde saraydan da a y rılm ıştır. her- 2086
g ü d ü k le k u rtulm u ş, a tla ttığ ı b u tehlike tesiriyle olm alı kî d ö "t sette seyahate çik m ıy arak İstanbu l'da kalm ıştır. 16İ5 de tekrar seyahati ara başlıy ân E vliy a Celebi E rzu ru m a gitm iş, oradan da T iflis ve Baku ya kadar u zanm ıştır. Varvar A li Pa$a, K ara Haydar-oglu. Katsrcı-oâlu gibi kim selerin isyanları sırasın­ da A n adolu ’y u dolaşan seyyahım ız m ü ­ him isyan hadiselerinin bizzat şahidi ol­ m uş ve seyahatnamesinde b u n lara dair k ıym etli bilgiler verm iştir. Bir arahk Şam valisi M urtaza P aşa'ya intisap eden E vliy a Celebi, onunla, birlik te Şam 'a Rit­ m i? ve bundan faydalanarak Suriye-, L ü b ­ nan ve F ilis tin ’i dolaşm ıştır. Melek A li­ me d Pa§a ıım s ad rıâzam lığı sırasında İsta nbul'da bulunan E vliya Çelebi sadrıâzam m m utem ed b ir adam ı halinde y a ­ k ının d a bu lun m uş, onun sad n âzam h k tan ayrılm asını m ü te ak ip de Melek Ahmed Paşa nın v alilik ettlgl Özi. R um eli, Van, Bosna e y âletlerini dolaşm ış, on senelik bu m ü ddet zarfında b irta k ım m uharebe­ lerin, siyasî meselelerin şahidi olm uş, bir nevi kurye gibi vazife de g ö rd ü ğ ü ci­ hetle her fırsatta İsta nb ul'a da gidip gelm iş, böyleee seyahatlerinde hususi mesele ve du ru m ları tespit ederken res­ m i meselelere de yabancı k alm am ıştı”. Seyahat yapabilm ek ve dah a çok yer g örebilm ek icln hiç bir fırsatı kaçırm ayan E vliya çelebi İcabında sefere çık an or­ dulara, fırsatı y akalay ınca e lç ilik he­ yetlerine iltih a k ta n seri k alm am ıştır. Meselâ Köse A li Paşa'ya iltih a k la Erdel harekâtında b ulu n m uş, elci M ehm ed P a ­ ç a y a iltih a k la Peşte'den V iyana’y a g it­ miş, zam an ve zem ini m ü s a it görünce M ora üzerinden G irit’e seçmiş, burada K andıy e m uharebelerinin şahidi o ld u k ­ tan sonra adadan ay rılarak A rnavutluk ve A d riya tik k ıy ıla r ın ı dolaşm ıştır. 1671 y ılında M ekke'ye kadar uzanarak haccetmişj oradan, da Süveyş üzerinden M ı­ sır'a geçip H abeş eyâleti ve S udan a k a­ dar seyahatim te m d it etm iştir. M ısır'da beş. hattâ sekiz dokuz sene kadar kal­ d ığ ı anlaşılan E v liy a çe le b i eserinin son c ild im M ısır a tahsis etm iştir. Binlerce sahifelik bir seyahatnam e bırakm ış olan Evliya Ç elebi'nin ne zam an ve nerede ö ld ü ğ ü bilinm em ektedir. S eyahatnam enin sonunda 1092 (1681) se­ nesine a it bir kaç hâdiseden bahsedil­ mekte, b u arada M ekke’de vukuftu lan bir sel işinden de kısaca dem v u ru lm ak ­ tadır. 1092 y ılın a ait b ir kaç hadiseye dair kısaca m a lû m a t verirken E v liy a’- n ın M ısır’da b u lu n d u ğ u sarih şekilde belli olm a ktadır. R aşid tarihin de bu sel v ak 'as m ın 1091 senesi zilhiccesinin 23 cü gürnü (34 ocak 1681) vuku b u ld ıı£ u . sel dolayısiyle bozulan su y o lların ın ta m iri için de 1 tem m uz lö S i de İstanbu l'dan M ekke'ye birin c i m îra iıu r S üleym an Ag a 'n m gönd erildiği yazılıdır. Seyahatna­ mede, Haşld tarihin dek i m a lû m a ta u y g u n olarak, Süleym an A ğar.m Mekke ve M e­ dine'de sellerin tevlit ettiği hasarları or­ tadan k a ld ırd ığ ı b ir kaç satırla a n la tıl­ dıktan sonra, 1034 (m ilâ d i 1683) sene­ sinde M ısır’da B uhayre ta ra fın d a bir âsinin tenkil e dildiğ i belirtilm ekte ve bunu m üteakip nirengi noktası teşkil e* decek bir şey an latılm a d a n seyahatnâm e bitm ektedir. 1683 senesinde V iyana m uhasarası g ib i çok m ü h im bir hadise cereyan e ttirm e , E vliy a Çelebi gibi, mütecessis bir şahsiyet b u n dan bahsetmedi­ ği ue göre, seyyahım ızın 1683 senesinde h ayatta bulunm ası ih tim a li pek z a y ii tr. Binaenaleyh, seyahatnam enin sonunda görülen 1094 ta rihin i m üştensih hatası k a b u l eden Profesör Cavid B aysun'un kanaa tında isabet o lm a lıd ır, ile tic e iti* barîyle, seyahatnam enin bitiş şekline ba­ karak meşhur seyyahım ızın 1S82 y ıltnd a veya bu y ıldan sonra ölm iiş o ld u lu tahinin edilebilir. Burs alt T ahir Bey «Osm anlı m ü e llif­ leri* isim li eserinde E vliya Çelebi n in Şiş­ hane ta ra fın d a k i Meyyit-zâde kalesi civa­ rına defnedilm iş o ld u ğ u n u kaydederse de k ay n ak zikretmez. E vliy a Ç elebi’n ln ken­ disi seyahat nâm esinin satırları arasında Meyyit-zâde kabristanında ailesi efradın­ dan y a ta n la r b u lu n d u ğ u n u b elirttiğin e göre. B ursalı T ahir B ey in bu noktayı gîJzön ünde bu lu n d u ra rak tah m in i b ir ne­ ticeye varm ası m ü m k ü n d ü r. Meyyit-zâde kabristanı y arım asır kadar önce k a ld ı­ r ıld ığ ı cihetle, bu n o k tay ı işaret edilen yerde k ontrol im k ân ı ise m evcut değil­ dir. E vliy a Celebi h ak k ın d a en esaslı tet­ kik yazısını Islâm A nsiklopedisindeki il­ g ili bendde neşretmiş olan Cavid Baysun. E vliya n ın ö lü m ü ve k ab ri m evzu­ unda şöyle dem ekledir: «E vliy a Ç e le b i­ n in nerede, hangi tarihte vefat ettiği ve hangi kabristanda m e d iu n oldujŞu m aale­ sef rriich ulüm üzd ür. Ancak kuvvetli bir tah m in olarak 16S2 den sonra fa zla ya­ şam adığını söyliyebilece£im îz Evliya Çelebi’ııin, eğer M ıs ır'd a n dönm üş işej Meyyit-zâde kabri civarındaki aile suffesinde m e dlu n bulunm ası şim diye kadar İleri sürülen b îr f araziyedir î>. 1 j
du. Bunun için 1661 ilkbaharında Bosna. Özi (Silistre), Rumeli. Anadolu, Kara­ man, Sivas, Maraş eyâletleri askeri ve kendisi ile beraber Belgrad'da kışlamış olan kapıkulu askerlerini bir araya toplıyarak Erdel’e hareket etti. Şeydi Alım ed Paşa’nm idam ı Serdar Köse Ali Paşa Erdel'e git­ mek üzere Temeşvar’a geldiği sırada, bu civarda kışlamış olan Sevdi Ahmed Paşa'yı görüşme bahanesiyle yanına çağır­ tarak idam ettirdi (Nisan 1661) ve ba­ şını İstanbul’a yolladı. Silâhdar tarihin­ de (C: 1, S: 213) kaydedildiğine göre; buııuıı halli için bir seneden beri fırsat gözetilmekteydi. Şeydi Ahmed Paşa’nm evvelce A na­ dolu tarafında âsice bazı maceraları gö­ rülmüş, Bosna Valiliğine tayininden ön- E v liy a Ç elebi (R e s s a m la r ım ız a göre) srzedilince Köse Ali Paşa’nın serdarhğı temdit olunarak harekât icrası emrolun—> E v liy a Çelebi, seyahatnam esinde za­ m a nın süslü edebi tarzına bağlı k alm a­ dan sade ve sam im î bir dil k u lla n m ıştır. Lisan ve g ram er h a ta la rın a rağm en ifa ­ desi sürükley icidir. G ö rü ş tü ğ ü şahısları a n la tış ve muhavereleri nakledış ta rzın ­ da r ö p o rta ja benzer b îr hava m evcuttur. S a tır la r ın ın arasında bir çok m ü b alağa ve m iza h i ifadelere rastlanır. M üb alağa­ la rın ın bazıların ı ilg i çekm ek için y ap ­ tığ ı azçok belli o lm a k tad ır. Ba2i m ü b a ­ la ğ a la rın ın a lım d a da o nu n hes ve n ü k ­ tedan h üv iy e tin in kıs kıs gülen aksi sak­ lı gibidir. Seyahatnam esinde a n la tıla n la r ın çok b ü y ü k ekseriyeti bizzat görm e ve m ü ­ şahede m a h s u lü d ü r. F a k a t k ita p la rd a n ed in d iğ l ve sağdan soldan du y d u ğu şey­ lerin b ir k ısm ını da bizzat g örm üş g ibi a n la tm ıştır. O n u n D an im arka. H o lland a, B randen bu rg ve İspanya seyahatına aît y a z d ığ ı şeylerin hu neviden olduğu an ­ laşılm a k ta d ır. E v liy a Çelebi, m eşhur eserinde m ü ­ balağa ve lâtifelerden başka tenkitlere de yer verm iştir. Plendisl m ütem adiyen dolaman ve herkesle iy i geçinm ek ih tiy a ­ cını hisseden b ir kim se o ldu ğu cihetle, insan ve hadiseler h ak kın da ki görüşle­ rini, h atalar k arşısındak i fikir ve hissi­ y a tın ı cok defa sert ifadeye kaçm adan te n k il etm iştir. Seyahatnam ede pek çeşîllî meselelere ı i j 2088 dair sayfalar b u lu n d u ğ u g örü lm e k te d ir. Bu kocam an , h ac im li eserde ta rih , coğ­ rafya, biyografi, folklor, dil* terâcim , k i­ tabeler, ista tistik , ziraa t ve ik tis a d iy a t gibi pek çeşitli m evzulara d air pek hol m alzem e m evcuttur. E vliy a Çelebi seyahatnam esinin ilk dört cildi 1896 y ılın d a ik d a m m a tb a a s ın ­ da, beşinci c ilt 1897 de,, altıncı c ilt 1900 de tab e d ilip n e şro lu n m u ş, y edinci cilt 1928 de İsta n b u l'd a devlet m atbaasında, sekizinci c ilt O rh a n i ye m a tb aa sın d a basılm j§, dokuzuncu c ilt 1935 te. onuncu d i t de 1938 de devlet m a tba a sın da ba­ sılarak ne şro lu n m u ştu r. İlk altj cildin neşri istib d a t devrine ra stla d ığ ın d a n bir çok p arçalar sansür yüzünden eserden ç ık a rılm ıştır. B ib liy o g ra fy a Cavid B ay su n; E v­ liy a Çelebi (İslâm Ansiklopedisi C: 4, S : 400). İsm ail H a k k ı U zunçarşılı ; K ü ta h y a şehri. M ustafa N ıh ad Ö zön; E v liy a Çe­ lebi (D e rg âh m ecm uası no: 29, 31, 32, 35). M ustafa N ih ad Özön - Faik R eşit U nat ; E v liy a Çelebi (A y lık A nsiklopedi C: 2 ). M ustafa N ih ad Ü zön; O nyedinei asır h a y a tın d a n levhalar. Reşad E krem K o ç u ; E v liy a Çelebi seyahatnam esi. W . B arth o ld ; İs lâ m m e deniy eti ta r ih i. J . D e n y ; Les pérégrinations du m uezzin E vliy a Tckelebi en R o u m an ie, X V I I I siéle. M élangés offests k M . N icolas lorga* Paris 1933.
ce de sadnâzam olma arzusuna şahit oIunmuşsa da, Öldürüldüğü sırada böyle bir neticeyi gerektiren, suçu mevcut de­ ğildi. Bu şecaat sahibi ve cesur vezir Bosna ve Budin valiliklerinde mühim hizmetler ifa etmiş, bilhassa Erdel seıdarlığında kıymetli bir kumandan oldu­ ğunu isbat etmişti. Eski maceraları "bir tarafa bırakıldığı takdirde, Sevdi Ahmed Paşa’nııı, Köprülü'nün mühim şahsiyetle­ ri ortadan kaldırma plânının kurbanı ol­ duğu anlaşılmaktadır. Apaffy M ihaly’in Erdel Kıratlığına tâyini Emrindeki ordu ile birlikte 1661 ilk ­ baharında Erdel'e giren Köse Ali Paga, Kemeny Jânos'a itaat eden birçok şehir ve kasabaları zaptettiği gibi, bazı yerle­ ri de yağma ve ihrak etti. Daha sonra E ıdel’in muteber şahsiyetlerinden bazı­ larım tatlılıkla yanına getirten A li Paşa Erdel asilzadelerinden Apaffy M ihaly’i (Apafi Mihal) kıral tâyin etti. Apafi Mihal’in kırallıga getirilmesi merasimine bizzat şahit olan Evliya Çelebi (Seyahat­ name C: 6, S: 56), o sırada genç bir adam olan Apafi'nin bir iskemle üzerine otur­ tulup Melek Ahmed Paşa tarafından ba­ şına taç konduğunu, sonra bunun ayağa kalkıp serdarın elini öptüğünü, serdar­ dan sonra da sair vezir ve beylerbeyle­ rine karşı ayni muameleyi tekrarladığı­ nı, bu hareketin arkasından da Erdel ku­ mandanlarının Apafi’nin elini öperek kendisine biat ettiklerini bildirmektedir. Erdel'in yeni kiralından da, Ekoş Barçkay'ın taahhüt etmiş olduğu bin ke­ se akçe tazminat istendi. Fakat o, m uha­ rebeler dolayısivle memleketinin tahribe uğradığını beyanla itizarda bulununca bu miktarın yarısına razı olundu. Apafi M ihal’in kıral tayininden son­ ra Erdel’den ayrılan .Serdar Köse Ali Paşa Yanve Beylerbeyi Küçük Mehmed ABAZA A p a ffy M ih a ly (M a ca rca «T o ln a i Y ila g tö rte n e lm e » a d lı k ita p ta n ) Paşa’yı bir miktar kuvvetle yeni kiralın yanında bıraktı. Köse A li Paşa'nın harekâtı sırasında Avusturya’ya çekilmiş olan Kemeny Jânos yeniden meydana çıkmak üzere fır­ sat gözetlemekteydi. Bir iş yapacağını tahmin ettiği sırada tekrar sahneye atı­ larak, toplıyabildiği kuvvetlerle Apafi MihaFin bulunduğu şehre doğru ilerle­ meye başladı. Küçük Mehmed Paşa bu durumdan haberdar olunca süratle üze­ rine yürüdü. Şegeşvar civarında cereyan eden çarpışmada Kemeny Jânos’un em­ rindeki kuvvetler mağlûp oldu ve kendisi de öldürüldü (Ocak 1662) . Kemeny’nin öldürülmesiyle rakipsiz kalan Apafi M i­ hal bu makamda yirmi seneden fazla bu­ lunmuş ve bu müddet zarfında Erdel Os­ m a n l I devletine sadık ve itaatli bir bey­ lik olarak kalmıştır. H A Ş A N P A Ş A İ S Y A N I V E K Ö P R Ü L Ü ’N Ü N Y A P T IR D I Ğ I İ D A M L A R Dördüncü Mehmed’in saltanatının, Köprülü’nün sadaretinden önceki devresinde, Anadolu’da hükümete karşı vuku bulan isyan ve muhalefet hareketleri meyanında Abaza Haşan hadisesinden de bahsedilmişti. Muhalefet hareketlerine 2089
bilfiil karışmış olan ve Yeni-il Voyvoda­ lığını yedi sekiz sene müddetle elinde tu­ tan Abaza Hasan'a Boynu-yaralı Mehmed Paşa'nın sadareti zamanında Diyarbckir Valiliği verilmiş, aradan bir sene geçtik­ ten sonra da vezaret tevcih edilerek Haleb Valiliğine nakledilmişti. İşte, aslen kapıkulu süvariliğinden yetişmiş ve evvelce de birtakım itaatsiz­ liklerde bulunmuş olan Abaza Haşan Pa­ şa, K öprülünün Erdel seferi sırasında bir defa daha isyan etti ki : bu isyan, Osmaıılı tarihindeki Celâli hareketlerinin en mühimlerinden biridir. Köprülü Mehmed Paşa sadrıâzam olunca evvelâ İstanbul’da intizam ve d i­ siplini temin etmişti. Fakat, senelerden beri devamlı denecek derecede bol mik­ tarda nizamsızlıklarla çalkalanmış olan Anadolu’nun düzen ve sükûna kavuşması biraz zamanın geçmesine bağlıydı. Ziıa bu taraftaki valilerin bir kısmı hâlâ sa­ nca ve sekban istihdamına devam edi­ yor, bunları beslemek için halktan usul­ süz olarak iazla vergi alıyor, hattâ bu sekbanlar vasıtasıyle soygunlar yaptırı­ lıyordu. Senelerce süren şekavet dolayısiyle köylülerin bir çokları çiftini çubu­ ğunu bıraktığı, yani eski Osmanlı tarih­ lerinin ifadesiyle çift bozan reâya şekli­ ne girdiğinden, lâalettayin âsi reisleri kendilerine şerik, mütegallibe ruhlu va­ liler de sarıca ve sekban yazmak üzere bunlardan kolaylıkla adam temin edebili­ yorlardı. isyanın sebebi ve peşinen arzettiği şekil Abaza Haşan Paşa’nın bu defaki is­ yanı, sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa­ nın aleyhinde bir hareket manzarası arzetmekteydi. Tabii onun aleyhinde böyle bir faaliyetin tekevvünü, . tatbik ettiği şiddet rejiminin aksülâmetinden başka bir şey değildi. Köprülü’nün sert davra­ nıp bazı kimseleri idam ettirmesi üze­ rine, Celâli ruhlu kimseler, evvelce seyyiatı bulunan şahsiyetler istikballerinden endişe duymıya başlamışlardı. Bu yüzden asker, olsuıı. sivil olsun kendisinden şüp­ hesi bulunan birçok kimseler gelip Aba­ za Haşan Paşa’mn etrafında (Naimâ ta­ rihi C: 6, S: 342) toplandılar. Bu arada birbirlerine haberler salarak toplantı sa­ hasının Konya ovası olduğunu da bil­ dirdiler. Böylece Abaza Haşan Paşa’dan başka, Şam Valisi Tayyar-zâde Vezir Ahmed Paşa, Anadolu Beylerbeyi si Can Mirza Paşa, bunlardan başka vazifeli ve­ ya açıkta bulunan oıı beşten fazla vali ve sancak beyi sarıca ve sekbanları da yan­ larında olduğu halde bir araya geldiler. Bunlara ayrıca işsiz güçsüz ve levend ta­ kımı da katıldı. Neticede Konya ovasın­ da otuz bini aşan bir kalabalık toplanmış oldu. Köprülü Mehmed Paşa Erdel sefe­ rine çıkarken bunları davet ettiyse de, bir takım savsa kİ ayıcı sözlerle sefere iş­ tirak etmediler. Zira Abaza Haşan Paşa, sefere katılmak üzere Rumeli’ye geçtiği takdirde, kendi ayağı ile yakalanmış oiacağını hesaplıyordu. Asilerin padişaha haber göndermesi Konya ovasında toplanmış olan âsi­ ler, Rumeliye geçtikleri takdirde kendi kendilerini ele vermiş olacakları, onun için, o tarafa geçmeden dilediklerini pa­ dişaha kabul ettirmek hususunda arala­ rında anlaştılar. Sayılarının kabarıklığı ve Girit harbi gibi bir meselenin de mev­ cudiyeti cihetiyle, hükümdarın, arzuları­ nı reddedemiyeceği mülâhazasında bulun dular. Onun için cesaretle dileklerini ar­ za karar verdiler. Padişaha yolladıkları ilk haberde; Köprülü'nün yeniçeri ve sipah taifesinden bin kişiyi Öldürmüş olduğuna işaret edip, onun sadarette kalması takdirinde bir gün öldürüleceklerinden korktuklarını beyanla, Bağdad fethi sırasında şehid dü­ şen Sadrıâzam Tayyar Paşa’mn oğlu Ahmed Paşa h m veziriâzamhğa tâyinini is­ tediler. Bu vaziyet karşısında bunların sefer için Rumeli’ye geçmeleri işinden vazgeçilerek, Bağdad muhafazasında bu­ lunmaları hususu kendilerine tebliğ edildi. Asiler, padişahın bu şekildeki eniri­ ni kendilerini tedip için (Naimâ tarihi C: 6, S: 345) bir oyalama telâkki ettiler. Ayrıca, Rumeli’ye şevklerinden vazgeçil­ mesini bir çekingenlik kabul etmiş olma­ lılar ki Köprülü aleyhindeki niyet ve is­ teklerini hemence açığa vurdular. Ve (Silâhdar tarih. C: 1, S: 135) bu defa : «Veziriâzam öldürülmedikçe ne sefere gide­ 2090
riz, ne de ferman olunan tarafa gitmemiz mümkündür. On beş güne kadar kat’î cevap bekleriz ; müsaade olunursa ne âlâ, yoksa biz de bildiğimiz gibi hareket ede­ riz» dediler. Bu cevabı da kendilerine padişahtan ferman getirmiş olan kapıcıbaşı ile yolladılar. Âsilerin Bursa’ya girmesi Asilerin reisi olan Abaza Haşan Pa­ şa padişahtan ümidini kesmediği içiıı adamlarmın açıktan açığa soygun yapma­ larına izin vermemişti. Fakat bu kadar kalabalık insanı beslemek meseleydi. Oııun için etrafa adam ve mektuplar sala­ rak tazyikle para temin ediyordu. Böylece, kalabalık âsi grupu Bursa’ya doğru ilerlemeye başladı. Abaza kuvvetlerinin Bursa civarına geldiklerini Sultan Mehmed öğrenince Sadaret Kaymakamı Topal Sarı Kenan Paşayı bu vazifeden azlederek Bursa muhafazasına gönderdi (16 temmuz 1658) müslümanlık mıdır? Ahdim olsuıı bun­ dan sonra katliâm ile cümlesini kılıçtan geçirip bir ferdini bu âlemde sağ koymıyacağım. Sizleri bile katlederdim, lâ ­ kin elçiye zeval yoktur; varın yıkılın gi­ din ! » İdamlar yapacağını ifade eder tarzda konuşması, ihtimal, Köprülü’nün şiddet politikası takıp ederken işine yaramış ol­ malıdır, Hâşim-zâde’ye karşı hitabından, bu sırada genç hükümdarın da, işlerin düzelebilmesi için geniş çapta idamlara taraftar bulunduğunu hükmettirecek gi­ bidir. Maamafih, kritik bir devrede, cep­ heye gitmeyi red ile sadrıâzamm değiş­ tirilmesini istiyenler karşısında fazlaca kızdığı da belli olmaktadır. Zira, Bursa kadısı Hâşim-zâde, âsilerin zoru ile gel­ diğini ifade etmesine rağmen kendisinin idamım emretmiştir. Lâkin peygamberin mensup olduğu Hâşimî soyundan gelme­ si dolayısiyle, seyyidlerden bulunması bakımından kurtarılmıştır. Padişahın âsilere sert cevabı Sadrı âzamin vaziyetten haberdar edilmesi Abaza Haşan Paşa âsîleri Bursa’ya girdikleri zaman şehrin kadısı Hâşimzâde ile eşraftan bazı kimseleri zorla Edirne'ye gönderdiler. Yeni sadaret kay­ makamı Ali Paşa vaziyeti padişaha arzedince Sultan Mehmed bunları huzuru­ na çağırdı. Ve kendilerine «sizi kim gön­ derdi?» diye (Naimâ tarihi C: 6, S: 347) sordu, onlar da «Abaza Haşan Paşa kuluııuz ile yanında bulunan kullarınız gön­ derdi» deyince, Sultan Mehmed şöyle ko­ nuştu : «— Hâşâ, onlar benim kullarım de­ ğildir; onlar şeytanın kullarıdır. Leh K ı­ ralı kâfir iken bu gazay-ı azime imdad eyledi. Bunlar m ü m in ve muvahhid ve padişah-ı İslâm kuluyuz derler, ehl-i din ehl-i İslama lâyık olan bu mudur ki, ves vese-j şeytaniye ile başı korkusuna dü­ şüp bu kadar adamı kendüye uydurup küfran-ı nimet ede. Bundan önce afv ve emam müş’ir hat gönderdim. Bu fikri fasidden feragat edip bu tarafa gelmek­ ten korkarlarsa Bağdad muhafazasına varsınlar, yahut cemiyetlerini dağıtıp her kes vazifesi başına gitsin, veziriâzam azl edilecek zaman değildir, dedim. Bundan sonra padişah emrine itaat etmemek Dördüncü Mehmed, Abaza’dan gelen kâğıtları, âsilere ferman götürerek niyet ve durumlarını bizzat müşahede etmiş olaıı kapıcıbaşılardan Zencefli-oğlu Ha­ şan A ğaya verip Erdel'de bulunan sadrıâzama gönderdi. Bu arada, gözünle gör­ müş olduğu âsilerin durumunu da anlat diye tenbihatta bulundu. Zencefli-oğlu sadnâzamı bulııp kendisine vaziyeti anla­ tınca. Köprülü, âsilere ait sözler etrafta duyulur da bir fesada sebep olur diye kendisine hatt-ı humâyun ve haber ge­ tiren Zenceili-oğlu'nu öldürttü. Köprülü Mehmed Paşa bundan son­ ra emrindeki orduda bulunan kapıkulu .askerinin ihtiyar ve subaylarını çağıra­ rak bunlarla görüştü; sonra askerin ağ­ zından, Abaza ordusuna iltihak etmiş ka­ pıkulu zümresine, âsiden sıyrılıp orduya katılmaları hususunda haber gönderdi. Köprülü, bu haberinde, onları düşmana karşı birlikte kılıç kullanmaya davet ediyor, gelmedikleri takdirde Erdel işi b i­ tince üzerlerine yürüyeceğini de belirti­ yordu. Abaza Haşan Paşa ise sadrıâzamın gönderdiği bu haberden malûmatta r olunca :
«— Mademki sözümüz geçmedi, bun­ dan sonra bizi de Acem Şahı gibi kavi bir düşman bilsinler. Bundan sonra R u­ meli onların, Anadolu bizim olsun, b il­ diklerinden geri kalmasınlar® dedi. Köprülü’ye muhalefet şeklinde başlamış olan Abaza Haşan Paşa isyanı böyleee devle­ te muhalefet ve ülkeyi ikiye bölmeyi he­ def tutucu bir şekle bürünmüş oldu. Hat­ tâ Abaza Haşan Paşa bunu sadece sözde de bırakmıyarak Bursa tarafını tamamiyle istilâ edip, yanında bulunan ümeraya ' eyâlet ve sancak tevcihine (Naimâ tarihi C: 6, S: 349) bile başladı. Bu arada âsiler etrafı yağma ve tahribe de koyuldular. Naimâ ve S ilâh dar tarihlerindeki kayda göre; Abaza Haşan Paşa, Anadolu bizim olsun diyerek memur tayini yaparken padişahtan daha ümidini kesmemiş ve bu hareketleriyle hükümdarı sıkıştırarak yola getirme gayesini gözetmiştir. Gerçi, işi memurlar tayinine kadar ileri götüren bir âsinin bu neviden hareketini, bir taz­ yik metodu şeî.linde tefsir biraz isabet­ siz gibi görünürse de, Köprülü'nün şid­ deti karşısında, âsi zümresine dâhil bir çok kimsenin mazideki seyviatları yüzün­ den hayatlarından endişe edişlerinin açıkça belli oluşu, ayni zamanda K öprülü'­ nün öldürülerek Tayyar Paşa-zâde Ahmed Paşa’nın sadarete getirilmesini iste­ yişleri de gözönüne alınınca, mezkûr m ü­ verrihlerin verdikleri bu bilgi veya ıtıütaleanın doğruluğuna inanmamaya da se­ bep yoktur. Padişah ve K ö p r ü lü ’n ü n m ü şk ü l d u ru m la rı Âsilerin istekleri ve her gün biraz daha büyüyen cemiyetleri dolayısiyle pa­ dişah da, Sadrıâzam Köprülü de müşkül durumda kalmış oluyorlardı. Genç h ü ­ kümdar, âsilerin fiilî tazyiklerine göğüs germiş ve yumuşamamıştı. Asiler, Köp­ rülü’nün hıristiyanlara karşı seferi esna­ sında onun aleyhinde kıyam etmekle, gö­ rünürde, isyan için uygun bir zaman seç­ miş değillerdi. Zira, padişahın sözlerine dikkat edilecek olursa hıristivanlarla muharebe edilirken bunların seferden istinkâfları, Sultan Mehmed üzerinde aksi bir tesir meydana getirmiş ve şartlı ola­ rak Sadrıâzam yaptığı KöprüJü’yü daha fazla tutmasına âmil olmuştur. Dördüncü Mehmed, K öprülüy ü tutmakla, metin ve sözlerinde sebatkâr olduğunu, aynı za­ manda memlekette devlet otoritesinin hâkimiyetini istediğini göstermekle be­ raber, Anadolu’daki vaziyetten endişe duymaması da imkânsızdı. Padişahın bu durumuna karşılık, Köprülü’nün vaziyeti elbette ziyadesiyle nazikti. Bu derece bü­ yük bir kalabalık onun aleyhinde düşün­ düğüne ve bu düşüncelerini etrafa ilân ettiklerine göre, hükümdarın onların ar­ zularına hafif meyli derhal boynunun uçurulmasına âmil olacaktı. Bu dâvada Köprülüyü tutan padişah, «küffar ile gazaya memur iken fesat çı­ karıp gazaya gitmeyenler kâfirden eşeddir» diye fetva çıkarttırarak İstanbul’da bulunan ulemanın da imza etmeleri için kaymakama gönderdi. Ulemanın imzasını müteakip bu fetvanın suretlerini çıkart­ tırarak etraftaki vilâyet ve kazalara gön­ derdi, Bir taraftan da Bağdad muhafa­ zasına memur Diyarbekir valisi Murtaza Paşa’ya seraskerlik fermanı yolladı. Kürt beyleri ile Diyarbekir ve Erzurum as­ kerlerinin âsileri ezmek için seraskerin idaresinde birleşmeleri emredildi. Bu sı­ rada Edirneli Suhte (Softa) Mahmud Pa­ şa’ya da Haleb valiliği tevcih edildi. Haleb askeri Abaza Haşan Paşa’nın eli al­ tında olduğundan buraya vali tayin edi­ len Mahmud Paşa îçei askeri ile serda­ rın emrine girecekti. Tabii bütün bu ha­ reketler padişahın Köprülü’yü tutması­ nın bir neticesiydi. Nitekim müverrih Naimâ (C: 6, S: 350) bu noktaya işaretle diyor ki : «elhasıl saadetlü padişah-ı âlempenah hazretleri sadrıâzam kullarını himavet ve sıyanet hususunda şoi mer­ tebe izhar-ı salâ’oet ve metanet buyurdu­ lar k i; huzur-u humâyunda anın hilâfı­ na bir söz söylemeğe kimsenin cesareti kalmamış idi. Erkân-ı devlet ve rical-i saltanatın ekserisi, belki bu şahısların hepsi sadnâzamın kılıcı ile kahrolacak­ larından korktuktan için zevalini bekle­ mekte ve Abaza Haşan cemiyetinin ne­ ticeye ulaşmasını bin can ile istemekte idiler». Üsküdar ve civarda alınan tedbirler Abaza Haşan Paşa idaresindeki âsi­ ler İstanbul yakınında bulundukları için 2092
bazı tedbirlere tevessül oluııdu. Lâkiıı başvurulan tedbirlerden umulan netice istihsal olunamıyordu. Bu cümleden ola­ rak : Bursa muhafazasına gönderilmiş olan Kenan Paşa buraya gidince Abaza Haşan ile gizliden mektuplaşmış ve onun kuvvetleri için barut, kurşun, at nalı, za­ hire ve para biriktirmiş, sonunda da bun­ ları alarak Abaza'ya iltihak etmiş bulu­ nuyordu. Onun böyle yapmasını mütea­ kip Çavuş-oğlu Meiımed Paşa Gemlik muhafazasına memur edildiyse de, Aba­ za o tarafa kuvvet sevkedince, Gemlik ve Mudanya tarafında tutunamayıp selâme­ ti gemiye binip Mudanya’dan ayrılmak­ ta buldu. Çavuş-oğlu’nun da burada uıtunamaması üzerine siyah ağalığından paşalığa yükselmiş olan Konakçı Ali Paşa’va Anadolu beylerbeyliği verilerek serdar Murtaza Paşa gelinceye kadar İs­ tanbul civarının muhafazasına memur olundu. İstanbul kaymakamı Kırkayak Si­ nan Paşa da Üsküdar muhafazasına me­ mur edildiğinden bu tarafa toplar geçi­ rerek siperler kazdırmaya başladı. Halkın hissiyatı ve Sadrıâzam m acele İstanbul’a çağırılması Abaza kuvvetlerinin İstanbul'un ya­ kınında bulunmaları sebebiyle lıalk cid­ di şekilde korkuya kapılmıştı. Üsküdar halkından bir çok kimselerin, eşyalarım İstanbul tarafına nalettiği, hattâ civarda­ ki bağ ve bahçe sahiplerinin eşkiya kor­ kusundan zamanından önce bağlarım bozduğu görülüyordu. Devlet erkânı ve askerlerin Köprülü’den duydukları kor­ ku bir nefret hissi şeklinde halka inti­ kal etmeye başlamıştı. Gerek Köprülü’­ den duyulan korku, gerekse âsi takımı­ nın çok kalabalık olması sebebiyle bun­ lara galip gelmenin güçlüğü hesaplana­ rak, hemen herkes Abaza'nın muvaffak olmasını istiyordu. Sultan Mehmed «hal­ kın bu mertebe Celâli tarafına meylini ve sadnâzamdan nefretini» görünce, şu hatt-ı humâyûnu (Naimâ C: 6, S: 352) yazarak sadrıâzamı acele çağırdı : «Benim lalam, Abaza Haşan dedik­ leri şakinin hakkında eli silâh tutanla­ rın harekete geçmesini ferman ettim; lâ ­ kin cemiyetleri gittikçe ziyade olmak­ tadır. Zapt-ı rapt-ı umura müteallik o­ lan hizmetine hased edip senden hoşnut olmadıkları için halkın çoğu eşkiya tara­ fına meyi üzeredir. Suhuletle def’ olmaz ve ihmal götürmez iştir; hâlâ memur ol­ duğu umurdan ve feth-i kaleden bu ga­ ilenin def’ini ehem ve takdimdir. Mühr-ü vekâletin sana lâzım ise tehir ve tevak­ kuf etmeyip bir gün evvel erişesin». Sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa bu fermam alınca Erdel’den yola çıkarak ha­ reketinden yirmi gün sonra Edirne’ye vâ­ sıl oldu (12 ekim 1658 - 14 muharrem 1069) . Ayak divanı ve padişahın İstanbul’a gelmesi Köprülü Mehmed Paşa’nııı Edirne’ye gelişinden üç gün sonra otağ-ı hümâyûn­ dan başka vezirler, şeyhülislâm, kazas­ kerler, yeniçeri ağası, bölük ağalan ve daha bazı erkânın hazır bulunduğu bu avak divanında Abaza Haşan meselesi gö­ rüşüldü. Bu arada padişah : «— Abaza Haşan dedikleri mel’un emr-i hümâyûnuma inkıyad etmeyip bu sene-i mübarekede vaki olan gazaya mâ­ ni olup, küffara yardım etmekle isyanını izhar eyledi ve bir alay eşyiyayı başına toplayıp Anadolu memleketini yağma ve garet ile fesada verdi, üzerine seferim vardır, gitmeniz memul-i hümâyûnumdur, gider misiniz?» Deyince, orada bulunanlar : «Uğurunuzda can ve başımız fedadır, gideriz. Ve ahdimiz üzere dururuz, ta haklarından gelinceye kadar kılıçlarımızı bellerimizden çıkarmayız» dediler. Bu arada padişahtan, korkularından dolayı Abaza cemiyetine dâhil olanlardan bu ta­ rafa gelip itaatlarını bildirenlerin afları­ nı rica (Naimâ tarihi C: 6, S: 371) etti­ ler. Padişah da bu ricayı kabul etti. Bir aralık ayak divanında hazır bulunan zağarcı-başı, isyan edenlerin de kendileri gibi müslüman olması dolayısıyle onlara nasıl kılıç çekileceğini sorması üzerine Şeyhülislâm Bolevi Mustafa Efendi Abaza hakkında verdiği fetvayı yüksek ses­ le okuyunca tereddütler dağıldı. Ayak divanı akdinin beşinci günü, yani 20 ekim 1658 günü Dördüncü Meh­ med ordu ile Edirne’den hareketle on gün sonra İstanbul’a vâsıl oldu. 2093
P adişahın Ü sk ü d a r’a geçmesi Dördüncü Mehmed Edirne'den İs­ tanbul’a dönünce havaların soğuyup k ı­ şın yaklaşmasına rağmen saraya çekilnııyerek otağını Kâğıthane ye (S ilâh dar ta­ rihi C: 1, S: 143) kurdurdu. Burada as­ kere altı aylık maaş verildi. Ondan son­ ra 13 kasım 1658 de Üsküdar’a geçti. Pa­ dişah Üsküdar'a geçtiği sırada, kısa bir müddet önce tayinleri yapılmış olan Anadolu valisi Konakçı Ali Paşa’nın m ü­ tesellimi Kütahya’ya, Ankara sancak be­ yi Neyzen Hasaıı Paşa’nın mütesellimi de Ankara’ya giderek şehrin idaresini teslim almışlardı. Böylece İstanbul’dan hükümet kuvvetleri ilerleyince, âsilerin, geride sığınacakları bir yerleri yok de­ mekti. B li sırada Murtaza Paşa kuvvet­ leri de Sivas’a kadar gelmişti. Hükümet kuvvetlerinin hazırlıklarının epeyce iler­ lediğini gören Abaza Haşan Paşa Bursa taraflarından Eskişehir’e çekildi. Mütesellimi pek zahmetle Kütahya’­ ya girmeye muvaffak olmuş bulunan Ko­ nakçı Ali Paşa’ya bir taraftan da İzmit tarafına âsileri yaklaştırmama vazifesi verilmişti. Fakat bir gün Abaza’nın gön­ derdiği dört bin kişinin ani baskınına maruz kalan Ali Paşa (Silâhdar tarihi C: 1, S: 147) vuku bulan çarpışmada yara­ lanıp kuvvetleri perişan oldu, adamları­ nın çoğu da kılıçtan geçirildi. K ö p rülü’nün öldürttüğü sipahiler Anadolu’da ve bilhassa Abaza Hasaıı Paşa’nin maiyetinde bulunan sipahiler, İstanbul’da mevcut tekmil kapıkulu as­ kerine iki kist mevacip, yani altı aylık maaş verildiğini duyunca bundan mah­ rum kalmak istemediler. Abaza Haşan Paşa’nın maiyetinde toplanmış olan beşbinden fazla sipahi, Abaza’nın tertip ve plânı gereğince, zahirde itaat etmiş gö­ rünerek İstanbul'a gelecek ve maaşları­ nı alacak, bu arada İstanbul’daki sipahi­ leri de kendilerine uyduracak ve bir fır­ sat düşürerek (Naimâ tarihi C: 6, S: 367) Sadrıâzam Köprülüyü öldüreceklerdi. Bu plân üzerine yemin eden Abaza’nın ya­ nındaki sipahiler maaş almak bahanesiy­ le bölük bölük İstanbul’a gelmeye baş­ ladılar. Lâkin âsiler takımına karışmış olan sipahilerin bu tertipleri muvaffak olamadı. Zira her sınıf asker arasında casusları bulunan Köprülü Mehmed Pa­ şa, aleyhindeki tertibattan haberdar ol­ du. Bunun üzerine sipahi defterlerini ge­ tirterek yedibin sipahinin adını defter­ den sildirdi. Yalnız bu muamele ile de kalmıyarak defterden isimleri çıkarılan sipahilerin künyelerini Murtaza Paşa ve onun emrindeki paşalara tamim ederek yakalananların derhal öldürülmelerini emretti. Ayrıca yollan da tutturarak İs­ tanbul’a gelenlerden bir kafile idam olu­ nunca diğerleri bunu duyup geri döndü­ ler. İstanbul'a gelmiş bulunan sipahiler­ den üç yüz kişi yakalanıp otağ-ı hüm â­ yûn önünde boyunları vuruldu. Böylece birkaç gün zarfında binden fazla sipahi öldürülmüş oldu. Mehmed Halife (Tarih-i Gilmâni S: 57) nin kaydına göre; padişahın Üskü­ dar’a geçmesi, Abaza üzerine bizzat git­ mek istemesinden dolayı idi. Fakat ve­ ziriazam ve sair devlet erkânı bunu uy­ gun bulmadılar. Bu arada Veziriazam Köprülü de sefere çıkmaktan çekindi. Z i­ ra, asker arasında kendi aleyhinde tür­ lü dedikodular dolaşıyor ve : «biz niçin karındaşlarımıza ve ocakdaşlanmıza k ı­ lıç çekip cenk ederiz? iki adam birbiri­ ne düşmüş, onlar için ibadullahın kanı­ nın dökülmesi reva mıdır? Veziriazam ocağımıza düşmanlık ediyor, hâlâ bu ka­ dar bin adamın esamilerini sildi ve bu kadarını katlettirdi. Gittiğimiz takdirde cenk değil belki veziri tutup Haşan Paşa­ ya veririz maslahat hâsıl olur» diyor­ lardı. M urtaza Paşa’nuı Ilgın civarında Abaza’ya yenilmesi Serdar Murtaza Paşa nihayet âsilere epeyce yakın mesafeye kadar gelmişti. Abaza’ya doğru yaklaşırken mümkün ol­ duğu kadar uyanık davranmaya gayret ediyordu. Ankara’ya ulaştığı sırada, Haleb valiliğine tayin edilmiş olan Softa Mahmud Paşa, Kars’tan mazûl Koca Dilâver Paşa ve Abaza Haşan Paşa’nın da­ madı ve Haleb’de mütesellimi olan Hamamct-oğlu da binden fazla sekbanı ile gelip kendisine m ülâki olmuşlardı. Zahi­ ren hükümete bağlılık gösteren bu adam­ lar aslında Abaza ile muhaberede idiler. 2094
Murtaza Paşa her üçünüıı de mektupla­ rını yakaladığı cihetle derhal katlettirdi (Silâhdar tarihi C: 1, S: 148-149) ve başlarım suçluluklarının işareti olaıı m e k t u p l a r î y l e birlikte İstanbul'a yolladı. Abaza Haşan Paşa’nın Anadolu için­ de casusları bulunduğundan serdarın va­ ziyetinden muntazaman haber alıyordu. Nitekim Murtaza Paşa Eskişehir’e yak­ laşınca kendisi Konya’ya doğru teveccüh etti. Muntazam haber alması sebebiyle serdar yaklaştıkça çekiliyor ve ordunun oyalanıp yorulmasına âm il oluyordu. Abaza’yı bir an önce yakalamak isteyen serdar nihayet sür’atle ilerliyerek Ilgm ’a geldi. Bu sırada firar etmiş gibi görünen Abaza Haşan Paşa bir pusu tertip ede­ rek seraskerin idaresindeki kuvvetler üzerine birdenbire yükleniverdi (11 aralık 1658) . Serdarın ordusu mukabeleye ça­ lıştıysa da bu beklenmiyen darbe karşı­ sında mağlûp oldu. Ilgın civarındaki bu muharebede iki taraftan sekizbin kişi (Naimâ tarihi C: 6, S: 380) can vermiş­ ti. Serdar Murtaza Paşa Afyonkarahisara çekildi. Orada ordusunun etrafa da­ ğılan kısmım topladıktan sonra Konya'­ ya gitti. Murtaza Paşa, ağırlıkları düşman eline geçecek derecede mağlûp olmasına rağmen, haşin tabiatli Köprülü, serdarı korkutup gücendirecek bir şey söyleme­ di. B il’akis, serdarlığının devam ettiğini, eşkivanm hakkından gelmesini, ilkba­ harda asker gönderileceğini bildirdi. Serdarın mağlûbiyeti padişah ve sadrıâzamda üzüntü yarattıysa da kış so­ ğuklarının içinde bulunulduğundan ba­ han beklemekten gayri yapılacak iş yok­ tu. Âsilerin mutlaka hakkından gelin­ mesini göstermek isteyen padişah, sara­ ya dönmiyerek kışı Üsküdar bahçesinde geçirmek istedi. Fakat bir müddet son­ ra sadnâzamın ricası ile sarayı âmireye avdet etti. Abaza ve sair âsi reislerin öldürülm esi Askerini yeniden derleyip toparlıyaıı Murtaza Paşa kumandanları ile yap­ tığı görüşme sonunda Haleb’e gitmeye karar verdi. Zaten daha Afyonkarahisar’da iken Anadolu, Sivas, Karaman vali­ leri ile yeni Şam valisi Kadri ve Haleb valisi Tutsak (Konakçı) Ali paşalar ken­ disine iltihak ettikleri cihetle kuvvetlen­ miş bulunuyordu. Bu kuvvetler bir ara­ ya gelirken Abaza Haşan Paşa da Anteb’e çekilmişti. Murtaza Paşa Haleb’e gelince Anteb etıafmdaki yolları kesti­ rerek âsileri erzaksız bırakmak için sıkı tedbirler aldı. Âsilerin bulundukları yer­ den başka tarafa çekilip gitmeleri de zi­ yadesiyle güçleşti. Bu arada Murtaza ve Konakçı Paşa’nuı plân ve tedbirleriyle âsi kuvvetler arasına adamlar salındı. Bunların yaptıkları telkinler neticesinde âsilerden birçok kimseler Abaza ordusun­ dan kaçarak hükümet kuvvetlerine ilti­ haka başladılar. Ayrıca Abaza ordusun­ daki sipahi bölükbaşılarına haber gön­ derilerek âsilerden ayrıldıkları takdirde affedilecekleri yeminlerle temin edildi. Ve mezkûr şahıslar bu hususa inandırıl­ dı. Abaza ordusunun baş-bölükbaşısına paşalık vadolunarak gizlice elde edildi. Baş-bölükbaşıya Anteb müftüsü ile Kilis kadısının da iltihakı ile Abaza ordusu bir takım dolambaçlı yollarla içerden çöker­ tildi. Baş-bölükbaşının sözlerine inanan Abaza Haşan Paşa kuvvetlerinden bir kısmının serdarın ordusuna katılmaları­ na razı oldu. Gûya bunlar yalandan ita­ at etmiş görünüp serdarın ordusundaki adamlardan bir çok kişiyi de kendi tara­ fına çevirip bir hücumla Haleb kalesini zaptecleceklerdi. Bir müddet sonra bu gi­ den askerden, serdar ordusundakileri el­ de ettiklerine dair haberler geldi. Tabii bu kâğıtlardaki haberlerin aslı faslı ol­ mayıp hazırlanan aldatma plânının bir icabıydı. Haleb’i alacak kuvvetlerden ha­ ber gelince, yine plân gereğince, Abaza Haşan Paşanın da itaat etmiş görünerek serdar ordusu arasına girmesi lâzımdı. Abaza’yı kandırma plânı muvaffakiyetle işlerken, Anteb müftüsü ile Kilis kadısı araya girip serdar nezdinde tavassutta bulunarak Abaza'nın affına dair yeminli kâğıtları getirdiler. Bunun üzerine Abaza Haşan Paşa maiyetindeki paşa ve arkadaşlariyle birlikte Haleb’e gelerek Mur­ taza Paşa’ya dehalet etti. Böylece kan dökülmeden Abaza’nın kocaman ordusu erimiş, kendisi de bü­ tün adamları ile birlikte kafese girmiş oluyordu. Abaza Haşan ve arkadaşları serdar tarafından gayet iyi karşılanıp m i­ 2095
safir edildi ve kendilerine tam itinıad gel­ mesi için afları hususunda İstanbul'a arizalar yazıldı. Murtaza Paşa bunlara fev­ kalâde iltifat göstererek (Naimâ tarihi C: 6, S: 389) Ab a;'a Haşan, Tayyar-zâde Ahmed ve Sarı Kenan paşaları kendi ko­ nağında. geride kalan ikinci derecedeki paşaları da Haleb valisi ile şehir eşrafı­ nın konaklarında misafir etti. Serdar Murtaza Paşa, âsi paşaların misafir edildikleri yerlere adamlar tah­ sis ederek kaleden top atıldığı zaman pa­ şaların derhal öldürülmelerini emretti. Bu plân da kararlaştırılınca Murtaza Pa­ şa kendi konağındaki paşalarla yemek yeyip yatsıya kadar sohbet etti. Yatsı na­ mazı için abdest almak üzere dışarı çık­ tığı sırada tenbihli adamlar içeri girerek üç paşayı hançerliyerek öldürdüler (16 şubat 1659 - 23 cemaziyülevvel 1069) . Bunların işlerinin bitirilmesini müteakip yine ayni gece (Naimâ tarihinde 24 ce­ maziyülevvel) kaleden atılan işaret topu ile diğerleri de bulundukları evlerde ay­ ni akıbete uğratıldılar. Abaza Hasa«, Tayyar Faşa-zâde ve Sarı Kenan Paşa­ lardan başka öldürülenler şunlardı : Ali Mirza Paşa, Deli Ferhad Paşa, oğlu Yah­ ya Bey, Hadım kardeşi Haşan Ağa ve üç oğlu, Abaza Haşan Paşa’nın kethü­ dası Kefeli A li Ağa, kapıcılar kethüdası Mahmud Ağa, Tayyar Paşa-2 âde Ahmed Paşa’nm kardeşi Mustafa Paşa, Abaza ordusunda yeniçeri ağası olan Mir Alî, Abaza ordu kadısı Tekeli Abdülvehab ve daha bazı kimselerle birlikte otuz bir kişi idi. Bunların hepsinin dc başları İstan­ bul’a gönderildi. Abaza Haşan Paşa hâdisesi böylece halledilince vilâyetlere hatt-ı hümâyun­ lar yazılarak rastlanacak sarıca ve sek­ banların derhal öldürülmeleri emredildi. Bu kat’î hüküm lü emirleri müetakıp onbinden fazla (Silâhdar tarihi C; 1, S: 157) adam öldürüldü. Öldürülen kimselerin mühimlerinin başlan İstanbul’a gönde­ rildiği, ayrıca hükümet merkezinde de idamlar vuku bulduğu cihetle bir sene müddetle Divan-ı hümâyûn önünde her £ün onbeş yirmi insan başı eksik olmadı. A ntalya’da Körbey hâdisesi Antalya sancağına arpalık olarak m u­ tasarrıf bulunan Körbey nâmı ile maruf Mustafa Paşa, devlet nizamının gevşek­ lik ve bozukluğundan faydalanarak ev­ velce isyan etmiş ve etrafına fazla zarar vermeden isyanı bastırılmıştı. Bu defa Abaza hâdisesinden istifade ile tekrar baş kaldırınca, karadan Manisa sancak beyi Küçük Mehmed Paşa, denizden de Kaptar,-ı derya sevkedilmişti (11 mart 1659). Bunların Antalya’ya giderek ka­ lesini sıkıştırmaları üzerine, Antalya hal­ kı Körbey’i kaptan-ı deryaya teslim et­ tiler. Kaptan-ı derya, Körbey Mustafa Paşa ve daha b a n kimseleri idam ettirip başlarını İstanbul’a yolladı. Şam ’da Yerli-kulu hâdisesi Hudut kaleleri ile dahildeki mühim yerlere mevcut kanun gereğince üç se­ nede bir değiştirilmek üzere yeniçeri gönderilirdi. Gidenlerin müddeti bitince İstanbul’a döner onların yerini de yeni bir kafile yeniçeri alırdı. Şam kalesi de böyle bir kaç bölük yeniçeri gönderilen yerlerdendi. Dahilî gaileler çoğaldığı za­ man, buraya yeniçeri gönderilmemiş ve mevcut başka bir kanuna istinaden yerii-kulu alınmıştı. Mahalli halktan temin edilen yerli-kulunun maaşları o mıntakanın halkı tarafından ödenirdi. Şam’­ daki yerli-kulu efradının adedi fazlala­ şınca şımarmışlardı. Bunlar valileri ra­ hat bırakmadıkları gibi bir sürü suiisti­ mallere de meydan vermekte (Naimâ ta­ rihi C: 6, S:396) idiler. Köprülü Mehmed Paşa, Abaza isyanının bastırılmasından sonra Şam’daki yerli-kulunun şımarıklık ve suiistimallerine son verdirtti. Bu arada yüz kadar yerli-kulu katledildi (1659) . Müfettiş İsm ail Faşa’nın A nadolu’da­ ki teftiş ve idam ları Köprülü Mehmed Paşa, Abaza isya­ nının bastırılmasından ve bu arada bir sürü insanın başının uçurulmasmdan son­ ra da bu çeşit işleri bitmiş kabul etmedi. Celâliliğin kökünü kazıyabilmek için in­ safsızca davranmakta devam etti. Artık çocukluk devresini atlatır çağda bulunan padişahın da, onun bu neviden icraatına cevaz verdiği anlaşılıyordu. Zira idam hâdiselerinin bir kısmı padişahın ferma­ nına istinaden icra olunuyordu. 2096
Verirdik mııiral senlisinin, (^ıınakkalo Kiir-ka|>laıı Mni'ml^o'nıın (Mufassal Osmanlı Tarihi tablosu No. 40) I$n£;;r/ırn!:t Topçu Kura Mclıınutfiu Rİillcsi il« infilâkı, cesedi ve amirallik fenerinin kurtarılırı (1657).

Abaza Hasaıı isyanının bastırılma­ sından sonra 1659 temmuzunda padişah Bursa'ya gitmiş bulunuyordu. Bu sırada İstanbul kaymakamı vezir İsmail Paşa Bursa’ya davet (Naimâ C: 6, S: 415) olunmuştu. İstanbul ihtisap ağalığında bulunduğu sırada kendisini tanıtan ve buradaki muvaffakiyetini müteakip da­ ha bazı vazifelerde bulunduktan sonra bir sene önce vezirlik payesini elde et­ miş olan İsmail Paşa’ya Anadolu müfet­ tişliği vazifesi verildi. Üsküdar'dan Ara­ bistan'a kadar uzanan sahayı teftişe me­ mur edilen İsmail Paşa Celâlilerle bir­ likte bulunmuş, onlara yardım ve yatak­ lık etmiş kimseleri yakalayıp öldürecek­ ti. Bu çeşit adamlar ister yeniçeri, ister sipahi, çavuş, müteferrika, beylerbeyi, kadı, soîta, hattâ isterse sâdattaıı olsun hiçbir hususiyetine bakılmadan ortadan kaldırılacaktı. İsmail Paşa bu sıkı talimata uyarak geniş selâhiyetle Anadolu’yu taradı ve Celâlilikle uzaktan yakından alâkası bu­ lunanları yakalayıp boğdurdu ve başları­ nı İstanbul’a yolladı. Celâlîlikle alâkası bulunan kimseler temizlenirken haksız İsmail Paşa bu arada halkın elinde buiunan tüfenkleri de topladı. Naimâ’nın kaydına göre İsmail Paşa İstanbul’a sek­ sen bin iüfenk teslim etmiştir. M ısır’da Çerce Beyinin çıkardığı lıâdise Antalya’daki KÖrbey gibi, devletin çeşitli gailelerle meşgul bulunmasından istifadeye çalışanlardan biri de Mısır’da Çerce Beyi Çerkeş Mehmed Beydi. Bîr tarafta Erdel harbi devam eder, Anado­ lu ’da da Abaza Haşan isyanı hüküm sü­ rerken Mısır’ın bu yerli Çerkeş beyi et­ rafına topladığı onbin kişiye istinaden Kalıire’yi alıp Mısır’a hâkim olmak (Silâhdar tarihi C: 1, S: 1662) sevdasına ka­ pıldı. Bu niyetini kuvveden fiile çıkar­ mak isterken bazı ümerayı da elde et­ miş bulunuyordu. Nihayet Kahire’ye doğru yaklaşıp Mısır valisi Şah Gazi Paşa'ya Kahire’yi terketmesi için haber yol­ ladı. Mısır valisi asker ve ümera ile ko­ nuşup onların devlete sadakata devam ettiklerini anlayınca, Çerce beyine mu kabele İçin hazırlıklara başladı. Mehmed Bey, Kahire’deki hazırlıkları öğrenince geri çekildi- Kısa bir müddet sonra, ev­ velkinden daha fasla kuvvetle niyetini tahakkuk ettirmek üzere Kahire'ye yak­ laştı. Bu defa etrafında otuzbin kişi (Naimâ C: 6, S: 406) vardı. Fakat bunun kalabalık kuvveti bir işe varamadı. Şah Gazi Paşa’nın sevkettıği beşbin asker bunları perişan etmeye kâfi geldi. Çerce beyi de emirülhac Kaytas Bey tarafın­ dan yakalandı (1659) . Gazi Paşa, Mısır’a hâkimiyet dâvasına kalkmış olan bu adamın ve ileri gelen şahsiyetlerinin baş­ larını kesip İstanbul’a yolladı. F a/il Ahmed Paşa’nm sadrıâzam olması Sultan Mehmed, Abaza isyanının bas­ tırılmasından sonra Bursa’ya gittiği ;a~ man, Sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa’nın oğlu Fazıl Ahmed Beyi oraya çağı­ rarak kendisine vezaretle Erzurum va­ liliğini tevcih etmişti (21 ağustos 1659). Köprülü Mehmed Paşa sadrıâzam ol­ duğu sırada zaten bir hayli yaşlı idi. Sadnâzamlığı devresinde pek çok gaileli işlerle uğraştığından yaşlı vücudu daha fazla yıpranmıştı. Köprülü Mehmed Pa­ şa hastalandığı zaman padişah’a : «— Rahat olmak isterseniz ben ölün­ ce sadaret makamını Haleb valisi G|,ium Fazıl Ahmed Paşa’ya veriniz». Diye tavsiyede bulunmuştu. Köprülü böyle bir tavsiyede bulunduğu sıraca, mühim şahsiyetler muhtelif sebep veya bahanelerle öldürülmüş olduğundan şöh­ retli bir kimse de mevcut değil gibiydi. Gerek devlet ricalinin bu durumu srzetmesi, gerekse Köprülü'nün tavsiyesinin gözönünde bulundurulması sebebiyle, onun ölümü üzerine, Sultan Mehmed, Köp­ rülü'nün büyiik oğlu olan Fazıl Ahmed Paşa’yı sadrıâzam tâyin etti. Köprülü Mehmed Paşa’mn ölümü Anadolu'da duyulunca Aydın ve Saruhan tarafında kalmış olan sipah zorbaları baş­ larına adam toplıyarak sekavete başladılarsa da, Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa eniştesi Kaplan Mustafa Paşa’yı gönde­ rerek isyanı derhal bastırttı. Bunun dı­ şında da Fazıl Ahmed Paşa’nın sadareti esnasında başka bir asayiş meselesi de görülmedi. 2097
VENEDİK HASBİ VE GİRİT’İN' ZAPTI Sultan İbrahim zamanında 1645 yı­ lında bilfiil başlamış olan Venedik harbi o vakitten beri devanı etmekteydi. Dalmaçya kıyılarında da bir cephe bulun­ makla beraber, Venedik harbinin esas siklet merkezi Girit adasmdavcü. Bu cil­ dimizde 1962 - 1976 mcı sayfalar arasın­ da anlatıldığı veçhile, Girit’te bazı yer­ ler zaptedilmekle beraber, donanmanın kendisinden bekleneni başaramaması yü­ zünden, adadaki çarpışmalar Kandıye et­ rafında bir mevzi harbi şekline bürün­ müştü. Daha Sultan İbrahim padişah bu­ lunmaktayken Venedik donanması Ça­ nakkale boğazı ağzını kapatmıştı. Donan­ ma Girit’le muvasalayı temin edemedi­ ğinden, adadaki askerin ihtiyacı olan pa­ ra, mühimmat, erzak Moraya kadar ka­ radan gönderiliyor, oradan da bey gemi­ leri ile Girit’e nakle çalışılıyordu. Bu yüzden adadaki asker binbir sıkıntı için­ de harp etmekteydi. Osmanlı donanma­ sının başarısız duruma düşmesi, Kâtib Çelebi’nin kanaatına göre (Esfar-ül-bihar S: 174) ; hıristiyan devletler kadar coğrafya fennine ehemmiyet verilmeme­ sinden ileri geliyordu. Coğrafya fenni ke­ limesiyle denizcilik fennîni kasdettiği an­ laşılan Kâtib Çelebi bu mütaleasmda haklıydı. Bu yüzdendir ki harp hem se­ nelerce uzadı, hem de çok sıkıntılı dev­ reler geçirdi. Çanakkale boğazının kapanması se­ bebiyle harbin sıklet merkezi boğaz önü­ ne kaymış, daha isabetli bir ifade ile Ça­ nakkale boğazı önünde Girit kadar ehem­ miyetli yeni bir cephe teşekkül etmişti. Dördüncü Mehmed zamanında, Köprülü Mehmed Paşa’nın sadaretine kadar geçen müddet zarfında boğaz önündeki cephe ehemmiyet ve hassasiyetini muhafaza et­ miştir. Venedik harbinin bu devresini, biraz özlüce ölçüde şimdi gözden geçi­ relim. Kalyon inşası meselesi Dördüncü Mehmed tahta geçirildiği sırada sadrıâzam bulunan Sofu Mehmed Paşa, donanma işini ele almak istedi. Bu maksatla toplantı ve görüşmeler yaptığı zaman bazı kimseler Osmanlı donanma­ sının muvaffakiyetsizliğini donanmada kalyonun bulunmamasiyle izaha çalıştı­ lar. Kalyona (yelkenli gemi) kadırga (kürekli gemi) ile değil kalyonla karşı kouulması icap ettiğini (Kâtib Çelebi, Esfar-ül-bihar S: 125) bildirdiler. Avru­ palIlar hakikaten çoktan beri kalyon devrine girmişlerdi, donanmalarındaki gemilerinin ekseriyeti kalyonlardan m ü ­ rekkepti. Lâkin İş kalyon inşa etmekle bitmiyecekti. Zira mühim olan kalyonun inşası değil, bunun teçhiz ve kullanılmasıydı. Nitekim Sofu Mehmed Paşa ile görüşen Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi, Osmanlı donanmasında Barbaros zama­ nında da kalyon bulunduğunu, fakat Bar­ baros’un kalyonları harpte değil, asker ve mühimmat naklinde kullandığını, Bar­ baros’un kadırga ile kalyona galip gel­ diğini söyledikten sonra ¿gemi yapmak hüner değildir; top ve mühimmatını tek­ milden sonra kullanacak mahir gemici­ ler ve topçular tedarik edins dedi. Boylece, kalyon inşası ve donanmada kalyon devrine geçiş kafileşmedi. V enedik baly osunun hapsi Venediklilerle birkaç senedenberi harb devam ettiği halde İstanbul’daki Venedik balyosu vazifesine devam et­ mekte, Osmanlı hükümet merkezinde el­ de edebildiği malûmatı hükümetine b il­ dirmekteydi. Venediklilere yardıma ge­ len frenk donanmasından kaçıp Türklere sığınarak islâmiyeti kabul etmiş ve ken­ disine tersanede vazife verilmiş olan bir kaptan, Venedik doçundan elçiye mektup geldiğini öğrenerek sadrıâzamı gizliden haberdar etmiştir. Bu ihbar üzerine el­ çinin masası mühürlenerek mektup elde edilmiş, bu mektupta; donanmanın boğaz­ dan çıkmasını geciktirdiğinden dolayı doçun (reisicumhur) elçiye teşekkür et­ tiği, sultan, musahip ve sair mühim iş sahiplerinin elde edilerek yine bu gecik­ tirme işine devam olunmasının tavsiye edildiği görülmüştür. İşte bu mektubun yakalanması üzerinedir ki Venedik elçi­ sinin m allan müsadere olunarak Rumeli hisarına hapsedilmiş, tercümanı da boğ­ durularak cesedi denize atılmıştır (30 mart 1649) . i 2098
Kaptaıı-ı derya Voynuk Ahmed Paşa’nın Suda lim anı önünde şehadeti Venedik elçisinin hapsinden bir ay sonra Kaptaıı-ı derya Voynuk Ahmed Paşa İstanbul’dan donanma ile hareket etti. Venedik donanması Boğaz öııünde beklediği cihetle, donanmaya destek ola­ bilmesi için, Derviş Mehmed Paşa da Ge­ libolu yarımadasına karadan gelip boğaz ağzına toplar yerleştirmişti. Karadan ve donanmadaki toplar birden faaliyete ge­ çince Venedik gemileri Anadolu kıyıları­ na doğru çekildiğinden, donanmanın bo­ ğazdan çıkması mümkün oldu. Fakat bir müddet sonra Venedikliler kendilerini toparlayıp civardaki gemilerini de bir araya getirmek suretiyle Osmanlı donan­ masının ardına düştüler. Yolda iki taraf arasında ateş teati edilmekle beraber Ve­ nedikliler bir netice istihsal eyliyemediler. Fakat Foça önünde cereyan eden çar­ pışmada Osmanlı donanmasından iki ge­ mi yanıp battı, iki burtan, bir çektiriyi düşman bizzat zaptetti, iki gemi de for­ salar tarafından Venediklilere götürüldü. Bu zayiat ve mağlûbiyete rağmen kaptan-ı derya Girit önüne kadar gitti. O arada Tunus, Cezayir, Trablus ve Mı­ sır’dan bey gemileri gelip kaptan-ı der­ yaya mülâki olmuşlardı. Kaptan-ı derya Voynuk Ahmed Paşa Kandiye yakının­ da küçük bir hisarı muhasara ve fethet­ tiği sırada Girit serdarı ile aralarına bir soğukluk girdi. Buna rağmen onunla iş­ birliği yapmadan ve küçük deniz vasıta­ ları ile Suda kalesini alarak Suda lim a­ nına hâkim olmak istedi. Harekâtının G i­ rit adası üzerindeki Paleo Kastron (ka­ le) u zaptı kısmı başarı ile ııeticelendiyse de körfezin ağzında bir adacıkta bulu­ nan Suda kalesini muhasara ve fethe kalkıştığı sırada top güllesinin isabeti suretiyle şeli id düştü. (28 temmuz 1649). Boğazın tekrar kapatılması Voynuk Ahmed Paşa’nın şehadetinden sonra kaptan-ı derya tayin edilen Haydar Ağa-zâde Mehmed Paşa Girit’e kadar giderek donanmayı alıp İstanbul’a götürdü. Fakat 1650 nisanında Venedik­ lilerin 28 kalyon, 8 çektiri ve 2 mavna­ dan ibaret bir filosu boğaz önüne gelin- V o y n uk A h m e d P aşa'm ıı Foça deniz savaşı ce Osmanlı donanması yine boğazdan çı­ kamaz oldu. Kaptan-ı derya Hu sam Bey-zâdc Ali Paşa’nm faaiıyetı Rodoslu Ali Paşa diye de tanınan Ali Paşa iki sene kadar süren kaptan-ı deryalığı sırasında üç defa Ege denizine çıktı. Girit’e imdat kuvveti götürmek üzere 12 kasım 1650 de İstanbul’dan hare­ ket eden Ali Paşa’ya Ege’ye açıldıktan sonra birkaç bey gemisi de katıldı. Gö­ türdüğü askeri Girite ulaştırmaya m u­ vaffak olan Ali Paşa kazasız belâsız İs­ tanbul’a avdet etti. Anlaşıldığına göre; mevsim kış olduğundan, Venedikliler. Osmanlı gemilerinin boğazdan çıkacağını tahmin etmemişler ve bu yüzden boğaz civarından uzaklaşmışlardı. Girit’e yardım kuvveti götürmek ga­ yesiyle 30 kalyon, 38 kadırga ve 8 mav­ nadan mürekkep bir kuvvetle 1651 mayı­ sının sonlarında İstanbul'dan hareket eden AK Paşa, Venedik gemilerine rastla­ madığından (Kâtib Çelebi, Esfar-ül-bihar S: 128) boğazdan rahatça çıktı. Sa­ kız’a vardığı zaman bey gemileri ile b ir­ leştiğinden donanma gemilerinin m ik­ tarı 150 yi buldu. Osmanlı donanması bu kadar kala­ balık bulunduğu halde Nakşa adası önünde cereyan eden muharebede m ağ­ lûp düştü. Kalyonculukta acemi olan ef- 209.°
rad bunları iyi idare edemedi. Venedik­ liler 6 kalyon, 1 mavna zaptettikleri gibi 3 Türk kalyonu da düşman tarafından yakıldı. Ali Paşa 1652 mayısında donanma ile harekete geçtiyse de Venedik donanma­ sı boğaz önünde beklediğinden dışarı çıkmaya muvaffak olamadı. Sadece ka­ ranlık bir gecede boğazdan dışarı 8 ka­ dırga geçirdi, kendisi de karadan gidip Midilli yakınında gemilere dâhil olduy­ sa da bu kadarcık gemi ile bir şey yap­ mak imkânı yoktu. Mustafa Paşa’nın Kaptan-ı deryalığı 1655 haziranında İstanbul’dan hare­ ket eden Kaptan-ı derya Mustafa Paşa Çanakkale boğazı önüne vardığı zaman muharebeye tutuştu. Cereyan eden çar­ pışmada Venedikliler beş altı gemi kay­ betti. Türklerin kaybı da Venediklilerinkinden aşağı değildi. Kaptan-ı derya bu muharebeden sonra Sakız’a doğru gitti, bu sırada bir Venedik filosunun Mora kıyısında Menekşe hisarını muha­ saraya çalıştığını haber alınca o tarafa teveccüh etti. Kara ve denizden vaki müşterek gayret sonunda düşman çekil­ di. Boyııu-eğri Mehmed Paşa'nm sadrıâzamlığı kısmında anlatıldığı üzere; 1656 senesinde Kaptan-ı derya San Kenan Paşa’nm mağlûp olması üzerine Vene­ dikliler Bozcaada ve Limni adalarını iş­ gal ettiler, böylece Boğaz iyice kapan­ mış vaziyete düştü. Sulh teşebbüsü 1652 senesinde İngiliz elçisinin ta­ vassutu üzerine bir sulh teşebbüsünde bulunuldu. Bunun için Venedik’ten bir elçi istendi. 1653 senesi başlarında gelen Venedik elçisi Kandiye için Cizye, do­ nanma için de para teklifinde bulundu. Osmanlı hükümeti Kandive’nin tesli­ minde ısrar ettiğinden anlaşma mümkün olmadı ve elçi Edirne’ye gönderilerek hapsedildi. Kaptan-ı derya K ara Murad Paşa’nuı faaliyeti Derviş Mehmed Paga’m n sadareti sırasında Kaptan-ı deryalığa getirilmiş olan Kara Murad Paşa 9 mayıs 1654 te İstanbul’dan hareket etti. Çanakkale bo­ ğazından çıkarken Venedik donanması ile karşılaştığından muharebeye tutuştu. Kaptan-ı derya boğaza girdiği sırada Mısır ve bey gemileri Bozcaada önünde donanmayı bekliyorlardı. Boğaz önünde­ ki bu muharebede Osmanlı donanması galip geldi. Venedik amirali maktul düş­ tü. Venediklilerin 26 kalyonundan 8 ta­ nesi yakıldı veyahut zaptedildi, ay­ rıca bir kaç tanesi de hasara uğratıldı. Kara Murad Paşa bu galibiyetten sonra Ağriboz’a teveccüh etti. Yolda 11 tane Cezayir kalyonu kaptan-ı deryaya m ülâki oldu, İstandil adası civarında ce­ reyan eden ikinci muharebede kuvvet­ ler denk geldi. Daha sonra bey gemile­ rine yerlerine gitmeleri hususunda ruh­ sat veren Murad Paşa Girit önüne ka­ dar gittikten sonra İstanbul’a döndü. 1648-1656 y ılları arasında G irit’te Deli Hüseyin Paşa’nın durum u Denizlerdeki üstünlük Venedikliler­ de olduğundan, Girit’e zamanında ve ih­ tiyacı karşılıyacak miktarda yardım ya­ pılamıyordu. Ayrıca İstanbul’da devlet idaresine burnunu sokan, şahsi menfaat peşinde koşarak mütegallib vaziyete ge­ çen kimselerin mevcudiyeti yüzünden Girit işi ihmale de uğruyordu. Bu vazi­ yetler dolayısivle de Girit serdarı Deli Hüseyin Paşa binbir sıkıntı içinde kıv­ ranıyordu. Cesur, şeci, ayni zamanda harp meydanlarında pişmiş bir şahsiyet olan Hüseyin Paşa, bir taraftan İstan­ bul’dan yardım isterken, öte yandan da yardımın gecikmesi, istenen bazı şeyle­ rin de hiç gelmemesi yüzünden manevi­ yatı bozulan askerin moralini düzeltmek için didiniyor ve nihayet bu hal ile düş­ man karşısında muvaffakiyet teminine uğraşıyordu. Hüseyin Paşa, daha Sultan İbrahim zamanında Kandive’yi muhasa­ raya başlamış ve bir iki tabyayı da ele geçirmişti. Hüseyin Paşa bütün m üşkü­ lâta göğüs gererek vazifesine devam ediyordu. 2100
G irit’te Hüseyin Paşa aleyhine askerin tahriki Hüseyin Paşa'mn başarısı, hattâ kah­ ramanlığından dolayı muhitinde yarat­ tığı hayranlık bazı kimseleri kıskançlı­ ğa sevketmekteydi. Bu kıskançlığa kapı­ lan ve onunla nüfuz yarışına çıkmaya yeltenen birisi görüldü. Bu, Rumeli bey­ lerbeyliğine tayin edilen ve Girit’te bu­ lunan eyâleti askerinin başına gönderi­ len Zurnazen Mustafa Paşa idi. Seferlerde tımar ve zeamet erbabı­ nın defterleri serdarın emrinde bulunur, ceza ve mükâfatlar serdarın emriyle deftere işlenirdi. Zurnazen Mustafa Pa­ şa Girit’e geldiği zaman bu kaideye mu­ gayir olarak Rumeli eyâletine ait defterhanenin kendisine teslimini istedi. H ü­ seyin Paşa (Naimâ tarihi C: 4, S: 439) ise; «Ben serdarım, mahlûlât ve tevcihat bana aittir, senin alâkan nedir? edebin­ le oturs cevabı ile defterleri vermedi. Bu yüzden aralarına soğukluk girdi. Serdar Deli Hüseyin Paşa’ya hasım ke­ silen Zurnazen, sekbanbaşı Mahmud Ağa ile de işbirliği yaparak el altından tahrike başladı. Mahlûller vuku bulduk­ ça serdarın bunları para ile satıp mustahıkine vermediği rivayetleri yapıldı. Girit’teki askerler yalnız düşmanla de­ ğil sıkıntılarla da boğuştuklarından her­ hangi bîr tahrik kolaylıkla meyvalarını verebilirdi. Nitekim tahrikin ilk tesirîeri görülmeye başladı. Rumeli asker­ leri ve yeniçerilere lüzumu kadar asker ve cephane gelmediği taktirde siperlere girmiyeceklerim açıkça ifadeye başladı­ lar. Tahrikçiler işi daha da ileri götü­ rerek, serdarın Kaudiye içiııe adamlar gönderdiğini ve düşmanla gizliden an­ laşmış olduğu dedikodusunu çıkardılar. Bunun üzerinedir ki, bir gün askerler ayaklanarak sarayına hücum ettiler. Ser­ darın yanına kadar yaklaşmış olan bir yeiliçeriyi. Hüseyin Paşa kılıcı ile biçe­ rek ölümden kurtuldu. Bu hücumda ser­ darın sarayı yakılıp eşyası yağma edil­ di. Vaziyetin fenaya gitmekte olduğunu gören sekbanbaşı ile serdarlık fikrinden vazgeçen Zurnazen Mustafa Paşa araya girerek ayaklanan askeri sükûnete ka­ vuşturdu. Serdara böyle bir muamelede bulunmuş olan askerler, artık burada fazla kalmayıp gitmek istediklerini bil­ dirdiler. Sükûnet teessüs ettikten sonra Girit’in kahraman serdarı Deli Hüseyin Paşa, askeri toplıyarak, kendisine reva görülen muameleden duyduğu üzüntüyü belirten bir ııutuk verdi. Nutkunu ağlı­ ya ağlıya söyliyen serdar, adadan gidil­ diği takdirde bunca emeklerin heba o~ lacağını ve müslüman Türk namusunun da lekeleneceğini belirtti. Bu sırada, piş­ manlık duyan sekbanbaşı Mahmud Ağa, serdarın ayaklarına kapanarak, askerin bunu bilmeden yaptığım söyliyerek af diledi. Neticede asker ile serdar barış­ tı. Serdarla asker barıştıktan sonra Hü­ seyin Paşa yine fevkalâdeden gayretleri­ ne devam ile askeri mevzie soktu. O sırada Kandive önüne ¿¡elmiş olan donaıırııa efradından bir kısım kürekçi ve cenkciler de karaya çıkarak mücadeleye karıştılar. Serdara yapılan muamelenin mahcubiyetini silmek isteyen asker ve subaylar müthiş bir gayretle harbettiler. Bu sayede Kandive'nin iki tabyası rap­ tedildi. Bu sırada şiddetli top ateşinden başka düşman yetmiş yedi lâğım patlat­ tığından, Naimâ (C: 4, S: 445) ya göre 20 bin kişilik zayiat verildi (EylûJ 1649). Hüseyin Paşanın şöhretinin bul’da kıskanılması İstan­ Serdar Hüseyin Paşanın şöhreti İs­ tanbul'da da kıskançlık uyandırmaktay­ dı. Girit'te onun aleyhinde çıkarılan de­ dikodunun akisleri tabii İstanbul'a ka­ dar gitmişti. Bu sırada devlet merkezin­ de oeak ağalarının tegallübü hâkimdi. Serdarın şöhretini kıskananlar onu altetmek için fırsat aramakta idiler. Vezi­ ri âzam Kara Murad Paşa da onun şöh­ ret ve muvaffakiyetini hazmedemiyenlerdendi. Bu bakımdan Girit’teki subay­ lara gizli mektuplar yoUıyarak Hüseyin Paşanın tımar ve zeamet mahlûllerini hakiki istihkak sahiplerine verip verme­ diğini, Kandiye'nin muhasarasında ih ­ mal gösterip göstermediğini sordu. Ev­ velce serdarın maiyetinde çalışmış olan Kara Murad Paşa şimdi eski kumandanı­ nı bertaraf etmek için bahane arıyordu. Deli Hüseyin Paşa bundan haberdar o­ 2101
lunca subayları, beyleri, sancakbeyi ve sair erkânı toplıyarak kusuru olup olma­ dığını, tım arlan müstehaklarıııa verip vermediğini soı-du. Orada bulunanların hepsi de gayet namuslu ve gayretli ol­ duğunu beyan ettiklerinden, bu ifadele­ ri tespit ederi imzalı senetler hazırlatıp İstanbul’a yollanarak sadrıâzamın her­ hangi bir şey yapması ihtimali peşinen önlendi. lında İstanbul'a gönderilmiş olan, Naimâ tarihinden (C: 6, S: 137) aldığımız şu feryadname askerin çektiği müşkilâtı bütün çıpia kliğiyle ortaya koymaktadır. «Bu tarafın ahvali perişandır. Asker azalmıştır: mevcut olanların da ulufele­ ri zamanında yetiştirilmediğinden sıkın­ tı son haddini bulmuştur. Düşmandan kale almak şurada dursun, şimdiye ka­ dar alınanları muhafazaya iktidarımız kalmamıştır. Eğer bu yıl veziriâzam umuın yeniçeri ve sipahilerle gelmek zah­ metini ihtiyar ederse, adanın tamamen zaptı mümkün olabilir. Aksi takdiıde, zaruret karşısında muhafazadan el çe­ kip, makarrı islâm olan kaleleri eman ile küffara teslim ederiz». Bu fervadnamenin gelmesini müte­ akip padişahın huzuru ile üç gün süren toplantı yapılmış ve Veziriâzam Siyavüş Paşa'nın serdar olarak Girit’e gönderil­ mesi, oradaki serdarın da Kaptan-ı der­ ya tayin edilmesi kararlaştırılmışsa da, bu karar fi’iliyata inkılâp edememiş, Bovnu-eğri Mehmed Paşa’nın sadareti sırasında Bozcaada ve Lim ni’nin düşman eline geçmesiyle Girit’teki durum daha kötü! eşmiş tir. Hüseyin Paşanın düşmanı büyük zayiata uğratması 1650 senesi ağustosunun başlarında Kandive’dekİ Venedik kumandanı Türk ordugâhına bir elçilik heyeti gönderdi. Bu heyet iki tarafın elinde bulunan m u­ teber şahsiyetlerden ibaret esirlerin m ü­ badelesini, diğer esirlerin de üçer yüz kuruş verilmek şartiyle (Naimâ tarihi C: 5, S: 22) serbest bırakılmasını tek­ lif etti. Heyetin esas maksadı Türk or­ dugâhını tecessüs edip buna göre bir harekette bulunmaktı. Venedik heyetini merasimle karşılayıp kabul eden Hüse­ yin Paşa, Türk ordusunun muradının Randiye’yi zaptetmek olduğunu beyanla yapılan teklifi reddetti. Bu tekliften sonra bir gece Türk or­ dugâhına baskına karar vermiş olan Ve­ nedikliler hazırlıklarını ikmal ettikleri sırada kaleden Türkler tarafına ka­ çan birisi Venedik plânından haberdar etti. Bunun üzerine gereken tertibatı alaıı Hüseyin Paşa, hücum edecek Vene­ dik kuvvetleri kaleden iyice çıktıktan sonra pusudaki askerini bunların üzerine yüklendirdi. 14 ağustos 1650 tarihinde cereyan eden bu hadisede kalederv çıkan 10 biri Venedik askerinden sadece üç yüz kişi kurtulabildi. G irit’teki askerin sıkıntıya m aruz kalması Donanmanın Çanakkale boğazından dışarı çıkamadığı devrelerde G irit’teki ordu müthiş sıkıntıya maruz kaldı. 1652 yılı ilt- 1654 arası böyle sıkıntılı bir dev­ re oldu; Fakat asıl sıkıntı, Kaptan-ı der­ ya- Sari Kenan Paşa’nın mağlûbiyeti üzerine başgösterdi. Kandiye muhasara­ sında bulunan asker tarafından 1656 yı­ K öprülü Mehmed Paşa’nın Çanakkale boğazı harekâtı Köprülü Mehmed Paşa devlet mer­ kezindeki işlere epeyce nizam verdikten sonra, Venediklilere karşı sefere çıkmak üzere faaliyete koyuldu. Tabi’i bu hu­ susta ilk yapılacak şey, Çanakkale bo­ ğazı önündeki tehlikenin uzaklaştırılma­ sıydı. Bu da donanma ile başarılacak bil­ işti. Onun için evvelâ donanmav. takviye ettirdi. Ve Kaptan-ı derya Topal Meh­ med Paşa’yı 19 kalyon, 10 mavna, 30 çektin ve Kaptanpaşa baştardesi ile ön­ den gönderdi. Donanma bir sene önce büyük kayba maruz kalmış olduğu ci­ hetle, bu gemiler yeni yapılmıştı; gemi­ cilerin mühim kısmı acemi olup, asker­ ler de pek nizamlı değildi. Çanakkale boğazı önündeki harekât için serdar tayin olunan Köprülü Meh­ med Paşa’ya serdarlık h il’ati giydirilip, başına murassa iki sorguç takıldıktan sonra bizzat padişah tarafından sancağ-ı şerif kendisine teslim edildi. Bu merasi­ 2102
mi müteakip Köprülü Mehmed Paşa, Çırpıcı Çayırındaki karargâhtan ordu ile harekete geçti (haziran 1657). Köp­ rülü, yoldan itibaren gayet sıkı davra­ narak ikinci konakta askeri yoklama (Na­ imâ tarihi C; 6, S: 271) etti. Bulunmıvanlann derhal dirliklerini kesti. Köprülü Mehmed Paşa Gelibolu'ya doğru ilerlerken Çanakkale boğazına hâ­ kim olmak isteyen Venedikliler «Boğaz­ ınsan» na 8 bin kişilik (Silâhdar tari­ hinde 18 bin deniyor, C: 1, S: 77) kuv­ vet çıkarmışlardı. Boğaz muhafazasında bulunan Çavuş-zâde Mehmed Paşa em­ rindeki kuvvetler, karaya çıkan Vene­ diklilere zayiat verdirerek gemilerine çekilmeye mecbur etti. Köprülü Mehmed Paşa Gelibolu’ya geldikten sonra Anadolu vakasına geçti ve «Kale-i Sultaniye» etrafım karargâh ittihaz eyledi (30 haziran 1657). Boğaz önünde cereyan eden muharebe Serdar Köprülü Mehmed Paşa, Ça­ nakkale boğazının Rumeli vakasında So­ ğanlı deresine, Anadolu tarafında da k ü ­ çük Kepez denilen mahalle toplar yer­ leştirerek karşıda bulunan düşman do­ nanmasına ateş açtırdı. Bunun üzerine Venedik gemileri biraz geriye çekilerek Büyük Kepez hizasında toplandılar. Serdann karan gereğince Osmanlı donanması 17 temmuz 1657 günü Vene­ dik donanmasına hücum ettirildi. Bu m u­ harebede Osmanlı donanması mağlûp ol­ du. tik safhada bir Osmanlı mavnası bat­ tı. Mavnalardakiler epeyce vuruştu ise de diğer nevi gemilerdekiler doğru dürüst çarpışmadılar. Çektirilerde bulunan ye­ niçeriler gemileri Rumeli sahilindeki Kâfir-bucağı denilen mahalle götürterek çarpışmaya seyirci oldular. Onların böy­ le davranışı diğer askerlerin maneviya­ tını da altüst etti. Bu yüzden harp eden mavnalardan üçü Rumeli sahilindeki bir sığlığa, üçü de Büyük Kepez önüne çe­ kildi. Bu arada Venedikliler Süleyman Kaptan mavnasını çekip götürürlerken Alâiye sancak beyi Küçük Mehmed Bey birkaç kayığa yerleştirdiği adamlarla bu­ nun arkasından gidip döğüşerek mavna­ yı (Naimâ tarihi C: 6, S: 280) kurtardı. Yeniçerilerin muharebeye seyirci kalmaları üzerine, kalyonlar yelkenlerini şişirerek M idilli tarafında bulunan kap­ tan paşaya iltihak etmek niyetiyle m u­ harebe sahasından uzaklaştılar. Baştarde ile çektirilerin 17 tanesinin içinde bulu­ nanlar ise düşman hücumuna dayanamıvarak Büyük Kepez’de karaya çekip can­ larını kurtarmak istediler. Muharebenin aleyhe döndüğü sırada bir kayıkla Rumeli sahiline geçen Köp­ rülü. orada karaya dökülmüş olanları alıp Anadolu tarafına getirdi, sonra düş­ man önünden kaçıp Büyük Kepez’de ka­ raya çıkanlardan sekiz yüz kişiyi derhal idam ettirdi. Bunu gören diğerleri gemi­ lerine döndüler. Sadrâzam, sığlığa doğ­ ru yaklaşan diğer gemileri de denize çe­ virdi. Ve sonra donanmayı karadaki top­ larla desteklemeye başladı. Osmanlı donanması böyle bir peri­ şanlığa maruz kalmakla beraber muha­ rebe bitmedi. Venedikliler, muvaffaki­ yetlerinin verdiği cesaretle denizden h ü ­ cum ederken Türkler karadan donanmayı desteklediler. Böylece mücadele üç gün üç gece devam etti. Muharebenin ikinci günü Venedik donanmasının kumandam, Osmanlı tarih­ lerinde Kör-Kaptaıı diye zikredilen Mocenigo. amiral gemisini bayraklarla do­ natmış, bir gün önceki muvaffakiyetin gururu ile hareket ediyordu. Türk do­ nanması ise sahildeki topların himayesi sayesinde tutunabilmekteydi. Amiral Mocenigo, Osmanlı donanmasının baştarde vesair gemilerini zaptetmek gayesiyle harekete geçti. Büyük gayret sarfetmekte olan Sadnâzam Köprülü teessüründen ağlıyor ve tehlikeli durumu önlemek için her türlü gayreti gösteriyordu. Venedik gemileri Kum-burnu önünden geçerken metrislerden Kara Mehmed adında bir topçunun attığı gülle amiral gemisinin barut mahzenine isabetle {Ricaut, Histoire des trois derniers empereurs des Turcs C: 1 S: 260) onu berhava ve diğer düşman gemilerinin darmadağın olmala­ rına sebep oldu. Bu vaziyet, Türk do­ nanmasındaki efradın maneviyatının dü ­ zelmesine de yol açtı. 2103 Köprülü’nün taltif ve idamları Venedik donanmasının kudreti kırı-
Imca Köprülü Mehmed Paşa, harpte gay­ yı tasarlıyordu. Köprülü bundan haber­ reti görülenleri taltif edip, mücadeleden dar olunca, kaptan-ı deryaya özürünti kaçan veya yan çizenlerin bir kısmını ö- kabul ettiğini bildirerek kendisine temi­ lümle cezalandırdı. Cesaret ve gayretle nat vermek suretiyle vazifeye davet etti. muharebe edenlerden Alâive sancak be­ Ayrıca, Tun tıs, Cezayir ve Trablus ge­ yi Küçük Mehmed Beyin alın ve gözle­ mileri kaptanlarını Bozcaada’nın istirda­ rinden öptükten sonra kendi arkasındaki dı için vazifeye çağırdı. Böylece kürekli samur kürkü çıkarıp ona giydirdi ve ba­ * ve yelkenli 86 parça (Naimâ tarihi C: 6, şına da gazi çeleııgi (Naimâ tarihi C: 6 S: 289) gemi bir araya gelmiş oldu. S: 285) taktı; ayrıca iki yüzden fazla al­ Deniz kuvvetlerinin toplanmasından tın ve kendisi ile birlikte gayret göste­ sonra Kurt Paşa emrine verilen 33 çek­ renlere dağıtılmak üzere bir kese kuruş ti rive yerleştirilen askerle 25 ağustos ge­ verdi. Daha yüksek rütbeye nâil edeceği­ cesi Bozcaada’nın Değirmenderesi ardın­ ni de vadeyledi. Venedik amiral gemi­ daki Kemer deresinde karaya çıktı. Asini batıran topçu Kara Mehmed’i yet­ miral gemisinin batmasından sonra Ve­ miş akçelik sipahilik ulufesi ile çırağ et­ nedikliler boğaz önünde sadece altı tane tikten başka yüz altın ve bir kat ağır el­ kalyon bırakıp, kendilerine yardıma gel­ bise verdi. Başka gayret gösterenlere de miş bulunan Malta ve Floransa gemileri mükâfatlar dağıttı. İdamla cezalandırdı­ ile birlikte Bozcaada'ya çekilmişlerdi. ğı kimseler de şunlardı : Kalyon kuman­ Bunlar, Türk askerinin karaya çıktığım danlarından Ferhad Paşa, yeniçeri kethü­ görünce donanmadan ateş açtıkları gibi dası Yusuf Ağa ve onunla birlikte yedi bilâhara karaya asker dökerek Türkleri yeniçeri çorbacısı, filo kumandanı Sivas arkadan vurmak istediler. Lâkin, Naimâ beylerbeyisi Çerkeş Osman Paşa, mav­ ve Silâhdar tarihlerinde tafsilen anlatı­ na kaptanlarından Tophaneli Sipâhi-zâde lan beş günlük şiddetli bir mücadeleyi Mehmed Kaptan, mavna kaptanlarından müteakip Bozcaada istirdat olundu (31 Puslacı-zâde Mehmed Kaptan ve daha ağustos 1657) . birkaç kişi. Gayretsizliği sâbit olanlar­ Bozcaada’nın istirdadı İstanbul'da dan yeniçeri ağası Sührap Mehmed Paşa büyük bir sevinç uyandırmıştı. Padişah, evvelce Köprülü’nün Sadrıâzam olması sadrıâzama gönderdiği hatt-ı hümâyunda hususunda çalışmış bulunduğundan bu­ Lim ni’yi de geri alıncaya kadar orada nu sadece azille iktifa etti. Bilâhara da kalmasını bildiriyordu. Bu sırada sadrıâSivas beylerbeyliğine tayin eyledi. zamın emrindeki kuvvetlere ilâveten Bursa sancağı ve daha başka sancakların tımar erbabından takviyeler yollandı. Bozcaada ve L inini adalarının Köprülü ise, Bozcaada’yı alınca kalesini istirdadı tamir ile Sivas Valisi Suhrap Mehmed Paşayı bir miktar asker ile muhafız bı­ Köprülü Mehmed Paşa 14 ağustos raktı. Sonra Kaptan-ı derya Topal Meh­ 1657 günü (Silâhdar tarihi C: 1, S: 91) med Paşa’yı Lim ni’nin zaptına memur bütün kuvvetleri beraberine alarak Boz­ etti. caada’nın karşısına isabet eden Eski İs­ Bozcaada’dan kurtulan Venedikliler tanbul (Alexandria Troas) diye maruf Lim ni’ye çekildiği ve adanın kalesi hayli Çaybaşı mevkiine gitti. Sadnâzamın n i­ sarp yerde bulunduğundan Lim ni’deki yet ve plânı Bozcaada’yı geriye almaktı. mücadele hayli uzadı. Deniz ve karadan Bu sırada donanmanın bir kısmı Kapta­ Limni ve sarp kalesini kuşatan kaptan-ı nı derya Topal Mehmed Paşa’nın ida­ derya, 65 gün muhasaradan ve amiral resinde Midilli adası sularında bulunu­ Mocenigonun biraderi kumandasındaki yordu. Boğaz önündeki muharebeye iş­ müdafilerin de kendilerine imdat gelmitirak etmemiş ve hizmette bazı kusurları yeceğini anlamalarından sonra, eşyaları görülmüş olan kaptan-ı derya, sadrıâzaile birlikte çekilip gitmelerine müsaade mın idamlarından haberdar olunca kor­ etmek suretiyle kaleyi teslim aldı (15 kuya kapılmıştı. Bu yüzden emrindeki kasım 1657 — 7 safer 1068). bazı kaptanlarla birlikte Tunus ve Ceza­ Limni adasındaki mücadele uzayınca, yir tarafına kaçarak ölümden kurtulma­
Erdel tarafında nazik meseleler cereyan ettiğinden Köprülü Mehmed Paşa, Edir­ ne’de bulunan padişah tarafından çağı­ rılmıştı. Butıuıı için Edirne’ye gitmek üzere yola çıkmış olan sadrıâzam, Gelibo­ lu civarındaki Kavak denilen mevkie geldiği sırada Lim ni’nin fethi müjdesini aldı. Girit Serdarı Deli Hüseyin Paşanın katli rıâzaııı, onun aleyhinde şeyhülislâmdan fetva da alamayınca kaptan-ı der­ yalığa tayin (temmuz 1658) ile fır­ sat gözetlemeye başladı. Hüseyin Pa­ şayı seven kimseler sadrıâzamın kötü niyetinden onu haberdar ettiler. Daima tetikte bulunan Hüseyin Paşa kaptanlar tarafından sunulan mutad hediyeleri da­ hi almadı. Köprülü Mehmed Paşa, kaptan-ı derya iken ona bir şey yapamıvacağım anlayınca, bu defa Rumeli beyler­ beyliğine nakletti, bir taraftan da arka­ sından hareketlerini gözetlemek üzere gizliden adamlar gönderdi. Bir müddet kendi parası ile idare etmiş olan Hüse­ yin Paşa, şahsi parası bitince yanındaki levendlerin masarifine karşılık olmak üzere zenginlerden biraz para topladı. Hüseyin Paşanın işte bu hareketi idamı için bir tutamak teşkil etti. Kurnaz Köprülü, Hüseyin Paşayı tatlılıkla İstanbul'a davet ettikten son­ ra, Rumeliye gönderdiği adamlara ha­ zırlatmış olduğu şikâyet mazbatalarını padişaha gösterdi: ayrıca Girit'te bulun­ duğu zamana ait bir takım kusurlar da­ ha savdıktan sonra katline müsaade al- Sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa yalnızca âsileri, büyücek kusur işleyen­ leri değil, kendisine rakip addettiği kim ­ seleri de idam ettirmiştir. Rakip say­ dıklarından canına kıydığı şahısların en büyüğü Girit serdarı Deli Hüseyin Pa­ şadır. Köprülü, bilhassa Boğaz harekâtın­ daki muvaffakiyetini müteakip idamla­ rım artırınca, etrafta bir tedhiş havası esmeye başlamış ve kendisinin sadrıâzamlıktan düşmesini arzulayanlar çoğal­ mıştı. Bu sırada Köprülü, Deli Hüseyin Paşanın sadrıâzam tayin edilmesinden korkmaya başladı. Girit serdarının bü­ yük bir şöhreti vardı, ken­ disinin daha önce de sadrıâzamlığı mevzuubahis olmuş­ tu. Köprülü Mehmed Pa­ şa, şöhret ve muvaffakiyet­ lerini kıskandığı Deli Hüse­ yin Paşanın elinden evvelâ serdarlığını (Naimâ tarihi C: 6, S: 329) aldı ve, o sıra­ da İstanbul kaymakamı bu­ lunan Kör Hüseyin Paşayı Girit serdarhğına tayin etti. Bu hususlara dair emri çı­ karınca, Deli Hüseyin Paşa­ yı Edirne’ye getirtmek üze­ re haseki Uzun İbrahim Ağayı yola çıkardı (23 mayıs 1650). Köprülü, Deli Hüseyin Paşanın mezaliminden, G i­ rit’te para biriktirmiş oldu­ ğundan dem vurarak idamı­ Girit harbi esnasında Çanakkale boğazının iç kıs­ na çalıştıysa da, Darüssaade mında bulunan kalelerin müdafaaya kâfi gelmedi­ ağası Solak Mehmed Ağa, ği görülerek ağız kısmında Kunıkale (sağda) ve Reisülkültab Şamî-zâde ve Seddiilbahir (solda) yeni kaleleri Dördüncü Mehmed Valide Sultanın müdahalele­ tarafından yaptırılmıştır (Ricaut'dan) ri sayesinde kurtuldu. Sad2105
muvaffakiyet kazanmış bir sadrıâzamın işi bizzat ele alması, Venediklileri endî­ şeye şevketmiş olduğu cihetle, Fazıl Alımed Paşa îstefe’de iken Venedik elçisi oraya kadar gelerek kendisi İle görüştü. Fakat Kandiye'nin zaptına azmedilmiş olduğu cihetle bu defa da anlaşılamadı. di. Böylece Giritlin şanlı serdarı, bunca hizmetlerine, kendisini seven ve hayran­ lık duyanların çokluğuna rağmen, ihti­ yar Küprülü'nün hased ve kıskançlığı­ nın (Naimâ tarihi C: 6. S: 398) kurbanı oldu (29 aralık 1658). Silâhdar tarihin­ de (C: 1, S: 144) kaydedildiğine göre; iki gün Yedikule’de hapsedildikten son­ ra boğularak öldürülmüş olan. Hüseyin Paşa Yedikule'deki Mucevher-kapı (Y al­ dızlı-kapı) bahçesine gömülmüştür. Sadrıâzam Fazıl Aİrnıed Paşanın Girit seferine çıkması G irit harbi, Köprülü Mehmed Paşa­ nın sadaretinin sonuna kadar devam et­ tiği gibi, Fazıl Ahmed Paşanın sadare­ tinin ilk yıllarında da mücadele durma­ dı. Fazıl Ahmed Paşanın Avusturya se­ ferinden dönüşünden sonradır ki Girit meselesi esaslı şekilde ele alınabildi. Fazıl Ahmed Paşanın bir gün padişaha Kandiye’nin zaptı lüzumundan bahsetme­ si (Silâhdar tarihi C: 1, S: 394) üzeri­ ne, Sultan Mehmed, devlet erkânının bîr toplantı yaparak meseleyi görüşmelerini emretti. Neticede, bir takım hazırlıkları müteakip ve padişahın da tensibiyle Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşanın serdar olarak G irit’e gitmesi kararlaştı. Oniki seneden beri Edirne'de mahpus bulunan Venedik elçisi sadnâzamm G irit’e gide­ ceğini öğrenince, anlaşabilmek için bir mülakat rica etti. Bu mülâkatta Osman­ l I hükümeti Kandiye’nin Venediklilerde kalmasına mukabil yılda onbın, bir defa­ ya mahsus olmak üzere de yüzbin altın verilmesini, ayni zamanda Suda kalesinin yıkılmasını istedi. Fakat anlaşmak m üm ­ kün olmadı, Sadrıâzamın Mora’daki Benefşe (Monemvasia) limanından G irit’e geçmesi kararlaştırıldığından, Fazıl Ahmed Faşa ordu ve padişah ile birlikte Mart 1666 da Edirne’ye müteveccihen İstanbul’dan hareket etti. Fazıl Ahmed Paşa daha sonra 14 mayıs ta Edirne’den ayrıldı. Ordunun toplanması için bir müddet Tesalya’da îstefe (Tep) de bekliyen sadrıâzam nihayet Benefşe limanında do­ nanmaya m ülâki olup 3 kasım 1666 da (Silâhdar tarihi C: 1, S: 413) Hanya’da Girit'e ayak bastı. AvusturyalIlara karşı Fazıl Alım ed Paşanın K andiye muhasarası Fazıl Ahmed Paşa Hanya'da karaya çıktıktan sonra Kandiye karşısındaki Osmanlı ordugâhına gelerek durumu gözden geçirdi. Bir ay kadar sonra do­ nanma ile yeni takviyeler geldiğinden G irit’teki Türk kuvvetlerinin miktarı 70 bin kişiyi buldu. Her türlü hazırlıkları ikmal olunduktan sonra toplanan meş­ veret meclisinde, muhasaranın nasıl ya­ pılacağı müzakere edilip karara bağlan­ dı, Karar gereğince, Kandiye bu kere Vire tabyası (St. André) tarafından ku­ şatıldı, Düşmanın her hangi bir hareke­ tinin önlenebilmesi İçin de Yahudi (Bethlehem) tabyası ile Domuz damı (Martinengo) tarafına (Tarihi Raşıd C: 1, S: 165) kuvvet yerleştirildi. Sadrıâzam, ay­ rıca Kandiye kalesinin karşısındaki İncir­ li adasına da toplar tabiye edildi. Askerlerin mevzie girmesini müte­ akip 21 mayıs 1667 de muhasa ra muharebeleri başladı. Haziran son­ larında başkumandan Morosîni gelerek kumandayı ele aldı. Bu arada Papa ve Malta donanmalarından da takviyeler (Hammer, C: 11 S: 207) geldi. Venedik­ liler bu takviyeleri alırken Osmanlı or­ dusuna da Sivas ve Budin valilerinin il­ tihakları vuku buldu. Böylece çarpışma­ lar daha fazla şiddet kesbetti. Muharebe esas itibarile müstahkem bir kalenin k u ­ şatılmasından ibaret bulunduğu cihetle, mücadelenin esasını top ve tüfek düello­ su ve lâğım açıp patlatma faaliyeti teş­ kil ediyordu. ' Venedikliler bütün güçleriyle Katıdiye’yi müdafaaya çalışırken, bir taraf­ tan da müzakere imkânları anyarak, işin içinden m üm kün olduğu derecede az zararlı şekilde sıyrılmak istiyorlardı. Bu­ na mukabil Fazıl Alımed Paşa da hem muharebenin şiddetle devam ettirilmesi için gereken tedbirleri alıyor, hem de kış 2106
Köprülü-zâde Fazıl Ahmed Paşa (İlâv e : 131) ★ K öprülü Mehmed Paşa nın büyük oğ­ lu olan Fazıl Ahmed 1635 senesinde Köp­ rü kasabasında dünyaya gelmiştir. Yedi yakındayken babası tarafından İstanbul'a getirilerek tahsile başlatılmış ve devrin tanınmış ilim adam larından, evvelâ Os­ man Efendi den, sonra da Kara çelebi-za­ de Abdülâziz Efendi’den ders «örm üş­ tür. Okuma yazma bilmeyen babası Fa­ zıl Ahmed’inj tahsiline ehemmiyet veriniştir. Henüz onaltı yaşındayken baba­ sının illlm asiyle önce hariç, sonra dahil müderrisi tayin edilen Fazıl Ahmed b u arada apaşa-z&de» diye şöhret bulmuş­ tur. 1657 yılında yirmi ik i yaşındayken Sahn-ı seman müderrisliğine yükselmiştir. 1659 senesi ağustosunun 21 inci gü­ nü babasının arzı ile vezaretle Erzurum valiliğine tayin edilen Fazıl Ahmed'in, böyle birdenbire meslek değiştirmesi, il­ miye mensupları arasındaki anlaşmaz­ lıklardan nefret etmiş bulunmasıyle izah edilir. İlmiyeden idareci zümresine dahil olan F a îil Ahmed Pasaj Erzurum vali­ liğinden Şam valilisine, oradan da Ha* îeb’e tayin olunmuştur. Valilikleri esna­ sında adaletli davranışları ile nazarı dik­ kati celbeden Fazıl Ahmed Paşa, Şam’da bulunduğu sırada «deşişe» ve «kerihe* denilen vergileri kaldırtmaya muvaffak olarak halkın sevgisini kazanmıştı. Vali olarak en son tayin edildiği H alebde daha işe başlamadan İstanbul kaymaka­ mı yapılm ak üzere hüküm et merkezine davet olunmuştur. Dördüncü Mehmed'in üçüncü defa Eirne'ye gidişi münasebe­ tiyle hüküm darın yanında bulunan ba­ basının hastalanması üzerine Fazıl Ah­ med Paşa da tstabul’a kalamıyarak Edirne’ye gitmiş ve sadaret kaymakamı ol­ muştur. Babasının hastalığı dolay isiyle 48 gün müddetle hüküm et işlerini bizzat kendisi tedvir etmiştir. K öprülü Mehmed Paşa’nın ölüm ü üzerine, onun tavsiyesi­ ne riayet eden padişah Fazıl Ahmed’i sadrıâzamlıga getirmiştir <1 kasım 1661 8 rebl ülevvel 1072). Sadaretinin ilik günlerinde sıkı fakat adaletli icra^.tiyle dikkati çeken Fa 2 il Ah­ med Paşa İle Şeyhülislâm BursalI Mehmed Efendi arasında geçen şu konuşma. onun zihniyetini belirtmesi bakımından ehemmiyet arzeder. K öprülü Mehmed F a­ çanın fazla şiddetinden ve haksız yere kanlar dökmüş olmasından şikâyet eden şeyhülislâma, Fazıl Ahmed Paşa: «— Eğer babam idam kararları ver­ diyse senin fetvan üzerine vermiştir». Demiş, buna kaşı m üftü: i i *— Verdiğim fetvalar zulmünden kor­ kuma mebnidir» diye cevap verince; , «— Efendi, sen şeriat hükmüne vâkıf olduğun halde Hâlikten ziyade mahlûk* tan m ı korkman lâzım gelirdi?» Mukabelesinde bulunmuş, bu söz kar­ şısında susan m üftüyü azlederek Rodos'a sürdürmüştür. i 1 ! j 2107 Sokuliu Mehmed Paşa dan bu tarafa on seneden iazla sadrıâzamlık eden şah­ siyetlerin ilkf olan Fazıl Ahmed Paşa nm 15 yıllık Sadrıâzamîıgınin 9 senesi serdarlıkla muharebe sahalarında geçmiş­ tir. Avusturya’ya karşı yaptığı seferde Uy var'ı zaptetmiş ve 1664 te Vasvar (Vaşvar) sulhünü imzalamıştır. Girit serdarltğın ı bizzat ele almak suretiyle çetin m u­ harebeler sonunda Kandlye’yî zaptederek Adanın fethinin tamamlanmasını ve boylece Sultan İbrahim zamanından beri de­ vam eden Venedik harbinin sona erdiril­ mesini sağlamıştır. Lehlilere karşı yaptı­ ğı seferde 1672 yılında Kamaniçe zaptedilmiş, sonra Lehlilerin Bucaş muahedesi şartlarını yerine getirmemeleri üzerine bu devlete karşı tekrar sefere çıkmak mee buriyeünde kalmıştır. Fazsl Ahmed Paşa bu defakı seferde hastalandığından serhad işlerinin tanzimini başkalarına biraKar ak Edirne’ye dönmüştür (1674). Bun­ dan iki sene kadar sonra padişah ordu ile tstanbul dan Edirne'ye hareket eder­ ken Fazıl Ahmed Paşa hasta bulundu­ ğundan beraber gidememiş, bllahara yola çıkmışsa da Çorlu İle Karıştıran arasın­ da bulunan Karabiber çiftliğine geldiği zaman daha ileri gidememiş ve burada vefat etmiştir (3 kasım 1676). Cenazesi İstanbul’a getirilerek babasının medfun bulunduğu Çenberlitaş yakınındaki tür­ beye den tedilmiştir. Kırk bir yaşında hayata veda etmiş olan Faz;l Ahmed Paşa nın, içkiye fazla dünkün oluşunun onun ölümüne yol aç-
| i ! j | i t iği söılenir. Müverrih Fındîklılı Meh­ med Aga bu hususta: «bazı mukarriban iğ vasiyle şaraba müptelâ ve akibet em­ razı istîskaya uğrayıp sebeb i mevtine baas oldu» demektedir. Zamanının müverrihlerinin ve ken­ disini tanıyan yabancı müşahitlerin ittifakla belirttiklerine göre; Fazıl Ahmed Paşa babası gibi sert ve zulme varacak şekilde şedit tabiatlı bir kimse delildi. Haksızlığın olduğu kadar irtikâbın da düşmanıydı. Alim, cömert, dürüst, zeki ve açk kalpli bir insan olan Fazıl Ahmed Faşa taassup derecesinde rüşvetten nefret ederdi. Köprülü Mehmed Paşa'mn kusurlarım uzun boylu sayan Silâhdar Mehmed Ağa bunun da uzun uzun me­ ziyetlerini sıraladıktan sonra, cümlesinin sonunu «zamane vezirlerinin serefrâzı ve misli bulunmaz gazi bir adam idis diye bağlar. Babasının okur yazar olmamasına mukabil kendisi âlim bir kimse olan Fazıl Ah med Paşa sadrazamlığı boyunca ilme ve ilim adamına kıymet vermiştir. İlme değer verişini İstanbul'da Divanyolu'nda babasının türbe ve medresesinin yakınında bir kütüphane kurmakla da göstermiş, kendi kitaplığını da buraya devretmiştir. Kütüphanenin vakfını tale­ beye tahsis ve vakıf şartları arasmda bu­ rada bazı ilimler tedrisini de zikrettir­ miş tir. j f ! [ şü hürmete şayan ve mütevazı İdi; ta­ vırları cazipti. Babasının ne İstibdadını, ne de zulmünü göstermezdi. îttsaün ve haksızlığın düşmanı ve irtikâbın, hasisli­ ğin o derece fevkinde idi ki kendisine hediye takdim etmek ekseriya nezdinde işin gördürmemeye muadil olurdu. Her şeyi çabuk kavrıyan ve müstehzi müfek­ kiresi, pek saâJfim olan hafızası, metin ve emin olan muhakemesi, acık zekâsı ve birçok delillerini göstermiş olduğu hissi selimi hakikati araştırması husu­ sunda kendisine hayrete şayan bir su­ rette hizmet eder ve hakikate bermutat en kısa yoldan vâsıl olurdu. Lüzumsuz sözün düşmanı olduğundan daima büyük ihtiyat ile ve iyice düşündükten sonra ve işi bilerek söylerdi. Daha bidayetinde, şeriat mesleğine girmeye niyet ettiği va­ kitten tetebbuuna nefs-i vakfetmiş olduku ilim, Raab ve Dniestr saîüllerinde ve Kandiye nin yığıntı ve duman bulutları­ nın arasına kadar refiki olmuştur». Bu sözlerinden sonra Fazıl Ahmed Paşa yı tahlile devanı eden Hammer ni­ hayet onu Sokullu Mehmed Paşa ile m u­ kayese etmekte ve: «Her ikisi de adaleti ayni derecede sevmişlerdir, KÖprülü’nün tabiatı, SokulIu ’nunkinden daha haiim. fikri onunkin­ den daha malûmatlı îdi» «Sokullu mahir bir kumandan olmak­ la beraber daima sulhu muhafazaya ve hükümeti kuvvetlendirmeye çalıştığından. Köprülü ise sulhperver heveslerle doğdu­ ğu halde mütemadiyen bir harpten son­ ra diğer bir harp çıkardığından ve Ma­ caristan’ı teskin etmek bahanesiyle ora­ da nifak ateşini şiddetlendirdiğinden, iş­ le bu sebeplerden dolaytdır ki Sokullu ikisinin arasında en afif en büyük ola­ nıdır; fakat ondan sonra; Köprülü Ah­ med Osmanlı imparatorluğunun inanını tutmuş olan birinci devlet adamıdır» de­ mektedir. Cok dürüst ayni zamanda cömert ol* duşundan servet biriktiremedigi için hayratı b abasını nk ilerle kıyaslanamıyacak derecede azdır. Fazıl Ahmed P aşa­ nın Uy var, Kamaniçe ve Kandiye'de birer camisi, îzmird'e de inşaatı sonradan ta­ mamlanan kârgir bir hanı vardır. Devlet adamı olarak Fazıl Ahmed Paşa, babasının şiddet yoluyle yaptığını tedbir, iz’an, adalet ve tatlılık yoluyle yapmıştır. Babası memleket dahilinde şekavet ruhunu söndürdüğü ve ülkede nizam ve disiplini temin ettiği cihetle. Fazıl Ahmed Paşaya da devleti eski satvetine kavuşturabilmek için gayret sarfetmek düşmüştür. Nitekim Osmanlı dev­ leti, bunun sadareti zamanında, Avrupa taraimda, sınırlarının en geniş haddSne ulaşmıştır* Meşhur müverrih Hamnıer m uhtelif müelliflerin mütalealarınt tetkik ve ken­ disinin de icraatını da gözden geçirdik­ ten sonra onun hakkında şöyle diyor: «Fazıl Ahmed Paşa uzun boylu ve bir derece balık eürtdeydL Gözleri iri ve epeyce acık, rengi cok beyazdı. Görünü­ Bibliyografya : Silâhdar Findıklılı Mehmed Ağa ; Silâhdar tarihi C; 1. Raşid; Tarih C: 1. Hammer (M. Ata); Devlet-i Osmaniye tarihi C: 11. Mehmed Halife; Tarih-î GılmanL Hüseyin Hüsameddin; Amasya tarihi C: 4. Anmed R efik ; Köp­ rülüler. Abdi Paşa; Vekayinâme (Bağdad köşkü kitaplığı no: 217). Ahmed Muhtar: Sen Gotar'da Osmanlı ordusu. Haşan Ağa; Cevahir-üt-tevarih (Esat £ • fendi kütüp. no: 2242). Osman-zâde Taib; Hadikatülvüzera. Defterdar Sarı Meh­ med Paşa; ¡Zübdetü’l-vekayi (Esat Efen­ di kütüp. no: 2382). îslâm Ansiklopedisi. 2108 ■
dolayısiyle muharebenin durakladığı ay­ de kalmakla beraber hiç bir işe yarama­ dı. larda gerek Venedik doçu gerekse baş­ kumandan Morosini ile sulh ve kalenin 1668 haziranında asker tekrar met­ teslimi hususunda muharebe ediyordu. rislere girip muhasaraya şiddet verilmek­ Buna rağmen Kandiye muhasarası le beraber Kandiye mukavemete devam uzadıkça uzuyordu. Muhasara uzayınca ediyordu. Kandiye’yi raptetmeden sadrıSultan Mehnıed 1668 martının sonunda âzamın Girit’ten ayrılmıyacağmı anlıyan Tesalya Yenişehir'ine geldi. Tabii padi­ Venedikliler, türlü hile ve tedbirlere baş şah Kandiye’deki vaziyetten çabuk ça­ vurarak muhasaranın gevşetilmesi çare­ buk haberdar ediliyordu. lerini araştırıyorlardı. Bu sebepledir ki 1668 yazında muharebeler yenidenYenişehir'de bulunan padişaha bir elçi gönderdikleri görüldü. Sultan Mehmed şiddet kesbettiği sırada Fazıl Ahmed elçi ile görüşmeden önce sadrıâzama bir Paşa. Venediklilerin Kandive’deki topla­ hatt-ı hümâyun göndererek; kalenin rı büyüklüğünde toplar döktürmüş ve zaptı mümkünse bunu elçiden isteyece­ bunlarla Türk ordusunun ateş kudretini ğini, şayet muhasara bir sene daha de­ daha da artırmıştı. vam edecekse buna asker ve malzeme 1667/1668 kışını İstanbul’da geçirmiş yetiştirilemiyeceğini (Tarih-i Raşid C: 1 olan Kaptan-j derya Kaplan Mustafa Pa­ S: 214) bildirdi. Bundan müteessir olup şa Girit sularına avdet ettiği sırada, papa endişe duyan sadrıâzam, kalenin zaptı Dokuzuncu Clément da Venediklilere ihtimali yaklaşmışken muhasaradan vaz­ bir yardım filosu göndermişti. Bu filoda geçilmenin doğru olmayacağı hususunda sözde Sultan Mehmed’in kardeşi olduğu padişahı ikna etti. Bir taraftan da kaptan ilân edilen dominiken rahibi Padre Ot­ paşanın kışı Ağriboz'da geçirmesi husu­ tomane (Hammer, C: 11, S: 213) da var­ sunda gereken tedbirleri aîdı. dı. Papa ve Venediklilerin manevi bir si­ lâh şeklinde kullanmayı düşündükleri Venedikliler 1668 kasımında padişa­ bu adam harbin sonuna kadar Kandiye’ ha, daha sonra da veziriazama elçi gön- Kandiye şehri, kalesi ve limanını gösteren bu kroki 1651 de Venedikli Marco Rosclıini tarafından yapılmıştır
Fransız kuvvetleri kumandanı Duc de N'oaiIIes’in halkın ricalarına rağmen Kandiye’yi terketmesi (İtalyanca bir albümden) dererek vergi vermeleri şartiyle Kandiye’nin kendilerine bırakılmasını istedi­ ler. Fakat sadrıâzam bunları kabul et­ medi. Bu senenin kışı metrislerde geçi­ rildi. Mücadeleye Fransızların yolladığı yardımcı kuvvetler de katılmaktaydı. 1669 yazı gelince mücadele kışa nısbetle tekrar şiddetlendi. Venedikliler Malta, Papa ve Fransızlardan yardım gördük­ leri cihetle bu derece uzun muhasaraya mukavemet edebiliyorlardı. 1669 ağusto­ su sonlarında başkumandan Morosini ile Fransız kuvvetleri kumandanı Duc de Noailles arasında ihtilâf çıkması ve nihayet müttefik donanmasının geri çağ­ rılması Venediklilerin sulha yanaşmalarına yol açtı. Hasid tarihinde (C : 1. S: 240) on dört maddesi kaydedilmiş, Ahmed Refik'in »Köprülüler - Fazıl Ahmed Paşa» isimli eserinde (Sayfa : 63) tamamı nakledilmiş olan muahedenin önemli maddeleri şunlardır: 1 — Kan diye kalesi bütün top ve cephanesi ile teslim edilecek. 2 — Kandiye’deki asker şehri terkedecek, ahali de gidip gitmemekte serbest olacaktır. 3 — Suda, Esper Longa (Spirna Longa), Granbusa (Grabiye) Palankaları Venediklilerde kalacak, (Buralar m ua­ hedenin imzasından 21 sene sonra Girit’e ilhak edilecektir). 4 — Bosna tarafındaki Klis kalesi Venediklilerde kalacaktır. 5 — İstanbul'da Galata’da Venedik balyosu oturup muayyen bir yeri olacak Venedikliler sair iskelelerde de balyos bulundu ra bilecek. 6 — Akdenizde Osmanlı idaresinde­ ki adalara Venedikliler tecavüzde bulun mıyacak. Muahedenin imzasından ve içindeki Venediklilerin ve şehri terkedeceklerin gitmesinden sonra 27 eylülde kalenin anahtarları teslim alınarak Türk kuvvet­ leri kaleye dahil oldu. Fazıl Ahmed Pa­ şa kaleyi tamir ettirmek ve Girit’te ara­ zi tahririni yenilemek için kışı adada ge­ çirdi. Bu arada yirmi sen ed enberi itaatsızlıkta bulunan Mora güneyinde sakin Osmanlı - Venedik Sulhu Venedikliler müşkül du­ rumda kalınca nihayet kale­ yi teslim edeceklerini Osmanlı serdarına bildirdiler. Bunun üzerinedir ki, Os­ manlI hükümeti adına Halep valisi Şişman İbrahim Pa­ şanın riyasetinde kul kethü­ dası Zülfikâr Ağa, küçük tezkireci Ahmed Ağa ve ter­ cüman Panayot Efendi’den mürekkep heyet altı günlük müzakereden sonra onsekiz maddeden ibaret bir muahede imzaladılar (5 eylül 1669). 2110
Manyotlar'ın da itaatim temin eden Fa­ zıl Ahmed Paşa 1670 haziran sonlarında Edirne'ye geldi. Gerek muhasara müddeti, geıekse aefıid m ikdan bakımından Kandıye fet­ hi kadar Osmanlı devletine pahalıya mal olan başka bir fetih hadisesi mevcut de­ ğildir. Girit’e ayak basıldığı tarihten muahede akdine kadar geçen 24 sene 2 ay 12 günlük müddet zarfında harp de­ vam etmiştir. Kandiye:niıı yalnızca Fa­ zıl Alım ed Paşa tarafından muhasarası iki buçuk sene sürmüştür. Muhasaranın sadece bu k;smında karşı taraftan 29 bin, Türklerden 181 bin kişi can vermiştir. 1663 - 1664 OSMANLI A V üST LRİ'A HARBİ Köprülü-zâde Fazıl Ahmed Paşa sa­ darete getirildiği sırada devleti meşgul edecek en mühim dış mesele Venedikliler­ le cereyan eden muharebe idi. Köprülü Mehmed Paşanın bir sefer icrasına se­ bep olan ve bilâhara serdarları da uğraş­ tırmış olan Erdel işi, Apafi Mihal’in kıral nasbi üzerine tavsiye edilmiş gibiydi. Apafi’nin rakibi olan Kemeny'nin, Fazıl Ahmed Paşanın sadarete tayininden iki buçuk ay sonra maktul düşmüş olması, Erdel’in daha fazla sükûnete kavuşması­ na âmil olacak bir hadise idi. Onun için padişah ve hükümet erkânı Venedik har­ bi üzerine dikkatlerini daha geniş çapta çevirebildiler. Raşıd ve Silâhdar Fındıklıh Mehmed Ağa gibi Osmanlı müverrihlerinin belirt­ tiklerine göre; Sultan Mehmed bir gün Venedik harbi işine sadrıâzamm dikka­ Kandlye muhasarasını deniz tarafından gösteren bu resim Ricaut’dan alınnııgtır 2111
tini çekmiş, bunun üzerine 24 eylül 1662 jîüııü yapılan divan toplantısında, şimdiye kadar müteaddit defalar deniz harbi tecrübesinin geçirilmiş olduğu mütaleasiyle, Bosna tarafındaki Venedik cephe­ sine karşı karadan bir sefer icrasına ka­ rar verilmiştir. Bu karardan sonra, o ta­ rafta yolların bozuk veya hiç bulunma­ yışı dolay isiyle, yol iıışa edilmek üzere faaliyete geçilmiş, bir taraftan da sefer için eyâletlere gerekli hazırlık emirleri yazılmıştır. - îşte bu kararlardan sonra padişah Dördüncü Metımed ilkbaharın başların­ da devlet erkâm ile birlikte İstanbul’dan hareket ederek Edirne’ye geldi (7 nisan 1663 — 28 şaban 1073). Dördüncü Mehmed'in pek sevdiği Edirne’ye gelindik­ ten sonra Avusturya sınırından bazı ha­ berler alındı. Erdel meselesini bahane eden AvusturyalIlar hudutta tehdiikâr bir vaziyet takınmışlar, Erdel hududunu b il­ fiil tecavüzle Szekelhyd kalesini işgal ettikleri gibi, Kanije civarında da Zriuyivar (Serinwar) adlı yeni bir kale inşa etmişlerdi. Bu haberleri müteakip aktedilen toplantıda, Venediklilere karşı hazırlanmakta olan seferden vazgeçilerek, daha kuvvetli ve daha tehlikeli bir ha­ sım olan Avusturya’ya karşı sefer icrası kararlaştırıldı. del’deki Szekelhyd kalesinin tahliyesi iîe Kanije kalesi civarında inşa edilen Zer in var (Yenikale) in yıkılmasını ve Erdel'de mevcut Avusturya askerinin bu topraklardan çıkmasını (Tarih-i Raşid. C: 1, S: 30) istedi. AvusturyalI"lar, Erdel'deki taleplerinden vazgeçmediklerin­ den Osmanlı ordusu yürüyüşüne devam etti. Essek (Özsek) e varıldığı zaman Avusturya heyetini yanma davet edip ken­ dileri ile ikinci defa görüşen Fazıl Alımed Paşa, daha önceki isteklerini tek­ rarladıktan başka, Kanunî devrindeki verginin, yani 1606 Zitvatorok muahede­ sinde kaldırılmış olan yıllık 30 bin altunun Ödenmesini istedi. Avusturya heye­ ti, yıllık vergi işini imparatora arzedemiyeceklerini, fakat diğer istekleri h ü ­ kümdarlarına bildireceklerini söylediler. Osmanlı ordusu yürüyüşüne devam eder, iki defa da müzakere tarzında elçi­ lerle görüşülürken. Sadrıâzam Fazıl A h­ med Paşa ile Avusturya başvekili Duc de Sağan arasında ayni mevzu üzerinde mektuplar teati edilmekteydi. Elçilerin görüşmesine ve mektupların teati olun­ masına rağmen anlaşma m üm kün olma­ dı. Zaten Osmanlı ordusu bir hayli yol katetmiş, ayni zamanda AvusturyalIların oyalama siyaseti güttüklerinden de şüpnelenmişti. Fazıl Ahmed Paşa’nm Edirne’den hareketi Uyvar üzerine yürünmesine karar verilmesi Ordunun serdarlığına tâyin olunan Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa mutad me­ rasimleri müteakip 13 nisan 1663 te Edirne'den hareket etti. Serdar-ı ekrem ordu iîe Belgrad’a giderken, Avusturyanın Osmanlı devleti nezdindeki elçisi Reninger de beraberce yola çıkmıştı. Belgrad'a varıldığı zaman iki Avusturya temsilcisi ile daha karşılaşıldı. Bunlar­ dan biri Viyana'dan gönderilen yeni elçi Baron de Goes, diğeri de evvelce Tamşvar valisi A li Paşa nezdine gönderilmiş olan (Hammer, C: 11. S: 97) Berin adın­ daki şahıstı. Bunlar üçü birleşerek sadnâzamdaıı müzakere talebinde bulundu­ lar. Fazıl Ahmed Paşa sefere çıkmış hal­ de bulunmasına rağmen müzakere tale­ bini reddetmedi. Vaki görüşmede; Er­ Ordunun Budin’e vasıl olmasından sonra sadrıâzam ordu erkânı ve ocak ağalarını toplıyarak bir görüşme yaptı (16 temmuz 1663). Toplantıda: Uyvar, Komaron ve Yamkkale’den hangisinin üzerine yüıünmesinin isabetli olacağı hu­ susunda herkesin fikrim söylemesini is­ tedi. Fakat hemen herkes «ferman sultammındır, biz padişah-ı islâmın kulla­ rıyız; her ne tarafa fermanınız olursa can ve baş ile çalışırız*, cevabını verdiler. Bu durum karşısında, gerek düşman va­ ziyetinden casuslar vasıtasiyle haberler alan, gerekse mevzubahis kalelerin du­ rumlarına dair esaslı bilgi edinmiş bulu­ nan Fazıl Ahmed Paşa, her üç kalenin (Tarih-i Raşid C: 1, S: 34) yol, nüfus, tahkimat ve stratejik vaziyetlerini izah­ la, Uyvar’a yürümenin müreccah bulun­ 2112
duğunu şöyle belirtti: «Uyvar büyük bir kaledir; hem de Çasar’m ikinci vezirinin oturduğu yerdir. Köy ve kasabaları ma­ murdur, altun ve gümüş madenlerinin mevcudiyetiyle meşhurdur. Uyvar'm zap­ tı etrafındaki köy ve palankalarla bir eyâletlik yerin padişah mülküne ilâvesini Bağlıyacaktır*. Sadnâzamm bu izahat ve mütalealarını müteakip Uyvar'a yürün­ mesi kararı alındı. Ordunun gideceği yer de k afi şe­ kilde tâyin olununca, Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa, Budin kalesinde misafir edilmiş bulunan Avusturya elçilerini ça­ ğırttı. Bunlarla vaki görüşmede; Osman­ lI ordusunun Uyvar'a yürüdüğü belirtil­ dikten sonra Kanije tarafındaki kalenin yıkılması ve Erdel’de işgal eyledikleri yerlerden çekilmeleri talebinden başka, ya Kanuni zamanındaki 30 biıı altun ver­ giyi, veyahut da Zitvatorok muahedesin­ de zikredilen 200 bin kuruşu vermeleri istendi. Elçiler vergi işinin mevzuubahis olamıyacağıııı beyan ettikleri cihetle, kendilerine ı-uhsat verildi. Uyvar muhasarası ve zaptı Fazıl Ahmed Paşa’nm idaresinde Budin'de toplanmış kuvvetler yüz bin kişiyi buluyordu. Sefere karar verildiği zaman Szel»elyhid kalesinin o devirde yapılmış bir krokisi (Macarca «A Magyar Ncmzet Törtenete» adlı eserden) orduya iltihakı hususunda Kırım Hanına da mektup yazılmıştı O sırada Kırım'dan ayrılmayı doğru bulmayan Han ise, oğlıı Ahmed Giray idaresinde yüzbin Tatar as­ keri göndermişti. Ayrıca Ahmed Giray'm kardeşinin emrinde 15 bin Kazak askeri varaı. Osmanlı devleti böyle büyük bir ordu ile Avusturya üzerine yürürken Îmf. ara tor Leopold, İsveç’ten vardım iste­ miş, fakat iki hükümdar bu hususta uyuşamamıştı. Bu bakımdan Avusturya- Drava üzerinde Türk ordusunun geçiş noktası olan Essek (Ösek) den bir görünüş (Macarca «Tolnai Vilagıortenelme» adlı eserden) 2113
i lıîar, Osmanlılarla mücadele içinde ken­ di im kânları ile başbaşa demekti. Osmanlı ordusu 30 temmuzda Budin’den hareket etti. Fazıl Ahmed Paşa h a ­ reketten evvel Gran ( Esztergom ) önün­ de bir kale inşasını emretmişti. Buraya gelindiğinde kalenin inşaatı bitmemiş ol­ duğundan dört gün beklendi. Sonra Esztergom’dau karşıya Ciğerdelen (Parkany) sahrasına geçildi. Bu arada Uy var (Neuhausel) kumandanı Forgaes’ın, bir harb hilesi ile. Ciğerdelen’e geçen kuvvetlerin bir kısmına taarruz etmesi temin olundu. . Hu taarruz Forgacs’a beşbin maktul ve bin esirlik zayiata ( Tarih-i Reşad C: 1, S: 39 ) maloldu. Ordu Ciğerdelen’de Tuna’nın sol sa­ hiline geçince Sadrâzam, Serdar Ali Pa­ şa, Kaplan Mustafa Paşa ve Budin Valisi Hüseyin Paşa’yı Uy var’a giden yol üze­ rindeki köprüleri inşa ve muhasara için £ ereken hazırlıkları ifa vazifesiyle iler­ den gönderdi. Uyvar muhasarasına 17 ağustos ( 13 muharrem ) günü başlandı. Orta Macar beylerinden olan kale kumandanı For­ gacs’a evvelâ teslim teklifinde bulunuldu ise deTForgacs bunu reddetti. Kaleyi m u” hasara eden Osmanlı askeri dört kola ay­ rıldı. Sadrâzam Fazıl Ahmed Paşa bu kollardan birine bilfiil nezaret ediyordu. Muhasaranın başlamasından on gün son­ ra Kırım H anının oğlu yüzbin kişilik Ta­ tar askeri ile geldi. Ayni gün Eflak ve Boğdaıı voyvadaları öa birer miktar kuv­ vetle Uyvar önüne ulaştılar. Bu sırada İmparator Leopold’ün ku­ mandanlarından Montecuculi’niıı 30 bin kişilik kuvvetle (Silâhtar tarihi C: 1, S: 273 ) Uyvar’ın imdadına gelmekte oldu­ ğu öğrenildiğinden, Fazıl Ahmed Paşa bunlara karşı Tatar, Kazak, Eflak ve Boğdanlılardan mürekkep seksen bin k i­ şilik kuvvet şevketti. Kaplan Mustafa Paşa’nın emrine verilen bu kuvvetler Moııtecuculi'yi mağlûp edip kaçırdıktan son­ ra Kırım askerleri Viyana önlerine kadar uzanan bir akın, hareketinde bulundular. Serdar-ı ek rem Fazıl Ahmed Paşa muhasara boyunca asker ve kumandan­ ları teşci faaliyetinden geri durmadığın­ dan, kalenin zaptı için sıkı bir şekilde çalışılıyordu. Müdafiler pek çok tüfek ve top mermisi yağdırmakla beraber Türk kuvvetleri yılmadan işine devam edi­ yordu. Top gülleleri ile surlarda g e d ik le » açıldığı, lâğım patlatılarak yıkıntılar meydana getirildiği ve nihayet toprak Osmanlı ordusunun Uyvar muhasarası (Macarca «A Magvar Nemzet Törtenete» adlı kitaptan) 2114 I
¡-ürülerek surlara yaklaşıldığı cihetle daha ilerisinde bir arazi parçası ele ge­ Uvvar miidafiieri şehrin elden gitmek çirilmiş oluyordu. Alman tarihçisi Hamüzere olduğunu görüyorlardı. Kale kunıer bu münasebetle şöyle der: ı.mndanı Forgacs, Uyvar zaptının elle tu* İşbu Uyvar fethi, Zitvatorok müsa'.ulur hale geldiğini görünce, müdafileri lehasmm mütemadiyen yenilenmesi ile esir olmak veya ölmekten kurtarmak is­ yarım asırdan beri teaaiıhür etmiş olan tedi. Bu sebepledir kî ; muhasaranın otuz Macaristan aleyhine muhasamatın yeni­ sekizinci günü kalenin Beç kapısının üze­ lenmesinin ilk vak’ası olduğu için bütün rinde emaıı bayrağının çekildiği görüldü. Almanya’da derin akisler bırakmıştır. ABunun üzerine kaleden gönderilen heyet vusturya İmparatorluğu memleketlerinin şu şartların (Tarih-İ Raşid C: 1, S: 47) Türkler tarafından istilâsına dair hiçbir kabulü takdirinde Uyvar’ı teslim ede­ zaman bu sene ile bundan sonraki sene­ ceklerini bildirdiler : ler zarfında çıkarıldığı kadar eserler, va­ 1 — MaL ve canlarına zarar veril­ azlar. ruzname, keşfiyat, nasihatler, teşiri iyec ek, viknâmeler ııeşrolunmamıştır. Uyvar ka­ 2 — Ordunun içinde geçmivecek ve lesine o kadar üstün kuvvetlerle hücum Tatarların yüzünü görmiyecekler. olunmuş, muhasara o kadar şiddetle ida­ 3 — Mallarını nakletmeleri Içııı bin re edilmiş, o kadar çok sürmüştür ki. araba tahsis olunacak. bugün bile Avusturya - Macaristan’da zi­ 4 — Uyvar müdafilerinin harpte yade ibrazı mesai olunduğundan ve nagayret gösterdiklerine dair imparatora kabili tezelzül bir mukavemet gösteril­ ibraz edilmek üzere ellerine mektup ve­ diğinden bahsolunmak istenilirse *‘\eurilecek. hausel önünde bir Türk gibi" derler». 5 — Avusturya askeri kaleden çık­ madan Osmanlı askeri içeri girmiyecek. Neograd ve Nytra kalelerinin zaptı 6 —- Müdafilere yeteri kadar zahire ve sadrıâzamın Belgrad’da verilecek. kışlaması 7 — Yaralılar iyileşinceye kadar Uvvar’da kalacak. Avusturyamn Osmanlı sınırı yakı­ 8 — Kaleden çıkıldığında bayraklar nında en mühim mukavemet şeddi adde­ açıp trampetler çalınarak gidilecek. dilen U yvaı’dan sonra bu civarda birkaç; kale daha alındı. Bunlardan birisi olan Avusturya heyetini dinliyeıı Fazıl Neutra ( Nytra ) Hüseyin Paşa tarafın­ Ahmed Paşa, son maddeyi söyledikleri dan, Neo^rad ( Novigrad) Kaplan Mus­ ( Silâhdar tarihi C: 1, S: 280) zaman : «— Utanmazsanız böyle yapmaya, yapın, tablhanenizi döğün, borularınızı ça­ lın, bayraklarınızı açıns- de­ di. Ve bir günlük zahire ile mallarını nakil için dört yüz araba verileceğini ve Komaron adasına kadaı nakledi­ leceklerini bildirdi. Böylece o gün akşam üzeri Uy­ var işgal olunup kale burç­ larında Türk bayrakları dal­ galanmaya başladı (24 eylül 1683 - 21 safer 1074). Fazıl Ahmed Paşa, Uyvar’ın zap­ tından sonra surlarını tamir ve içerisine dört bin kişilik Nytra'nın onvedinci asrın ikinci yarısında ya­ muhafız asker, mühimmat pılmış bir resıtıi (Macarca «A Magyar Nemzet ve erzak koydu. Uyvar fethi Törtenete» adlı eserden) ile istilâ devri sınırlarının 2115
tafa Paşa tarafından zaptedildi. Ayrıca Leu-enz ( Leva ) alındı. Bu arada İIo:avya ve Sılezya'ya akın eden Tatarlar yirmi dört bin esir alarak geri döndüler. Uy var ve sair kalelerin fethini m ü ­ teakip Fazıl Ahmed Paşa topladığı mec­ liste ; hudut yakınında bir yerde kışla­ manın mı, İstanbul'a dönmenin mi m üna­ sip olacağını görüştü. Kumandanlar, düş­ man kuvvetlerinin ezilmemiş olduğuna dikkati çekerek o taraflarda kışlamanın lüzumunu belirttiler. Bu fikri doğru bu­ lan sadrıâzam da Belgrad’da kışlamaya karar verdi. Erdel Beyi Apafi Mihal, müteaddit mektuplar yazılarak sefere çağırıldığı halde muhtelif bahaneler ileri sürerek yerinde kalmaktaydı. Ordunun Uyvar’a ulaşmasından sonra tekrar çağırılan Er­ de! Beyi nihayet kalenin fethinden sekiz gün sonra ordugâha geldi. Fakat sadrıâ- zam ona itimad telkin edebilmek için ge­ cikmesine ses çıkarmadı. Beigrad'da kışlamaya karar vermiş olan Fazıl Ahmed Paşa Budin'e geldiği zaman Erdel Kralı, Eflak, Boğdan voy­ vodaları ve Kazak Beyine ilkbaharda or­ duya iltihaklarım emrederek memleket­ lerine dönmelerine izin verdi. Budin’de iken Avusturya elçisini kabul eden sadrıâzam, imparatorun başvekili Dııc de Sagan'a hitaben ( Tarih-i Raşid C: 1, S: 55 } yazılmış bir mektup vererek Viyana’ya gönderdi. Bundan sonra Belgrad’a gitmek üzere Budiıı’den ayrılan sadrâ­ zam, imparatorun vali ve kum andanla­ rından Zrinyi ( Zırin-oğlu ) nin memle­ ketini vurmak üzere Kaplan Mustafa Pa şa kumandasında elli bin Tatar, on bin ç,önüllü şevketti. Bundan sonra yoluna devamla, askerleri kışlaklarına tevzi, kendisi de aralık 1663 başında Belgrad’a vâsıl oldıı. A vusturyalIların kış ta­ arruzunun defedilmesi Osmanlı ordusunun kış­ laklara dağılmasından sonra, bundan istifade etmek iste­ yen ve Türklerin kışın h a ­ rekât yapmıyacağım hesap­ layan AvusturyalIlar, Uyvar’ın kaybına mukabele teşkil etmek üzere âni ham­ lelerle bazı yerleri almak is­ tediler. Peçuy (üstte) ve Kanije (sağ­ da) kalelerinin 1664 vı(ı başla­ rında AvusturyalIlar ve mütte­ fikler tarafından muhasarala­ rım tasvir eden bu resimlerin ikisi de Macarca «\ Magyar Nem7et Törtenete» adiı eserden alınmıştır. 2116
Bu plânın tatbiki gayesiyle, Gene­ ral Zrinyi ( Osmanh tarihlerinde Zırinuğlu ) General Hoheıık)he ile birleşerek 30 bin piyade ve süvari asker ve 40 top ( Silâlıdar tarihi C: 1, S: 311 ) ile hare­ kete geçti ve Tiirklere ait Berztnce, Babocsa ( Babofça ) yi aldıktan sonra SiSetvar'ı muhasarava başladılar ( 24 ocak 1664) . Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa vazi­ yetten haberdar olunca Tatar askerleri­ nin ve yakın kışlaklarda bulunanların acele yetişmeleri için emir verdi, kendisi de 2 şubat’ta Belgrad’dan yola çıktı. Kış çok şiddetli olduğundan etraf kar ve buz­ larla örtülü idi. Bu yüzden askerler çok güç şartlar altında yol katediyorlardı. Siîietvaı- Önündeki su donmuş olduğundan Avusturyahlar buzlar üzerinden yürüyüp geçerek kaieye hücum ediyorlardı. Fakat Türk askerinin harekete geçerek üzerle­ rine gelmekte olduğunu duyunca, Sigetvar muhasarasını bıraktılar ve Essek (Esek, Ösiyek) köprüsünü kesip Pecs (Peçuy) i kuşatmaya karar vererek bu ka­ rarı tatbike koyuldular. AvusturyalIların hücum ettikleri sa­ haya en yakın yerde Tatar askerleri kış­ lamaktaydı. Fakat bunlar emredilen ye­ re yetişme işini soğuklar dolayısıyle çok yavaştan aldılar. Maamafih bir müddet sonra civardaki Osmanlı askeri Peçuy'a yaklaştığı cihetle üç taraftan ateş arasın­ da kalmak istemeyen General Zrinyi oniki günlük bir muhasaradan sonra Feçuy önünden de çekilmek zorunda kal­ dı. Kış soğukları tabii Avusturya ordusu için de büyük müşkilâta âırtil olmaktay­ dı. Nitekim Zrinyi’nin askerlerinin bazı­ larının elleri ayakları donmuştu. Onlar Peçuy önünden çekilirken arkalarından yetişen Kaplan Mustafa Paşa kendileri­ ne bir miktar zayiat da verdirmiş tir. Netice itibariyle AvusturyalIların kiş taarruzu böylece defedilmiş olduğundan Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa yoldan ge­ riye dönerek 21 Şubat 1664 te Belgrad’a dâhil oldu. serdarı orduyu buna göre hazırlamaya çalıştı. Uyvar’ın Türkler tarafından zap­ tı Avrupa’da bir hayli heyecan yaratıp derin akisler uyandırdığı cihetle Avus­ turya'ya etraftan yardım elleri uzandı. Bu cümleden olarak ; İspanyollar, Sak­ sonya ve Brandenburg para ve asker yar­ dımında bulundu : Fransa Kıralı Ondördüncü Louis de beşbin Fransız gönüllüsü gönderdi. Buna mukabil sadrıâzamın or­ dusu da Anadolu tarafından gönderilen kuvvetlerle geçen seneye nisbetle eliibin kişi ( Silâhtar tarihi C: 1, S; 32G ) fazla­ laştı. Fazıl Ahmed Paşa casuslar vasıtasiyIe düşmanın durum ve niyetlerinden azçok haberdar oluyordu. AvusturyalIların Essek köprüsüne bir taarruz yapabilece­ ğini tahmin ettiğinden burasını takviye için tedbirler aldı. Bu sırada 15 bin ki­ şilik bir Avusturya kuvvetinin Kytra ( Neutra ) kalesini, birkaç gün sonra da 60 bin kişilik başka bir kuvvetin de Kaııije’yi muhasara ettikleri haberini aldı­ ğından her iki kalenin de imdadına derral kuvvet şevketti. Nytra kalesi fazla dayanamayarak düştü ise de burayı alan AvusturyalIlar imdat kuvvetinin vaklaş- Zerinvar'ın zaptı vc kalesinin yıkılması AvusturyalIların kış taarruzu Fazıl Ahmed Paşa için uyartıcı bir tesir yap­ mış olduğu cihetle. Osmanlı ordusunun Zrinyi (Zırin-oğlu) (Maearca «A Magyar Nemzet Törteııete» den)
Zemliıı sahrasına çıkaıı. 7 mayısta da Zem lin’den harekete geçen Serdar Fazıl Ahmed Paşa Kanijeye doğru teveccüh etmişti. Kanije muhasarasını bırakan Avusturva kuvvetleri bu şehrin güney ba­ tı tarafında, Mur nehri ile Drava’m n kav­ lağında ve Drava’nın sol sahilindeki Yeısikale (Zerinvar) ye çekilmişti. Sadrıâzam da Kanije önüne geldikten sonra, muahede ahkâmına mugayir olarak ya­ pılmış olan bu kaleye doğru teveccüh etti. Zerinvar yirmi günlük muhasara ne­ ticesi zaptedilerek kalesi yıktırıldı, Dal^a sonra bu civarda (Komaroıı (Kıskomorn), Beleska, Egerwar, Kemendwar. küçük kale ve palankaları alındı. Bunlar­ dan önce düşmanın geçen yıl elde etmiş olduğu Babofça ve Berzence de kolayl.kia istirdat edildi. Yenikale (Zerinvar) (Maearcâ «A Magyar Nemzet Törienetc» den) ması üaerine kaçtılar. Kanije'yi kuşatan ve Osmanîı tarihinlerinde Zirin-oğlu ve Balcan-oğl^f diye zikredilen Avusturya kumandanları ise, Osmanlı ordusunun yaklaştığını duyunca muhasarayı çözüp çekildiler. Nisan ayı ortalarında Bel<;rad’dan S ulh muahedesinin hazırlanması Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa Zerin- C ijgrdelgo VotUd Jir\atofOİc iP ’ v»yç*a 'Kir*d lito n i - B d g r v l Sttkelvhid (C ro u • vs 4fj f ın | '»jvtr CjnkurUno Çoidni M A C A R İŞ T A N \Vnı>La|e Sicetvar 1 Se je d ip «TÛ— • L‘'‘ °l Sou, sabin • SLOV EN YA • K a r a n - y t* * BANAT Pelervarad «t*. — SUniuuoeı Pançova M cha d i yr / « n lin d BOSNA TUN i VKKIl SıRÖlST AN Osmanlı ordusu ile, Avusturya ve müttefiklerinin I6B3-S4 yılları arasında cere­ yan eden hareketlerini ve karşılıklı olarak muhasara veya zaptettikleri yerleri, nihayet Sen-gotar'a gelişlerini gösterir harita. 2118
varı aldıktan sonra kuzev istikametime yöneldi. Avusturya kumandanı Montecuculi de bu sırada Raab nehi'inin sağ kı­ yısındaki Avusturya arazisini korumak üzere o tarafa koştu. Kuvvetli Türk or­ dusu ilerlediği yeri zaptediyor. ayrıca akın hareketleri yüzünden Avusturya'­ nın bazı yerleri tahribe uğruyordu. Bu bakımdan, Avusturya için eıı doğru ha­ reket sulhe yanaşmaktı. Nitekim sacirıâzam Raab nehri kenarındaki Czakany ( Çakan ) mevkiine geldiği zaman bu ne­ tice doğdu. Avusturya başvekilinden ge­ len mektup üzerine, ordu ile beraber ge­ tirilmekte olan ve Osmanlı tarihlerinde imparatorun kapı kethüdası niye zikre­ dilen elçi Simon Renitıger ile muharrem salı (29 temmuz 1664) günü gece yarısı­ na kadar cereyan eden müzakere sonun­ da on maddelik bir muahede metni ha­ zırlandı. Fazıl Ahmed Paşamın tensibi üzerine, muahede tasdik olununcaya ka­ dar ( Silâhdar tarihi C: 1, S: 3â7 ) Os­ manlI ordusu muhasematı devam ettirnıo hareketinde serbest olacaktı. Sen G o tar m uharebesi Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa Csakany mevkiinde Raab suyunu geçmek istedi, fakat karşıda Avusturya kuvvetleri bu­ lunduğundan geçiş mümkün olmadı. Bu , .. Müttefik orduları kumandam Monteeuccoli. sebeple nehir boyunca batı istikametin­ de ilerliyerek Saint-Gottard (Sen Gotar) mevkiine geldi. Avusturyanm İtalyan asıIlı meşhur kumandanı Montecuculi ( Mcnteeuccoli ) Alman, Fransız, İspaıı- -t — Sen-gotar savaşında düşmanın mukabil hücumu ile yenilmeye uğrayan Osmanlı kuvvetlerinin Raab suyundan geçişi (Resimlerin ikisi de Macarca «A Magyar Nemzet Törfceııete» adlı eserden alınm ıştır) 2119
yol, Çek vesaireden mürekkep Avustur­ ya kuvvetlerinin başındaydı. Sen Gotar'da iki taraf kuvvetlerini Raab suyu ayı­ rıyordu. OsmanlI ordusu 6 muharrem (30 temmuz) da Sen Gotar'a gelince nehre muvazi sırtların gerisine çadır kurdu. O arada Osmanh t.-pçusu karşıya ateş açtı­ ğından, Maııtecuculi kuvvetlerini orma­ nın içine çekti. Fazıl Alımed Paşa Raab suyunu kar­ şıya geçerek Raab kalesine doğru ilerle­ mek istediğinden, burada Avrupa tarih­ lerinin pek fazla süsleyip şişirerek an­ lattıkları bir muharebe cereyan etti. Fazıl Ahmed Faşa 1 ağustos 1664 gü­ nü 3 bin piyade 3 bin süvarilik bir kuv­ vet geçirdi. Bunlar düşman üzerinde bir panik yarattıkları sırada sadrıâzam 5 bin Üstte: Raab suyunu geçen Osmanh kuvvetlerinin hücum« ve düşmanı geri at­ ması, Altta: Düşmanın mukabil taarruzu iie Osmanlı kuvvetlerinin merkez kısım­ da yenilmeleri, kanatlarda da başarısırlığa uğramalarını gösterir krokiler 2120
kişi daha gönderdi. İkindiye kadar yağ­ mur altında devam eden ilk safhada Türk askeri üstünlük gösterdi. Lâkin gerek bu üstünlüğün verdiği nefse güven, gerekse yağmur yüzünden Türk askerinde bir gevşeme vuku bulunca bundan faydala­ nan Montecuculi askerini taarruza kal­ dırdı. Şiddetli topçu ateşinden sarsılan Osmanlı askeri bir de piyade ve süvari­ nin taarruzu ile karşılaşınca bunlara da­ yanamadı. Neticede 4 bin kişi vuruşarak şehit düştü, geri kalanların büyük kısmı da kabarmış olan Raab suyunda boğul­ dular. Bu arada 15 top düşman eline gegti. Vasvar muahedesinin Osmaııh ca nüsha­ sının baş tarafı (A Magvar Nemzet Törtenete’den) Y7asvar m uahedesi 2■ — Türkleriıı zaptetmiş olduğu UySen Gotar muharebesinden önce ha­ var, Neograd kaleleriyle bunlara bağlı zırlanarak İmparatorun tasdikine gönde­ kariye ve palankalar Tüıklerde kalacak. rilmiş olan sulh muahedesi bu arada tas­ 3 — Rakoçzi ve Ke-ıeny Janos’un so­ çık edilmişti. Vasvar ( Eisenbuıg ) şehri yundan ve Orta Macar beylerinden her­ ile Sen Gotar köyü arasındaki Çakan hangi bir kimse Erdel’e sokulmıyacak. (Çakani, Csakanv) mevkiinde hazırlan4 — Zerinvar kalesi tekrar inşa edilmakla beraber en yakın merkez olan miyecek. Vasvar ismi ile anılan bu muahedenin 5 — İki taraf da a kınla ra son vere­ hazırlanış şekline dair tafsilât vermeyen cek, çeteleri korumıyacak. Hammer (C: 11, S: 132), muahedenin 10 6 — Muahede ile teessüs edecek sulh ağustos 1664 te imzalandığını kaydetmek­ ve dostluk hali yirmi sene devam eyliyele yetinir. Fakat İmparator Leopold'ün cek. Fazıl Ahmed Paşaya yazmış olduğu <Sİ7 — Muahede ile kurulan dostluğa lâhdar tarihi C: 1 S: 369) sureti mevcut nişane teşkil etmek üzere imparator pa­ mektupta. 10 muharrem (3 ağustos) den dişaha iki yüz bin kuruşluk hediye ve itibaren iki memleket arasında yirmi se­ pişkeş yollıyacak, padişah da buna uy­ nelik dostluğun teessüs ettiğinden bahse­ gun hediye gönderecek. dildiğine göre, muahedenin 3 ağustos Heyeti mecmuası itibariyle Türkler 1664 te tasdik olunduğu anlaşılmaktadır. lehine şartlar ihtiva eden bu muahede­ Oıı maddeden ibaret Vasvar muahedesi nin tasdikli nüshasını, alan Sadrıâzam hulâsatan. şu şartları ihtiva eder r Ahmed Paşa seferden dönüş yolculuğuna 1 — AvusturyalIlar Erdel’de işgal et­başladı. Muahedenin tatbikatına nezaret miş oldukları yerlerden çıkacaklar ve bu gayesiyle o senenin kışını Belgrad’da ge­ memleketten Türk ve Avusturya askerle­ çirdikten sonra 15 temmuz 1665 te padi­ ri ayni zamanda çekilecektir. şahın bulunduğu Edirne’ye dâhil oldu. DÖRDÜNCÜ MEHMED'İN BİRİNCİ VE İKİNCİ LEHİSTAN SE fER İ AvusturyalIlar ile Vasvar muahede­ sini akteden Fazıl Ahmed Paşa, daha sonra G irit seferine çıkmış ve adanın fethiısi tamamlıyarak Venedik harbine n i­ hayet verilmesini sağlamıştı. Bu iki m u­ vaffakiyetli harpten sonra Osmanlı dev­ leti yeni bir harbe daha girdi ki, Lehli­ lerle yapılan bu harp, ötekilerden daha çok muvaffakiyetli oldu. Padişahın da bizzat katılmış olduğu Leh seferleri Sa­ rıkamış Kazaklan yüzünden çıklı. Dördüncü Mehmed, Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa’ııın Girit serdarlığı sırasın­ da Tesalya Yenişehrinde iken, Sarıkamış 2121
haııenkoyu lıatman yapmakla. Potkalı zümresini Sankamışlara musallat etmiş oluyordu. K ın m Hanının, hem padişahın arzu­ sunu nazarı itibara almadan icraata g i­ rişmesi. hem de Kazaklar arasında mü cadeieye sebep olması üzerine, kendisi azledilerek Selim Giray Kırım Hsm tayin edildi (Mayıs 1671) . Doroşenko ile Hanenko mücadeleye giriştiği zaman bundan istifade fırsatını kaçırmak istemeyen Leh Kıralı, Doroşenko'ya ait birkaç palankayı zapietmişti Lehliler Osmanlı himayesindeki bir yere el uzatırken ikinci Osman'ın Hotin sefe­ rinin tesiri altında bulunmakta idiler. O zamandan beri OsmanlIlardan pek korkmıyan Lehliler. Osmanlı devletini yine o devirdeki durumda zannediyorlardı. Bu sebepledir ki, Leh Kiralına sulhe aykırı hareket etmemesi hususunda hem nasihat hem tehdit ihtiva eden bir mektup gön­ derildiyse de, Leh Kıralı Michel Korybut Wiesnowiski, Doroşenko’ııun kendi ben­ desi olduğunu ifade ile Osmanlı devleti­ nin hoşuna giimiyecek bir cevap verdi. Bu vazıyef karşısında Lehistan'a sefer icrasına karar verildi. Dördüncü Mehmed’in Edirne’den hareketi Dördüncü Mehmed (Asil Floransa mtizesi ndedir) Kazaklan hatmanı Doroşenko’dan bir el­ çi gelmiş. Leh Kıralı ile Kırını Hanından şikâyet ederek himaye olunmasını iste­ mişti. Bu vaziyet karşısında Doroşenko'ya tuğ. sancak ve mehterhane gönderil­ miş ve netice itibariyle Sarıkamış K a­ zaklan O s m a n l ı himayesine girmişti. (1669) . Eveice Lehlilere tâbi olan Sarıkamış Kozaklarının onlardan yüz çevirerek Ormanlı himayesine girmesi. Lehlilerle aranın bozulmasına yol açmışt.r. Kazak­ lar meselesinde Kırım Hanı Âdil Giray da isabetli sayılmıyacak bir yol tutmuş­ tur. Padişaha yapılan şikâyette kendisin­ den bahsedilişine içerliyen Âdil Giray, Potkalı Kazaklarından « Hanenko » adın­ da birini hatman yapıp Dorogenko üze­ rine sevketmiştir. « Sarıkamış » s Barabaş» ve «P otkalı» diye üç koldan m ü­ rekkep olan Ukrayna kazaklarının ıeisi Sarıkamış zümresinden iken, Adil Giray Sefere karar verilmesinden sonra ge­ rekli hazırlıklar yapıldı. Bu defa sefere bilfiil katılmakta olan padişah 5 haziran 1672 de Edirne'den harekete geçti. M ai­ yetinde henüz dokuz yaşında olan büyük oğlu Mustafa ve bunun annesi de vardı. Fakat gerek şehzade gerekse padişahın hasekisi muharebe sahasına kadar götürül raiye re k vezir İbrahim Paşa ile bir­ likte Dobruca’daki Babadağı’nda bırakıl­ dı. Isakçı'da kurulan köprüden Tuna ge­ çilmek suretiyle Boğdaıı arazisine girildi. Boğdaıı voyvodalığının merkezi Y a ş ( Yassi ) a varıldığı zaman asker yokla­ ma edilerek kapıkuluna sefer bahşişi ve­ rildi. ö zi muhafızı Halil Paşa, Anadolu ve Karaman, beylerbeyleri İle birlikte Dniestr üzerinde köprü kurmıya ve inşa­ atın muhafazasına memur edilmişlerdi. Dniestr’in karşı tarafı yani sol sahili Le­ histan arazisi olduğundan köpıü kuıul- 2122
Dördüncü Mehnıed’in sefere çıkışının bir yabancı tarafından tas\iri. (İlâve : 132) ★ —> şevket ve haşmetine ait bazı levhalar g ö rm ü ş tü m ; fakat Z&t-ı şahanenin bugün sefere g itm ek üzere E dirne'den dışarı çık ışın daki ih tiş a m ın ve hayret verici debdebenin g üzelliğine yaklaşacak hiç bir şey görm em iştim . .... bu olay b ü tün haya tınıca gördü&üm şeylerirf en güzeliydi ve Fransa sa­ rayı ha "iç dün y a n ın hiç bir yerinde bu n­ dan güzel bir tören yapılam azdı. H ır is ti­ y an prenslerinin u ğ ru n d a bi** m ik ta r m asrafta b u lu n d u k la rı genliklere, eğlen­ celere ve m erasim lere a it oldukça do&ru O nyed incl asrın O sm an lı im p a r a to r lu ^u için bir du rak lam a devri olduğu m a lû m d u r. H a ttâ S ultan Osman vak'assndan D ördüncü Mu~ad ın şahsen id a ­ reyi ele alışına ve yine K em ankeş K ara M u stafa P aşa nın ö lüm ünden K ö p rü lü M ehm ed Paşa n ın sadaretine kadar gecen devre zarfında devleti sür atle ç ö k ü n tü ­ ye götüren y ılla r yaşanm ıştı. Bu asır zar­ fında A vrupa ise a r tık ilim . /ik i“. sanat, iktisat ve nih ay et bu n ların k azandırdığı bir netice halinde te k n ik yenden Os­ m anlI im p arato rlu ğu n d an ileride b u lu n u ­ yordu. Vaziyet ik i taraf için kısaca bu merkezde iken, K ö p rü lü le rin gayretleri sayesinde 25 senelik p arlak bir devir y a ­ randı. O sm anlı im p a ra to rlu su n u n hayat çem beri üzerinde bir İkindi güneşinin p a rla k lığ ın a benzetilmesi m ü m k ü n olan bu y irm i bes y ılın şaşaası V iyana boz­ g u n u İle hazin şekilde, fütıu e.inceyi; kadar, pek çok A v ru p alı T ürkierden ko rk m akta ve onaltınc) astrda o lduğu gibi bîzlere gıpta ile bakm akta devam etti. tasvirler vücuda, g e tirild iğ in i g örüyoruz: çün kü onlar m a h d u t şeylerdir; fakat her şeyi do£u olarak görm ek iddiasında bu­ lunan kim selerin, o gün Osm anlı sara­ y ında geçmiş olup daha m ükem m el ve m uhteşem olm asını tasavvur etmek m ü m k ü n b u lu n m ay a n şeyler hakkında verecekleri izahatla do&ru biv fik ir tel­ kinine de k aadir bu lu n m a d ık ların ı idcîia ederim. B u n ları insan zekâsına kavı atabilecek yeterlikte, kuvvette bir ta lâk st, sözlerden vücut bulacak bir kudret yok­ tur. Bu, bilinm esi için ecnebi gözlerin tavassutlarının kifay et etiği şeylerden de­ ğ ildir. m a h iy e tin i anlıy ab ilm e k için in ­ sanın bunu kendi gözleri ile g örm üş ol­ ması lâz ım d ır» . A. G alland, y a rım sayfa daha tutan Övücü sözlerden, şenlik için de£ii de harp için teşkil edilm iş bu o la y la rın ge­ çit m erasim ine isim olacak kelime b u ­ la m a d ığ ın ı beyandan sonra alay ların ge­ çişini a nlatm ay a başlam aktadır. Geçen heyetleri yedi kısm a a y ıran A, G alland birincinin reisülk ü ttaba , İkincisinin def­ terdara, üçüncüsünün vezir İb ra h im Paçft’ya, d ö rd ün cüsünün kaym akam Mus­ tafa P aşa'ya, beşincisinin baş m usahip paçaya, a ltıtıcism m sad nâzam a , yedincisininde padişaha ait oldu öu n u söylem ekte ve işte, ik in d i güneyinin p atlak lığını* benzettiğim iz bu devrede T ürkiy e'de b ulu n an A n toine G alland adtnda bir Fransız, E dirne'de 1672 y ılında Dö~düncü M ehm ed‘în L ehistan seferine hareke­ tine şahit olm uş ve g ördüğü şeyleri kay* delm iştir* Aşağıda h a tıra tın d a n pasajlar su n duğum u z A ntoine G alland m litin c o . Yunanca. îbranlce, T ürkçe, Farsça. Arapça bilen geniş k ü ltü r lü bir kimse ol­ du ğu n u, o zam ank i F ransız elçisi M. de N aintel in R u m la r ın itik a tla rın a ait bazı meseleleri te tk ik ettirm ek üzere bu zatı beraberinde getirm iş b u lu n d u ğ u n u bilhas­ sa kaydedelim . N ahid S ırrı Ö rik tarafından tercüm e ve T arih k u ru m u ta ra fın d a n neşedilm iş olan Antoine G alland*m g ü n lü k h a tıra la ­ rın a alt k ita b ın 7 m ayıs 1672 cum artesi k ısm ında şunlar okunuyor. «p adişah ın cam ie gidişlerinde, b ü ­ y ü k ve k üçük bayram günlerinde, ekselanszn (F ran sız elçisini kastediyor) h u zu ­ ra kabu! edilişinde ve K a n d iy e n în zap­ tın d an sonra k a d ırg a la rın m uzaffer gi­ rişlerinde. O sm anlı im p a ra to rlu ğ u n u n b u n la rın geçişinin beş saattan fazla sür­ d ü ğ ü n ü beyan etm ektedir. B u nd an son­ ra her heyetin şahıslarını, a tla rın ı, si­ lâ h la rın ı renk, şekil ve süslerine v a rın ­ caya kadar anlatımken sayfalar do ldu r­ m aktad ır. A. G alland T ü rk asker ve su­ b ay ların ı. p aşaların m aiyet e rk â n ım o kadar güzel ve m ükem m el buluyor ki. 2123 j j
b u n la rı Y u n a n ilâ h la rın a benzettikleri başka F ran sız kadınlarının ¿sık olacak­ la r ın ı d a ilâveden geri kalmıyor. İşte onun bu hususa dalı- s a tırla rı: e.... bu vezir a g a y a h u t su b ay larının kim isi dört, k im isi allı* sekiz y ahu t on iç-oğlam ndan m ürek k ep ta k ım la r tara­ fınd a n ta k ip edildikleri g örülüy o rd u ki, b u n lar ekseriyeti sakalı çık m am ış deli­ k a n lıla r olup şim d i ta r if etmiş o ld u ğu m kıyafetle r içinde her b ir i M erih elbiseleri giym iş b ir Venüs e veya J ü p ite r in başından henüz s ık m ış b ir M ine rv a’ya benziyorlardı. K e n dilerini dikkate daha çok lây ık k ıla n ve gözü h a y ra n eden keyfiyet de şuydu ki, her b irin in zırh lı elbiseleri ve y üzle rin in beyazlığına siya­ ha çalan renkleriyle dah a b ü y ü k b ir rev­ nak veren k e n a r la n d e m ir z ır h lı p arlak ve c ilâlı dem ir serpuşları, yayları, k u ­ b u rlu k la rı, ellerinde de bir k a rg ıla - 1 b u ­ lu n m a sın a rağm en, sa rık la rı, eşarp vazi­ yetindeki ceketleri- k u b u rlu k la r ın ın İsle­ meleri ve bey g irlerinin b ir kısm ı dem ir • | ve çelik, bazısı y a ld ızlı b a k ır ve bazısına aynı m addeden iri ç lıîle r in tiza m la sok u l­ m u ş tezyinatı b ü tü n kıyafet ve h e y c1:te­ rinde o derece la tif b ir n izam ve ahenk vücuda getiriy orlard ı ki, insan hayran oluyordu. ... B u a ltı vezirin m a iy e tle :li'd e b u lu ­ nan iç o £ la n ı sayısının binden a^agı olma­ d ığ ı düşün ülünce, şa şk ın lığ a m a h al o lu p ol­ m a d ığ ı ta k d ir edilir. Bu elbiseler o kadar m ü kem m eld i ve kendilerine o derece şa­ şaalı bir m anzara veriyordu ki. o nları bu halde görenler Fransa h an ım la rım ızd a n azının kendilerine k arşı m u h a b b e t d u y ­ mayacaklar« k a n a a tim beslemekte b u lu n u ­ yorum . ç ü n k ü sade b ir k ita p ta ta r f.in l o k u m a k la ço ğun un âşık d ü ştü k le rin i bil­ d iğ im iz o k a h ra m a n edasına b u n la r ara­ sında m a lik olmiya.ni azd ı.s A. G allan d , vezirlerle m aiyetleri hal* k ın ın geçişini uzun boylu tasviri m ütea­ k ip p ad işah ın b u lu n d u ğ u heyeti anîatm ıy a b aşlıy or ve : « m ü b a lâğ a etm eksizin söylerim ki, bu mucizeye benzer m anza­ rayı tebliğ ve İzah için m eleklerin kendi ara la rınd a her* şeyi te b liğ ve ifadede k u lla n d ık la rı kudrete ih tiy aç v ardır» de­ dikten sonra p adişahın m a iy e t h a lk ın d a n doğancı, zağarcı, peyk» solak ve şa tırla ri anlatıyor. E n nih ay et p a d işa h ı da şöyle tasvir ediyor : «G üneşin h uzuru n nasıl seyyarelerle y ıld ız la r p a rla k lık la rın ve h aşm e tlerin i kaybederlerse, bu satırlardan bira?, sonra. **> 2124 a t üstünde y a ln ız o larak ilerleyen padişah da kendin den evvel geçm iş olan safia rin u ü tü n debdebe ve ih tiş a m ın ı işte öylece siliyordu. B ir y ıl evvel kendisinde fevka­ lâde h iç b ir şey tasavvur etm ekliğim e im ­ k ân vermiyecek derecede sönük bîr h âl ve m anzara içinde " ö r d ü ğ ü m bu b üy ü k ve k u d re tli h ü k ü m d a r, b u g ü n bana o de­ rece şan ve haşm etle g ö rü n d ü k i, b u n ­ dan sözlerim k a m a ş tı. P u tp e re stliğ in M erihi, daima, bize ga2a p lı b ir adam k ı­ y afetinde ve kan ve to z la k a p lı b ir insan suretinde tasvir e d ile n b îr İlâ h tı, ve çalı­ sı için saygı ve ta z im ilh a m etm ekten zi­ yade kalpleri deh çer ve korku ile do ldu ­ racak bir m a n z a ra arzederdL T ürkle rin M eriiıi bundan ta m a m iy le fa rk lı id i. E d a ­ sına ve eengâverane k ılığ ın a m u n zam olm ak üzere üstünde ve a tın ın sem ve sanrısını örten b ir pars d erisinin aJtından d ürülen b îr h aşa nın üzerinde parlayan iri ehnas ve İncilerin şa'şaasından ayrıca da. b ü tü n e tra im d a k ile rin tem iz m a nza­ ra ve in tiz a m la rı z ih in le ri a y n î zam anda hayretle, ş a şk ınlık la, h a y ra n lık la ve zevkle do lduran b ir harp ve şen lik tez­ y in a tı vücuda getirm ekteydi. P a d işa h ın m uhte şem e n d a m ın ı anlam ay a ve vücu­ dunun baştan a y ağa k a d a rk i intiza m ve a h e n gin i ölçm eye h iç b ir şey m â n i o lm u ­ yordu. E n d a m ın ı gizleyen k ü r k lü b ir k a ­ lın h ırk a g iy in m iş ti: ince çelikten zırh ceketi, bilekleri, ay nı m adenden z ırh lı p a n talo n u ve asla a ju r örtü sü b u lu n m a ­ yan to zlu k ları b ü tü n e n d a m ın ı gösteriyor­ du. M u tad seklide ve k afasını gayetle iri gösteren s a n g ı y o k tu ; b a ş ın ı yassı o lm a k tan ziyade y u v a rla k olan çelikten veya güm ü şten bir m if f e r sarm ıştı. B a­ şın üstünde bu serpuşun yeşil k ü ç ü k b ir sarigi bu lu n u p b u n u n a ltın ve güm üşle işlenm iş k u m aştan olan sonları arkad an g ö rü n ü y o r ve bu m a n z a ra R o m a lı im p a ­ ra to rla rın defne d a lla rın d a n zafer taçla­ rın], y ah u t da eski Asya k ır a lla r m m taç­ la rın ı güzelce c an la ndırıy ordu . B irçok d a l­ lardan m ürek k ep b ir sorguç, b u sarığa alın üzerinde ve ta şla rd a n m ü rek k ep b îr d ü ğ ü m le b a ğ la n m ış tı. Serpuşun tamalîıiyle kenarına b a ğ la n m ış dem irden b ir zırh, sarık yerine in iy o r ve boyunla o m uzlar üzerinde serbestçe y a y ıld ığ ı g ib i y ü z ü de y a n s ın a k a dar k a p lıy o rd u . B u y üzün esmer teni de y o rg u n lu k la r a altşm ıs ve güne şin en şiddetli ateşlerine ve m evsim ­ lerin h içbir a u îm ü ne ehem m iyet vermez b ir ad am ı haber v eriyordu. B u esmer tende, tebaasının kendisi için diledikleri bin saadeti eelp ve dâvet eden b ir ihti-
ması güç ve derin dikkat is­ teyen bir işti. Bu sebeple evvelâ karşıya sallarla feda­ iler geçirildi. Bunlar ağaç barikat ve siperler yapmak suretiyle karşıda tutundular. Neticede köprü inşaatı m u­ vaffakiyetle sona erdirildi. Köprü tamamlanınca ordu karşıya geçerek Lehistan arazisine girdi. Padişah Dör­ düncü Mehmed de 15 ağus­ tosta karşfya geçti. Lehis­ tan arazisinde ilk işgal jedileıı yer Zwaııic kalesi oldu. Buranın muhafızları kaçtı­ ğından tüfek patlatılmaksın n ele geçirildi. Dniestr ( Turla ) köprüsünün geçili­ şinin ferdası günü K ın ın H a­ Kamaniçe kalesinin zaptı (Ricatıt’dan) nı da orduya geldiğinden m e­ rasimle karşılandı. Ayni gün Boğdaıı voyvodası Duka azledilerek voy­ Muhasara 18 ağustosta başladı. Kalede vodalık Etienne Petroitschak’a tevcih eLehlilerden başka Alman ve Rus kuvvet­ dildi. Bir gün sonra da kazak hatmanı leri de vardı. Kale kumandanı da Alman Doroşenko gelerek hakipâyi şâhâneve yüz asıllı bir şahıstı. Muhasaranın yedinci sürdü. günü Kamaniçe’nin en müstahkem tab­ yası zaptedilerek üzerine Türk bayrağı dikildi. Ertesi gün lâğım patlatılarak dış K am aniçe’nin zaptı surlardan mühim b ir parça çökertildi. Dniestr’i geçmiş olan Osman Iı ordu­ Onun arkasından çıkan ikinci surun tah­ su, Hotin’in yakınında ve kuzey tarafın­ ribine hazırlanılırken, Kamaniçe müdada bulunan Kamaniçe ( Kaminiec, Kafilerinin beyaz bayrak çektikleri görüldü. menetz Podolsk) yi muhasara etti. LeBunun üzerine kaleden gönderilen me­ aistan’a ait Podölyanın merkezi duru­ murlarla beş maddelik bir teslim anlaş­ munda en mühim şehri olan Kamaniçe ması yapıldı ( 27 ağustos 1672) . Anlaş­ muhasarasını idare eden Sadnâzam Fa­ ma gereğince müdafiler canlarına doku­ zıl Ahmed Paşa orduyu üç bölüme ayıra­ nulmamak şartıyle çekilip gidecek, şe­ rak kendisi merkezde yer aldı. Sağ kolu hir halkı da Kamaniçe’de oturup oturMusahip Mustafa Paşanın, sol kolu da mamakta serbest bırakılacaktı. Kara Mustafa Paşanın emrine verdi. . şam p arlam ak tay d ı. P a d iş a h ın sol kolu k ırm ız ı ve a ltın sırm alı m uhteşem ipek­ ten bir eşarp a ltın d a gizlenm iş olup bu eşarp om u2 üzerine mücevherlerden bir düğümle b ağlı b ulu n u y o rd u . B una r a ğ ­ m en, b ey girinin gem ini rah atça tu tm ak hususunda b ir g ü ç lü k çekm ekte defilldi. K op çalar ve islem eli d üğm eler göğüs üzerinde, burada zırh ın k u m aşın a işlenm iş m ücevherler arasın dan g örünüy o rd u . Zırh kalçan ın üzerinde blrlesiyordu ve bun- j 1 2125 dan sonra b irta k ım bu tla bacamı gizle­ yeceği k orkusu ile b ir satır bu n u bey­ g irin sağrısı üzerinde tu tu y o r, herhangi bir hareke tin y a h u t da rü z g â rın bunu u çu rara k bu suretle de efendisinin .sal' ta ra fın ın b ü tü n p r o filin in görülm esine m â n i olm ası ih tim a lin i önlüyo rdu . Bey­ g iri kendisini rahatsa, ta k at öyle b ir aza­ met edasiyle götürm e ktey di ki. o k a da r cok eyalete ve o k a d a r cok k ıra llig a sa­ h ip b u lu n a n b ir h ü k ü m d a rı ta şım a k ta b u ­ lu n d u ğ u n a hükm edilebilirdi.;*
Lehlerin hüküm et merkezinin boşaltılması Müstahkem Kamaniçe şehrinin kısa zamanda elden gitmesi Lehistan’da bir panik havası yaratmıştı. Lehistan'da böy­ le bir hava eserken Osmanlı ordusu boş durmuyordu. Kamaniçe’nin zaptından sonra Kırım Hanı, vezir Kaplan Mustafa Paşa, Rumeli ve Anadolu beylerbeyleri, Eflak Voyvodası ve Kazak Hatmanı Doroşeııko Lemberg’in 2aptı vazifesiyle ile­ ri gönderilmişti. Gerek bu kuvvetler, ge­ rekse Osmanlı ordusunun diğer birlikleri Podolyanm birçok kasaba ve palankala­ rını zaptediyordu, Nihayet Kaplan Mus­ tafa Paşa'nm emrine verilen kuvvetler Lemberg önüne gelerek bu şehri muha­ sara etti. Osmanlı tarihlerinde ilbav şek­ linde kaydedilen Lemberg şehri bu sıra­ da Lehistan Kıratlığının merkezi bulu­ nuyordu. Muhasaranın daha üçüncü günü Lemberg çok sıkışık (Silâhdar tarihi C: 1, S: 613j duruma düşmüştü. Bu şartlar altında Lemberg’in teslim olması pek ya­ kın görünüyordu. Fakat Lehlilerin sulhe talip olmaları ve Bucaş muahedesinin akdi dolay isiyle muhasara kaldırıldığın­ dan, Lehlerin hükümet merkez’ Türklelin eline düşmekıen kurtulmuş oldu. 3 — Ukrayna toprakları eski hudut­ ları ile Kazak batmanına (Osmanlı hizmayesiııdeki kazaklar mevzuu bahistir) verilecek. Ukrayna’da bulunan Lehler de Kazak hatmanma tâbi olacak. 4 — Osmanlı hudut valileri, Kırım Tatarları. Eflak ve Boğdan voyvodaları Leh arazisine tecavüzde buluıımtyacak. 5 — Leiı kıralları, İslâm Giray za­ manından beri Kırım hâzinesine ödemek­ te oldukları yıllık vergiyi yine ödiyecekler. 6 — Lehler bir tecavüze maruz kalır­ sa Kırım Hanı Tatar askeri ile imdat edecektiı'. 7 — OsmanlIlar bir Avrupa devleti ile harb ederse Lehler o devlete herhan­ gi bir şekilde yardımda bulunmıyacak. 8 — İlbav ( Lemberg ) şehrinin m u­ hasarasının kaldırılmasından ötürü Leh Kırallığı bir defaya mahsus olmak üzere OsmanlIlara 80 bin kuruş pişkeş verecek. 9 — Podolyaya tâbi raptedilen veya zaptedilmeyen kırk sekiz palanka Os­ m anlIlara teslim olunacak. Ele geçiril­ miş Rus palankaları ise Lehlilere veri­ lecek. 10 — Evvelce Lehlere tâbi iken or­ duyu hümayuna dâhil olan Lipka Tatar­ larına ve aileleri efradına bir zarar ve­ rilin iyecek. Bucaş muahedesi Podolyanın birçok yerleri elden git­ tiği ve Lemberg de muhasaraya maruz kaldığı sırada Leh Kıralı acele Kırım Ha­ nı vasıtasiyle sulhe talip oldu. Üçüncü vezir Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın reisliğindeki Osmanlı heyeti ile Yolhynie kalesi muhafızı François Lubamirski'niıı reisliğindeki Leh heyeti arasında Bucaş mevkiinde cereyan eden müzakereler ne­ ticesinde dört maddeden ibaret muahede imzalandı (12 ekim 1672 — 24 cemaziyül­ âhır 1083) . Son iki maddesi hayli uzun­ ca olaıı Bucaş muahedesi şu esasları ihti­ va ediyordu ; 1 — Leh Kıralı her sene Osmanlı hâ­ zinesine yirmi iki bin altun pişkeş vere­ cek. 2 — Podolya toprakları eski hudutlarıyle tamamen OsmanlIlara terkedilecek. Leh kuvvetleri Podolyayı tahliye ederken kalelerdeki mühimmatı olduğu gibi bırakacak. 2126 Padişahın Edirne’ye avdeti Dördüncü Mehmed'in birinci Leh se­ feri neticesinde Podolya imparatorluk arazisine katılmış ve Lehler yıllık vergiye bağlanmıştı. Osmanlı imparatorluğunun Avrupa tarafındaki sınırının kuzey kıs­ mı bu suretle en geniş haddini bulmuştu. Dördüncü Mehmed, muvaffakiyetli Leh seferinden 9 aralık 1672 de Edirne’ye avdet etti. Lehlerin muahede şartlarını yerine getirmemesi Leb Kıralı ağır şartlı bir muahedeyi kabul etmekle beraber Leh devlet adam­ ları Osmanlı kudreti hakkında doğru bir fikre sahip değillerdi. Nitekim bu devri bizzat yaşamış olan (Silâhdar tarihi C: 1, S: 618) müellifinin tâbiri ile : «Lehle­ rin ekser cenkleri Tatar taifesi ile olma­ ğın, kâh memleketlerin korutmak kâh bir
' d in 11 c ı miktar mal verip emin olmak şeklinde; henüz kr.vi Osmanlı tabancası yc ıııediklerinden bu canibi saymazlardı » . Gerçi pa­ dişahın başında bulunduğu O sır, anlı or­ dusunun Podolya ya girmesi bunları şaş­ kına çevirmişse de, Leh devlet adamları arasında, tkiııci Osman’ın Hotin seferini gözönünde bulundurarak Türk kudreti­ ne şüphe ile bakanlar olduğu anlaşılı­ yordu. İşte, gerek bu yanlış hesap dolavısiyle, gerekre yıllık vergi işini haysi­ yet kırıcı buldı k! arından Leh diyet mec­ lisi muahedeyi l-.sdik etmedi. Bu yüzden yıllık yirmi iki bin altın vergiyi gönder­ medikleri gibi, teslimi taahhüt olunan palankaları da devretmediler. Bu-ıun üzerine, Leh Kiralına mektup yazılarak nıı.^hede şartlarının tatbiki ha­ tırlatıldı ve muahedeyi tatbikten imtina eyledikıuri takdirde sulhu bozma mesu­ liyetinin kendilerine raci olacağı ilâve edildi. Fakat, bu mektuba : « Kamaniçe kalesini boş bulup almak ve hâli Podol­ ya memleketinde esip savurmak hüner değildir. îşte biz de askerimizi toplayıp meydana çıktık ; kılıcınız varsa pişkeş alırsımz » tarzında cevap geldi. Sılâhdar (C: 1, S: 626) ve Raşid (C: 1, S: 296) tarihlerine göre bu mektuplar Osmanlı ordusunun Leh hududuna yak­ laştığı sırada teati edilmiştir. Padişahın ikinci defa Leh seferine çıkması Bucas muahedesinin Leh diyet meclisince kabul edil­ memesi üzerine Osmanlı dev­ leti Lehistana karşı tekrar harp açmaya karar verdi. Dördüncü Melımed bu sefere de iştirak ediyordu. Kışı y i­ ne Edirne’de geçirmiş olan padişahın emriyle 1 haziran 1673 te tuğlar Edirne sarayı Babüssaadesi önüne dikildi. Bu, harbin ilânına işaretti, Otağ-ı hümâyun Çukurçayır mevkiine kuruldu, iki hafta kadar geçince Sultan Mehmed 7 ağustos 1673 te ordu ile Edirne’den hareket etti. Eylülün 20 sinde Isakçı’ya . varıldığı sırada kapıkuluna ulufeleri dağıtıldı. Lehlerin taarruza geçmesi Diyet meclisinin muahedeyi tasdik etmemesi üzerine hazırlıklara girişmiş olan Lehler, bu arada etraftan da yar­ dım teminine çalışmışlardı. Padişahın idaresindeki Osmanlı ordusu Lehistan is­ tikametinde yol alırken onlar da hazır­ lıklarını ikmal etmiş bulunuyordu. Bu sırada Leh Kıralı Michel Wiesnowiski hasta bulunduğundan, kendisi Krakovi'de kalarak, Jaıı Sobieski’yi ordusuna baş­ kumandan tayin etmişti- Jan Sobieski Lehlilerden başka Alman, Macar, Kazak vesaiı- unsurlardan mürekkep ellibin sü­ vari, otuzbin piyadeden mürekkep bir ordu ile harekete geçerek Hotin’e doğru ilerledi. Lehlilerin H otin’i zaptetmesi Jaıı Sobıeski'niıı Hotin üzerine gel­ diği haber alınınca, Özi Valisi Sarı H ü­ seyin Paşa buranın imdat ve muhafazası­ na gönderildi. Jan Sobieski’den önce Ho­ tin’e varan Hüseyin Paşa emrindeki as­ kerle şehre dâhil olarak, gerek şehrin, gerekse Turla köprüsünün müdafaası için (Silâhaaı- tarihi C: 1, S: 628) tedbir al­ maya başladı. Fakat, Jan Sobıeski’nin as­ kerinin, kendi emrindeki askerden çok fazla okluğunu Öğrenince bunu derhal padişaha arzetti. Padişah da Haleb Bey- Hotin yakınındaki köprü civarında cereyan eden savaşlar (Ricaut’dan) 2127
OsmanlI Ordusuna karşı bazı başarılar kazanan ve Lehistan kırallığına seçüeıı Jaıı Sobîeski lerbeyi Kaplan Mustafa P^sa'nın enirine on iki bin kişilik kuvvet verdirdi; fakat Kaplan Mustafa Paşa’nm Hotın’e değil de Yaş tarafına gitmesi emrolundu. Jan Sobieski Hotin önüne geldiği sırada Boğdan Voyvodası îstefan da as­ kerî ile birlikte kendisine iltihak etti. Böylece kuvvetleri artan J. Sobieski âdeta emniyet duyarak Hotirı'i muhasara­ ya koyuldu Bu arada Eflâk Voyvodası Livroşko Türk ordugâhından kaçıp Leh­ lere iltihak eyledi. Türk kuvvetleri hak­ kında esaslı bilgi verdiği gibi bilhassa müdafaanın zayıf taraflarına işaretle o kısma yüklenilmesin! sağladı. Neticede Hotin’deki kuvvetler bozuldu. Bu arada Sarı Hüseyin Paşa Turla köprüsünden geçerek Kamanıçe kalesine kaçtı. O nun­ la beraber ancak iki yüz kişi Kamaniçe’ye gidebildi. Turla köprüsü yıkıldığından üzerindeki askerler sulara gömülüp çoğu boğuldu. Netice olarak Hotin kalesi Leh­ lerin eline düştü. Jan Sobieski Hotin’i zaptettiği sırada Leh Kıralı Michel ölmüştü. Leh devlet erkânı ve muteber şahsiyetleri tarafın­ dan Krakovi’ye çağrılan Sobieski kıral seçilerek Leh tahtına oturtuldu. Hotin’in düşmesinden önce Sarı H ü ­ seyin Paşa bir defa daha imdat talebin­ de bulunmuştu. Silistre’de bulunduğu sı­ rada böyîe bir taleple karşılaşan Sultan Mehmed, Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa'ya bizzat Hotin’in imdadına koşmasını emretti. Yağmur ve soğuklar başladığı cihetle askerlerin bir kısmı kışlaklara yerleştirilmişti. Lâkin padişah kış ve so­ ğuğa rağmen Hotin’in imdadına gidilme­ sini istiyordu. Fazıl Ahmed Paşa hare­ kete geçtiği sırada Kaplan Mustafa Paşa’daıı alınan bir mektuptan. Hotin’in düşman eline geçmiş olduğu, kendisinin de soğuklar yüzünden Çuçura menzilin­ den ileri gidemediği öğrenildi. Bu vazi­ yet karşısında harekât bahara tehir edi­ lerek, kışı geçirmek üzere padişah Hacıoğlu Pazarı’na, Sadrıâzam ve devlet er­ kânı Babadağı’na çekildi. Ordu kışlağa yerleşirken Kaplan Mustafa Paşa da. aldığı emir gereğince, Yaş tarafından kalkıp gelerek esas kuv­ vetlere iltihak etmişti. Buğdan’ın kuzey tarafının Osmanlı askerinden hali oldu­ ğunu gören eski Boğdan Voyvodası îstefan. Lehlerin teşviki ile, eli altında bulu­ nan birkaç bin kişilik kuvvetle Boğdan’a girerek Yaş şehrini ele geçirdiyse de, k ı­ sa bir müddet sonra Yaş İstirdat olundu. H otin’in istirdadı ve padişahın U krayna’ya girmesi Padişah Dördüncü Mehmed 15 hazi­ ran 1674 de Hacı-oğlu Pazarı’ndan ordu ile harekete geçti. Babadağı’nda sadrıâzam ve diğer erkân da padişaha m ülâki oldu. Ordu îsakçı’ya geldiği sırada doğu eyâletlerinden gelen arzlarda, İranlıların hudutlara asker sevket.tikleri bildirilmek te olduğundan doğudaki eyâletlere acele tâyinler yapıldı. Bu arada Kaplan Musta­ fa Paşa Diyarbekir. Yeniçeri Ağası Vezir Abdun'ahmaıı Paşa da Bağdad V a liliği­ ne lâyin edildi. Paşalar maiyetleri halkı ile acele yola çıkarıldığı gibi deniz yoliyle İskenderun ve Trabzon’a mühimmat sevkedildi. Ordu Boğdan arazisinde yürüyüşüne devam ederken K ırım Hanı da gelerek orduya katıldı. Çuçura sahrasına varıldı­ ğı sırada Hotin’in istirdat edilmiş oldu­ ğu haberi geldi- Daha önce Hotin üzeri­ ne sevkedilmiş bulunan Şam Beylerbeyi Kör Hüseyin Paşa, Kamaniçe kalesinden 2128
üç oda yeniçeri ile bir miktar lâğımcı ve hum haracı alıp Hotin'i muhasaraya baş­ lamıştı. Şam Valisinin Hotin'i kuşatması pek uzun sürmemiş, Sobieski’nin buraya yerleştirdiği muhafızlar* vire ile şehri teslim etmişlerdi. Hotin’in geriye alınması ve Kazak Hatmam Doroşenko’nun kendisine ait bazı palankaları Rusların zaptetmiş ol­ duğunu bildirmesi karşısında, ordunun ilerleyiş istikametinde değişiklik yapıl­ dı. Doroşenko’ya yardım niyetiyle Uk­ rayna'ya girilmesi kararlaştırıldı. Böylece, yalnız cephe değil düşman bile de­ ğişmiş oluyordu. Ukrayna’ya girilmesi kararlaşınca S i­ vas Beylerbeyi Çavuş-zâde Mehmed Pa­ şa köprü kurmak vazifesiyle ileri gön­ derildi. Mehmed Paşa, Dniestr nehri ke­ narındaki Saroka’da emredilen köprüyü kurdu. 8 ağustos 1674 günü Sultan Meh­ med ordu ile Saroka’dan Ukrayna arazi­ sine dâhil oldu. Ukrayna’ya girilince, Rusların elinde bulunan Kazak palankaları ve bu meyanda Istene, Kançe, Ladjin palankaları ve Human kalesi alındı. Kazak palankaları­ nın bir kısmı Tatarlar tarafından tahrip edildi. Padişah Ladjin önünde bulundu­ ğu sırada 21 ağustos 1674 günü Osmanlı ordugâhına gelen Leh elçisi, Podolya ve Ukrayna’nın iadesi şartiyle hükümetinin sulh istediğini bildirdi. Bu münasebetsiz talep karşısında kiralın mektubuna cevap verilmesi dahi lüzumsuz addedildi. Bir buçuk aylık harekâttan sonra Sultan Mehmed 18 eylülde ordu ile Ladjin ’den hareketle dört menzil sonra Saroka köprüsüne ulaşıp buradan Boğdan arazisine dâhil oldu. Vezir Şişman İbra­ him Paşayı serdarlıkla Babadağı m uha­ fazasında bıraktıktan ve ordunun Dobruca’da kışlamasını emrettikten sonra yo­ luna devamla 21 kasım 1674 te Edirne’ye vâsıl oldu. 1675 ve 1676 yıllarındaki harekât Sultan Dördüncü Mehmed 1675 yılı mayıs ayında oğlunu sünnet ettirdiği, onu takiben de kızı Hatice Sultanı Musahip Mustafa Paşa ile evlendirdiği cihetle, Edirne'de mutantan düğün merasimleri tertip olunurken, kışı Babadağı’nda ge- Köprülü-zâde Fazıl Ahnıed Paşa çjirmiş bulunan Serdar Şişman İbrahim Paşa da, ayni aylar zarfında Lehistan üz eri ne harekete hazırlanmaktaydı. Ser­ dar Şişman İbrahim Paşa kendi eyâleti olan Haleb askerinden başka Anadolu, Rumeli, Bosna, ö zi, Karaman. Adana, Şam, Sivas, Maraş eyâletleri askeri ile bir miktar kapıkulunu alıp Boğdan üze­ rinden Podolya’ya girdi. Kamaniçe civa­ rındayken Kırım Hanı Selim Giray (Si­ lâhdar tarihi C: 1, S: 649) da kendisine iltihak eyledi. Bu sırada, Bucaş muahe­ desi gereğince teslim olunması icap eden kırksekiz palankanın çoğunda isyan hâli görüldüğünden, bunların hepsi de zaptedildi. Haleb beylerbeyisi olan Vezir Şiş­ man İbrahim Paşa’nm Podolya’da ik i ay süren harekâtı esnasında Leh Kıralı Osmanlı ordusunun karşısına çıkmadı. K ı­ şın yaklaşması üzerine İbrahim Paşa da tekrar Babadağı’na döndü. Kış mevsimini Babadağı’nda atlatan Vezir Şişman İbrahim Paşa, Lehistan’da yeniden harekât icra etmek üzere, kış­ laklardaki askeri toplayıp yürüyüşe geç- 2129
harekâtta epeyce muvaffakiyetler kaza­ nıldı. İzvança'daki müstahkem Lelı mev­ zilerine yapılan taarruzlarda da m uvaf­ fakiyet kazanılıp düşman mukabeleden âciz kalınca (Silâhdar tarihi C: 1, S: 163) Lehlerin, serdara elçi göndererek, vergi maddesinden vazgeçilmek ve Ukrayna'­ daki Piai'zka ve Powlocza kaleleri ken­ dilerine terkedilmek şartiyle, Bucaş m u­ ahedesi dahilinde sulhe talip oldukları görüldü. Serdar İbrahim Paşa, Lehlerin sulh talebini bir müsalehaya bağladıktan sonra neticesi padişaha bildirildi. Bunun arkasından da Babadağı’na döndü. Osmaıılı . Leh sullıüniin kesinleşmesi Merzifonlu Kara Mustafa Faşa (A Ttlagyar Nemzet Törtenete’deıı) tiği sırada, 1676 temmuzunda İsakçı’da öldüğünden, Şam Valisi Şeytan İbrahim Paşa seıdar tayin edildi. Yeni Serdar Şeytan İbrahim Paşa Podolya’ya girdiği sırada bîr yıl önceki gibi Kırım Hanı Selim Giray Tatar as­ keri ile geldi. 1676 vazmda icra edilen Şeytan İbrahim Paşa’nın akdettiği müsslena. yıllık vergi maddesi hariç, he­ men hemen Bucaş muahedesinin tekrarı demekti. Bu sulh şartları padişahça mak­ bul addedildiğinden, müsalehayı akteden Şeytan İbrahim Paşa ve Selim Giray tal­ tif edildiler. Lâkin, muahedenin tasdikli nüshasını almaya gelmiş olan Leh elçisi, muahedenin Türkçe metninde, kendileri­ ne ait üç kalenin OsmanlIlarda gösteril­ miş olduğu bahanesiyle işi uzatmak ve ahidnameyi mübadele etmemek istediy­ se de, o sırada Ruslar üzerine yapılan se­ fer hazırlığının kendilerine çevrilebilece­ ğini (Silâhdar tarihi C: I, S: 670) hesap- Edirııe sarayının Dördüncü Mehmed zamanındaki genel vaziyetinden bir görünüş (A. Galland’dan) 2130
I t . ■.W l\ V 3 Uyarak iddiasından vazgeçti. Boyiece 21 mart 1677 de Os­ m anlI - Leh sulhü kesinleş­ ti. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nm sadareti I 1676 yılı yaz mevsimini İstanbul’da geçiren Dördün­ cü Mehmed 12 ekimde Edir­ ne’ye hareket etmişti. Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa bu sırada bir hayli hasta idi. Padişahın arkasından kendi­ si de yola çıktıysa da Edir­ Edirne sarayının Alay köşkü ne’ye kadar gidemedi. Çorlu (Dr. Rifat Osman Bey’den) ite Karıştıran arasında Erge­ ne köprüsü civarındaki K a­ rabiber çiftliğinde öldü (3 kasım 1676), med de huzur duyuyor, ayni zaman­ Fazıl Ahmed Paşa ölünce yanında bulu­ da pek sevdiği avcılığa bolca zaman nan kardeşi Fazıl Mustafa Bey mührü ayırabiliyordu. Mehmed Paşa’ya damat hümâyunu alıp padişaha götürmek için olmuş, onun çocukları ile beraber ye­ süratle yola koyuldu: Dördüncü Mehmed tişmiş, kısacası Köprülü ailesine ka­ Edirne’ye girmeden kendisine yetişerek rışmış bir kimse o la n , Merzifonlu (Silâhdar tarihi C: 1, S: 652) mührü tes­ Kara Mustafa Paşa vı sadrâzam tâyin elim etti. Padişah ise. lıemence Üçüncü den padişahın. Köprülülerin kurduğu vezir Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı düzeni devam ettirmek istediği anlaşıl­ maktaydı. davetle, mührü teslim edip: «— Seni kendime Vekil-i mutlak ey­ E d im e sarayının genişletilmesi ledim ve cümle ibadullahı sana emanet Edirne’yi pek fazla seven, bu şehrin ve seni dahi Hak cel ve âlâ hazretlerine emanet verdim; muin ve za­ hirin olsun» dedi. Böylece, Merzifonlu Ka­ ra Mustafa Paşa sadaret ma­ kamına geçmiş oldu. Köprü­ lü Mehmed Paşa’nın damadı olan Kara Mustafa Paşa K öp­ rülü’nün oğullariyle beraber yetişmişti. Köprülüler saye­ sinde devlet buhranlarından kurtulduktan başka istilâ harpleri bile yapıldığı cihet­ le, Dördüncü Mehmed parlak bir devrin hükümdarı gibi görünmeye başlamıştı, Os ■ manii kudretinin tekrar ken­ dini gösterir gibi olmasında Köprülülerin tesir ve hisseli Edirne sarayında Adaîet kasrı ve Bostancıbüyüktü. Devlet, dış görünü­ başı kasrının bir kısmı. şü bakımından bu manzara­ (Dr. Rifat Osman Bey’den) yı arzederken Dördüncü Meh2131
civarım avlanmaya daha müsait bulan Dördüncü MehmecL Köprülülerin sada­ reti devrinden itibaren vaktinin mühim kısmım Edirne’de geçirmekteydi. Padi­ şah Edirne'de bulunduğu için, devlet er­ kânının mühim kısmı da buraya gelme­ ye mecbur kalmakta, diğer taraftan sa­ ray erkân ve hizmetlilerinin bir kısmı Edirne'ye geldiği gibi, yeni hizmetlilerle buradaki saray kadrosu da kabarmaktay­ dı. Dördüncü Mehmed, gerek Edirne’ye kargı duyduğu hususi alâkadan dolayı, gerekse kabaran hizmetli kadrosunun du­ rumunu gozönünde bulundurarak Edirne sarayına yeni ilâveler yaptırdı. Silâhdar tarihinde (C: 1, S: 650), Edirne yeni sa­ rayındaki geniş İnşaat, 1087 (Milâdi 1676) yılı vukuatı meyanında şu cümle ile hu­ lâsa edilmiştir : «Edirne'de yeni saray te­ melden yıkılıp müceddeden vâsi tarz bir saray-ı dilküşa binasına Edirne bostancıbaşı Nasuh Ağaya hitaben ferman-ı h ü ­ mâyun sudur etti». Edirne yeni sarayı­ na yapılan ilâvelerle yeniden yaptırılan köşklerin inşaatı on seneden daha fazla zaman almıştır. Edirne sarayının en m â ­ mur ve en geniş durumunu iktisap ettiği Dördüncü Mehmed devrinde Edime ye­ ni sarayına ilâve edilen köşkler şunlar­ dır : Alay köşkü, Bülbül kasrı. Değir­ men kasrı. Sepetçi kasrı ( Bostancıbaşı kasrı), İftar kasrı, l'diye kasrı, Şikâr kas­ rı, Gülhane kasrı. RUSLARLA HARP VE ÇEHRİN SEFERİ 1669 yılı haziranından beri Osmanlı ne nisbetle daha kuvvetli hale gelmeleri, himayesine girmiş olan Sarıkamış K a­ ayni zamanda Ukrayna ve Podolya’nın zakları hatmam Doroşenko’nun Osmanlı OsmanlıIara bağlaıımasıyle tehlikeyi he­ himayesinden çıkıp Rus himayesine gir­ men yanıbaşlarında hissetmeleridir. N i­ mesi ve merkezi olan Çehrin kalesini tekim 1671 sonunda Osmanlı hüküm eti­ Rus la ra teslim etmesi, OsmanlIlarla Rusnin Lehistan’a sefer açacağı belli olun­ lar arasında bir harbe sebep oldu. İkinci ca Ruslar Lehlilerle bir anlaşma yaparak Selim zamanında Don - Volga kanalı aTürk taarruzu vukuunda onlara yardım çılırken, ayrıca daha sonraları Kafkasva’detmişlerdi. Gerçi Osmanlı ordusu Po­ yanın kuzeyinde ve Azak kalesi çevresin­ dolya'ya girdiği zaman derhal faaliyete de münferit Rus kuvvetleriyle çarpışma­ geçememişlerse de, Bucaş muahedesinin lar vuku bulmuşsa da büyük çapta bir aktedildiği yıl zarfında bir kımıldanışta muharebe cereyan etmemişti. Sarıkamış bulunmuşlardır. Bu devri geniş şekilde kazaklan yüzünden vuku bulan çarpış­ kaydeden Osmanlı kaynaklarından Silâhmalar büyük kuvvetler arasında cereyan dar ve Raşid tarihleri bu kımıldanışın si­ etliği cihetle, bu harbin ilk Türk - Rus yasî veçhesine dair bir şey söylememek­ harbi addedilmesi mümkündür. teyse de kitabını Rus tarihlerinde hulâ­ sa ettiği anlaşılan Akdes Nimet Kurat Podolya’nın zaptı hâdisesi karşısında « Rusya Tarihi » isimli eserinin 236 ncı sayfasında kaynak zikretmeden ; 1672 y ı­ K uşların takındığı tavır lında bir Rus elçisinin Çar Aleksey MiOnaltıncı asırda Osmanlı İmparator­ hailoviç’ten bir mektup getirdiğini, bu luğundan fazlaca çekinen, onyedinci as­ mektupta Çarın padişaha Leh seferinden rın ilk yarısı içinde ise, OsmanlIlarla sivazgeçme tavsiyesinde bulunduğunu; se­ lâhLı bir mücadeleye atılmamaya itina ferden vazgeçilmediği takdirde hıristiyan gösteren Huşlar, Kazak Hatmanı mese­ devletlerle birleşerek harekete geçeceği­ lesi ve Podolya’nın zaptı gibi hâdiseler ni; ayrıca Don Kazaklarını Karadenize karşısında eski tavırlarını değiştirme yo­ çıkaracağını ve Kalmık, Tatar, Nogay ve lunda adımlar attılar. Rusların, OsmanlI­ Yedisan Tatarlarını OsmanlıIara hücum lardan çekinme hareket ve siyasetlerinin, ettireceğini; hattâ İran Şahı ve başka hımücadeleyi göze alma şekline çevrilme­ ristiyan devletleri Türkiye aleyhine sevsine tesir eden en esaslı âmiller, eskisi­ kedeceğini kaydettiğini bildirmektedir. 2132
E N IY E T .O R G Osnıanh devletinin Doroşenko’yu Hatnıanlıktan azli Sarıkamış Kazaklan Hatmanı Doroşeııko, Kuşlar tarafına geçince Osnıanlı hükümeti kendisini a2İederek Yorgi Himilnitski’yi Hatman tâyin etti. Raşid ta­ rihinde (C: 1, S: 338) «Elıliçki», Silâh dar tarihinde (Cild 1, S: 665) «Bhmiliçki» şeklinde kaydedilen bu adam, evvelce kazakların iıatmanı iken yerini Doroşenko’ya kaptırmış, bunun üzerine de papaz­ lık mesleğine girerek bir köşeye çekil­ mişti. İşte o arada Bucak Tatarları ta­ rafından esir edilip Edirne'ye getirilmiş, kendisinin eski bir hatman oluşu gözönünde bulundurularak, ilerde lâzım ola­ bilir düşüncesiyle İstanbul’a Yedikule’ye sevkedilmigti. Beş altı seneden beri Yedikule’de mahpus bulunan Himilnitski (Chielniki! nin eline tâyin emri verildikten sonra, beylik alâmeti olan tabi ve alem ile to­ puz ve menşurun Serdar İbrahim Paşa tarafından takdimi uygun görüldüğünden bunlar serdara gönderildi. Ayrıca İbra­ him Paşa'ya yollanan fermanda, Doroşenko’nun yerine hatmaıı tâyin edilen bu adama Ukrayna’yı zaptettirmesi ve Çehıin'i de Ruslardan alarak buraya yer­ leştirmesi emredildi. Kırım Hanı Selim Giray'a da mektup yazılıp beş bin altun çizme baha yani sefer masrafı için para yollayarak Tatar askerini toplıyarak ser­ darla işbirliği etmesi bildirildi. Şeytan İbrahim Paşa nın Çehrin seferi Himılnitski’yi Doroşeııko'nuı: yerine oturtmaya ve Çehriıı’i Ruslardan alarak Osmanlı himayesindeki bu hatmana tes­ lime memur olan Şeytan İbrahim Paşa, İstanbul’dan gemilerle gönderilen toplar­ la mühimmatı teslim aldıktan sonra, tsakçı'da toplamış olduğu askerini 1677 mayısında Tuna’dan karşıya Kartal sah­ rasına geçirdi. Birkaç gün sonra buradan hareketle Ukrayna’ya gitmek üzere yola koyuldu. Turla ( Dııiestr) nehrini Bender kalesi altından geçti. Ukrayna topra­ ğında ilerlerken Kırım Hanı Selim G i­ O s m a n lı d e v le tin in L e h is ta n ve R u sy ay a savaş açm a sın a sebeb olan k aza k la rd an b ir g u ru p (C h a rle s A d otphe - H e n ri H es’in b ir e stam pı) 2133
t a r ih v e m ray’la birleştikten sonra Haziranın son­ larında Çehrin önüne vâsıl oldu. Ukray­ na'nın zamanımızdaki mühim şehirlerin­ den Krenıençuğ şehrinin yirmi, yirmi beş kilometre kadar batısında ve Dııiepr neh­ rinin kollarından Tiasmin ( Tasmin ) su­ yu üzerinde bulunan Çehrin ( Czehryn ) önünde metrisler hazırlatan İbrahim Pa­ şa buranın kalesini muhasara ve toplarla dövmeye başladı. Çehrin kalesinin üç tarafı bataklık olduğundan İbrahim Paşa ancak bir ta­ raftan tazyik edebilmekte, muhasara ediIemiyen taraftan Tasmin suyunda işleti­ len kayıklarla kaleye erzak ve mühimmat sokulmaktaydı. Muhasara devam etmek­ teyken Romodanovski kumandasında çok kalabalık bir Rus ordusunun Çehrin’i kurtarmak için üç saatlik mesafeye kadar geldiği öğrenildi. Bunun üzerine Kuman­ danlarla bir görüşme yapan İbrahim Pa­ şa, eldeki Osm aıılı ve Kırım askerinin bir taraftan Ruslara karşı koyup bir yandan da Çehrin’i zapta kifayet etmiyeceği ne­ ticesine vardığından muhasarayı kaldır­ dı. Böylece. Şeytan İbrahim Paşa yirmi üç günlük bir muhasaradan sonra Çeh- rin önünden topları kaldırarak sür atle Bender'e doğru çekilirken Selim Giray da Kırım'a avdet etti. Sadrıâzamın sefere çıkması için karar verilmesi Şeytan İbrahim Paşa’mn Çehrin m u­ hasarasını kaldırdığına dair haberin İs­ tanbul’a ulaşmasından bir ay kadar son­ ra Sadrıâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Topkapı dışındaki bahçesinde vezir­ ler, şeyhülislâm, devlet erkânı, yeniçeri ağası ve ocak ihtiyarlan ile bir toplantı aktederek ( 20 ekim 1677 ) Çehriıı mese­ lesini görüştü Neticede, Çehrin'in zaptı için büyücek bir sefer heyeti tertibine, bu sefere padişahın da iştirakine, ancak hükümdarın Tuna’datı ileri geçmemesine, buradan itibaren ordunun sadrıâzam ta­ rafından sevk ve idaresine karar verildi. Bu karardan sonra, baharda yapılacah sefer için ilk hazırlık olmak üzere. Tophanede 21 adet büyük top döküldü. Bu arada Çehrin’i zapta muvaffak olamıyan Şeytan İbrahim Paşa ile Selim G i­ ray azledildi. Babadağı’nda kışlayan kuv­ vetlerin serdarlığına Kör H ü­ seyin Paşa, Kırım Hanlığına da Murad Giray tâyin edildi. İbrahim Paşa Yedikule’ye hapse, Selim Giray da Ro­ dos’a sürgüne gönderildi. Rus elçisi ve Çardan gelen mektup Zaporog kazaklarının, Padişah Dördüncü Mehmed’e, himayeleri hususuna dair mektup yazmaları (İlja Repin’in tablosundan) 2134 Çehrin seferi içiıı hazır­ lıklar yapılırken İstanbul'a bir Rus elçisi gelerek Çar­ dan bir mektup getirdi. Silâhdar tarihinde <C: 1, S: 672) tercümesi mevcut olan bu mektupta şöyle denilmek­ teydi : «Bu âna değin Devlet-i Aliyye-i Cihandar ile dost­ luk ve muhabbet üzere olup, arada mukateleye varacak bir hâdise görülmeyip, iki taraf da âsuae hal üzere iken, taht-ı tasarrufumuzda olan memleketimiz hududun­ da vâki Çehrin kalesi üze­
rine binihaye İslâm askeri gönderilip, padişahaıı-ı Ali Osman ile aramızda olan dostluk ve fitne ve ceıık-ü cidal ve harb-ü kıtal ile ifsada baas harekete haşarat eylemeleriyle, âsitsne-i devlet-i salıipkı tanlarına m u h abbe tnanı wnı z ile adamımız irsal olunmuştur. Bu âna de­ ğin mabeynimizde mer'i tutulan dostluk ve muhabbetin evvelki gibi bozulmadan istikrar ve istihkâm üzere olması nıatlub-u devletimizdir. Tarafınızdan dahi elçilerinizin gelmesini münkati etmeyip, ezhar-ı muhabbet ve dostluktan hâli ol­ ma vasız». Rus Çarının bti mektubuna, şayet dostluk beklenip isteniyorsa Çehrin’in tahliye olunması lâzım geldiği, böyle yaplımadığı takdirde büyük bir Osmanlı or­ dusunun Çehrin önüne geleceği bildirildi. Padişahın ve Sadrıâzanı Merzifonhrnuıı İstanbul’dan hareketi Padişah Dördüncü Mehmed ve Sadnâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 30 nisan 1678 günü Davutpaşa sahrasından hareketle İstanbul’dan, ayrılırken, halk ve hükümet merkezinde kalan erkân ta­ rafından merasimle uğurlandı. Silistre’ye kadar gidilince, İstanbul’da alınan ka­ rar gereğince, padişah orada kalıp, ser­ darlı k vazifesiyle ordunun başına geçen sadrıâzam yoluna devamla İsakçı’dan Tuna’yı karşıya geçti, Dniestr’i de Şeytan tbrahim Paşa gibi Bender civarından aştıktan sonra yo­ luna devam etti. Çehrin’e üç konak kala yerde Kırım Hanı Murad Giray, Tatar as­ kerî ile sadrıâzama mülâki (Silâhdar tarihi C: 1, S: 676) oldu. Daha sonra Haleb beylerbeyisi Kara Mehmed Paşa önden gönderildi ve nihayet 21 temmuz 1678 de sadııâzamın emrindeki ordu Çehrin önüne vardı. lı ordusunu kale dışında karşılamak istediler. Gurur ve cüretten ibaret bu hareketlerine, Kara Mustafa Paşc. as­ keri mevzie sokaran top ateşi :1e muka­ bele edince kale dahiline çekildiler. Muhasaranın üçüncü günü Romodaııovski idaresinde büyük bir Rus ordusu­ nun Çehrime üç saatlik mesafeye geldiği öğrenildi. Tarih-i Raşid’de (C: 1, S: 346): bir miktar Barabaş Kazağı ve birkaç bin Kalmuk Tatarından başka bütün Moskof askerim ihtiva ettiği ; Silâhdar tarihinde (C: 1, S: 678) ise, iki yüz bin asker ile yüz elli topu bulunduğu söylenen Komodanovski’nin niyeti Osmanlı ordusunu Çehrin önünden tardetmek ve kaleye bir miktar daha kuvvet sokmaktı. Büyük bir Rus ordusunun geldiğini öğrenen serdar derhal kumandanları da­ vetle yapılacak işleri görüştü. Varılan ka­ rar gereğince, Haleb Beylerbeyi Kara Mehmed Faşa’nın emrine on iki bin kişi ayırıp Kırım Hanı ile birlikte Romodanovski’ye karşı gönderdi. Ordudan bunlar ayrılıp Tasının suyunun ilerisine sevkedildiği sırada Çelırin'deki kuvvetler bir çıkış yaparak Türklere hücuma kalkınca, Anadolu ve Özü beylerbeyleri bu hücu­ mu mukabil bir taarruzla defedip, düş­ mana epeyce zayiat verdirdiler. Romodanovski’ye karşı sevkedilen Kara Mehmed Paşa ve Kırım Hanı Rus- Çehrin muhasarası Çehrin kalesinde çok mik­ tarda asker ve mühimmat mevcut olduğundan, Osman- Rus elçisinin Padişah Dördüncü Mehmed huzu­ runda eğilmeğe mecbur edilmesi (Ricaut’dan) 213p
larıtı taarruzunu durdurdularsa da m ağ­ lûp edip kaçıramadılar, Bunun için ser­ dardan acele ilâve kuvvet istediler. K a­ lenin muhasarasına ara vermeyen Kara Mustafa Paşa, Kara Mehmed Paşa ya acele bir miktar daha asker yetiştirince, karşıdaki hasmın asker miktarının arttı­ ğım farkeden Rus başkumandanı ordusu­ nu mevzie sokarak Türkleıi şiddetli bir top ateşine tuttu. Türkler buna tüfenklerle mukabele etmekle beraber Romodanovski yerinden sökülemediği için bu kısımdaki çarpışmalar da mevzi harbi peklinde uzadı. Osmanlı ordusu iki kısma ayrılmış vaziyette mücadeleye devam et­ tiğinden, Çelırin üzerindeki tazyik haliy­ le hafiflemişti. Maamafih muhasaranın başlamasında iki hafta kadar sonra Diyarbekir beylerbeyi Kaplan Mustafa Pa­ şa eyâleti askeri ve Kiirdistan beyleriyle orduya vâsıl olduktan sonra muhasara nisbeten yine sıkılaştı. Top namluları içi­ ne yerleştirilen kızdırılmış demir yuvar­ lak Çehrin içine fırlatılmak suretiyle şe­ hirde mühim mikyasta yangınlar çıka­ rıldı. Mevzi harbinin nazik durum lar arzetmesi Rus başkumandanı Romodanovski kaleye mutlaka yardım etmeye azmet­ mişti. Zaten emrindeki kuvvetler çok kalabalıktı. Askerini inevziden çıkarıp ikinci bir umumi hücum yaptığı zaman biraz ilerleme kaydetti. Bu vaziyet kar­ şısında acele yardım isteyen Kara Meh­ med Paşa’ya vezîriâzam bir miktar asker ile 15 top gönderdi. Kara Mehmed Paşa Rus taarruzunu durdurmakla beraber Romodanovski’nin ilerleme kaydedeceği bel­ li oluyordu. Onun için veziriâzam bir iki güıı sonra ordudan on iki bin kişi ve 30 top daha ayırarak Kaplan Mustafa Paşa ile ileriye gönderdi ve Romodanovski’nin karşısındaki kuvvetlerin kumandası K ap­ lan Mustafa Paşa’ya devredildi. Kaplan Mustafa Paşa'mn kumandayı ele aldığının ferdası günü Rus başku­ mandanı ordusunu taarruîa kaldırdı. Kaplan Mustafa Paşa muharebeyi iyi ida­ re ettiği, öğleye kadar düşmana on bin kişilik zayiat verdirildiği ve bir aralık Çehrîn'e bir saatlik mesafeye kadar yak­ laşmış olan düşman bir miktar geriye sü­ rüldüğü halde, ikindiye doğru Osmanlı kuvvetleri mağlûp oldu. Kumandanlarını bırakan askerler orduyu humâvuna ilti­ hak için Tasmin suyu üzerindeki köprü­ lerin başına kütle halinde yığıldılar. Sadrıâiam Kara Mustafa Paşa evvelâ bunla­ rı harp sahasına geri çevirmek istediyse de maneviyatı kırık ve yorgun askerin bir iş göremiyeceğini hesaplıyarak ilk fikrînden vazgeçip köprülerin önünü aç­ tırıp muharebe meydanını terkeden as­ keri ordugâhta topladı. Rus askerî de o deıece yorgun ve bitkin hale gelmişti ki, muharebe meydanından çekilen asker şu­ rada dursun yalnız kalan kumandanların üzerine bile koşamadı. Muhasaraya devam olunması Romodanovski karşısındaki kuvvet­ lerin mağlûben ordugâha dönmesine rağ­ men Sadnâzam Merzifonlu Kara Musta­ fa Paşa itidal ve soğukkanlılığını kaybet­ medi. Bütün kumandanları ve sair erkâ­ nı bir araya tophyarak herkesin fikrini açıkça söylemesini istedi. Bu toplantıda kumandanların çok büyük kısmı, Rus başkumandanının elde ettiği galibiyetten faydalanarak kaleye asker sokup ayrıca metrislerdeki askere de hücum edebile­ ceğini, bu takdirde durumun fena olaca­ ğını, zaten askerin muhasara harbinden maneviyatının kırılmış bulunduğunu be­ yanla muhasaranın kaldırılıp saf harbî yapılması fikrini müdafaa ettiler. Konu­ şanları sonuna kadar sessizce dinleyen sadnâzam ise, askerin maneviyatının asıl saf harbinde bozulmuş olduğunu, bu yor­ gun ve bozuk manevis’atlı askerle saf harbine girmenin hatâ teşkil edeceğini, binaenaleyh askeri dinlendirmek ve m a­ neviyatını bu arada takviye etmek için muhasaraya devamın daha isabetli ola­ cağım ileri sürdü. Neticede sadrıâzamın dediği kabul olunarak muhasara kaldı­ rılmadı. Rus başkumandanının Osmanlı mevzilerine taarruz edememesi için Tas­ ının suyu üzerindeki köprüler y ikildiOsmanlı karargâhında bu kararlar alınırken Ruslar da Tasmin suyunun, yu­ karı bataklığının başına kadar gelerek vaziyet aldılar. Romodanovski bir taraf­ tan da gecenin karanlığından istifade ile 2136
Çehritı kalesine, içindeki otuz bin kişiye ilâveten on sekiz bin kişi daha soktu. Er­ tesi gün Baıabaş Kazakları Hatmarn da emrindeki kuvvetlerle gelerek Tasmin suyunun bataklığının bir tarafına yerleş­ ti. Kırk kadar topu ile Osmanlı ordugâ­ hına ateş açtıysa da uzakta kaldığından mermileri bir zarar vermiyordu. Ç e h riıv in zaptı Barabaş Kazaklarının da gelmesini müteakip Osmanlı askerinin maneviyatı bir lıayli sarsıldıysa da, kale zaptedilmedeıı binadan gidilmîyeceğiniıı tekrarlan­ ması, bir aralık Osmanlı mevzilerine yak­ laşan beş Mn Ra sun birkaç yüz Türk ta­ rafından perişan edilmesi, sayı çokluğu­ nun korkunç olmadığına misal teşkil ederek askerin gayrete gelmesine yol aç­ tı. Nihayet muhasaranın otuz üçüncü gü­ nü Çehrin duvarlarında lâğım lar vasıtasiyle açılan gedikten Türk askeri içeri girdi. Kale dahilinde evvelâ kanlı bir bo­ ğuşma başladıysa da artık düşmanın bu­ rada tutunması m üm kün olmadığından, selâmeti Tasmin suyu üzerindeki köprü­ lere açılan kapılardan Rus ordusu tara­ fına kaçmakta aradılar. Fakat bunların kaçmaları kolay olmadı; bir kısmı Türk kılıçları altında can verirken, bazıları da Tasmin suyunda veya bataklıkta boğuldu. Ayrıca kaledeki barut ve silâh depoların­ da infilâklar vuku bulduğundan bazılarım­ da bu infilâklarda öldü. Böylece, kalede­ ki kalabalık muhafız kuvvetler hemen hemen tamamen mahvolmuş ve 21 ağus­ tos 1618 (3 receb 1089) akşamı Cehrin'd e mücadele sona ermiş ve kale Türklerin eline geçmiş oldu. Kus ordusunun çekilm esi ve T iirk le rin ta k ib i Çelırin kalesinin düştüğünü ve için­ dekilerin Mahvolduğunu gören Rus baş­ kumandanı kalenin yakınındaki mevki­ inden kalkıp geri çekilmeye başladı. Lâ­ kin pek uzağa gitmiyerek, daha önce şid­ detli çarpışmaların yapıldığı hazır mev­ zilere yerleşti. Rus başkumandanının, Çehrin’e üç saatlik mesafede bulunan bu mevzilere girmesi takip edilmesinden mütevellitti. Cehrin yakınından kalktığı Padişah Dördüncü (Avcı) ilehmed'in Avrnpalı ressamlar tarafından yapılmış diğer bir resmi zaman sadrıâzam bunların arkasından Kırını Hanı ile Diyarbekir -ve Anadolu beylerbeylerini şevketmiş ti. Lâkin Kuş­ lar mevzilere girdiğinden takipçi kuv­ vetler bir şey yapamadı. Bu vaziyet kar­ şısında Tasmin suyu üzerindeki köprüle­ rin acele tamirini emreden Kara Mustafa Paşa 23 ağustosta orduyu Tasmin suyu­ nun öte tarafına geçirerek Rus kuvvetle­ rinin üzerine gitti. Böylece şiddetli bir muharebe başladıysa da Rusların çok ka­ labalık oluşları ve önceden hazırlanmış mevzilere yerleşmiş bulunmaları sebe­ biyle ilk gün bir netice istihsal edileme­ di. Ertesi gün Türk ordusu Rusların et­ rafını çevirmek için gayret sarfettiği g i­ bi, bir taraftan da düşman mevkilerini sarsacak derecede şiddetli top ateşine tuttu. Akşama doğru Rus kuvvetlerinin buradan çekilmek' için bazı hazırlıklara giriştiği hissedildi. Nitekim gece karan­ lığından istifade ile ağırlıklarını Özi neh­ rinin öte tarafına taşımağa başladılar. Böyle olmakla beraber Türk taarruzları­ nı tesirsiz kılmak için mukabil taarruz­ lar yapmaktan geri kalmadılar. Böylece, Rus başkumandanı Romoda- 2137
V*KV!* rın etrafı tahrip etmiş olmaları bakım ın­ dan Türk ordusunun azalan erzakı bitti­ ği takdirde civardan bir şey temiıı etme­ nin de m üm kün olmadığını beyanla, bü­ s d * tün bu lıaller karşısında en doğru hars‘ketin ordunun avdeti olduğu noktasında birleştiler. Bu fikri sadnâzam da benimo*® siyerek dönmeye karar verdi ve neticeyi de Silistre civarında bulunan padişaha yazdı. Silistre civarında av ve sefa ile va­ kit geçiren Sultan Dördüncü Mehmed, sadnâzamdan gelen haberi müteakip h ü ­ kümet merkezinde yedi gün yedi gece donanma icrasını emrettikten sonra, be­ raberinde getirmiş olduğu hasekisi, oğulları Mustafa ile Ahmed’i yanına ala­ rak yola koyuldu ve doğruca Edirne’ye gitti. Sadrıâzamın riyasetindeki mecliste ordunun dönmesine karar verilince, Ka­ ra Mustafa Paşa evvelâ piyadeleri geri çekti. Sonra ordunun tamamını hareke­ te geçirerek Çehrin önüne gelindi. Bu arada Ruslar çekilen Osmanlı ordusunu Dördüncü Mehmed’in hasekilerinden ve sarmak istedilerse de Kırım Tatarlarının şehzade Mustafa ile Ahmed’in valideleri hücumları karşısında perişan olup geri Emelullalı Gtilnus Sultanın batılı res­ döndüler. Sadrıâzam Kara Mustafa Paşa samlarca yapılmış bir resmi (Aslı TopÇelırin’deki 150 top ile 9 kumbara hava­ kapı sarayı müzesindedır) nını çıkarttırdıktan sonra kalesini iyice tahrip etti. Bu iş de tamamlanınca ordu novski'nin idaresindeki kuvvetlerle cere­ 2 eylül 1678 tarihinde Çehrin önünden yan eden muharebe çok şiddetli şekilde ayrıldı. Bu sırada Ruslar takip veya tâyedi gün yedi gece (Silâhdar tarihi C: 1, ciz hareketinde bulunmaya cesaret ede­ S: 714) sürdü ve bu müddet zarfında mediler. Zaten kendileri de fazlasiyle hır­ Ruslar otuzbin kişilik zayiat verdi. Türkpalanmışlardı. Ordunun dönüşü sırasında lerin zayiatı ise 15 ilâ 20 bini buluyordu. bazı palankalar zaptedildi. Çehrin’deıı sonraki dördüncü menzilde Kırım Hanı ayrılarak memleketine gitti. Osm anlı ordusunun çeri dönmesi Sadnâzam Kara Mustafa Paşa, sefer Sadnâzam Kara Mustafa Paşa 31 amüddetince yanında bulunan Himilnitsğustos 1678 günü karargâhta kumandan ki'yi Nemirve kalesinde oturmak (Silâh­ ve sair erkânı toplıyarak, durumu ve dar tarihi C: 1, S: 724) ve Ukrayna’yı Osbundan sonra ne yapılması gerektiğini maıılı himayesinde idare etmek üzere müzakere etti. Bu toplantıda kumandan­ tenbihatta bulunduktan ve yanına iki bin lar, Çehrin’in zaptı ile devletin şerefinin kişilik muhafız Tatar askeri de verdikten kurtarılmış ve seferin gayesinin hâsıl ol­ sonra yoluna devam etti. İsakçı köprü­ muş bulunduğunu, Rus ordusu tamamen sünden geçilerek Dobruca’ya girilince mağlûp edilememekle beraber hayli hır­ Haleb Valisi Kara Mehmed Paşa’ya vezapalanmış olduğunu, şimdiki mevzilerin­ ret verilip seraskerlik vazifesiyle Babaden söküise bile başka bir yerde yeniden dağı’nda kışlaması emredildi. Bundan mevzi tutabileceğini, bunun da Türk or­ sonra maiyet erkânı ve bir miktar asker dusunun yıpranmasına âmil olacağını, ile yoluna devam eden sadrıâzam Merzi­ Ruslarla birleşmek üzere gelen kazakla­ fonlu Kara Mustafa Paşa 20 kasım 1678 IV: 2138
de Edirne'ye vâsıl olarak sancağı şerifi padişaha teslim etti. Sulh muahedesinin akdi Padişah ve bilhassa sadrıâzam Edir­ ne'ye, oradan da İstanbul'a dönmekle be­ raber, henüz sulh aktedilmediğiııdeu harb hâli devam ediyor demekti. Koca bir ordunun uzun mesafeler katederek Ukrayna’ya kadar gitmesi, sadece, pek önemli olmayan Çehrin kalesinin zaptı ile neticelenmişti. Bu seferden, Osmanlı devlet erkânının almaları icap eden eıı mühim ders, bundan sonra Türklerin karşısına Rusya gibi çetin bir haşanın çıkmakta oluşuydu. Çehrin yakınında ve özü nehri önlerinde cereyan eden m u­ harebe, Rusların askerlik bakımından kudret derecelerini. Ukrayna işine el at­ maları da siyasi emellerinin ne yolda in­ kişaf etmekte olduğunu gösteren misal­ lerdi. Serdarlı kla ve hudut mıntakasını muhafaza vazifesiyle Babadağı'nda bıra­ kılmış olan Kara Mehmed Paşa’ya, Özi suyu üzerine iki tane kale inşa ettirmesi emrolunmuştu. Kara Mehmed Paşa 1679 yazında bunların inşaatım ikmal ettir­ mişti. Eylül sonlarında Kara Mehmed Paşa ve Kırım Hanından alınan mektup­ larda, Rusların geniş çapta hazırlıklar yaptıkları (Silâhdar tarihi C: 1, S: 729) öğrenilince, 8 ekim 1679 pazar günü ya­ pılan toplantıda Ruslar üzerine tekrar sefer icrasına karar verildi. Bu kararı müteakip hazırlanmaları hususunda eyâ­ letlere emirler yazıldı. Çehrin yakınındaki muharebede Ruslar açıkça bir mağlûbiyete uğramamak­ la beraber, OsmanlIlarla başa çıkamıyacaklarım hesaplıyor, onun iğin sulhun akdini arzu ediyorlardı. Nitekim, şulhe ait hazı hususları görüşmek gayesiyle (Tarihi Raşid C: 1, S: 359) 5 mart 1680 de İstanbul'a bir Kus elçisi geldi. Eski Osmanlı tarihlerinde bir açıklama bulun­ mamakla beraber, muhtemelen, Rus el­ çilerinin gelmesi dolayısiyle, veyahut da' hazırlıklar kâfi görülmediği için, 1679 ekiminde alınan sefer kararı 1680 yazında icra edilmedi. Nitekim. Raşid'in ifadesiy­ le ; « mühimmat-: lâzime-i seferivenin küsuru Edirne'de tekmil ve ietmin olun­ mak üzere padişah Dördüncü Mehmed 29 ekim 1680 de İstanbul’dan hareket etti. Birkaç gün sonra da Sadnâzam Kara Mustafa Paşa yola çıktı. Bu vaziyet Rus Çarını telâşlandırmış olduğu cihetle, sulh için Kırım Hanı Murad G iıay’a müracaat etti. Hükümet bu hususta Kırım Hanına selâhiyet verdiğin, den 11 şubat 1681 (22 muharrem 1092) de muahede imza edildi. K ırım ’ın merkezi Bahçesaray'ds hazırlanması bakımından «Bahçesaray sulhüs- dîye anılması m üm ­ kün olan bu muahede yedi maddeden ibaret olup (Akdes Nimet Kurat, Rusya tarihi S: 234 ve Silâhdar tarihi C'. 1, C: 737) şu şartlan ihtiva etmekteydi : 1 - 3 ocak 1681 den başlamak üzeıe iki devlet arasında sulh devam ede­ cektir. İki devlet arasında Özü ( D niep r) nehri sınır teşkil edecek ; Kırım H anı­ nın geçen üç yılın vergisi birden ödene­ cek ve bundan sonra mutad yıllık vergi gönderilecek. 2 — Kiyef şehri ile buna bağlı beş palanka Rtıslarda kalacak ; Özü ile Aksu (Buğ) arasındaki sahaya kale yapılmıyacak. 3 — Tatarlar, Dniepr'in her iki tara­ fında sürülerini otlatabilecek, Kazaklar da Dııiepr boyunca balık avlamak ve tuz almak için Karadeniz'e inebilecek, 4 — Mülteciler kabul edilmiyecek. 5 — Zaporog kazaklan Ruslara tâbi olacak. 6 — Çar’ın unvanları tam olarak ya­ zılacak. 7 — Sultan ve Han, Çar’m düşman­ larına yardım etmiyecek. İlk Türk - Kus barışı mahiyetini haiz olan bu muahedenin Zaporog kazakları maddesi hariç, diğerlerini Osmanlı h ü ­ kümeti tasvip etti. AVUSTURYA İDARESİNDEKİ MACARİSTAN ARAZİSİ VE TÖKÖLÎ İİVtRE MESELESİ, OSM AN LILARIN AVUSTURYA SEFERİ Macaristan Tüıkler tarafından fethedildiği zaman, halkının ekseriyeti Ma- carlardan ibaret bulunan bir miktar arazi AvusturyalIların elinde kalmıştı. 2139
(A Telek y Mihaly Magyar Nemzet Törteııete'den) Osmaıılı idaresindeki Macar arazisinin batı tarafından başlayıp kuzey batıdan Erdel sınırına kadar bir şerit gibi uza­ nan bu toprak parçasının, Tuna'nm dir­ sek yaptığı hizadan Tisa’ya kadar uzanan kısmı eski Osmanlı tarihlerinde «Orta Macar arazisi» diye anılır. Macaristan’ın Türkler tarafından fet­ hinden sonra, AvusturyalIlar, ellerinde kalan Macar arazisini kendi menfaatleri­ ne uygun bir İdarî teşkilâta bağlamışlar, bu arada Erdel sının yakınındaki Kassa ( Kaşa v) şehrini Orta Macar arazisi için bir nevi merkez haline getirmişlerdi. İmparator Leopold zamanında Avus­ turya makamları Macarlara karşı kötü bir idare şekli tuturmuştu. Macarían ağır vergilerle ezdikten başka bilhassa vicdanlar üzerinde derin tazyikler icra ediyorlardı. Bu sırada bir kısım Macarlar Protestanlığı kabul etmiş durumday­ dı. Osmaıılı tarihlerinde Bakaıı-oğlu diye zikredilen Batthyanv ile Zeriııoğlu diye zikredilen Zriny've tâbi Macarlar da Pro­ testan mezhebinde idiler. AvusturyalIla­ rın dinî tazyik icra ettikleri kısım işte bu protestan Macarlardı. Katolik ve protestanlar arasındaki mezhep mücadelesi­ ne, Avusturya imparatorlarının, Protes­ tanları katolikliğe geçmek için zorlama­ ları da eklenmekteydi. İmparatorun pro­ testan Macarlara karşı mücadeleyi şid­ detlendirmesi ve protestan reisleri öldür­ mek suretiyle imhaya çalışması, mesele­ nin büyüyüp karışık bir hal almasına âmil oldu. Avusturya hükümetinin bu şe­ kildeki davranışı yüzünden evvelâ katolik ve protestan Macarlar birbirine girdi. Bilâhare protestan reislerden Zriny, Ferec Nadasdv ve Frangepan gibi kimseler imparator tarafından öldürtüldü. Bunla­ ra ait Kassa (Kaşav) Fülek, Honod gibi kaleler alınıp içlerine Avusturya askeri dolduruldu. Protestan halka o derece eziyet ve kötü muamele edildi ki, ırz ve namuslar dahi tecavüzden kurtulamadığı Soldan: F. Wesselenyi, F. Nadasdy, Zriıır F. Fraııgepan (A Mae yar Nemzet Törtenete'deıı) 2140
gibi, bazı kimseler ateşe atılmak suretiy­ le, bazıları da atların ayaklan altında Çiğnetilmek suretiyle öldürüldü. lunmayan kimseler olduğunu bildiğinden anların bu ¡nevandaki tavassut teklifle­ rini reddetti. Tököli İm re TÖküii’nîn Osm anlı himayesine girmesi AvusturyalIlar böyle zulüm ve kat­ liâmda bulunurken Orta Macar halkı da bazı reislerin idaresinde toplanmaya ve mücadeleyi devam ettirmeye çalışıyordu. Erdel beyi Apafi Mihal’den vardım gö­ ren Teleki Mihal bu şahsiyetlerden bi­ riydi. Fakat Orta Macar halkının, etra­ fında asıl birleştiği şahsiyet Tököli îmre idi. Karpat dağlarının eteğindeki Kesmark (Sokmar) malikânesi sahibinin oğ­ lu olan Tököli îmre, babasının Avustur­ y a l I l a r tarafından öldürülmesi yüzünden pek genç yaşta mücadele sahnesine atıl­ mıştı. Osmaıılı tarihlerinde «Orta Macar Kıralı® şeklinde kaydedilen Tököli îmre, aslında kıral olmayıp nihayet bir m ali­ kâne sahibi asilzâde idî. Orta Macar halkının, büyük kuvvet­ lerle üzerlerine yüklenen AvusturyalIlara karşı muvaffak olmaları imkânsızdı. N i­ tekim genç Tököli îmre mağlup olunca on bin kadar Macar askeriyle Erdel’e sı­ ğındı. Onun ilticası ile A v u stu ry alıl arın Protestan Macarlara karşı zulüm ve ta­ kibatı durmadığından bîr müddet sonra Orta Macarlar Tököli’yi davet ettiler, Orta Macar halkının reisi olan Tö­ köli îmre 1675 yılında İstanbul’a bir elçi göndererek, Osmanlı himayesine alınm a­ sını rica etti. AvusturyalIlarla harp fas­ lını yeni kapatmış olan Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa, bu devletle tekrar bir gai­ le çıkmasını istemediğinden, Tököli’nîn müracaatını reddetti. Fakat bundan bir sene sonra Fazıl Ahmed Faşa’nm yerine Merzıfonlu Kara Mustafa Paşa’nm sadrıâzam olması, Tököli îmre meselesinin bambaşka yönde inkişafına yol açtı. Harisliği hususunda müverrihlerin ittifak ettiği Kara Mustafa Paşa, Tököli’yi Os­ manlI himayesine aldı. Silâhdar tarihi (C: 1, S: 743) müellifinin ifadesiyle: «Ka­ ra Mustafa Faşa sadrıâzam olunca, tamaı galip adam olduğunu haber alıp, hayli mal göndermekle muradına nail oldu. Yani ki ııişledi ise işledi zararı m ukar­ rer iken padişahtan ahidname alıverdi». Sadrıizam a yaptığı tesir neticesinde Osmanlı himayesine nail olan Tököli’ye Orta Macar h alkının Türkfere müracaatı Kendi imkânları ile Avusturya zul­ münü önl iyem iveceklerini anlıyan Orta Macarlar, nihayet, vicdanlar üzerinde hiçbir baskıda bulunmayan OsmanlIlara müracaat etmek istediler. Osmanlı kud­ retinin azametinden ve bilhassa müsa­ mahalı dinî siyasetinden bu yönde is­ tifadeyi gözeten Orta Macarlar 1672 yı­ lında (Silâhdar tarihi C: 1, S: 742) ev­ velâ Yanova beyl&rbeyi Cerrah Kasım Paşa ya müracaat ettiler, Tököli îmre'nin tavsiyesi üzerine yapılan bu müracaatta; kendilerinin gösterdiği bir bölgeye iskân olunmalarının temini ile Erdel gîbi Osmanlı himayesinde bir beylik olarak ka­ bullerini istediler. Cerrah Kasım Paşa ise, hudutlarda edindiği tecrübelerden, Orta Macarların kaypak ve itimada şayan bu­ O r ta M a c ar (K u rs ) k r a lı T ö k ö li İm re (T o ln a i V ifag T ö rtp n e im e ’den) 2141
göre, Tököli İmre sadrıâzamın gözünü Macar altım ile boyamak suretiyle, hem Avusturya hududuna tecavüz müsaade­ sini, hem de yanına OsmanlIlardan aske­ ri kuvvet alma işini halletti. Sadrıâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Tököli İmre yüzünden Avusturya­ lIlarla sulhü bozmaya kalkarken Vagvaımuahedesinin müddetinin bitmesine da­ ha iki sene vardı. Haris veziriâzam kat­ Padişahın Tököli İm reye verdimi Orta merli hatâ işliyerek padişahtan Tököli’ye Macar (Kurs) krallığı nişanının tuğrası yardım va’di aldı ve böylece herşeyden (A Magyar N'emzet Törtenete’den) fazla avi anmayı düşünen padişahı da bu hatâya hissedar kıldı. Budiıı beylerbeyi«Orta Macar Kıralı» ünvanı ile berat ve sı Arnavut İbrahim Paşa’ya Orta Macar ahidnâme verildi. O devirde Türkleı-, Töarazisini Tököli için zaptetmesi hususun­ köli’ye bağiı olanlan, Macarca âsi mâna­ da emir verilip bu işe serasker tâyin esına «Kruczs kelimesinden bozma olarak düdi. İbrahim Paşa kendi eyâletinden «Kurs» diye zikrettikleri cihetle, kendi­ başka özü, Rumeli, Yanova eyâletleri ile sini ayni zamanda «Kurs Kıralı* diye de bazı sancakların askerlerini Peşte civa­ anıyorlardı. rında toplandıktan ve Tököli ile de birleş­ tikten sonra 26 temmuz 1682 (21 recep Tököli’nin AvusturyalIlara karşı 1093) de harekete geçti. Evvelâ Honod kalesini kuşatarak zaptetti. Bunun arka­ mütecaviz tavır takınması sından Orta Macaristamn merkezi Kassa Tököli İmre Osmanlı himayesine gi­ kalesi aiındı. Müteakiben Eperjes, Leurerek sırtını kuvvetli yere dayadıktan tschau, Fülek de dâhil olmak üzere yirmi soı*ra, Avusturya işgalinde bulunan Or­ sekiz adet (Silâhdar tarihi C: 1, S: 755) ta Macar arazisini ele geçirmeye kalktı. kale ve palanka zaptedildi. En son ola­ Tabii bu işi, hem izinsiz, hem de sadece rak onbeş gün süren bir muhasara neti­ cesi Fülek’i alan (10 eylül 1682) İbrahim kendi kuvvetiyle başaramazdı. Müverrih Paşa, aldığı yerlerin hepsini TököIİ’ye Fındıklılı Mehmed Ağa’nın bildirdiğine teslim ettikten sonra Peşte'ye döndü. Bu arada Avus­ ^ c /ijjrriin g V ro ^ia S f"’ f ir s c r ic g turyalIların Uyvar:a hücum ta> u S uJt 0.r fc i* edeceklerine dair bir haber Î . S Î E r aldığı için dernal o tarafa -CşÇL*. gittiyse de, haberin doğru olmadığın; biîzat müşahede ederek geriye döndü. Kış yaklaştığı için emrindeki as­ kere izin verip kendisi eyâ­ leti olan Budirı'e çekildi, A v u stu ry a ile harbin başlam ası E perjes ve m u lıa s a ra s ıııd a ıı genel g ö rün ü ş ( A M ag yar N em zet T örtenete’den) 2142 Veziriâzam Kara Musta­ fa Paşa, Budin Valisine Avusturya’dan arazi zaptettirmekle sulhü bozucu bir ha­ rekette bulunmuş oluyordu. Zaten kendisinin esas arzusu, Avusturya'ya karşı bir sefer
icra etmekti. Ruslarla yapılan harpte bir sürü zahmetlere rağmen mühim bir iş görülmemiş, ancak Çeiııin gibi ehemmi­ yetsiz bir kale zaptedilebilmişti. îlk Rus harbi olan bu Çehrin seferi Osmanlı dev. leti Içiıı mühim bir ihtardı. Lâkin Merzi£onlu Kara Mustafa Paşa bu hakikati se­ zip göremedi. Şöhret hırsı basiretinin öntine kalın bir perde gibi gerildi. Neti­ cede devletin başı büyük ve felâketli bir derde girdi. Vaktiyle yine şöhret düşkünü veziriâzamlardan Koca Sinan Paşa da devleti Avusturya ile harbe sürüklemiş­ ti. Fakat bu defaki ondan çok daha be­ ter bir netice verdi. Bu devri bizzat yaşamış ve hâdise­ lerin bilfiil içinde bulunmuş olan müver­ rih Silâhdar Mehmed Ağanın kaydına göre ; Avusturya ile sulhü bozan ve dev­ leti harbe sürükleyen şahıs, Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın bizzat kendisidir. Toköli İmre için, Orta Macar arazisinin ele geçirilmesine karar verilmiş olduğu sırada, Avusturya hükümeti İstanbul’a Albert de Caprara adında bir elçi gön­ dermişti. Elçinin vazifesi, henüz müddeti bitmemiş olan sulh muahedesini yenile­ mek ve barışı yirmi sene için temdit et­ mekti, 10 haziran 1682 tarihinde mezkûr elçi padişah tarafından kabul edildiği za­ man, hükümetinin niyetlerini belirtmiş, padişah da devlet erkanı ile müşavere olunsun demişti. Lâkin, harp taraftarı olan veziriazam, bazı kimseleri tahrik ve çevirdiği entrika îie devleti sür’atle har­ be götürmeye gayret etmiştir. Sadrıâzamı acı ve ağır şekilde itham eden Silâh­ dar tarihi (C: 1, S: 757) müellifi, bu hu­ susta « mütekebbir, tamakâr, devletin ha­ raplığını ister, anud-u kemıd ve mağ­ rur» kelimeleri ile onu tavsiften sonra : *— Raab çenginde bulaşan yağlıkara henÜ2 silinmeyip kaldı» diyerek sulhe mâni olmaya çalıştığını, yeniçeri ağa. sı vezir Bekir Mustafa Paşa’yı kendi ta­ rafına çekip fikrine uydurmuş olduğunu ve kumandanları vasıtasiyle yeniçerileri: *—- Padişah bizi neye besler, oturma­ dan kötürüm olduk. Cenk isteriz. Haab’da kalan çantalarımızı varıp düşmandan alalım» diye söylettiğini, ayrıca askerin bu sözlerini padişaha naklettiğini kayde­ der. Dördüncü Mehmed’in buna rağmen sulhü bozmak istemediğini, sadrıâzamın 2143 ise bu defa, tam mânasiyle hileye başvu­ rarak, Avusturya tecavüzlerine dair hu­ dut valilerinden sahte fervatnameler ge­ tirterek padişaha arzettiğini ve netice iti­ bariyle hükümdarın zihnini çelerek har­ be razı ettiğini bildirir. Viyana seferine bizzat iştirak etmiş olan müverrihin, bu harbin facia ile neticelenmesinden dolayı, sadrıâzam hakkında fazla hissi bir hük­ me varmış olabileceğine de biraz pay verilebilir. Bu arada şunun da şüphesiz zikri gerekir ki, Kara Mustafa Paşa Avusturva’ya harp açmak isterken sırf ku. ru bir şahsi şöhret hırsının tam mâna­ siyle esiri kabul edilemez. Onda Viyana fatihi diye anılma arzusunun yanında Osmanlı imparatorluğunu Kanunî zamanmdakinden daha geniş hale getirme ar­ zusu da açıkça sezilir. Avusturyanm durum u Kara Mustafa Paşa harp için baha­ neler ararken, Avusturya kendisini Türk­ lerle büyük bir mücadeleyi göze almaya müsait durumda görmemekteydi. Zira, Otuz sene harbinden bir miktar arazi kaybederek çıkmış olan Habsburg impa­ ratorluğunun, bu toprak kaybından da­ ha başka sıkıntıları mevcuttu. 1648 Westfalya muahedesinden sonra Avusturya Fransa kralı Ondördüncü Louis
360 prenslikten müteşekkil bir konfede­ rasyon manzarası aızedeı* hale gelmişti. İmparatorluğa bağlı Germen prenslerinin para basmak, ordu toplamak, imparator aleyhine olmamak şartiyle herhangi bir devletle ayrı muahede imzalamak yetki­ leri vardı. Bu prenslerin bir kısmı da protestandı. Bu sırada Fransa'nın başın­ da OndördCincü Louis gibi kudretli bir şahsiyet mevcuttu. Fransız Kıralı, Ger­ men birliğinin tahakkuk edememesi için usta bir siyaset takip ediyordu. Bunun iğin Avusturya imparatorları, batı taraf­ larında Ondördüncü Louis Fransası gibi bir devlet varken doğuda bir mücadele kapısı açılmasını istemiyorlardı. Otuzsene harbinin sarsıntılı durumu­ nu iyice atlatmadan 1672 de yedi senelik bir harbe daha girmiş olan Avusturya, bu mücadeleden de kârlı bir şekilde çık­ mış değildi. İşte bunun içindir ki, Türk­ lerle sulhüıı devamını arzuluyor ve bunu da Vaşvar muahedesi ile kurulan karşı­ lığı yirmi sene daha temdit suretiyle ah­ de bağlattırmak istiyordu. Avusturyanın son gayretleri Budin Valisi İbrahim Paşa’mn Tököli İmre ile birlikte Orta Macar arazisini ele geçirmek üzere faaliyete koyulması. AvusturyalIların, Osmanlılarm harp iste- diklerine iyice kanaat getirmelerine âmil olmuştu- Esasen 1678 yılında Christophe Von Kunitz adındaki elçileri İstanbul’a geldiği zaman bu hususta şüpheye düş­ tükleri için hazırlanmaya başlamışlardı. Fakat her şeye rağmen harbe girmek ta­ raftarı olmadıklarından anlaşmaya uğ­ raşıyorlardı. Christophe Von Kunıtz’den sonraki elçi Albert de Caprara sadrıâzam ile ilk görüşmeyi yaparak Osmanlı hükümetinin niyetini anladıktan sonra (Cevat üstün, 1683 Viyana Seferi S: 26) imparatora yaz. dığı bir mektupta : « Eğer benim yüz eIim olsaydı ve ben nabzımın her atışın_da bir mektup yazabilseydim bunların hepsinde de ayni şeyi tekrarlardım : Türklere karşı monarşiyi ve bütün Hıris­ tiyanlığı korumak için majestelerinin kılıca sarılmaktan başka yapacağı bir şey kalmamıştır. Barış um utlan ortadan kalktı» demekteydi. Albert de Caprara son görüşmesini reisülküttab ve yeniçeri ağası Bekri Mus­ tafa Paşa ile 1682 aralık ayı sonlarında Edirne'de yaptı. Muahedenin yenilene­ bilmesi için Avusturyanın, Yanık (Raab) kalesini Türklere terketmesi ve sefer masrafını tazmin eylemesi talebiyle kar­ şılaşınca (SİIâhdar tarihi C: 1, S: 758), Osmanlılarm harp kararlarının k a filiğ i­ ni bir defa daha anlıyarak : «— Beni Çasarım sulhu yenilemek için gönderdi; yoksa mal ve memleket ver demedi ; siz ise sefer kapısını açtınız, üzerimize asker çektiniz, Nalıak yere kan dökülmesi Allahdan reva mıdır? Ben Çasarıma ne yüzle varayım ! î dedi. Yine Silâhdar Fm dıklılı Mehmed Ağanın bil­ dirdiğine nazaran, sadrıâzamdan ümidini kesen Avusturya elçisi Şeyhülislâm A li Efendi’den s İslâm şeriati üzere boğazına bez bağlayıp aman dileyene kılıç olur mu? üzerine sefer caiz midir?» diye bir fetva da aldı. Netice itibariyle, sulhü te­ mine muvaffak olamayan elçi, Edirne’de göz hapsine alındı. Avusturyanın m üttefikler araması P a p a O n b İrin c i İnosan (A ^ la ^ y a r N em zet T örtenete’den) AvusturyalIlar, daha elçileri Kunıtz’in İstanbul’a geldiği günlerde hazırlıklı bulunmaya dikkat etmişlerdi. Hele Caprara’nın ilk temasında Osmanlılarm harp 2143
İkin ci V iyana M uhasarasından ik i görünüş Yakanda: ilk m uhasara günlerinde akıncı Kollarının getirdiği esirler ve kendiliğinden teslim olanlar Osmanlı komutanları huzurunda. Aşağıda: Viyana, kalesinin burçlarından biri önünde şiddetli çarpışmalar (Bu resimlerin her ikisi de «Von Victor v. Renner» in yazdığı «Vien Im Jahre I6S3» adlı Almancfl ftSfrMfvn aîtnat'Ob'

ı niyetlerinin kafiliğini anlayınca, yalnız­ ca silâhlanmak hususunda değil müttefik bulmak için de faaliyetlerine hız verdi­ ler. 3 irer Alman prensliği olan Bavyera. Suab, Frankonya ve Saksonya’ya, bun­ lara an başka Brsndenburg eîektörlüğü. İspanya, Fransa, Venedik ve Lehistan h ü ­ kümetlerine müracaat ettiler. Bu arada Papa Onbirinci îııosan büyük gayretler sariederek Türklcr karşısında hıristiyan devletleri birleştirmeye çalıştı. Papanın gayretleri ile Avusturya İmparatorunun müracaatları neticesinde, peşinen geniş çapta bir müttefikler cephesi kurulama­ dıksa da, harcanan emekler boşa da git­ medi. AvusturyalIların kendisinden pek fazla çekindiği Fransa ittifaka girmedi; fakat hasmane vaziyet almıyacağmı da belirtmek su re tiyi e»müh i m bîr iş görmüş oldu. Venedik hükümeti pek kurnaz dav­ ranarak, ittifaka girdiği halde bu duru­ munu peşinen açıklamadığı gibi, harbin ilk günlerinden itibaren fiilen hasmane tavır da takınmadı. Leh hükümeti Avus­ turya ile 31 mart 1683 te Osmanlılara karşı tedafüi ve tecavüz! bir muahede imzaladı. 60 bin kişilik ordu toplayıp bu­ nun 40 bin kişisi ile harbe iştiraki kabul eden Leh Kıralı Jan Sobieski ordusuna bizzat kendisi kumanda edecekti. Bu iki devletten başka Bavyera Prensliği 11,000, Saksonya 11,400 asker vermeyi kabul ettiler. Frankonya ve Su­ ab prenslikleri ise yardım va'dinde bu­ lundular. Papa İnosan'ın çalışmaları hay­ li tesir icra ettiği cihetle asker yardımı alınmayan bazı yerlerden para yardımı geldi. Bizzat Papalık makamı imparalcra 1.5 milyon gulden gönderdi. İspanya ve İtalya’dan pek çok para geldi. Hollan­ da Tuna'da kullanılacak bir donanmanın teçhiz masrafını üzerine aldı, İsviçre keıı_ di topraklarında asker toplanmasına m ü­ saade eiii. Bazı yerlerden de imparator ordusunda îürklere karşı vuruşmak üze­ re gönüllüler geldi. Y u k a rd a : A v u s tu ry a ratoru e lçile rin d e n im p a ­ C aprara * S oida: A v u s tu ry a d ip lo m a ­ tik hey’e tle rin d e n b ir in in B u d iıı Paşası h u z u r u n a bulü m e rasim i ka­ * (R e s im le rin her ik is i de M a ­ carca «A M a g y a r N em zel Törtenete» a d lı eserden a lın ­ m ıştır) 2145
O sm anh ordusunun harekete geçmesi Veziriazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa devlet erkânı ve nihayet padişahı fikir ve karar bakımından harbe hazır­ ladıktan sonra Avusturya elçisi Albert de Caprara Edirne’de 31 aralık 1682 de ye­ niçeri ağası vezir Bekri Mustafa Paşa ile son defa “Örüştü. Bu görüşmede (Silâhdar tarihi C: 2 S: 1) yeniçeri ağası : *— İşte mehabetlu padişah-ı İslâm efendimiz hazretleri üzerinize seferi m u­ hakkak eyledi. Yanık-kalesi teslim olu­ nur ise sulh yenilenir ve dostluğun icabı yapılır.» diyince, elçi : «— Kale kılıç ile almır, yoksa bura­ daki söz ile kale verilmez» cevabını verdi. Böylece, âdeta harp ilânı tebliğ edilircesine son söz söylenmiş, mücadele fas­ lı açılmış oluyordu. Nitekim 22 ocak 1683 de padişahın tuğlan çıkarılarak Babüssaade önüne dikildiği gibi, memleketin her tarafına emirler gönderilerek, Mayıs ayı başlarında Belgrad’öa bulunmaları bildi, rildi. Bu arada padişahın sefer esnasında Belgrad’a kadar gelmesine, fakat oradan ileri geçmiyerek serdarlığm veziriazam tarafından ifasına karar verildi. OsmanlI hükümeti bu hazırlıkları ya­ parken Avusturya imparatoru Leopold da 7 ocak 1683 tarihinde imzaladığı bir irade ile (Cevat Üstün, 1683 Viyana se­ feri S: 36) nisanın ilk onbeş günü için­ de hazır olmak üzere 80 bin kişinin silâh altına alınmasını emretmişti. Hazırlıklar tamamlanınca Dördüncü Mehmed 1 nisan 1683 perşembe günü or­ du ile Edirne’den hareketle 3 mayısta Belgrad’a vâsıl oldu. On gün sonra vezi­ riazama serdarlık verilerek ordu hare­ kete geçirildi. Serdarı ekrem Kara Mustafa Paşa Belgrad’dan Zemlin (Zemun) sahrasına geçtiği zaman burada bir müddet kaldı. Bu arada bazı beylerbeyleri eyâletleri askeri ile gelip serdara m ülâki oldular. 24 mayısta Zemlin’den hareket eden or­ du Ösek (Esseg) e vardığı zaman, evvel­ ce sefere iştiraki için haber gönderilmiş olan Orta Macar Kıralı Tokoli İmre gel­ di ve kendisi merasimle karşılandı. Ordu Ösek köprüsünden karşıya geçtiği sıra­ da, gemilerle buraya kadar getirilmiş olan top, mühimmat ve zahire de karaya çıkarıldı. Sadrıâzam, Ösek’te ordu ile be­ raber getirilmekte olan Avusturya elçisi Albert de Caprara ile (Silâhdar tarihi C: 2, S: 20) görüştü. Elçi Caprara’ıım mem­ leketine gitmesine izin verilmesinden beş gün önce Kara Mustafa Paşa, Hermaıı Von Baden adresine yazılmış (Cevat ü s­ tün, 1683 Viyana muhasarası S: 29) bir mektup gönderdi. Gurur ve haşmet ifade eden kelimeleri pek bol olan bu mektup­ ta sadrıâzam AvusturyalIları suçlandır­ makta ve tecavüz hareketlerinin harbe sebep olduğu belirtilmekteydi. Ösek, or­ dunun toplanma yeri olarak seçildiğin­ den, Rumeli tarafındaki valilerin bir kıs­ mı burada orduya katıldı. Onbitı kişilik bir düşman kuvvetinin Uyvar üzerine geldiği haber alınmış ol­ duğundan, Budin Valisi İbrahim Paşa’nın emrine birkaç beylerbeyi verilerek o ta­ rafa sevkedilmişti. Bunlar Uyvar’a var­ madan önce düşman çekilip gittiği cihet­ le, geriye döndüler ve îstolni - Belgrad’da orduya m ülâki oldular. 25 haziran 1683 de ordu îstolni - Belgrad’a ulaştı. Bura­ da Kırım Hanı Murad Giray da Tatar askeri ile gelerek sadnâzama mülâki oldu. VİYANA M U H A S A R A S I Avusturya’ya kargı harp açılmasında birinci derecede rol oynamış olan Vezi­ riazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, ordunun harekât sahası üzerinde de ken­ di fikrim hâkim kıldı. Belgrad'dan ayrı­ lırken, Yaııık-kalesinin fethi için serdar tâyin (Silâhdar tarihi C: 2, S: 12) edile­ rek kendisine sancağı şerif teslim edil- mişti. Fakat o bunu küçük bir iş göre­ rek Avusturyaııın merkezi Viyana'yı zap­ ta kalktı. Ve vaktiyle Kanuııi'nin alama­ dığı Viyana üzerine orduyu şevketti. Sefere bizzat iştirak ettiği, sadrıâzam ile zamanın birçok devlet erkânını yakinen tanıdığı cihetle, sözüne itimad edilmesi gereken müverrih Silâhdar Fin. 2146
diklılı Mehnıed Ağanın gaj-et mufassal şekilde anlattığına göre ; Viyana zaptım sadrıâzanun aklına koyan şahsiyet Reisülküttab Laz Mustafa Efendi idi. Reisülbüttab sadnâzama : <t— Efendim, başkasının sözünü din­ leme : sen ancak fail-i muhtarsın, taraf-ı Hakdsn nazil olmuş bir uur-u efzansın. Milletinden hiçbir ferd bu kadar askere malik olmamıştır. Kızıl Elma’ya kadar değil bütün Frengistam zapta kalksan karşına çıkacak kimdir. Bu kadar asker ve cephane ile, mert olan, Yamk-kalesi gibi kaleye mi sarılır?» demiş, ayrıca Vivana’nın zenginliğini ballandırarak an­ lattıktan sonra, burası alınınca Yanıkkale (Raab), Komarom ve sair kalelerin kendiliğinden düşüp ele geçeceğini ilâve etmiştir. Mağrur ve muhteris sadrıâzam l)u fikri parlak görüp benimsemiş ve fa­ kat Istolni Belgrad'a gelinceye kadar (Silâhdar tarihi C: 2, S: 19) niyetini açıklamamıştıı'Kara Mustafa Paşa Viyana üzerine yürümeyi aklına koyduktan soııra bu fik. rini bazı yakınlan üzerinde talim eyle­ di. Istolni Belgrad'da bir fıarp meclisi toplıyarak ordunun harekâtı meselesini karara bağlamak istedi. Toplantıda Def­ terdar. Reisülküttab ve Şam, Diyarbekiı-, Silistre, Rumeli, Anadolu beylerbeyleri, yeniçeri ağası, kul-kethüdası, bölük ağa­ ları, cebeci ve topçu başılar, serhad alaybeylerinden birkaç kişi, mühim bir şah­ siyet olarak da Kırım Hanı mevcuttu. Ordunun teveccüh edeceği yer meselesi ortaya atıldı. Şeyh Vâni Mehmed Efendi evvelce aldığı talimat gereğince Viyana muhasarası için zemin hazırlamaya gay­ ret etmişti. Sadrıâzam söz aldığı (Silâhdar tarihi C: 2, S: 28) zaman : Gerçi maksadımız Yanık-kalesi ile Komarom kalesidir. Allahın inayetiy­ le teshiri mümkün ; lâkhı kale almış oIuruz, memleket değil. Muradım inşallah Beç’e ( Viyana ) gitmektir, ne dersiniz?» dedi. Sadrıâzam pek mühim, o nisbette na­ zik, ayni zamanda tehlikeli bir mevzua parmak basmış oluyordu. Bir imparator­ luğun merkezinin zaptı elbette kolay de­ ğildi, Buraya yürününce büyük bir ih ti­ malle hıristiyan Avrupamn Türkler aley­ hine birleşmesi mümkündü, ihtimal bu 2147 Serdar ve V eziriazam M e rzifo nlu K a ra M ustafa Paşa (A lm a n c a « W ie n im Ja h re 1683» ad lı eserden) endişelerden dolayı mecliste bulunanlar sadrıâzamın sualine bir müddet için ce­ vap verem eyip sustular. Kara Mustafa Paşa sağma soluna bakındıktan sonra Şam Valisi Sarı Hüseyin Paşa'ya hita­ ben : «— Ağzın bağlı mı? neye söylemez sin» dedi. Evvelden teııbihli olduğu anlaşılan Şam Valisi ise : «— Ferman sizden, hizmet bizden» cevabı ile sadrıâzamı memnun bıraktı. Böylece Viyana muhasarası karara bağ­ lanarak fatiha okundu. Toplantıda bir şey söylemiyen Kırım Hanı Murad G i­ ray bilâhara böyle bir neticeye varmanın doğru olmadığını anlattı. Ve bu sene Yanık ve Komaron kalelerinin alınması­ nı, etrafa akınlar yapılarak düşman ara­ zisinde tahribatta bulunulmasını, kış mevsiminin hudut yakınında geçirilme­ sinden sonra ertesi sene Viyana’ya yü­ rünmesini ileri sürdükten başka hıristiyan devletlerin imparatora yardım ede­ bileceklerini de belirtti. Bu sözler sadnâzamın hoşuna gitmedi. Silâhdar tarihi
müellifine göre, sadrıâzam sesini çıkar­ mamakla beraber bu fikrinden dolayı Kırım Hanına kin bağladı. Yine mezkûr müverrihin kaydına na­ zaran ; sadrıâzam, sevmediği bir kimse olan Budin Valisi İbrahim Paşa’yı harp meclisine çağırmadı. Fakat karar alın­ dıktan sonra huzuruna davetle, Viyana’nın zaptına karar verildiğini, bu husus­ ta fikrinin ne olduğunu sordu. İbrahim Paşa, Yamk-kale ve Komaron zaptedilmeden Viyana’ya yürünmenin doğru ol­ madığım, buralar zaptedilip akınlarla Avusturya arazisinde tahribat yapıldık­ tan ve kış hudut yakınında geçirildikten sonra ertesi sene Viyana zaptının doğru olacağını belirtti. İbrahim Paşa’nın mütalâasına içer­ leyip kendisine kin bağlayan sadrıâzam, Viyana zaptedilince, sair Avusturya şe­ hirlerinin kolaylıkla düşeceği fikrini ge­ niş çapta savunduktan sonra : « Bundan sonra her kim bana bu yoldan raen’c da­ ir söz söyleyip muhalefet ederse aman vermeden katlederim» diyerek fikir ser­ di imkânlarım ortadan kaldırmak istedi. Bozguna şahit olduğu cihetle bundan duyduğu teessürle Kara Mustafa Paşanın İm p a ra to r Leopold I. (A lm a n c a « W ie n im J a h r e 1683» ad lı eserden) fazlaca aleyhinde kalem kullandığı sezi­ len Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağama mütaleaları bir tarafa bırakılarak düşü­ nüldüğü takdirde; sadnâzamı doğruca Viyana’ya yürümekte yüzde yüz hatalı addetmek elbette doğru değildir. Viya­ na alındığı takdirde şüphesiz diğer kale­ lerin zaptı fevkalâde kolaylaşacaktı, Avusturya’ııın iç durumu bu sırada pek düzenli olmadığı gibi kendisi de pek kuv­ vetli görünmüyordu. Osmanlı orduları şimdiye kadar Viyana'dan daha müstah­ kem yerler zaptetmişti. Avusturya'nın bu yıllardaki durumu müvacehesinde Viyana'nın zaptı da ihtimal dahilindeydi. B i­ naenaleyh, Avusturya'ya karşı harp açıldığına g ö re; Kara Mustafa Paşa’nm harp plânındaki hatâ sadece Viyana’ya yürümesinde değildir. Bu cihet, hatânın bir kısmını teşkil etmekte, diğer tarafını da muhasara muharebelerinde işlenen hatâlar tamamlamaktadır. AvusturyalIların p lân ları Osmanlı devleti harbe karar verdiği ve bilhassa ordu ileri harekete geçtiği sı­ rada AvusturyalIlar fazlaca endişeye ka­ pılmışlardı. Esasen elçi Caprara bir mek. tubunda şimdiki O s m a n l ı ordusunun «Kanuninin ordusundan çok daha kuv­ vetli ve teşkilâtlı olduğunu» yazmıştı. Bu bakımdan, AvusturyalIlar esaslı şe­ kilde hazırlanmak istiyorlardı. Lâkin, tasarladıkları derecede müttefik kuvvet­ ler topluluğuyle Türklere karşı çıkmak­ ta erken davranmış sayılamazlardı. İmparator Leopold, ordularının baş­ kumandanlığına çocukluk arkadaşı ve eniştesi olan Charles de Lorraine (Kari von Lothringen) i tâyin etti. Bu adam, o devir Avrupasınm en tanınmış ve en muvaffak kumandanlarındandı. 1683 baharında AvusturyalIların se­ ferber edebildikleri kuvvetlerin insan sa­ yısı Türklerinkinden az olduğundan, bu vaziyetten endişe duyuyor, bunun için bir meydan muharebesine yanaşmıyacak şekilde vaziyeti ayarlamayı hesaplıyor­ lardı. Türklerle sınırları hayli geniş ol­ duğundan en isabetli harekât şeklini bu­ labilmek de hakikaten güçtü. Türk ordusunun başkumandanı Belgrad’da bulunduğu günlerde İmparator 2148
Leopold 9 mayıs 1683 günü (Cevât Üs­ tün. 1683 Viyana seferi) Kittsee’de or­ dusuna bir geçit resmi yaptırdıktan son­ ra kumandanları toplıyarak, harekât plâ­ nının tespiti için onlarla görüştü. Daha önce toplanmış olan harp şûrası, muha­ rebeyi Macar topraklarında vermeye, Türkleri Waag - Raab sularından batıya geçirmemeye karar vermişti. Bu nokta­ lar tasvip edildikten başka ayrıca TürkIerdeıı önce taarruza geçilmesi isabetli görüldü. İşte bu toplantıda varılan karar neticesindedir ki, Haziranın ilk haftası için­ de, bir miktar Avusturya kuvveti Uyvar'a hücum ettiyse de zayiat vererek püskürtüldü. Charles de Lorraine, bu arada Gran ( Esztergom ) üzerine y ürü­ mek İstediyse de Osmanlı başkumanda­ nı mu İstolni Belgrad’a doğru ilerlediği­ ni haber aldığından plânını değiştirip, 21 haziranda Küçük Schütt adasına geçti ve Türk başkumandanının Raab’a hücum edeceğim tahmin eylediğinden Türkleri Raab suyundan batıya geçirmemek için tertibat almaya koyuldu. İm p a r a to rlu k B a şk u m a n d a n ı . (A lm a n c a « W ie n im J a h re 1683» a d lı eserden) K a a b s u y u n u n g e ç ilm e s i İstolni Belgrad'daki harp meclisinde Viyana’ya yürünmesi, kararı alınınca or­ duya buna göre bir nizam verildi. Za­ ten Avusturya hududu İstolni Belgrad’ın hayli yakınından geçiyordu. Batıya doğ­ ru ilerliyen Osmanlı ordusu 1 temmuzda Raab suyunu geçti. On iki bin kişilik bir düşman kuvveti geçişe, mâni olmaya ça­ lıştıysa da buna karşı sekiz bin Tatar, on iki bin (Tarih-i Raşid C: 1, S: 398) eyâlet askeri sevkedilince mağlûp olup çekildiler. Raab suyu aşıldığı sırada et­ rafa gönderilen kuvvetler Vesprem, Pa­ pa, Tata (Totis) kaleleri ile daha bazı yerleri aldılar. Ordunun büyük kısmı Saint - Martoıı hizasından Raab’ı aşar­ ken Nureddin Giray’ın emrine verilen Tatar askeri bu suyu Saint - Gottard ile Körmend arasından geçip, Guns (Köseg) ve Şoprotı yakınından ilerleyip Neusiedel gölünü güney batıdan dolaştı. Türk kuvvetleri Raab (Yanık) ka­ lesini kuşatmadan geride bırakıp ilerler­ ken, Avusturya askerleri de Tuna nehri boyunca geri çekildi. Bu arada Budin o rd u la rı Charles de L o rra in e (K a r l vo n L o th rin g e n ) ‘M ^ > i .. - Ü C -s % K a r a M u s tafa P aşa’n ın V iy a n a lıla n tes­ lim e d avet eden m e k tu b u (A s tı « H a m b u r g k ü tü p h a n e s i» n d e d ir) 2149
Valisi Arnavut Uzun İbrahim Paşa 19,970 kişilik kuvvetle Raab ve Raabca suları üzerindeki köprüleri emniyette bulun­ durmak vazifesiyle bu tarafta bırakılöı, Ordu 1 temmuzda Raab’ı geçtiği hal­ de bu civarda birkaç gün vakit kaybe­ dildi, Geri çekilen Avusturya askerinin ezilmesi için de süratli bir takip yapıl­ madı. Sadrıâzamın böyle birkaç gün va­ kit kaybetmesinin sebebi, kendisine fik ­ ren muhalefet eden kumandanlar yüzün­ den tereddütler geçirmiş olması ihtimali ile izah olunabilir. Raab suyu geçilmeden önce ve geçil­ dikten sonra serdarı ekrem bazı kum an­ danları mühim kalelerin fethine memur etti. Bu cümleden olarak : Eğri beyler­ beyi Kör Hüseyin Paşanın emrine altı bin kişi verdikten sonra Tököli İmre ile birleşip Tuna'nın sol sahilindeki Pojon (Pesburg) şehrini zaptetmesini, Diyarbekir Valisi vezir Kara Mehmed Paşa­ nın da Ovar (Altenburg) u ele geçirme­ sini emretti. Ovar kalesi fazla zamaıı kaybedilmeden alındıysa da Pojon zapte. dilemedi. Ayrıca Deli Bekir Paşa da Haimburg kalesinin zaptına yollandı. Be­ kir Paşa H aim burg’u muhasara ettikten sonra Ovar fethini tamamlamış olan K a­ ra Mehmed Paşa da buraya geldi. Neti­ cede yirmi günlük muhasara sonunda b u ­ rası da alındı. Böylece Tuna'nın sağ ve solunda irili ufaklı kalelerle palankalar­ dan bir haylisi ele geçirilmiş oldu. "Viyana’ya yürünm esiııin padişaha arzı Belgrad’dan Yaıık-kaleyi zaptetmek üzere ayrılmış olan Veziriazam Kara Mustafa Paşa, bilâlıara Viyana’ya y ürü­ mek için karar aldığı halde, bunu derlıal padişaha bildirmedi. Aııcak Raab suyu­ nu geçip Yanık-kaleyı geride bırakmaya başladığı sırada vaziyeti bir telhis ile hükümdara arzetti. Silâlıdar Fm dıklılı Mehmed Ağa’nın kaydına (C: 2, S: 39) göre; Dördüncü Mehmed telhisi okuyun­ ca : t— Maksadımız Yanık ve Komaron idi, Beç kalesi dilde yoktu. Paşa acayip saygısızlık edip bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi Hak Taâlâ âsan getüre; lâkin m u ­ kaddem bildirseydi rıza vermezdim» de­ miştir, Osmanlı ordusunun m iktarı Dımışklı (Şamlı) Haşan Paşa Viyanaya 25 kilometre mesafedeki Perhtolsdorfun 11 temmuz 1683 Osmanlı or­ dusu tarafından işgali üzerine Haşan Paşa kasaba ileri gelenleri ile bir anlaş­ ma yaptı. Fakat şartlara riayet edilme­ yince mecburen sert hareket etti. Sonra­ dan, hu günlerin hâtırası olarak, kasa­ banın belediye dairesine paşanın ve AvusturyalI delegenin resimleri kondu 2150 Kara Mustafa Paşa’nın kumandasın­ daki Osmanlı ordusunun miktarı yerli ve yabancı tarih kitaplarında değişik ra­ kamlarla gösterilir. Viyana müdafii Kont Starhemberger 27 ağustos tarihli bir mektubunda Türk ordusunun muharip kuvvetini 60 bin, Osmanlı karargâhında alıkonan Avusturya elçisi Kunitz m uha­ rip askeri 90 bin, Viyana muhasarasına dair bir tetkik eseri neşretmiş olan Toıfel 7 eylül 1683 teki umumi ordu yekûnunu 173 bin gösterdiği gibi, 400 bini aştığın­ dan bahseden müellifler de vardır. İs­ mail Hakkı Uzunçarşılı da < Osmanlı Ta­
rihi » isimli eserinin üçüncü cildinde 350 bini muharip olmak üzere ğOO bini geç­ mekteydi demektedir Şimdiye kadar eıı kabarık rakamı kabul etmiş olan Uzunçarşılı’nm müfredatı ile yekûnu birbiri­ ni tutmamaktadır. Esasen o devrin im ­ kânlarına göre, yarım milyonu geçen bir ordunun seferber edilip tek bir cepheye sevkedilmesi m üm kün değildi. Silâhdar tarihinde umumi rakam bu. Ummamakla beraber vezir, beylerbeyi ve sancak beylerinin kendilerine tâbi asker­ lerine dair yer yer verdiği bilgilerden edinilecek neticelerle ciddi balı kaynak­ larının verdikleri malûmat birleştirilin­ ce, ordunun muharip ve gayri muharip umumi yekûnunun 2SÜ bin tutabileceği anlaşılır. Geri hizmet ifa eden gayri m u ­ harip kısım ile köprü, yol muhafazası, kale zaptı gibi şeylerle vazifelendirilen muharipler çıkarıldığı takdirde, Viyana muhasarasına katılan muharip miktar herhalde 125 binden fazla olmasa ge­ rekti, Viyana müdafii von Starhemberg (Almanca «Wien im Jahre 1683» adlı eserden) A vusturyalIların soıı tedbirleri Osmanh ordusunun R aabı kuşatma­ dan batıya doğru ilerlemesi Vîyana’da müthiş heyecana sebep olmuş ve bir pa­ nik havası yaratmıştı. Şayet Raab suyu aşılınca son süratle ilerlenerek Viyana’ya gelinseydi Türkler için vaziyet bambaşka olacaktı. Zira, son onbeş gün zarfında büyük gayretler sarfiyle siperler kazıldı, şehre cephane yığılıp toplar getirilerek yerlerine konuldu. Maneviyatın en bozuk olduğu bir devrede 7 temmuz akşamı im ­ parator Leopold Viyana’yı terketti. Bu günlerde 60 bin kadar insan da şehirden çıkıp gitti. Viyana halkı birbirine çatı- yor, imparator bile şehri terkederken hakarete uğramaktan kurtulamıyordu. Çıkıp gidenlerden sonra Viyana’daki aha­ linin miktarı 60 bine inmişti. imparator Leopold Viyana'dan çıkıp Linz'e giderken şehrin kumandanlığım Von Starhemberg "e bırakmıştı. Starlıemberg, garnizonda mevcut askerlerinden gayri Viyana’da kalan Iıalkı da şehrin müdafaası için teşkilâtlandırdı, Türkler önünden çekilen Charles de Lorraine’nin piyade kıtaları da muhasaradan bir gün önce Viyana’ya dâhil oldular. Bu günler­ de şehrin dış mahallelerinde bulunan bi­ Viyana şehrinin 1776 da, istihkâmları ve varoştannın genel görünüşü (Almanca «Wien im Jahre 1683» adlı eserden) 2151
na vesaireyı Türkleriıı işine yaramasın diye lam mânasiyle tahrip ettiler. Kanunî Süleyman'ın muhasarasından sonra Viyana'nnı eski surları yıkılmış, yerlerine yenilen yapılmıştı. Son zaman, larda Fazıl Ahmed Paşa’mn 1663 sefe­ rinde Viyana’ya yürümesi ihtimali düşü­ nülerek şehrin sur ve istihkâmları kuv­ vetlendirilmişti. Kara Mustafa Paşa Viyajıa'yı kuşattığı sırada şehrin etrafında bir sur ve surların dışına taşar şekilde inşa edilmiş on iki bastiyon mevcuttu. Surlardan dışta da altı yedi metre ge­ nişlikte ve bir o kadar derinlikte hendek mevcuttu. Muhasaranın başlaması Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 14 temmuzda Viyana önüne geldi ve ayni gün şehrin muhasarasını emretti. Sadrıâ- zam muhasara ordusunu üç kısma ayırdı. Merkezi kendi idaresinde bulundurup, sağ kolu Diyarbekir Valisi Kara Mehmed Paga'nın, sol kolu da Yan ova Valisi ve­ zir Mehmed Paşa’nm idaresine verdi. Muhasara ordumuzda üç okkadan doku/ okltaya kadar gülle atan 19 kolonborna. 120 şahi zaıbzen topu ve bir miktar da hıımbara havanı mevcuttu. Buna muka­ bil Viyana’yi müdafaa eden yirmi, yirmi beş bin kişilik kuvvetin elinde bulunan topların miktarı 262 idi. Kanuni Süley­ man Viyana'yı kuşattığı zaman büyük toplar getirmemişti. Kara Mustafa Paşa da aynı hatâyı işliyerek büyük top (Silâhdar tarihi C: 2, S: 47) getirmedi. Viyana'nm doğusunda Viener Fluss suyu bulunduğu ve kuzey doğusu da Tuna’nm parçası vazıyetindeki yere dayan­ dığı cihetle bu cihetlerden sıkı şekilde sı­ kıştırılması çok güçtü. Onun için en faz­ Osmanlı ordusunun. Viyana etrafında muhasara hazırlıkları ve muhasaranın ilk günleri (R. de Hooghe’uıı resimlerinden) 2152
la tazyikin tevcih edildiği yön, şehrin günev ve batı kısmı idi. Bu tarafın top­ rağı lâğım açılmasına da müsaitti. Fa­ kat Viyana tahkimatının en kuvvetli kıs­ mı, işte bu fazla tazyike tâbi tutulan ta­ rafa isabet ediyordu. 16 temmuzda Viyana iyice çember içine alındıysa da Tuna koluna yaslanan bölüm ile bataklığa rastlıvan kısımda fazla birşey yapmak müm­ kün değildi. Muhasara muharebeleri Muhasara muharebeleri karşılıklı top atışları ile bağladı. Türkleı- için ilk plân­ da yapılacak şey surlardan ilerde bulu*nan maniaları tahrip edip aşmaktı. Bun­ lar aşılınca burçlara doğru yaklaşmak mümkün olacaktı. Maniaların ve kapali yolların tahribi kolay olmadı. Müdafiler. deki top sayısı daha fazla olduğundan Viyananın etrafı, kaleleri, önemli mevkilcriyle OsmanlIların muhasara vaziyeti ve ordularının genel görünüşü (Almanca «Wien im Jahre 1683» adlı eserden) 2153
Büyük toplar getirilmemiş olduğundan lâğım faaliyetine önem vermek gerekiyor du. AvusturyalIlar da mukabil lâğım ka­ zıyorlarsa da bizimkiler daha ustaca ve başarılı şekilde çalışıyordu. Türkleriıı bir lâğur. patlatışmda boğaz boğaza çar­ pışmalar oluyordu. Ağustosun ortaların­ dan itibaren bazı burçlarda gedikler açılmaya başlandı ise de müdafiler yıkı­ lan yerleri ele geçirmek üzere harekete geçen Türk askerine şiddetle karşı ko­ yuyor. bilhassa şiddetli top ateşi ile hü­ cumu durdurduktan sonra geceleri de a çılan gediği kapatmaya gayret ediyordu. Sadnâzamm idaresindeki merkez bölü­ münde muhasaranın başlamasından on gün sonra lâğım faaliyeti başlamakla be­ raber Kara Mehmed ve Ahmed Paşala­ rın sahalarında ancak ağustos ortaların­ da lâğım patlatılması m üm kün olabildi. Maamafih bu bölümlerde de yıkıntılar meydana getirildi. Açılan gediklere tev­ cih edilen mevzii hücumlar kanlı çarpış­ malarla durduruluyor ve gedikler gece­ leri m üm kün mertebe kapatılıyordu. Ordusundan ve kendisinden en kritik Gedikler açıldıkça müdafilerin ma­ anda bir fayda sağlanamıyan Tökoli îmre neviyatları sarsılıyor, uğradıkları zayiat­ (A Magyar Nemzet Törtenete’den) la miktarları da azalıyordu. Üstelik şe­ hirde bir do dizanteri hastalığı çıkmıştı. Hal böyle iken Starhemberg canla başla zayiat veriliyor ve gün kaybediliyordu. ve çok disiplinli şekilde çalışıyor ve şe­ Manialar nihayet tahrip edildikten son­ hirden Türk kıyafetine sokarak çıkardı­ radır ki biraz yaklaşmak ve 23 temmuz­ da iik lâğımı patlatmak m üm kün oldu • ğı kuryelerle başkumandan Charles de Lorraine ile muharebe ederek yardım kuvvetinin geleceğin, den malûmattar oluyordu. Muhasaraya maruz Viya­ na müdafileri ve halkının gün geçtikçe sıkıntıları art­ maktayken, Türk ordusu da bu gibi şeylerden uzak de­ ğildi. Ordunun erzakı azal­ mıştı. Hava yağmurlu gitti­ ğinden muharebeyi güçleşti­ riyordu. Muhasaranın uza­ ması yeniçeriler arasında bezginlik yaratmıştı. Asker, zenginliği hakkında çok şey söylenmiş olan Viyana’nın hücumla ele geçmesini isti­ Pojoıı (Presburg) şehir ve kalesinin genel yordu. Bu yüzden Ağustos görünüşü sonlarında bazı sızıltılar bi­ (A Magyar Nemzet Törtenete’den) le görüldüvse de sadrıâza2154
mm iradeli davranışı saye­ sinde sızıltılar büyümeden kapatıldı. Viyana dışındaki harekât Daha yukarıda işaret ed ildiği üzere, Kara Mustafa Paşa Viyana’ya gelirken Eğ­ ri Beylerbeyi Abaza Kör Hü_ sevin Paşayı Tököli tm ıe ile birleşerek Pojoıı (Presburg) kalesinin fethine memur et­ mişti. Buraya da gelmeden önce Leva ve Neutra kale­ leri önünde zaman kaybeden nihayet 9 Ağustosta Presburg' yakınına ulaşan Hüseyin Pa­ şa, malûmat edinebilmek için Tököli’nin casuslarını iViyana muhasarasında cereyan eden şiddetli leri gönderince (Silâhdar ta­ savaşlarda AvusturyalIların bir huruç hareketi rihi C: 2, S: 71) otuz bin k i­ şilik bir düşman kuvvetinin ★ varlığından haberdar oldu. Tetkikatını derinleştirince Komaron taraflarında toplan­ Muhasaranın nehir tarafındaki şiddetli çarpış­ mış olaıı otuzbin Alman ve malar (aşağıda) Macar askerinin Pojon’a ge­ (K. de Hooghe’ım resimlerinden) lerek buradakilerle birleşmek üzere olduğunu, ayrıca Leh Kıralı Sobieski’nin de 35 bin kişi ile yaklaşmakta bu­ lunduğunu öğrendi. Bunları bil1 yazı ile sadrıâzama arzedip 10 bini Tatar olmak üzere yirmi bin kişilik yardım istedi. Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa'nın ifadesine nazaran, sadrıâzam bu kadar sayıda düşmanın bir araya geleceğine inanmaz görüne­ rek Kör Hüseyin Paşa’nııı düşmanla çarpışmasında ıs­ rar etti,Hüseyin Paşa sadrıâzamııı emri üzerine 6 bin kişilik kuvvetiyle kendisinin birkaç misli düşmanla çar­ pıştı. Tököli îm re’nin 10 bin kişilik kuvveti bulun­ laııan 10 biıı Tatar askerinden üç yüz k i­ makla beraber düşmanın çokluğunu, şi hariç diğerleri Tököli’nin yanında ka­ askerlerinin Avusturya tarafına . ge­ lıp bunlar da mücadeleye katılmadı. Ne­ çebileceğini beyanla mücadeleye iştirak ticede Hüseyin Paşa mağlûp olup (24 Afetmedi. Hüseyin Paşaya imdat için yol- 2155
ğustos) kendisi Morava suyunda boğul­ du. Altı bin kişilik askerinden ancak on kişi kurtulabildi. Altı bin kişilik kuvvetin yek olması Osmaıılı ordusunun umumi yekûnu kar­ gısında sayı bakımından ehemmiyetsiz gibi görünürse de netice mühimdi. Zira. Hüseyin Paşanın mağlûbiyetiyle, Viyananın yardımına gelecek kuvvetlerin İsken, der ( Hörelen ) köprüsünden geçmeleri imkân dahiline girmiş oluyordu. Ayrıca Pojort muharebesi, Tököli İmre ve Tatar askerinin mücadeleye seyirci kalmaları bakımından ihanetlerine bir nevi örnek sayılabilirdi. Pojoıı muharebesindeki A~ vustuıya kuvvetlerinin başında Charles de Lorraine vardı. Avusturya başkuman­ danının Pojon’un imdadına koşması onıtıı derlenip toparlanışının en güzel işa­ retiydi. Binaenaleyh Yiyana’va ilerlenir­ ken Osnıanlı ordusu Önünden çekilen Avusturya kuvvetlerinin şiddetli bir ta­ kiple mahvedil memesindeki büyük hatâ önce burada beliriyordu. Hüseyin Paşa mağlûp olunca Tököli İmre Morava nehrinin arkasına çekildi. Viyana yolu imdada gelecekler içiıı açık demekti. Pojoıı mağlûbiyeti Viyana'nın mukadderatına tesir eden bir hâdise idi. Budin Valisi İbrahim Paşa'nın çağırılması Sadnâzam Kara Mustafa Pasa 35 bin Leh askeri ile 85 bin kişilik Alman asksrinin yaklaştığın: öğrenince, Yanık-kale civarında köprülerin muhafazasına bı­ rakılan Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa'ya haber göndererek, oradaki muha­ faza vazifesini Silistre Valisi Mustafa Paşa’ya bırakarak maiyeti askeriyle ace­ le gelmesini bildirdi. İbrahim Paşa S biıı kişi ile Vivaııs ordugâhına geldi (8 ey­ lül). Düşman uı Tuna'yı geçmesi İmparator Leopold ve bilhassa başkumandan Charles de Lorraine, muhasa­ ranın başından beri Avusturya ve m üt­ tefik askerlerinin toplanması için fevka­ lâde gayret sarfetmekte idiler. Bu gay­ retler neticesi Avusturya, Saksonya, Bav. ye ra ve Frankony ahlardan mürekkep 85 bin kişilik Alman askeri toplandı. İmpa­ ratorun müttefiki Leh Kıralı Sobieski de 35 bin kişi ile geldi. Başkumandanın plâ­ nına göre Alman ve Leiıler Tuna nehri­ ni Tulln’dan. Saksonyalılar da Kıems köprüsünden geçeceklerdi. Nitekim 6 ey­ lülde geçiş başladı ve 7 eylülde bütün müttefikler Tulln’da toplana­ rak Viyana istikametinde do­ ğuya doğru ilerlemeye baş­ ladılar. K ırım H anının ihaneti Kara Mustafa Paşa Viyana önündeki otağın­ da mühim bir esiri istievab ediyor (Batılı bir ressamın eserinden) 2156 Sadnâzam Kara Mustafa Paşa, muhasaranın başından beri Kırım Hanı Murad Giray’ı Tuna boyunda Viyana' nın altı saat yukarısındaki İskender köprüsü başına bı­ rakarak etrafı gözetlemek ve düşmanı Tuna’dan beri tara­ fa geçirtme m eki e vazifelendirmişti. Murad Giray, düşmanın Tuna’dan geçişine şahit oldu­ ğu halde geçişi önlemek için mukabelede bulunmadı. Düş­ man geçtikten sonra da ar­ kacını çevirmek için herhan
gi bir hareket yapmadı. Müverrih S ilâlıtopları metristen çık a r: iktiza ederse dar Fınclıklı’ı Melımed' Ağa tarihinde saf ceııgi edelim ve illâ selâmetle gide(C: 2, S: 82) bu noktayı şöyle anlatır : Jim dedim; inadından dönmeyip söz ge­ çiremedim. Yazdığı tekdir yollu cevaplar * O güıı kendisi köprüye nazır yük­ sek bir mahalde, bir elinde kamışı, diğer ile gönderdiği mektuplarında kokmuş elini böğrüne koymuş ai üzerinde durup beygir eti yediğimize kadar yazmış. îııdüşmanın geçişini seyrediyordu. îmamı şallâhü teâlâ bu düşmanın d e fi yanımda yarana varıp : işten değildi ve bilirim ki dinimize de düşmez ihanettir. Lâkin gayret beni ko—■ Han’ım, şu bölük bölük geçen ınadi, onlar da görsünler kendileri kaç düşmanı kırdırsanız artık gerisi kesilmez akçelik adam imiş. Tatar kadrin bilsin­ miydi? deyince Han : ler” — Behey efendi, sen bu OsmanlIla­ Deyip atını tepti ve Tatar askerini rın bize ettiği ccvri bilmezsin; ancak bizi alıp kâfirin önüne, düşüp ve kollarını sa­ bir hale koydular ki yanlarında Eflâk ve lıp, gülüp oynıyarak Beç altında orduyu Boğdan keferesi kadar rağbetimiz kalma­ dı. Bu düşmanın cemiyet ve hareketini humâyuna geiip doğru serdar-ı âzamin kaç defa yazıp bildirdim. Düşman çok, otağına indi. Düşmanın vaki halini söy­ mukavemet, mümkün değil : ,-ıskeri ve ledi. Köpek gibi ardıma düşmüş geliyor, Viyana muhasarasının son günlerinden genel görünüş ve müttefiklerin Tuna solunda ilk hareketleri, yemlen bir Osmanlı kıtası {Almanca «\Vien ini Jahre 1683» adlı eserden) 2157
Jan Öobieski ve ordusunun Viyanay: muhasara eden kuvvetlere hücumu yürüyüşlerinin iktizasına göre pazar günii gelip mukabil olmak gerektir dedi». H arp meclisinde alınan karar Düşmanın Tuna'yı geçmesinden son­ ra Kara Mustafa Paşa il eylülde vezir San Hüseyin Paşa, vezir Kara Mehmed Paşa. Deli Bekir Paşa, Binamaz Halil Pa- ;<». sipah ve silâhtar ağaları, oebeci ve toyçu bağıyı ota­ ğına davetle bir harp meeli>i akdetti. Bu toplantıda, met(isteki asker yerinde kalmak, vani muhasara kaldırılma­ mak üzere düşmanın karşı­ lanmasına karar verildi. Kararı müteakip Kara Mehmeö Paşanın emrine 6 bin kişi vererek çarhacı ola­ rak gönderdi. Budin Valisi İbrahim Paşanın emrine de 13 bin kişi vererek Kahlenberg dagııım yanından geçen yolun muhafazasına memur etti. Metrislerden iki kolonborna topu ile altmış adet şaiıi zarbezen çıkarılarak düş­ manın geleceği yol üzerine kendu. Viyana muharebesi 9 eylülde Tulln:dan hareket eden düşman, TuIln ile Viyana arasındaki k ı­ sacık mesafeyi gayet yavaş ve tertibat alarak halletmekteydi. 10 eylül cuma gü­ nü İbrahim Paşa düşman ordusunun üç saatlik mesafeye kadar geldiğini ve er­ Yiyaııa muharebesinden bir görünüş 2153
tesi gün orduyu basacaklarım bildirince nahlardaki perişanlık merkezdeki asker; siperlerde otuz bin kişi bırakan sadncie sirayet ettiğinden askerin çoğu can kaygısına düştü. Düşman askerlerinden âzanı ordunun diğer kısmını alıp şehrin merkeze doğru ilerleyip hazine sandık­ kuzey batı tarafına çekti. Leopoldsberg. ları üzerine bayrak dikenler görüldüğü Kahlenberg ve Vogelsanberg tepelerini sırada Sadrıâzam hücumlarını iazeliyedeğil de bunların önündeki düzlüğü tut­ rek inatla vuruştu. İş bu derekeye gel­ tu. Böylece hâkim yerler düşmanın yer­ meden biraz önce siperlerdeki askerle­ leşmesine bırakılmış oldu. îşte bu tepe­ rin çıkmalarını emretmişti. Müttefiklerin lerle Viyana arasındaki sahada Merzifonlu Kara Mustafa Paşa son mücade­ galebesini gören Viyana müdaiıleri çıkı­ şa teşebbüs ettiklerinden iki ateş arasmlesini yaptı. Viyana meydan muhare­ besi 12 eylül 1683 (20 rama­ zan 1094) pazar günü cere­ yan etti. 120 bin asker ve 200 den fazla topu bulunan düşman karşısında merkezde kendisi bulunup sağ cenahın kumandasını Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa’ya ver­ di. Soi tarafla da vezir Sarı Hüseyin Paşa ile Kırım Ha­ nı bulunuyordu. Eflâk ve Boğdan voyvodaları sağ ko­ lun en sağ ucunu teşkil et­ mekteydi. Muharebe de düşmanın Kahlenberg tepesinden aşa^ı doğru ilerlemesiyle başladı. Türk mukabelesi şiddetli ol­ makla beraber düşmanın or­ vıyatîa mahare’a eîiııi kazanası müttefik ordudusunun ateş üstünlüğü sar­ isnr.ın Üsmanlı muhasara kuvvetlerine hü­ sılmamıza sebep oldu. İlk cumlarından iki görünüş bozulma sağ kolda vuku bul­ du. Sol kol kumandanı San (Batılı bir ressamın eserinden) Hüseyin Paşa dayanmaya çalıştıysa da Kırım askerle­ rinin muharebeden yüz çe­ virmeleri ve Murad C-iray'm askerini alarak harp sahasın­ dan çekilmeye bakması bu kolun da dayanmasını im kân­ sızlaştırdı. Cenahlar sarsılın­ ca düşman hücumunu mer­ keze tevcih etti. Bilhassa Leh Kıralı Sobieski asker­ lerini merkeze doğru şevketli. Sadrıâzam Kara Mustafa Paşa metanetle yerini muha­ faza suretiyle beş altı saat mücadeleye devam etti. Ne çare ki cenahların çökmesi ordu merkezinin muharebe­ nin mukadderatını değiştir­ mesini imkânsızlaştırdı. Ce­ 2159
da kalan bıı askerler fazla ziyat verdiler. Bozguna şahit olan sadnazam «bugünleri görmekten ise ölmek evlâdır» diyerek çarpışa çarpışa şehit olmak istedi. Lâkiıı sipahiler ağası Osman Ağa, kendisi ölür­ se askerin mahvolacağını, bu bakımdan vücudunun asker için lüzumunu hatırla­ tarak fikrinden vazgeçirdi. Bunun üze­ rine sancağı şerifi alarak muharebe sa­ hasını terketti. Böylece ordu hâzinesi, onbeş bin ça­ dır. üç yüz top, cebhane, mühimmat vel­ hasıl sadrıâzamın otağı da dâhil olmak üzere bütün ordu eşyası düşmanın eline geçti. îki koldan ilerliyen düşman aske­ rinin bir kolu Viyanaya girip metrisleri işgal ederken diğer kolu karargâhı ele geçirmiş bulunuyordu. Metrislerde yaka­ ladıkları subay ve askerlerle hasta, ya­ ralı ve zayıf oldukları için gidemiven on bin kişiyi insafsızca bir anda kılıçtan geçirdiler. Müttefik ordusu, Osmanlı or­ dugâhını yağmaya daldığı, bundan sonra da yağma malı hissesi ve Viyana’ya ilk girme şerefi yüzünden aralarına soğuk­ luk ârız olduğundan Türk ordusunu ta­ kip etmediler. İbrahim Paşa’ıım idamı Bozgundan yirmi dört saat sonra Osmanlı ordusunun dağılan birlikleri Raab civarına varmıştı. Sadnâzamı burada Erdel Prensi Apafi Mihal ile Silistre Valisi vezir Mustafa Paşa karşıladı. Kara Mus­ tafa Paşa, Uzun İbrahim Paşa’nın herkes­ ten evvel buraya geirmg olduğunu öğren, di. Silâhdar tarihi (S: 2, S: 88) ve muha­ rebede hazır bulunan «Miyar-üd-düvels isimli eserin (Tarih-i Osnıanî Encümeni Mecmuası sene: 3, S: 1007) müellifinin kaydına göre ; Viyana muharebesinde ilk bozulan şahıs olduğu ve bozgundan önce fikrine itirazla başarısını istemediği zeİkincı Viyana hâtıralar: muhasarasından hu güne Yukarda: Merzifonlu Kara Mustafa Pa­ şanın otağı yerinde sonradan yapılan bi­ na ve üzerinde bunu işaret eden kitabe. Aşağda: Viyana’da Türk esirleri çalıştı­ rılarak yaptırılan kilise 2160
İk in c i Viyana m u h a s a r a s ın d a O s m a ıılıla r ııı h ü c u m la r ı ve şehrin m ild a f iie r i ( Kessaın L eandcr K ııs s ’ııtı ta ljlo s s ı) (Mufassal Osmanlı Tarihi tablosu No. 43)
k »
habım uyandırdığı cihetle ; Kaıa Musta­ fa Paşa, bu cesur ve işbilir kumandanı bozguna sebep olmakla itham suretiyle idam ettirdi (14 eylül) . Bundan açıları Budin Valiliğine Kara Mehmed Paşa’yı tâyin etti, Ordu efradının derlenip toparlanması Sadnâzam Kara Mustafa Paşa Yamk-kale (Raab) civarında iki gün kaldı. Bu müddet zarfında bozgun sahasından dönen ordu efradını bir araya topladı. Kara Mustafa Paşa metin ve soğukkanlı biı- idare adamı olduuğundan buradan itibaren orduyu düzene sokmaya çalıştı. Orduyu derleyip toparlıyarak disipline kavuşturmakta muvaffak da oldu. Avus­ turyalIların takip ve taarruzda buluna­ bileceklerini tahmin ettiğinden bunu kar­ şılayıcı şekilde tedbir almaya koyuldu. Yamk-kale civarından orduyu harekete geçirerek Tata üzerinden Budin’e geldi (22 eylül) . Budin yolunda ve Budin’e geldikten sonra hudut kalelebinin takvi­ yesi için kuvvetler ayırıp gönderdi. Boz­ gundan dolayı gözü korkan, ihmal ve te­ reddüt gösterenlere karşı şiddetli dav­ randı, Meselâ Vesprem ve Papa kaleleri­ nin muhafazasına bıraktığı sancak bey­ lerinin kendi arkasından Budin’e geldik­ lerini görünce bunları herkesin gözü önünde idam ettirdi. Boylece cezri ve sert tedbirlerle orduda disiplin ve intizamı iyice temin etti. K ırım Hanının azli Sadrıâzam Kara Mustafa Paşa, K ı­ rım Hanı Murad Giray'ın muharebede takındığı tavrı, Budin’e gelindikten son­ ra da Ciğerdelen'e gitmesi emredildiği halde askerinin azlığını ileri sürerek te- Budin beylerbeyi Arnavut Uzun İbrahim Paşa (üstte «T o I n a i Vilagtörtenelme» den) ve katli (solda «Ricaut» dan) Kendisi veziriazam Meraifonlu Kara Mustafa Paşanın emri ile katledilirken : Bu adanı benim düşmanımdır; lâ­ kin bu ana kadar devletin ekmeği ile yetiştiğim için pa­ dişahımızdan rica ederim ki başarısızlık kabahati ile ve­ ziriazamı öldürmiyerek bu işin hüsnü suret bulmasını ona bıraksın, bundan gayrisi bu işin üstesinden gelemez» demiştir. 2161
Ciğerdelen kalesinin düşmesi Esztergom (Graıı) kalesinin zamanımıza kalan bir kısmı (A Magyar Namzet Törtenete’den) marüzde bulunuşunu tir telhis ile padi­ şaha arzetmiş olduğundan Hanlıktan az­ ledildi. Ve onuıı yerine Kırım Giray'ııı oğlu Hacı Giray tâyin edildi. İkinci Ha­ cı Giray’ın Hanlığa tâyin merasimi Budin’de icra olundu ( 30 eylül 1683 ) . Viyana'da Türkleri bozan müttefik­ ler bir takını görüşmelerden sonra Türkleri takibe karar vermişlerdi. Müttefik­ lerin plânına göre, evvelâ Ciğerdelen ve Esiergom'u alacaklar, bunların arkasın­ dan da Budin'e ilerliyeceklerdi. M ü t­ tefik kuvvetler 18 eyiûide harekete ko­ yulmuş bulunuyordu. Kara Mustafa Paşa Budin’de iken düşman kuvvetlerinin Komaroıı'a kadar gelmiş olduğu, buradan da Ciğerdelen ve Estergom'a doğru ilerledikleri öğre­ nildi. Bunun üzerine Budiıı Valisi Ka­ ra Mehmed Paşa’nın emrine 30 bin kişi verilerek Estergom’a gönderildi. Düş­ manın Tuııa’nın sahilinden ilerlediğini haber alan Kara Mehnıed Paşa karşıya Ciğerdelen (Parkany) tarafına geçti, Ciğerdelen önüne ilk gelenler Leh k ı­ ralı Jan Sobieski’nin idaresindeki yirmi dört bin kişilik düşman öncü kuvve­ tiydi, Kara Mehmed Paşa bunları tam bir bozguna uğratarak ( 7 ekim ) sekiz biıı kişisini öldürdü. Sobieski az daha Ciğerdelen ( Parkaya) muharebesi (ön piâııda) ve Esztergotn muhasarası (A Magyar \emzet Törtencte’deıı) 2162
elimize düşecekti. Bu mağlubiyetten maneviyatı fazlaca bozulan Sobieski kışı bir verdi geçirdikteıı sonra harekâta devam olunmasını istediyse de onu bu fikirden Charles de Loraine vazgeçirdi. Kara Mehmed Paşanın kazandığı muvaffakiyet ne çare ki pek işe yara­ madı. Zira ounların arkasından 60 bin kişilik asıl kuvvetler geliyordu, Budin Valisi, yanındaki kumandanların Esztergom tarafına geçip köprüyü de yıka­ rak beri yakada müdafaa muharebesi yapılması teklifini kabul etmedi. Ken­ disinden bir misli fazla bulunan kuvvet­ lerle Ciğerdelen ovasında vuruştu. Ne­ ticede mağlûp oldu { 9 ekim } ; askerle­ rin çoğu ya şehid veya esir düştü ; bun­ lar arasında dört tane de beylerbeyi vardı. Galibiyeti müteakip Ciğerdelen’de bulunan Türk muhafızlar vire ile kalevi teslim edeceklerini bildirdiler. Buna rağmen vireyi bozan müttefikler kaleye ateş verdiler ve içinde bulunan muhafız, kadın, erkek ve çocuklardan mürekkep birkaç bin kişiye alev ve du­ manlar arasında can verdirttiler. E sztergom ’un düşmesi Macaristan'daki mağlûbiyetimizin îlkini teşkil eden Ciğerdelen muharebe­ sinden sonra düşmanın Esztergom (Estergon, Usturgon) a yükleneceği belli olmakla beraber, bu kalenin metanetine ve müdafaası için ayırdığı kuvvetlere güvenen Kara Mustafa Paşa, Viyana dö­ nüşü yirmi iki gün oturmuş olduğu Budin'deıı 16 ekimde hareket etti. Kışla­ mak üzere Belgrad’a gitmekte olan sadrıâzam, yolda, düşmanın Sigetvar ve Kanıje taraflarına da sokulduğunu öğren­ diğinden, bu tarafa da kuvvet gönderdi. Kara Mustafa Paşa daha Belgrad’a varmadan müttefikler Es;:tergom’u ku­ şattılar. Bir taraftan kaleyi toplarla döv­ meye girişip öte yandan da müdafilere vire şartiyle teslim teklifinde bulundu­ lar. Kaledeki kuvvetlere kumanda eden Haleb Valisi Deli Bekir Paga teklifi red­ detti yse de. askerler ( SiIâİıdar tarihi C: 2, S: 111) harbetmiyeceklerini açıkça ifadeden başka Bekir Paşa ile samsuncu ve zağarcıbaşıları öldürmek iğin üzerlerine hücum ettiler. Neticede Esz- Başkumandan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (Avrupaiı bir ressamın o devirde yaptı­ ğı eserden) tergom kalesi muhasara edildiğinin dör­ düncü gürıü vire şartı ile teslim oldu. Müstahkem bir kalenin içindeki m al­ zemesi ile birlikte düşman eline geçme­ si herkeste derin bir üzüntü, ayni za­ manda endişe yarattı. Estergon’dan çı­ kan askerler Budin’e geldikten sonra De­ li Bekir, Aslan Mehmed Paşalarla ocak ağalan idam edildiler. Kara Mustafa Paşa’nın idamı Viyana'da bozguna uğradığı halde Padişah Dördüncü Mehmed, Kara Mus-’ tafa Faşa‘ya birdenbire yüz çevirmemiş, hattâ Budin’de bulunduğu sırada kendi­ sine kılıç ve kaftan göndermişti. Lâkin Kara Mustafa'nın hasımları faaliyete ge­ çerek mağlûbiyet hâdisesinden faydala­ narak onu mahvetmeye çalıştılar. Kara Mustafa Paşa’nın hasmı olan Darassade Ağası Yusuf Ağa ile büyük mirahur Boşnak Sarı Süleyman Ağa * düşmanın işi bitti, intikam alacak günler geldi» 21 fi?
Merzi fonlu Kara Mustafa Paşanın Belgradda idam ı­ nı tasvir edeıı bu resim o devirler­ de batılı ressam­ lardan biri tara­ fından Viyana se­ ferine dair yazı­ lan eser için ya­ pılmıştır diyerek faaliyete koyuldular. Kara M us­ tafa Paşa’nm yetiştirmesi olan sadaret kaymakamı Kara İbrahim Paşa’yı sada­ retini temin edecekleri va'diyle kendi taraflarına çevirdiler. Bunlar, Kara Mustafa Paşa sağ ol­ dukça asker ve halkın sefere gitmiyeceğine, hattâ sadrıâzam saltanatı temin için çalıştığına dair dedikodular ve sahte mektuplar uydurdular. Padişah, evvelâ bunlara inanmadı. Fakat av esnasında padişaha refakat eden darüssade ağası, ne dediyse dedi ve padişahı onun aley­ hine çevirdi. Avdan sarayına ( Edirne sarayı ) dönünce Merzifonlu Kara Mus­ tafa Paganın idam fermanını yazdırarak C14 ocak 1684 ) hükm ün infazı için ka­ pıcılar kethüdası Gazaz Ahmed ve Çavuşbaşı Kadıkoylü Mehmed ağalan Belgrad’s gönderdi. Ertesi gün sadrazamlı­ ğa Kara İbrahim Paşa tâyin olundu. Belgrad'a gidenler Merzifonlu Kara Mus­ tafa Paşa’yı 25 ocakta idam ettiler. İda­ mı müteakip cellad başının derisini yüz­ dükten sonra ( Silâhdar tarihi C: 2, S: 124 ) cenazesi saray karşısındaki cami avlusuna defnedildi. Kara Mustafa Paşa'daıı açılan serdarlığa ise yeniçeri ağa­ sı vezir Bekri Mustafa Paşa getirildi. VİYANA BOZGUNUNDAN SONRA AVUSTURYA CEPHESİ Viyana’da Avusturya ve Lehlilerle çarpışan Osmanlı devleti, bozgundan sonra daha fazla sayıda düşmanla ve daha geniş cephelerde çarpışmak zorun­ da olduklarından cephe dar ve muay­ yendi. Bozgundan sonra Avusturya ve Lehistan sınırlarını müdafaa zarureti doğdu. İş bununla da bitmedi, 1684 te Venedik, 1686 da Rusya da ittifaka gir­ di. Papa Onbırinci İnosan’ın gayreti ile hıristiyan devletler ittifakına din! bir veçhe verildi ve ittifaka a Mukaddes it­ tifak » dendi. Böylece Osmanlı orduları AvusturyalIlardan başka Lehistan, Ve­ nedik ve Ru slara karşı dört cephede muharebe etti. Bu dört cephe içinde bü ­ yük müşküller karşısında kaldığımız ve mağlûbiyetlere uğradığımız taraf Avus­ turya cephesi idi. Vişegrad ve Vayçen düşmesi kalelerinin Cığerdelen ve Esztergom’u kolaylık­ la alan AvusturyalIlar 1684 nisanında Venediklilerin de İttifaka girmeleri üze­ rine, manen ve maddeten kendilerini kuvvetli hissederek, harhin bundan son­ raki gayesini Türkleri Macaristandan çı­ karma işine yönelttiler. Bu gayenin is­ tihsali için faaliyete koyuldular, ilk 2164
Merzifonki Kara Mustafa Paşa (İlâv e: 133) ★ V iy a n a 'y i m u h asara etmesi dolayısiyle, O sm anlı k u dret ve haşm etini A v ru ­ pa ortasına g ötüre n son T ürk olarak, bu seferde uğradığ ı m a ğ lû b iy e ti tak ip eden hadiseler b a k ım ın d a n da, O sm anlı devletinin A vrupa karşısında g e riliğin in m eydana çık m asına sebep olan şahıs şeklinde, b irb irin e z ıt hüviyetlerle hatırlanıp ta n ın a n K a ra M ustafa Paşa, h ic ri 1044 (M : 1634-1635) y ılın d a M e rzifo n 'u n M arinca k öyünde dü p y a y a gelm iştir. B a ­ bası, D ö rd ü n c ü M u r a d ın 163S B ağd ad seferinde şehid olan sipatı » y ân ın d a n Qruç B ey'dir. K ü ç ü k yaşta yetim kalan M u stafa'y ı babasının dostlarından K ö p ­ rülü M ehm ed Paşa him ayesine a im ış ve oğlu F a z ıl A hm ed ile beraber y etiştirip b ü y ü tm ü ştü r. Y etişk in hâle gelince M ehm ed Paşa­ ya dam ad olan K a ra M ustafa’y ı k ayın pederi him ayede devam etm iştir. Sadrıâzam ltg ı sırasında E rdel seferine giderken K ara M u stafa’ yı telhise! olarak berabe­ rin d e g ötürm üş, Y an ova fe th inin m ü jd e ­ sini padişah a K a ra M ustafa g etirm iştir. B u n u n üzerine 1658 eylülünde k ü ç ü k mira h u rlu ğ a , bir b u çu k sene sonra d a Silistre bey lerbey liğine tây in edilm iştir. Aradan b ir sene kadar zam an geçince vezaretle D iy arbek ir valisi, K azıl A hm ed P aşan ın sadaretinin b irin ci senesi içinde de kaptan ı derya tay in o lu n m u ştu r. F a ­ zıl A hm ed P aşa U yvar seferine giderken K ara M ustafa Paşa k ap tan ı d e ry alık u h ­ desinde kalm ak Ü2ere sadaret k aym akam ı ta y in e d ilm iştir (N isan 1663). B u sırada esas itib a riy le sadaret k ay m ak am !iğiy le m eşgul o ld u ğu n d an kaptan-ı dery alık ve* k i'Ie ıi vasi ta siyle idare edilm iştir. Fazıl Ahm ed Paşa U y var seferinden dönünce sadece kaptan-ı de ry alığı üzerinde k alm ış, sad n âza m G irit serdarlımı sırasında ise sada-et k a y m a k a m lığ ın a bakıp kaptan-! d e ry alık K a p la n M ustafa P aşaya veril­ m işti'’, S adaret k a y m a k a m lığ ın ın her ik i­ sinde de p adişahın m aiyetinde ve y a k ı­ nın d a b u lu n m u ş ve h ü k ü m d a rd a n iltifa t g ö rm ü ştü r. F azıl A hm ed P a şa n ın G irit seferinden avdetinde üçüncü v ezirlikle divanda kalan K a ra M ustafa Faşa, sadrıâ za m ın L eh istan seferi sırasında tekrar , I j ; * sadaret k aym akam ı olm uştur. Uzun süren k a y m a k a m lık la rı esnasında k u dretli bir şahsiyete sahip b u lu n d u ğ u anlaşılan, ay rıc a padişah üzerinde de iy i tesirler b ıra k a n K a ra M u stafa Paşa, F a z ıl A h ­ m ed P a ş a n ın ö lü m ü n ü m ü te ak ip sadrıâzam lıg a g e tirilm iştir (5 kasım 1676). K a ra M ustafa Paşa sadrıâzam o ld u k ­ tan sonra K azak iıa tm a n ı Doroşenko me­ selesi yüzünden ilk R u s seferi y ap ılm ış, m uharebeye evvelâ serdarlar gönderilm iş, b u n lar U k ra y n a 'd a k i ç e h r in 'i alam ayınca K ara M u stafa P aşa nın kendisi sefere ç ık m ış tır. Ç ehrin’i zaptetm ekle beraber Rus o rdusunu m a g lü p edip ezem emiştir. Bu yüzden K a ra M u stafa P aşa nın sefere den av detinin ferdası y ılın d a R u s la r Ö â ne h rin i geçip tek rar ta a rru zd a b u lu n ­ m u şla rd ır. Rus ta a rru z u karşısında tekrar sefere k a ra r v e rildiği sıra d a R u s la rın talepleriyle sulh ak tedilm iştir. H a y li zahm etli ve faydası külfetine değm eyen Ç e h rin seferinden sonra K ara M ustafa Paşa yeni bir sefere teşebbüs etm iştir. R u sların O sm anlı devleti Jç in m ü h im bir tehlike haline gelme istida* d m da o ld u k la rım pek sezemedigi anla­ şılan K a ra M ustafa P aşa y eni bir sefe­ re çık m ıştır. A v u stu ry a im p a ra to rlu ğ u n a bir darbe ind irilm e si h edefini gözeten bu seferin açılm asında. m ü v e rrih S ü â h d a r F m d ık iılı M ehm ed A ğ a n ın m ufassal şe­ kilde a n la ttığ ın a göre; K ara M u stafa Paşa sefer sebeplerini bizzat kendisi icat etm iştir. M üverrih S ilâh d a r, K a ra Mustafa paşanın İhtirası dolayısıyle b u se­ feri a çtığ ın ı söylemeye çalışır, y e rli ve yabancı pek çok ta rih ç ile r de a y n i ka­ naati izh ar ederlerse de, onun, im p a ra ­ to rlu ğ u n kudretin e güvenerek, T ü r k h a ­ k im iy e tin i A vru p anın ortasına kadar y ay m a k em elinin şahsî ih tira s ı k a d a r z ih ­ nînde y er etm iş o ld u ğ u n a İna n m a m a y a da h içbir sebep y oktur. M etin k ısm ında a n la ttığ ım ız veçhile, K a ra M ustafa P aşa V iy a n a m a ğ lû b iy e tin ­ den y irm i d ö rt saat sonra gelm iş oldu­ ğu Y a n ıkk ale Önünde m uharebe sahasın­ dan dönen ordu b ir lik le r in i to p ladı. Z e­ ki, a z im k â r ve otorite sahibi b ir kim se olan K a ra M u stafa Paşa, m a ğ lû b iy e tte n
i ! -* Irgad pazarında bina eylediği türbesinde defıı olunmasını ferman eyledi». Şayet. Silâhdarın bu kaydına rağmen baş EdJme’ye defnediidiyse bunun, içine ba­ harat ve saman doldurularak muhafaza ve şekillendirilmesi gereken derisine ait olması iktiza eder. Resimli Tarih Mec­ muasının altıncı cildinin 3927 İnci şay­ iasında Mithat SertoiUu. mevcut tarihi delillere göre meselenin münakaşasını yapmış, Viyana'daki başın Kara Mustafa Paçaya ait olması neticesine varmıştır. AvusturyalIlar., meşhur veziriazamın ka­ fatasını 168S de Belgrad a girdikleri za­ man onun mezarım açip almak suretiyle Viyana ya götürmüşlerdir. Kara Mustafa Pasa bir hayli eser ve hayrat meydana setirmiş bir kimsedir. İstanbul’da Çarşı kapı’ da medrese, türbes mescid, kütüphane ve sebil;- Galaca. Hoeapaga eîvarı ve Yedik ule dışında birer mescld; Sülcymaniye’de Kepenekci Si:ıan camii yanında bir çeşme; bunlardan başka memleketi olan Merzifon'da camii bedesten ve birkaç çeşme, Cidde'de cami, Kayseri’tıîn kazası olan İncesu'da cami, medrese, hamam, kervansaray yaptırmış­ tır. Hayrata dahil bu eserlerden gayrı kendisinin f/dirne de, İstanbul'da Süleym aniye'de sarayı, Topkapı dışında köşk ve bahçesi, Eyyub'da Bahariye Tasltkburnu’nda yalı ve bahçesi, Boğaziçi'nde Kuruçeşme’de bir sayfiyesi vardı, idam edildiği zaman nakid ve mücevheratı müsadere edilmiş, İstanbul. Anadolu ve Rumeli'deki emlâki oAlu Ali Paşa ile kızı Fatma hanıma bırakılmıştır. sonra bozgunu durdurup felâketleri önliyecek yegâne şahsiyetli. L âkin onun m ağlubiyetini fırsat sayan düşmanları derhal faaliyete geçerek idam olunmasını safiîadilaı'. K ara Mustafa Paşa idam cdilftice 0x1un yerini tutan bir kimse çık­ madı ve muharebe durum u hakiki bir felâket seklini aldı, Merzlfonlu nun Ya­ nı k-k;ıle ödünde idam ettirdiği Budiıı va­ lisi İbrahim Pasa, kendisini idam ettiren adam ın vücudunun memleket i£iiî Jüzu* mutıa işaretle emsalsiz bir takdirk&rJık örneği vermiştir. *Eu adam ın beni idam ettirmek üzere olması hasebiyle hasını canım ve amansız düşmanım öidu£unu söylemeğe hacet yoktur. L âkin, devlet-i allyyenin bu ana kadar nan-ı nim eti ile yetiştiğim cihetle, vatandaşlık hukukunu eda İçin padişahımdan rica ederim kî, herhangi bir töhmetle böyle kudret sahi­ bi bir veziri idam ettirmesin ve bu için hüsn-i suret bulm asını yine ona torak­ sın. Zİra, sözün kısası, mevcut gailenin bu gayretli vezirden başka kimse üste­ sinden gelemez iTarlh-i Raşld C: 1, S : 435)». Kara Mustafa Pasa zeki ve azim kar olduğu kadar harla, paraya düşkün le kindardı da. K indarlığı yüzünden düş­ man da kabanmış 11. Belgrad'da idamı basımların: n padi?,att nezdinde tesirleri neticesinde vukubuldu. Öldürülünce ba­ sının derisi yüzülerek Edirne'ye getiril­ di, SiJâhdar tarihinde CC; 2, S: 124) lıu nokta söyîe anlatılır: «esvabın soyup aça^ı çadır avlusunda bir köhne cad:na indirip gasl ve tekfin ve kaldırıp nama­ zın kıldılar ve yine ol çadıra getürüu tabut içinde cellat başın yüzüp cenazesin saray karçıstnda cami i şerif avlusunda defn eylediler;1. K ara Mustafa Pa$uji re a sırada cereyan eden hâdiseleri iyi bilen müverrih Silâh d a r ın ifadesinden sarihçe anlaşıldığı veçhile, K ara Mustafa Paganın Edirne'ye getirilen başı deüil, başuım derisidir. Viyana müzesinde mevcut bir kafa­ tasının K ara Mustafa Paçaya ait olduğu iddia edilir. Gerçi Edirne'de K ata Mus­ tafa Paşamn basının defnedildiği yeri belirten bir mezar kitâbesi vardır. Buna m ukabil yine Silâh d ar tarihînde <C: 2, S : lûa) söyle bir ifade de görülür: «Pa­ dişah. kelle-i bi-devLeti İstanbul'da vaki Bfbliyofcrafya: Silâhdar Fındıkljlı Mefımed Aga; SMhdar tarihi C: 2. Ra?İd: Tarih-i Raşid C: 1. Cevat üstün; _683 Viyana seferi. Ayvansarayi Hüseyin: Hadıkat-ül-cevami. Abdi Pasa; Vekayinâme (Toykapı sarayı kitaplığı no: 915). Kü­ çük çeiebi-z&de Assm; Tarîh. Osman Nuri Peremeci; Edirne tarihi, Ûsman-zâde Taib; Hadikat-ül-vüzera. Hüseyin Hüsameddin: Amasya tarihi. İbrahim Hilmi Tanışık: İstanbul Çeşmeleri. Ahmed Re­ fik; Viyana önünde Türkler. Abdi; Ta­ rih (£\ H. Unat neşri). Î.H. Uzunçarşılı; Osmanlı Tarihi C: III/ÎI. îsiâm Ansiklo­ pedisi. cüz 38. Mithat SerioRİu: Merzlfonlu Kara Mustafa Paşanın başı nerede (Resimli Tarih mecmuası C: 6). hamlede Bu din yakınındaki Vişegrad (Vissegrad) ı kuşattılar. Kalabalık ve kuvvetii Avusturya birliklerine dayana- ır u y a n bu k a le m u h a s a r a s ın ın a lt ın c ı g ü ­ ttü ile te s lim o ld u ( h a z ir a n ) vh'C 18 Vişegrad'm düğmesini müteakip Tuna*- 21Ö6'
sol kıyısında viî Budin istikametin­ de dirsek çevirdiği yerde bulunan Vavçen (Waitzen) üzerine yüklendiler. Ser­ dar Bekri Mustafa Paşa AvusturyalIlara karşı harekâta Budin Valisi Kara Mehmed Paşa’yı memur etti. Budin Valisi 12 eyâlet askeri ve 8 bin Tatar süvari­ sinden mürekkep bir kuvvetle bunlara karşı çıktıysa da Vayçen önünde mağ­ lûp oldu ve ertesi gün kaledekiler de eman dileyerek Vayçen’i AvusturyalIla­ ra teslim ettiler ( 27 haziran ) . Aiın -Mukaddes ittifaka ait madalyonlardan : Solda; Puıs XI. Leopol I, Sobieski ve Venedik Doç’unun röliyefterî. Sağda; Papalık ve İmparator kompozisyonu (A Mağyar Törtenete'deıı) -Uvkilise muharebesi Vayçen'i alaıı Charles de Lorraıııe idaresindeki Avusturya ordusu güneye doğru ilerlerken Peşte boşaltıldı ve için­ deki halk Budin'e nakledildikten sonra iki tarafı birbirine bağlayan köprü yı­ kıldı. AvusturyalIlar Peşte’ve girip bir miktar kuvvet bıraktıktan sonra kuze­ ye yönelip Tuna'mn sağ sahiline geçti­ ler. Avusturya ordusu Budin civarında­ ki Akkilise mevkiine geldiği zaman Ser­ dar Bekri Mustafa Paşa emrindeki Türk kuvvetleriyle karşılaştı. Müverrih Silâhdar Fmdıklılı Mehmed Ağanın da (C: 2. S: 134) hazır bulunduğu bu muhare­ bede Mustafa Paşa mağlup oldu ve Budin’ir. güney batısındaki Hamzabey pa­ lankasına çekildi, Mustafa Paşa bura­ dayken düşmanın şiddetli bir taarruzu­ na maruz kaldı. Emrindeki askerlerin bir kısmı muha. rebe etmeden karargâh ça~ dırlarma doğru kaçtığından fena şekilde bozuldu ve Eszek (Ösek) tarafına can at­ tı. den mukabelede bulundu, sonra bir çıkış hareketiyle düşmana ağır za­ yiat verdiı'di. Lâknı AvusturyalIların şiddetli bir taarruzunu müteakip varo­ şu teıkedip kaleye çekilmek zorunda kaldı. 1U ağustos günü üzerine düşen oir bumbara ile şehid olunca Buâin’in müdafaasını Şeytan İbrahim Paşa ifa­ ya başladı. Serdar Mustafa Paşa'nın Budın'in im dadına gelmesi Hamzabey palankasında mağlûbiye­ te uğrayınca Eszek’e çekilen Serdar Mustafa Paşa burada bulunduğu sırada AvusturyalIların B udin muhasarası Avusturya başkumand mı Akkilise’de. Mustafa Paşa­ yı mağlûp edince Budin önü­ ne gelerek şehri kur attı (1.4 temmuz 1684). Şehrin m ü­ dafaasını deruhte eden Bu­ din Valisi Kara Mehmed Pışa düşmana şiddetle kar$ı koydu. Evvelâ şehir varo­ şunda kazdırdığı siperler- VişegTad’uı muhasarası (Kicaut'dan) 2167
sir aUrak geri döndüler. Düşmanın bı­ raktığı zahire ve malzeme Budin'e yer­ leştirildikten sonıa Serdar Bekri Mus­ tafa Paşa Budin civarından hareketle kışlamak üzere Belgrad’a geldi. Esztergom tarafına gelen Avusturya ku­ mandanı ustaca bir manevra ile Türkleri bataklık bir sahaya çekmeye ve elindeki onbeşbitı kişi ile 85 bin. kişilik Osmanlı ordusunu (Silâhdar tarihi C: 2, S: 213) mağlûp etmeye muvaffak oldu. Serdarın bu mağlûbiyetinden sonra 44 günden beri muhasara edilen Uyvar kalesi de düştü ( 21 ağustos 1685 ) . Uy­ var müdafilerinin hepsi de vuruşa vu­ ruşa şehid düştü. Melek İbrahim Paşa’nın sertlarhğı Budin muharebelerine ait hâdisat sadrıâzaın vasi tasiyle padişaha arzedildiği zaman, fevkalâde gayretleri görülen­ ler taltif edildi. Bu arada Budin Valisi Şeytan İbrahim Paşa’nın lâkabı Sultan Mehmed’in emriyle «Melek* e tahvil olunup, Avusturya Cephesi Serdarhğı Bekri Mustafa’dan alınıp buna verildi. İbrahim Paşa’daıı açılan Budin Valili­ ğine de Arnavut Ab dur rahman Abdi Paşa getirildi. Uyvar’ın düşmesi Serdar Melek İbrahim Paşa kışı Belgrad’da geçirdikten sonra 1685 ilkba­ harında Macaristan istikametinde hare­ ket etti. Bu sırada Charles de Lorraine tarafından Uyvar kuşatılmış olduğundan buranın imdadına gidecekti. Lâkin bazı kimseler Esztergom kuşatılırsa düşma­ nın Uyvar muhasarasını çözeceğini ile­ ri sürdüklerinden, serdar bu fikrin tat­ bikine kalkıştı ve 1 ağustos 1685 te Esztergom'u kuşattı. Bunun üzerine Uyvar önünden çektiği bir kısım kuvvetlerle Avusturya Cephesi Serdarının katli ve Sadrıâzamm azli Avusturya Cephesi Serdarı Melek İbrahim Paşa’nın Budin müdafaası şöh­ retinin parlamasına ve bu yüzden sadrıâzamiığa lâyık görülmesine yol açmış­ tı. Lâkin Sadnâzam Kara İbrahim Pa­ şa onun bu halinden kuşkulanarak aleyhinde çalışmaya başladı. Serdarı müş­ kül duruma düşürmek için bazı hareket­ lerde bulundu. Esztergom’daki mağlûbi­ yeti işini görüşmek için toplattığı bir mecliste idamına fetva aldı. Neticede Belgrad’a gönderilen bostaııcıbaşı m a­ rifetiyle idam edildi ( 3 aralık 1685 ) . Melek İbrahim Paşa idam edilince Osman Paşâ-zâdc Ahmed Paşa Budin Valiliğine. Budin Valisi Abdi Paşa da Avusturya Cephesi Serdarlığma getiril­ diyse de, aradan bir aylık bile zaman geçmeden Abdi Paşa Budin Valiliğine MîtıftJsuSh U yvar kale ve şehrinin m ü tte ­ fik le r ta ra fın d a n m u hasarasını tas­ v ir eden bu re­ sim de zam anında ya p ılm ıştır ★ (A M agyar Nemtet Törtenete’d e n ) 2170
iade ulunup cephe serdarlığı Sarhoş A h­ med Paşaya verildi. Bu arada diğer mühim bir değişiklik de sadaret maka­ mında yapıldı. Kara İbrahim Paşa yı az­ leden padişah mührü humâyunu Sarı Süleyman Paşa’ya verdi. Melek İbrahim Paşa serdarlıktan azil ve katledilmeden bir iki ay kadar Önce General Batthyaııy ve Zrinv idaresindeki Avusturya kuv­ vetleri Ösek tarafına hücuır'a bazı pa­ lankaları almıştı. Avusluryal’lam ı Budin’i zaptetmesi Veziriazam Kara İbrahim Paşa Edir­ ne'de padişahın yanında dalarak sefere çıkmamış Avusturya, Lehistan ve Vene­ dik cephelerine ayrı ayrı serdarlar gön­ dermişti. Süleyman Paşa'nm sadrıâzam olmasından sonra toplanan mecliste cephelerin vaziyeti müzakere edilmiş ve Avusturya cephesine mühür sahibi bir kimsenin gitmesi, padişahın da İstan­ bul'da bulunması lüzumuna işaret olun­ muştu. İşte bu toplantının neticesindedir ki Veziriazam San Süleyman Paşa cephe­ ye hareketle 1686 martı içinde Belgrad’a vâsıl oldu. Sadrıâzam ve Serdar-ı ekrem San Süleyman Paşa, Belgrad’da askerin top­ lanması için beklerken AvusturyalIlar da Budin’i zaptedebilmek üzere geniş hazırlıklar yapmaktaydı. Nihayet Char­ les de Lorraine (Kari Von Lothringen) idaresindeki doksan bin kişilik bir ordu 18 haziran 1686 ( Tarin-i Raşid C: 1, S: 493) da Budin’i muhasara etti, Budin’i muhasara eden kuvvetler arasında A v­ rupa’nın çeşitli milletlerinden insanlar bulunması bakımından bir haçlı ordusu manzarası arzetmektevdi. İstilâ ordusu bu defa Budin'i yalnızca Tuna'mn sağ sahilinden surlar boyunca değil, Peşte vakasına da toplar yerleştirmek suretiy­ le çepeçevre kuşatmış bulunuyordu. Düşman, işi gayet sıkı tuttuğu halde, Budin istihkâmlarına güvenen Süleyman Paşa bilâkis çok ağır davrandı. Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa’nın ifadesine ba­ kılırsa (C: 2, S: 250) ; tamalıkâr bir adam olan Budin Valisi Abdi Paşa, tımar erbabından para alıp bir kısmını salı­ verdiği için, şehir muhasaraya uğradığı zaman kalede altı bin cenkçi mevcuttu. Mezkûr eserde bir müstensih veya ıııürettip hatâsı mevcut değilse, bir sene önce şiddetli bir muhasaraya maruz kalmış Budin’de, bu derece az sayıda asker kalmış olması mantıki görünme­ mektedir. Msamafih. Budin’in bu son muhasarasında, istilâ ordusuna nisbetle müdafilerin kifayetsizliği hususunda it­ tifak edilir. İşi yavaştan alan Süleyman Paşa nihayet Budin’e birkaç saatlik mesafede olan Hamzabey palankasına geldi. Ser­ dar, hâlâ Budin’in rahatça dayanacağını zannetmekteydi. Onun için, içerdekilerin imdat taleplerini pek ciddiye almadı. Tehlikenin büyüklüğünü anladıktan son­ radır ki, evvelâ ikıbin serdengeçti yazıp gönderdi. Bunlar, Budin’in Horoz kapısı kısmında düşmana çattılar. Cereyan edeıı çarpışmada 1800 kişisi şehit düştü­ ğü gibi içeriye yardım kuvveti de soka­ madılar. Bunlardan sonra Sarhoş Ah­ med Paşa’nm emrine üç bin piyade ye­ di bin süvari vererek iler: gönderdi ve Budin'e imdat kuvveti sokmakla vazife­ lendirdi. Lâkin Avusturya ordusundan otuz bin kişilik bir kuvvet Ahmed Paşa'yı karşılayarak bozguna uğrattı. Ah­ med Paşa ile giden piyadeler bozgun sı­ rasında düşman süvarisi tarafından çiğ­ nendi. Kaleye imdat sokmak için gelen Türk kuvvetlerini yenen AvusturyalIlar bir taraftan da Budin’i şiddetli top ateş­ leriyle dövmekte devam ediyorlardı. Bu bakımdan da müsbet netice istihsal ederek surlarda yıkıntılar meydana ge­ tirmişlerdi. Müdafiler sıkışmakta iken cephaneliğe tesadüfen bir lıumbara isa­ bet etmesi, müdafaayı âdeta allak bul­ lak etti. Zira bu isabet neticesinde otuz altı bin kantarlık barut ve cephaneyi infilâk ettirdi. Kıral sarayı ile kalenin yarısı uçup berhava olduktan başka dört bin tane de muhafız öldü. Kale böyle infilâkla yıkılınca düşman kuman­ danı Charles de Lorraine Abdi Paşa’ya teslim teklifinde bulundu. Abdi Paşa teklifi red ile çarpışmakta devam etti. Bu arada Budiıı’e yardım etmek isteyen Serdar Sarı Süleyman Paşa Hamzabey palankasından kalkıp muhasara hatları­ na yaklaşarak Lokum Tepesi (Tarih-i Raşid C : 1, S: 92) denilen mahalle gel­ 2171
di. Buradan düşman hatlarına taarruz edip hâkim bir nokta olan Karga Bayı­ rını zaptetmek istedi. Bu maksatla ya­ pılan iki günlük mücâdele neticesinde ancak 500 kişilik bir imdat kuvveti so­ kabildi. Süleyman Paşa’nm uğraşması bu kadarcık imdat kuvveti sokmak ve düşmana biraz zayiat verdirmekten ile­ ri gidememişti'. Böylece Budin’in mu­ kadderatı hemen hemen belli olmuş gi­ biydi. Düşman nihayet on yedinci hü­ cumunda doğudaki Toprak-kale ile ba­ tıdaki Frefik-kalesirii zaptetti. Budin surları bir harabe haline gelmekle bera­ ber mücadele birkaç gün daha devam etti. Nihayet muhasaranın yetmiş seki­ zinci günü olan 2 eylülde AvusturyalI­ lar Budiıı’e dâhil oldular. Düşman kuv­ vetleri içeri girdiği halde Budin’in kah­ raman müdafıleri mücadeleden vazgeç­ mediler. Sokaklarda boğaz boğaza çar­ pıştılar. Bu arada sağ kalan Türkler ıçkalede Bâli-paşa meydanına toplanarak birkaç saat de burada vuruştular. Bir kurşun isabetiyle Abdurrahman Abdi Paşa şehid düşünce, başsız kalan bir a­ vuç kahramanın mücadelesi de sona er­ di. Şehre sahip olan AvusturyalIlar Ab­ di Paşa’mn cesedini birkaç gün mey­ danda bıraktırdıktan sonra Türk esirle­ rine gömdürdüler. Tüıklerden şehid dü­ şen askerlerin cesetlerini ise Tıına ya at­ tılar. Muhasara devam etmekteyken aralannda Abdi Paşanın kansı da bulu­ nan kadm ve çocuklar Belgrad'a gön­ derilmek üzere gemilere yerleştirilmişti. Lâkin bu gemiler Budin önlerinde ele geçirilip kadınların güzelce olanları or­ dugâhta haraç mezat satıldı. Şehir dü­ şünce AvusturyalIlar kadın erkek din­ lemeden lıalkı boğazlarken kadın ve ço­ cuklardan sekiz yüz kişiyi imparatora takdim edilmek üzere beylik esir diye ayırdılar, ölümden kurtulan kimseler ise, üzerlerinde hiçbir şey bırakılmamak şartiyle çırıl çıpıaK soyuldular. Bunlar­ dan yüzme bilenler suya atlıyarak yü­ züp kurtuldu. Diğerleri ile yağmur ve soğuk altında ölüp gitti. Böylece, 1541 tarihinden beri bir eyalet merkezimiz olan Budin şehri eli­ mizden çıktı. Budin’in kaybı yalnız or- B ııd in 'in m ü tte fik le rc e zap tı ile neticelenen 1686 m u h a sa ra s ın d a n b ir g örünüş (T o lna i Y ila g törte n e lm e 'd e n )
duda değil, memleketin her tarafında derin teessüre sebep oldu. Xitekiir. «Al­ dı Xemçe bizim nazü Budini» nakaratlı türküden bu teessürün asırlar boyunca nesilden nesile intikal ettiğini anlıyoruz. CÎen ibaret oluşu düşünülürse, bu sıla­ da ösnıank ordusundaki maneviyat bo­ zukluğunun derecesi anlaşılır, tştd bu dört bin kişi önünde yenilen askerler geri dönüp orduya ulaşmak üzere ka­ çarlarken Serdar Süleyman Paşa’nın idaresindeki orduya kadar geldiler. Ne gariptir ki bir avuç düşman önünden kaçanlardaki panik havası ordunun ön saflarındaki askerlere ve nihayet tama­ mına sirayet etti. Kumandanlar askeri sükûnete kavuşturmak ve nizamı temin etmek için bayii uğraştıysa da kendile­ rini dinleyen olmadı. Askerler felâkete uğramışçasına Ösek'e doğru kaçtı. Ser­ darın kethüdası ve Rumeli Beylerbeyi­ ni kovalıyan düşman birliği Osmanlı or­ dusunun büyük kısmına rastladığı için Segediıı’e geri dönmeye başladıysa da, paniğin ordunun tamamına intikal etti­ ğini görünce geri döndü. Meydanda ka­ lan top ve mühimmatı (Silâhdar tarihi C: 2, S: 252) zaptettikten başka epeyce de esir aldılar. Bu yüz kızartıcı hâdise. Macaristan- Macaristan’da birçok kalenin elden çıkması Budin'm kaybı Macaristan'da birçok kale ve bir hayli arazinin- elden çıkma­ sına yal açtı. Esasen Budin düşünce ko­ caman Avusturya ordusu serbest kal­ mıştı. Artık Buditı derecesinde herhan­ gi bir kale önünde beklemeden Maca­ ristan'ı istilâ edebilirlerdi. Budin’in düş­ mesini onliyemiyen ordunun maneviya­ tı esasen bir hayli sarsılmıştı. Artık Ma­ car kaleleri ya az bir mukavemetten sonra düşüyor, veyahut da tahliye edi­ lip istihkâmları yıkılıyordu. Budin düşman eline geçince Serdar Sarı Süleyman Paşa kendisi Eszek (Ösek) taralına çekilirken Eğri Beylerbe­ yi vezir Osman Paşa’ya. Budin’in kuzey­ doğusundaki Hatvan kalesini boşalttırıp istihkâmlarını tahrip ettirdi. O arada Segedın muhafazasında bulunan Marulzade Gürcü Mehmed Paşa imdat talep etmiş olduğundan. Serdar Süleyman Pa­ şa.. kethüdası ile altı bin kişi gönderdi. Serdarın kethüdası Çorumlu Mehmed Ağa, Segedin’in kırk kilometre kadar güneyindeki Zenta’ya geldiği zaman em­ rinde bulunan ikibîn Tatarı düşman za­ hire kollarını vurdurmak için İleri gön­ derdiyse de bunlar mağlûben geri dön­ düler. Tatar askeri geri dönünce kethü­ da Mehmed Ağa da diğer askerlerle bir­ likte geldiği tarafa doğru kaçmaya baş­ ladı. Süleyman Paşa, kethüdasını Segedin'e yolladıktan bîr müddet sonra ken­ disi de ayni yere gitmek için harekete geçmiş ve Tuna’yı aştıktan sonra Ru­ meli Beylerbeyi Osman Paşa-zâde Ah­ med Paşa’yı öncü olarak ileri gönder­ mişti. ösek istikametinde süratle geri çekilmekte olan serdarın kethüdası Bil­ meli Beylerbeyinin emrindeki üncülere rastlayınca onlarla birleşerek düşmana karşı durdularsa da bozguna uğrayıp iki bin şehid verdiler. Serdarın kethü­ dasını kovalayan askerin dört bin kişi- Son B u d in beylerbeyi ike n şeJırin m ü ­ d afaa sın d a çarpışa çarpışa şehid düşen A b d u rra h m a n A b d i Paşa 2173 (A M a g y ar N em zet T örtenete’den)
da bazı kalelerin düşmesine yol açtı, Nitekim koca ordunun kaçmasına sebep olan dört bin kişilik düşman süvari kuv­ veti ele geçirdikleri bayrakları Segediıı önüne dikince içindeki müdafiler m u ­ hasaranın on sekizinci günü eman ile kaleyi teslim ettiler (1686 eylül sonla­ rı) . Bundan sonra Simctornya, Kapajvar. Peçuy ^Pecs). Siklos (Şikloş) kale­ leri kısa süren muhasaralarla birer birer elden çıktı. AvusturyalIlar, vire ile a l­ dıkları bu kalelerin hiçbirinde vire şar­ tına riayet etmediler. Şikloş bozg un u malava devam edilirken serdarın ordu d i­ siplini ile lâyıkıyla alâkalanmaması y ü ­ zünden, sul kolda görülen bozulma ordu­ nun tamamına sirayet etti. Böylece ik in ­ diden sonra düşman ezici bir galibiyet k a ­ zandı. Çarpışmadan yüz çeviren Osmanlı askeri kütie halinde kaçışmaya başladı. Kaçış o derece şiddetli ve öyle berbattı ki Ösek köprüsü başına yığıldıkları za­ man bir an öııce karşıya geçebilrrre en­ dişesinin yarattığı nizamsızlıktan iki bin kişi ayaklar altında ezildi. Toplar, defterhane, ordu hâzinesi düşmanın eline geçti. Bozgunu müteakip sadrıâzamın otağıııa girip oturan düşman kumandanı Türk ordusundan kalan yaralı ve hasta takımından üç bin kişinin başının kesil­ mesini emretti. Macaristanm güney tarafının elden çıkmasına sebep olan Şikloş bozgununu müteakip ösek’e çekilen Sarı Süleyman Paşa, o civardaki kale ve palankaların tahliyesini emretti. Sonra ösek’e bir miktar asker koyup ordu ile Varadin ( Petro Varadin, Peter Wardein ) e sel­ di (1 eylül 1687 ) . Kış mevsimini Belgrad'da geçirmiş olan Sadnâzam Sarı Süleyman Paşa, 1687 baharında burada eyâletlerden ge­ lecek kuvvetleri beklemekteyken, Avus­ turyalIların ösek’i muhasara ettiklerini haber aldı. Bunun üzerine Belgrad’dan hareketle Ösek önüne vardı. Osmanlı or­ dusunun geldiğini gören AvusturyalIlar muhasarayı kaldırarak muharebe tertibi aldılar. Cereyan eden çarpışmada, b il­ hassa topçu ateşinin iyi idare edilmesi sayesinde AvusturyalIlar mağlûp olarak O rd u n u n isy anı ve İstan bul üzerine Mohaç istikametinde çekildiler. y ü rü y ü ş ü Üsek (Eszek) önünde bu m uvaffa­ kiyet kazanılınca, bazı kumandanlar bu­ Sadrıâzam Sarı Süleyman Paşa Varada kalınması fikrini ilez'i sürdüler, ba­ radin’de iken Eğri kalesinden gelen ferzıları da takip edilmesi lüzumunu be­ yadcılar, kaledekilerin şiddetle zahireye lirttiler. Süleyman Paşa ikinci fikre de­ ihtiyacı olduğunu bildirdiler. ğer vererek takibe kalktı. Ösek köprü­ Bu sırada yeni bir bozgundan ç ık ­ sünden geçildiği sırada, düşmanın Mo­ mış olan askerin maneviyatı bozuk, üs­ haç palankasını ve Drava suyundaki iatelik disiplini de zayıf vaziyetteydi. Za­ hire gemilerini yakıp Budin’e firar et­ hire isteyen Eğri kalesi, ordunun bu­ mek üzere olduğu, geçen sene zaptetti­ lunduğu yere nazaran çok uzaklarda kal. ği Şikloş kalesini tahliye ve tahrip için mıştı. Vaziyet böyleyken Sadnâzam S ü­ de altı bin kişi gönderdiklerine dair (Si­ leyman Paşa erzak isteyen Eğri m uha­ lâh dar tarihi C: 2, S: 275) bir haber fızlarını açlığa m ahkûm halde kendi k a ­ alındı. Bu vaziyet karşısında serdarın derleri . ile başbaşa bırakmak istemedi­ emriyle ordu Şikloş’a teveccüh etti. Ö n­ ğinden buraya zahire ulaştırmanın ça­ cü kuvvetler Şikloş kalesinin yakının­ relerini araştırdı. Nihayet Diyar bek ir daki Çatal köprü mevkiine (Tarih-i RaValisi vezir Cafer Paşa'nın emrine bir­ şid C: 1, S: 507) geldiği zaman düşman­ kaç eyâlet ve bir miktar kapıkulu as­ la karşılaştılar. Serdar bundan haberdar keri verdi. Bunlar gûya onbeş saatlik edilince, Süleyman Paşa yürüyüşüne yerdeki düşman üzerine sevkediliyorlardevamla Şikloş civarında sık ağaçlı bir dı. Fakat yanlarına kendi ihtiyaçların­ ormanın ağzında orduyu durdurup m u­ dan fazla zahire verilmişti. harebe vaziyeti aldırdı. Bu plânla sevkedileıı asker Varadin 12 ağustos 1687 günü cereyan edeııköprüsünü geçtikten birkaç saat sonra muharebede, evvelâ düşman ile çaı-pışhakiki maksadın ne olduğunu duydu. 2174
Elebaşı vaziyetindeki kimseler Sei'çeşme Yeğen Osman Paşa’nın etrafında topla­ narak, sadrıâzam sancağ-ı şeıiC ve ordu ile beraberlerinde bulunmadıkça tehli­ keli Eğri yolculuğuna devam etmemeye (Silâhdar tarihi C: 2, S: 277) verdiler. Bu kararla geri döndükleri 2 aman saönâzarn bunları köprüden beri geçirme­ mek için köprü tombazlarını yıktırmak istediyse de muvaffak olamadı. Ayakla­ nan askerler Varadin tarafına geçince doğruca Haleb Beylerbeyi Abaza Siya­ vüş Paşa’ya giderek ordunun başına geç­ meye davet ettiler. Bu arada bir buçuk senelik maaşlarının verilmediğini söyliyerek defterdar ve sadrıâzamııı otağına hücum ettiler. Bu durum karşısında sadrıâzam, defterdar ve Bekri Mustafa Paşa Tuna yoluyle Belgrad’a kaçtı. Sadrıâzam Süleyman Paşa Belgrad’dan da İstanbul’a gitti. İsyan eden asker Siyavüş Paşa'yı zorla sadrıâzam yaparak ordunun seras­ kerliğine getirdiler. Kendisini Süleyman Paşa’nın otağına getirerek biat ettiler. Ondan sonra da doğruca İstanbul’a yü­ rüyüp padişahı tahttan indirmeye karar verdiler. Ve kararlarını tatbik niyetiyle yola koyulup Belgrad’a geldiler ( 12 ey­ lül ) . Ordunun isyanı üzerine süratle yo­ luna devam etmiş olan Sarı Süleyman Paşa 15 eylülde İstanbul'a varmıştı, sa­ daret kaymakamı vasıtasiyle m ührü h ü ­ mâyun ve sancağ-ı şerifi teslim ederek olup biteni anlattı. Padişah vaziyete m uttali olunca. Siyavüş Paşaya sadaret ve serdarlısının tasdikine, ayni zaman­ da Belgrad’da kışlayıp oradan beri ta­ rafa gelmemesine dair bir hatt-ı hüm â­ yun gönderildi. Dördüncü Mehmed’in emrini Belgrad’da alaıı Siyavüş Paşa, ocak ağaları ile isyanda elebaşı olanları davetle ken­ dilerine okuyunca : « Bu hatt-ı humâyuııu gönderen adamın kat'ivyen padi­ şahlığım istemeyiz. Burada kışlamayıp şer’ ile davamızı görmek üzere İstanbula varmayınca bir mahalde dizginimizi çek. meyiz» dediler. Siyavüş Paşa bunun üzerine Anadolu Beylerbeyisi Hazinedar Haşan Paşa’yı Ösek’ten Belgrad’a getir­ tip vezaret tevcih ettikten sonra Haleb Valiliğiyle Avusturya cephesi serdarlığma tâyin etti. Haşan Paşa’nın yanına bir miktar yeniçeri ve dört bölük sipa­ hi (Silâhdar tarihi C: 2, S: 280) bırak­ tıktan sonra kendisi ordunun tamamı ile 27 eylül 1687 de İstanbul’a mütevecci­ hen Belgrad’dan hareket etti. Osmaıılı ordusunun cepheyi boş bı­ rakarak İstanbul’a yürüyüşü Avusturya­ lIların fevKalâde işine yaradı. Avustur­ y a lIla r Lipve (Lipova) Ösek (Eszek), Varadin (Petrovaradin) ve Zemlin’i ko­ laylıkla zaptettiler. Kısacası, Sava'nın kuzeyinde kalas Belgrad yakınındaki Zemlin (Zemun) ovası veya Sirem ara­ zisi diye anılan kısımda Türkler elinde hiçbir yer (Silâhdar tarihi C: 2, S: 293) kalmadı. LEHİSTAN CEPHESİ Türk ordusu Viyana üzerine yürüdü­ ğü zaman, Avusturya’nın yardımına ko­ şan ilk müttefik, Lehistan K ırallığı idi. Leh Kıralı Jan Sobieski, Viyana’nm m u­ hasaradan kurtarılmasında bir hayli m ü . essir olmuştu. Kara Mustafa Paşa boz­ guna uğrayınca, yağma eşyasından en büyük payı Lehlilerin almış olması, ay­ rıca Türklerin uzaklaşmasını müteakip Viyana’ya ilk defa Ja n Sobieski’niıı gir­ mesi yüzünden. Avusturya İmparatoru ile Lehliler arasında bir soğukluk hâsıl olduysa da, bu vaziyet ittifakı bozacak kadar büyümediğinden. Lehliler de har­ be devam ettiler. Kara Mustafa Paşa’nın Viyana mağ­ lûbiyetiyle. Türk tehlikesi ortadan kalk­ tığ ı ve müttefiklerin tek cephede kuv­ vet teksiflerine ihtiyaç kalmadığından, Leh Kıralı Jan Sobieski de, Viyana boz­ gunundan sonra, harbi kendi çıkarma uyguıı şekilde devam ettirmeye çalıştı. Bu sebeple, kendi ülkesi sınırlarından taarruza geçmeye hazırlandı. Neticede, 1684 yılında bir de Lehistan cephesi or­ taya çıktı. Ayni sene içinde Venedikli­ ler de harbe girdikleri cihetle, Osmanlı devleti üç devlete karşı üç geniş cep­ hede harbetmek zoıunda kaldı. 2175
üzerlerine bir miktar Tatar askeri ge­ lince çekilip gittiler. Barabaş k a z a k la n m a tecavüzü Leh cephesinin ilk hadisesi Barabaş kazaklarının tecavüzü şeklinde tezahür etti. Kırım Hanının ve o civardaki as­ kerlerin ekserisinin Avusturya cephesi­ ne gitmiş olmasından faydalanan Barabaş kazakları. Leh hükümetinin teşvik ve telkini ile fâaliyete koyuldu. Barabaş kazağı, Lehli ve hattâ Boğdanlılaıdan mürekkep otuz bin kişilik bir kuvvet Bender kalesine karşı hücuma (Tarih-i Raşid C: 1, S: 434) gegti. 1634 yılı ocak veya şubatı içinde vuku bulduğu anla­ şılan bu tecavüzden kazaklar bir şey el­ de edemediler. Bender’i on bir gün sı­ kıştırdıktan sonra bir netice istihsal edemiyeceklerini anlayınca İsmail kale­ si üzerine yöneldiler. Fakat bu sırada S an Süleyman Paşa’nın Lehistan Cephesi ‘'erd arlığına tâyini Barabaş kazaklarının tecavüzlerin­ den daha önce Lehlilerin Kamaniçe ve Boğdaıı tarafına taarruz niyetinde olduk­ ları, bu gaye ile geniş askeri hazırlık­ lar yaptıkları istihbar edilmişti. Esasen Viyana mağlubiyetinden^ sonra böyle bir tecavüz her zaman için beklenebilirdi. Bu sebeple Lehistan cephesine de bir serdar tayini işi derpiş edildi. O sırada Köprülü-zade Fazıl Mustafa Paşa ftzi Valisi bulunuyordu. Silâhdar tarihi (C: 2, S: 177) müellifinin ifadesiyle, Fazıl Mustafa Paşa sdünya adamı değil» mü- Viyana. savaşının kazanılmasında pek müessir olmakla beraber, Lmparator’un arzusu hilâfına, Yiyanaya ilk giren Leh Kralı J. Sobieski'yi Kara Mustafa Pa­ şanın çadırında Viyanalı delegeler, elde ettiği hazineler ve diğer ganainıîe tas­ vir eden bir resini (G. Zafaurek’ten) 2176

taleasiyle oradan Edirne'ye çağırılarak kubbe veziri yapıldı ve Lehistan cephe­ si serdarlığma üçüncü vezir Boşnak Sa­ rı Süleyman Paşa tayin edildi. San Süleyman Paşa 31 mart 1684 te Edirne'den hareket etti. Bu cepheye gönderilecek mühimmat Karadenizden gemilerle Isakçı’ya sevkcdildi. Ordunun esas kısmı Avusturya cephesinde bulun­ duğundan Süleyman Paşa 5500 kişi He yola çıkmıştı. Elde hazır başka yardım­ cı kuvvet bulunmadığından Haseki Sul­ tan kethüdası Gümrükçü Hüseyin Paşa­ ya vezirlik verilerek Çorlu'dan Tuna kı­ yısına kadar uzanan sahada eli silâh tu­ tabilecek olanları toplayıp Süleyman Paşa’ya götürmesi (Silâhdar tarihi C: 2. S: 138) emrolundu. Sobieski’nin niyetleri ve taarruza geçişi Osmanlı tarihinde «Kız Katmana dî­ ye kaydedilen Leh Kıralı Jan Sobieski. Bucaş muahedesi ile kaybedilen Leh. top­ raklarını istirdattan başka Boğdan’ı, hattâ Dniestr mansabındaki Akkerman ve Tuna deltasındaki Kili ve İsmail ka­ lelerini bile almak istiyordu. Tabii bu kadar geniş arazi arasında ilk ele geçir­ mek istediği yer Podolva idi. Bu plânım tahakkuk ettirmek niye­ tiyle seksen bin kişilik bir ordu ile mer­ kezi Krakovİ’den hareket etti;; Kamaııiçe yanından geçtikten sonra 17 ağustos 1684 te Hotîn kalesi karşısında Turla’nm sol kıyısındaki îzvaııce palankası yanına geldi. Askerinden otuz bin kişi ayırara< bunları Turla üzerine köprü kurmakla vazifelendirdi. Bu sırada, ikinci defa Kırım Hanlığına tayin, edilmiş olan Selim Giray, Serdar Süleyman Paşa ile haberleşmesi neti­ cesi yüz bin kişilik ordu toplıyarak ha­ rekete geçmiş bulunuyordu. Kırım Ham, büyük oğlu Kalgay Devlet Giray’ı otuz bin kişi ile öııden (Silâhdar t?.rihi C: 2, S: 185) sevketmişti. Devlet Giray Hotin'e yaklaştığı sırada Jan Sobieski de İzvance önüne yeni gelmiş ve köprü kurmaya memur ettiği kuvvetler içinden ayırdı­ ğı sekiz bin kişilik Barabaş Kazağını karşıya geçirerek, köprü kuruluncaya kadar o kıyıyı muhafaza etmelerini em- Lehistsn Kıralı Jan Sobieski (Almanca "W ien im Jafıre 1683’’ ad': eserden ) LehÜlere kaı$ı savaşlarda başarı sağlan­ masında amil olan Kırım Hanlarından bîri (Macarca «Tolnai Vilagtörtenelnıe» adlı eserden) 2177
retmişti. Devlet Giray, işte bu sekiz bin kişilik kuvvet üzerine bir baskın yapa­ rak hepsini kılıçtan geçirdi. Selim G iray’in nutku öte tarafına îzvance vakasına geçirdi. Bir taraftan Mustafa Paşa bir taraftan da Kalgay Devlet Giray ileri yürüyünce Jan Sobieski sıkışık vaziyete düşerek ge­ ri çekilmekte devam etti. Neticede Leh Kıralı Kamaniçe hududundan dışarı çık­ mak zorunda kaldı : kendisi sıkıştırıla­ rak geril eti lirken esir alınanlardan baş­ ka yirmi bin kişilik zayiata uğratıldı. Jar. Sobieski kendi toprağına kadar sürülünce Mustafa Paşa ve Kalga.v Dev­ let Giray ssrdarm emriyle geriye döne­ rek Turla kenarına geldiler (24 ekim 1634) . Bu müddet zarfında Eflâk ve Boğdan beyleri tarafından kurulan köprüden asker beri tarafa geçti. Serdar Süleyman Paşa vuku bulan harekâtı bir telhis ile padişaha arzetti. Sonra Selim Giray Ta­ tar askeri ile memleketine, serdar da k ı­ şı geçirmek üzere Babadağı’ııa avdet etti. Silâhdar tarihinde (C: 2, S: 186) kay. dedildiğine göre, Kırım Hanı Selim Giray Turla (Dnıestr) suyu civarına geldiği sı­ rada, bir tepe üstüne çıkarak etrafına topladığı askerîne bir nutuk verdi. V i­ yana önünde Türk ordusunun mağlûbi­ yetine sebep olmuş bulunan Murad G i­ ray zihniyetinde bir kimse olmadığı an­ laşılan Selim Giray askerine şöyle de­ mişti : «— Dinimize zaaf gelmekle her ta­ raftan üzerimize din düşmanları galebe eyledi. Kerbelâ günündür; bu cengi ne Âl-i Osman ne benim için edin. Ölünce­ ye kadar din uğruna çalışıp din düşma­ nına arka vermi.velim ve kıyamete kadar Lehlerin ikinci taarruzu iyi nam ile zikredilelim» . Bu sözlerinden sonıa atından inip Kışı Babadağrnda geçiren Serdar yere secde etti, bunun üzerine Tatar as­ San Süleyman Paşa 3 temmuz 1685 te kerleri de ayni şekilde atlarından inip secdeye vardılar ve şehid oluncaya ka ■ enirindeki askeriyle İsakçı’dan Tuna’yı karşıya geçti. Çuçura'ya vâsıl olduğu sı­ dar savaşacaklarına yemin ettiler. rada altmış beş bin Tatar askeriyle K ı­ rım'dan gelen Selim Giray kendisine mü­ Sohİeski’nin zayiata uğrayarak lâki oldu. Serdar ile Han buluşunca Le­ Steri çekilmesi histan içerisine casuslar sevkedildi. Ne­ ticede, Kıral Sobieski’nin, otuz bin k işi­ K ınm Hanı Selim Giray, Hotin ta ­ lik Leh askerinden başka, kendisine yar­ rafına gitmek üzere yoluna devam eder­ ken Serdar Sarı Süleyman Paşa da 35 dıma gelen yirmi bin Litvanyalı, üç bin Boğdan eşkiyası, yüz bin Özi Kazağı, on topu bulunan emrindeki askerlerle 17 ey­ bin Alman ve on bin İsveç askeri (Silâh­ lül 1684 te Isakçıdan lu n a'y ı karfiva dar tarihi C: 2. S: 204) ile birlikte sek­ geçti. Selim Giray’dan süratle ilerlemesi­ sen üç bin kişilik bir orduyu Baş Hatne dair mektup alınca Gümrükçü Hüse­ mam Ziboystorski’nin emrine verdiği, yin Paşa’mn getireceği kuvvetleri bek­ Leh Başkumandanının Turla suyunu alemeden ilerledi. Kırur. Hanı Hotin ya­ şarak Boğdan arazisine girmiş olduğu kınlarına ulaşınca, daha önce bu tarafa öğrenildi. gelmiş olan otuz bin kişilik kuvveti de Bunun Üzerine ordu karargâhını Çuberaberine atıp Kamaniçe suyunun Turçura’da bırakan serdar ve han süvari la’ya karıştığı yerin karşısına kondu. S ü ­ kuvvetleriyle düşmanı karşılamaya git­ leyman Paşa da oraya gelerek Kırım H a­ tiler. Leh askeri ile Prut nehri kenarın­ nı ile buluştu. da bataklık bir yerde karşılaşıldı. Leh­ Daha önce sekiz bin kişilik kayıp lerin işgal ettikleri sahanın bir tarafın­ vermiş olan L-'h Kıralı Sobieski geriden da orman bulunmakta, diğer kısımları da Han ile Serdar Süleyman Paşa’nın gel­ bir yarımada biçiminde bataklıkla çev­ diğini duyunca cesareti kırılarak yavaş rilmekteydi. Arazinin bu durumundan yavaş geriye çekilmeye başlamıştı. S ü­ dolayı düşmana her taraftan yaklaşmak leyman Paşa bu arada maiyetindeki kuv­ mümkün değildi. Onun için yalnız bir ta­ vetlerin bir kısmım vezir Bozoklu Mus­ raftan hücum edilerek hırpalandı. Sonra tafa Paşa’mn emrine vererek Turla'nın
toplar getirilerek yedi gün müddetle dö­ vüldü. Top darbeleri ve süvarilerin yak­ laşabildiği yerden hırpalanıp zayiata uğ­ ratıldığı cihetle Leh başkumandanı za­ hiresini suya döküp, arabalarının ekse­ risini yakıp geceleyin ormana girdi. Er­ tesi gün ormana dalan Osmank aske-ı düşmana yine zayiat verdirdi. Çok fena vaziyete düşeceğini anlıyan Leh başku­ mandanı yine geceleyin bulunduğu yer­ den kaçarak ormanlık bir boğaza girdi. Osmanlı askeri buraya yaklaşamadığı, düşman da boğazdan çıkmadığı için elli bin Tatar askeri Lehistan arazisine ça­ pula gönderildi. Böylece Lehlerin ikinci taarruzları da ekim ayındaki muharebelerle başarı­ sızlığa uğratılmış oldu. Lehliler ken:1i memleketlerine çekilince Serdar Süley­ man Paşa da Isakçı’ya. oradan Babadağı’na döndü. Süleyman Paşa’nın muhare­ be durumunu anlatan telhisi Edirne'de bulunan padişaha ulaşınca (6 kasım 1685) Serdar ve Kırım Hanına birer hil'at ve murassa sorguç gönderildi. Bu sırada Veziriazam Kara İbrahim Faşa hastalanmış olduğundan Lehistan cephesi Serdarı San Süleyman Paşa Edirne’ye çağırıldı. Niğbolu sancağına m u­ tasarrıf Emir Ahmed Paşa’yı yerine ve­ kil bırakıp Edirne’ye gelen (25 kasım 1685) Sarı Süleyman Paşa, ertesi gün pa­ dişah tarafından kabul edildi ve sadaret kaymakamlığına tayin olundu. Süleyman Paşa'nm Leh cephesi ile alâkası böylece kesilince, ondan açılan serdarlığa Bozoklu Mustafa Paşa getirildi. Lehlilerin Kamaııiçe’y i muhasarası 1684 ve 1685 yazlarında yaptıkları taarruzlarda muvaffakiyet kazanamıyaıı Lehliler 1686 senesinde zikre değer bir faaliyette bulunmadılar. Lâkin aynı se­ ne içinde Avusturya cephesinde Osman­ lIların mühim kaleler kaybetmesi onlara yeniden taarruz geçme cesareti verdi. Böylece 1687 yazında bir daha taarruza koyuldukları görüldü. Kamaniçe’yi zaptetmek isteyen Kıral Sobieski altmış bin. kişilik kuvvet toplıyarak üzerine geldiğini öğrenen Kamaniçe muhafızı vezir Boşnak Hüseyin Paşa serdar ve Kırım hanına mektuplar ya­ zarak durumu bildirdi. Serdar Bozoklu Mustafa Paşa'mn yanında kafi miktarda asker bulunmadığından hemen faaliyete geçemedi. Bundan faydalanan Lehliler ise, gelip şehri kuşattı ve- toplarla döv­ meye başladı. Kamaniçe'deki muhafızlar gayet metinane şekilde müdafaaya de­ vam ettiler, Kırım Hanı tarafından gön­ derilen imdat kuvveti şehre yaklaşınca Lehliler muhasarayı kaldırdı (4 eylül 1687) . Tatar askeri etrafta epeyce hasar (Silâhtar tarihi C: 2, S: 292) yaptığı gibi. Lehliler muhasara esnasında da zayiat vermişlerdi. Kamaniçe’yi aiamıyan Leh­ liler memleketlerine dönerken Türkler de Kamamçe’nin zahire ve ¡mühimmatı­ nı takviye ettiler. VENEDtK CEPHESİ Girit adasının zaptından dolayı Tüıklere karşı iyi hisler beslemiyen Venedik­ liler, Kara Mustafa Paşa Viyana'ya yü­ rüdüğü sırada Papa’nın teşviklerine sırt çevirmiyerek Avusturya İmparatoru ile uyuşmuş, fakat ihtiyatlı davranarak ha­ kikî niyetlerini bilâhara ortaya koymayı tercih etmişlerdi. Bu bakımdan muahedo şartlarım tatbike ve nihayet «mukaddes ittifak» ın bir üyesi olarak üzerlerine dü­ şeni yapmaya 1684 yılı içinde tevessül eylemişlerdir. Tarih-i Raşid’de (C: 1, S: 426). ve Kara Mustafa Paşayı itham eder tarzd.'i Silâhdar tarihinde (C: 2, S: 129) Vene­ diklilerin harbe girişine dair bazı sebep­ ler zikredilmeyteyse de, bunlar, Vene­ diklileri harbe götüren hakiki âmilin ya nında teefrrüat kabilinden kalmakta, b i l ­ hassa Silâhdar Fm dıklılı Mehmed Ağa Venediklilerin siyasi çehrelerini iyi tanı­ mamış gibi görünmektedir. Venedikliler 15 temmuz 1684 te O s­ manlIlara harp ilân edince, İstanbul'da enteresan bir hâdise de cereyan etti. Bu tebliğatı bizzat yaptığı anlaşılan İstan­ bul’daki Venedik balyosu, elçilik binas: yakınında bir yangın çıkartıp bunun tev . 2179
lit ettiği karışıklıktan istifade ile Cene­ viz elçisiyle biı-likte bir kayığa (Tarih-i Raşid C: 1. S: 428) binerek kaçmıştır. ■imine geldi. Adaya asker çıkaran Vene­ dik kumandanı buranın kalesini kuşata­ rak 011 beş gün müddetle gece gündüz topa tuttu. Yerli Rumların da yardımını Venediklilerin tecavüze başlamaları temin eden Marosini, nihayet Ayamavro kalesini vire ile teslim aldı (Ağustos Venedikliler denizci bir devlet ol­ 1684) . İçinden çıkan müdafileri Preveze dukları için ilk faaliyetleri denizlerde sahiline nakletti. görüldü. Maamafih, bu harpte, daha zi Ayamavra’yı alan Venediklilerin bu­ vade, deniz faaliyetini kara harekâtının nunla iktifa etmiyecekleri1 ve bilhassa desteği halinde kullandılar. Mora sahillerinde faaliyette bulunacak­ Harp ilân ettikten sonra kendi do­ ları anlaşıldığından bu tarafa da bir ser­ nanmalarına ilâveten Papa, Floransa, dar tayinine karar verildi. Ve boğaz mu­ Ceneviz, Malta ve Ispanya'dan da gemi­ hafızı Şahin Mustafa Paşa serdar tayin ler geldi. Böylece yüz gemilik bir donan­ edilerek (16 eylül 1684) Mora'ya gönde­ ma, Kandiye’nin sabık müdafii Françesrildi. co Marosini’nin idaresinde Adriyatik de­ Bu günlerde iki kalyon ve üç firkanizinden çıktı. Bu sırada Osm anlı devleti teden mürekkep küçük bir Venedik fi­ Çanakkale Boğazı, hudut yalıları ve bazı losu (Silâhdar tarihi C: 2, S: 136) Limni adaların muhafazası için bir takım ted­ adasına tecavüz ettiyse de bu taarruz birler aldı. Dördüncü vezir Şahin Mus­ kendisine hayli pahalıya mal olarak çe­ tafa Paşa bir miktar yeniçeri ile Çanak­ kilip gitti. kale boğazına, Halil Paşa Sakız m uha­ fazasına gönderildi. Mora’da isyan ve Preveze’nin düşmesi Venediklilerin Ayamavra adasını zaptetmesi «Artık zaman geldi!» diye tahrikler­ de bulunan papazların sözlerine kapılan yerli halktan Mora’nın bir kısım Rumlan Frsnçesco Marosini’nin idaresindeki ile Yanya ve Yenişehir Hıristiyaıılan is­ donanma evvelâ G irit’teki Suda limanına yan ederek Venediklilerle işbirliğine baş­ geldiyse de, bu adanın istirdadını gözleri ladılar. Bir taraftan böyle kaynaşmalar kesmediğinden, oradan kalkıp Ayamavra mevcutken Venedikliler Preveze’yı muhasaraya girişti. Mora serr-skeri Şahin Mus­ tafa Paşa elindeki kifayetsiz askeriyle Preveze’yi kurtar­ mak istediyse de kalesinin 6nünde mağlup olduğundan Preveze müdafileri de şehri vire ile teslim ettiler. Şahin Mustafa Paşa, elin­ de üç bin kadar askeri bu­ lunduğunu; asker, silâh ve topun kifayetsizliği karşısın­ da başarı sağlamanın im kân­ sız bulunduğunu arz edinç e serdarlıktan azledildi. Onun yerine Edirne bostancıbaşısı Karayılan-oğlu Ispanakçı İs­ mail Paşaya vezaret verile­ rek serdarlıkla Mora’ya gönderilmek üzere Edirne’­ Venediklilerin Ayamavra’vı alması den yola çıkarıldı (17 ekim ( Almanca «Ricaut» dan ) 1684). 2180
Mora cephesi yeni açıldığı halde, altı aylık zamaıı geçmeden üçüncü defa serciar değiştirildi. Karayılanoğlu Ispanakçı İsmail Paşa’nın arası Şahin Mustafa Pa­ şa ile iyi değil diye Sakız muhafızlığına gönderildi, onun yerine de Sakız muha­ fızı Halil Paşa Mora (Silâhdar tarihi C: 2. S: 191) serdarı yapıldı (Ocak 1685) . Bosna ve A driyatik kıyılarındaki çarpışmalar tı. Süleyman Bey bu hizmetine m u­ kabil paşalığa terfi ettirildi. Bu ada­ mın diğer mühim bir hizmeti de âsi Arnavutları (Silâhdar tarihi C: 2 S: 233236) devlete itaat ettirmesi oldu. Ayrıca No ve, ülg ün (Dulcino). Bar (Antivari) kalelerini Venedik taarruzundan korudu­ ğu gibi îstavigrod kalesini de zaptetti. Hizmetleri birbirini takibedincc rütbesi vezarete yükseltildi. Dördüncü Mehmed'in saltanatının son senesine kadar Bosna tarafında m u­ harebelerin neticeleri Türklerin lehine bir seyir takip ettiyse de son yıl içinde vaziyet bozuldu. Nitekim 1637 nisanında Venedikliler Kataro ve Sin kalelerini, eylül sonlarında da Kastelnuovoyu zap­ tettiler. Venedikliler, Girit harbi yıllarında olduğu gibi, bu defa da ikinci cepheyi Bosna tarafında açmışlardı. Yalnız bu defaki cephe evvelkinden daha geniş olup, yer yer Adriyatik kıyılarında da çarpışmalar cereyan etmiştir. Bosna eyâletinin Adriyatik denizine Mora’daki muharebeler ve yarım ada­ bakan hudut kısmında Spalata limanının kuzeyinde bulunan Sin (Sinj) kalesini nın elden çıkması Venedik, Hırvat ve Uskok eşkiyasından mürekkep yirmi bin kişilik bir kuvvet Ayamavı-a adasını alan Venedikliler kuşatarak toplarla dövmeye bağladı (1685 daha geniş çapta hazırlıklar yaptılar. nisan). Bunun üzerine Bosna BeylerbeKendi gemilerine ilâveten Papa, Malta, visi Fındık Mustafa Paşa yedi bin kişi ile Ceneviz, İspanya ve Floransa’dan aldıko tarafa ilerledi. Düşman, Osmanlı as­ larıyle birlikte 220 gemilik bir donanma kerini durdurmak gayesiyle Sin kalesinin ve Venedik, âsi hıristiyan Arnavut, H ır­ doğu tarafındaki Çetina suyunun kena­ vat, ve Karadağlılardan mürekkep elli rına indi. Burada yapılan muharebede bin kişilik bir ordu meydana getirdiler. düşman mağlûp olduğundan kalenin m u­ Venedik donanmasına kur-anda eden hasarası kaldırıldı. Arkalarından bir Françesco Mor osini Ayamavra önüne ge­ miktar ilerliyen Türk kuv­ vetleri düşmanı iyice perişan etti. Bunlara yardıma gelen beş bin kişilik bir düşman kolu vaziyetin fenalığını gö­ rünce (Silâhdar tarihi C.2, S: 193-195) geri döndü. Ayni senenin haziranında Venedikliler Dalmaçya kıyı­ sındaki Kataro (Cattaro) yu zaptetmek için karaya yüz bin kişilik kuvvet çıkardılar sa da, İşkodra sancak beyi Arnavut Süleyman Bey (S i­ lâhdar tarihi C: 2, S: 199) emrindeki on bin kişilik kuv­ vetle üzerlerine yürüyüp mağlûp etti. Bozulan ve se­ kiz bin kişilik zayiat veren düşman askerlerinin sağ ka­ Kastelnuvo'ııun Venedikliler tarafından muhasarası lanları gemilere, pek az bir ( Almanca «Ricaut» dan ) kısmı da sarp dağlara kaç­ 2181
lerek taarruz plânını kararlaştırmak Çi­ zere bir toplantı yaptı. Düşmanın esas niyeti Mora yarımadasını ele geğirmekti. Ancak buna en münasip yerden başla­ mak, istiyorlardı. Bunun için evvelâ Güıdüs (Gördös) yani Karin tos körfezijı? hâkim olmayı tasarladılar. İııebahtı körfezine asker çıkararak Gürdüs boğa­ zına hâkim olduktan sonra Türkleriıı Mora ile irtibatlarının kesilireesine aza­ lacağını hesapladılar. Bu plânın tatbika­ tının ilk safhasını teşkil etmek üzere, etrafı keşif için körfeze gönderilen bir­ kaç gemi, sahillerden atılan topların ate­ şiyle karşılaştığından, plânlarının Türkler tarafından anlaşıldığı ve buna göre hazırlık yapılmış olduğu neticesine v a ­ rarak, Korintos körfezi kyılarına çıkar­ ma yapma işinden vazgeçtiler. Bıı sıra­ da. Ballubadra (Patras) daki Fransız konsolosu. Venediklilerin Ayam av ra'd a toplanan donanmaları ve Mora’yı istilâ plânları hakkında malûmat vermiş bulu­ nuyordu. Korintos körfezinde muvaffakiyet te­ min edemiveceklerini aniıyan Venedikli­ ler. Ayamavra’da on beş gün bekledik­ ten sonra buradan kalkıp sahili takiben güneye doğru ilerleyip Koron önünde durdular. Venedik Amiraii Morosini, Mora'yı istilâ plânını bu defa güneyden ku­ zeye doğru tatbik edecekti. Morosini ev­ velâ karaya on bin kişi çıkardı. Bunlar Koron civarındaki zeytin ağaçlarını kesip nin etrafına bir hendek kazmak suretiy­ le, Koıon'u âdeta tecrit edilmiş vaziyete siperler hazırladılar. Aynı zamanda kalesoktular Bu işler biterken Venedik ami­ rali biraz daha kuvvet çıkararak Koronu lıem denizden hem karadan muhasaraya başladı (3 haziran 1685). Koron muhasarası başlayınca etraf­ tan bir miktar Türk askeri geldi. On be­ şinci gün Mora Serdarı Halil Paşa da dört bin kişi ile yetişti. Koroıvu kurtar­ mak üzere serdarın emrinde biriken kuv­ vetlerin miktarı altı yedi bini geçmi­ yordu. Buna rağmen düşmana şiddetli hücumlar yapıldı. Çarpışmalar sırasında Halil Paşa şehid düştü. Narda muhafaza­ sında bulunan Şahin Mustafa Paşa beş bin yüz kişi ile yardıma gelince çarpış­ malara yine şiddet verildi. O arada yeni serdar Siyavüş Paşa da şehidlere karıştı. Bunun üzerine Mora serdarhğı Kaptan-ı Derya Vezir Musahib Mustafa Paşa’va verildi. Padişahın damadı olan Musahib Mustafa Paşa bu sırada Anadolu (Nuplia) da bulunmaktaydı. Kaptaıı-ı Derya Musahib Mustafa Paşa Koron üzerine ge­ lince, Osmanh askerinin azlığı, pek m üş­ kül şartlarla düşmanla pençeleşmiş ol­ ması bakımından hayretler içinde kaldı. Bu hayretini açıkladığı zaman Şahin Mustafa Paşa, der-i devlete beş defn tezkere yazıp asker ve cephane istediğini, fakat buna kimsenin aldırmadığını bil­ dirdi. Yeni serdar derhal durumu padi­ şaha yazıp acele kuvvet ta­ lebinde bulundu. Lâkin etraf­ tan asker gelinceye kadar Venediklilerin üç aydan be­ ri kuşattıkları Koron kalesi bir umumi hücum neticesin­ de düştü. Koron’u alan Ve­ nedikliler içindeki Türkleri büyük küçük dinlemeden (Silâhdar tarihi C: 2, S: 213223) tamamen kılıçtan ge­ çirdiler. Venedikliler Koron’u a l­ dıktan sonra Modon üzerine yürüyüp kuşattılar. Neticede Modon’u da vire ile teslim aldılar. Modon müdafilerine biraz daha insaflı davranıyormuşçasıııa hepsini çin i çıp­ lak soyup gemilere doldur- 2182
dular ve Afrika kıyılarına götürüp döktüler. İkinci Bavezid zamanın­ da Osmanh ülkesine katıl­ mış olan bu iki müstahkem mevkii ele geçiren Venedin1:1er, bundan sonra Uora'dak; istilâ haraketlerini da­ ha kolaylıkla yürütmeye baş­ ladılar. Nitekim 1686 hazira­ nında 70 kalyon, 40 firkati, 50 çektiriden mürekkep bir donanma ile Navarin önüne geldiler. Karaya yirmi bin kişi çıkararak kaleyi kuşat­ tılar. Navarin müdafileri oıı yedi güıı mukavemetten son­ Venediklilerin Anaboluyu denizden ve karadan m u­ ra vire ile teslim oldularsa hasarası ( Ricaut’dan ) da (15 haziran 1686) Vene­ dikliler şehre girince vire girdikten sonra iç ve kuzey taraflarına şartına riayet etmediler. Daha sonra Z a i­ li ata ve Kalamata üzerine yürüyerek yürüdüler. Osmaıtlı kuvvetinin azlığı ve esasen çöküntünün başlamış olması sebe­ bunları da zaptettiler. Mora’da bu kale­ ler elden gidince (Silâhdar tarihi C: 2, biyle sürat ve kolaylıkla muvaffakiyet temin ettiler. 1687 ağustosunun 3 inde S: 242) Musahib Mustafa Paşa serdarlıkSerdar Divrikli Mehmed Paşa’nın yanın­ tan azledilerek yerine Ispanakçı İsmail daki üç bin kapukulu askeriyle Korinthos Paşa tayin olundu. Mora’m n Meseııya kısmına hâkim va­ berzahından kaçarak geçip Atina'ya git­ ziyete geçen Venedikliler bu defa doğu mesiyle tekmil Mora yarımadası Vene­ sahillerindeki Anabolu (Nauplia, Napoli diklilerin eliııe düşmüş oldu. eli Romaııia) limanını muhasara ettiler. Mora serdarının. Atina'ya çekilişine Kale kumandanı Rum Haşan Paşa yirmi dair acı haber İstanbul’a ulaştığı zaman gün sonra hıyanette buluna­ rak kaleyi teslim (Ağustos 1686) ile eski (Silâhdar tari­ hi C: 2, S: 245) dinine dön­ dü. Ispanakçı İsmail Paşa’ıun Mora serdarlığı uzun sürme­ di. Başarısızlığı sebebile az­ ledilerek (Kasım 1686) yeri­ ne Mora’da bulunan Divrikli Mehmed Paşa tayin edildi. Mora’da kaleler elden çıkarken Osmanh donanma­ sı. Yunanistanın doğu kıy ı­ ları ile çarpışmalar yapmak suretiyle (Silâhdar tarihi C: 2, S: 253-256), Venedik d o ­ nanmasının Ege denizi için bir tehlike olmasını önleme­ ye çalıştı. Osmatılı donanmasının bu savaşlardaki durumu Venedikliler Mora’n m sa­ ( Ricaııt’dan ) hillerindeki kaleleri ele ge-
Avusturya cephesinden de fena haberler gelmişti. Tersanedeki kafesli köşkte bu­ lunduğu sırada bu acı haberleri alan Dördüncü Mehmed (Silâhdar tarihi C: 2. S: 273) fevkalâde üzülerek «öleydim de bugünleri görmeyeydiım diyerek bir gün bir gece ağladı. İnebahtı vc A tina’nın düşmesi Mora yarımadasını zapteden Vene­ dikliler istilâlarını daha ilerilere uzat­ maya çalışmaktan geri durmîıc'-dar. N i­ tekim bu arada Karintos körfezinin ku­ zey sahilinde ve methale yakın kısmın­ da bulunan Iııebahtı (Lepanto) yu Eylül avı içinde aldılar. Ayrıca Yunanistanııı meşhur şehri Atina'yı da kuşattılar. Bu­ ranın kurtarılması için gelen kuvvet de bir başarı kazanamadı. Muhasara esna­ sında Venedikliler tarafından top gülle­ lerinden biri meşhur Partenon mabedi­ ne isabet ederek en güzel kısmını teşkil eden yarısını yıktı. Neticede 25 eylül 1687 de Atina şehri de Venediklilerin eline geçti. HARP ESNASINDA MEMLEKETİN UMUMİ DURUMU VE PADİŞAHIN H A I/İ Viyana bozgunundan sonra üç cephede muharebeye devam olunurken, harbin u2 aması, mağlubiyet ve arazi kayıplarıma tevali etmesi sebebiyle, memleketin Gördös C Korinthos ) körfezi ağzındaki kalelerden Mora tarafındaki, bu yarım adanın Venedikliieree zaptı üzerine kaybedilince karşı kıyıdaki kale ve İnebahtı < Lepanto ) kolayca Venediklilerin eiiııe geçmişti ( Almanca Ricaut’dan ) 2184
umumi ahvalinde bir takım bozukluk ve düzensizlikler meydana geldi, inzibatî, mali ve İdarî diye üç çeşitte toplanması mümkün olan meseleleri doğuran esas âmil, harbin fena neticeler vererek uza­ ması ve ehliyetli idarecilerin yokluğu idi. Şimdi bunları sıra ile gözden geçirelim. Asayişsizlik hâdiseleri Uzayan muharebeler dolayısiyle mütemadiyen asker toplanması, cepheye gi­ denlerin kolay kolay memleketine dönememesi yüzünden Anadolu'nun köy, şe­ hir ve kasabaları tenhalaşmış, çocuk ve ihtiyarlardan gayrı erkek nüfus cephe­ de muharebe ile meşgul hâle gelmişti. Bu vaziyet bazı kötü niyetli kimselerle asker kaçaklarının işine yaradığından Anadolu’da bir takım âsiler türedi. Etraf­ larına adam tolavarak şekavete girişen âsi reisleri Akkaş, Kara Malımud, Yadigâroğlu, Bölükbaşı, Yeğen Osmaıı gibi kimselerdi. Harp derdiyle uğraşan hükü­ met, bir de bunların üzerine asker sevketmek mecburiyetinde kaldı. Nitekim 1686 yılında evvelâ Hacı Ali Paşa, daha sonra Deli Ömer Paşa, müteakiben de Vezir Cafer Paşa (Silâhdar tarihi C: 2. S: 228) Anadolu’ya müfettiş olarak gön­ derildi. îlk iki müfettiş bir şey yapamadıysa da Cafer Paşa, Yadigâroğlunu Ko­ yulhisar civarında yakalayıp yirmi sekiz arkadaşiyle birlikte başını kesti. Bitlis hâkimi de Akkaş’ı (Silâhdar tarihi C: 2, S: 243) adamları ile birlikte yakalayıp öldürdü (1686) . Eşkiya reislerinden Bölükbaşı, Ye­ ğen Osman, uzun müddet asilikte dikiş tutturamıyacağını anlayarak, affını rica ile Anadolu’dan asker toplamıya memur edilen Halil Paşa’ya bölükbaşı oldu. Bilâhara kendisine sancak beyliği verilerek iki tuğlu paşalığa yükseldi. Cephelerde askere fevkalâde ihtiyaç hissedildiğinden Yeğen Osman Paşa’ya da Rumeiiye geç­ mesi emredildi, Anadolu’dan topladığı dört bin saruca ve sekban ile (Silâhdar tarihi C; 2, S: 269) Üsküdara gelip kar­ şıya geçerek cepheye gitti. Anadoludaki başıboş ve isyana müheyya zümreyi top­ laması dolayısiyle, kendi isteği üzerine Yeğen Osman Paşa’ya sancağına ilâve­ ten, sekban ve levendlerin en büyük su­ baylığına tekabül eden «Serçeşme» lik rütbe ve vazifesi verildi. M alî dıırum Uç cephede yıllarca devam eden harp, her geçen yılda mâliyenin biraz daha bozulmasına sebep oldu. Cephelere mütemadiyen asker sevkedildiğinden esas çalışacak nüfus istihsal sahalarından uzakta kalmış oluyordu. Lâyıkı veçhile ekim yapılamadığından hububat istihsali azalmış, fazla nüfuslu ve müstehlik yer­ lere gıda maddesi nakliyatı iyice azaldı­ ğından, bazı yerler az bazı yerler de faz­ laca kıtlık çeker olmuştu. 1685, 1686 yıl­ larında imparatorluğun büyük bir kıs­ mında kıtlık umumi bir hal almıştı. 1685 yılında otuz dirhem ekmek bir akçeye çı­ kınca büyük endişeyi mucip olmuştu; müteakip yıllarda daha fazla yükselerek 1686 da ayııi miktar ekmek 60 akçeye yükseldi. 1687 senesinde buğday daha çok pahalandı ise de Edirne’de de ekme­ ğe narh konup şiddetle takip edilerek kırk dirhemi bir akçeye sattırıldı. Ayni sene zarfında Anadolu’nun bazı yerle­ rinde halk mazı, ayrık kökü ve ceviz ka­ buğu (Silâhdar tarihi C: 2, S: 243) ye­ mek zorunda kaldığından pek çok ölüm vakası oldu. Dördüncü Mehmed 1686 mayısının başında İstanbul’a geldiği zaman kendi­ sini Halkalı’da karşılayan İstanbul kay­ makamına ilk iş olarak şehrin iaşe du­ rumunu sormuş, muhatabı da : «İki bu­ çuk senedir bulunabildiği kadar buğday, arpa, bakla, nohut, mercimek, böğrülce ve mısır öğüttürerek halka yedirdim, halka zaruret çektirmedim» deyince pa­ dişah fevkalâde memnun olmuştu. Kıtlıktan başka en mühim malî dert, harp masraflarının ağırlığı karşısında hazînede para kalmamasıydı. 1687 yılının başında para sıkıntısı pek fazlalaşmıştı. Reaya fena durumda olduğu için tahsilat yapılamamakta ve netice itibariyle ka­ pıkulu askerine dört kist yani bir yıllık maaşları (Silâhdar tarihi C: 2, S: 262) ödenmemiş bulunmaktaydı. Bu m alî sı­ kıntıya bir çare bulunmak istenirken varlıklı kimselerle mühim mevki sahip­ lerinden hazîneye yardım parası tahsil olunması cihetine gidildi. Ve sadnâza- 2185
mm arzı üzerine padişahın bu mevzuda bir hatt-ı hümâyunu gıktı. Bu hatt-ı hü­ mâyunla, şeyhülislâmdan başlıyarak aşa­ ğı pâyede olan müderrislere varıncaya kadar ilmiye sınıfından «imdadiye» nâmı altında hâzineye yardım parası istenmek­ teydi. Fevkalâde günler yaşandığı ve h ü ­ kümet müşkülât içinde kıvrandığı halde, ilmiye mensuplar: kendilerinden imdadi­ ye istenmesini iyi karşılamadılar. Bir araya toplanarak sadaret kaymakamına gittiler. Müverrih Silâhdar Fmdıklılı Mehmed Ağa’mn bildirdiğine göre; bun­ ların içinde bulunan Rumeli kazaskerli­ ğinden munfasıl Deli Hamid Efendi il­ miye topluluğu adına konuşarak, sadaret kaymakamına : *— Kırk yıldır padişahlık eder, havay-ı nefsine uyup beytülmali müslimini manasız kasırlara büyük binalara sarfedeceğine bugünleri fikredip imsak etmek gerek idi. Biz bir alay fukarayız ; arpalık namına verdikleri kaza kıt kanaat geçin­ memize bile yetişmez, nerede bulup ve­ relim? İstanbul’da bu kadar elıl-i hizmet faizciler var, anlardan alın. Bu ana ka­ dar ulemaya böyle teklif olmamıştır. Ar­ tık kitaplarımızı yakmak iktiza eyledi; kâfirce kâfir papazına ikram eder, biz ikramdan geçtik, çevrinizden kime şekva edelim* dedi. Müverrih silâhdar'm makul bulduğu bu sözlerinden dolayı Hamid Efendi Kıbrısa sürüldü ama, ulemadan talep olunan imdadiye de tatbik olunmayıp kaldırıldı. Bunun yerine İstanbul’daki esnaf ve zen­ ginlerden icabında zor kullanılarak bir hayli para toplandı. Bu arada sultanların hasları da hazîneye alındı. Hazine bu derece sıkıntıda olauğu, bin güçlükle para temin edildiği halde suiistimaller eksik olmuyor, bazan da hesapta olmıyan hâdiseler herhangi bir işe malî sıkıntı ile bsğdaşamıyacak tarz­ da para ayrılmasını icap ettiriyordu. Me­ selâ yeğen Osman Paşa Anadoludan top­ ladığı levend ve sekbanları Rumeli’ye geçirirken bunların altı aylık peşin ma­ aş ve yüzer kuruş bahşiş talepleriyle kar­ şılaşılmış, nihayet pazarlık ve zorlama neticesinde kendileri istediklerinin hayli noksanı olan bir paraya razı edilmiştir. Lâkin, 320 bin kuruş tutan bu miktarı ödiyecek kadar hazine’de para bulunma­ dığından, Silâhdar tarihinin (C: 2, S: 270) ifadesine göre : «Bedestanda mev­ cut yetim malından cebren üç yüz kese altun alınıp, vasileri yeddine birer m ik­ tar rehin verilip, cami ve mescitlerin nakidlerinden» bu para tamamlanarak Os­ man Paşa'ya verilmiştir, İdarî durum Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nııı katlinden sonra o kıratta bir adam sada­ ret mevkiine geçmedi. Harbin uzaması, mağlûbiyetler ve mali sıkıntı da idari işlerde güçlükler tevlit etmekteydi, Sadrıâzamlar kuvvetli olmadığı gibi diğer mühim idari kademelerde de değerli adamlar istihdam edilemiyordu. Kıynletli şahsiyetler olsa bile bunlar mevkilerini elden kaçırmak istemiyen değersizler ta­ rafından azil, menkûbiyet, hattâ katle maruz kalıyorlardı. Bu yüzden işler her geçen güıı biraz daha sarpa sarıyordu. Merzifonlu’nun katlinden sonra İda­ ri sıkıntı ve düzensizliklerin belirmesin­ de, padişahın şahsiyet ve meşgale şek­ linin de büyük rol ve tesiri mevcuttu. Dördüncü Mehmed kuvvetli şahsiyete sa­ hip bir hükümdar değildi. Onun şahsiye­ ti, memleket işlerine karşı alâkasızlık derecesi ve hükümdarlık anlayışı Merzifonlu'nun ölümünden sonra daha iyi meydana çıkmıştı. Dördüncü Mehmed, devlet işlerine, bir hükümdardan beklenen alâkayı gös­ teren kimse değildi. Padişahın hayatına aşağı yukarı av iptilâsı hâkimdi. Muha­ rebe sahalarının civarına kadar yaptığı seferlerini bile avlanmasına bir vesile ittihaz etmekteydi. Köprülülerin sadare­ tinden itibaren ömrünün çoğunu Edirne’­ de geçiren padişah bu şehrin civarında mütemadiyen avlanıyor, seyrek olarak İstanbul’a gelişlerinde bile vaktinin bir kısmım Belgrat ve tstranca ormanların­ da avlanmakla geçiriyordu. Pat' ah bu iptilâsmdan. Viyana bozgunundan son’a birçok topraklar elden çıkarken bile ken­ diliğinden vazgeçemedi ve av yüzünden devlet işleriyle gereği kadar ilgilenmedi. Yedi yaşında tahta geçen, hüküm ­ darlığının ilk sekiz yılı pek dağdağalı iç hâdiselerle dolu olan Dördüncü Mehmed iyi yetişmiş, bilgili bir hükümdar adde­ dilemezdi. Etrafında, dar görüşlü Kadızâdeliler grupundan bazı kimseler eksik 2186
olmadığı cihetle, kendisinin kanaatlerin­ de bu grupa dâhil insanların zihniyetle­ rinin izleri fazlaca görülmekteydi. Kadızâdelilerin tesiri dolayısiyle, onun, bilgi derecesinin genişlemesi ve fikri seviyesi­ nin yükselmesi pek münıküıı olamamış­ tı. Zâten bilgisiz haremağaları ile Kadızâdeliler zihniyetindeki kimseler D ör­ düncü Mehmed’i ellerinden geldiği ka­ dar bilgili kimselerden tecride çalışmış­ lardı. Köprülüler zamanında padişahın bilgice kifayetsizliğinin ve devlet işle­ rinden uzakta kalışının mahzurları pek belli olmamıştı. Fakat, Meızifonlu’nun idamından sonra bıı durum birdenbire sırı ti vermiştir. Buna rağmen, kendisi fu ­ zuli zaman kaybına âmil olan av iptilâsından vazgeçememiştir. Dördüncü Mehmed’in avcılığının bir hayli masraf ve külfete mal oluşu da dikkat edilecek bir meseledir Meselâ, 1662 senesinde Filibe civarında tertip ettiği bir av eğlencesin­ de otuz beş bin kişiye bir ormanı sür­ dürdüğünü, kendisinin sevdiği bir şahıs olan Abdi Paşa (Vekayınâme varak 86) yazmaktadır. Padişahın hal'i Mağlûbiyetlerin yarattığı üzüntü ve endişeler, malî ve iktisadi sıkıntılar, İda­ rî beceriksizlik ve aksaklıklar, memle­ kette işlerin iyi gitmediğinden şikâyet eden gayri memnun bir zümrenin teşek­ külüne sebep oldu. Umumi vaziyet ¿öy­ leyken padişahın ava çıkmaktan geri kalmaması, işlerin iyi gitmemesinden mesul arayan insanların gözlerinin ana çevrilmesine sebep teşkil etti. Bütün dik­ katlerin padişaha çevrilmiş olması yer­ siz de değildi. Zira, her şeyin başı ve devletin mukadderatım elinde bulundu­ ran şahıs padişahtı. Binaenaleyh, Dör­ düncü Mehmedin çocukluğunda başlayıp yaşı ilerledikçe bir iptilâ halini alan, muharebe sahalarında mağlûbiyetler bir­ birini takip ettiği halde yine de ortadan kalkmayan ava düşkünlüğü onun tahtı­ na mal olmuştur denilirse, tarihî bir ger­ çek ifade edilmiş olur. Dördüncü Mehmed’in ava düşkünlü­ ğünden ve bu yüzden devlet işlerini ih­ mal edişinden şikâyetçi olanlar muayyen bir sınıfa mensup kimseler değiidi. Halk da. ulema da. asker dc bundan mem­ nun değildi. Ona karşı duyulan memnu­ niyetsizlik 1686 yılında artık gizli ko­ nuşmalar halinden çıkıp aleni şikâyet şekline çevrilmişti. O devri yaşıyan ve hâdiselerin bizzat şahidi olan Silâhdar tarihi (C : 2, S: 245) müellifinin bildir­ diğine göre halk kendinden nefret et­ miş ve : «— Memleketler elden gitti. Avdaıı neden feragat etmez? Halktan utanm.v. veya Allahtan da mı korkmaz Bu da­ ha ne kadar sürecek? Kırk yıldır avlan­ dı. reâyava zulm etmeden gayri ne fay­ da gördü? Bu çekilen belâlar hep şikâr fezahatı değil midir?» diye her tarafta açıkça şikâyetler yükseliyordu. Yine ayni müverrihin bildirdiğine göre ; Dördüncü Mehmed 20 eylül 1686 cuma günü. Hacı Evhad Şeyhi Hüseyin Efendi’yi va’z etmesi içm Davuöpaşa ca­ miine davet etti. Hüseyin Efendi isteni­ len yere gitmediği gibi, umumi memnu­ niyetsizliğe tercüman olur tarzda : «— Va’z isteyen İstanbul’a gelip di­ ğerleri gibi camide meclisimizde hazır olurlar. Eiz oraya gitmeye memur deği­ liz. buraya gelsinler. Benim söyliyece ğim : avdan fariğ ol, gelip tahtında ottu-, ibadet ve taatla meşgul ol, vilâyetler ha­ rap oldu, hizmet-i ibadullahı gör. göze; demekten ibarettir. Nasihat kabul etme­ yen adamın ayağına gitmek caiz değil­ dir. Doğru söz bir kulağından girip öbü­ ründen çıkıyor* diyerek kendisine gelen adamı geri çevirdi ve bunları aynen nakletmesi için adama yemin ettirdi. Hüseyin Efendi’nin sözlerini kendi­ sine naklettikleri zaman müteessir ol­ muş görünen padişah bu defa selâtin ca­ mileri kürsü vazifesinden Himmet-zâd • Abdullah Efendiyi çağırttı. Abdullah Efendi gitmemezlik etmedi ama, va’zın l ı halkı hüngür hüngür ağlattığı gibi, sözü padişahın durumuna çevirip bir hayli taş attı. Abdullah Efendi bu va’zında : t— Cmmet-i Muhammed, devlet sa­ hipsiz kaldı. Bunca memleket, ;ehir v? kaleler düşman eline geçip hesapsız ca­ mi ve mescit kilise oldu. Fikrinizi de ğişlirin, günahınıza tövbe ve istiğfar edin, şimdiden sonra bize lâzım olan gö­ zümüzün yaşından çimen bitinceye ka­ dar başımızı yerden kaldırmamaktır. Nedir bu inip binme, bu hay huy ve 2187
nefs-i em m aren iz e uymalar? Nasıl bir gaflet uykusunda yatıyorsunuz? Gerçi paöişalılar şikâra gidegelmişlerdir, ama şimdi zamanı değil. Her devrin bir icabı vardır». Ne çare ki bu sözler padişahta ge­ rekli tesiri yapmadı. Abdullah Efendi va’zına devam etmekteyken atma binip yine ava gitti. Üstelik ava gittiğim yer­ lerin camilerinde va’z olmasın diyerek, menetme yoiuyle ağızları kapatmak iste­ di. Bu vaziyetten ulema ve meşayih şi­ kâyetçi olup ertesi haita şeyhülislâma gidip : «— Padişah hazretleri niçin cumaya ve duaya gelmez? Yedekçilikteıı bozma bir sarhoş sefihi (Receb Paşa’yı kasdediyorlar) kaymakam edip, devleti sipa­ riş etmiş; kendi havây-ı nefsine tâbi avında ve kuşunda. Vilâyetlerin harap ol­ duğuna bakmayıp umur-ı müslimini gör­ mez oldu, işte din ve devlet de bu hal­ lere girdi. Eğer padişah ise şikârdan fa­ riğ olup gelip tahtında otursun ve iba­ dullahın hizmetini görüp sair kimseler gibi dualarda hazır bulunsun. Şikâra git­ tiğine ve duaya gelmediğine rızamız yok­ tur» dediler. Bu şikâyet padişaha nakledilince, bu işte (Silâhdar tarihi C- 2, S: 246) bazı ocak ağalarının da gizlice ulema ile bir­ lik olduğu söylendiğinden korkarak pa­ zartesi günü Valde camime duaya geldi. Padişahın bu durumundan dolayı ken­ disine icap eden şeyler söylenmiyor, m ü­ him makamlarda bulunan kimseler de suçlu görülmeye başlanmıştı. Hattâ bir gün bu yüzden ulema, ocak ihtiyarları ve halktan müteşekkil bir grup camiye giderken şeyhülislâma çatıp ağır sözler sarfettiler. İstanbul’da padişahın aleyhine böy­ le bir hava esmekteyken Bu 1in’in düş­ man eline geçiş haberi geldi. Bu acı ha­ ber karşısında. Fındıklın Mehmed Ağa’nın ifadesine göre, «halk birbirine girdi» padişah Dördüncü Mehmed vaziyeti gö­ rüşmek üzere Şeyhülislâm Ali Efendi’yi Davudpaşa sarayına çağırdı. Şeyhülislâm ise : «— Bizim o tarafa varmamıza ule­ manın, rızası yoktur, emirleri ne ise gön­ dersinler.» Diyerek davete icabet etmedi. Artık emirleri dinlenmeme cesareti gösterile­ cek kadar nüfuzu sarsıldığı anlaşılan pa­ dişah, gerçi Ali Efendi’j i azlederek Aııkaravî Mehmed Efendi yi şeyhülislâm yaptı ama, o da ayni mevzuda padişaha sözler söylemekten geri kalmadı. Yeni şeyhülislâmın biraz yumuşak eda ile yap­ tığı nasihat şöyle idi : «— Padişahım, birkaç gün şikârdan el çekip, ya Yenisaray? veya yalıların birine teşrif buyurun. Şu dedikodu basıl­ sın, yine zevkinizde olun. Şikârdan el çekmeyip burada kaldıkça halkın söy­ lentisi eksik olmaz. Bilhassa serhad ca­ nibi böyle olduğundan bütün halkın kal­ bi kırıktır. Bir yaramaz şey zuhur eder­ se ona uyacak bahaneciler vardır. Son­ ra def’i müşkül olur, dilediklerini ya­ parlar». Şeyhülislâmın nasihati kendisine te­ sir ettiğinden; « Şikârdan feragat ettim, inşallah birkaç güne kadar tersaneye ge­ çerim» dedi. Ve hakikaten 30 eylül 1686 (12 zilkade 1097) da tersane bahçesine nakletti. Cephedeki askerin İstanbul’daki ulcıııa ile padişahın aleyhinde anlaşması Padişahın alâkasızlığından yalnız İs­ tanbul ve Edirne halkı değil, çok uzaklar­ da bulunanlar da şikâyetçi idi. Tabii bu­ na askerler de dahildi. Daha yukarılarda Avusturya cephesi hâdiselerinin sonunda belirtildiği üzere, mağlubiyetlerin verdiği şaşkınlık ve üzüntünün de tesiriyle, ordu efradı ayaklanarak. Sarı Süleyman Paşa­ yı kaçırıp Siyavüş Pa^a'yı onun yerine geçirerek padişahı tahttan indirmek üze­ re İstanbul'a yürüdüler. İşte bu ayaklanmanın ilk günlerinde, yani ordu efradı Varadin’de iken, Siyavü| Paşa kulağaları lisanından Şeyhülislâm Ankaravi Mehmed Efeııdi’ye gizlice bir mektup ( Silâhdar tarihi C : 2, S : 281 ) gönderdi. Bu mektubunda: « Din ve iman, ırz ve namus gidip düşmanlar arasında bednam olduk. Madem ki bu padişah tahttadır, askerde gönül birliği olmayıp bir iş vücut bulmaz. Umumun arzusu ile cümlenin Önüne düşüp şer’ ile davamızı görmeğe İstanbul’a azimetten maksat, ancak padişahın hal’ine ve ortanca bira­ 2188
deri Şehzade Süleyman Han’ın cülusun, ittifak olunm uştur» diyordu. Şeyhülis­ lâm Mehmed Efendi, gizlice ulemayı da­ vet edip mektubu kendilerine okuyarak fikirlerini sordu. Neticede : « Bu padişah­ tan biz de emin değiliz. Ulemayı ayak altına alıp bir alay nâmakul adamları ileri çekip cevr ve cefası hadden aşıp, zapt-u rapttan kaldı ve hâvâsma tâbi olup şer’i şeriften çıkıp nasihat kabul et­ mez oldu. Bunun hal’i bizim de muradım ızd ır; lâkin, bu erazil İstanbul’a gel­ diklerinde bir alay ümmet-i Muhammedin ehl-i âyâlin çekmeyip, mallarına ta­ arruz etmeyip, kendi ırzlariyle mukayyed olacaklarına cümle kul ağaları kefil olurlar ise, biz de onlara yardım edip her hallerine müsaade ederiz» cevabı ya­ zıldı. Ulemanın cevabı gelince askerler n i­ yetlerinin sadece padişahı tahttan indir­ mek olduğunu, kötü bir iş yapmıyacaklarını tekrarladılar ama, İstanbul’a doğ­ ru yol alınca bu vaadin sözde kalacağı anlaşılıyordu. Zira, Niş’e gelindiği sıra­ da kul taifesi defterdar, birinci ve ikin­ ci tezkerecilerle defter emininin çadır­ larına hücum ederek kendilerini öldür­ düler. orduyu geri çevirebilmek için çırpınması Avcı lâkabı ile anılan Dördüncü Mehmed'iıı yaşlılık halini tasvir eden bu re­ sim batıh. ressamlar tarafından yapıl­ mıştır Ordunun Belgrad’dan harekete geçi­ şinden sonra Dördüncü Mehmed’in heye­ canı her gün biraz daha arttı. İşin pek ciddi tutulduğu görülüyordu. Kendisine cephe alan muazzam bir kuvvet olan or­ du idi. Onu durdurabilecek daha üstün bir kuvvet mevcut değildi. Böyle olduğu halde tahtında kalabilmek için çırpın­ maktan geri durmadı. Bazı kimseleri idam ettirmek, bazılarına ricada bulun­ mak, bir hükümdar sıfatıyle hatt-ı h ü ­ mâyûn göndermek suretiyle askeri yo­ lundan çevirmeye çalıştı. Evvelâ Sarı Süleyman Faşa ile Sadaret kaymakamı Receb Paşa'nm hapsedilmelerini emretti (7 ekim 1683) . Receb Paşa kaçarak kısa bir müddet için saklanmaya muvaffak olduysa da Süleyman Paşa yakalanıp bo­ ğuldu. Padişah, boğaz muhafızı iken sa­ daret kaymakamlığına tayin ettiği Köprülü-zâde Fazıl Mustafa Paşa’yı acele İs- tanbul’a çağırttı. Kendisi ile görüşmesin­ de. hem gönlünü alır, hem mühim iş is­ ter şekilde ona şöyle hıtab ediyordu : « Sana ettiğim cevirlere rağmen me­ mur olduğun hizmette kusur etmedin; berhüdar ol- Baban ve kardeşinin sada­ retinde rahat olmuştum, sen dahi şu alevlenmiş ateşin itfasına çare görmek gereksin » , San Süleyman Paşayı boğduran Dördüncü Mehmed, asker üzerinde tesir yaratacağını zannederek bir hatt-ı hüm â­ yunla birlikte onun başını orduya gön­ derdi. Bu hattında : «— Bu hattı şerifim her ne mahalde vâsıl olur ise, orada kışlayınız. Matlubu­ nuz üzere beş kist ulufe ve isimlerini deftere kazaca kİ arınızdan yakalananlar diri olarak veya başlan size yollanacak­ tır; ciğer köşem Mustafa’yı dahi istese- Padişahın 2189
Dördüncü Mehmed zamanındaki veziriazamlar (İlâve: 134) ★ sofi m ehm ed her dediğini yapmaya mecbur kaldı. BÖylece, üç sene kadar devam eden ocak a« a la rm ın le g a llü b ü faslı a çılm ış oldu. N ihayet ocak aö aU rı iie arası acılan Sof u Mehmed Pasa, ocak a ğ a la rı ile b ü y ü k valide K ösem S u lta n 'ın işb irliğ i etm eleri neticesinde sadaretten azil ile M alk ara’­ ya sü rg ü n edildi. A zlinden b ir ay Sonra yeni Sadrıâzam K a ra M urad Paşa M a l­ kara'y a a d a m la rın ı göndererek Sofu M eh­ med P aşa’ yı bozdurdu. paşa S ultan İb rah im in bal'inde n b ir gün ttncfc sadrıâzam olan Sofu Mehmed P aşa­ nın memleket, ve aslına dair b ir m a lû ­ m ata rastlanm az. K â tib Çelebi «Fezleke» isim li eserinde, onun, k ap ıkulu süvarisi İken meşhur defterdar Bakî P a ş a y a in ­ tisap etiifiln i. Baki P aşa’ nın ölümümden sonra daha bazı hikm etlerde istihdam olu n d u g un u , 1628 de yeniçeri a&ası H a lil Paşa, A b aza'nın yerine E rzurum valisi olunca. B ak i Paşa kethüdası mevlevî Mehmed Afiaya da yeniçeri a g a lıâ ı ve* r ild ig in l yazar. M evleviliğinden dolayı «Solu» diye atulan Mehmed A ğa bu va­ zifede uzun m ü ddet k alm n m ı?, yeniçeri am alığından azledilince A ydın \e Sarufran rnuhassılı. m üteakiben K astam onu san­ cak beyliği etm iştir. K emankeş K ara M ustafa P aşa'n ın sadareti sırasında başdefterdar olarak g örd üğüm ü z Sofu M eh ­ med Paşa, K em an keş’in para ıslah atın ­ da hikmet eylem işti1". Bu vazifeden az­ ledilince bir m ü d d e t Y eni kapı Mevlevîhanesinde mevlevî dervişleriyle v akit ge­ çirm iştir. M üverrih N aim â. Sofu M ehm ed Paiç in , K â tib Çelebi ve Sarîhülmeııarüâde nin aleyhte, Vecihi ve Karacelebi-zâde n in lehte m ü tale a îarın a dair örnekler verdikten sonra, kendisi sarih bir hükm e varam ıy arsk, m ezkur m ü e llifle rin leh ve aleyhteki m ü ta le a la n n d a şahsî m enfaat ve k ü sk ün lü k le rin tesir etmiş olabileceği­ ne işaret etm ekle y etinir. Sofu M ehm ed Pasa Yen i k a m civarında bîr cam i. Ayasofya ta ra fın d a cam ı ve NalIımeSCid’de bîr medrese inşa ettirm işti. KARA MURAD 1*ASA Aslen A rn a v u t lu . B irin ci Ahmed za­ m a nınd a yeniçeri oe3«m a dahi« oim uş (S ilâ h d a r tarih i C : 1. S: 19) ve ocak İçinde za m anla sivrilerek odabaşı, Çor­ bacı. yayabaşı olm uştur. Ocak dah ilinde b u lu n d u ğ u bfîlük sam suncu (seksoncu) b o lü g ü d ü 1. D ördün cü M u ra d 'in B ağdad fethini mütirakip za£ a rcı basıl ıkla B a£dad m uhafazasında kalan M urad A «a bilâhara İsta n b u l'a selm iş, 1645 y ılın d a kul kethüdası o lm u ş ve vezir Y usuf Paşa ile birlik te G irit e g itm iştir. G ipi t seferine k atılan yeniçerilere kurnanda eden M u ­ rad A ğa H a ny a fethi sırasında sekbanbası o la n M urad Asa yîne G ir if t e k al­ m ış, 1648 de sekbanbaşılıktan azledilince İstanbul'a dö n m ü ştü r. S ultan İb r a h im ’ in hal i ile neticele­ nen, ocaklı ve u lem anın ay aklan m ası sı­ rasında b u n lar tarafından sadrıâzam lıfra getirilen Sofu Mehmed Pasa, D ördün cü M ehm ed in p ad işah lığın ın onuncu g ünü S u lıa n İb r a h im 'in öldürülm esini tem in eden heyet a"asm da b izzat bulu n m u ştur. Ç ok b u h ra n lı bir devrede sadrıâzam olan Solu M ehm ed Paşa dokuz bu çu k ay sad rıâzam lık ' etm iştir. Sadrıâzam lıftı sı­ rasında bazı tasarruf tedbirlerinde b u lu ­ nan Sofu Mehmed Paşa,, ocaklılar Saye­ sinde bu m akam a getdi&l için, bir taraf­ ta n onları gücendl'Tttemek, öte y andan devlet işlerine usulsüz m üdahalelerini ön­ lemek m evkiinde idi. K apıku lu süvari ocagı lehinde bazı icraatta bulunduysa da onlar ta ra fın d a n lâ y ık ı veçhile h üsn ü k a ­ b u l görm edi. S ip ah iler ve acemi o ğ la n ­ la rı S u ltan ah m ed m eydanında to planarak b ir fesat hareketinde b u lu n d ular. Sofu M ehm ed Paşa bu hareketi yeniçeri oca­ ğ ın a istinat suretiyle defetti ama* h â d i­ senin bastırılm asın dan sonra ocak lının Sofu M ehm ed P aşanın sadrıâzam lıgı sılas ın d a yeniçeri ağası olan K a ra M u­ rad A °â , ocak a ia la r m tia n K ara Çavuş, Koca M u s lih îd d in ile b irlik te Kösem S u l­ ta n İle anlaşınca Mehmed Paşa s a d r a ­ za m lık ta n d ü şü rü lm ü ş. K a ra M urad b ir ­ denbire yeniçeri ağ a lığ ın d a n sadrıâzamlı&a y ük seli vermiş tir (21 m a yıs 3619). 2190
Kara M uraıl P aşanın bir seneden biraz fazLa süren bu ilk s a d n â z a ın lığ ı ı>eak a¿aları tc ş a llü b ü n ü n h ü k ü m fe rm a oldufiu devirdir. Devlet idaresine hükm eden ocak a* ¿ a la n bttahara ikiye ay n tm ış. M urad P a ­ ganın K a sem S u ltan Tarantıdan tutulmasına m uk abil. K ara Çavuş ve Koca Muslih id d in A ğ a la r T urhan S u lîa n ta r a fın ­ dan tu tu lm u ş, neticede İkin cilerin n ü fu ­ su ü stün geldiğinden M urad Pasa istifa etm ek suretiyle için içinden sayrılm ıştır. Sadaretlen ay rıld ık ta n son”a B u d in va­ lisi olan K a ra M urad Paşa bu vazifede üç sene kalmış* B u d ln den a^tedileretî İs­ ta n b u l a gelince 1654 senesi aralık a y ın ­ da kaptan-ı derya olm u ştu r. S ık ışık bir devrede M urad P aşanın kaptan-ı derya­ lı t?ı başarılı geçm iştir. İlıtir P açanın sadrıâzam lıfiı sırasın­ da yeniçeri crca£ı aS alarım tah rik sure­ liy le m eydana g e lird i* ! b it ay aklanm a neticesi ik in c i deia m ü h r ü h u m â y u n a sa­ hili olan K ara M u rad Paça, bu defaki sadaretinde muafrl] askerlerin m ik tarın ı artırm ası sebebiyle devlet hâzinesini alt üst etti. Sonunda ne y apa cağını şaşırıp istifa sorunda k aldı (ağustos 1655). K a ­ ra M urad P aşanm İkinci sadareti S9 gün sürdü. İkinci sadaretinden a y rılın c a k en­ di talebi veçhile Saırt valiliğine tay in edildi. Bu son vazifesine giderken yolda hum m aya tu tu ld u . Hama\va geldiAi za­ m a n d-ıha ile ri gîdem iyerek bu rada öldüM ezarı H am a 'd a d ır. K ara M urad Pasa C E S u r, vakur ve kurnazdı. L â k in bilgisi kifayetsizdi. K a ­ rış ık b ir devimde ik i defa sadaret m a k a­ m ını İşgal etm iş olan; bu adam ın d a y a n ­ d ığ ı kuvvet zekâ, cesaret ve hayat tec­ rübesinden başka b îr şey değildi, M E L E K AH M ED • i ı P A ŞA S llâh dar ve N aim â ta rihlerin e göre; Melek Ahmed Paşa aslen A baza'dır. Naim â ta rih in d e ; M elek A h m e d ’in, sancak ve beylerbeyliklerinde b u lu n m u ş olan Can M irza Paşa tarafın d an Abaza diyarın dan çalın ıp saraya sa tıld ığ ı; S ü âh d a r ta r ih in ­ de ise; Melek Ahm ed in babasının deniz üm erasından Pervane kaptan, annesinin bir Abaza cariye olduğu ve T ophane'de Darüssaadc ağası M ustafa A ga ta ra fın ­ dan G alatasarayı'na yerle ştirildiği yazı­ lıdır. B una m uk ab il E vliy a Ç e ic b id e ise: onun, Tophane de babasıntn evinde d ü n ­ yaya geldigi, bilahara Abaza çocukla“iyle birlik te b üy ü d ü ğ ü v e . nih ay et bizzat 219] babasının Ahaa» m em leketine üi=iip ok­ lu n u İsta nb u l'a getirerek padişaha ta k ­ dim e n iğ i. B irin ci S u lîa n A h m e d ln de bu çocufta Melek Ahm ed ism in i verdl.it kayde dilm iştir. UüluAa e rd iğ i s ı a lır d a saraya a lın ­ d ılı a n l a ş ı l a n .- elek Ahm ed T opkapı sarai m i5.;ı evvelâ b üy ü k odaya, sonra ha­ zine ve nihayet lıasodaya geçm iştir. D ö r­ düncü M urad zam anında s lâ h d a r iken vc2a"£tlc- D iyfirbekir vaEîlîgi v erilm iştir İki sene sonra İsta n b u l’a gelen Melek A hm ed Paça daha sonra E rzu ru m , Sam ve H aleb valilik lerin de b u lu n m u ş ­ tu r. 1650 senesinde İsta n b u l'd a kubbe vez i ıi iken E aödad v a liliği verilip h ük üm e t merkebinden uzaklaştı?ılm a k islenm iş. M e­ lek A hm ed Paşa Ü sk üdar’a g eçtiği sırada M urad Paşanın istifası vuku bulduğu nd aıı kendisi ça ğrılara k m ü h r ü h ü m â ­ yun (eslim edilm iştir. E vliya Çelebi, kendisini koruyan M e­ lek A hm ed Pa?a‘y ı bir h a y li medhetm ekle beraber onun s a d râ z a m la r ı muv affakiyet’i geçm em iştir. B ozuk ayarlı akçe çıkarm ası yüzünden h u - esnaf ayaklanm ası vuku b u lm u ş neticede sad­ r a z a m lık ta n azledilerek Silistre v a lilis i­ ne gönd erilm işti". Silistre v a liliğ inde n sonra İsta n b u l'a dön üp kubbenişin olan Melek Ahm ed P a ş a y ij sa d n â z a m D e n iş Mehmed Paşa ya feic isabet e ttiği za­ m a n te k 'a r sadarete getirm ek istlyenler görülm üşse de nih ay et İbşir P aşa bü m akam a davet edilm iştir. İbşir Paşa Ana d o lu 'd a ü gelinceye kadar Melek Ahıned P ara sadaret k a y m a k a m iıfı y ap ­ m ıştır. Ib şir Paşa İ s ta n b u la gelince Melek Ahmed P aşa'yı evvelâ Vatı v aliliğine tâ ­ y in etm iş, sonra b u n dan vazgeçerek M alk ara'ya sürd ü rm ü ş tü r. 1658 senesin­ de Bosna valiliğine gönderilm iş olan M e­ lek Ahm ed Paşa ertesi sene hasları İle tekaüt erili İnce İsta n b u l'a d ö n üp Ayasofya civarındaki sarayında o tu rm u ştu r. D örd ün cü Murad'an k ızı K aya S u lt a n in zevci olan Melek A hm ed Paşa 1 eylül 1662 de ö lm ü ştü r. V efatında altm ış y a ­ şında b u lu n a n Melek A hm ed Para. Ey u b ’da y a lı h a m am ı o iv ir ın d a defnedilm Iştır. S ilâh d a r tarihin de, h a lim selim. dosra. dindar ve nazik diye tan-tılan M e­ lek Ahm ed Paşa nın, bazı hâdiselerin tet­ k ikinden çabuk sinirlenen bir kim se o l­ duğu da anlaşılm aktadır'. O sm anlI ta r ih ­ lerinin k a y ıtla rın a göre; arz günlerinde p adişah ların kabulleri sırasında sadrıâ-
K abri Dı\ unyolu'nda E ski Ali Paşa ca­ m i i haziresındedlr. S ilah dar f ın d ı k lı k M ehm ed Aga. Si­ yavüş Paşa için halim selim tab ia tlı, ak ıllı, Celebi meşrep, m elek h uylu, h üsn ü m uam ele sahibi ve cöm ert diye ta n ıtır, Şarîhülmenar-ziide ise, o nu g u ru rlu , garazkâr ve paraya d ü şk ü n bir adam ola­ rak kaydeder. M üverrih N a im â iseı sadr¿ázam h £in h a k k ın d a n gelen tedb irli bîr adam demekle beraber, g u ru rlu lu k ve ga­ ra zk â rlığ ın a birkaç yerde işaretten de seri kalm az. zam ların h ü k u m d a n n k ır ç lın d a k i kırın «] kadifeli sedire o turm aları usulden îken Melek A lım ed Paşa Îazla h ürm et gösterip buraya oturm am ış, ondan son­ ra da sadrıazam larm h uzurda ayakta kalm aları usûl vc kanun haîine gelm iş­ ti i\ S lV A V f S PASA Aslen A bazadır. Meşhur C elâli A ba­ za M ehm ed Paşa nın hazinedarı iken on u n id am ın d an sonra D ördüncü M urad ta ra fın d a n saraya a lın ıp seferli odası ef­ rad ın a ilhak edilm iştir. S ılâh d ar FmdıkI ılı Mehmed A 5 anm «âfitab m isal güzel­ likte bi-nazir idi» dedî£i Siyavüş’ ün sa­ raya alın m asın da bu güzelliği rol oyna­ m ıştı. yine a y n i m üevrrilıin kaydettiğine nazaran, b ir g ün padişahm . h uzurunda yaya c irid i oynarken S u ltan M u rad'ın nazarı d ik k a tin i celbedip iltifa tın a m aahar olm uş ve h ü k ü m d a rın iradesiyle hasoday a a lın m ıştır. B a id a d feth ini m üteakip o rdu Imam-ı âzam türbesi civarına gel­ d iğ i zam an, Melek A h m e d in D iy arbek ir v a liliğ in e tây in edilmesiyle acılan silil hdarlıga tây in edilm iştir. S u ltan İb ra h im 'in cülusunda d a kubbe veziri olm uştur. 164Û tarihin de D eli H üseyin P a ş a n ın yerine k a p ta n ı derya tây in edilen Siy.avüş P a ­ şa. Azak kalesinin k azaklardan istird a d ı­ n a m e m u r olmuşsa da b u işte m uvaffa­ kiyet sa¿U yam adıgıtıdan İstanbula d ön üş­ te azlalunm uştur. B u nd an b ir sene son­ ra y an i ¿643 te E rzuru m , 164? de D i­ yarbekir valisi olm uştur, D iyarbekir va­ liliğ in d e n azledilince İsta n b u l’ a gelen Siya* üç Paşa b ir m üddet kubbe vezirliğin.' de istihdam edilmiş ve nihayet 21 -aiiusİüs 1651 de sadrıâzam lıga getirilm iştir, Siyavüş P aşa’n ın ik i bucuk ay gibi kısa bir m ü d d e t devam eden bu ilk şa­ da eıî esnasında ik i m ü h im M d îs o cere­ yan etm iştir. B unlardan birisi B ü y ü k Valide Kösem S u ita n in öldürülm esi, İk in ­ cisi de ocak a S alarının teeallübüne son ve' ilmesidir* G € It f Ü ı i i >IE H H M D P AŞA G ü vcü M ehm ed Paşa, U cüneü M urad ve ü ç ü n c ü Mehmed devirlerinde beş defa sad rıâzam lık etm iş o lan Koca S inan Paşa n ın kölesi iken (S ilâh d a r ta llıî C: l t S: 211) enderuna v erilm iştir. Büfthare cebecibaşı. topcubaşı olm uş, sancak beylig iy le taşra hizm etine çıkm ış. 1035 (M : 1Ö25 - 1626) senesinde ise rütbesi vezirliğe y ükselm iştir, D iyarbek ir ve H aleb valilik lerin de b u lu n d u k ta n sonra 1634 te A nadolu beylerbeyi sıfatiyle Revan sefe­ rine iştirak etm iştir. 1636 da A h ısh a hisarın ın tam i i ile vazifelendirilen G ürcü Mehmed Paşa ertesi sene E rzu ru m , 1638 de M araş valisi olm uş ve bü vazifedey­ ken E agdad seferinde bu lu n m u ştu r. Bağ* dad m istird a d ın d an sonra ik*tıci defa Anadol'jı. valisi tâ y in o lu na n Gilrcti M eh­ med Paşa 1643 y ılın d a merkezde kubbe veziri iken Nasuh Paşa-oĞhî üzerine ser* d a rlık la vazifelendirildi. B u n u n arkasın­ dan Sam valisi ve ik in c i deta kubbe ve­ ziri oldu. 1651 y ılın d a ise. Siyavüş Paşa ilk sadaretinden azledilince kendisine m ü h r ü h ü m â y u n teslim edildi. G ürcü M ehm ed Paşa sfcdrıûzamligin uhdesinden gelecek k ıra tta b ir kimse de­ lild i. S iyavüş Paşa azledilince valide k et­ hüdası M im ar K asım A ğ a G ürcü M eh­ m ed P a ş a n ın ebleh bir adam oldu ğu n u söylediyse de T u rh a n S u lta n buna r a ğ ­ men onu s a d n â z a m y apm a k tan geri k a l­ m adı. M a am a f İh, çok geçme len Mehmed Paşa nın acizliğine şahit olan T urhan S ulta n , bu âciz adam ın birer bahane ile kuvvetli şahsiyetleri azil ve nefyettirm e­ me b a şla dığını görünce m ü h r ü htım&yunu cerî aldı. Sadaretten azledilince îk î ay kadar Y'edikule’de hap is yatan G ürcü Mehmed Paşa daha son^a O h ri sancak beyliğine gönderildi. 165G m a rtın d a vezaretî iade edilm ek suretiyle K ıbrıs valilisin e gön- Sadaretten azlini m ü te a k ip harem aS aları Siyavüş Paşa y ı öldürtm ek iste­ mişlerse de Valide T urhan S u lta n razı olm adığından M alk ara'ya sürgünle iktifa olunm uş, kısa bir m ü d d e t sonra d a Si­ lis i re valiliğine tây in edilmiştir* M eşhur O n a r vak'ası (V ak ’a-i v^kvaklye) üzeri­ ne ikinci defa veziriazam y apılan Siya­ vüş Paşa’n ın bu defaki s a d n âza m lıâı da tây in in d e n elli g ün sonra hum m adan vefatı dolayısiyîe yine kısa sürm üştür. 2192 |
derildi ve bu vazifedeyken tOTG (M : 1659 1660) y ılın d a öldü. İsm ail H a k k ı Uzunçarşılı* «.OsmanlI tarihi» isim li eserinin üçüncü c ildinin ik in c i k ısm ında (S : 404) G ürcü M ehm ed Paşa nın B udin valisi iken 1665 te ö ld ü ğ ü n ü söylerse de b u doğru de«ildir. Z ira, ekim 1664 tfcn m ayıs 1666 ya. kadar Bu din v a liliği y apıp orada ölen G ürcü Mehmed Paça, Sigetvar muhafız* lığın dan H aleb v aliliğine, bu vazifeden de B üdin v aliliğin e tâ y in edilm iş olup, evvelce sa d n â z a m lık e tm iî bu lun an Gür* Cü Mehmed Pasa (S ilâh d a r tarih i C : 1* S: 3a. 183. 333, 362, 3?3, 396) dan ay rı bir şahsiyettir. M üverrih S ilâh dar F ın d ık lıîı Mehmed A ¿a* G ü rc ü Mehmed Paşa ö ld ü ğ ü zam iri 103, Ha m m er (C: 11, S: 55) ise. 11Û ya­ şında olduğunu söyler. T A R H O yCt- AHM KD tilm iş ve k aym aka m lık değil de bilâkis m ü h ü " teslim edilerek sadrıâzam y a p ıl­ m ıştır (1652). T arhoncu Ahm ed P aşa dokuz ay süren sadriâzam ltAı sı asında, hiç b ir te­ sire k a p ılm adan tam bir d ü rü stlü k le ha­ reket elm iş, ölüm tehlikesini b ild iğ i hal de kat'lyy en d o ğru lu k tan şaşm am ıştır. Rüşvet ve irtik â b ı önlem ek ivin gayret­ ler sarfederken, m asrafları kısm ak suretiyle nazine a ç ığ ın ı k apatm ak istem iştir, O sm anlı tarihin de bütçe lâyihası He de meşhur olan Tarhoncu A hm ed Paşa e¿ilm ez d ü rü s tlü ğ ü n ü n k urb anı halinde boynunu cellâd kemendine k a p tırm ıştır (2C m a rt 16.53). K a tle d ild iğ i zam an altm ış üç yaşın­ da olduAu söylenen Tarhoncu A hm ed Pa­ şayı. zam anının m ü verrihleri, d o ğ ru lu ­ ğu n d a n başka m ü m in , m u tek id, mütevazı vc haluk diye de tavsif ederler. PAŞA Aslen A rn avut'tur. E nderundan yetişm Eş olup, Musa Paşa s ilâh d a rlıb ta n M ı­ sır valiliğiyle taşra ftizm eline çıkarken bu d,a k ap ık u lu süv ariliği ile enderundan ayrılm ış ve nihayet M usa P ass'y a k e th ü­ da o lm u ştur. Bu sırada M usa Fasa ket* hüdası Sarı A hm ed A âa (X aim â tarih i C : 5, S . 2S4*50Û) dîye şöhret bulmuştu**, Musa P a ş a d a n sonra Hezarpsre Ahmed Paşa-ya kethüdaltk etm iş, 1648 senesin­ deki S u ltan ah m ed v ak ’asında. Şeyhülislam A b dürrah im E fendi ile dostlumu sayesin­ de ölüm den k u rtulm u ştu r. Daha sonra D iyarbekir v aliliğine tâ y in edilm iş, bu vazifeden azlinde hacca gitm iş, hacdan dönerken M ısır valiliğine g önd erilm iştir i Ocak 1649). A hm ed Pasa M ısır’a g ittiğ i zam an bura h alk ın ı, biri em irülhac R ıdvan Beyi, difteride Çerce h âk im i A li Beyi tu* tan iki züm re halinde buldu. R ıdvan Bey, otuz senedenberi e m irü lh a c h k e tti­ ğinden son zam anlarda n ü fu z u v alileri gölgede b ıra k ır vaziyete y ükselm işti. T&rhoncu A hm ed Paşa M ıs ır'a gelince, R ıd ­ van B e jin n ü fu zu n u k ırm aya çalışm ış, bunda da epeyce m u v affak olmuştur* Tarhoncu Ahm ed P aşa 1651 y ılı ba­ şında M ıs ır v aliliğ in d e n azledilince İstan­ b u l’a gelm işti. Bu sırada sadrıâzam b u lu ­ nan G ürcü Mehmed Pasa, T arboncu'yu kendisine rakip gömdüğünden Y an y a san­ cak beyliğiyle merkezden uzaklaştırm ak istemiş, fakat Anadolu kazaskeri Hoca-zûde Mesud E fe n d i'n in valide sultan nez­ ri indeki teşebbüsü neticesi sadaret kay­ m a kam ı yapılm ak üzere İsta nbu l’a getir­ D E R V İŞ j M E H 3 IE D PAŞA Aslen Çe-kestir. T abanıyassı Mehmed P a ş a n ın kethüdası iken (N alm â tarih i C: 6, S: 22-29) Şam valiliğine tâ y in (136) olunm uş. S ultan D ördün cü M u ra d ’ın BaAdad seferine ç ık tığ ı sırada da Diyarbeki~ caliliğine n a k le d ilm iştir. B a ğ d a d 'm istird ad ın ı m ü teak ip İra n lIla rla K asr: Şi­ rin m uahedesini akteden S adrıâzam K e­ mankeş K iira M ustafa Paşa, Derviş Meh­ med P aşa'ya vezaret tevcih ederek Bagdad eyâletini verm işti“. B ir ka<i sene B ağdad da kalan Derviş Mehmed Paşa claha sonra A nadolu, K aleb, Bosna ve Siilstre valiliklerinde bu lu n m u ş. 1652 ekim inde de kaptan ı derya olm u ştu r. Naim â ’n ın ifadesine nazaran, T arhoncu Ahıv.ed Paşa n ın devrilip katledilmesinde,, zengin bl? şahsiyet olan Derviş Mehmed P ara nın etrafa d a ğ ıttığ ı paralar da rol oynam ış ve nih ay et onun yerine sadrıâzarn. nasbedllm iştir, Sadrıâzam o lduğu sırada y etm iş yaş­ larında bulunan Derviş M ehm ed Paşa, huyu ve tecrübesi icabı kurnaz davranm ıya. hem saray hem de dışa rıy ı m üte­ madiyen k o llam ıştır. S ad rıâzam b g ı b ir buçuk y ıl süren D e n iş M ehm ed Paşa felç isabetiyle y atağa düşünce mühr-ü h ü m ây u n Ib ş ir P asa’ya gönderilm iştir. B irkaç ay sonra ölen (ocak Î655) Derviş Mehmed Paşa D ivan yolu’ ndaki E ski Ali Paşa cam ii haairesıne defnedlim îştir. N a im â 'm n m ufassal şekilde verdiği bilgiye cöre Derviş Mehmed Paşa B agdad valiligindeyken geniş ça p ta ticaret yap* 2133
öldürülebilm esi İçin b ir lu za k zanneden İb sir Pasa 20 bin k işilik bir çapulcu ta ­ k ım ım arkasına ta k a rak İsta n b u l'a gel­ miştir. îb ş ir Paşanın sa d rıâ z a m lıâ ı a ltı ay­ dan ibaret olup, b u n u n y a rıd a n fazlası A n ad o lu ’da iken g eçm iştir. N ihayet K ara M urad P aşanın tah rik i ile çık a n bir as­ keri ay aklan m a neticesi sadaretten azle­ dilerek ö ld ü rü lm ü ş ve Ç ar$ık ap ı'da K e­ mankeş K a ra M ustafa Pasa türbesinin h a?îd n c g ö m ü lm ü ş tü r. M üverrih S iiâ h d a r F m d ık lılı Mehmed A5a. onu halim , selim, d ind a r, doğru* âdil, devlet m a lın ı m uhafazaya çalışır, zamane cezirlerinin başta geleni diye tavsif edemse de. b u n u nla ilg ili v u ku a t İn ­ celenince S ilâ h d a rm m ütaleasınm isabeili o lm adığı görülür. m istir. H in d istan , İra n ve Civar vilâyet­ lere adam lar gönderip eşya getirtip sat­ tır m ış ; bazı kimselerle anlaşarak b atak ­ lık ları k u ru tu p ek tirm iş; Ir a n aşiretle­ rin den ucuz k oyun a)ıp tüccara devret­ m iş; B a fid a d d a y a p tırd ığ ı fırın la rd a ek­ m ek p işirttirip sa ttırm ıştır. B u surette onun eyâletinde her şey bolca bulun* m a k la beraber o da b u n lard an hayli k âr tem in edip servet b irik tirm iştir. K a la ­ balık m aiyetine gayet İyi bakan Derviş M ehm ed Paşa öldlig ü £âm an p ara, m ü ­ cevherat ve eşya olarak pek çök ser­ veti çıkm ış, hepsi de hazine n am ın a zapt edilm iştir. ÎB S İR M U ST A FA PAŞA Îbşir M ustafa Paşa, kuvvetli b ir Ce­ lâ li iken bilâhare a ffe d ilip D ördün cü M u ­ rad sn rnukarribi olan m eşhur Abaza Mehmed Pasa s ın am casının o ğludu r. Abaza M ehm ed Paşa katledildikten son­ ra K em ankeş K a ra M ustafa P aşa’ya inti* sab eden Îbşir. d ü rü s tlü ğ ü sebebiyle sa­ raya a lın m ış ve k üçü k m ira h u r (Silâhdar ta r ih i C: ı, S: 18 > olm uştur. BaĞdad zapt edilip de ordu İmam-ı âzam tü r ­ besi civarına d ö n d ü ğ ü zam an küçük mir a h u r tay in edilmiş* birkaç ay sonra da veza ret ile B udin v a liliğ i tevcih edilm iş­ tir (nisan 1639), S t ’ L K V H A N PAŞA Aslen M alatyalI b ir E rm eni dönm e­ sidir. A krabasından olan hapı a£ası İs­ m a il A ia m n y ardım iyle İbrah im p aşa sa­ rayına, yerleştirilm iş, oradan da enderuna alınmsstır. Z am anla hasoda e fradı arası­ na d ah il olm uş, burada terfi ederek tü l­ bent a ğ a lığ ı, rîk â b d a rlık ve nihayet Sut­ tan İb ra h im devrinde s il§ h d a rlı£ a yük* seim iştir. 1644 senesinde kubbe vezîrî ol­ muş,, sonra R u m e li beylerbeyliğine g ö n­ derilm iştir. B ir a ra lık vezirlikle yeniçeri a ğ a lığ ın d a bu lu n an Süleym an Paşa bazı vilâyetlerde v a lilik de etmiş, 1656 sene­ sinde kubbe veziri İken s a d n â 2a m lıâ a ge­ tir ilm iş tir. B u d in ’ de bir sene kalan Îb şir Paşa b ilâh are başka eyâletlerde v a lilik etm iş­ tir. BudEnden sonra Sam v alis i olm uş, 1647 de A nadolu valiliğine tâ y in edildiği sırada hük üm ete kafa tu tan H ayd ar A£azâde M ehm ed Paşa üzerine şevke dilmiş, 1648 de Sivas v a liliğ i verilip V ar var A îi Paşa üzerine serdar o lm uştur. Varvar Ali P a ş a y ı Öldüren îb ş ir P a ş a y a ertesi sene G ü rc ü A b dünn ebi'ye karşı serdarlıfc em ri gönderilm işse de, îb s îr'in Abdünneb i’ye karsı b ir harekâtı görülm em ektedir. 1650 senesinde Sam v aliliğine tayin olunan îb şir Paşa L ü b n a n 'd a D ürzi Ma n^ o k u lların d an E m ir M elbem île mücadele etm iş, 1651 de Sivas v alilis in e nakledile­ rek, o sırada isyan halinde b u lu n a n Abaza H aşan AAaya karsı serdar tayin olu nm u ştu r. Abaza H aşan'ı tenkil yerine o nunla birlesince B ag dad valilisin e g ön­ derilmek; istenm iş, fak at k a b u l etm ediği için nihayet H aleb valiliğine yollanabilmiştlv, Celfilı tabiatlı Îbşir M ustafa Paşa niha yet şeyhülislâm E b u Said E fe n d i’nin tavsiyesiyle sadrıâzam y apılm ıştır. K e n ­ disine mühr-ü h u m ây u n y ollanınca bunu H aiim . selim , aynî zam anda â flz b ir kimse olan Süleym an P aşanm sadrıâzambfii m uvaffakiy etle geçmemiş, sadaretten istifasını takip eden günlerde m eşhur Ç ı­ nar vak ası vuku b u lm u ş tu r. Süleym an Paçs sadaretten a y rıld ık ta n sonra Silistre v alilisine tayin edilm iş, bilâh are ik i defa da İstanbul k a y m a ka m lığı etm iştir. Yaşı lle-ledigi için Ç a n k ırı sancağı a rp a lık ve­ rilip L'sküdgr dâkî k o nağın da ikam etine m üsaade o lu na n S üleym an Pasa (Silâhdar larihi C : 2. S: 264). Ü s k ü d a r d a k i evinde 28 şubat 1687 de Ö lm üştür. Vefatı sırasında yası sekseni aşkın olart Silley^ m ^n Paşa Ü sk ü d a r'd a k i evinin civarına defnedilm istir. Z f lt N A ZK X .MUSTAFA PAŞA N aîm â'ya göre. A rn a v ü t: S ilâ lıd a r tarihine göre, B osnalIdır. H asodadan ka~ pıcıbasılik (S ilâlid a r ta rih i C : 3, S : 107) 2194
ile çıkm ış ve 164S de K üm eli beylerbeyi, 16SÖ <U* de başdeflerciar olm u ştu r. B ir m ü ddet sonra vezaret rütbesi de verilen Zurnazen M ustafa Paşa 165ii senesinde K a ra m a n v a lilisin e gönderilm iş. ayni se­ ne içinde ikinci defa basdelıerılarlıga ge­ tirilm iştir. 1653 de Tam şvar valiliğine ta ­ y in edilm iş. 1655 te kaptan-ı derya ol­ m uştur. Süley m an Pasa sadaretten istifa edince (27 şubat 1656y mühr-ü h ü m ây u n G irit'te k i Deli Hüseyin Paşaya gönderi­ lirk en Z u ^ a z e n de sadaret kaym akam !ı5 m a tayin edilm iştir. F ak at bu günle r­ de no y-,'pıp yapıp sad rıâzam lıg ı elde etç ın a r vak’asına r a s tlıja n sadrıâz a m lığ ı dört veya üc saat kadar devam edebilm iş. Deli Hüseyin Paşaya gelmesi­ ni önliyerek ele geçirm iş o lduğu mühr-ü hum ftyun kendisinden a lın ıp Sİyavuş P a­ şaya verilm işi ir. K a l ı k t a rekor teşkil edecek şekilde­ ki s a d ra z a m lığ ın d a n sonra E rzu ru m va­ lilis in e gönderilm iş ve 1657 ocak ayında orada ölmv:ştür«j M üverrih N a in ıâ 'n m , defterdarlık la nisbeten m u v a fıa k olduğu­ nu söylediği Zurnazen M ustafa Pasa ha­ kiki niy etlerini gizleyen h ilekâr bir adam dı. R um eli valisi sıfatiyle eyâleti as­ keriyle birlikte G irit'te b u lu n d u ğ u sırada askeri serdar Deli H üseyin P aşanın aley­ hine kışkırtm ış, serdar ölüm tehlikeleri geçirdiği sırada bu defa ^raya g irip as* keri sükûnete kavuşturm uştur. Bazı kay­ n a k lara göre. Ç ın a r V ak'ası da Zurnazen'in tah rik i yüzünden p atlak verm iştir la saray h izm et ¡ileri araşm a karışm ış, daha sonra da K astam onu sancak beyli­ ğine tayin edilm iştir. Daha sonra bey­ lerbeyliğine terfi ettirilen bo y nu y a ra iı H aleö ve Şam valiliklerinde bulunm uş, 16-19 y ılın d a da Anadolu v aliliğine g eti­ rilm iştir. Bu sene içerisinde A n a d o lu ’da G ürcü A bdünnebi ve K a tırc ıo ^ lu 'n u n ce­ m iyetleri vuku bulm uş, B oynuyaraiı M eh­ med Paşa K attrcı-oğlu'nu tenkile m em ur edilmiş (X a lm â ta r ih i C 4, S . 413, 459). bu işi beceremediği g ib i h a lk a zahm et ettiğine dair Is ta n b u la m ü te a d d it ş ik â ­ yetler y apılm ıştır. B u nu n üzerine A n a­ dolu valilifcînden azledilm iş, o da kendi­ ni m üdafaa için asker toplam aya başla­ m ıştır, Teşebbüsü C elâliliğe yol açm ak üzereyken k ö p r ü lü Mehmed P asa'nıs gizlice yazdığı ikaz m e ktu b u n u alınca İs ta n b u l’a gelip kendisini affettirm istir. j İM) Y X l Y A R A M (B O Y X U E Ğ R İ) M E H M E D PAŞA Sam sun tarafı T ürkm enlerindendlr. G ençliğinde Demir-kazık H a lil Paşa ya intisab ederek ona kethüda olm uştu r. Iran seferlerinden birinde boynuna bir zehirli k ılıç (S ilâh d ar ta r ih i C : 1, S ; 410) isabet ederek yaralanm ış ve boy­ n u n d ak i yara otuz seneyi mütecaviz bir zam an iy i olm am ıştır. H er gün beş defa yarasının sargılarını değiştiren Mehmed Paşa bundan dciayı «Boyn uyaralı» veya yabasından ö tü r ü boynunu eğri tu ttu ğ u n ­ dan ¿Boynueğria lâk ab ı ile anılm ıştır. E fendisi Demir-kazık H alil Pasa kat­ ledilince D ördün cü M u rad 'ın silâhdarı M ustafa P aşa'ya intisab ile ona k eth ü­ da o lm uştur. Padişah tarafın d an çok se­ vilen M ustafa P aşa'nın kethüdası olm ak onun h ayli İşine yaram ış ve bu suretle kolaylıkla göze çarparak yükselm ek im ­ k â n ın ı b ulm u ştur. N itek im çavuşbaşılık­ 219". A ffın ı m üteak ip kubbe vezirliğinde alıkonan B oynueğri Mehmed Paşa, 1657 senesinde hüküm ete karşı gelen îb ş ir P a ­ şa ile Abaza H asan ’a nasihatçı Olarak A n adolu’ya gönderilm iş, bu işte m u v af­ fakiyet saklayınca Ş am v a l i s i o lm a k is­ tem iştir. K endisi A n ado lu ’y a y o lla nd ığı s.rada sadrıâzam bulunan Siyavüş Paşa (N aim â tarihi C : 5. S: 172) kendisine ik ra m gayesiyle D iy a r bekir v a liliğ in i ver­ mişse de kabul etmemiş, bu yüzden Si­ ya vüş ten sonraki veziriâzam G ürcü M eh ­ m ed Paşa tarafından en nihayet s ü rg ün şeklinde K a n ije valiliğine y o lla nm ıştır, Şam valisi b u lu n d u ğ u sırada kendi­ sine nıühr-ü h ü m â y u n gönderilen Boynuegrl Mehmed Paşa ta y in in in üzerinden İki aydan fazla zam an geçtikten sonra İsta n b u l'a gelm iştir. B o y n u y a ra lı'n m sa­ dareti çok bu h ranlı bir devreye ra stla ­ m ıştı ; kendisi aciz içinde kavranıyor, Çanakkale boğazım kapatm ış olan Ve­ nediklilere karsı ne y apa cağını şaşırm ış bulunuyo rdu. Bu sırada, düşm an İsta n­ bul önüne gelirse, yeni zannetsin diye surlart badana ettirmesi B o yn u yaralı'n m aczine emsalsiz bir örnek olarak târih e geçm işti“. M üsbet işlerdeki aczine m u ­ kabil, kesesini doldurm a k ve m evkiinde kalabilm ek hususunda açıkgöz davran­ m aktayken azledilerek mühr-ü huthâyun K ö p rü lü Mehmed P aşa’ya teslim edilm iş­ tir. A zlini m üteakip öld ü rülm e k işle n ­ mişse de y a ş lılığ ın a merham eten id a m ­ dan vazgeçilmiş (N a im â C : 6, S : 2251 bir m ü ddet bostancı başı hapsinde tu tu l­ du k tan, birkaç gün de Y cdik u le’de a lık o ­ n u ld u k tan sonra M a lk a ra ’ya sü rg ün edil­ miş. aradan bir m ü ddet zam an geçtikten
hesi serdarı S arı Süley m an P a?a îstanbtıla celbedilm iştir. H a s ta lığ ın ın yalan oldu& unu bildiren m üverrih S ilâ h d a r F ın d ık lılı M ehm ed Ağa (C: 2, S : 209) bu hususta: *sahte hastalık peyda edip üç ay dışarı ç ık m a d ı: tenhasında cüm le m e l’anetini icra ve padişah ta ra fın d a n adam geldikçe kara y ılan g ib i b ü k lü m b ü k lü m olu p feryad ederdi. B u sırada idare ad am ları fırsat b u lu p zulm e baş­ ladı ve fu k a ra y ı ib a d u lla h İsta nbul'a gelip d ö k ü ld ü . D ivan y o ktu , feryad la r dinmez, işler bitirilm ez, E d irn e ?ehrl şi­ kâyetçiden gezilmez oldu. H asedinden benden gayrı söz söyleyen b u lu n m asın diye kubbe vezirleri şurada dursun, y a­ kın yer lerde olanları bile k om ayıp serhadlerc a ttı» der. sonra da K a n ije v a liliğ in e gönderilm iş­ tir. 1069 (M : 1658 - 1659) y ılın d a tekaüden îstanbuL’a gelen B o y n u y aralı M eh­ med Pasa E y u b 'd a k i y alısınd a İkam et et­ m ekteyken 1665 tem m uzu n da ölm üştür. V efatında, N a im â ’ya göre, yaşı doksanı, S ilâh d ar tarihîne göre sekseni geçm ek­ teymiş. K Ö P B t 'L t M EHMED PAŞA I (123 numaralı müstakil ilâvede) K O P K C L Ü -ZA D R F A Z IL AH M ED PAŞA (131 n u m a ra lı m ü sta k il ilâvede) M E R Z İF O N L U KARA M U ST A FA FA §A (133 num aralı m ü stak il ilâvede) KARA İBRAHİM FAŞA Aslen Türk olup Bayburt köylerin­ den Katırcı Ahmed (Silâhdar tarihî C: ; ! 2, S : 294) adın da b îrin in o ğludu r. Genç­ lik çağın da. C elâli Abaza H aşan ın etra­ fına to p la d ığ ı levend eşkıyasına dahilken bir ara lık İr a n ’a kaçm ış, kendisi için teh lik enin sav u ştu ğu n u kestirince geri d ön m üş ve F ir a r i M u stafa P aşa’n m h iz­ m etine girm iş ve onu n çuhadarı olm uş­ tur. M u s taia P aşa’dan başka daha bazı vezirlerin h izm etind e b u lu n a n K a ra İb ­ ra h im A ga n ih ay e t M erzlfo nlu K ara M us­ tafa P asa’ya intisab ederek onun sada­ ret k ay m a k a m lığ ı sırasında kethüdası o l­ m uştur, E fe nd isi K ara M ustafa Paşa sa­ yesinde evvelâ m ira h u ı olmuş* sonra 1671 de b ü y ü k m in a h h u rlu ğ a y ükselm iş ve n i­ hayet 1676 da ikinci v ezirlik r ik â b ı hum ây u n k a y m ak am ı tayin e d ilm iştir, 1677 de kaptandı deryalık etm iş ve D örd ün cü M ehm ed 1678 de Şehrin seferine çıkıp cephe gerisinde beklerken o da padişa­ h ın m aiyetinde b u lu n m u ştu r. | j K ara İb ra h im Paşa, E dirn e'ye geti­ rilen S a n Süley m an P a ş a 'n ın kendi y eri­ ne geçebileceğinden k o rk tu ğ u n d a n , A vus­ tu rya cephesine serdar y a p m a k sure­ tiyle uza k la ştırm ak istem iş, fak at bu n i­ yeti sezildiginden s a d râzam iık la n azledi­ lerek (İS a ra lık 1685) m ü h r ü h ü m â y û n Sarı Süley m an P aşa'ya teslim edilm iştir. Azlinden sonra tek a ü t edilen K a ra İb ra h im Faşa aradan bir m ü d d e t geçin­ ce hacoa gitm ek istem iş, bu arada m u ­ hafazası için* asker yazm ay a başlam ış (S ilâh da r ta rih i C . 2, S: 27â), muhalifieri bunu b ir isyana h a z ırlık diye tefsir etmeleri üzerine R odos’a s ü rg ü n edilip orada b o ğu lm u ştu r (1687). ö ld ü ğ ü sı­ rada a ltm ış sekiz yaşında o ld u ğ u kayde­ dilen K ara İb ra h im P aşa y ı, m ü verrih Silâh dar, zalim , cebbar, kib irli, hasud, hodbin, ayyaş, zengin, fakat hayırsız d i­ ye tavsif eder. SARI SÜ LEY M A N PAŞA Aslen B o şnak tır. B oşnak Süley m an Paça diye de ta n ınır. Hersek sancağının P irp o l (Prepalye) kasabası h a lk m d a n d ır. D örd ün c ü M ehm ed in sa lta n a tın ın başla­ rın d a T o p k apı sarayındaki helvacılar züm resine d âh il olm u ştu r. P a d iş a h ın m u ­ sahiplerinden dilsiz Tavşan A # a (S ilâ h ­ dar t a lih i C : 2, S: 294) n m hizm etinde bulu n m u ş ve bu zata k e th ü d a lık etmiş­ tir. Büylece zam anla y ükselm ek im k â n ı­ na kavuşarak 1669 da çavuşbaşı, m ü te ­ akiben de F a zıl A hm ed P aşa'ya k e th ü d a olm uştur. 1676 da b üy ük m ira h u r tayin edilm iş, 1648 de ik in c i vezirlikle kubbe altın a a lın m ış tır. K ara İb ra h im F a şa ’n m sad rıâzam l’ gı sırasında L ehistan cephesi se rd arlıs ın a gönderilm iş, o nun hastalığı M erzifonlu K a ra M ustafa Pasa saye­ sinde yükselen ve onun Viyana seferi sı­ rasın da E dirn e'de rik âb ı h u m â y u n kay­ m a k a m ı olarak kalan K ara İb rah im P a ­ şa bozgun hâdisesi vuku bulunca velini­ m e tin in aleyhinde çalışarak k atlin e sebep olm uş ve ondan açılan sad rıâzam h ğa k en­ disi k u ru lm u ştu r, tk i sene süren sadrıâzam lıgı boyunca kendisi harbe gitmiyerek üç cepheye ay rı ayrt serdarlar gön­ derm iştir. Cephelerde işler İyi gitm ediği sırada hastalanm ış, b u n u n üzerine ken­ disine vekâlet etmek üzere L ehistan cep­ 21 iM
f üzerine kendisine vekâlet etm esi için m erkeze getirilm iş, bu arada azledilm e­ siyle de m ü h r ü hümâyun Sarı Süley m an P a ş a y a t esi im edilm iştir. Sarı Süleym an P aşa sa d n â z a m olun­ ca K a ra İb ra h im Paşa gibi merk€2de otu rm ıy a ra k A vusturya cephesindeki o rdu ­ nun başına geçm iştir. F a k a t yenilm eler b irb irîn î takip etm iş. V arad in'd e b u lu n ­ du ğu sırada ordu isyan e ttiğinde n sancağ-ı şerifi alıp Belgrada kaçm ış, oradan da İs ta n b u l’a gelm iş, mühr-ü h ü m ây u n ile saııeağ-ı şerifi sadaret k ay m ak am ın a teslim eyliyerek sak lan m ıştır. L â k in gizlenm esi uzun sürm eyip y akalan m ış ve birkaç g ü n kapıarası hapsinde tu tu ld u k ­ tan sonra bo ğu larak ö ld ü r ü lm ü ş tü r (14 ekim 1687). K a tle d ild iğ i sırada a ltm ış yaşlarında bu lu n an Sa^ı Süleym an Paşa h a lim , se­ lim . ay n i zam anda sinsi ve h ile k âr diye ta n ıtılır, Ü sk üdar'da D o ğan cılar civarın­ da cam i, m ektep ve çeşme y a p tırm ış tır; k ab ri ca m lin in y an ın d ad ır. S ÎY A V t'Ş A vusturya cephesinde vazife görm ek­ teyken 16S5 te Bosna. 1687 de H a le p va­ liliğin e nakledilm iştir. Ö s e k te Ç a ta l k ö p rü muharebesinde ve Ş ikia ş bozgu­ nun da hazır bu lu n an (S iiâ h d a r ta r ih i C: 2, S: 399) Siyavüş Paşa V aradin civarın­ da asker ile anlaşm ış ve neticede asker Serdar S arı Süleym an Pasa aleyhine İs­ y an etm iştir. Serdar kaçınca askerler ta* r a fın d a n sadrıâzam ilâ n olunm uş, ordu ile İsta n b u l'a gelm ekteyken N iş m evki­ inde mühr-ü h u m ây u n kendisine verilm ek suretiyle sadareti resm ileşm iştir. İstan­ bu l'a girm eden önce m ektuplaşm ak sure­ tiyle k a y ın biraderi olan sadaret kay­ m a k a m ı F a z ıl M ustafa Paşa ile a n la ş tı­ ğ ın d an D ördün cü M ehm ed ta h tta n in d i­ rilerek İk in ci Süleym an ta h ta çık a rılm ış­ tır. C ü lu sta n sonra İsta n b u l’a gelmiş, fa­ k at m aiyeti şehirde edebsizlige başla­ m ışlar, o da bu arada zorbabaşı başça­ vuş Fetvacı’y ı öldürünc e askerler a y ak ­ lan ıp sarayına hücum ile k endisini vur­ m u şla rdır. TAŞA Aslen A bazadır. K endisi A baza Siyavüş Paşa dîye de tan ın ır. D örd ün cü M eh m ed’itt son sad rıâzam ı olan SSy&vüS Paşa. K ö p r ü lü M ehm ed P aşa’n m kölesi vc onu n m i'ta h g u lâ m ı idi. K ö p r ü lü 'n ü n zam anınd a gedik li zaim olm uştu. E fe n ­ disi ölünce o ğlu Fazıl Ahm ed P aşa’ya k ap ıcılar ke'h üdası olm uştu. Fazıl A h ­ m ed Paşa n ın U yva", G irit. K am aniço se­ ferlerinde beraberinde butunm uş, 1676 da G a za zo g lu A hm ed Ağa hacca gidince onun yerine vekâleten rik â b ı h ü m ây û n k ap ıcılar k e th ü d a lığ ı etm iştir. E rtesi se­ ne kendisi de haccetmiş, 1678 de k ü çü k m ira h u rlu â a ta y in edilm iş, a y n i sene içinde m î’ a h u rlu k ta n kendisi vazgeçerek K a ra M u stafa P a şa 'n ın Cehrin seferine iştirak etm iştir. 16*1 y ılın d a siiâh d ar a* ğası olmuş* V iyana m u h asarasınd a cebecibaşı olarak vazife g ö rm ü ştü r. 16S4 y ılı başın da sipahiler ağası ta y in edilm iş, ik i ay sonra da vezaretle D ıy a rb e k ir v aliliğ i tevcih edilm iştir. Bu vazife ile A vusturya cephesinde muh-arebeye iştira k etmekteyken, em rind eki üç bin k işi ile B u d in ’in im d a d ın a gidişi ve fevkalâde cesarctle düşm ana hücum da b u lu n u şu m eşhurdur. O devri bizzat yasamış olan m üver­ r ih S iiâh da r F m d ık lılı M ehm ed A ğa. Si­ yavüş P aşa'yı vakur, iri y a p ılı, cesur, a tıc ılık ta usta, d ind ar, safdil ve cahil diye tavsif eder, ö ld ü ğ ü sırada yaşı altm ıçı b u lm u ştu . K a b ri Ü sk ü d a r'd a d ır. B ibliyo g rafya : S iiâ h d a r F ın d ık lılı M ehm ed A ğ a ; S iiâhdar ta rih i 1 ve 2. N a im â; T arih C: 4 ilâ 6, R a ş id ; Tarih-i R aşid Ç : 1 ve 2. H am m er (M .A tâ ); Dev­ letli O sm aniye tarih i C : 11. V ecihi; T a­ rih (H a m idiy e kütüphanesi No. 917). Ab­ di Paşa; V ekaylnâm e (B ağdad k ö şk ü ki­ ta p lığ ı N o: 217). A hm ed R e f ik ; F e lâke t seneleri. Defterdar S arı M ehm ed P aşa ; Zübdetü'l-vekayi (E sat E te nd i k ü tü p . No; 23S2), İb ra h im H iln û T a n ış ık ; İsta n b u l çeşmeleri. Osman-zâde T aib : Hadikat-ülv üzer a. A yvansaraylı H ü se y in ; Hadikatül-cevami. Mehmed Süreyy a; S ic illi Osm anL Nazmi-zâde M u r ta z a ; Gülşen-i hulefa. İsm ail H ak kı U zunçarşılı; O sm anlI ta rih i C: I I / I I I . İslâm A nsiklopedisi. M ehm ed H a life : Tarlh-i G ılm â n î. C: i nız müsaade olu nu r» demekte ve Edir­ ne'den (Siiâhdar tarihi C; S: 284) beri geçmemelerini istedi. Serçeşme Yeğen Osman Paşa’ya da gizlice bin altun ile bir mektup gönderdi. Bu mektubunda, bir âsi iken kendisini affedişini, vazife ve rütbe verişini hatırlatarak, askerin Edirne’den bu tarafa getirilmemesini te­ min ederse kızını verip vezaret tevcih edeceğini bildiriyordu. Ne çare ki bu vait ve emirlerin hep­ si de boşa gitmekteydi. Nitekim, padişa- 2197
lıin hatt-ı hümâyûnu gelince Siyavüş Paşa, ocak ağalanın ve ayaklanma ha­ reketinin elebaşını toplıyarak okuyunca, o n la r: «— Evvelâ kullanın diyen kimdir? Şimdi zahirde bizim padişahımız yoktur. Devlet kaydında olmayıp memleketi bu Iıaie koyup gece gündüz av köpekleriyle sohbet edip dağda gezen adam nasıl pa­ dişah olabilir? Bundan böyle sözü nafiz, hükmü câri değildir. İstanbul'a varıldık­ ta padişahımız bellidir. Ona Süleyman Faşa’yı kim öldürsün dedi... İstanbul’a şer’ ile dâva görmeğe gideriz ; Edirne’de dahi kışlamak ihtimalimi! yoktur s de­ diler. Padişahın avcılığa tövbe etmesi Dördüncü Mehmed, bir sene önce Ankaravî Mehmed Efendi'nin şeyhülis­ lâmlığa getirilişinde onun nasihati üze­ rine avdaıı feragat edeceğini söylemişse de tamamen vazgeçmiş değildi. Ancak es­ kisinden seyrek şekilde ve İstanbul civa­ rından uzaklaşmıyarak avlanıyordu. Bu defa, avcılığı yüzünden askerin kendisi­ ne küskün olduğunu, bunun kötü netice­ ler doğuracağını aıılıyarak, ordunun Edirne'ye pek yaklaştığı günlerde avcılığa tövbe ederek tam manasiyle Topkapı sa­ rayına taşındı. Ayrıca av takımını da el­ den çıkardı. Bu cümleden, olarak : av ta­ zılarını başka bir vere sürdürüp tayın­ larını kestirdi ve yattıkları yerleri yık­ tırdı. Kendisi için has ahırda yüz tane kadar at bıraktırıp, bunların dışında ka­ lan hizmetkâr ve iç-oğlam atlarından bin tanesini at pazarında ucuz fiyatla (Si­ lâhdar tarihi C: 2 S: 287) sattırdı; beş yüz tanesini de atsız kalmış sipahilere tevzi ettirdi. Sarayın enderun ve birun masraflarını kıstı, harem-i hümâyûndan beş yüz kadar carîyeyi dışarı çıkarttırdı. Fazıl Mustafa Paşa’nın durumu kurnazca idare etmesi Kapıkulu sınıfı subayları ve asker­ lerin elebaşıları İstanbul’a gidip padişahı hal’ etmekte kararlı idiler. Bu durum karşısında Sadrıâzam Siyavüş Paşa’ya düşen vazife, ordu safları arasında kav­ gaya yol açmadan İstanbul’a gidebilmek ve işler tam olgun hale gelmeden hal’ meselesini Dördüncü Mehmed'e duyur­ mamaktı. İhtimal gerek Siyavüş Paşa, gerekse ordu ve İstanbul’da onunla iş­ birliği edenler. Dördüncü Mehmed’in, hal’ meselesini vaktinden önce duyması halinde şehzadeleri öldürebileceğinden çekinmekteydiler. Nitekim, padişah ile sadrıâzam arasında muhabereyi temin eden şahısların bu noktayı ona duyur­ maması için tedbir (Silâhdar tarihi C: 2. S: 284, 287) alınıyordu. Sadrıâzam Siyavüş Paşa'nın kayın biraderi olan KÖprülü-zâde Fazıl Musta­ fa Paşa da padişahın hal’ine taraftardı. Sadrıâzam daha önce şeyhülislâm ile an­ laşmış bulunmakla beraber, ordunun Edirne'ye yaklaştığı günlerde şeyhülislâ­ mın ağır şekilde hastalanması üzerine, bu işin İstanbul’a ait en nazik kısmının muvaffakiyete ulaştırılması Sadaret kay­ makamı Fazıl Mustafa Paşa’ya kaldı, Sadrıâzam ile sadaret kaymakamı arasında gizli mektuplaşma neticesi varı­ lan karara göre ; ordu Edirne’ye gelin­ ce sadrıâzam, padişahın fermanına uya­ rak Edirne'de kışlamak ister görünecek, fakat birkaç gün sonra kapıkulu askeri­ nin zorlaması ile (Silâhdar tarihi C: 2, S: 286 - 289) tekrar yola çıkmak zorunda kalmış olacaktı. Siyavüş Paşa’nın bu plânının bir cephesi de orduda bulunaıi Yeğen Osman Paşa’ya karşı idi. Zira Ye­ ğen Osman Paşa, padişahtan aldığı altun ve vaidler dolay isiyle ordunun Edirne'­ den ileriye geçmesine muhalefet ediyor­ du. Zaten ocak erkânı ve sipahi eleba­ şıları ile padişahın hal’ine karar verilir­ ken bu nazik nokta dört bin sekban v 2 levendi bulunan Yeğen Osman Paşa'dan gizleniyordu. Ordu, zikredilen plânın tatbiki suretiyle Edirne'den harekete ge­ çince, Yoğen Osman Paşa buna itiraz et­ tiğinden bir aralık çarpışmanın vukuuna ramak kalmışsa da, Siyavüş Paşa ve ocak ağalarının kurnazlığı ile mesele ya­ tıştırılmış ve o da sadnâzamla birlikte İstanbul’a doğru ilerlemeye devam et­ miştir. O rdu’nun S ilivri’ye gelmesi ve h a fin tahakkuku Sadrıâzam Siyavüş Paşa Edirne'den hareket ederken padişaha şöyle bir ariza 2193
> YENİ CAMİ Evvelce İsıtıl yetıi Valide Cami i olan bu abide ve etrafındaki külliye Valide Hatit:e Turhan Sultan tarafından yarıda kalan bir inşaatın tam ami atı im asiyle | meydana getirilmiştir. Şcyleki; öııce Safiye Sultan 1598 de Mimar-başı Davud a nezaretinde Eminönüıode bir cami inşa ettirmiye başlamıştır. Az sonra vefat eden ilk mimarın yerini mimar-başı Dalgıç Ahmed Ağa alarak işe devam etmiş­ tir. Fakat 1603 te padişah üçüncü Mehmed'in vefatı üzerine annesi Safiye Sul­ tan da Eskisar:’.- nakledilince, yapı 50 sene kadar durmuş bu arada kısmen de tahribata uğramıştır, Dördüncü Mehmed'in validesi Hatice Turhan Suitan müna­ sip bir yerde cami iıışa ettirmiye niyet edince, Hassa Seı-mimarı Mustafa Ağa tara­ fından, Eıninönünde yarıda kalan inşaatın tamamlatıl m asının en doğru ve hayırlı j iş olacağı Sadrıâzam Köprülü Mehmed Paşa vasıtasiyle Valide Sultana bildiril­ miştir. Bövlece 1660 da yeniden başlıyan inşaat 1663 te hitama ermiş, açılış me­ rasimi ise iki yıl sonra yapılmıştır. Cami’in etrafındaki müştemilâtı şunlardır; cami'e bitişik Kasır, çeşme ve sebil, türbe, Mısır çarşısı, Darulkurra ve Sıbyajı mektebi. Darulkurra \e Sıbyan mektebi halen mevcıtd değildir. Yerlerinde îşBankasınııı olduğu bina yapılmıştır. Sebil ise İş Bankası yanındadır ve Vakıflar tarafından su dağıtma yeri olarak kullanılmaktadır. Türbe ise cami ile Mısır çar­ şısı arasında bulunur. Zamanla türbeye Havatin ve Küçük havatin denilen kı1 sımlar ilâve edilmiş pek çok padişah, şehzade ve sultanlar buraya defnedilmiştir. Yukarda Grelot tarafından 1G80 yıllarında yapılan resim camii Eminönü cihe­ tinden tasvir etmektedir. Solda kısmen kasır ve altındaki kemer, sağda ise Mı­ sır çarşısı ve kapıları, ön plânda ise bunların arasındaki şehir suru ve üzerinde ki kapılar, nihayet cami ve dış avlusu görülmektedir. Yeni cami 1941 senesin­ den itibaren esaslı surette tamir görmi ye başlamış, bu arada, zamanla muhtelif inşaat yüzünden kapanan önü de açılmıştır. Aynı zamanda Mısır çarşısı ve Ka­ sır da restore edilmişlerdir. 2199
gönderdi : « Emriniz üzerine Edirne’de kışlamağa ittif?.k olunup konaklar tutul­ muşken, kul taifesi otağımı basıp, bura­ da kışlamayız, ulufemizi İstanbul'da alıp şer’ ile davamızı orada görürüz, yoksa otağı başına yıkarız de; ip cebren tuğla­ rı kaldırdılar. Yeğeıı Osman Paşa kulu­ nuz her ne kadar men'e çalıştıysa da çâre bulamayıp kıtal tehlikesi belirmek­ le, o tarafa azimet ile def’i fitne edildi * . Sadaret kaymakamı Fazıl Mustafa Paşa, Siyavüş Paşa’dan gelen bu arizayı padişaha okuduğu zaman Dördüncü Mehmed « netice malûm oldu » diyerek hal’ edileceğini anladı ve (iilâh d a r tarihi C; 2 S: 291) arizanm gelişinin üçüncü gü­ nü 5 kasım 1687 ( 29 zilhicce 1093 ) de şu ilatt-ı hümâyûnu yazdırarak fetva emi­ ni vasıtasiyle sadrıâzama yolladı : «Sen ki Veziriâzam Siyavüş Paşa­ sın, Cümle ocak ağaları ve ihtiyar k ul­ larıma selâm ve dua ederim. Üç defadır Iıatt-ı şerif gönderdim, Belgrad ile Edir­ ne arasını kışla tayin ettim ; muradınız ¡ıer ne yüzden ise, gerek ulufe gerek gönderdiğiniz defterde mestur-ül-esâmi olan devlet hainlerini tutup irsalini vaıd eyledim; asla mültefit olmayıp hatt-ı şe­ riflerime itaat ve inkıysd etmediğinizden fikriniz belli oldu. Muradınız beni taht­ tan indirmek ise oğlum Mustafa size A l­ lah emaneti olsun, yerime geçirip beni kendi halime koyasız, ve küçük Ahmed’i dahi size Allah emaneti eyledim Bundan sonra bana zarar kasdinde iseniz şerri­ nizden Allaha sığındım. Hak cel ve âlâ hazretlerinin bir ismi de Kahhardır; d i­ lerim Allahtan ki cümleniz kahr olasız s . Sadrıâzam Siyavüş Paşa’nm idare­ sindeki ordu 7 kasım 1687 cuma günü Silivri’ye varınca, ocak ağalan ve sipa­ hi elebaşıları sadrıâzanun çadırında top­ lanarak ertesi gün İstanbul’da yeni pa­ dişahın cülus ettirilmesinin teminine ka­ rar verdiler. Bu hususta umumun ağzın­ dan bir mahzar hazırlayıp (Siiâhdar ta­ rihi C: 2, S: 295) yeniçeri, sipah, cebeci, topçu ocaklarından seçilen birer mutemed adamla gönderdiler. Akşam üstü İs­ tanbul’a varan bu heyet doğruca sada­ ret kaymakamı ile buluştu. Fazıl Musta­ fa Paşa ise şeyhülislâm, kazaskerler, ulema ve meşayihten bazı kimselerle, sekbanbaşı ve ocak ihtiyarlarını sarayına davetle kâğıdı okudu. Neticede Dördün­ cü Mehmed’in hal’i ile kardeşi Süley ■ man’m iclâsına ve bunun sabahleyin er­ kenden tatbikine ittifakla karar ver­ diler. D ö rd ü n c ü M e hm c d (1648 - 1681) z a m a n ın d a k i h ü k ü m d a r la r (İlâ v e : 135) A vusturya: Ü çüncü F erdina nd _ * — . 1657. B irinci Leopold 1658 __ Rusya: üçüncü Mî hal E Romanov — 1645, B irin ci Aleksi 1645 *1676, üçüncü Fedor 1676 * 1682. Birinci Petro ve Besinci i van 1682 __ . . İngiltere: B irin ci Sari 1649, K ro nv vei (R eisicum h ur - d ik ta tö r) 1648-1658, İkinci £?arl 1660 - 1GS5. İkinci Ja k (Ceymls) 1685 __ —» . F ıa n s a : OndÖrdünctl Lui İsveç: Lehistan: Ja n K a z lm ir 1648 - 1668, M ih al K a rib a t 1668 - 1673, Ja n Sobleski 1674 __ . Isp an ya; D ördün cü F ilip _> — ik in c i S a ri 1665 — , K r a liç e K ris tin __ 1654, Onuncu Sari GD&tav 1654 • 1660, On bîrin* ci Sari 1650 — . __—* . P a p a la r: O nuncu İnosan ^ __ 1655, Yedinci Aleksandr 1655 ■166?, Dokuzun­ cu Kleman 16 6 " , 1669, Onuncu Kleman 1670 • 1676, Onbirinci İnosan 1676 _ . 1665, İra n : İkinci Şah Abbas ik in c i Şah Safî 1667 __ Portekiz: D ördün cü Civan __ 1656, A lım c ı A lfons 1650 - 1683, İkinci P iyer 1 6 8 3 _____ » . Özbek hanlığı: Abdülâziz Subhan 2200 K u lu 1680 __ . __ 1667, . __ 1680r
Ertesi gün ( 8 kasım 1687 ) sabahle­ yin sadaret kaymakamı Fazıl Mustafa Paşa, Nişancı Vezir îsmail Paşa. Şeyhül­ islâm Debbağ-zâde Mehmed Efendi, Nakibüleşraf Feyzullah Efendi, Rumeli K a­ zaskeri Ebû Said-zâde I'eyzullah Efendi, Anadolu Kazaskeri Abdurrahim - zade Mehmed Efendi ile saiı ulema, Sekbaııbaşı Harputlu Ali Ağa, koıucu ve ocak ihtiyarlarının ekserisi Ayasofytı camiin­ de toplandılar. Sabah namazının k ılın ­ masından sonra bu topluluk adına ha­ seki Mustafa Ağa’yı Kapı-ağası Hacı İb­ rahim Ağa’ya yollıyaruk Sultan Süley­ man'ın cülusunu temin etmesini istediler. Hacı İbrahim Ağa, derhal faaliyete ko­ yulup enderun efradına meseleyi sezdir­ meden Şehzâde Süleyman'ı dairesinde*! çıkarıp Babüssaade haricine kurulan taht’a oturttu. Sultan Süleyman’a biat edilmesiyle Dördüncü Mehmed’in, padi­ şahlığı son buldu. Kardeşi Süleyman*«, yapılan biatin sonuna kadar saray a v ­ lusunda cereyan eden şeyden haberi ol­ mayan Dördüncü Mehmed, yen: hüküm ­ darın emri ile iki oğlu da beraberinde olduğu halde sarayın Şımşirlik dairesine kapatıldı. Tahttan indirilen padişahların beşin­ cisi olan Dördüncü Mehmed, son sene­ lerini Edirne'de geçirmiş ve 6 ocak 1693 te pek sevdiği bu şehirde ölmüştür. Ce­ nazesi İstanbul’a nakledilerek annesinin ikmal ettirdiği Yeni ( Valide ) cami ya­ nındaki türbeye gömülmüştür. Silâhdar Fındıklılı Mehmed A ğanın tarifine göre, Dördüncü Mehmed orta boylu, tıknaz, beyaz, fakat güneşten ya­ nık çehreli, seyrek sakallı, ata çok bin­ diği için duruşu biraz öne mütemayil şe­ killi bir kimse idi. 2201
İkinci Süleyman'ın tugras: İKİNCİ SÜLEYMAN ★ P adişahın cülusu ve İstanbul un vaziyeti — Venedik cephesi — L ehistan cephesi — R u sların K ır ım 'a taarruzu — Avusturya, cephesi — P adişah ın ö lü m ü . _____ İKİMİ sCLBYM.İN ________ zade Sülevmam ge­ Sadaret kaymaka­ tirmelerini bildirdi. mı. Şeyhülislâm, Babası S u ltan îb ralılm . kazaskerler, bir k ı­ Bunlar, şehzâdeleAnnesi : S alih a D ilâşub Sultan lerin mahpus bu­ sım ulema, sekban D oâdufiu tarih . 15 nisan 1642 lunduğu şimşirlik başı ve yeniçeriler;:! P adişah o ld u ğu tarih : 8 kasım 168" dairesine giderek İstanbul’da bulunan­ ö lü m ü ı 22 haziran 1691 şehzadeye durumu larının ihtiyarlan anlatıp dışarı davet Ç ocukları : Yok. Avasofya’da topla­ ettiler. Fakat şehza­ » narak, ikinci Süley­ de Süleyman öldü­ man’ın sessiz sadasız V eziriazam ları : Siyavüş Paşa — rüleceğini zannede­ şekilde iclasımn te­ 1/2 m a rt 1688 azii ve yeniçeriler ta ra fın ­ rek korkup dışarı dan kat] M şancı İsm ail Pasa 2 m a rt 1688 min edilebilmesi i— 2 m ayıs 168S azli. T ek lrdağlı B pkri çıkmadı. Bu vaziyet gin, saray dahilinde M ustafa Paça 2 m ayıs 1688 — 25 ekim karşısında darüssaıgereken hazırlıkla­ 16S9. Ktiprülü-zSde F azıl M ustafa Pasa de ağası: rın yapılması husu­ 25 ekini 1689 — . «— Beiiim şevketsunda kapıağası Ha­ lû padişahım, kork­ cı İbrahim Ağaya mayın, vallah ve haber gönderdikleri billâh zarar kastine gelmedim; cümle ve­ zaman kapıağası derhal faaliyete koyul­ zirler ve ulema ve ocaklı kulların sizi du. Evvelâ, «padişahımız hazretleri cüm­ padişah edip teşrifinize intizar ediyorlar» le iç-oğlam kullarına feth-i şerif oku­ Dediyse de inanmamakta devam emalarını buyurmuşlar, oda kapılarını den Süleyman: kapatıp kimse dışarı çıkmasın» diyerek «— İzalemiz emr olundu ise söylo, enderun efradını dairelerine soktu. Son­ iki rekât namaz kılayım, ondan sonra ra haEine kethüdası Ahmed Ağaya «— Aemri yerine getir. Çocukluğumdan be-i vak divanı var tahtı hazırlaş» diye emir kırk yıldır hapis çekerim, her gün ö l­ verdi. Bu işlerin arkasından da (Silâhmekten ise bir gün evvel ölmek yeğdi-, dar tarihi C: 2, S: 296) Darüssaade ağası bir can için nedir çektiğimiz bu kor­ ile Silâhdar Morali Haşan Ağayı yanına ku?» çağırıp cülûs meselesini anlattı ve Şeh­ 2202
Dedikten sonra ağlamaya başladı. Darüssaade ağası tekrar ayağını öptü va: «— Estağfurullah hâşâ ki size bir kast ola. Taht kurulmuş, cümle kulla­ rınız size bakar» Bu arada şehzadenin kardeşi Ahmcd söze karışıp, ağabey sine: «— Buyurun, korkmayın, ağa yalan söylemez» Sözlerini söyle­ yince Süleyman dı­ şarı çıkmak için kendinde cesaı'it buldu. Müverrih Silâhdar’m ifadesine nazaran, şimşirlik dairesinden çıkarıl­ dığı sırada şehzade Süleyman'ın kıya­ feti perişanca idi. Sırtında sadece bir atlas entari vardı. Bunun için darüssaade ağası kendi kürklerinden bir sa­ mur erkân kürk giydirerek Arzodasma getirdi ve b u ­ rada başına amâme ve sorguç takıldık­ tan sonra Babüssââde haricine konan tahta oturdu. 9 k?sim 1687 günü sabah namazından bir saat kadar bir zaman geçtiği sırada biat merasimi icra olun­ du. Yine mezkûr müverrihin kaydı­ na göre, Dördüncü Mehmed, yeni hükümdarın hattı hüm â­ yununu alıncaya kadar kardeşi İkinci Süleyman’a biat edildiğinden haberdar olmamıştı Darüssaade ağasının getirdiği hatt-: humâyunu alınca «bize kati v ıı mı?» diye sormuş, Darüssaade ağası da «Hâşâ padişahım, Allah o günü göster­ meye; hapis emr olundunuz* cevabını vermiştir. Neticede sakıt hükümdar oğulları Mustafa ve Ahmed ile birlikte kardeşinin kırk yıldan beri kalmakta ol­ duğu şimşirlik dairesine sokulmuş lardır. Sadrıâzam ve ordunun İstanbul’a girmesi İkinci Süleyman’ın cülûsunun fer­ dası günü Sadrıâzam Siyavüş Paşa ordu ile Silivri’den kalkıp İstanbul’un «Çır­ pıcı Çayırı» na gelip kondu. Siyavüş Paşa, nüfuzu olmayan bir şahsiyetti. Bu yüzden, yanında bulunan ordunun âleti halinde ve onun îesir ve işareti ile hirekeı etmekteydi, Sadrıâzamın maiye­ tindeki ordu daha ziyade kapıkulu as­ kerlerinden müte şekkil olup bir mik­ tar da Yeğen O s­ man Paşa'nuı sek­ banları vardı. S a d r ­ âzamın maiyetinde­ ki ordu daha ziyade kapıkulu askerlerin­ den müteşekkil olup bir miktar Ja Yeğen Osman Pa şa'nın sekbanları vardı Sadrıâzamı tesir altında bıra­ kan. daha doğrusu ona hükmedenler or­ dunun kapıkulu ef­ radı idi. Bunlar sadnâzamı Çırpıcı çayırı’na getirmekle kalmadılar, oradan kaldırıp zorla İs­ tanbul içine soktular. Bunların şehre da­ hil olmasiyle zorba­ lığın ilk alâmetleri de görülmeye başladı. Nitekim, kapıku­ lu ocakları sadrıâzamı Topkapı sarayı­ na yakın diye Alay Köşkü karşısında­ ki resmî sadrıâzamlık dairesinde oturtmıyarak yeniçerilerin kendi kışlalarının yakınında bulunan Şehzâdebaşı’nda eski sadrıâzamlardan Kara İbrahim Paşanın mülkü olan sarayda ikamete mecbur e t­ tiler. Sadrıâzam Siyavüş Paşa İstanbul ıçine dahil olduğu gün yeni hükümdar ikinci Süleyman da Dördüncü Mehmed’­ in baş hasekisi Emetullah Gülnûş (S - 2203
lâhdar tarihi C:2r S: 298 de Gülnar Sul­ tan diye kayd ediliyor) Sultan, Câriye Afife kadın, beş gözde ve ikiyüz câr>yeyi Topkapı Sarayından çıkartıp Eskisai'av’a gönderdi. Yine ayni gün Sadnâzam Siyavüş Paşa padişah tarafından kabul edildi Sultan ikinci Süleyman sadaret m ührü­ nü teslim ederken : «— Kırk yıldır bir karanlık yerde mahpus ve hayattan meyus iken yeni­ den dünyaya gelip gözüm açtım ve âle­ mi herc-ü merc buldum, iki eteğimizi belimize çalıp din ve dünyamıza hayırla olan işlerde bulunup gereği gibi ibadul­ laha hizmet edelim.» Dedikten sonra kendisi ile birlikte gelmiş olan kapıkulu askerini dağıtma­ sı lüzumuna da işaret etti. Esasen Siya­ vüş Paşa, Çırpıcı çayırında bir kaç gün Kalıp askerin ulûfesini verdikten sonra onları dağıtmak istiyordu. Lâkin netice sadrıâzamın emrine uygun şekilde tecel­ li etmedi. Yeniçeriler, Etmeydanı ve Şehzadebaşı’ndaki kışlalarına; sipah ve sılahdar bölükleri han ve kervansaray­ lara yerleştirildi. Sefer dolayısiyle sayı­ ları fazla olduğu, buralara yerleştirildi­ ği lıalde bir kısmı d işarda kaldığından bunlar Sultanahmed meydanındaki 1brahimpaşa sarayını işgal edip yerleştiler. Kapıkulu askerleri böyle şehir içine da­ ğılırken «ayağımla demir kafese girmem» diyen Yeğen Osman Paşa ise, Çırpıcı Ça­ yırında kaldı ve Davutpaşadaki ahırla­ ra atlarını yerleştirdi. Kapıkulu askerinin zorbalık ve edepsizlikleri Muharebenin devamına rağmen cep­ heyi bırakıp İstanbul’a kadar gelmiş olan kapıkulu askerleri, aradan bir haf­ talık zaman geçer geçmez zorbalık ve edepsizliğe başladılar. Silivri’ye geldik­ leri sırada Dördüncü Mehmed tahttan indiği ve böylece matlup hasıl olduğu­ na göre, cepheye avdetleri gerekirken, böyle yapmıyarak İstanbul’a yerleşme­ leri, ondan sonra da edepsizliğe fiilen teşebbüsleri, hükümet merkezinin inti­ zamını alt üst ettiği gibi devlet adam­ larının da çok müşkül duruma düşme­ l e r in e sebep oldu. Bunlar, nizamsızlık hareketine, evvelâ, sabık sadaret kay­ makamım öldürmek için kendilerine tes­ limini istemekle başladılar. Hükümet otoritesinin sarsılmaması, ayni zamanda istenen şalısın vezir olması dolayısiyle Receb Paşanın diri olarak değil, boğu­ larak cesedinin teslimini uygun görül­ dü. Askerlerin ilk arzuları tahakkuk edince işi daha fazla azıtarak Atmeydamnda toplanıp cülıis bahşişi, terakki, gulâmiye ve veledeş paralan istediler. Senelerden beri harp devam ettiği, b il­ hassa son zamanlarda mağlubiyetler de tevali eylediğinden hâzinede bu istekle­ ri karşılayacak kadar para yoktu. Oııun için Veziriazam Siyavüş Paşa, ayaklan­ mış bulunan askerin elebaşılarına (Silâhdar tarihi C:2, S; 303) hâzinenin sı­ kıntısını izah ile ulûfe terakki, gulâmi­ ye ve veledeş paralarının verilebileceği­ ni, cülus bahşişine karşılık bir miktar zam yapılabileceğini fakat cülûs bahşişi vermenin imkânsız olduğunu bildirdi. Daha fazla ısrarda bulunup zorladıkları taktirde istifa edeceğini açıkladı. Neti­ cede asker reisler buna razı oldu. Sipa­ hiler, sadrıâzamın vaadi gereğince, cü­ lûs bahşişine mukabil beşer akçelik terakkilerine birer akçe zam ile paraları m alırken yeniçeri zorbabaşılardan Caııikli Fetvacı Hüseyin Çavuş ile Burgoslu (Burgazlı) Hacı Ali Ağanın yeniçeri odalarım dolaşarak, yeniçeri ağası Cadı Yusuf Ağa’mn bazı yeniçerileri döğüp bazılarım öldürerek cülûs bahşişi alma­ larına mani olduğunu beyanla yeniçeri­ leri tahrik ettiği görüldü. Bunların tah­ riki neticesinde ayağa kalkan asker : «kanun üzere üçer bin akçe cülûs bahşi­ şi ve bir akçe terakkiden vazgeçmeyiz. Taleplerimiz cevaplandırılmayınca cemi­ yetimizi dağıtmayız. Henüz muradımıza vasıl olmadan ve cemiyetimiz dağılma­ dan göz göre bizi böyle döğüp öldürme­ ye başladı. Bir kaç gün sonra cemiyeti­ miz dağılınca kolaylıkla cümlemizi ez­ mesi mukarrerdir. Onun için, daha önce biz onun hakkından gelelim» diyerek toplanıp ağalarını öldürmek istediler. Bu sırada ulûfelerini almakta olan ka­ pıkulu süvarileri de kendilerine iltihak ettiği gibi Cebeci, topçu ve sair sınıf­ ları da iltihaka davet edip neticede ce­ becileri de beraberlerine aldılar. Silâhlı askerler mu^’ ^am bir kalabalık teşkil 2204 <
edince çarşı ve pazarlar kapandı (21 ka­ sım 1687) Askerin böyle ayaklanması karşısın­ da Sadrıâzam Siyavüş Paşa kendilerine adam göndererek, verdikleri söze rağmen isyanlarının sebebini sordurunca, esas davayı teşkil eden cülûs bahşişi mesele­ sinin yanında bazı şahısların ve bu ara­ da ikinci vezir Köprülü-zâde Fazıl Mus­ tafa Paşa'nm işbaşından uzaklaştırılma­ sı talebi ile karşılaşıldı. Askerler, Fazıl Mustafa Paşa yı cülus bahşişi ile sair pa­ raların verilmesini önlemekle suçlandır­ makta tbabası ile kardeşi ceddimizi kırıp ocağımıza incir dikti» demekte idi­ ler. Nihayet bugünkü ayaklanmada, âsi­ lerin istemediği şahıslardan Fazıl Mus­ tafa Paşa ile Darüssaade ağası padişa­ hın şefaati sayesinde yerinde kalıp, istenmiyen şahıslara dâhil olan yeniçeri ağası ile kul kethüdası azledildi. A yrı­ ca askerlere tekmil bahşiş ve terakkile­ rinin (Silâhdar tarihi C: 2. S: 306) ve­ rileceği vaad olundu. Halktan para toplanması Zor karşısında askere cülûs bahşişi verileceği söylendi ama hâzinede bunu karşıhyacak para yoktu. Onun için sa­ raydan sekiz yüz okkalık gümüş, yüz elli okkalık altun eşya, çıkarılıp darbhaneye gönderildi. Bir bu kadar eşya da has ahırdan çıkarılmakla beraber cülûs bah­ şişinin tamamının ödenmesi mümkün ol­ madı. Bunun üzerine devlet erkânının tensibi ile hazine için halktan imdadiye toplandı. Sipah ve silâhdar mülâzım ba­ sılarının memur edilmiş olduğu bu para toplama işinde lıayli kimsenin canı yan­ dı. Hâdiselerin şahidi olan müverrih si­ lâhdar Mehmed Ağa diyor ki : * İstanbul bazirgânlanndan, navluncularından ve bedestan esnafından gerek müslüman, gerek hıristiyan ve yahudilerden yüzden fazla adamlara bölükbaşılar gönderip getirttiler ve hazine-i âmireye imdad edin diye ciğerlerin doğradılar. Ekserisin tomruğa urup zencire çektiler. Ömürle­ rin zevk ile geçirip hapis bilmeyen h a l­ ka ettikleri cevr ve hakaret ve musibet bir tarihte olmuş değildir. Bıı korkudan çok adam teık-i vatan edip çoluk çocu­ ğundan uzakta kaldılar». İkinci Süleyman’ın Validesi Saliha Dilaşub Sultan (Rieaut’dan) Ayaklanm anın tekerrürü Darbhaneye gönderilen saray eşya­ larından darbedilen ve halktan toplanan paralarla yeniçeri ve sipahilerin çok bü yük kısmının maaş, terakki ve cülûs bah­ şişleri ödendiyse de cebeci ve topçularla düşman eline geçmiş kalelere kayıtlı bu­ lunan yeniçeriler kaldı. Bu defa bunla­ rın birisi 29 kasımda, diğeri 4 aralıkta olmak üzere iki defa daha ayaklandık­ ları görüldü. Her iki isyanda da, şimdi­ ye kadar müteaddit misalleri görüldüğü üzere defterdarın konağı taşlanıp cam­ ları kırıldı. 4 aralık ayaklanmasında defterdar olmak isteyen Kifri Ahmed Efendi’niıı tahriki rol oynamıştı. Niha­ yet kapıkulu sınıfına dâhil tekmil yeni­ çeri ve sipahlara cülûs bahşişi, ulûfe, te­ rakki ve sair paraların tamamı ödenmiş oldu. Sarı Mehmed Paşa'nın «zübdet-ülvekayi» isimli (Esad Efendi kütüphanesi No. 2382 varak 138) eserinde kaydettiği­ ne göre, bütün bu ayaklanma hâdiseleri leri sonunda yalnızca cülûs bahşişi ola­ rak 70 384 yeniçeriye 3 977 kese, 2 653 nefer cebeciye 242 kese, 5 084 nefer top­ çuya 102 kese, top arabacılara 13 kese, süvari ocağına 290 kese akçe dağıtılmış­ tı. Paraya taallûk eden her türlü arzu• sunu zorbalıkla tahakkuk ettirmiş olan­ 2205
lar bu halden ötürü şımarmaktan da .yen kalmadı. Müverrih Silâhdar Fıııdıklılı Mehmed Ağa’nm bildirdiğine gü­ re. bu şımarık ve disiplinsiz asker top­ luluğu İstanbul’da dükkân soymak, ka­ dın ve genç çocuklara taarruz etmek, caddelerde şarap içip rezalet çıkarmak, âmirlerini dövmek, hattâ öldürmek gi­ bi envai türlü kepazelikler ettiler. Bu vaziyet karşısında Sadnâzam Siyavüş Paşa zorbabaşıları toplıyarak, arzuları­ nın tahakkuk etmiş olduğunu hatırlat­ tıktan sonra herkesin vilâyetine gitme­ sini istedi ise de sözünü dinletemedi. me-kleyken Avusturya kuvvetleri de ko­ laylıkla Bel&rad'a doğru ilerlemekteydi. Sadrıâzam beceriksiz ve otoritesizdi. Dördüncü Mehmed'in saltanatının ilk yıllarındaki duruma benzer şekilde ye­ niçeri ve sipah zorbaları faaliyet gös­ termekte, asker ve dolayı siyle, hükümet üzerinde müessir bulunmaktaydı. İstan­ bul’daki yeniçeri ve sipahin miktarı nor­ mal zamanlardakinden hayli fazlaydı. Burada daha fazla kalındığı takdirde hem muharebe cepheli ı,ok fena duruma girecek hem de İstanbul’un hali daha çok berbatlaşacaktı. Zira bu kalabalık silâhlı zümre âdeta zaptedilemez olmuştu. Ki hayet yeniçeri zorbabaşılarından Fetvacı Fazıl Mustafa Paşa’nın sürgün Hüseyin sad nâz ama gelerek, bu azgın edilmesi zümreyi bir an önce muharebe sahasına ikinci vezir Köprülü-zâde Fazıl Mus­ sevketme lüzumuna işaret etti. Ne acıdır tafa Paşa, eniştesi Sadnâzam Siyavüş ki, sefere hareket masrafını karşılıyacak Paşa'va yeniçeri ve sipah zorbalarını te­ para yoktu. Nihayet ocaklılardan birer ker teker İstrnbul'dan uzaklaştırması ve altun alınmak (Silâhdar tarihi C: 2. S: bazılarını da yeniçeri ağası vasıtasıyla S24} ve İstanbul, Edirne ve Bursa’ya sal­ kırdırması tavsiyesinde bulundu. Siyagın yapılmak suretiyle para teminine ka­ vü§ Paşa bu tenbîhatı müteakip sekbanrar verildi. Pu yollarla on bin keselik başı Harputlu Ali Ağa’yı yeniçeri ağalı­ para hazırlanırken Sadnâzam Siyavüş ğına tayin ederek onun vasıtasıyle te­ Paşa serdar tâyin edildi. Padişah İkinci mizlik hareketine giriştiyse de, zorba ■ Süleyman’ın bu husustaki hatt-ı hüm â­ başıların en ş e y ta n ı olan Fetvacı Hüse­ yûnu, kapıkulu sınıfını acı şekilde payyin Çavuş ile Hacı Ali Ağa bu işde Fa­ lıyan bir ithamname vasfuu taşımaktay­ zıl Mustafa Paşa’nın tesir ve rolünü sez­ dı. İkinci Süleyman şöyle diyordu : diler. ve neticede bir isyan çıkararak 4 Siz ki veziriazam ve yeniçeri, si­ •iKöprülü-oğlu ile yeniçeri ağasını iste­ pah, cebeci ve topçu kullarmışız : cümle­ miyoruz, sürgün edilsinler» dediler. Ne­ nize selâm ve dualar ederim ; bu âna ticede Fazıl Mustafa Paşa’m n sürgün o- gelinceye kadar payitahtımızda ve Ru­ lunmasına dair ferman istihsal etmek­ meli ve Anadolu’da balkı ateşlere ya­ le beraber bununla yetinmiyerek idamı kıp âlemi haraba verdiniz. Bu devletin için şeyhülislâmdan fetva almak istedi­ padişahlığını yoksa size nıi sipariş etti­ ler. Şeyhülislâm Debbağ-zâde Mehmed ler İçeri ve taşra mansıblarımda olan Efendi, Fazıl Mustafa Paşa’nm bir suçti ocak ağalarımı istediğiniz gibi tebdil ve olmadığını, asıl kötülüğü kendilerinin tağyir edip, gün geçmez ki cemiyetten yapmış olduğunu beyanla fetva vermedi. İstanbul şehrini berbad edip zengini fa­ Âsiler bu defa (Silâhdar tarihi C: 2, S: kir, fakiri zelil oldu. Ve bir alay iba­ 318-32) şeyhülislâmın azli için sadrıâzadullahın ırzlarım pâymal ve âleme rüsmı tazyik ettiler. Neticede Debbağ-zâde vav eylediniz. Yoksa size dünyada Ce­ azledilerek sabık Rumeli kazaskeri Er­ vap verir yok mu? Bundan sonra bu fe ■ zurumlu Seyyid Feyzullah Efendi şeyhül­ na hallerden el çekip hayır duamı ala­ islâm tâyin edildi. Bu arada Fazıl Mus­ sınız, yoksa bedduama uğrarsınız » . tafa Paşa'nm katlinden de vazgeçildi. Yeniçeri ağasının öldürülmesi Sefere hareket edilmesine dair padişahın hati-ı humâyutıu Sipah ve yeniçeriler azgınlık hare­ ketlerinde bulunup etrafa hükmederken İstanbul'da askerin zorbalığı netice­ bunlara yeniçeri ve sipahilerden bir ta­ si bir takım nizamsızlıklar cereyan et-=' kım elebaşılar önderlik etmekteydi. Ele220ÎÎ
başılar ortadan kaldırıldığı takdirde, as­ kerin zaptu ıaptınııı daha kolaylıkla te­ mini mümkündü. Zorba elebaşılarda)', ocak ihtiyarları da memnun değildi. Onun için ocak ihtiyarları, yeniçeri ağası Harputlu Alı Ağa’ya, zorbabaşılarm en mühimini olan Fetvacı Hüseyin ile Hacı Ali'nin öldürülmesini tavsiye edip bu hu­ susta kendisine yardım vaadinde bulun­ dular. Fetvacı Hüseyin yeniçeri ağasının niyetinden haberdar oldu ama, yeniçeri ağası bir fırsatına düşürerek onu öldür­ dü. Fakat bu defa yeniçeriler ayaklana­ rak ağaları Harputlu Ali Ağa’yı katledip fski yeniçeri ağası Cerrah Mustafa Pa şa'vı zorla yeniçeri ağası yaptılar. Sadrıuzam Siyavüş Paşa’nın katli ı Yeniçeri Ağası Harputlu Ali Ağa ö l­ dürüldüğü sırada yeniçeri ve sipahiler muazzam bir kalabalık halinde Atmeyd&nında (Sılâhdar tarihi C: 2, S: 328ı toplanmışlardı. Asker heyecanlı vaziyet­ teyken zorbabaşılardan Hacı A li’nin ka­ labalığı veziriazam aleyhine tahriki sü­ ratle tesir ve neticesini gösterdi. Ve birdeııbire * veziriazam dedikleri Abaza'yı istemeyiz» sesleri yükselerek silâhlı şe­ kilde sarayına yürüdükleri görüldü. Dehşetli bir hay huyla ilerliyen bu kala. balıktan büyük bir grup yolda defterda rın konağını basıp hasırına varıncaya kadar yağmaladılar. Silâhlı kalabalığın büyük kısmı sadaret konağı önüne gel­ diği sırada vakit ikindiyi gösteriyordu. Konak kuşatılırken Siyavüş Paşa kapı­ ları kapattırdı Dışarıdaki kalabalık, kendisini sadrıâzamlıkta istemedikleri ve mührü teslim etmesi için bağırırlarken sadrı âzamin yanında bulunan devlet er­ kânı ile ulema, saraya gidip sancağ-ı şerifi çıkarmak suretiyle bu kalabalığı dağıtma teklifinde bulundu ise de. S i­ yavüş Paşa birkaç, gün önce padişahın kendisine -s sen de bir zorbasın » demiş olduğunu beyanla, hükümdarın kendisi­ ni tutmama ihtimaline işaret etti. Ve kendi ayağımızla tuzağa düşmekten ise burada kadere razı olduğunu belirtti. Dışarıda tüfenkler atıldığı ve « mührü gönder yoksa evini yakarız s sesleri yük­ seldiği halde Siyavüş Paşa içeri gelen âsilerin mümessiline iki defa mührü sa- Sultan ikinci Süleyman ( Kapıdağlı serisinden ) bahleyin padişaha teslim edeceğini b il­ direrek bu hususta ısrar gösterdi. Vakit ilerleyip ortalık kararmaya yüz tutarken âsiler padişaha müracaatla Özi muhafızı Bozoklu Mustafa Paşa’m n sadaretine, o nun İstanbul’a gelişine kadar Nişancı İs ­ mail Faşa’m n vekâletine (Silâhdar tari­ hi C: 2. S: 331) dair hatt-ı humâyun al­ mışlardı. Bu hâtt-ı humâyunu Siyavüş Paşa’ya gönderdikleri zaman mühr-ü h u ­ mâyunu şeyhülislâm vasi ta siyi e zorbala­ ra yolladı. Mührün alınması ile Siyavüş Paşa'nııı sadrıâzamlığı ortadan kalktığına gö­ re meselenin halledilmesi ve kalabalığın dağılması gerekirken, netice bu şekilde tecelli etmedi. Kalabalığın büyük kısmı Siyavüş Paşa’m n sarayının etrafından çekildiği halde zorbabaşılardan Hacı Ali «Abaza’nın kanını içmeden rahat olmam» diyerek beş altı bin kişi ile orada kaldı. Mührün tesliminden sonra devlet erkânı ile ulema da Siyavüş Paşa’m n sarayın­ dan ayrıldığı cihetle, daha birkaç ay ön­ ce asker reisleri tarafından zorla sadrıâzamiığa getirilmiş olan bu adam kendi başına kalmış oldu. Siyavüş Paşa, devlet erkânının da kendisini terkinden sonrj 2207
' ölümün pek yaklaştığını görerek : «Be­ nim işim Allaha kaldı. Ekmeğim size he­ lâl olsun, hizmet bu kadar olur, gidebi ■ len gitsin» deyip maiyetine de izin verdi. Bundan sonra elli kadar kölesiyle otur­ duğu binanın harem kapısı önüiıe geçe­ rek kendisini müdaafaya çalıştı. Fakat bu kadar kalabalıkla bağa çıkması m üm ­ kün değildi. Nihayet bir yeniçerinin göğ­ sünden vurmasını müteakip diğerleri il­ lerine üşüşüp parçaladılar. Ondan sonra da binaya girerek insan ve eşya ne bulliularsa yağmaladılar. Müverrih Silâhdar ( C: 2, S: 33) bu hususta şöyle diyor: « Harem kapısını kırıp içeri girerek na­ zenin gün görmedik kızlar, cariyeier ve evlâdları tutup esir gibi çekip üzerlerin­ deki mücevher ve dibalarını soyup ar­ kalarına birer aba ve kebe, başlarına b i­ rer peştemsi Örtüp yalınayak bu hakaret ile dışarı çıkarıp giderlerdi. Erazil b ir­ birlerine ; «birader götürdüğün nedir? » diyenlere, s cariyedir» ; «nereden al­ dın? s diyenlere de «Abaza palankasın­ dan çıkardım, hoşça ve güzelcedir» d i­ yerek yüzlerini açıp çiçeklerini okşayıp iitihar kesbederlerdi. Hattâ zevcesi, Köplülü Mehmed Paşa kızı bir dindar müiâhham hatun idi; bayılıp düşmüş, kimi küpeleri için kulaklarını koparıp kilime koyup alıp giderken, bazı akraba ve n i­ metiyle perverde olmuş kimseler; « bre kâfirden eşed kâfirler, burası Malta adası mıdır? bu hakareti kâfirce kâfir b i­ le etmez » diyerek ellerinden aldılar, O gutlarını, kızlarını, cariyelerini bulduk­ ları yerlerden cebren ve nicelerini de kırkar ellişer kuruş vererek kurtardılar». Yağlıkçı Emir’in sancağı meselesi vc zorbaların ortadan kaldırılması Veziriazam Siyavüş Paşa öldürülün­ ce yeniçeri ve sipah zorbaları tam mâr.asiyle gemi azıya alıp evvelâ ocak için deki mühim mevkileri kendi aralarında paylaşmaya başladılar. Zorbabaşılardan Hacı Ali kendisini yeniçeri ağası, Deli Pirî sipah ağası, Tekeli Ahmed silâhdar ağası tâyin ettiler. Ne yazık ki bu zoraki ve kendiliklerinden tâyinleri, İkinci S ü ­ leyman içinden hınç duyarak dişlerini gıcırdatmasına rağmen tasdik zorunda kaldı. Bu tayinlerden de sonra meydanlar­ da ve konak önlerinde asker topluluğu kalmadığından dükkânlar açıldı. Lâkin dükkânların açıimasiyle zorbaların yağ­ macılığa başlamaları bir daha tekerrür etti. Bir alay zorba sipah ve yağlıkçılar çarşısını yağmaya başladı. Dükkânlar yağmalanırken canı fevkalâde yanan es­ naftan yağlıkçı Emir ismindeki şahıs bir sırığın ucuna beyaz bir mendil bağlıya­ rak : <— İntikam almak isteyen, ümmet-i Muhammed’den olan sancak dibine gel­ sin» Diye bağırmaya başladı. Maruz k a l­ dıkları yağma ve taarruzlardan yüreği yanık ve şaşkın vaziyette olan esnaf bu­ nu hakikî sancağ-ı şerif zannederek al­ tına koştu ve gayet kısa zamanda beş altı bin kişi toplanıverdi. Yağlıkçı Emir bir sancaktar gibi önlerine düşüp iler­ lerken herkes sancak altına davet edili­ yor ve dükkânını kapatan bu grupa ilti­ hak ettiğinden kalabalık büyüyordu. Bir müddet sonra on iki bin kişiyi geçen bu insan seli Bab-ı humâyundan geçip saray avlusuna doldular. Bu arada kapıcılar kethüdası Seyvid İbrahim Ağa'yı parçaladılar. Sarayın, Ortakapısı önüne gel­ dikleri zaman kapıcılar burasını sıkıca kapadılar. Kalabalığın, kapıyı açın diye zorlamasına kapıcılar, padişahtan izin almayınca açamıyacakları mukabelesinde bulundular. Bu sırada (Silâhdar tarihi C: 2, S: 336) kalabalığın şöyle bağırdığı ve sancağ-ı şerifin çıkarılmasını istediği görüldü : «— Elaman padişahım, eşkiya elin­ den elaman ! Bir âdil ve gayyur padişah­ sın, hakkımızı hak et, şerlerinden bîtâb kaldık, çoluk çocuğumuz dağıldı, avret oğlan bizim değil, mal ve emlâkimiz git­ ti, ırzımızı yıkıp rüsvay ettiler. Bu vilâ­ yet gâvur memleketi değildir. Ölüm ü ih ­ tiyar ettik. Sancağ-ı şerifi ihsan buyu­ run ,eşkiyayı kıralım ; ya biz burada öliirüz, veya sancağ-ı şerifi çıkarınzs . Padişah önce bu kalabalığın velvele­ sinden korkup telâşlandı. İhtimal bunla­ rın kendisini hal’ edeceğinin zannetmiş­ ti. Hakiki maksatlarının zorba takımını ortadan kaldırmak olduğunu, bunun için sancağ-ı şerifin çıkarılmasını istedikleri­ ni öğrenince telâşı zail oldu. Bu sırada 220i! ** |
sarayda devlet erkânından kimse olma­ dığı gibi, halkın başında da mühim bir şahsiyet mevcut değildi. Padişah deı-hal devlet erkânı ve ulemayı saraya davet etti. Yağlıkçı Emir ile birlikte gelmiş olan halk, gecikildiğî takdirde zorbaların silâhlanarak kendilerini kıracağından korktuklarından sancağ-ı şerifin bir an Öncc çıkarılmasını istiyorlardı. Saraydan avluda toplanmış halka başlarında işbilir kimseler bulunmadığı hatırlatılınca, etrafa koşturulan habercilerin gayretiyle, zorbalar yanında bulunan Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi ve Rumeli ka­ zaskeri Koca Feyzullah Efendi hariç ol­ mak üzere ulemadan birçok kimseler Yağlıkçı Em iı'in yanma getirildiler. Bu arada halkın toplanıp saraya girdiğini duyan zorbalar saraya adamlar göndere­ rek sancağ-ı şerifin çıkarılmasını önle­ mek istediyse de bunlar halk tarafından tanınarak ya kaçırıldı veyahut da öldü­ rüldüler. Nihayet bahçe kapılarından geçip sa­ raya dâhil olan hükümet erkânı, u le­ ma reisleri, ocak ihtiyarlan padişahın da huzuru ile yapılan toplantıda sancağ-ı şerifin çıkarılmasına karar verdiler. Bu arada bir de «cümle eıazil-i eşkiyamn katli caiz ve malı helaldir» diye senet hazırlayıp imzaladılar. Karar ve senedin tanzimini müteakip saııcağ-ı şerif sara­ yın olta kapısı üzerindeki bedene dikil­ di ve : ^zorbalara karşı sancağ-ı şerifin çıkarıldığı, ümmet-i Muhammed’den olamn sancak altında toplanması» husu sunda tekmil kapıkulu sınıflarına ve hal­ ka haberler gönderilip ilânlar yapıldı. Yağlıkçı Em ir’in arkasında toplanan halk sancağ-ı şerifin çıkarılması için uğ­ raşırken, bu hareketi casusları vasıtasiyle önlemeyi? muvaffak olamıyan zorba­ lar ilk partide beş yüz kişilik silâhlı bir kuvvetle şehirliyi basmak istedilerse de, harekete geçecekleri sırada sancağ-ı şe­ rifin çıkarılmış olduğunu öğrenince şaşı­ rıverdiler. Lâkin yine de küstahça icraa­ ta teşebbüsten geri kalmadılar, Zorbabaşılardan Deli Piri, şeyhülislâm, kazas­ ker, hattâ sadaret mührü yanımızda, bun­ lardan kuvvet alarak hükümeti biz ne­ den teşkil etmiyelim düşüncesine kapı­ larak Tekeli Ahmed’in sadnâzam, ken­ disinin sadaret kaymakamı ve Hacı A li’- ııin de yeniçeri ağası olmasını teklif etti. Lâkin Den Piri ııin böyle kendiliğinden hükümet kurma teşebbüsü zorbaKr ara­ sında biie tam bir tasvip yaratamadı. Bilhassa sekbaııbaşı ile kul kethüdasının sancağı şerif altına koşması Deli Pirî’nin teşebbüsünü alt üst etti. Zorbaların en azılılarından olan Hacı A li’nin, sancağ-ı şerif altına giden yeniçerileri yoldan çe­ virmek üzere harekete geçişi az daha hayatını kaybetmesi neticesini verecekti. Siyavüş Paşa’ııın öldürülmesi üzerine zorla yeniçeri ağalığını ele geçirmiş bu­ lunan Hacı Ali kaçıp Ağa-kapısına gir­ mek suretiyle ölümden kurtuldu ama, yi­ ne de çılgınca şeyler düşünmekten geri kalmadı. Nitekim, Silâhdar tarihinde (C: 2, S: 340) kaydedildiğine göre, oııuıı et­ rafında kalmış olan zorbalar son defa akdettikleri meşveretlerinde : «Kâh pa­ dişahı indirelim küçük biraderi Sultan Alîmed'i iclâs edelim, kâh Sultan Mus­ tafa’yı oturtalım dediler. O gazaplıdır cümlemizi k-rar dediler ve bazıları Ta­ tar hanını getirelim al-i Osman tahtına oturtalım ve cümle şehzadeleri ve saray halkını kıralım» diye konuştukları gibi padişahın birkaç defa istetmesine rağmen mühr-ü humâyunu da göndermediler. Sancağ-ı şerifin altına koşanlar bir hayli olmakla beraber zorbabaşılar da henüz yalnız kalmış değillerdi : yine de etraflarında epeyce adam vardı. Beri ta­ rafta hâlâ bir hükümet başkanı yoktu. Bu noktaya bir kişinin ehemmiyetle par­ man basması üzerine nihayet sadaret kaymakamlığına getirilmesi kararlaşmış olan İsmail Paşa sadnâzam tâyin edildi. İsmail Paşa’nın sadaretinin fiiliyata in ­ kılâp etmesi üzerine Şeyhülislâm Feyzul­ lah Efendi. Rumeli kazaskeri Feyzullah Eıendi ile Anadolu kazaskeri ve İstan­ bul kadısı azledildiler. Debbağ-zâde Mehmed Efendi tekrar şeyhülislâmlığa getirildi. Bu tâyinler yapıldığı sırada vakit ikindiyi geçmişti. İhtimal, hem vaktin geçmesi, hem de kan dökülmesine mâni olunmak istenmesi sebebiyle bu kalaba­ lıkla zorbaların üzerine yürünmedi. Zorbabaşılara yeni memuriyetler verilmek suretiyle topluluklarının iyice sarsılıp bozulması hedefi güdüldü. Nitekim yeni­ çeri ağası ilacı Ali'ye Bosna eyâleti, si2209
pahîler ağası Deli Pirî'ye Bursa sancağa, silâhdar ağası Tekeli Ahmed'e Karesi sancağı tevcih edilerek derhal tâyin edil­ dikleri yere gitmeleri bildirildi. Zorba reisleri padişahın bu fermanı üzerine tam mânasiyle şaşırıp perişan vaziyete düş­ tüler. Zira tâyin emirlerinin tebliği m ü­ teakip etraflarındaki adamları dağılmış kendileri yalnız kalmıştı. Buna rağmen o «ece saray etrafında sıkı emniyet ted­ birleri alındı. Meselenin hal yoluna gir­ mek üzere olduğunu gören halk ise pa­ dişahın isteği dola.vısiyle dağılıp evleri­ ne gitti. Saray avlusunda toplanışı takib eden birkaç gün zarfında evvelâ Deli Pirî, son­ ra Tekeli Aiııned ve Hacı Ali yakalanıp öldürüldü ; bunların arkasından da ikin­ ci derecedeki zorbalar temizlendi (Mart 2683) . VENEDİK CEPHESİ Dördüncü Mehmed'in son zamanla­ rında Venedik ve Avusturya cephelerin­ de mağlûbiyetler birbirini takip ettiğin­ den mütemadiyen toprak kaybına uğranılmaktaydı. Nitekim daha önce belirtil­ diği üzere Mora'nın kaybını müteakip Venedikliler Atik yarımadasına atlamış­ lar ve Atina şehrini de almışlardı. A ti­ na düşünce Mora serdarı Divrikli Meh ­ med Paşa İstefe (Teb) ye çekilmiş b u ­ lunuyordu. İkinci Süleyman zamanında üç m u­ harebe cephesinden ilk defa Venedik cephesine yeni serdar tayini yapıldı. Di v . rikli Mehmed Paşa’mn yerine, Şam Trablusundan mâzûl olup İstanbul’da oturan Arnavut Koca Halil Paşa tâyin edildi (31 aralık 1637) . Koca H alil Paşa serdar o- lunca selefi D ivıikli Mehmed Paşa vc 'Savda muhafızı vezir Şahin Mustafa Pa şa'va yeni serdarın maiyetine girmeleri i;in emirler gönderildi. Koca Halil Paşa, Venedik cephesi serdarlığma tayini İstanbul’daki kapı­ kulu askerlerinin zoraki cülus bahşişi talepleriyle hâzineyi tamtakır hale ge­ tirmelerinden biraz önceye rastladığı ci­ hetle bir miktar harb levazımından baş­ ka beş yüz keselik akçe Venedik cephesi serdarının emrine tahsis edilebildi. Bu arada Ağriboz muhafızı için de İstanbul’­ dan (Silâhdar tarihi C: 2, S: 313) bir miktar yeniçeri sevkedildi. Ayrıca 1638 □cağının ilk günleri zarfında tersaneye yirmi adet firkate inşası hususunda ta­ limat verildi. Venediklilerin Ağriboz muhasarası 1088 senesinde Yunanis­ tan tarafında Venediklilerin büyük kuvvetler tahsisi su­ retiyle yüklendikleri yer Ağribez adası oldu. Bir takım hazırlıklardan sonra Anabolu'dan kalkan (10 haziran) düşman donanması Ağriboz sularına ilerledi. Silâhdar tarihi (C: 2, S: 381) müelli­ fine göre bu donanmada 62 kalyon, 54 adet Venedik, Malta ve Papa çektirmesi (kadirga), 6 tane mavna, 18 adet tsklavan firkatesi mev­ cut olup yardımcı gemiler iMora yarımadasını ele geçiren Venedikliler Gördös ıe donanma mevcudu iki yüz ( Korintltos ) u kolayca zaptctınişlerdi (Kicaut’dan) gemiyi geçmekteydi. Bu 2210
büyük donanma Kandiye'ııin son m ü­ kuvvet yolladığı takdirde bir düzensizlik dafii olan Amiral Morosini'nin ermin­ olabileceğini beyan etti ve ilerde gereği­ deydi. ne göre hareket edeceği bildirildi. Venedikliler, temmuzun 16 sında k a ­ Amiral Morosini bu arada papaz k ı­ raya beş bin kişilik kuvvet çıkardı. M ik ­ yafetine soktuğu bir casusu adadaki tarlarının az olduğu intibaını vererek Türk kuvvetleri halkında malûmat edin­ Türkleri kale ve metris dışına çekmek mek üzere Ağriboz'a göndermişti. Ağriistedilerse de muvaffak olamadılar. Er­ boz muhafızı vezir Çelebi İbrahim Paşa tesi gün tabiyeleriııi değiştirerek karaya bu adamın casusluğunu bizzat sezip yakıı-k bin kişilik kuvvet 50 balyemez. 18 kalatttı ve Venedikliler hakkında bir hayli bilgi sahibi olduğundan elinde m ev­ havan topu çıkardılar ve kale ile varo­ şunu dairen madar kuşattılar. Gayeleri cut askeriyle bir takım tedbirler almaya koyuldu. Venedik donanması Ağriboz s u ­ adanın tamamını zaptetmek olduğu ci­ hetle buna göre tedbir ittihazına koyul­ larına geldikten sonra bunlardan ayrılan maktan geri durmamakta idiler. Donan­ 20 gemi Girit'in Kandiye limanı önüne ma üstünlüğü Venediklilerde olduğu ci­ giderek. Kandiye muhafızı Zülfikar Pahetle adanın istedikleri kıyısına ilerle­ şa’nın asker tarafından katledilmiş ol­ mekte müşkülât çekmiyorlardı. masından istifade etmek istediyse de hiç bir şey yapamadan geri döniip geldi, Ve­ nedik donanması nihayet 14 temmuz 1688 Arnavut kuvvetlerinin ihaneti de Kızılhisar boğazında göründü. Çelebi İbrahim Paşanın gayreti ve Ağriboz’u zaptetmek için gelen düş­ ona bağnlık gösteren askerin metanetle man kuvveti hayli kalabalıktı. Buna m u­ kaışı koyması sayesinde çarpışmalar esas kabil Çelebi İbrahim Paşa’nın emrindeki itibariyle kalenin varoş kısmında cere­ asker adanın müdafaası için kifayetli sa­ yan etmekteydi. Lâkin eldeki mahdut yılamazdı. Üstelik mağlûbiyetler devam kuvvetlerle uzun müddet dayanılması ettiğinden askerin maneviyatı da bozuk­ kolay değildi. Çelebi İbrahim Paşa vazi­ tu. Disiplin ve maneviyatta zafiyet gös­ yetin nazikliğini seraskere arzediııce H a­ terilirse Ağriboz da elden çıkabilirdi. lil Paşa, Arnavut Mustafa Paşa’mn k u ­ Binaenaleyh fedakârca davramlması ge­ mandasında üç bin Arnavut askeri yol­ rekmekteydi. İbrahim Paşa bu noktalan takdir ettiğinden, maiyetin­ deki kumandan, alaybeyi, yerli kulu ağaları, Mısır kuvvetleri kumandam ve da­ ha bazı kimseleri toplıyarak. onlara durumun ehemmiyet ve nezaketini izahtan sonra hisierine hitab ederek kendi­ lerini heyecana getirdi ve (Silâhdar tarihi C: 2. S: 383) canla başla çalışacaklarına dair söz aldı. Bundan sonra Venedikliler daha karaya çıkmadan önce kale dışında müdafaa tertibatı aidi. Bu aıada serdar Koca Halil Paşa’daıı düşmanın karaya çıkmasından önce iki bin k i­ şilik süvari kuvveti istedi. Halil Paşa ise, Mora'daki mağlubiyetler dolayısiyle as­ kerin maneviyatının bozuk­ Venediklileriıı muhasarasında bulunan Ağriboz kale­ luğunu işaretle, perakende sine Osmanlı imdat kuvvetlerinin girişi (Ricaut’dan) 2211
ladı. Bunlar birkaç gün sonıa kalenin Hayırlı kapı tarafına bayrak dikerek : «— Biz cenk etmeyiz, kalenin kapı­ sını açın, dışarı çıkalım ; yoksa geri dö­ ner sizinle doğuşürüz*» dediler. Çelebi İbrahim Paşa bunlara kâh Türkçe, kâh Arnavutça nasihatlar ettiyse de tesir h â ­ sıl olmadı. Nihayet gece karanlığından istifade ile çıkıp gitmelerine (Silâhdar tarihi C: 2, S: 336) ruhsat verdi. Fakat bunların çıkıp gitmelerine imkân hâsıl olmadan düşman vaziyetten haberdar ol­ duğundan fırsattan istifade niyetiyle ka­ leye yaklaştı. Venediklilerin bu hareketi kaleden çıkış yapan üç yüz serdengeçttnin fevkalâde gayreti sayesinde bir teh­ like mevzuu haline gelmeden atlatıldı. Bundan bir müddet sonra İbrahim Paşa yeniden yardım isteyince Serdar Koca Halil Paşa oğlu Tırhala Sancak Beyi Mehmed Paşa ile üç bin Arnavut askeri yolladı. Bu ikinci parti Arnavudun hiyaneti birincisinden baskın çıktı. Kumandanları Mehmed Paşayı öldüren Arnavutlar düşman tarafına geçtiler. Bu hiyanet üzerine kalenin varoşu düştü ve muharebe esas kale kısmına teveccüh etti. Kalenin sıkıştırılması Kırk günlük bir mücadeleden sonra varoş düşüp de muharebe kale kısmına intikal edince muhafız Çelebi İbrahim Paşa müdafaa için gayet güzel tedbirler aldı. Kalenin deniz tarafına beş oda ye­ niçeri ile Avionya ve Seiânik sancakları askerini ve bir miktar sipah serdengeçtisi, Mahmud Paşa kulesine Ohri ve Yanya sancakları askerini, Kanlı tabyaya bir oda yeniçeri ile bir miktar sipah ve si­ lâhdar serdengeçtisi, Yalı-kapısına bir oda yeniçeri, Su-kulesine bir oda yeni­ çeri, Dizdar-kapısma iki oda yeniçeri ile Elbasan sancağı askerlerini yerleştirip kendisi sıkışan yere yetişmek üzere ih ­ tiyatta kaldı. Venedik kumandanı Morosini’nin iyi ve tecrübeli bir kumandan ol­ duğunu nazarı itibara alan Çelebi İbra­ him Paşa hasmımn isabetli bir muhasara plânı tatbik edeceğini düşünerek onun daha fazla dövmesi muhtemel kısımlara fazla kuvvet ayırdı. Ayrıca kale dahilin­ de çıkacak yangınları söndürmek üzere halktan ve eslilerden müteşekkil ekipler teşkil etti. Venedikliler bütüıı kuvvetleriyle ka­ leye yüklendikleri ve şiddetli bir top a!eşine devam ettikleri cihetle ort günlük bombardıman sonunda kale duvarları y ı­ kıldı. Gündüz çarpışan asker geceleri y ı­ kılan yerleri tamir ve hendekleri temiz­ lemekle uğraşıyor böylece fevkalâde gayret gösterilerek dayanılıyordu. İbra­ him Paşa mütemadiyen etrafı dolaşıyor ve askerlerine gayret ve metanet telkin ediyordu. Bu arada bir elçi gönderen Morosini teslim teklifinde bulundu. Çe­ lebi İbrahim Paşa, askerlerinin bir kıs­ m ının «biz bu ateşi ne zamana kadar çe­ keceğiz? Iziıı ver ne olacaksa olsun* de­ mesine rağmen teklifi reddetti. Manevi­ yatı bozulan bir kısım askerini gayrete getirmek için uğraşırken Mahmud Paşa kulesi tarafında hücuma geçen Venedik­ lilerin burada kalenin beden başlarına bayrak diktiğini öğrendi. Derhal o kısım­ da mukabil hücuma geçerek düşmanı bayrak diktiği yerden söküp attığı gibi beş biıı kişilik de zayiat verdirtti. Muhasaranın kaldırılması Çelebi İbrahim Paşa’nm durumu çok iyi plânlayıp gayretli davranması saye­ sinde kaledeki askeri de, halkı da onun gibi gayretle çalıştı. Yıkılan yerlere top­ rak taşımak üzere torba yapmak için as­ ker ve halkın bezden her türlü eşyasın­ da faydalanıldı. İbrahim Paşa, Venedik ordusunun durum ve niyetlerini Morosini'nin yanında kâtiplik edeıı İstefeli bir Rum gencinin babasından öğreniyor ve buna göre hazırlıklı bulunuyordu. A yrı­ ca Venedikliler arasına casus göndermek ve esir yakalamak suretiyle düşmana ait bilgi ediniyordu. Venediklilerden kaçan iki Fransız askeri ertesi gün deniz ve kara tarafında üç koldan taarruza geçi­ leceğini haber verdi. İbrahim Paşa der­ hal taarruza geçilecek sahaları takviye ederek gerekli tertibatı aldı. Düşmanın taarruzu zayiatla püskürtüldüğü gibi düşman gemilerinin limana girişine ka dar hareketsiz davranılıp sonra top ateşı açılmak suretiyle gemilerinde de hasarlar meydana getirildi. Kaleyi alamıyacağını anlıyan Venedikliler nihayet 2212
muhasaranın yüz onuncu günü kuşatma­ yı çözerek çekildiler (30 ekim 1688 - 5 muharrem I10C) . Venedikliler bu muhasara esnasında 32 biıı havan 150 bin top mermisi atıp 36 bin kantar barut harcamışlar ve 23 bin ölü vermişlerdi. \enedik kumandanı Morosiııi Ağriboz’dan çekilirken Çelebi İbrahim Faşa'ya (Silâhdar tarihi C: 2, S: 35) bir adem göndererek şunları söyIetnıişti : «— Hizmet ancak böyle olur. Padi­ şah ekmeği nelâl olsun ; dini ve efendisi uğruna böyle çalışmak gerek. Devlet-i Osmaniyedc Köprülü oğlu ¿hm ed Paşa­ dan sonra müdebbir adam gelmez der­ dik ; siz onlardan daha çok hizmet etti­ niz. Efendine haber gönder ki, Ağriboz kalesini kırmızı çuhadan dikilmiş k ılıf içine kovsun. Artık bir düşman daha zaler bulamaz. Sana hediye gönderirdim, ancak aramızda düşmanlık var. Lâkin ahdim olsun ki resmini yaptırıp cümle kırallara göndereyim?. Avlonya kalesi ve körfezinin durumunu gösterir eski bir kroki (Ricaut'dan) sevkedildi ise de Venediklilerin deniz­ den faaliyete koyulmaları üzerine zahi­ renin teslimi mümkün olmadı. Bundan müteessir olan müdafiler ise kaleyi vire ile testim ettiler ( Mart 1690 ) . Dalıııaçya ve Arnavutluk kıyılarının durumu Avlonya hâdisesi Dördüncü Mehmed zamanında Adri yatik kıyılarında bazı yerleri zaptetmiş olan Venedikliler, bu tarafta arazi zaptı işini bir köşeye bırakmış değillerdi. B u ­ ralarda yine faaliyetlerine devam edip yeni topraklar ele geçirmeye uğraşıyor­ lardı. Maamafih 1688 ve 1689 yıllarında buralardaki çalışmaları pek semereli sa vılamazdı. Bcııefşc kalesinin Venedikliler tarafından zaptı Venedikliler Mora yarımadasını is­ tilâ ettikleri zaman Türkleriıı elinde yal­ nızca Benefşe kalesi kalmıştı. Mora'nın güneyinde uzanan üç yarımadadan en doğudakinin doğu kıyısında bulunan Beuefşe (Monemvasia) kalesi iki defa m u­ hasaraya maruz kaldı. Kara ve denizden tatbik edilen ikinci muhasarada Vene­ dikliler hayli sıkı davranmaktaydı. Benefşe’yi kurtarmak ve muhasırlara za­ hire yetiştirmek üzere deniz birlikleri Avlonya sancak beyi iken Rumeli beylerbeyliğine tayin ile Macaristan se­ ferine iştiraki emredilmiş olan Arnavut Küçük Cafer Paşa bu mıntıkanın eli si­ lâh tutar adamlarını toplayıp gidince, Arnavut âsilerinin bunu Venediklilere bildirerek kendilerine vardım vaadinda bulunmaları üzerine, Venedikliler gele­ rek Avloııya’yı zaptettiler. Bu vaziyet karşısında Avlonya’nııı istirdadına memur edilen Koca Halil Paşa civardaki sancakların kuvvetlerini pm rinde birleştirerek Avlonya üzerine yürüdü. Durumun aleyhlerine inki­ şaf ettiğini ve kale düştüğü takdirde kı­ lıçtan geçirileceklerini anlıyan Venedik­ liler muhasaranın otuzuncu gününün ge­ cesinde kaleden çıkıp firar ettiler (4 mart 1691) . Buradan çekilirken etrafa yerleştirdikleri lâğımları ateşliyerek Avlonya’da fazlaca tahribatta bulunmuş ol­ dular. I.EHİSTAN CEPHESİ Dördüncü Mehmed zamanında oldu ğu gibi İkinci Süleyman’ın padişahlığı yıllarında da Lehistan cephesinde gerileme vuku bulmadı. Lehler bütün gayret- 2213
lerini Poclolya topraklarını istirdada has­ retmiş bulunuyor ve bilhassa eyâletin merkezi olan Kamaniçe'yi almaya çalışı­ yorlardı. Kamaniçe iyi biı- şekilde müaafaa edildiği gibi Kırım Tatarlarının akınlariyle ¿aman zaman sarsılmaları, bunlaruı başar;sizliğinin başlıca âmiliydi. İkinci Süleyman tahta geçtiği zaman Kırım Hanı Selim Giray’a kılıç, kürk ve hatt-ı hümâyun gönderildiği zaman, m ü­ verrih Silâhdar (C: 2, S: 353) tabiriyle, yeni padişahın talihini yoklamak üzere Bucak Tatarları ile Nogaylardaıı mürek­ kep otuz bin kişilik kuvvet toplıyarak ikinci oğlu Azamet Giray emrine verip Lehistan üzerine sevketmiştîr. Azamet Giray Kamaniçe yakınından Lehistan arazisiııe girerek Lemberg önlerine kadar ilerlemiş, bazı palanka ve kale varoşla­ rına hücumlar yaparak tahriplerde bu­ lunmuş, baz; yerlerde toplar zaptetmiş ve nihayet bir çok ganimet ve esirler toplıvarak Kırım'a dönmüştür ( Nisan 16S8 ) . Azamet G iray ’ın muvaffakiyeti Kamaniçe'yi zaptetme emelinden bir türlü vazgeçmeyen Leh Kıralı Jan Scbieski 1638 yazında bir lıayli kuvvet topIıvarak Kamaniçe önüne geldi ve şehri dört tarafından sarıp muhasaraya başla­ dı. Kamaniçe büyük sayıda kuvvetlerin tehdidine maruz kalınca Özi 'muhafızı Bozokhı Mustafa Paşa ve Kırım H anı­ nın oğlu Azamet Giray buranın im dadı­ na yetişmek üzere harekete geçtiler. A¿amet Giray daha öııce davranıp K a ­ maniçe yakınlarına gelince Leh kuvvet­ leri iki ateş arasında kalmamak için ka­ lenin önünden biraz çekildi. Lehlere kar=ı hücuma geçen Kırım kuvvetleri onla­ rı magiüp ederek geriye sürdü. Bu arada Litvanya hatmam emrindeki kuvvetlerle geldiyse de Azamet Giray onu da mağ­ lûp etti. Hattâ Lehlere karşı bir üçüncü muvaffakiyet daha kazanarak Kamaniçe'y.e uzanan tehlikeyi böylece defetmiş oldu. Azamet Giray’m muvaffakiyetle­ rinden sonra Bozoklu Mustafa Paşa da Kamaniçe önüne yetişti. Fakat Lehler çekilmiş olduğundan Özi muhafızının çarpışmasına lüzum kalmadı. Kaleyi er­ zak, mühimmat ve paraca takviye eyle­ dikten sonra (Silâhdar tarihi C; 2. S: 37ii) Mustafa Paşa kışlamak üzere 8abadağı'na. Azamet Giray da Kırım'a döndü. Lehlerin sulh teşebbüsü I.ehliler senelerden beri bütün kud­ retleriyle uğraşmalarına rağmen Kama­ niçe'yi alamamışlardı. Burasını alam a­ dıktan başka harb yüzünden Kırım kuv­ vetleri memleketlerinin hayli içerlerine kadar girmekte ve bu yoldan da bir hayli zarara uğramakta idiler.. Bilhas­ sa cu halin onlarda bir yılgınlık mey­ dana getirmesi gayet tabiî idi. Silâhdar tarihinde (C. 2, S: 427) kaydedildiğine göre; Leh askerleri altı yıldan beri harp ­ lerde mağlûp olduklarını, memleketleri­ nin bilhassa Tatar hücumları yüzünden zararlar gördüğünü beyanla elçi gönde­ rilip sulh talebinde bu'unlmasını iste­ mişlerdi. Askerlerin bu tazyiki kargısın­ da Leh Kıralı Kırım Hanı Selim Girşy.'a bir elçi göndermişti. O sırada Kili'de bulunan Selim Giray Lehlerin sulh ar­ zusunu İstanbul'a arzetmişti. Bunun üzerine İstanbul'dan Selim Giray’a veri­ len talimatta, şayet sulh niyetleri sami ■ mi ve k afi ise. selâhiyetli kefillerinin alınması bildirilmişti. Hâdiselerin cereyan tarzından anla­ şıldığına göre. Lehlerin sulh için Kırım Hanının tavassutunu rica edişleri sami­ mi olmayıp bir oyalama taktiğinden iba­ retli. Zira daha ünce mukaddes ittifaka giımiş olan Rusların bu sırada birden­ bire Kırım üzerine yürüdükleri görüldü. Elçiye. Lehlerin dönekliğinden ve sözle­ rine itimadın caiz olmadığından (S ilâh ­ dar tarihi C: 2, S: 432) bahsetmiş olan Selim Giray, bunun, harekâtı gevşetme arzusu olabileceğini sezmişti. Rus taar­ ruzunu öğrenince elçiyi Kili kalesine hapsederek süratle K ırım ’a gitmesi üze­ rine, Lehlerin bu teşebbüs veya oyun­ ları böylece akamete uğramış oldu (M a­ yıs 1689) . Bundan birkaç ay sonra Lehler Ka­ ma:: içe üzerine yürümüşler ( Ağustos 1689 ) , Kamaniçe muhafızı Kahraman Paşa bunlara şiddetle karşı koymuş, ay­ lıca kalenin yardımına başka Kuvvetle­ rin de geldiğini duyunca çekilip gitmiş­ lerdir. 2214
RUSLARIN KIRIM'A TAARRUZU Valııız on altıncı asırda değil on ye­ dinci as-ıda da uzun müddet Türklerle muharebe etmekten çekinmiş olan Kuş­ lar, 1683 Viyana bozgunundan sonra ar­ tık yavaş yavaş eskisi gibi düşünmemeve, yani Tüıkierden çekingenlik duyma­ maya başlıyorlardı. Bilhassa Viyana boz­ gununu takip eden yıllar zarfında Osmanlı ordusunun Macaristan ve Mora'da ¿İst üste mağlûbiyetlere uğrayarak top­ rak kaybetmesi. Rusların Osm anlılar aieyhiııe Batılı devletlere yaklaşmasına yol açmış, daha doğrusu onlara bu ce­ sareti vermiş oldu, Ruslar Batılılara yaklaştığı sırada, evvelâ eskiye nisbetle daha cesurca ko­ nuşmaya, basit tarafından da olsa Os­ m anlIlardan bazı taleplerde bulunmaya başladılar. Nitekim Dördüncü Mehmedin hal'indeıı bir sene önce Rus elçisi padişah tarafından kabul edildiği (14 n i­ san 1646) zaman Çarın bir mektubunu sunmuştu. Çar bu mektubunda, Rus tüc­ carların emniyetle gidip gelmelerini, Ta­ tarların Rusvaya tecavüz ettirilmemesini. Osmanlt tersanesinde çalıştırılan kırk Rus kazağının parasız olarak salıveril­ mesini. Kırını hududundaki Tuzla’nm kendilerine (Silâhdar tarihi C: 2, S: 238) bırakılmasını, Kus elçisinin Ortodoks Rum Patriği ile görüşüp Fener Patrikha­ nesinde dua etmesine müsaade olunma­ sını rica etmekteydi. Dördüncü Mehmed, bu isteklerden Tuzla’mn terki meselesi hariç diğerlerini müsait karşılayıp müsaadekâr davrandı. Osmanlı hükümeti­ nin böyle yumuşak davranması üç mü ■ lıim hasmm arasına bir dördüncüsünün karışmasını önlemek içindi. Fakat Osıııanlı hükümeti böyle yumuşak ve uy­ sal davıanmasiyle Rusların mukaddes it­ tifaka girmeleri önlenmiş olmadı. Bilhas­ sa Lehlerin tesir ve gayretiyle 1686 yılı içinde Ruslar da ittifaka dâhil oldu. Lehler Rusların hasmı olmakla be­ raber onları bu ittifaka sokmaya çalış­ malarının sebebi, Tatar akınlarını kendi üzerlerinden uzaklaştırmak içindi. Zaten Ruslar ittifaka girerken Kırım üzerine yüklenmeyi va’dediyorlardı. 1687 yılında Ruslarla Lehler arasında vuku bulan ikinci anlaşmada bilhassa bu gaye göze­ tilmekteydi. Rusların K ırım üzerine yürümesi Kırım Hanı Selim Giray 1683 yılı içinde harekât icabı Tuna deltasındaki Kili'de bulunduğu sırada Rusların büyük bir ordu ile Kırım'a yürümekte olduğu­ nu haber alınca büyük bir heyecana k a ­ pılarak derhal Kili'deıı harekete geçti (lo Mayıs 1689) . Gece gündüz mütema­ diyen yol almak suretiyle ilerliyen Se­ lim Giray altı günde Ur-Kapı (Prekop) berzahı ağzına ulaştı. Ikivüz bin kişiyi bulan Kus ordusu Prekop berzahı istikametine yürürken 12 veya yirmi bin kişilik bir kuvvet de yarımadanın doğu tarafında tabii köp­ rü gibi uzanan daracık bir şerit halin­ deki arazi üzerinden Kefe've doğru (Si­ lâhdar tarihi C: 2, S: 440) sevkedilmişti. Silâhdar tarihi müellifinin kaydına na­ zaran, üçvüz bini bulan bu Rus ordusun­ da iki bin adet top mevcutmuş. Ur-Ka^ı (Prekop) berzahına yedi saatlik mesafe­ deki «Kara Yılga s mevkiine kadar gel­ miş olan Kuşlar muvaffak oldukları tak ­ dirde Kırım Rus işgaline düşeceği için tehlike cidden büyüktü. Binaenaleyh fevkalâde cesaret, metanet ve gayretle muharebe edilmesi gerekiyordu. Sevilen bir şahsiyet olan Kırım müftüsü Tatar askerine bir hitabede bulunarak, onla­ rın hislerini galeyana getirdi. Tehlikeyi kavrıyan ve fedakârlık duyguları kamçılanmış olan Kırım aske ­ ri cidden şecaatle muharebe etti. Çarpış­ maların ilk güııü, onbeş yirmi kat ara ­ banın bir araya toplanmasından meyda­ na getirilmiş maniayı Tatar askerinin aş­ ması ve bu arada 24 adet de top zap­ tetmiş olmaları Rusların maneviyatım sarstı. Ayni yerde mücadele bir hafta k a . dar daha devam etti. Bu müddet zarfında Huşlar bir lıayli zayiat verip sarsıl­ mıştı. Kalabalık ordunun ezilip k a ç ırt­ ması elbette kolay değildi. Onun için Se­ lim Giray birkaç günlük çarpışmadan soııra 10 haziran 1689 da Ur-Kapı ber­ zahı ağzına çekildi. Ruslar buraya kadar geldilerse de at, su ve yiyecek bulmak­ ta fazlaca güçlüğe maruz kaldıklarından taarruza cesaret edemeyip geri çekildi­ ler. Rııs çekilişi üzerine takip hareket- 2215
¡erinde bulunan Tatarlar bu sırada da Ruslaıa zayiat verdirdiler. Esas büyük kel bu hale m arı« kalırken Kefe'ye yü- rümek isteyen ko) da mağlûp edilip geriye çevrildi, AYUSTt RYA CEPHESİ Uördüncü Mehmed zamanında oldu­ ğu gibi İkinci Süleyman zamanında cLi cephelerin en ehemmiyetlisi Avusturya cephesi idi. Avcı Sultan Mehmed’in son zamanında Macaristan’ın mühim bir kıs­ mı elden çıkmıştı. Süleyman, padişah oIunca elbette her şey birdenbire değişip düzelmedi. Esasen Avusturya cephesinde düşman aleyhine hemence bir inkişaf beklemek esasen yersizdi. Zira, saltanat değişikliğini temin eden kapıkulu ocak­ ları, beri tarafta işleri bitince esas vazi­ felerinin başına dönmemişler. İstanbul'­ da zorbalığa girişmişlerdi. Ordunun Pe tervardayırdan Belgrad’a çekilmesi üze­ rine düşman yalnızca buralarda suratla ilerleme kolaylığına mazhar olmakla kalmamış, Macaristan’da dayanmakla devam eden kalelerle. Slovenya ve H ır­ vatistan'daki Osmanlı topraklarında da bir panik havasının esmesine âmil ol­ muştur. Szolnuk. Eğri, Lîpve, İstolni -Bdgratl’ııı düşman eline geçmesi Ordunun muharebe ettiği sahadan hayli gerilerde kalmasına rağmen da- yanmakta devanı eden kaleler nihayet düşüp teslim olmaya başladı. Bu kale­ deki müdöfileri perişan hale sokaıı âm il­ lerin en başında açlık geliyordu, Lipve ve Szolnok kaleleri bunun pek fazla acisim çekmediyse de, Eğri ve İstolni-Belgrad müdafileıinin hali hakikaten y ü ­ rekler acısı idi. Düşmana sekiz ay müd­ detle döğüşerek karşı koyan Eğri müdafileri, açlıktan o kadar perişan hale geldiler ki at ve ağaç kabuklarından baş­ ka ölülerinin etlerini yemek mecburiye­ tinde kaldılar. Eğri’dekilerin yarısı a ç­ lıksan öldü. Bu arada kaleden çıkıp düş­ mana müracaatla hıristivanlığı kabul edeııler oldu. En nihayet vire şartı ile Eğriyi düşmana teslim ettiler (Aralık 1687) . İstolni Belgrad müdafilerinin ha­ li de Eğri'dekiler gibi feci idi. Yalnız burayı kuşatan düşman kumandanı içeıdekileri açlıkla teslim almayı kurmuş ol­ duğundan muharebe ihtiyacını bile his­ setmedi. Burada da kaledekilerın bir kısmı açlıktan ölüp gitti. Neticede îstolni Belgıad’da dört aylık bir dayanmayı müteakip vire ile teslim oldu (Mayıs 1G38) . Bu arada Tamşvar beylerbeyi Gürcü İbrahim Paşa kaledeki muhafızlara ezi­ yet ettiğinden bunların hepsi birden avaklanarak İbrahim Paşa’vı öldürdüler. Bu hâdise üzerine. Rumeli'de kışlamak­ ta olan valilerden Diyarbekir Beylerbe­ yi vezir Cafer Paşa Tamşvar Valiliğine tâyin edildi. Yeğen Osman Paşa’nın serdar ta.yin edilmesi Istolni Belgrad (Stuhveisseburg) kale­ sinin onyedîr.ci asır sonunda yapılmış bîr resmi (Rieaut’dan) Siyavüş Paşa ölmeden önce Avus­ turya cephesinde serdar sıfatiylo Hazi­ nedar Haşan Paşa bulunmakla beraber, vaziyetin karışıklığı ve askerin kifayet­ sizliği dolayısiyle Belgrad'da hemen he­ men hareketsiz gibi oturmaktaydı. N i­ şancı İsmail Paşa Sadnâzam olup zor­ balar da temizlenince cephe işlerine d ik ­ 2216 ı ı
katler çevrilebildi. Fakat ne yazık ki Avusturya cephesi gibi pek mühim bir yere iyi bir serdar tayin edilmedi. İs­ mail Paşa, lfl mart 1688 de topladığı bir mecliste, kendisinin merkezde kalması ve Avusturya cephesine bir serdar tayini hususunda karar aldı. Neticede de Ru­ meli Beylerbeyi Yeğen Osman Paşaya vezaret tevcih edilerek Haleb Valiliğiyle serdar nasbedildi. Selefi Hazinedar Ha­ şan Paşa ise Anadolu Beylerbeyliğine nakledildi. Bir zorba iken paşalığa yükselmiş ulan Yeğen Osman Paşa, evvelce saruca ve sekbanları yanında olduğu halde Siyavüş Paşa ile birlikte Çırpıcı Çayırına kadar gelmiş, fakat İstanbul’a girmiyeı-ek bilâhara Kosova’ya gitmişti. Burada bulunduğu sırada maiyetinde onbin ki­ şilik (Silâhdar tarihi C: 2, S: 354) sarıca ve sekban vardı. Daha sonra Yağlıkçı Enıir’in sancak meselesinden sonra bazı zorba takımın da İstanbul’dan kaçıp ken­ disine iltihak etmiş olduğu cihetle adanılarının sayısı daha çok artmıştı. Bunlar kendisini etrafa kafa tutmaya teşvik ettikleri gibi etrafa zulmetmekten de geri kalmıyorlardı. Bu disiplinsiz kim ­ selere istinat eden ve zorba tabiatından hâlâ iyice sıyrılamamış olan Yeğen Os­ man Paşa etrafı dinlememeye ve bazı tâyinler yapmaya başladı. Kendisini da­ ha kuvvetli ve em'-Ti hissedebilmek için dayısı Deli Veli’yi Rumeli Beylerbeyi ta­ yin etti. Kethüdası Mustafa'ya da Kara­ man Valiliği verip Anadolu’dan levend toplamak vazifesiyle İstanbul’a gönderdi. Ayrıca buna verdiği talimatla da, bu ka­ dar askerle cepheye gidemiyeceğîni, ya veziriazamın gelmesini veyahut da m üh­ rü lıumâyunun kendisine verilmesini bildirdi. Kısacası zor ve tehdit yoluyla sadrıâzam olmak istemekteydi. Bu talep­ te bulunurken bir taraftan da kalkıp Sof­ ya’ya kadar geldi. Cephe vaziyeti gayet nazik durum­ lar arzettiği halde serdar tayin edilen adam memleket davası yerine kendi kud­ ret ve mevkiini yükseltmek için uğraşı­ yordu. Bu vaziyet karşısında sadrıâzam Nişancı İsmail Paşa onu serdaıiıktaıı az­ lederek Hazinedar Haşan Paşa’yı ikinci defa serdar tayin etti. Yeğen Osman" Pasa'nın Anadolu’ya geçmesinin büyük ga­ ileler çıkmasına yol açacağını hesaplıyan sadrıâzam ona Bosna Valiliğini, da­ yısı Deli Veli’ye de Hersek sancağının tevcih edildiğini, memuriyetine gitmedi­ ği takdirde üzerine kuvvet sevkedileceğini bildirdi. Sadrıâzam in azli ve Yeğen Osman Paşa’m n zorla serdarlı ğı elde clnıesi Sadrıâzam Nişancı İsmail Paşa'nı;! niyeti Yeğen Osman Paşayı ortadan k al­ dırmaktı. Onu serdarlıktan azledince et­ rafa emirler göndererek kendisini kıs­ kıvrak bağlamaya çalışıyordu. Bu sırada Anadolu’da eşkıyalık hareketleri görül­ mekteydi. Yeğen Osman Paşa ile alâkası bulunan veya ona güvenen bazı kimseler Ankara ile Eskişehir arasında zorbalık ediyor ve adam öldürüyordu. Sadrıâzam İsmail Paşa, gerek Yeğen Osman Faşa’ııın yanındaki sarıca ve sekbanların azı­ lılarını, gerekse Anadolu’daki zorbaları ortadan kaldırmak suretiyle tam bir asayiş teminini gözetmekteydi. Lâkin bu niyetlerinin tahakkukuna imkân bulama­ dan mevkiinden oldu. İsmail Paşa sadııâzam ‘ ayin edildiği zaman Debbağ-zâde Mehmed Efondi'nin şeyhülislâmlıkta kal­ masını istememişti. Bundan dolayı sadrı âzama hasım kesilen Debbağ-zâde, İsma­ il Paşa’nın muhaliflerinden rüşvet m u­ kabili bazı işlere karışan padişah hocası Arab-zâde Abdülvahab Efendi ve Darüssaade Ağası ile işbirliği etti. Bunlar u le­ madan kendilerine taraftarlık edecek jdamlar bularak sadrıâzamm azli için ça­ lıştılar. İsmail Paşa’yı. cenk ahvalinden habersizlik ve garazkârlıkla itham etmek suretiyle padişahın gölünden düşürdüler. Müverrih Silâhdar Fındıklık Mehmed Ağaııın (C: 2, S: 359) ifadesiyle, «sadedi! ve çevrilen hilelerden habersiz» olan pa­ dişah İsmail Paşa'yı azlederken yerine kimin geçmesinin münasip olacağını da bu ulema heyetine sordu. Onlar da boğaz muhafızı Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa’yı tavsiye ettiler. Neticede 2 mayıs 1688 de nıühr-ü lıumâyun Nişancı İsmail Paşa’dan alınarak Bekri Mustafa Paşa’ya verildi. İsmail Paşanın sadaretten ayrılması Yeğen Osman Paşa ile zorbaların işine yaradı. İsmail Paşa Anadolu’daki zorba­ ların ortadan kaldırılması ve Rumeli’de 2217
gittirdi. Buııdan eşkiya ve zorba takımı fevkalâde memnun oldu : hattâ Anadolu'­ da 201'ba reislerine bir takım, memuri­ yetler bile verildi. Yanında un iki bin ki­ şilik sarıca ve sekban bulunan (Silâhda:' tarihi C: 2. S: 364) Yeğen Osman Paşa ise. kendi üzerine gelecek nefir-i âm da­ ğıtılınca Bosna’ya gitmeyi reddedip ser­ darlımı zorla elde etmek için doğruca Be-'gıad'a yürüdü. Düşmanla çarpışmak Çi­ zere asker toplamakla meşgul olan Serdar Hazinedar Haşan Paşa. Yeğen Osman Paşa’nın önünden güçlükle kaçıp kurtuldu. Celâlilikten yetişme olan Yeğen Osman Paşa yine Celâli halinde serdarlığı elde ediyordu. Haşan Paşa kaçınca serdarlı k kürkünü giyip kılıcını kuşanan bu ada­ mın yaptığı hareket İstanbul’da duyulun ca hükümet yeni bir belâ ile uğraşmamak için mecburen onun serdarlığını tasdik etti. Badeıı marşrafı Ludwig ( A Magyar Nemzet Tortenete'den ) Belgrarfın «[den gitmesi Osmanlı devlet erkânı zorbalarla uğ­ raşır. bazı erkân birbirinin ayağının ai ■ tına karpuz kabuğu kar ve nihayet Celâ­ de Yeğen Osman Paşa’nın yakalanmadı li ruhlu bir adam serdarlığı zorla eld'J ve sekbanlarının dağıtılması için her iki tarafta da « ııefîr-i âm » askeri toplat ■ ederken düşmanlar boş durmuyordu. Osmanlı ordusunun Şikloş mağlûbiyetinden mıştı. Bekri Mustafa Paşa ise, kendisini sadarete getirenlerin tesiriyle Anadolu beri daha kolaylıkla ilerleme imkânına ve Rumeli’deki ııefîr-ı âm askerini dakavuşmuş bulunan AvusturyalIlar niha­ yet Belgrad önüne kadar gel­ miş bulunuyordu. Yeni hü­ kümdar İkinci Süleyman, ecdadından İkinci Murad’m «Belgrad üngürus vilâyeti­ nin kapısıdır.» dediği m ü­ him beldenin kaybı haberini alacaktı. AvusturyalIlar Belgrad'a doğru ilerlerken, müverrih Raşid’in (C: 2. S: 55) *hain-i din ve devlet» diye tasvir ettiği, cephe kumandanlığın­ dan ziyade eşkiya reisliğin­ de kabiliyeti olan Serdar Ye­ ğen Osman Paşa düşmanın karşısına bizzat çıkmadı. O sırada şehrin doğusundaki Vraçar ovasında bulunan Ye­ ğen Osman Paşa. Bavvera Oııyedincî asır sonunda Belgrad şehri ve kalesi elektörü Maksim ilyen ve Ba­ ( Ricaut’dan ) den margrafı Ludwig kumaıı- 22IS
dasındskı elti bin kişiyi mütecaviz Avus­ turya ordusu Zemun sahrasına konduğu zaman şehir halkından hiç kimsenin firar etmemesi için sıkı emirler verdikten Seksarci'lı İbrahim Paşa’vı Belgrad muhafızi:ğma, Öküa-öktüren Ahmed Paşa'vı ka ■ ledeki askerin kumandanlığına tayin et­ tikten sonra Belgrad önünden çekildi. AvusturyalIlar 1 şevval 1099 (30 temmuz) gecesi Sava üzerindeki Çinge ne adasına, oradan da Belgrad yakasına geçerken. îstolni Belgrad muhasarasın­ dan kurtulup gelmiş olan Zağarcıbaşı O s­ man Ağa ada karşısındaki bir mahalden vamnda’ıîi bir miktar yeniçeri ile düşmanın geçişini önlemek istedi. Yeğen Os­ man Paşa’nın Semendre’ye gittiğinden haberdar olmayan bu askerler serdarın kendilerine ”ardım edeceğini zannediyor­ lardı. Fakat bu ümit boşa çıktığı gibi Os­ man Ağa ve emrindeki yeniçerilerin ço­ ğu şebid düştü. AvusturyalIlar Zemuıı sahrasında iken Belgrad’ın hıristiyaıı hal­ kı düşmanla gizliden anlaşmış ve beri ta­ raf? geçişi fevkalâde kolaylaştırmıştı. Bu sırada müslüman halkın hâli hakikaten m ü t h i ş bir perişanlık arzetmekteytii. Korku ve dehşet içinde kalabalık küttü­ ler halinde etrafa koşuşuyor ve Tı>.na’cski gemilere can atıyorlardı. Müverrih Raşid’e göre. gemilere dolan kadın erkek ve çocuklar sekiz bin kişiyi geçmekteydi. Bunlar şehrin biraz ilerisindeki Fethülislâm palankasına geldikleri sırada on bin kişilik bir kuvvet yollarını kesip m al­ larını ellerinden alarak kendilerini öl­ dürmek istedi. Bereket versin ki o sıra­ da Töküli İmre'ye bağlı bir miktar M a ­ car askerinin Fethülislâırra gelmesi bun • lan soyulup öldürülmekten kurtarıp YidınT e kadar gelmelerini sağladı. AvusturyalIlar Belgrad varoşuna dâ­ hil oldukları zaman önlerine gelen Tiirıi halkını öldürüyor ve pek şiddetli dav­ ranıyorlardı, Serdar Yeğen Osman Paşa kaçmış olduğundan. Sava’yı aşması gibi şehri kuşatması da engelsiz denecek şe­ kilde cereyan etti. Silâhdar tarihinin (C: 2, S: 363) kaydına göre 2 şevval (ayni eserin 373 ünı'ü sayfasında muhasaranın 12 şevvalde başlayıp 29 gün devam etti ği ve şehrin 12 zilkadede düştüğü yazılı­ dır) yani 31 temmuzda başladı. Belgrad'da kalaıı kifayetsiz miktardaki asker ca- Belgrad’ın müttefiklerce muhasarasından bir görünüş ( Macarca «A Magyar Nenızel Türtenetc» adlı eserden ) 2219
saret ve metanetle muharebe etmekle be­ raber tabyasız ve yalın kat duvarlar ge­ risinde bulunduklarından ve dışarıdan da hiçbir vardım gelmediğinden pek ıızun müddet dayanamadılar. Şehri nehir ve kara tarafından tam mânasiyle ve sıkı bir şekilde kuşatan AvusturyalIlar en n i­ hayet, müverrih Raşid’e göre 23 ağustos­ ta, Silâhdara göre 4 eylülde iç kaleyi dc raptederek şehre hâkim oldular. Belgrad’ı aldıkları zaman Rumeli Beyler­ beyi Öküz-öldüren Ahmed Paşa, Seksard'lı İbrahim Paşa, Kul-kethüdası Receb Ağa ve şehir ayanından birkaç kişi hariç diğer Türkleri kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere tamamen kılıçtan geçirdiler. Belgrad'm muhasaraya maruz kal­ ması Osmaıılı devlet merkezinde telâş ve heyecana sebep olmuştu. Acele civardan asker toplanarak Belgrad'm imdadına gi­ dilmesi için etrafa emirler yazıldı. Fakat bu işe de lâyık olduğu ehemmiyeti ver­ meyen Yeğen Osman Paşa'nm gevşek davranması yüzünden Belgrad’a hiçbir imdat kuvveti gönderilemedi. Esasen ser­ darın kendisi Önce kaçtığı Semendre'de de durmamış, Niş'e çekilmişti. Semen clre’d e asker bulunmadığını farkeden Avusturyalılar Belgrad’dan sonra orasını da ( tarih-i Raşid C; 2, S: 59) almışlardır. Osm aıılı h üküm e tinin sulh için elçi yollaması Belgrad'm muhasarasından önce bile AvusturyalIların ilerleyişleri Osmanlı devlet merkezinde endişe yaratmakta ol­ duğu cihetle, bir sulh yoklamasında bu­ lunulması uygun görülmüştü. Tarih-i Raşid’deki (C: 2, S: 60) ifadeye bakılırsa, böyle bir yoklamaya girişilirken, F ran­ sızların AvusturyalIlara hasmane durum takınmış olmalarından ve Felemenklile­ rin de tavassut va'dinde bulunmalarından istifade edilmek istendiği anlaşılmaktadır. Budin düştüğü zaman da Baden markgrafı Ludwig’e bir mektup gönderilerek sulh için murahhas tayini istenmişse de, AvusturyalIlar buna aldırış etmemiş, hat­ tâ mektup götüren Osmanlı mümessilini orada alakoymuşlardı. Bu defa Viyana'ya elçi yollanırken İkinci Süleyman'ın cülusunun tebliği de ayrıca vesile ittihaz edilmekteydi. Osmanlı hükümetinin aldığı karara göre. Türk elçisi imparator Leopold'a sulh tek­ lif edecek, bunda muvaffak olunmazsa padişah, sefere çıkacaktı. Bu kararlan müteakip divan k âtip ­ lerinden Zülfikar Efendi Rumeli Beyler­ beyliği payesiyle elçi tayin edildi. Divan-ı hümâyûn baş tercümanı İskerlet-zâde Aleksandr da onun yanma katıldı. Elçi i l temmuz 1688 de (Silâhdar tarihi C: 2, S: 3(36) hareket etti. Zülfikar E fen­ di, Serdar Yeğen Osman Paşa'nın bulun­ duğu Niş'e geldiği zaman Belgrad önün­ deki Avusturya kumandanına mektup yazarak geçiş müsaadesi istedi. Müsaa­ denin gelmesini müteakip 29 ağustosta Belgrad'a doğru yollandı. Osmanlı elçisi, protokol meselelesi ve müttefikler ara­ sındaki ihiilâfiar dolayısiyle Belgrad’da üç ay bekletildikten sonra yoluna de vam edebildi. Nihayet Viyana’da 8 şubat 1689 da imparator tarafından kabul edildi. Elçi Zülfikar Efendi'nin on cüz tu­ tan mükâleme raporundan hulâsa etmek suretiyle, elçinin seyahat ve müzakerele­ rini anlatan Silâhdar tarihinden (C: 2, S: 652 - 668) öğrendiğimize göre; Avusturya, Venedik ve Lehlilerden de murahhasları‘i iştirakiyle sulh için müteaddit görüşme ler yapılmıştır. Bu konuşmalarda O smanii heyeti işgale uğramış toprakları­ nın iadesini istemediği halde, her üç dev let de henüz ele geçirmemiş oldukları bazı yerler hakkında bile taleplerde bu­ lunmuşla rdii-. AvusturyalIlar seri halinde m uvaffa­ kiyetler kazanmış oldukları cihetle elçi­ lik heyetimize karşı istiskal göstermişler, o sırada Fransızlarla muharebe etmele • rine rağmen sulhe pek yanaşmamışlardır. Hattâ heyete karşı sulhu kendilerinin is­ temediğini, hedeflerinin İstanbul olduğu nu sSyliyecelt kadar ileri gitmişlerdir. Zülfikar Efendi son görüşmeyi 11 hazi­ ran 1689 da yapmış, kendisini Avustur­ yalIlar bırakmıyarak dört sene hapiste tutmuşlar, o da müzakere sonucunu ce­ beci subayı Mustafa Ağa ile hüküm eti bildirmiştir. Bu sulh denemesinin muvaifakiyetsizliğe uğramasından s o n r a harb senelerce daha devam etmiştir. 2220
Tüköli İmre Devletin büyük zararlara uğraması neticesini veren bu harbin açılmasın» sebep olanlardan Tököîi İmre, son za­ manlarda Tuna kıyıları ve Vidin m uha­ fazasına tayiıı olunmuştu. Harbin ilk y ıl­ la n zarfında AvusturyalIlar bir takım vait ve tehditlerle kendi taraflarına çe­ virmek istemişlerse de, son zamanlarda oııa pek ehemmiyet vermez olmuşlardı. Maamafih yine de Tököli İmre’yi ele ge­ çirmek istiyorlardı. Belgrad'm işgalinden sonra AvusturyalIlar güney ve güney do­ ğu istikametinde ilerlemelerine devam ederken 8 bin kişilik bir kuvveti Tö­ köli İmre üzerine şevkettiler. Tököli îm re 1638 ekiminin sonlarında altı bin k i­ şilik askeri ve Vidin’de bulunan Bayezid Bey kuvvetiyle müştereken bunlara kar­ şı çıkıp mağlûp etti. Böylece Avustur­ y a lIla r ın Tuna kıyısında daha fazla iler­ lemeleri önlenmiş oldu. Nefîr-i ânı yazılması Cephelerin genişliği dolayısiyle as­ ker kâfi gelmiyordu. Bunun için asker­ den başka halktan da eli silâh tutanla­ rın toplanmasına karar verildi ; yâni m ü ­ cadeleye iştirak umumi kütleye teşmil edilmig oluyordu. Halktan eli silâh tutan­ ların hizmete alınması, yâni nefir-i âm yazılması için Anadolu’daki eyâlet ve sancaklara fermanlar yollanarak bunla­ rın nevruzdan ( 22 mart } önce Edirne'de toplanmaları bildirildi. Nefîr-i âm yazıl­ ması için emir verildiği sırada Anado­ lu’da huzuru bozan birçok eşkıya mev­ cuttu. Herkes cepheye gittiği takdirde bunların meydanı boş bularak ortalığı büsbütün kasıp kavuracağı hesaplandı­ ğından, hareketten önce tenkilleri uygun görüldü. Böylece egkiyanm bir kısmı öl­ dürüldü (Silâhdar tarihi C: 2 S: 378 ve 42) bir kısmı da nefir-i âm sarıca ve sekbanları arasına karışarak cepheye gitti. K ırım Hatıı Selini G iray Devletin pek sıkışık olduğu bugün­ lerde Kırım Hanlığında Selim Giray b u ­ lunuyordu. Bu sırada İstanbul'da bazı fe­ satçı kimseler Selim Giray’ın Osmanlı Tököli îm ıe'nin yaşlılık devrine ait bir resmi ( Ricaut’dan ) hükümetinin sıkışık durumundan istifa­ de etmek istediğini ve istiklâl sevdasın­ da olduğunu söylemekte, hattâ sadrıâzamı buna inandırarak endişeye şevketmiş bulunmaktaydılar. Selim Giray bunu du­ yunca çok müteessir oldu ve sadakatim tekrar]ıyarak görüşmek için Edirne'ye kadar gelmesine müsaade rica etti. Selim Giray, Osmanlı devletine tam mânasiyle sadık bir kimseydi. Ayni za­ manda tehlikenin büyüklüğünü kavra­ mıştı. Görünüşe nazaran, Kırım H anlı­ ğının devamının da, Osmanlı İmparator­ luğunun yaşamasına ve kudretini devam ettirmesine bağlı olduğunu sezmiş gibiy­ di. Hareketinden önce sadnâzama gön­ derdiği mektupta : <sbu kış kıyamette K ırım diyarında kalırsam Boğdan, E f­ lâk ve geriye kalan Erdel memleketi ve bütün Rumeli reâyası isyan edip Kara­ deniz kenarlarına kadar yerleri alırlar. Onun içindir ki, İslâmiyet gayretiyle K ı­ rım'dan askerimizle çıkıp Bucak’ta kış­ lamamız lüzumludur» diyordu. Selim G i­ ray bu sözlerinde çok haklıydı. Lehistan cephesinde toprak kaybına uğranılmamasmda Kırım lıların büyük rolleri olduğu gibi Eflâk ve Boğdan’m da tepesinde bir yumruk gibi Kırım Tatarları korkusu vardı. Buna rağmen Erdel ve Eflâk’ta iç­ ten içe düşmanla anlaşma hâdisesi ek­ sik olmuyordu. 31 aralıkta Edirne’ye gelen Selim 2221
ğer bunun tedariki görülmezse ne taraf­ tarınız olur, ne işinize karışır, ne de k ı­ lıç takıp işinizde bulunurum» cümlesiyle (Silâhdar tarihi C: 2. S: 406-411) bağ­ ladı. Bunun üzerine diğer erkân da ko­ nuşma cesareti bulduğundan Yeğen Os­ man Paşanın katli iğin fetva alındı. Ün­ ce maksadını anlamak gayesi ile kendi­ sine Kamaıîiçe kumandanlığı verilerek hemen gitmesi için fermanı da gönde­ rildi. Ungurus (Macar) serdarhğı Haleb eyâleti ile Arab Receb Paşa’ya verildi. Bu zat Selim Girav’ı ordugâhından alıp Edirne’ye getirmeye mihmandar tâyin edilmiş olan kimsedir. Arab Receb Pa­ şa ayın ¿amanda Yeğen Osman Paşanın tenkiline de memur edilmişti. Az sonra padişah tarafından huzura kabul edilen Selim Giray da bilâhare K ili’deki ordu­ gâhına dönmüştür (Şubat sonu 1689). Bu sırada han’m memleketinde bulun­ mamasından istifadeyi düşünen Ruslar iıücuma geçmişlerse de o bunları hemen ve kolayca önlemişti. Avusturya'ya bir barış yoklaması için gidon Osmaniı elçisi ve maiyetinin s'jfiuk karşılanışı (Rîcaııt’daıı) Giray burada bir ay kadar kaldı. Edir­ ne'ye gelişinden bir hafta sonra devlet erkânı, ulema ve kapıkulu askeri reisle­ rinin hazır bulunduğu bir toplantıda memleket işleri ve alınacak tedbirler gö­ rüşülürken herkesin bildiği fakat açıkla­ maya cesaret edemediği bîr noktaya par­ mak bsstı. Bu, Yeğen Osman Faşa’nın ssrdarlığj meselesiydi. Selim Giray, bu aâamm mazisinden başlayıp harbetmeden Belgrad önünden kaçışma kadar ku­ sur ve fenalıklarını saydıktan sonra, ko­ ca bir devletin böyle bir adamın eline kalmış olduğuna esefini müteakip «Ye­ ğen Osman denince korkunuzdan yüreği­ niz ağzınıza geliyor» dedi ve sözlerini «e­ Yeğen Osman Paşa’nın öldürülmesi Osmaıılı ülkesinden ayrılan önemli kale ve şehirlerden Novigrad (Ricaut’dan) Belgrad önünden muharebe etmeden kaçan Yeğen Osman Paşa Niş’e geldikten sonra orada da durmamış ve 29 kasım 1688 de kışlamak üzere Sofya’ya gelmiş­ ti. Belgrad ve civarının elden gitmesine sebeb olduğundan kabahati hayli büyük olduğu halde. *şer' ile davam vardır, Asitaııe’;e giderimi diyerek cepheden uzaklaşmak, boylece muhtemelen büyük kusurunu etrafa gözdağı vererek kapat­ mak istemişti. Eşkiya tabiatlı, cahil ve duygusuz serdar İstanbul'a yürüme davasını tut­ turduğu sırada Selim Giray’ın da işti­ rak ettiği toplantıda serdarlıktan uzak­ laştrılıp ortadan kaldırılması kararlaş­ tırılmıştı. Bunun için evvelâ Kamaııiçe'ye tâyin emri gönderildi. Yeğen Osman Pasa bu tâyini kabul etmedi ve levend ve sekbanlarına güvenerek karşı koydu. Yeni serdar A ıab Receb Paşa Sofya’ya doğru ilerlerken etrafındakiler dağılma­ ya başladı. En sonunda bin kadar adamı ile Kosova ve ipek taraflarına kaçtı. Bunlar da zamanla dağılmaya yüz tuttu­ ğundan nihayet en yakın adamları, oğlıı 2222
dan kaçan veya sağ kurtulan askerlerle Aiacaiıisar'a yeldi. Sofya'da bulunan Ikinci Süleyman bu mağlûbiyet haberini ülıııca (Evlûl 1689) fevkalâde üzülerek Aralı Reccb Paşa'nm seıdarlığı yerinde oturamayıb ağlamaya başlamış ve yiis’indıı olan adamlarına: Avusturya'ya gönderilmiş olan elçi cSir sadık kulum yok ki ortalığın Zülfikar Efendi'den alınan mektuptan ahvalini doğru söyleye» diye teessürünü düşmanın sulhe yanaşmadığı anlaşılınca, beyan etmiştir. evvelce verilen karar gereğince padişa­ Ömer Paşa ve Serdar Receb Paşa’hın sefere çıkması icap etti. İkinci Sü­ ıan mağlûbiyetinin en başta gelen âm i­ leyman 7 haziran 1689 da kapıkulu as­ li ordunun disiplinsizliği, maneviyatının keri ile (Silâhdar tarihi C: 2, S: 425) Ebozukluğu ve askerin sıkı bir şekilde tıirne'dert hareket etti. İkinci Süleyman çarpışmamasıydı. Serdarın yenilmesin­ da ağabeysi Dördüncü Mehmed gibi m u­ den sonra bu disiplinsizlik daha da art­ harebe sahasına kadar ilerlemedi Soyfa'tı. hattâ kapıkulu efradının bir kısmı öa kaiarak serdar Receb Paşa ileri git­ bir iakım bahanelerle Sofya yolunu b i­ ti. Karar ve hedef Belgrad'm kurtarılma­ le tuttuysa da, muhalefete kalkışanla­ sıydı. rın idam edileceğine dair fetva alındı­ Receb Paşa henüz Sofya'da bulundu ■ ğım duyunca geriye serdarın yanına ğu sıralarda Bosna valisi Topal Hüseyin döndüler. Paşa, 15 bin kişilik bir Avusturya aske­ rinin Visegıad (Vişgrad) önüne kadar Niş’in düşmesi ve padişahın geldiğini öğrenerek buna karşı çıkmış ve Edirne’ye dönmesi düşmanı mağlûp ederek (Taritı-i Eaşid C: 2, S: ^9) geriye çekilmesini sağlamışOsmanlı serdarına karşı ümitlerinin :ı. Topal Hüseyin Paşa bundan bir ay fevkinde bir muvaffakiyet kazanmış okadar sonra, Avusturya işgaline düşmüş lan AvusturyalIlar bu galibiyetlerinin ulan İzvornik şehrini de kurtarmıştır. meyvalarını toplamak için Niş üzerine Bosna valisinin bu muvaffakiyetle­ yürüdüler. Müverrih Silâhdar'm (C: 2, riyle tabi’i iş bitmiyordu. Büyük işleı S: 472), cenge aklı ermez, tedbir nedir başarması icap eden şahıs serdarın kenbilmez bir adam diye tavsif ettiği Asab disiydi. Serdar Receb Paşa Sofya’dan ay ­ Receb Paşa Niş önünde de mağlûbiyete rıldıktan sonra ellibin kişilik bir kuvvet­ uğradı. Esasen 24 Eylül 1689 günü düşle Niş'e geldi. Ağırlık ve topları burada bırakıp (Silâhdar tarihi C: 2, S: 459) sü­ vari kuvveti ile Alacahisar üzerinden Belgıad’a gitmekteyken AvusturyalIlar Niş ordugâhını basmak istedilerse de za­ manında yetişilerek tehlike önlendi. Bu lirada Receb Paşa geri dönmüş, ordunun piyade kısmını da bereberiııe almış bu­ lunuyordu. Receb Paşa’nm idaresindeki ordu Belgrad’a doğru ilerlerken Avus­ turya kuvvetleri Pasarofga üzerine çe­ kilmekteydi. Serdarın bunları takip için ileriye gönderdiği vezir Ömer Paşa Senıendre civarında mağlûp olup perişan hale düştü. Ömer Paşamın arkasından ilerliyen Serdar Receb Paşa da, askerin bir kısmının kaçması ve paniğin ordu­ Suitan Kanunî Süleyman’ın fethi için nun büyük kısma da sirayet etmesi y ü­ sefer yaptığı ve önünde vefat eylediği zünden, Ömer Faşa'dan da fena vaziyete Sigetvar kalesi de kaybedilen önemli maruz kaldı. Top, çadır ve ağırlıklar yerlerdendi (Ricaut’dan) düşman eline geçti. Muharebe sahasın­ ve dayısı ile birlikte İpek'te yakalana­ rak öldürüldü. 2223
man Niş önüne gelip de çarpışmaya baş­ ladığı ¿aman asker arasında firara kal­ kışanlar jic-rüldö. Düşmanın tazyiki ar­ tınca kaçanların miktarı da çoğaldı, bu arada kaçanların üzerine ateş açılarak firarın dnü alınmak istendiyse de m ü­ essir olmadı. Neticede AvusturyalIlar Niş’i aldıkları gibi bir çok top ve harp malzemesine de kondular. Osmanlı as­ kerinden beşbiıı kişi kaçarken Niş su­ yunda boğuldu veya köprüleri tutan düşman tavafından öldürüldü. Niş’in elden gitmesi mevcut şaşkın­ lığı büsbütün arttırdı. Askerin doğru dürüst harp etmeden muharebe sahasın­ dan kaçmakta olduğu hükümet erkânı­ nın malûmu ' idi. Maneviyatın takviyesi ve bozuk düzen giden işlerin düzeltilme­ si kolay değildi. Bu vaziyet karşısında Sadrıâzam Bekri Mustafa Faşa mesuli­ yetten kaçmaya bakmakta ve serdarlı­ nın yine Arab Receb Paşa’da kalması­ nı istemekteydi. Fakat bir kısım erkâ­ nın sadnâzamı suçlandırması ve bu hu­ susta kendisi hakkında ağır sözler sarfetmeleri üzerine. Bekri Mustafa Paşa­ nın serdar tayiniyle Sofya’da kalması­ na, padişahın da Filibe'ye dönmesine karar verildi. İkinci Sultan Süleyman’ın Filibeye çekilmesi müslüman halkın maneviyatı üzerinde çok fena tesirler yarattı. Pa­ dişah giderken yollara dökülen halk ve kendisini uğurlayan asker «bizi garip koydun. Bizi bırakıp nereye gidersin padişahım, düşmana esir etmeye mi?s diyerek ağlaşıyordu. Padişah Filibe’de de kalmıvarak İS Ekim 1689 da Edir­ ne’ye geldi. İkinci Süleyman Edirne yolunday­ ken Sadrıâzam Bekri Mustafa Paşa pa­ dişahtan izinsiz olarak (Silâhdar tari­ hi C: 2, S: 479) Arab Receb Paşayı idam ettirerek Avusturya cephesi seraarlığına Mora muhafızı Arnavut Koca Halil Paşa’yı tayin etti. A vusturyalIların V idiıı ve Ü sküp’e girmesi Niş’in düşmesini takip eden günler­ de Osmanlı ordusunun düzensiz, idareci­ lerinin şaşkınlık içinde bulunuşundan is­ tifade fırsatını kaçırmayan Avusturya­ lIlar işgal sahalarını daha da genişletti­ ler. Bu cümleden olarak Tuna havzası­ na sarkan 20 biıı kişilik bir Avusturya kuvveti ününe çılian Osmanlı askerini mağlûp edip iki günlük bir muhasarayı müteakip Y idin’i zaptetti. Avusturya or­ dusundan başka bir kol da Niş'teıı gü­ ney istikametine sarkıp Yardar nehri­ nin yukarı vadisine kadar uzandı. Avusturya tahrikine kapılan Sırp tebaası da artık onların âleti haline gelmekte ve Sırplardaıı müteşekkil çeteler teşek­ kül etmekteydi. Nitekim Sırp çeteleri­ nin rehberliğiyle (Tarih-i Raşid C; 2. S: 95) bir miktar Avusturya kuvveti Üsküp'e kadar ilerleyip şehre girdi. Gerçi bunlar Üsküp’te iki günden fazla kaiamadıvsa da, Sırp çeteleri Komanova, Kaçanik ve Eğridere taraflarına yeıleşmeve çalışmaktan ve harbin sonuna kadar Sırbistan'ın diğer taraflarında da faaliyette bulunmaktan geri kalmadılar. Köprülii-zâde Fazıl M ustafa Paşa’nın sadrıâzam tayini Osmanlı ordusunun AvusturyalIlar karşım da mağlubiyetinin en büyük se­ bebi idaresizlik ve disiplinsizlikti. Sadrıâzam Bekri Mustafa Paşa bu hususta (.anı bir muvaffakıyetsizlik göstermiş ve işler daha kötüye gitmişti. Erkânın bir kısmı onun ihmal ve zulmünden de bahsediyordu. Bekri Mustafa Paşa, or­ du ve idarede düzen yaratacak işler yapacağına son zamanlarda bir mâna ifade etmeyen şeylere saplanmıştı. Bu cümleden olarak. Yidin tarafında bulu­ nan Tököli îmre’yi öldürmek suretiyle AvusturyalIlarla sulh yapacağını zan­ netmişti. Bu gaye ile Tököli'yi yanına davet etmişse de, uyanık davranan bu adam Bekri’nin tuzağına düşmemişti. Velhasıl Bekri Mustafa Paşa sadarette kaldıkça işlerin düzelebilmesi ihtim ali­ nin mevcut olmadığı fikri umumileşmiş bulunuyordu. İkinci Süleyman Sofya'dan hareket­ le Edirne'ye gelirken Tatar-pazarı’na varıldığı sırada Darüssaade ağasının gayreti ile Rumeli ve Anadolu kazas­ kerleri Şeyhülislâm Debbağ-zâde’ye giderek: «— Allahtan korkmaz ne zamana kadar bu Bekri zalimin kılıcını salıp sadaretini istersiniz Yarın kıyamette 2224 >
tan sonra hareket etti. Kendisinden, ön­ ce, hastalığı dolay isiyle son muharebe­ lere iştirak edemeyen ve hâlen iyileş­ miş bulunan K ırım ham Selim Giray’ı İstanbul'a yolladı. Ertesi sene Erdel ha­ rekâtına iştirak edecek olaıı tatar as­ kerinin başında oğlu Devlet Giray k al­ dı. Selim Giray 4 Aralık 1690 da İstan­ bul'a vasıl oldu. Belgrad mıntıkası, hattâ Avusturya cephesinin serdarlığma Diyarbakır beylerbeyisi Kemankeş Seyid Ahmed Pa şa’yı bırakan KÜprülü-zâde Fazıl Ah:neci Paşa kapıkulu askeri ile yola çı­ karak, Belgrad'dan ayrılışından kırk gün sonra İstanbul'a ulaştı (23 aralık 1690). Devlet erkânı, vezirler ve ulema kendisini Davu.dpaşa’da karşıladı. Ayni giiıı, ıısi'l gereğince, seferden dönen sancsğ-ı şerif ve ocak halkım karşıla­ mak üzer<5 padişah da Davudpaşa’ya gel­ mişti. Fazıl Mustafa Paşa doğruca bu­ radaki Mehmcd Paşa köşkünde” kendi­ sine muntazır olan padişahın huzuru­ na çıktı. Muvaffakiyetleriyle milletin yüzünü güldürmüş olan sadrıâzama: «— 3e:hudar ol; yüzün ak, kılıcm berrak, ekmeğim sana helâl olsun, ar­ zum üzere hizmet eyledin, seleflerinden birine böyle bir ulu gaza müyesser ol­ madı* Dedi. Sonra köşke karşı saf bağla­ mış olan devlet erkânının önünde (Silâhdar Tarihi C: 2, S: 548) gülgûli çuha kaplı samur erkân kürkünü çıkarıp sadnâzama giydirdi, belinden çıkardığı ıııüccvherli hançeri beline takıp, başın­ dan çıkardığı bir k ıt’a murassa pençe sorgucu başına taktı, sonra: - Ben mükâfat etmeğe kadir de­ ğilim, Aüal) iki cihanda yüzün ak etsin» diye dua etti. Tekrar üstüste iki h il’at giydirerek sarayına döndü. Onu müte­ akip veziriazam da alayla İstanbul’a gi­ rerek usul icabı doğru saraya gidip Sancağ-ı Şerifi bizzat padişahın eline tes­ lim etti. gizli bir mektupta (İslâm AıısiplopediC: 4, S: 304) Viyana muhasarasına muhalif olduğunu bildirmişti. Bozgunu müteakip AvusturyalIlarla münasebetini arttırdı, Apafi M ihal'in Avusturya ile münasebeti iki sene kadar müddetle gizli ve askeri harekât dışında cereyan etti. Fakat 1686 da yaptığı bir anlaşma neticesinde Avusturya kuvvetlerinin Erdel kıralım böyle davranmaya sevkeden âmil Türklerin Macaristan’da gerilemesiydi, Anlaşmanın yapıldığı yıl Avusturya kumandanlarından General Caraffa Erdel’in bir kısmını işgal etti. ı687 de ise Erdel tamamen Avusturya işgaline maruz kaldı. Türkler bu sırada gerilemekte devam ettiği ve Erdel ile pek meşgul olamadığı cihetle Avustur­ y a l I l a r cm buraya külliyetli miktarda kuvvet göndermek ihtiyacını peşinen hissetmediler. Bekri Mustafa Paşa’nm sadareti sı­ lasında A_rab Receb Paşa’nın serdarlığınnı başlarında Erdel’e Osmanlı devle­ tinin tebaası olduklarını hatırlatıcı mek­ tuplar ve nihayet bir miktar tatar as­ ker: gönderildi ama, bunlarla bir şey yapılamazdı. Esasen bu sırada Erdel’de altmışbin kadar (Silâhdar Tarihi C: 2, S : 423) Avusturya ve Macar askeri var ■ di. Fazıl Mustafa Paşa sadrıâzam ol­ duktan sonra Erdel hâdiselerine alâka gösterilmeye başlandı. Sadrıâzam, ser- Erdel harekâtı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'mıı Viyana muharebesi sırasında Raab’da kalmış ve çarpışmalara iştirak etmemiş olan Erdel kıralı Apafı Mihal, bu sıra­ da Avusturya imparatoruna gönderdiği H eistcr, 222.9 A v u s tu ry a ord usu k u m a n d a n ­ la rın d a n (R ic a u t’d a n )
dar şifalı ile harekâta başlamak üze­ reyken, bir kısım Erdel erkânının Tökoli İmre’yi istemesi üzerine, Fazıl Mus­ tafa Paşa’nm tensibi ile buraya kuv­ vet sevkedildî, Kırk bin kişi}’i bulan bu kuvvetin virmibin kişisi tatar askerin­ den ibaretti. Tökoİi’yî Erdel kırallığma r.asbetmek vazifesiyle yola çıkan kuv­ vetler Silistre valisi Çerkeş Ahmed Paşa'nııı idaresinde (Silâhdar tarihi C: 2, S: 504) olup maiyetinde Tököli’den baş­ ka K ırım hanzadesi Gazi Giray ve E f­ lak beyi Kostaııtin de vardı. Erdel’e giren kuvvetler Avusturya ve onlarla birlik olan Erdel kuvvetle­ rini mağlûp etti. Avusturya ordusu ku­ mandanı Heister ile AvusturyalIların Erdel beyi yaptıkları Teleki esir a lın ­ dı. Hastalığına rağmen harbe iştirak­ ten geri durmayan Çerkeş Ahmed Paşa çarpışmalar sırasında şehid (Silâhdar tarihi C: 2. S: 525) düştüğünden yeri­ ne K anije’de düşmana yıllarca göğüs germiş olar: Fındık Mustafa Paşa geti­ rildi. Kazanılan muvaffakiyet ehemmi­ yetli olmakla beraber Avusturyalılfer yeni kuvvetler sevketmekten geri kal­ madı. Kont Caıafa idaresinde yeni kuv­ vetler gelince, Osmanlı askeri ve Tököli İm ve geriye çekildi (Evlûl 1690). Fazıl Mustafa Paşa Belgrad’dan İs­ tanbul'a dönmeye hazırlanırken Sivas beylerbeyi Salahor Süleyman Paşa’yı Erdel harekâtına memur ederek Tököii Imıe'yi kıre.llık makamına oturtmakla vazifelendirdi/ Yanına bir miktar Osmaıılı ve tatar askeri alan Süleyman Paşa (Silâhdar Tarihi C: 2. S: 540. 549) evvelâ Tamşvar'a giderek buranın va­ lisi Büyük Cafer Paşa ile görüştü. Son­ ra .yol üzerindeki Lıpve kalesini alarak ilerlemeye başladıysa da hastalanarak ölmesi üzerine Erdel serdarlığı Cafer Pasa'\a verildi. Süleyman Paşa Erdel’e girmek üzereyken Erdel beyi ikinci Apafi Mihal buradaki Tököii taraftarla­ rını ortadan kaldırmış olduğu cihetle muvaffakiyet temini pek fazla güçleş­ mişti. Bunun yanında AvusturyalIlar Erdele ilâve kuvvetler sokmuşlar, üste­ lik kış da gelmişti. Cafer Paşa onun icin bazı yerleri vurduktan sonra eyâle­ ti olan Tamşvar’a döndü (Ocak 1691) Selim G iray’m hanlıktan feragati Hükümete sadakatiyle dikkati çe­ ken Kırım Hanı Selim Giray'm İstan­ bul'a ulaşmasından bir müddet sonra Kırım'dan gelen bir mahzarda: «Mos­ kof Çar; ile Leh kiralının ittifak ettig , başka hırıstiyanlardan da yardım alarak Kırım üzerine yürüyeceklerinin naber alındığı» kaydedildikten sonra «sen İs­ tanbul'da, oğlun Kırım askeri ile Erdelde, memleket boş, bir yerden im dadı­ mıza gelecek asker yok; eğer hanlık saxa gerekse bir gün önce bu tarafa ge­ lesin» denmekteydi. Selim Giray, bu ya­ zı karşısında Kırım'da aleyhinde bir ha­ vanın mevcut olduğunu, gittiği takdir­ de öldürüleceğini düşünerek kendiliğin­ den hanlıktan feragat etti. Ve onun tav­ siyesi ile, Kamaniçe harbinde sol gözü­ nü kaybetmiş olan ve o şırada Yanbo¡u'da oturan amcası Kerim Giray'm oğıu Saadet Giray İstanbul'a çağrılanım Kırım hanı yapıldı (6 Mart 1691). Fazıl Mustafa Paşa’nın malî tedbir ve ıslahatı Memleket meselelerine iyi nüfus edebilen ve geniş bilgili bir kimse olan Sadrıâzam Fazıl Mustafa Paşa İstanbul’a döndükten sonra, malî meselelerle daha esaslı şekilde meşgul oldu. Sefer esna­ sında bile, hıristiyan tebaayı memnun bırakacak ve yeniden müstahsil duru­ ma geçmelerini sağlıyacak icraata yer veren bu kıymetli devlet adamı, bu de¡a daha şümullü bir işe el attı. Mükel­ lefleri hıristiyan tebaa olan Cizyeyi ye­ ni esaslara bağladı. Reâyanın Ödeme g ü­ cünü gözönüne alarak Cizyeyi üç kıs­ ma ayırdı. Alâ, evsad ve edna adı ile ayrılan üç sınıftan birincisine dahil olanlar dört, İkinciler iki, aşağı kısmı teşkil eden üçüncüler de (kitabımızın üçüncü cildinin 1461 inci sayfasında bu nokta ile ilgili olarak Fazıl Mustafa ye­ rine Fazıl Ahmed yazılmıştır. Cild ta­ mamlanırken dahi gözümüzden kaçtığın­ dan zamanında düzeltilememiş olan bu dizgi hatasından dolayı özür dilerim) bir şerifi altun, veyahut da bunların bede­ line denk halis altun ve gümüş vere­ cekti. Gerçi cizyenin üç sınıfa ayrılarak tahsili ilk defa vuku bulmuyordu. Daha 2230
önce de İstanbul'daki cizye mükellefle­ ri üç sınıfa (Belleten, sayı: 3, sayfa: C35) ayrılmıştı. Fazıl Mustafa Faşa bui:u bütün memlekete teşmil ettiği gibi, vergi miktar ve sınıflandırmasında da ültunu esas tuttu. Silâhdar tarihinin (C: 2, S: 559) kaydına göre, cizyede bu ye­ nilik yapıldığı zaman: «bazı kimseler gayrete düşüp, biz evsad ve edıtalıgı ka­ bul etmeyiz diye edna kâğıdı almışlar ve bunu bir iftihar vesilesi addetmişler­ dir.» Fazıl Mustafa Paşa bundan baş.k ı yeniçeri ocağında yoklama yaptırarak ağaları yanında çırak ve duagü namıyle bulunanları tespit ettirmiştir. Yedi bin şehidin ismi silinmiş, yaralı ve ih ­ tiyarları tekaüde çıkarmış, şurada bu­ rada passif durumda olanları harbedecek kısma almıştır. Bu suretle bir hay­ li tasarruf sağlandıktan başka, ıstablı âmire, hassa saraçları ve ehl-i hırefin kadrolarını daraltıp bir kısmının ücret­ lerini azaltmış, kilâr-ı hassa ve matbah-ı âmireuin de masraflarını kısmıştır. Fazıl Mustafa Paşa'nın ikinci serdarlığı Sadrıâzam Fazıl Mustafa Paşa ve­ zirler, ulema ve devlet erkânını sarayı­ na davet ederek serdarlık meselesini görüştü. Sadrıâzamm niyeti bu vıl içiıı İstanbul’da kalarak cepheye bir serdar göndermek ve gelecek seneye büyük.sa­ yıda askerle bizzat gitmekti. Fakat ora­ da bulunanlar, Avusturya imparatoru­ nun büyük hazırlıklar yaptığını, hıristivaıı devletlerden de yardım olarak kar­ şımıza çıkacağım beyanla: «— Bu yılkı hareket sair yılla rınkine kıyas olunmaz; bu âteş-i firuzânm teskini serdar işi değildir, Buııa ya biz­ zat padişah veya sahib-i mühr gitme­ lidir» Dediler. Bu sözler karşısında, padi­ şahın gitmesinin fazla masrafı icap et­ tireceğini belirten Fazıl Mustafa Paşa kendisinin serdarlığını uygun gördü. Bundan soııra sadrıâzamm serdarlığma dair hattı hümâyun alındı ve 2 nisan 1691 de tuğlar çıkarılıp dikildi. Mem­ leketin her tarafına lüzumlu emirler ya­ zıldı. Yeni toplar dökülüp mühimmat Sultan İkinci Süleyman ve süâhdarlarını tasvir eden bir minyatür (Prof. Dr. Süheyl ü n ver > hazırlandı. Bu işler tamamlanınca Sadiiâzaml Fazıl Mustafa Paşa saraya gide­ rek, kanun gereğince hırka-i şerif oda­ sında saııcağ-ı şerifi teslim aldı. İkinci Süleym an’ın Edirne’ye götürülm esi ve Ölümü Sadrıâzam Fazıl Mustafa Paşa’nın İstanbul'dan ayrılacağı günlerde, sabık hüküm dar Dördüncü Mehmet taraftarlarivle. sadrıâzamm tensikatı neticesinde gelir kaynaklarını kaybeden gayrı mem­ nunların, gizliden gizliye görüşmeler yaptıkları, sadrıâzamm ayrılışından son­ ra saltanat değişikliği yapmak istedikle­ ri haber alındı. Bunun üzerine şeyhül­ islâm ve kazaskerler sadrıâzama gire­ rek vaziyeti görüştüler. Neticede gerek padişahı gerekse padişahın kardeş ve yeğenlerini Edirne’ye götürmeye karar 2231
Kardeşi Ahmed, ağabeysi sabık hüküm ­ dar Mehmed ve oğulları Mustafa ile Ahmed yine ayni gün yola çıkarılarak Önden sevkedildi. İkinci Süleyman Davudpaşa’ya nak­ ledilince bile Dördüncü Mehmed taraf­ tar] arından bazı kimseler aralarında gü­ lüşerek Davudpaşa’yı basıp Dördüncü Mehmed’i tahta oturtmayı tasarladılar. Hakikaten sadrıâzânun hareketinden ön­ ce Kumeü kazaskerliğinden mâzul olan ve tahtından indirilen Dördüncü Mehmed’in imamı İbrahim Efendi bir kısım taraftarları ile beraber : «— Padişah ölüp cülûs olursa, ve­ ziriazam Dördüncü Mehmed’i sevmediği için şehzade Ahmed'i hükümdar yaptı­ lar, o da Süleyman'ın eşidir. Vefatından evvel bir gece ulemâ ile Davudpaşaya gidereli Dördüncü Mehmed’i hükümdar yapalım» diye karar verirler. Bunu te­ min için Müderris Türk Haşan Efendiyi, Silâhdar-Ağa’ya gönderip : «Bu gece ulemâ cem olub erken bu­ raya (Davudpaşaya) geleceklerdir. Sul­ tan Mehmed’i çıkarıb ha-zır edesiniz» d i­ ye söyletmişlerdi. Silâhdar da kabul et­ miş gibi göründü. Fakat meseleyi he­ men sadrıâzam’a haber verdiğinden da­ ha o gece bu cemiyetin ileri gelenleri yakalanarak kale-bend olmak üzere K ıb­ rıs'a sürüldüler. Davudpaşa'da kalındığı günlerde padişahın hastalığının arttığının haber verilmesi üzerine sadrıâzam hükümdarı muayene etmek üzere Kümeli kazaske- Sultan Süleyman’ın hasta olmasına rağ­ men Edirne’ye gidişi (Kicaut'dan) verdiler. Fakat bu sırada istiskadan ra­ hatsız olan İkinci Süleyman vücudu şiş­ miş vaziyette yatakta yatmaktaydı. Sadrıâzam saraya giderek Edirne’ye gi­ dilmesi lüzumunu arzettiği zamaıı padi­ şah: «— Behey Paşa, gür bak ne halde­ yim. Bu hastalık ile nasıl mümkün olur? Vükelâ halimi bilmez, ancak dün uel. bugün git derler» dedi. Ssdrıâzamın izah ve ısrarları karşı­ sında (Silâhdar tarihi C: 2, S: 565) mecburen muvafakatim bildirince, sa­ raydan alınıp yalı köşküne indirildi ve oradan bir sandal ile Eyüp iskelesine çıkarılıp bir tahtıravana yerleştirilerek Davtıd Paşaya getirildi (15 Mayıs 16S1), Padişah bu şekilde yola çıkarılırken İkinct Süleyman (1687 - 11)3]) zamanındaki hükümdarlar ( İ!îv e : ı m ★ A vusturya: B ilin c i L^opold Jlusya: Besinci Ivan ve Birinci Pet­ ra (müştereken) 1696- (1S89 dan itibaren Petro hâkim durumdadır). ■ — —î-İn g ilte re : İk in ci Jak _> __ lift®. \ M ari 16S Ö ______► ♦ İsveç: O n birin ci Ş arI —^ ^ F ra n sa : Ontfördüncü L u ı —$, ^ L e h istan: Ja n Sobieski îin a n y a : ikinci Sari j . —> . Fa Dalar: On b irin c i îno san 1680, Sekizinci A leksandr 1689 -1891. . , .__„ Jran: Sah Sflfi (S üley m an) Portekiz: İkinci P iyer «_* __ _ i , . Ö zbek — —P ■ -m ı h a n lı£ j: Subhan . K u lu ^ ________________ I
Allaha ne yüzle cevab verirsiniz? Bunun azli ile ehlinin tâyini lâzımdır* dediler ve şeyhülislâm ile padişah hocası Abdülvehhab Efendiyi Sultan Süleyman'ın yanına gönderdiler. Kendilerini kabul eden padişaha: şeyhülislâm: «— Devletin hayırhah, bendeleriyiz, veziri âzamin hıyaneti meydana çıktı­ ğından, cümle ülema azlini rica ederler? dedi. Padişah cevaben: «— Ya efendi, İstanbul'da Bağdad köşkünde hepiniz huzuruma gelip İsmail Paşa’nm su-i halini söyleyib ve bunun (Bekri) selabet ve diyanet ve akıl ve ferasetini arzedip her ahvaline kefil ol­ dunuz; evvelki sözünüz şimdiye uyma­ dı, bundan maksadınız nedir?» diye hitab etti. Debbağ-zâde: e— Hatâ etmişiz, me’mulümüz gibi çıkmayıb hilafı z'ihur etti; azli ihmal olunur ise devletin beıbadma ve menıalik i islâmiyenin düşman eline geçmesi­ ne sebeb olur, behemehal azli lâzımdır» dedi. Padişahın hocası da bunun dogıu olduğunu söyledi ise de Sultan İkinci Süleyman: «— Düıı serdar ettik, bugün azlolu­ namaz. dört taraftan düşman ağız açıp ayakta iken azli askerin dağılmasına se­ beb olur, istediğinize müsaade ederim. Lâkin Edirne’ye varıp. Kasım geçsin düşman ayağı kesilsin müşavere oluııub münasib birisine sadaret verilir» dedi. Bu bakımdan, 26 Ekim 1889 da ya­ pılan bir toplantıda, vaziyeti ancak Fa­ ili Mustafa Paşa’m n düzeltebileceği ne­ ticesine varılarak, kendisinin sadareti­ ne, Gelibolu muhafızı vezir Ali Paşa‘ı>ın da rikâbı hümâyun kaymakamlığı­ na getirilmesine karar verildi. Ve Fa­ zıl Mustafa Paşa’nın bulunduğu Sakız ;le Gelibolu’ya derhal adamlar gönde­ rildi. Bu işler olurken Bekri Mustafa Paşa‘dan da mührü hümâyun alınarak Malkara'da oturması em rolündü. Ali Pa­ şa 5 Kasım, Fazıl Mustafa Paşa 8 Ka­ sım 1689 da Edirne’ye gelerek vazifeye başladı. Köprülü-zâde Fazıl Mustafa Paşa ilk iş olarak ordu, idare ve mâliyede bir takım düzeltme hareketlerinde bulun­ du. Askerin gururuna hitab edip kendi ■ lerini bir beyanname ile ciddi vazifeye davet etti. Kanun bükümlerine riayet ve suiistimalin men'ine dair memleketin her tarafına emirnameler sonelerdi. İsi yalnızca yazışma ve emirnameler gön­ derme şeklinde . bırakmayarak haikı memnun bırakacak fi’ili icraata girişti. Halka ağır gelen, memnuniyetsizlik âınili olan vergileri kaldırdı. 13u cümlec'cr. olarak bedel-i nüzul, iştira, sürsat. ııefir-i im , rüsum-u hamr (Tarih-i Raşid C: 2. S: S9) ve arak denilen vergi­ leri tamamen kaldırdı. Rüsumu hami­ ye arak denilen içki üzerinden alınan vergi Rumeli'deki hıristiyan tebaanın zarar görmesine ve bundan doğan mem­ nuniyetsizlik neticesi düşmanla işbirliği etmesine sebep oluyordu. Malî ıslahatın yanında âdilâne görünmeyen bazı ka­ nunları da tadil etti. Ayrıca orduya da bizzat el atarak yeniçeri ocağında yokla­ ma yaptırarak müstahak olnnyanlardan otuzbin kişinin (Süâlıdar Tarihi C: 2, S: 489) ismini sildirdi. Eksilen ordu safla­ rını doldurmak için Anadolu ve Rumeli tarafına sürücüler tayin ile Türkmen ve Kü etlerden bahşiş ile asker yazmak üüere mübaşirler gönderdi. Bu düzeltme hareketlerini daha ciddi çalışacak kim ­ selerle yürütmenin mümkün olacağını düşünerek yeniçeri ağası, kul kethüda­ sı, kaptan-ı derya ve bazı eyâletlerin valiliklerinde değişiklikler yaparak yer­ lerine yenilerini tayin etti. Haksız mal Selim Giray OsmanlIların iyi ve fena /amaniarında daima sadakatla ve feda­ kârca çalışan kahraman bir handı (Ricaut’dan) 2225
iktisap etmiş kimselerin mallarını hazi­ ne namıııa müsadere etti, Böy’elerinm eıı başında sabık sadrıâzam ile sadaret kaymakamı vardı. re ferilerde kalan Kanije kalesi dayan­ makta devam ediyordu. Hiç bir taraf­ tan hiç bir türlü yardım alamıyan Kani je’de Fındık Mustafa Paşa’nın idaresin­ deki kahramanlar dört seneden beri mukavemete devam etmekteydi. Fakat nihayet erzak tükenerek kıtlık o dere­ ceye geldi ki K anije’dekiler kedi, kö­ pek ve fareleri yediler. Açlıktan bir hayli nüfus telef oldu. İmdat im kânı olmadığmı, her taraftan üm it kesildiği­ ni ve açlıktan yüzde yüz ölüme m ah­ kûm olduklarını gören Kanije müdafileri kadın ve çocuklara dokunulmamak ve verilecek arabalarla istedikleri yere gitmek şartiyle kaleyi teslim ettiler. Teslimi müteakip Kaııije’den çıkan ka­ dın, çocuk ve erkek bin kişilik nüfus (Silâhdar tarihi C: 2, S: 506) arabalar­ la Drava nehrine kadar oradan da gemi­ lerle Niğbolu’ya geldiler (Nisan 1960). Selim Giray ve Kcca Fîaîil Paşa’nııt m u h arebeler i Avusturya cephesinde durumun fe­ nalaşması üzerine çağrılan Kırım ham Selim Giray 12 Kasım 1639 Sofya'ya geldi, üsküp tarafında düşmanın daha fazla ilerlemesi önlenmek istendiğinden, vakit geçirilmeden o yana gönderildi. Kendisine serdarhk tevcih edilmiş olan Koca Halil Paşa da ayni mmtakaya gelmek üzere yola çıkmış bulunuyordu. Bu sırada AvusturyalIların yardım vs ; ilâhlaıtdırmasiyle kendisini Kûmanova kıralı ilân etmiş bulunan Karpos n a ­ mındaki sırp sergerdesi Eğrîdere civa­ rında Setim Giray tarafından (Tarih-İ rîaşid C: 2. S: 107) mağlûp edildi. M ü­ teakiben Üsküp civarında yakalanan Karpos öldürüldü. Sırp âsilerinin ezil­ mesinden st;nra serdar Koca Halil Paşa da orduya ulaşmıştı. Serdar ve Kırım hanı beraberce Kaçanik boğazında top­ lanmış olan Avusturya kuvvetleri üze­ rine yürüdü ve Kaçanik kuşatıldı. Bu sırada bir miktar düşman kuvvetinin Kosova'da toplandığı haber alındığın­ dan Selim Giray bunların üzerine y ü ­ rüdü. Cereyan eden muharebede A vus­ turyalIlar mağlûp oldu. Seüm Giray düşmandan otuz top ve iki havan zap­ tetti. Bu kadarcık muvaffakiyetler bile ordunun maneviyatında bir düzelmenin meydana gelmesini sağlamıştı. Nitekim, K ıtım hanı ve sair kuvvetler vasıtasiyle Prizren ve Novoberda kurtarıldı. Avus­ turyalIlar Priştiııe tarafına çekildi. Bu sırada kış pek yaklaşmış bulunduğun­ dan Koca H alil Paşa'nın bir miktar as­ kerle Manastır'da kalmasına ve Selim Giray’in da Edirne'ye dönmesine karar verildi. K a n ije ’niıı düşman eline geçmesi A v u s tu r y a lIla r ın y ukarı r ın a v a d is in e rağm en kadar buradan V ardar ile r le m iş y ü z le r c e n e h r in in o lm a la ­ k ilo m e t ­ Fazıl Mustafa Paşa’mn serdarhğı 1690 senesi ilk banarında Sadrıâzam Köprülü-zâde Fazıl Mustafa Paşa’nın serdarlığma karar verildi. Fazıl Musta­ fa Paşa evvelâ memleketin muhtelif kö­ şelerine emirler göndererek ilâve kuv­ vetlerin toplanarak cepheye hareketle­ rini bildirdi. Bu arada daha bazı h a zır­ lıklar da yaptı. Kendisi cepheye gittiği zaman, arkasında padişah üzerinde men­ fi tesirler yapacak kimselerin bulun­ maması içiıı darüssaade ağası Mustafa Ağa ile padişah hocası Abdülvehab Efendi'yi azlettirdi. Diğer taraftan Erdel halkının bir kısmının isteğini gözönünde bulundurarak Tököli İmre’yi Erdel kıralhğma tayin etti. Bunları yaptıktan sonra temmuz or­ talarında Edirne'den kareketle 8 Ağus­ tos 1960 da Şehirköy (Pİrot) önüne gel­ di ve burasını kuşattı. Üç günlük bir muhasarayı müteakip Şehırköy’ü alınca Niş’i muhasara etmek niyetiyle hareke­ le geçti. Yol üzerindeki Musapaşa pa­ lankasında bulunan düşman kuvvetleri kaçtı. Musapaşa palankasını aldıktan sonra Niş önüne gelen Fazıl Mustafa Paşa derhal şehri kuşattı. Niş muhasa­ rası devam ederken Selim Giray’ın bü­ yük oğlu Devlet Giray idaresindeki ta­ tar askerleri gelerek orduya iltihak et­ 222ö
ti. Yirmiiiç günlük muhasaradan sonra Niş kalesi ete zaptedildi (9 eylül). Sadrıâzam F aul Mustafa Paşa Morava va­ disinde harekâta başladığı sırada Vıdin üzerine yürüyen Dursun Mehmcd Paşa da VSdin’i düşmandan kurtarmıştı. Belgrad’m istirdadı Niş zaptedildiği zaman eylül ayına ulaşılmış olduğu cihetle sefer mevsimi geçmek üzereydi. Belgıad gibi bir yerin zaptı işi uzun sürüp kış bastırabilirdi. Fazıl Mustafa Paşa, ordu erkânı ve ocak ağalan ile aktettiği bir toplantıda Betgrad'a yürüme niyetini açıkladı. Kışın yaklaşmasına ve malzeme vaziyetine dikkati çekip Belgrad fethinin gelecek yıla bırakılmasını ileri süren erkânın muhalefetine rağmen, düşmanın gerile­ mekte oluşunu ve Çerkeş Ahmed Paşa ile birlikte Erdel’e gönderilmiş bulu­ nan Tököli Imre’nin Erdel’de m uvaffa­ kiyet kazanmış olmasını da gözönünde bulundurarak Belgrad’a yürüme kararı aldı. Belgrad’a ilerlenirken ondan daha beri tarafta düşman elinde bulunan yer­ ler vardı. Viyana muhasarasında olduğu gibi buralar zaptedilmeden doğruca Belgrad’a gidilmesi doğru olmadığından üııee bunların zaptedilmesıne çalışıldı. Evvelâ Belgrad’ın güney doğusunda ve Tuna kenarında bulunan Semendre ku­ şatıldı. AvusturyalIlar kırk şayka ile Tuna’dan Semendre’ye yardım etmek is­ tedilerse de Türk topçusunun sıkı ve isabetli atışları sayesinde muvaffak ola­ madılar. Böylece muhasaranın üçüncü günü olan 27 E ylûl’de dış kale (Silâhdar tarihi C: 2, S: 523), ertesi gün de :ç kale zaptedildi. Semendre alınınca, Niş'te yapıldığı gibi kalesi tamir olunup içine kuvvet kondu. Evvelce Niş’in imdadına gelmiş olan Avusturya kuvvetlerini takibe me­ mur edilen Diyarbakır beylerbeyi Ke­ mankeş Ahmed Paşa, yanında bîr m ik­ tar tatar askeri de olduğu halde ilerlıyerek bunları kaçırttıktan sonra, Morava’nın Tuna’va karıştığı yerde Sultan İkinci Bayezİd’in vaktiyle inşa ettirmiş olduğu oniki burçlu kaleyi, ondan son­ la da Pasarofça, Tahtalık ve Güvercinlik’i, ayrıca da bazı palankaları zaptet- mişti. Ahmed Paşa bu iş­ leri başar­ dıktan sonra sadrfâzamın İçkimde Bel­ grad önüne gelişinden bir kaç gün önce orduya ilti­ hak etmiş bulunuyordu. Fazıl Mus­ tafa Paşa em­ rindeki or­ duyu üç kıs­ ma ayırarak Belgrad’ın et­ rafını çevir­ di ve Bel­ grad kalesi 14 balyemez ve 55 şahi topla dövül meğe başlan­ dı. Silâhdar tarihine göre; muhasaranın sekizinci gününe rastlayan 9 ekimde. Tarih-i Raşid’e göre de, muhasaranın on ikinci gününe rastlayan 13 ekimde, Sa­ va nehri tarafına rastlıyan iç kaledeki barut mahzenine bir kumbara isabetiy­ le müthiş bir infilak husule geldi. Bu infilakta oradakilerden dört bin kişi öldüğü gibi kale duvarında da bir m ik ­ tar gedik meydana geldi. Mustafa Paşa bu fırsattan istifade ile derhal askeri hücuma kaldırdı. AvusturyalIlar birden­ bire şaşırmış vaziyetteyken Türk ordu­ su hücumunu şiddetlendirdi ve yarım saatte beşbin kişi öldürüldü. Türkler şehre girerken AvusturyalIların peri­ şanlığı büsbütün arttı. Nehir yoluyle kaçmak isteyen oniki gemi dolusu Avus­ turyalI esir edildi. Müverrih S ilâhdar'ı (C: 2, S: 536) göre, Belgrad’da bulunan 16 bin kişiden ancak iki üç kişi kaçıp kurtulabilmiş ve Belgrad’m zaptı ile irili ufaklı üç yüz top elde edilmiştir. İstirdat sahasının Ösek'c kadar genişletilmesi Belgrad'ın kurtarılmasını müteakip istirdat sahasını daha fazla genişletmek istiyen Fazıl Mustafa Paşa biraz daha
ilerilere kuvvetler şevketti. Sava'dan karşıya geçirilip Sirem arazisine sevkedilen tatar kuvvetleri Varadiıı (Peter Wardein)e kadar ilerliyeıek önüne çı­ kan AvusturyalIlardan ikibin kadar esir aldı. Daha sonra kalgay Devlet Giray idaresinde tekmil tatar kuvvetleri Sava’dan karşıya geçerek ösek’e kadar uzanan akın hareketlerinde bulundu. 3u arada Yeni palanka, ayrıca Sava k ı­ yısındaki BÖğürdelen (Sabac) alıııdı. Meşhur BÖğürdelen kalesini Sivas va­ lisi Salahor Süleyman Paşa zaptetti. Bosna beylerbeyisi Topal Hüseyin Paşa Drava kıyısındaki Ösek (Esseg) i kuşa­ tarak toplarla dört gün dövdüyse de şiddetli yağmurların başlaması netice­ sinde metrislerin sularla dolması ve malzeme naklinin pek ziyade güçleşme­ si sebebiyle muhasarayı kaldırdı. Avusturya işgali sırasında hıristiyan tebaa arasında bir çok kimseler düşmanla işbirliği etmiş olmakla bera­ ber, Sadrıâzam Fazıl Mustafa Paşa as­ la bir intikam siyaseti gütmedi. Avus­ turyalIların yerlerinden oynattığı ve be­ raberinde götürdüğü kimseleri kurtar­ dıkça memleketlerine gönderdi ve eski mülklerini yine kendilerine verdirtti. Hattâ masrafı devlet hâzinesinden öden mek üzere bunlara çift hayvanı ve to­ humluk verdirtmek suretiyle hem hal­ kın huzura kavuşmasını hem de İktisa­ dî hayatın tekrar canlanmasını sağladı. Caraffa, Avusturya ordusu kumandan­ larından (Ricaut’dan) Padişahın ve Sadrıâzam ın İstanbul'a dönmeleri Sadrıâzam Köprülü-zâde Fazıl Mus­ tafa Paşa, Niş’ten sonra sekiz günlük t ir muhasara sonunda Belgrad'ı da zap­ tettiğini, eniştesi Kıbleli Mustafa Paşa­ nın oğlu olan yeğeni Ali Bey vasıtasiyle Edirne’de bulunan padişaha bildirdi­ ği zaman İkinci Süleyman pek memnun olmuştu. Ayrıca sadaret kaymakamı Türk Ali Paşa’ya yazdığı tezkerede, pa­ dişahın, kışı İstanbul’da geçirmesinin daha uygun olacağını sebepleriyle bir­ likte bildirmişti. İkinci Süleyman evvelâ muvafakat etti. Fakat sonra harem dai­ resine çekilince oradaki kadınların ve siyah hadımların : ■ s— Karındaşın Sultan Mehmed (Dör­ düncü Mchnıed) i böyle İstanbul’a gö­ türüp tahtından indirdiler, bunların fik­ ri seni de böyle etmektir» şeklindeki sözlerle onu korkutmaları üzerine ertesi günü sadaret kaymakamına : <*— Artık ben İstanbul’a gitmem, ve­ ziriazam doğru buraya gelsin, burası da tahtımızdır; bunda yazlayıb kışlarız» haberini gönderdi. Kaymakam paşa, er­ kân ile ulemayı çağırarak yeni vaziyeti kendileri ile görüştü. Onlar : ■ s— Bu münafık sözüdür, herkes pa­ dişahtan hoşnuttur, hâşâ ki suikast oluııa, burada oturmak zararlı olduğun­ dan gidilmek münasib görülüyor, padi­ şaha selâmımızla bunu arzeyle» dediler. Padişahın huzuruna çıkan sadaret kay­ makamı, kararın arzını müteakip : -s-— İstanbul’a gidilmesini yalnız ve­ ziriazam kulları murad etmedi, vüke­ lânın reyiie olmuştur, niçin şübhelenirsiniz, reâya imdat etmeden iştira, nuzl ve sürsat vermekten fakir oldu ve elle­ rinde bir şey kalmadı, sıyaneti üzerini­ ze vacibdir, yarın kıyamet gününde siz de ve biz de mes’ul oluruz ve ecdad-ı izamınız Acem ve Ongürüs seferlerin seferleyib reayaya zulüm olmasın deyu İstanbuida kışlaya gelmişlerdir» sözleri ile korkusunu izale edip muvafakatini aldı, Böyl< ce padişah, 17 kasım 1690 da, Edirneden İstanbul’a hareket etti (Silâhdar Tarihi C: 2, S: 543). Sadrıâzam Fazıl Mustafa Paşa Belgrad kalesinin yıkılan yerlerini tamir ve içerisine asker ve mühimmat koydtık- 2228
galarım toplıyarak bu hususu onların dikkat nazarlarına arzettiğı ve neticede de kendi görüşünü tatbike koyulduğu görülmektedir. Fazıl Mustafa Paşa, AvusturyalIlar P. Varacin’e doğru çekilirken yol ii • zerinde bulunan Karlofça boğazı zaptoiuııursa düşmanın ister istemez, sahra voiuyle P. Varadin’e gitmesi gerekeceği­ ni ve bunun da onlara bir kaç güne m .il olacağını, o zamana kadar da tatar aske­ rinin gelip yetişeceğini hesapladı. Bu iikrini tatbik etmek üzere orduyu ha­ reket ettirdi ve cebri yürüyüşle düşma­ na dokunmadan ileri geçip Slan karnen (Salankamin) palankası ile P. Varadır! arasında Tuna kenarında mevzi aldı. A k ­ şam üstü varılmış olan bu yerde yüzelli adet kolonborna ve şahi top münasip yerlere yerleştirildi. Slankamen muharebesi diye meşhur olan çarpışma, ordunun buraya gelişi­ nin ferdası nünii olan 20 Ağustos 1691 (25 zilkade 1102) de cereyan etti. P. Varadin yolunun kapanmakta olduğunu, ayrıca K ılım kuvvetlerinin henüz gel­ memiş bulunduğunu Öğrenen Avusturya­ lIlar, fazla zaman kaybettikleri takdir­ de iki ateş arasında kalacaklarını anla­ dıklarından. muharebe tertibi olup taar­ ruza geçtiler. Avusturya ordusu kumandanı Prens Ludvig yaya askerini Osmanlı metrisle­ rine doğru yaklaştırırken süvarisini Osmanlı atıllan üzerine şevketti. Böylece ikindi vakti muharebe başlamış oldu. Avusturyalılar hücuma geçtiği zaman Türk topları ateşe başladıysa da düşman zayi­ ata aldırmadan taarruzunu devam ettir­ diğinden Osmanlı askeri metrislerden çıkıp şiddetle karşı koydu. Kanlı bir bo­ ğuşma hüküm sürerken yeniçeri ağası Slankamen savaşından ve yakm çarpışmalardan di^er bir görünüş (Rieaufdan) 2237
ve' biı1 ha> li yeniççri bölük kumandanı Sebid düşUi. Bun~ ı'ağmen Türk piyade­ si ayni şiddetle muharebeye devam et­ tiği cihetle düşman biraz geri çekildi. Prens Ludvig ise geriden taze kuvvetler ileri sürerek piyade ve süvarisinin ta­ arruzunu yeniletti, işte bu sırada A na­ dolu beylerbeyi Kemankeş Ahmed Paşa kumandasında bulunan Osmanlı sağ ce­ nahındaki Türkmen süvarilerinin düş­ manın top ve kurşun yağmuruna dayanamıvarak geri çekilmesi AvusturyalI­ ların cesaretini arttırarak taarruzu bu tarafa doğru daha fazla inkişaf ettirme­ lerine sebep oldu. Bu koldaki kapıkulu süvarilerinin de üzerlerine düşen yar­ dım vazifelerini yerine getirmıyerek kaçmaları yüzünden, Osmanlı sağ cena­ hı bozulur hale geldi ve- düşman bu ta­ raftan merkeze doğru girmeye başladı. Bu vaziyet karşısında Sadnâzam Fazıl Mustafa Paşa bizzat kılıcını çekerek sağ cenaha yüklenen düşmana saldırınca asker gayrete geldi. Herkes canla baş­ la vuruşmaktayken Karaman bej'Ierbeyi Çelebi İbrahim Paşa eyâleti askeriyle sağ cenahın imdadına koştu. Osmanlı askerinin fevkalâde mücadelesi karşısın­ da nihayet düşman bozulmaya yüz tut­ tu. Fakat bu arada Sedrıazam Fazıl Mustafa Paşa’nın alnına bil" kurşun isa­ betiyle şehid düşmesi muharebenin m u­ kadderatının birdenbire Avusturya lehi­ ne dönmesine sebep oldu. Sadrıâzamın etrafındaki adamların «serdar düştü» diye .bağırmaları her şeyi altüst etti. Maneviyatı sarsılan asker gevşeyip m ü­ cadeleden kalırken sağ koldan giren düş­ man gerideki ordugâhı işgal eyledi. As­ kerde dönüşecek mecal ve maneviyat kalmadığını ve herkesin başının kaydı­ na bakmaya başladığını gören Haleb va­ lisi Koca H alil Paşa ile Rumeli valisi Küçijk €afer Faşa at üzerinde konuşup askeri selâmete çıkarmaya karar verdi­ ler. Ve sancağ-ı şerifi alıp Belgrad’ı dotjru çekilmeye başladılar. Böylece, ka­ zanılmak -üzereyken kaybedilen bu harp sonunda terkedilen ordu hâzinesi, top ve mülıiriımat düşmanın eline geçti. Har­ bin kaybedildiği gün Tuna kaptanı Mus­ tafa Kaptan Tuna nehrinde düşmanın zahire ve cephane yüklü sekiz yüz adet kayık ve gemisinin bir kısmını yakıp batırmış büyiik bir kısmını da zapi et­ mişti. O rdunun Belgrad’a çekilmesi Slankamen muharebesinde mağlûp olan Osmanlı ordusu yorgun bir şekil­ de Sava köprüsünün başına geldi. Bu­ radan karşıya Belgrad yakasına geçiş üç gün üç gece sürdü. Cümlenin ittifa­ kı vle vezir Koca Halil Paşa serdar se­ çildi. Muharebenin ferdası günü Sivas berylerbeyi Deli Ömer Paşa, bundan bir gün sonra da zayıf bir kuvvetle Kırım Hanı Saadet Giray geldi. Yedi sekiz sa­ atlik yerde bulunduğu halde muharebe­ ye zamanında yetişmemiş olan Saadet Giray bilahara Sultan İkinci Anmed'in ağır tekdirine maruz kaldı. Ordu Belgrad’a gelince vaziyet Edirne'de bulunan padişaha yazılarak ta­ limat beklendi. Veziriâzam şehid düştü­ ğü zaman, bunu etrafa duyurmadan ye­ rini muiıafa 2 a etmesi gerekirken herkes­ ten önce muharebe sahasını terketm-ş olan sipahiler ağasının Belgrad’da boy­ nu vuruldu. A vurturyalılarm Lipve’yi kuşatması Slankamen muharebesini kazanmak­ la beraber yorgun ve yıpranmış vazi­ yete düşmüş olan AvusturyalIlar Osmanlı ordusunu takip edemediler. Yalnız bu arada düşman kuvvetlerinin bir kısmı P. Varadııı'den karşıya geçti, oradan da Tisa’yı aşıp Çanad tarafına ilerledi ve Maroş nehri kenarındaki Lipve (Lipova) yı kuşattı. Silâhdar tarihinde (C: 2, S: 595), Lipve müdafilerinin üç günlük mukavemetten sonra kaleyi vire ile tes­ lim ettikleri kaydedilirse de, Tarih-i Raşid’de (C: 2, S: 170), Tamşvar muhafızı Topal Hüseyin Paşa'nın Lipve imdadına gelerek düşmanı yenip Lipve’yi düşmek­ ten kurtardığı yazılıdır. Yine bu sırada Sivas beylerbeyi Deli Ömer Paşa ku­ mandasında üçbin tatar-ve altı yüz sipah ve silâhdar askerinin muhafazasın­ da araba katır ve develerle Tamşvar’a zahire gönderilmiştir. 2238 H alil Paşa’nın serdarlımı Fazıl Mustafa Paşa’nın şehadet v<!
ordunun mağlûbiyet haberini getiren fi­ danı 31 Ağustos 1691 güllü Edirne’ye ulaştığı zaman sadaret kaymakamı ikin­ ci vezir Kadı Ali Paşa’yı bulup durumu anlattı. Buııun üzerine Kadı Ali Paşa şeyhülislâm ve kazaskerleri evine davet­ le haberi bildirince, Rumeli kazaskeri Yahya Efendi «serdar olup heman şim di alelacele kalkıp orduyu hümâyuna kalkıp gidersen, padişah hazretlerinden rica edip sana m ührü alıverelim» dedi. Kadı Ali Paşa’m n bunu kabul etmesi üzerine, durum İkinci Ahmed'e arz ve hakikaten sadrıâzamlığı temin edildi. Padişah Kadı A li Paşaya mührü verir­ ken kendisini ayni zamanda serdar ta­ yin ettiğini, derhal tedarikini görüp cep­ heye (Silâhdar Tarihi C: 2, S: 596) ha­ reket etmesini bildirdi. Fakat Kadı Ali Paşa ordunun sefer levazımını hazırla­ tıp cephelere göndermek üzere merkez­ de kalmak için devlet erkânı ve padişa­ hı ikna etti. Böylece, sadarete tayinin­ den iki gün sonra, Haleb beylerbeyi Ko­ ca Halil Paşa'ya Macaristan cephesi serdaıiığı emri gönderildi. Koca H alil Paşa’ya serdarlık emri gönderilmesinden on gün sonra Kırım Hanı Saadet Giray'a bir hatt-ı hüm â­ yun yazılarak, Tamşvar tarafını koru­ mak gayesiyle Pançevo'ya geçmesi ve kış soğuklan bastırıncaya kadar o ci­ varda dolaşması emredildi. A vusturyalIların Varat muhasarası beyan edince, bu fikir diğerleri tarafın­ dan da benimsenmiştir. Bunun üzerine bir kaç beylerbeyinin muhafazasında Tamşvar'a erzak, m ühimm at ve asker gönderilmiştir. Bu arada Varat müdafilerinden alman haberde, kış soğukları­ nın bastırmak üzere bulunuşu sebebiy­ le düşmanın baskısının hafiflediği, onun için kış boyunca dayanacaklarına güven­ leri olduğu öğrenilmiştir. Tamşvar’a vardım gönderildiği zaman orduda bu­ lunan Fındık Mustafa Paşa Tamşvar muhafızlığına tayin edilerek daha önce­ ki muhafız Kandilci Hüseyin Paşa or­ duya alınmıştır. Tamşvar'dan Belgrad'a dönüldüğü sırada, kapıkulu askerinin Edirne’ye dön­ mesi hususunda padişahtan emir gelmiş olduğundan, Koca Halil Paşa kapıkulu efradı ile saııcağ-ı şerifi Edirne’ye yol­ lamış (Silâhdar tarihi C: 2, S: 60), ken­ disi de Silistre beylerbeyisi Topal H ü ­ seyin Paşa’yı Belgrad muhafazasına me­ mur ettikten sonra kışlamak üzere Niş’e dönmüştür. AvusturyalIların Varat önüne gel­ dikleri zaman peşinen kaleyi sıkı şekil­ de muhasara ettikleri, otuz sekiz gün müddetle sıkı bir mücadelenin devam ettiği, fakat daha sonra kışm bastırma­ sı yüzünden mücadelenin şiddetini kay­ bettiği, Varat’ın karşısına bir palanka kurulup buraya beş altı bin kişi bırakıl­ dıktan sonra esas büyük kuvvetlerin kış­ laklara dağıldığı görülmektedir. Ertesi sefer mevsiminde muhasaraya yeniden Tuna kıyısındaki Varadin (Peterwar­ dein) den kalkan Avusturya ordusunun tamamı Segedin ve Solnok üzerinden (Tarih-i Raşid C: 2, S: 183) ilerliyeren Körös nehri boyundaki Varat (Gross Wardein, Nagy Varad) kalesini muhasa­ ra etti. Varat’ın muhasaraya maruz kal­ dığına dair haber serdar Koca H alil Pasa’ya ulaşınca ordu erkanı ve ocak ağalarını otağına davet ederek meseleyi müzakere etti. Yeniçeri Ağası Eğinli Mehmed Ağa Varat, Yanve (Yanova) ve Göle (Gyula) gibi kalelerin bataklık arazide bulunmaları bakımından uzun müddet muhasaraya dayanabileceklerini, asıl meselenin Tamşvar kalesine erzak ve muhafız asker yetiştirmek olduğunu Varat (Gros-Wardein), Erdel’in önemli şehir ve kalelerindendir (Ricaut’dan) 2239
şiddet verilecek ve Vara t kalesi dokuz ay oııyedi gün mukavemetten ve dokuz bin kişilik muhafızı üç bin kişiye düş­ tükten sonra vire ile teslim olacaktır. Koca Halil Paşayı kendisine rakip gör­ mekte ve bir gün mührün ona verilme­ sinden korkmaktaydı. Bu endişeden sıy­ rılmak için bir aralık onun idamı işini bile tasarladıvsa da (Silâhdar Tarihi C: 2. S: 618) buna muvaffak olamıyacağını anlayınca tekaüt ettirmek suretiyle gözönünden uzak bulundurmak istedi. Vc bunda da muvaffak oldu. Koca Halil Paşa tekaüt iıaslan ile O lıri’de oturma­ ya memur edilince Avusturya cephesi serdarlığı Belgrad muhafızı Topal H ü­ seyin Paşa'ya verildi (Ocak 1692). Saadet G ira y ın azli Salankamin muharebesine zamanın­ da yetişmeyen, ayni zamanda arzu edil­ diği miktarda tatar askeri toplamıyan Kırım Hanı Saadet G hay ’a Osmanlı devlet erkânının ekserisi gibi padişah da kızmaktaydı. Bu durumdan istifade­ ye çalışan ve rüşvetçi bir şahsiyet olan Veziri âz am Kadı Ali Paşa, eski hanlar­ dan Murad G irayın kalgayı olan Safa Giray’dan otuz bin kuruş rüşvet almak suretiyle hanlığa tâyinini temin etti (22 Aralık 1691). Safa Giray Kırım Ham tâyin edilince eski Han Saadet Giray Ro­ dos’a sürüldü. Topal Hüseyin Paşa’nııı serdarlığı Fazıl Mustafa Paşa Slankamen’de şehid düştüğü zaman, ordu erkânı itti­ fakla Koca Halil Paşa’yı serdarlığa ge­ tirmişler. sonra da mühr-ü hümâyûnun yine ona verilmesi için bir mahzar hazırlıyarak Edirne'ye göndermişlerdi. Fa­ kat Kadı Ali Paşa mührü elde etmiş, üstelik padişahın zorlamasına rağmen bir takım bahaneler icadı suretiyle cep­ heye gitmemişti. Böyle olduğu halde Tököli îm re'nin Edirne’ye getirilmesi Sadnâzam Kadı Ali Paşa, hudut iş­ lerine dair bir meselenin konuşulması icap ederse padişah ile buluşturarak şi­ fahi izahat vermesini temin eylemek ga­ yesiyle Tököli tmre’ye mektup yazıp harcırah göndererek Edirne’ye çağırdı. Tököli İmre 14 Ocak 1692 de Edirne’ye geldiyse de çabucak huzura kabul edil­ medi. Aradan bir ay geçtikten sonra, hudut boyundan casusunun geldiğini, AvusturyalIların taarruz hazırlıklarıyle meşgul oldukları haberini getirdiğini bildirmesi üzerine, huzura kabul için ge­ rekli şeyler yapıldı. Tököli İmre, kabul esnasında hayatta bulunduğu müddetçe devlete sadakatle hizmet edeceğini arzetti. Bundan sonradır ki merkezi gibi kabul edilen yeni palankaya gitmek üzere Edirne’den ayrıldı. Sadrıâzam K adı A li Paşa’m n azli K o lo jv a r ( C lu j= C la u s e ııb u r g ) E rde l’in ö n e m li şehir ve k a le le rin d en di r (R ic a ut'd a n ) Sadrıâzam Kadı Ali Paşa en büyük gayreti mevkiinde tutunmak için sarfetmekte, bu gaye ile sarayda padişahın yakın hizmetinde bulunan kimseleri el­ de etmeyi ihmal etmediği gibi, icabında bu uğurda yalan söylemekten de çekin­ memekteydi. İkinci Ahmed bir gün Şey­ hülislâm Feyzullah Efendi ile sadrı âza­ mi huzuruna çağırmış, memleketin du­ rumunu açıkça söylemelerini istemişti. Şeyhülislâm, sadnâzamnı mevkiinden başka bir şey düşünmediğini, memleket işlerini ziyadesiyle ihmal ettiğini ifade ile ile acı acı şikâyet etmişti. Kadı Ali Paşa, derhal buna cevap olarak, şey­ hülislâmın yalan söylediğini, ihtiyarlığı 2240
ri Hekim Yahya Efeııdi'yi göndermişti. Yahya Efendi muayeneden sonra hasta­ nın halinin iyi olmadığını belirtince Fa­ i l i Mustafa Paşa ulema, devlet erkânı ve ocak ağalarını toplıyarak: «— Padişahımızın hastalığı fazlalaş­ makta, ölümü halinde kimi hükümdar edelim?» dedi. Orada bulunanların sükût etmesi (Silâhdar tarihi C: 2, S: 569) üzerine sadrıâzam: t — Sultan Mehmed’i etsek hâli bel­ li, Kırk yıldır memleketi yıkıp berbad etti; el'an çekilen fezahat onun şeameti­ dir, bir türlü hazmı mümkün değil. Oğulları ise babalan zamanında yularsız arslan mesabesinde kendisi ile inip bin­ meyi, yeyip içmeyi, cenk ve avı öğren­ mişlerdir. Lâkin, padişahımızın küçük biraderi hiisn-ü hal ve zühd-i takva ile mevsuf, her fümında mahir, istihrac-ı takvime kadir bir kâmil vücud âlicenab şehzadedir. Saltanata ondan gayrisini memul edemem» dedi. Sadrıâzamm sözleri hazır bulunan­ lar tarafından tasvip edildiğinden, ölüm vukuunda kardeşi Ahmed’in hükümdar­ lığına karar verilerek fatiha okundu. Fazıl Mustafa Paşa toplantıdan çıktık­ tan sonra darüssade ağası ile silâhdar ağasına, topluluğun Şehzade Ahmed’in hükümdarlığına karar vermiş olduğunu beyanla yolda br hal olduğu takdirde başkasını iclâs ettirmemelerini tenbih eyledi, ikinci Süleyman böyle hasta ha­ liyle kardeş ve yeğenleriyle Edirne’ye nakledildi- Sadrıâzam ve Serdarı Ekrem Fazıl Mustafa Paşa Edirne’den Avustur­ ya cephesine hareket tarihi olan 15 ha­ ziran 1601 den bir gün önce darüssaade ve silâhdar ağalarına ayni tenbihatı tekrarlıyarak Şehzade Ahmed’den baş­ kasını cülûs ettirdikleri takdirde öldü­ rüleceklerini ilâve etti. Sadrıâzamın E dVme'deu ayrılışından sekiz gün sonra 23 haziran 1691 (26 ramazan 1102) Cuma günü, iki senedenberi çekmekte olduğu hastalıktan kurtulamıyarak hayata göz­ lerini yumdu. O devri yaşıyan müverrih Silâhdarııı (C: 2, S: 575) tarif ve tavsifine göre 1kinei Süleyman: Orta boylu, yassı bağırlı, şekli şemaili güzel, değirmi çehreli, kara gözlü, doğan burunlu, siyah kaba kır sakallı, vakur ve heybetli idi. Lisanı tatlı, yumuşak huylu, lıüsn-ü muamele sahibi, insaflı, halim selim, hakka kail adle maildi. Beş vakit n a ­ mazını kılardı. Ömründe namazını terketmemişti. Yanında hazreti Peygambe­ rin ismi söylenince hürmetten eğilirdi. Sanavetkâr olup hiç kimseye gazab ed ip azarlamamıştı.
ikinci Ahmed'in tuğrası İ K İ N C İ A HM E D Fa([i$ahm cülusu —- ikinci Ahmed zamanında Avusturya cephesi — Venedik cephesi ■ — Lehistan cephesi -- Dahilî vaziyet ve padisshın Olün-ü. İkinci Süleyman İ K İ N ' t i a i i m f .d -------, sarıldıktan s o n r a veiat edince darüsbuzlar arasına ko­ B abası : S u lta n İb ra h im saade ağası vazıyeti narak İstanbul’a nak Aıınesi : H atice Muazzez S ultan sadaret kaymakamı ledildî ve Kanunî D o y d u ğ u ta r ih : 25 şubat 1643 Kadı Ali Paşaya bil­ türbesine defnedildi. F adiçah o ldu ğu ta rih : 22 h aziran 1691 dirdi, Bunun üzeri­ Âdet veçhile tah­ Ö lü m ü : 6 şubat 1695 ne evvelce verilen ta yeni geçen h ü ­ B ilin en zevceleri : R ebia kadın karara uyularak kar kümdarlar bir kaç Ç o cu k ları : İbrah im , Selim , H atice, Asiye deşi Ahmed bulun­ gün sonra Eyub tür­ * duğu daireden çıka­ besini ziyaretle k ı­ V eziriazam ları : RÖprülti-zâde F â z ıl M us* rıldı. Tahtın kendi­ lıç kuşanırlardı. H al­ taTa F aşa _> — 20 Ağustos 1691 şehid. sine nasib olmasın­ buki İkinci Ahmed K ad ı (A rabacı) A1E Faça 30 a&ustos 1691 dan dolayı Allaha Edirne’de cülûs et­ — 27 m art 1692 aziL Hacı (Ç alık ) A li şükredip dua eden mişti. Kılıç kuşan­ Pasa 27 m a rt 1692 — 27 m a rt 1693 isti­ Sultan Ahmed önce ma merasimini h ü ­ fa. Bozoklu M u stafa Paça 27 m a rt 1693 — 11 m * r t 1694 azil. S ü rm e li AIL P aşa lıasoöaya götürüldü. kümet merkezindeki 14 m a rt 1694 — . Burada evvelâ ken­ usûle göre icra etı jçy j aceıe İs­ disine kanun gereğince hasodalılar biat etti. Bunların atanbul’a giderek yine sür’atle dönmek rasuıda o sırada lıasodalılara dahil olan istediyse de, kendisine sefer durumu, silâhdar tarihi müellifi Fındıklılı MehEdirne’den ayrılışından başkasının tah­ med Ağa da vardı. Daha sonra Bâbüsta çıkarılması ihtim ali anlatılınca bun­ saade önüne konan tahta oturdu. Bura­ dan vazgeçti. Ecdadından Fatih Mehda nakîbüleşraftan başlıyarak devlet er­ med ile babası İkinci Murad’ın Edirne’­ kânı, ulema ve ocak ağaları biat ettiler. deki Eski Camide kılıç kuşanmış oldu­ Biat merasiminin tamamlanmasından ğunu gözönünde bulundurarak (Silâh­ sonra İkinci Süleyman'ın cenazesi gasl, dar tarihi C:2, S:580). ikinci Ahmed de teçhiz ve tekfin edildikten sonra nama­ Edirne Eski Cami’de icra edilen bir me­ zı kılındı. Daha sonra da cenaze sıkıca rasimle kılıç kuşandı.
AVUSTURYA CEPHESt Serdar'ı ekrem ve sadrıâzam sıfativle Avusturya cephesine gitmekte olan Köprülü-zâde Fazıl Mustafa Paşa 29 haziranda Sofya’ya geldiği sırada İkin­ ci Süleyman'ın vefatı ile yerine kardeşi Ahmed'in geçmiş olduğu haberini aldı. Yeni padişah kendisini sadrıâzamlık ve serdar-ı ekremlikte ipka etmiş olduğu cihetle yoluna de­ vamla Belgrad’a gel dİ. I \ nun için Fazıl Mustafa Paşa henüz as­ kerin tamamını karşıya geçirmeraigti. Bu sırada P. Varadin’de buluttan Avus­ turyalIlar, Osmanlı askerinin tamamı Zemun sahrasına geçmeden köprüleri ba­ sıp muhafızları öldürerek geçit yerleri­ ni tutmayı plânlaştırmışlardı. Elde edi­ len esirlerden düş­ manın bu plânından haberdar olan serdar-ı ekrem derhal askeri erkânı toplıyarak vaziyeti an­ lattı. Toplantıda bu­ Slankaıııen m uh a­ lunanlar, henüz eyâ­ rebesi let askerlerinin m ü ­ him bir kısmı ile ta­ Fazıl Mustafa Pa­ tar askerinin gelme­ şa Belgrad’da bekmiş olduğunu beyan lemiyerek. Keman­ ile bunların gelişin­ keş Ahmed Paşaya den ve ordunun mik Sava üzerine kurtam un kabarmasın­ durttuğu köprüden dan sonra karşıya suların kabarık olgeçilmesini, ‘bunla­ masına aldırmıyarak rın yetişmesine ka­ karşıya zemun (zem dar geçecek bir kaç lin) sahrasına geç­ gün zarfında köprü ti. Bit sırada Tuna başının top ateşi ile kaptanı Ali Paşayı müdafaasının nisbeTuna kıyısındaki Titen m üm kün oldu­ tel palankasını fet­ he gönderdi. Ali Pa­ ğunu belir ttilerse de şa üç günlük mu­ sadrıâzam bu mütahasara sonunda bu lealara kıymet verpalankayı vire şarmiyerek ertesi gün tiyle aldıysa da viordu erkânı ve ocak tkinci Ahmed reye riayet etmiyeağalan ile karşıya (Batılı bir ressamın eserinden) rek kaıı dökülmesi­ îeçti. ne sebep olduğu için idam ediimek is­ Zemuıı sahrasının bir çok yerleri su­ tenirken bazı kimselerin şefaatiyle hapsi lar altında bulunduğundan bu sular üs­ ile iktifa olundu ve Tuna kaptanlığı fir­ tüne bile yer yer köprüler kurulması ikate reislerinden Uzun Mustafa’ya ve­ cap etmişti. Bu şartlar altında topların rildi. nakli büyük müşkilât arzediyor ve ar­ Ordunun bîr kısmı Zemun sahrası­ zu edilen her tarafa top götürülemiyorna geçtikten sonra, kışın sekiz bin as­ du. Bir hayli zahmet mukabili geçiş ta­ keri ile Tamşvar muhafazasında kalmış mamlanınca serdarın emriyle Tuna ve olan Tököli îmre de üç yüz kadar m ai­ Savaya doğru hendek kazılarak sahra­ yeti ile orduya geldi. Tököli’nin geçen daki sulara bir mecra kazandırılıp da­ sene Erdel’dc esir etmiş olduğu Avus­ ha gerilerdeki kısımlara tabyalar kuru­ turya generalleri de yanında idi. larak toplar yerleştirildi. Bu yerleşme­ Bu sırada fezla yağan yağmurlardan ler vuku bulurken Kümeli ve Haleb bey­ nehirler taştığı ciheile Zemun sahrası­ lerbeyleri ile bir kaç sancak askeri ge­ nın bir çok yerleri sular altındaydı. O ­ lip orduya katılmışsa da henüz eyâlet 2235
askerleri tamamlanmadığı gibi tatar as­ keri de ortalarda yoktu. Bu sırada Baden margravı Prens Ludvig (Lui) kumandasında elli bin pi­ yade elli bin süvariden mürekkep Avus­ turya ordusu P. Varadin’deıı hareketle Osmanlı ordusunun dört saat uzağına Tuna kenarında Değirmenlik mevkiine gelerek kondu. Avusturya ordusunda ye­ di gün müddetle bir hareket görülme­ yince Anadolu beylerbeyi Kemankeş Ahmed Paşanın emrine onbin kişilik kuv­ vet vererek düşmana doğru şevketti (10 ağustos). Bunlar hareketsiz gibi duran düşman birlikleriyle biraz vuruştuktan sonra geriye dönüp geldi. Ertesi gün Avusturya ordusunun harekete geçerek Osmanlı ordusuna üç saatlik mesafeye geldiği görüldüyse de düşmanın atej menziline girmesi beklendiğinden ateş açıltp harbe tutuşulmadı. Bir kaç gün son­ ra AvusturyalIlar ilk ordugâhlarına dön­ düler. AvusturyalIların hazırlanmış mev­ zilere taarruz etmiyerek Türk askerleri­ ni üzerlerine çekmek istedikleri anlaşi' lıj’Grdu. Aradan iieçen bu günler zarfın­ da Sivas eyâleti askeri ile tatar ordusu hariç beklensn diğer eyâlet ve sancak kuvvetleri gelerek ssdrıâzamtn emrinde­ ki orduyu hümâyuna katılmış (Silâhdar tarihi C: 2, S: 589) bulunuyorlardı. Avustıırya ora usu P. Varsdin kalesi tara­ fına doğru çekilirken, tarih-i Raşid’e (C: 2, S: 162) göre; Sadrıâzam Fazıl Mustafa Faşa hemen hücuma geçmeyi düşünmemekte ve bir kaç gün sonra gelmesini umduğu Kırım hanının muva­ salatından sonra hücuma kalkmayı uy­ gun bulmaktaydı. Fakat Silâhdar tarihi m üellifinin kaydına nazaran, bu sırada kethüdası Kor Mustafa Efendi’nin sokIanmnj şikârı kaçırmıyalımj. diyerek h ü ­ cuma geçilmesi fikrini müdafaa etmesi, serdarın bu sözlerin tesiri altında kal­ masına sebep olmuştur. Nitekim, Fazıl Mustafa Paşa’ııın, kumandan ve ocak a- Slankamen savaş meydanının ve iki taraf ordularının genel durumuna bir bakış (Macarca «A Magyar Namzet Tortenete» den) 2236
dolayısiyle ne dediğini bilmediğini iddia ederek üste çıkmış ve şeyhülislâmın azlini temin etmişti. Arabacı lâkabı ile de anılan bu hilekâr ve türlü bahane­ lerle cepheye gitmeyen sadrıâzamın ya­ lan söylediğini bir müddet sonra anlıyan İkinci Ahmed, kendisini azlederek mühr-ü hümâyunu teslim etmek üzere Diyarbakır valisi Hacı Ali Paşayı Edirne’ye çağırdı (27 Mart 1692). Hacı Ali Paşa’mıı sadrıâzam tâyin edildiği gün­ lerde Tököli İmre’den alınan bir haber­ de, AvusturyalIların bu yıl geçen sene­ den daha fazla hazırlık yaptığı, Fransa ile Avusturya arasında devam etmekte olan muharebe vesilesiyle Lehistan’ın Fransız dostluğuna yanaşıp OsmanlIlar­ la anlaşmak istedikleri bildirilmektey­ di. İngiliz ve Felemenk hüküm etinin suliı tavassutları Avusturya ve müttefikleri 1688 d?n beri Fransa ile muharebe etmekte idiler. Avusturya müttefikleri arasına bilahara İngiltere ve Felemenk de katılmıştı. Her devirde kendi kvvvetini mümkün oldu­ ğu derecede yıpratmamaya dikkat eden İngiltere, Ondördüncü Lui Fransasına karşı cereyan eden bu harpte de ayni şeyi gözetmekte ve Avusturya impara­ torunun daha fazla kuvvetlerle Fransa üzerine yüklenmesini istemekteydi. Osınanlılarla muharebe eden Avusturya’­ nın elbette İngiltere’nin arzuladığı m ik­ tarda Fransa’ya kuvvet ayırması m üm ­ kün olamszdı. Osmanlı-Avusturya sul­ hu tahakkuk ettiği taktirde İngiltere’­ nin tasavvurları da tahakkuk edebilir­ di. Bunan için Felemenklilerle birlikte Osmaıılı hükümeti Rezdinde sulh tavas­ sutunda bulundular. İngiliz ve Fele­ menk elçileri bu gaye ile padişahı zi».-■'te çalıştılar. 21 Haziran 1692 de vu­ ku bulan kabulleri esnasında Avustur­ yalIların Osmanlı-Avusturya sınırının Esseg'deıı geçmesini istediğini bildirdi­ ler E lç ile r ib u sözleri karşısında İkin­ ci A,.. ; “ A v u s t u r y a l I l a r ı n bir elçisi­ nin gelip geımsdiğini, gelmediyse ken­ dileridir. sulh aktine selâhiyetli olup olmadıklarını sorunca, aldığı cevap müsbet ve tatminkâr olmadı. Bu sıra. r' rmanl: ve Avusturya muhasım kuv- Sııîtan ikinci Afûned (Iiapıdağlı serisinden) vetleri arasındaki sınır hemen hemen Essegden geçmekle beraber, teklif, Ma­ caristan'a kaybolmuş nazarı ile baka¿mıyan Osmanlılar için ağır gibiydi. Bu­ na mukabil Osmanlı hükümetinin görü­ şü demek olan padişahın sözleri ise. mücadelede lazlaca ağır basmakta olan Avusturya’ya karşı çok daha ağır ka­ çıyordu. İkinci Alımed, yıllardan beri bir sürü toprak kaybeden devlet Os­ manlIlar değilmiş gibi, Macar arazisi­ nin harften önceki durumu ile iadesi, hattâ yıllık vergi verilmesi şartiyle sulhe yanaşacağını söylemesi karşısında, tabi'i bu teşebbüs akim kaldı. Bc-lgrad kalesinin tam ir ve tahkim i Yeni veziriâzam Hacı Ali Paşa Edirne’ye gelince biraz hazırlıklar yap­ tıktan sonra Avusturya cephesindeki ordunun kumandasını deruhte etmek üzere 30 Haziran 1692 de Edirne’den ha­ reket etti. Serdar-ı Ekrem Hacı Ali Pa­ şa Belgrad’ın doğusundaki Vraçar ova­ sına (Taı'ih-i Raşid C: 2, S: 196) geldi­ ği zaman ordu erkânı ve ocak ağalarını toplıyarak yapılacak işleri müzakere et­ 2241
ti. Toplantıda ordunun mücadele saha­ sının neresi olması icap ettiğine dair görüşmeler cereyan ederken bazı kimse­ ler vakit kaybedilmeden Zemun sahra­ sına geçilerek düşman üzerine yürün­ mesini ileri sürdüğü gibi bazı şahıslar da Belgrad kalesinin durumuna dikkati çektiler, ik i muhasara görmüş olan Belgrad’m tahkimatı hakikaten pek sağ­ lam değildi. Kuvvetli bir taarruza uzun müddet dadanabilecek durumu yoktu. Şayet her hangi bir şekilde düşmanın eline geçer ve düşman tarafından bir de tahkim edilirse istirdadı cidden çok müşkül olurdu. Silâhdar tarihinin (C: 2, S: 683) kaydına göre, bu arada Na~ veli Mustafa Ağa adında bir zeamet sahibi, Slankamen harbinden dolayı as­ kerin gözünün korkmuş olduğunu, bu yüzden saf çengine dayanamayacağım, binaenaleyh Belgrad’m tahkimi ile bu sene için Sava kenarında müdafaa har­ bi yapılmasını istedi. Bu fikir beğenildiği ve hemen herkesin aklına yattığın­ dan tatbikine geçildi. Belgrad tamir ve tahkim edilirken A v u s t u r y a l I l a r da bir meydan muharebesi yapacak şekilde ha­ rekâtta bulunmadılar. Daha ziyade Türkleri Macaristan’a geçirmemeye ve Macaristan'ın güney doğusundan Erdel’e doğru uzanan kısımda bulunan Varat, Yanova, Gyula, Tamşvar gibi ka­ leleri aiımya çalıştılar. Bunlardan ge­ çen yıldan beri muhasara ettikleri Va­ rat kalesini Haziran ayı içinde zaptettilerse de diğerlerini elde edemediler. Esasen Belgrad kalesinin tamir ve tah­ kimine devam edilirken bir taraftan d". Gyula ve Tamşvar’a lüzumlu yardım yapıldı, Belgrad’ın tahkim işi bitince Ser­ dar Hacı Alipaşa buraya 6 bini kap ıku ­ lu 3 bini yerli kulu olmak üzere 9 bin kişilik kuvvet bırakıp eyâlet askerleri­ ni kışlaklara dağıttıktan sonra Belgrad önünden ayrılarak Edirne’ye geldi. M üttefiklerin sulh için ileri sürdükleri şartlar A v u s tu r y a lIla r ın tık la r ı la y a n harbe n ih a y e t Osmanlılarla yap­ v e r m e le r in i arzu­ Ingiliz ve Felemenk h ü k ü m e tle r i i k i taraf a r a s ı n d a s u l h u n te e s s ü s ü y o ­ l u n d a t a v a s s u t f a a l i y e t l e r i n e devam e ­ diyorlardı. Elçilerin daha önceki ziya­ retleri Osmanlı hükümetini bu yoldaki şartının ne olduğunun öğrenilmesi ne­ ticesini vermiş gibiydi. Hacı Ali Paşa'nın Edirne’ye döndüğü sırada gelen el­ çilerin ziyareti ise, karşı tarafın sulh şartlarını ortaya çıkarmıştı. İngiliz ve Felemenk elçileri Viyana Belgrad üzerinden 10 şubat 1693 de Edirne’ye geldiler. Bir müddet sonra pa­ dişah tarafından kabul edilen elçiler 24 mart 1693 de vezirler, ulema, askerî er­ kân ve ocak ağalarının veziriazam sa­ rayında yaptıkları toplantıya davet edil­ diler. Elçilerin getirdikleri nâmeler ter­ cüme edilerek okununca ileri sürülen sulh şartları orada bulunanlar tarafın­ dan öğrenildi. Buna göre: Türkler M a­ caristan’dan başka Erdel’den de el çe­ kecekler ve Macar hududunda olan Ya­ nova, Tamşvar, Göle (Gyula) kaleleri Avusturya hâkimiyetinde olacak ve Tu­ na nehri sınır teşkil edecek, Fodalya, Kamaniçe kalesi, Ukrayna, Bucak ara­ zisi, Eflak, Bağdan Lehlilere; Mora ya­ rımadası Venediklilere verilecek (Silâh­ dar tarihi C: 2, S: 693), aynca Osmanlı devleti taarruzda bulunmıyacak. E l­ çiler bu şartları şifahen de tekrarla­ yınca sinirlenen Rumeli kazaskeri: i — Bre dinsiz kâfirler, biz sizden daha memleket talebinde iken ye’dimizde bulunan mülk-ü mevrusemizi iste­ mek nasıl sözdür?» dedi. , Tabi’i İleri sürülen bu şartlar kar­ şısında anlaşmak m üm kün olmadığın­ dan, sulh tavassutu da hiç bir terakki kaydedemeden böylece kaldı. Bozoklu Mustafa Paşa’nın sadaret ve serdarlı^ Mâliyenin düzgün bir şekilde y ü ­ rütülmesine çalışan ve dürüst bir kim ­ se olan Defterdar Canib Ahmed Efen ■ di’nin doğru çalışmasından menfaatlar: haleldar olan bazı kimselerin tesiri al­ tında kalan İkinci Ahmed bir fermanla defterdarın azlini emretmiş- fakat buna mukavemetle fermanı tatEfk etmeyen Sadrıâzam Hacı (Çalık) A li Faşa niha­ yet mühr~ü hümâyunu çıkarıp padişa­ ha sunmak suretiyle sadnâzamlıktan istifa (Tarih-i Raşid C :2, S: 27) et­ miştir. Bunun üzerine padişah İkinci
Ahrned Bozoklu Mustafa Paşa ya mühr-ü teklif etmiş. Bozoklu peşinen Hacı Aü Paşa gibi biri varken kendisinin sacinâzamlığımn sözü olmıyacağmı beyan et­ mişse de padişahın «şimdi ikinizi de katlederim» demesi üzerine mührü al­ mıştır. Sadnâzam ve Serctar-ı ekrem Bo­ zoklu Mustafa Paşa mayısın birinci haf­ tası içitıde otağa çıkarak hareket iğin hazırlıklar yaptırdığı günlerde, bir kaç ay önce üçüncü defa Kırım Hanı tayin edilmiş olan Selim Giray’dan bir mek­ tup geldi. Selim Giray bu (Silâhdsr ta­ rihi C: 2, S: 703) mektubunda; yakala­ nan esirlerden düşmanın niyetlerine dair bilgi edindiğini bildirmekte ve elde edilen malûmata göre: AvusturyalIlar, Türklerin Belgrad tarafında meşgul ol­ malarından :stifade ile bu yaz Erdel’e yürüyecekler, oradan Eflak ve Boğdaıı’ı zaptederek Bucak arazisine kadar ilerliyecekler. buraların halkını Türkler aleyhine ayaklandırıp kendilerinden isti­ fade edecekler, hattâ Tuna’yı aşıp Edir­ ne ve İstanbul’a kadar uzanan akm ha­ reketinde bulunacaklardı. Selim Giray bu malumatı verdikten sonra, sadrıâzama, ordu ile Rusçuk’a ge­ linir ve oradan Erdel’e girilip Avustur­ ya kuvvetleri yenilirse, kaleleri düşman askeri ile dolu olan bu toprakların alın­ masından sonra, Avusturya işgaline düş­ müş sair yerlerin istirdadı ancak kabil olabilir demekteydi. Sadııâzam Bozoklu Mustafa Paşa bu haberden sonra çadı­ rında Padişaha bir ziyafet verip ayni gün vezirleri, ulema ve askeri erkânı da­ vet ederek durumu müzakere eyledi. Belgrad’a otuzbin muhafız asker ile bir yıllık zahire ve mühimmatın bulundu­ ğu ve sıkı bir muhasaraya altı ay m üd­ detle tahammül edebileceği açıklanınca, ordunun sadnâzam idaresinde Erdel’e yürümesine karar verildi. Sadnâzam Bozoklu Mustafa Paşa 5 temmuz 1693 de (Tarih-i Raşid C: 2, S: 219) Edirneden hareketle onüç gün son­ ra Rusçuk’a vasıl oldu. Aradan bir kaç gün geçince Kırım hanı Selim Giray da yüzbini mütecaviz (Silâhdar tarihi C: 2, S: 709) Tatar askeriyle Rusçuk’un kar­ şısında Tuna’nın sol sahilindeki Yerköyü (Giurgiu) ne geldi. Selim Giray ve Kırım hanzadeleri karşıya geçerek sad- rıâzamın idaresinde toplanan mecliste hazır bulundular. Girişilecek harekât şek 1; uzun boylu müzakere edildikten sonra Erdel’e yürünmesi hususu bir defa daha karara bağlandı. Sadnâzamm idaresin­ deki Osmanlı ordusu Rusçuk’un dört menzil batısındaki Totrakan’dan Tuna’mn sol sahiline geçecekti. Ordu ağustos’un dordündeTotrakan'a vararak karşıya geçmive hazırlandığı sırada Belgrad m u­ hafızı Cafer Paşa'dan düşman vaziyeti­ ne dair haber geldi. Bunda Avusturya ordusunun P. Varadiıı'de toplandığı, Belgrad’ı muhasara etmeleri ihtimali bulun­ duğu bildiriliyor, iki gün sonra alman başka bir haberde de, AvusturyalIların Belgrad önündeki Çingene adasına köp­ rü kurmak üzere faaliyete geçtikleri kaydediliyordu. Belgrad’dan gelen haber­ ler bu tarafa ilgi gösterilmesini gerek­ tirecek ehemmiyetteydi. Fakat bazı ku­ mandanlar, AvusturyalIların Türkleri Erdel’e götürmekten alıkoymak için gös­ teriş hareketinde bulunduklarım ileri sürüyor, Erdel’de yağma malına kona­ cağını hesaplıyan askerler ise onları bu fikre meylettiriyordu. Maamafih yeni haberler muvacehesinde yapılan müza­ kereler sonunda, V idin’e kadar ilerlen­ mesine. Belgrad muhasaraya maruz ka­ lırsa imdadına koşulmasına, kalmazsa Demirkapı’dan Erdel’e girilmesine karar verildi. Bu karardan sonra Tuna’nın sol sahilinden yürünerek Vidin’in karşısına gelindiği zaman AvusturyalIların Belg­ rad etrafına hendekler kazıp toplar yer­ leştirerek şehri dövmeye başladığı ha­ beri geldi. AvusturyalIların Belgrad m uh a­ sarasını çözüp çekilmeleri Belgrad’ın muhasaraya maruz kal­ ması mühim bir meseleydi. Burası düş­ tüğü takdirde, daha önce görüldüğü veç­ hile, Belgrad’m güney ve doğusundaki toprakların pek çok yeri tehlikeye m a­ ruz kalabilirdi. Şehrin tahkimatı tak­ viye edilmiş olmakla beraber her türlü kötü ihtimal gözönünde bulundurularak düşman eline geçmeden yetişiimeliydi. Bunun için Serdar Bozoklu Mustafa Pa­ şa Kırım kuvvetlerini de beraberine alarak orduyu Tuna’nın sol sahilinden Vidin yakasına geçirdi. Belgrad’a bir an
önce yetişebilmek için acele eden serdar orduya süratle yol aldırıyordu. Morava üzerindeki köprünün Sırp Haydukları ta­ rafından yakıldığını haber alınca K ırım askeri ile Rumeli Eyâleti tımarlı sipahi­ lerini Semendre civarından kargıya geç­ mek üzere Morava’nm sağ sahilinden şevketti. Kendisi ise Vidin'den hareke­ tinden un gün sonra ordunun diğer kıs­ mı ile Morova’m n sol yakasına geçerek ayni süratle kuzey istikametinde ilerle­ di. Zamandan kazanabilmek için ağır topların geriden kendilerini takiben ge­ tirilmesini emretti. Çingene adasına köprü kurdurup Sava’nın sağ yakasına geçerek Belgrad’ı kuşatan Duc de Cray idaresindeki Avusturya kuvvetleri ise, ilk günlerden itibaren işi gayet sıkı tutmuşlardı. Şeh­ rin doğusunda Kaya-burnu denilen yere kadar hendekler kazdırıp tabyalar yap­ tırmışlar ve Belgrad’ı çok şiddetli bir topçu ateşine tâbi tutmuşlardı. Belgrad yakasına geçtikleri 29 temmuzu takip eden oniki gün hendek kazma ve tabya yapmakla doldurulduktan sonra büyük toplarla gece gündüz bombardımana de­ vam edildiğinden kale bedeninde gedik­ ler açılmıştı. 8 eylül sabahı erkenden bu gediklere karşı müthiş bir umumî h ü ­ cum icra ettiren Avusturya kumandanı askerini inatla doğüştürdü. Belgrad müdafilerinin buna mukabelesi Avusturyalılarınkinden daha inatla cereyan etti ve beş buçuk saat süren hücum sonunda Avusturyalıların verdiği zayiat sckizbin (Silâhdar tarihi C: 2, S: 722) kişiydi. Duc de Cray ertesi gün hücumu tazele­ mek isterken K ırım kuvvetlerinin Se­ mendre civarına, Mustafa Faşa’nm da Morava kıyısına gelmiş olduğunu öğren­ di, Değil muhasaraya devam, bir kaç gün daha ayni yerde vakit kaybettiği tak­ dirde iki ateş arasında kalıp acı bir pe­ rişanlığa uğrayabilirdi. Zaten K ırım ha­ nı S e m e n d r e ’y e vasıl olduğu zaman 3 bin Tatar, bin Rumeli timarlı sipahisinden mürekkep bir keşif kuvveti şevketmiş, bunlar önlerine gelen ilk siperleri basa­ rak epeyce adam öldürmüş ve Avustur­ yalIların öküz arabaları ile yük hayvan­ larını sürüp götürmüşlerdi. Bu vaziyet AvusturyalIların tehlike ile burun bu­ runa geldiklerini gösterdiği cihetle, Duc de Cray 12 eylül gecesi metrislerden toplarını çekip sabahleyin de süratle karşıya Zemun sahrasına geçti. Çekilir­ ken Sava üzerindeki köprüleri yakıp yıktıkları gibi götüremedikleri m ühim ­ matı ve Tuna Kaptanı Ali Paşaya kap­ tırmamak istedikleri nehir vasıtalarının bir kısmım da ateşe verdiler. AvusturyalIların bu defaki çekiliş­ leri hayli korkuya kapılmış olduklarını göstermektedir. Zira Zenum sahrasına geçince burada vakit kaybetmeyip iki gün sonra bir kısmı Ösek ve Mohaç’a, bir kısmı P. Varadin köprüsünden Tuna’yı aştılar. Bunlardan bir kısmı Segedin tarafına doğru uzandılar. AvusturyalIlar bp defa Belgrad’a fazla top getirerek şehri mütemadiyen dövdüklerinden, şehir fazla ziyana uğ­ radığı gibi, gerek bombardıman gerekse hücum sırasında Türkler dörtbin beş yüz kişilik yaralı ve şehid vermişlerdi. Ser­ dar Bozoklu Mustafa Paşa Belgrad’a ge­ lince P. Varadin’e doğru gitmiş olan düşman kuvvetlerine karşı bir gösteri yürüyüşü yaptırarak Tamşvar ve Göle’ye zahire ve m ühimm at şevketti. Ayrıca Belgrad’ın hasara uğrıyaıı yerlerini bir miktar tamir ettirip sonra Edirne'ye döndü. Kendi askeri ile birlikte Rusçuk’a kadar gidip oradan K ırım ’a sevkettikten sonra Edirne’ye gelen Selim Giray da burada bir müddet kaldıktan sonra K ırım ’a avdet etmiştir (4 ocak 1694). Sürm eli A li Paşa’nın sadareti ve Petervaradin muhasarası Sultan İkinci Ahmed 14 mart 1694 de mühr-ü humâyunu Bozoklu Mustafa Paşadan alarak kendisini Trablusşam valiliğine tayin etti. Silâhdar tarihine (C: 2’ Sr 740) göre; azline sebep, Boîok lu ’rtun son günlerde devlet işlerini ihmal edip avcılıkla meşgul olmasıydı. Tarih-i Raşîd’e (C: 2, S: 247) göre ise; onun avcılık zevkine dalışı hakikat ol­ mayıp, sadrıâzamla arası iyi bulunmayan Darüssaade ağası Nezir Ağanın mezkûr sadnfizamı padişah nezdinde kötüleme­ si ve bu suçla itham ının bir neticesiydi. Nezir Ağanın çevirdiği dolapla m allan müsadere olunup derhal tayin edildiği yere gönderildi. Onun yerine ise Trab­ lusşam valisi ve sabık defterdar Sürme­ 2244
li Ali Paşa sadarete çağrıldı. Alı Paşanın memuriyet mahallinden Edirne’ye geli­ şine kadar bir aydan fazla zaman geçti. Sürmeli Ali Paşa Edirne’ye ulaşa­ madan ünce Belgrad muhafızı Cafer Pa­ şadan alınan mektupta düşmanın P. Va­ radin tarafında yığınak yaptığı bildiri­ liyordu. Bu haberi müteakip Cafer Pa­ şaya Belgrad’ın tamire muhtaç tarafla­ rını onarması taiimatı verildiği gibi R u­ meli beylerbeyisi Mahmud Paşaya da Belgrad tarafına gitmesi emrolundu. Ay­ rıca Kırım hanı Selim Giray da yaz için sefere çağrıldı. Yeni sadnâzam Sürmeli Ali Paşa 28 haziran 1694 te ordu ile Edirne’den ha­ reket etti. Bu defa niyet P. Varadin’in kuşatılmasıydı. K ırım kuvvetleri iie Osmanlı ordu­ su Belgrad’da bir araya geldikten sonra 4 eylül 1694 te P. Varadin önüne (Tarih-i Raşid C: 2. S: 262J gelindi. Derhal hendekler açılıp metrisler meydana ge­ tirilerek toplar yerleştirildi. Türklerin buraya muvasalatından önce yardıma gelen Avusturya kuvvetleri. P. Varadin kalesine dahil olmuş bulunuyordu. Türk topları P, Varadm’i sıkı bir şekilde dö­ vüyor, ayrıca Tuna Kaptanı Ali Paşa da nehir vasıtalariyie faaliyette bulunuyor­ du. Bir defa Tisa üzerinden P, Varadin gerisine kadar uzanan Kırım süvarileri düşmanın o tarafta bulunan perakende birliklerine korku bile verdiler. Fakat mevsim AvusturyalIların lehine çalışı­ yordu. Şiddetli yağmurlar başlamış, ne­ hirler taşmış, gerek nehir, gerekse yağ­ mur sularından Türk siperleri sularla dolmuştu. Bu şartlar altında muhasara- Petervaradiıı’in Osmanlı ordusa tarafın­ dan muhasarasını gösteren bir kroki (Ricaut'dan) nın daha fazla uzatılması imkânsızdı. Onun için kuşatmanın yirmi üçüncü gü­ nü (2 ekim 1694) geriye dönüldü. Bu arada Pançeva üzerinden Tamşvar ve Göle için erzak ve mühimmat sevkedildi. Tamşvar’a sevkedilenler yerine ulaştıysa da Göle'ninkini göndermek m üm kün ol­ madı. Zira Gole (Gyula) ya bunu kont­ rol eden Lipve ve Çangd düşman elinde bulunduğu gibi, ayrıca o civarda 12 bin kişilik bir düşman kuvveti yolları tut­ muştu. Bu yüzden yerine ulaştırılanı ıyan erzak kışın müsait fırsatta sevkedilmek üzere Tamşvar’a bırakıldı. Sefer mevsimi geçmiş olduğundan Selim Giray Rusçuk üzerinden K ırım ’a gitti. Sadnâzam Sürmeli A li Paşa da ka­ pıkulu askeri ile birlikte 15 aralık 1694 te Edirne’ye geldi. LEHİSTAN CEPHESİ İkinci Ahmed zamanında Lehistan cephesi harekâtı diğer cephelerin yanında basit kalmaktadır. Bu hükümdar zam anılırla da Lehlerin asıl gayreti Kamaniçe ve dolayısiyle Podolya’yı almak noktasında toplanmıştır, 1692 ağustosunda 60 bin kişilik bir Leh kuvveti Kajnaniçe’yi muhasara ve Isakçı taraflarını vurmak (Tarih-i Raşid C: 2, S: 169) için hazırlanmışsa da, bunların niyetlerinden haberdar olan Kamaniçe muhazıfı Kahraman Paşa kaleden çıkarak Leh kuvvetlerini yenip kaçırmıştır. 1694 senesi yazında Podolya tarafmda Osmanlı askerinin azlığı, K ırım hanının da Avusturya cephesine gitmiş bulunmasını nazarı itibara alan Leh kum an. danları Kamaniçe üzerine bir defa daha yüklenmeyi düşünmüşlerdir. Böylece Baş Hatma’nın kumandasında 19 bin Lehli, 10 bin kadar da âsi Boğdanlı kuv-
vet toplanmış, ânı bir hareketle Kamaniçe’j-e girmeyi tasarladıklarından 4 bin merdiven hazırlıyarak bunları kullana­ cak adamlar ayırmışlardır. Lâkin Leh­ lerin tasavvurları yine haber alınmış ve Kahraman Paşa'nın Kamaniçe’den dışa­ rı çıkardığı kuvvetler Leh baş hat mani­ ni kaçırmaya kâfi gelmiştir. ikinci Ahmed zamanında onlar lehi­ ne kaydedilecek yegâne hadise, Kırım hanzadeleıinden Şalıbaz Giray’m Kama­ lı içe muhafızları iğin götürmekte olduğu erzakın Lehler tarafından bir baskınla ele geçirilmesidir. Bu hadise 1695 yılı ilk baharında cereyan etmiştir. Şahbaz Giray’m Bucak tatarları ile or kabilelerin­ den mubayaa ettiği zahireyi Kamaniçe’ye götürmekte olduğunu duyan Lehler bir baskın plânı hazırlamışlardır. Şah­ baz G iıay KamaııiçeVe üç saatlik mesa­ feye kadar geldiği sırada birdenbire 30 bin Lehlinin hücumuna maruz kalmış­ tır. Emrindeki 4 bin tatarla bunları il­ kin mağlup edip (Tarih-i Raşid C: 2, S: 268) dağıtır gibi olmuşsa da. bu kuvvetle­ rin arasında bulunan kiralın oğlu, çeki­ len kuvvetleri geri çevirip Şahbaz Giray’ı zahirelerle birlikte muharebe mey­ danını terkettirinceye kadar vuruşmuştur. VENEDİK CEPHESİ Daha önceki padişah zamanında ol­ duğu gibi İkinci Ahmed zamanında da Avusturya cephesinden sonra ikinci de­ recede ehemmiyet arzeden cephe Vene­ dik cephesi idi. Yalnız bu hükümdar za­ manında Venediklilerle çarpışma saha­ sının daha genişlediği ve bu arada m u­ harebenin merkezi sıkletinin de Yunan yarımadasının dışına taştığı görülmekte­ dir. Hepsinde devamlı şekilde değilse de çarpışmaların vuku bulduğu yerler; Y u­ nan yarımadası, Girit, Bosna ve Sakız’­ dır. Yunanistan cephesi Daha Dördüncü Mehmed tahtta iken Venedik kuvvetleri Mora’dan sonra Atik yarımadasına ayak basmışlardı. İkinci Süleyman zamanında Benefşe (Monemvasia) limanı da elden çıkınca Mora'da Türk idaresinde hiç bir yer kalmamıştı. Buna rağmen bu tarafa tayin edilen ser­ darlara Moı-a serdarı denmekte devam ediliyordu. İkinci Süleyman zamanında Koca Halil Paşa’nın Avusturya cephe­ sine gönderilmesinden sonra Mora serdarlığma tayin edilmiş olan Çelebi İb­ rahim Paşa İkinci Ahmed’in cülûsunda da Mora serdarı bulunuyordu. Kadı Ali Paşanın sadrıâzam olunca Koca H alil Paşayı kendisine rakip gö­ rerek tekaüt ettirip Ohri’de oturmaya mecbur bıraktığı daha önce anlatılmış­ tı. Koca Halil Paşa Ohri’de ikamet etmekteyken 1692 senesi ilk baharında Ağriboz muhafızı Çelebi İbrahim Pa­ şa (Silâhdar tarihi C: 2, S: 63G) A ğ­ riboz ve Selanik kıyılarına hücum için Venedik donanmasının hazırlık yaptığı­ nı bildirerek yardım isteyince. Koca H a­ lil Paşa tekrar vazifeye alınarak kendi­ sine Mora serdarlığı tevcih edildi. Koca Halil Paşa’nın serdarlığı sırasında Y u­ nan yarımadasında önemli bir şey olma­ dıysa da daha sonraki serdar zamanında Mora’daki Anabolu’nun istirdadına çalı­ şıldı, fakat muvaffak olunamadı. Venedikliler, İkinci Ahmed zama­ nında Girit’i de harp sahaları arasına soktular. Onlara harbi buraya kadar uzatmaları cesaretini veren şey, Mora'daki . muvaffakiyetleri idi. Ellerinde bulunan G irit’teki Suda limanına üç yıl mütema­ diyen silâh ve m ühimm at yığdıktan son­ ra, 1692 yılı temmuzunun 15 inde Hanya limanının civarındaki Galata köyü ya­ kınma asker çıkarmak suretiyle Girit cephesini açtılar. Girit’te cereyan eden çarpışmalar Suda limanında daha önce yığılmış bulunan Hırvat, Arnavut, Mora ve Bos­ na oşkiyalarından ibaret onbir bin kişi­ lik kuvveti de aldıktan sonra Hanya ta­ rafına gelmiş olan Venedik Amirali Françesko Mocenigo aralarında Malta, Floransa ve Papalık gemileri de mevcut (Silâhdar tarihi C: 2, S: 673) yüz par2246 V
mocvKv © 0 © s. ç ,.ık bir donanmaya kumanda ediyordu. Amiral Vlocenigo’nun karaya çıkardığı kuvvet onaltıbin (Tarih-i Raşid C: 2, S: 197) kişi idi. Düşmanın ihraç hareketini müteakip Hanya muhafızı Ispanakçı İs­ mail Paşa saf cengi yaparak muhasara hareketine mani olmak istediyse de, elindeki kuvvetlerin kifayetsizliğinden kaleye çekilmeye mecbur kaldı. Hanya muhafızının eli altında ancak bin beş yüz kişilik kuvvet mevcuttu. Böylece Ve­ nedikliler Hanya altına yaklaşarak kale­ yi muhasara ettiler. İsmail Paşa bir ta­ raftan Kandiye muhafızı Fındık Mehmed Paşa, bir taraftan Kaptan-ı derya Yusuf Paşa3ra adamlar göndererek vazi­ yeti bildirdi. Fındık Mehmed Paşa ha­ beri alınca Kandiye ve Resmo muha­ fızlarından bin beş yüz kişilik bir kuv­ vet ayırarak Hanya’nın imdadına gön­ 2247
derdi. Venedikliler, bunları Hanya ya­ kınındaki bir boğaz Önünde durdurarak ileriye geçirmemek istediler. Bir taraf­ tan Hanya kalesi şiddetle dövülürken bir taraftan da Kandiye’den gelen imdat kuvvetleriyle vuruşuluyordu. Fındık Mehrned Paşanın yolladığı askerler sayı­ larının azlığına rağmen beş günlük çar­ pışmaları sırasında pek çok esir aldılar. Nihayet çetin bir hamleden sonra önlerindekileri dağıttıkları gibi ayni süratle kaleye doğru ilerleyip içeri girmeye mu­ vaffak oldular, Hanya’ya dahil oluşları öyle süratli ve cüretkâr an e cereyan et­ ti ki önlerine rastlıyan düşman askerini bile beraberlerinde içeriye sürüklediler, imdat kuvvetlerinin gelmesiyle kaledekilerin şevk ve cesaretleri arttı. Venediklilerin Girit’e çıkartma yap­ tıkları padişahın malûmu olunca hükü­ met bir taraftan cebeci, topçu ve yeni­ çerilerden mürekkep üçbin beş yüz ki­ şilik bir kuvvetin acele Hanya’ya yetiş­ tirilmesini emrederken, bir taraftan da Fındık Mehmed Paşaya Girit serdarlığı emri gönderildi. Donanma gemilerinden bir kısmına Girit üularma gitıresi bil­ dirildi. Düşmanın dikkatinin başka ta­ raflara çekilebilmesi için Mora serdarı Halil Paşaya o civardan temin edeceği yirmibin kişilik kuvvetle Mora’ya akın hareketinde bulunması emredildi. Koca Halil Paşa bu emri alınca Korent ber­ zahına doğru ilerledi. Berzahı güneye aşarak Venediklilerin Korent şehri Önü­ ne kurmuş oldukları ve içinde 4 bin k i­ şilik muhafızı bulunan Miş kalesini zap­ tedip tahkimatım yıktı. Sonra Manya beyi Lembraki emrine dört bin kişi ve­ rerek Mora’daki Anabolu (Nauplion) üzerine, bir o kadar kuvveti de Yanya sancak beyi Alı Paşanın idaresinde înebahtı tarafına şevketti. Bu vaziyet kar­ şısında Mora’daki Venedikliler telâşa kapılarak acele yardıma koşulmasını is­ tediler. Mora’da telâş hüküm sürdüğü ve kendisinden yardım istendiği halde Hanya'yı zapta azmetmiş görünen A m i­ ral Mocenigo muhasarayı kaldırmadı. Hanya kalesi bedeninde gedikler açıl­ mış olması amirali hayli ümitlendiri­ yordu. Bu arada hükümetin sevkettiği kuvvetler Kandiye’ye çıkıp kara yolun­ dan Hanya’ya yürümüştü. Mocenigo bun­ ları, hem karadaki askerleri, hem de do­ nanmasındaki toplarla sahil yolunu ateş altına almak suretiyle Hanya’ya sokma­ maya çalıştı. Kaleye karşı bombardıma­ nı şiddetlendirerek tahribatı artırınca müdafilere teslim teklifinde bulunduy­ sa da, Hanya müdafilermden, harpten başka bir şey düşünülmediği, böyle bir teklifle adam gönderildiği takdirde öl­ dürüleceği cevabım aldı. Öte taraftan Mora’dan feıyadnâmeler geliyordu. N i­ hayet Kaııdiye muhafızının sekiz bin k i­ şi ile Hanya’ya doğru ilerlediğini haber alınca muhasaranın kırk ikinci günü o~ lan 23 ağustos 1692 de muhasarayı kal­ dırdı. Buradan çekilirken yan hile yarı tehdit ile Granbusa adasında bulunan n'uiv'uızîarı kaldırmaya çalıştıysa da muvaffak olamadı. Mora serdarı Koca Pisli 1 Paşa ise HaniTa muhasarasının kal­ dırıldığını duyunca akma gönderdiği kuvvetleri geriye çekti. Bosna ve H ersek cephesi Venedikliler, Dalmaçya kıyılan ve Bosna hududunda Dördüncü Mehmed za~ maııında epeyce faaliyet göstererek bazı yerleri almışlarsa da son yıllarda bu ta­ rafta pek hareketli görünmüyorlardı. Lâ­ kin Hersek mıntıkasında bazı nahiyele­ rin yerli hıristiyan halkının çıkardıkları mesele yüzünden bu tarafa yeniden dik ­ katlerini çevirdiler. Venedikliler harbin başından beri Mora'da yaptıkları gibi bu tarafta da yerli hıristiy anları Türkler aleyhine tah­ rik etmekteydiler. Venedik tahrikleri n i­ hayet 1694 senesi yazında Hersek’in sa­ hil kısmında meyvalarım vermeye baş­ ladı Neticede isyan eden âsiler Nekşek, Drcnyak, Graska nahiyeleri ile Nori ka­ lesini (Silâhdar tarihi C: 2, S: 779) yağ­ maladılar. İsyan eden hıristiyan halk yolları kesmekte ve müslümanlara zarar vermekte idi. Bunlar Neriman boğazın­ daki Pojin kalesini (Tarih-i Raşid C: 2, S: 256) zaptedip içerisine girdiler. Bu hâdiseler üzerine İşkodra muhafızı A r­ navut Süleyman Paşa serdar tayin edi­ lip Hersek mutasarrıfı Selim Paşa’nm da onunla işbirliğinde bulunması emrolundu. Bu iki paşa birbiriyle buluşmak üzere harekete geçtikleri sırada vaziyeti kendileri için müsait gören âsiler Vene­ 2248
diklilerle işbirliği yapan grupa katıldı­ lar ve Venediklilerin Zara kumandanını o tarafa çağırdılar. Venedik kumandanı deniz yoluyle bu tarafa gelince kıyıya yakın mühim bir kale olan Gabella ka­ lesini 22 haziran 1694 (28 şevval 1105) de muhasara etti. İçerdeki yerliler düş­ manla anlaştı ğından Venedikliler kolay­ ca Gabella kalesinin hâkimi vaziyetine geçtiler. Gabella’nm Venedik eline geçtiği hükümete duyurulunca, buranın kur­ tarılması için ilâve kuvvetler sevkedildi. Bosna Beylerbeyi Mehmed Faşa’nın da bulunduğu bu kuvvetler Gabella’yı on gün müddetle muhasara et­ tilerse de ellerinde kâfi miktarda top ol­ madığından muhasarayı kaldırıp çekil­ diler (2 ağustos 1694) . Gabella’nm alınmasından sonra bu tarafta faaliyetlerini artıran Venedikli­ ler, 1596 yılında evvel Bosna eyaletinin kuzey batısındaki Bihke kasabasını, da­ ha sonra da Hersek sancağındaki Patiçef ve Nevesin kalelerini kuşattılarsa da alamadılar. Lâkin Bosna Valisi Mehmed Paşa'nın ölümü üzerine (1697) askerin disiplininin sarsılıp bozulmasından fay­ dalanarak Saray Bosna’yı işgal ettiler, Venediklilerin Sakız adasını işgal etmesi Ege adalarının bir kısmı valiliyle Venedik ve Cenevizlilerin elinde kalmış olduğundan halkı arasında Lâtin ırkına S u lta n Î k in c î A h m e d 'in b a tili r a k a m la r tarafından yapılmış bîr portresi (Topkapı sarayı m ü z e s i n d e n ) mensup Katolikler vardı. Katolikler ile yerli Oi'todokslar arasında geçimsizlikler eksik olmazdı. Gsmaniı donanması hak­ kında Italyan hükümetlerine haberler uçuıup casusluk yaparlardı. Silâhdar ta­ rihinde (C; 2, S: 787) mufassal şekilde anlatıldığı üzere, uzun süren harbin ya­ rattığı sıkıntı yüzünden Istankov, M i­ dilli, Sakız, Bozcaada gibi sahile ya- İkinci Ahmed (1691 - 1695) zamanındaki hükümdarlar (İlâve : 131) ★ Avusturya: B irin ci Leopold (m üştereken) — 16% (1639 dan it i­ baren Petro hâkim d u ru m d a d ır). ------------> - Ing ilte re: F ra n sa : Mari __ O n d ö rd ü n cü Lehistan: Ja n R ııs y a : İ k in c i P iy e r İsveç: O n birinci . Sobieski __ İ s p a n y a : i k i n c i S ari Portekiz-. 1695. Lui ^ Sari _____ . P apa la r: O nikinci înesan 16 S 1_____ »- . İra n : ş ah S âfi (S üleym an) i 694, Şah Hüseyin 1694 __ . . — . Özbek B eşin ci îv a n ve B ir in c i P e tro 2249 h a n lığ ı: Subhan K u lu
mıştı. Bu yüzden kalyon ieyendleri adadan çekilip do­ nanma da İstanbul'a dönünce Venediklilere gönderilen haber üzerine. aralarında Papalık, Malta ve Floransa gem ileri de bakınan s l ı oı; beş parçalık bir Venedik don anması 1694 eylülünde Sa­ kız'a gelerek adaya asker çı­ kardı. Sakız muhafızı Haşan Pasa Venediklilerle müca­ deleye geçerken adanın hıristiyaıı halkı isyan ve düşman­ la işbirliği ettiğinden, sekiz günlük bir mukavemeti m ü­ teakip (Tarih-i Raşid C: 2, S: 270) kale vire ile teslim Koyım-adaiarı deniz savaşında Osmaniı ve Venedik oldu (12 ekim 1604). donanmaları çarpışması Sakız adası tecavüze ma­ (Batılı bir ressamın eserinden) ruz kalınca İstanbul’dan do­ kııı adaların muhafazası yazın kalyon Ienanma hareket ettiyse de, vendlerine bırakılır ve kışın geriye çekikale düşmeden önce yetişemedi. Sonra lirdi. 1694 yılma ait çizyenin zamanından da Kaptan-ı Derya Yusııf Paşa ile t a l ­ erken tahsil edilmesi Sakız hıristiyanlai’ORİar kaptanı Mezcmorto Hüseyin Fa­ rı arasında memnuniyetsizlik uyandırşa arasında çıkan anlaşmazlık ve kap- Midilli adasının Zeytin-burnu dnündeki Osmaniı - Venedik deniz savaşından bir görünüş (Osman Xuri Paşa'nın bir tablosu)
lan-ı deryanın cesaretsizliği yüzünden düşmana hücum edilemedi. S a k ız’ın istirdadı Sakız adasının eldoıı çıkmasına pek üzülen İkinci Ahmed, burasının istirdadı için başta Sadrıâzam olmak üzere gemi kaptanlarına çok şiddetli emirler verdi. Bu yolda bir takım tedbirler alınırken Amca-zâde Hüseyin Paşa’ya da kaptan-ı deryalık verilip o tarafa gönderildi (12 kasım 1694) . İkinci Ahmed 6 şubat 1693 te öldüğünden Sakız’ın istirdadım göre­ medi. Evvelâ, Karaburun yarımadası ile Sakız adası arasında kalan Koyun ada­ ları civarında Venedik donanması yenil­ di. Sonra Mısır-oğlu İbrahim Paşa ku­ mandasında Sakız’a asker çıkarıldı. Sa­ kız kalesi dayanamıyarak teslim oldu (21 şubat 1695) . Sakız’ın istirdadında Mezamorto Hüseyin Paşa fevkalâde gay­ ret göstermiş olduğu cihetle kaptan-ı deryalığa, selefi Amca-zâde Hüseyin Pa­ şa da Sakız muhafızlığına tayin olundu. Kaptan-ı derya Mezomorto Hüseyin Paşa 1697 yılında Venediklileri Bozca­ ada önlerinde bir daha mağlûb etti. 13 eylül 1698 de Midilli adasının Zeytinburnu önünde çok şiddetli bir muhare­ be daha yaptıysa da iki taraf da birbi­ rini jenemiyerek muharebe sahasından çekildiler. 2251 İkinci Ahmed’in ölümü Sultan İkinci Ahmed de ağabeysi İkinci Süleyman gibi istiskadan muztaripti. Padişah şubatın ilk günlerinde ağırlaşmakla beraber bilhassa Sakız h â ­ diseleri dolayı siyle hükûmbet erkânı hummalı şekilde faaliyet halindeydi. 6 şubat 1695 pazar günü (22 cemaziyülâ­ hır 1106) divan-ı humâyun toplantı ha­ lindeyken Darüssaade ağası gelerek pa­ dişahın vefatını sadrıâzama gizliden ha­ ber verdi. Sadnâzam Sürmeli Ali Paşa sesini çıkarmadan derhal kendi sarayı­ na gidip divan erkânından başka ulema ve mühim erkânı oraya davet etti. Bu­ rada İkinci Mustafa’nın iclâsma (Tarih-i Raşid C: 2, S: 293) ittifakla karar ve­ rildi. İkinci Mustafa’nın iclâsım müteakip Sultan Ahmed’in cenazesi Edirne’den İs­ tanbul’a nakledilerek Kanunî Süleyman türbesine defnolundu. Çabuk hiddetlenir ve etrafının tesirine kapılır tipte olan İkinci Ahmed’in saltanatı da agabeysininki gibi üç sene yedi ay küsûr gün tutar. İkinci Ahmed zamanında dahilî me­ seleler olarak Irak ve Hicaz’da karışık­ lıklar, Suriyede Sürhanoğulları ile Dür­ zi Ha’n-oğullarımn hükümete âsi tavır takınmaları, Trablus ve Cezayir donan­ malarının Tunus’a tecavüzü gibi mahalli hâdiseler de görülür.
Gerileme Devri (1699 - 1792) Osm anlı de vletinin m unda. bîr tara fla r göze çarpar, o n sekîzinci önceki asra nfsbetle üçüncü org an izm a d u ru ­ c ild im iz d e 1588 İnci sayfada işaret edildiği veçhile; bir sosyal a sırd ak i bir ta k ım fa rk lı devlet, çok cepheli o ld uğ un a göre; onun haya­ m a n lard an lun m a sı b ilfiil fa y d a la n m a y o lu n u n a çılm ış b u ­ b a k ım ın d a n eh e m m iy e t arzeder. O rd uda k i ısla h a t, aynı z a m a n d a İdarî zihniyette bir d e ğişik liğin v u k u u n u d a betirtir. G erçi, onsek izinci asırd a O sm anlı devlet m üesseselerinde m ü ­ tın d ak i he rha ng i bir uzun sa fh a y ı. sosyal org an iz­ h im m a n ın b ü tü n cephelerini içine a lm ak şa rtiy le, ke­ risb etle idare zih n iy e tin d e az çok fark vardır. En sin ifa deli b ir kelim e ile tavsif, bir d e ğiş ik lik yoksa da, daha Önceki a sırla ra elbette im k â n sız belirli fa rk da, p a d işa h ve devlet a d a m la rı içinde denecek derecede g ü ç tü r. O sm an lı d e v le tin in ans ekiz i ne i asırdaki vaziyeti, Işic böy le tek k elim e bilgi ve k ü ltü r ü n e h e m m iy e tin i m ü d rik kim selerin m evcut olm a sıd ır. D aha önceki devirle m ukayese ile tavsif edilem iyecek edilince, onsekiztnci asırd a bilgili bir hayli k im ­ senin sadaret m e v k iin i işgal etm iş o ld u ğ u g ö rü lü r. bîr m a nza ra s rıe d e r. E v v e lâ, devlet, siyasî sın ırlar ve o n u n la ifglJI o la ra k askerî kudret b a k ım ın d a n ele a lın a c a k o lu r­ O nyedinci asra nazaran d a h a sa, sın ırla rd a ge rilem e nin m evcudiyeti açık ça göze çarpar. Ekseri ta rih ç ile r d a h a ziyade bu n ok tay a padişah ve s a d ra za m lar sayesinde askerî, k ü ltü re l vg İktisadî sahada y en ilik sayılacak faaliy etler gös­ öne m verdik lerin d en 1£83 veya 1GS3 dan ba şla m ak terilm iştir. iizere 1792 ye k adar Devri» diye u ıa n a n isim le n d irm e k te devreyi 'G e rile m e uy anık Ufak sayılacak bâzı hâd ise lerin istisnasiyle, şu H a l­ c ih eti bilhassa belirtm ek icap eder k i; on sek izîn ci buki bu vasfı, devletin diğer birçok cephesine teş­ m il do ğru olam az. S ın ırla rd a k i ge rilem e vakıası m e n fa a tin i her şeyin üstü n d e tu ta ra k h ile , rüşvet, ile ilgili o lm a k la beraber. O sm anlı o rd usu için bu irtik â p , e n trik a kelim eyi başırra gelm eye veya m ev k iin de bu y o lla rla t u tu n ­ k u lla n m a n ın beis g ö rm ezler. bilgili, d a h a do ğru olu p o lm ıy acagı dahi m ü n a k a şa ed ilebilir. Z ira, Birinci M a hm u d, Ü ç ü n ­ asırd a onyedinci asırd ak i ö rn e k le ri b iç im in d e şahsî m aya çalışan ve c inayeti devlet ta tb ik suretiyle a d a m la r ın a pek iş rastlanm az. cü M ustafa ve Birinci A b d ü lh a m id z a m a n ın d a or­ d u n u n bâzı s ın ıfla rı ıslah ve ha ttâ y eni b âzı n i­ Onsekizinci asır sa d ra z a m la r ın ın ekserisinin T ürk a slın d a n gelm iş olm ası da ayrıca d ik k a ti çeken zam ve tesisler m ey dan a getirilm iştir. Bu h a re k e t­ bir n o k ta d ır. H albuki ler, şüphesiz, bir b a k ım a tekâm Ul ifade eden şey­ le rd ir; lâk in , o rd u n u n ta m a m ın ı içine a tam ad ığı kan Türk olm ayan devşirm e ve d ö n m ele rde n ibaret için, m ekteydi. O sm anlı şikliği o rd usu nd a m ey da n a b e lirli ge tirilem em iştir, bir k u v v e t de ği­ M a a m afih , Os­ m anlI o rd usu nu n bâzı s ın ıfla rın d a k i ısla h a t ile yeni tesislerin veziriazam lar K ü ltü r çok Ista n b u lu n fe th in d e n b e rî, ır- büyük y ön ü n d e n gelm esinde ve eskiye bir b ir ekseriyet teşkil k ım ıld a n m a n ın nisbetle et­ m ey dan a yeni sa y ılac a k bir ihdası, a s ırla rd an b e ri m e v c ut ask erî n i­ m ecraya yön elm ede , devlet a d a m la rın ın ş a h s î m e n ­ zam ve m üesseselerin hiç olm azsa b ir k ıs m ın ın t r tık devrin ih tiy a çla rın a cevap v e rm e d iğ in in an ­ faat ve e n trik a la ra d a h a az âle t o lm a la rın ın tesir­ laşılm ış o lm ası; fa y d a m ü lâ h a z a edilen şeylerde A v ru p alIla rd an örnek a lın m ası, ha ttâ A v ru p alı ele­ leri m ev c uttu r. Bu vaziyet bilgili ve d ü rü st a d a m ­ ların işbaşın a geçm esine yol a çtığı gib i, fa y d a lı te­ sislerin k u ru la b ilm e sin e de im k â n v erm iştir.
İlk m a tb aa işte m a h s u lü d ü r. böyle bir im k â n TUrkiyeye m a tb a a n ın ve neticenin girm esi, daha doğrusu T ürk çe kita p la r hasılan ilk m a tb a a n ın te­ sisi, tsassup şeddinden aşılarak k ü ltü re l sahada tera k k iyi sağlıyacak h a y ırlı v e m u v a ffa k bir adı­ m ücadelede u ğ ra n ıla n m ü te a d d it ler» a rtık O sm aniı im p a ra to r lu ğ u n u n m a ğ lû b iy e t­ m evcut s ın ır­ la n m u h a fa ıa k ud retind e o lm a d ığ ın ı gösterm işti. 1633 K ir îo f ç a m ua hed esiy le i(k defa toprak terke- bu ileri d ilm c k le beraber, elden çıkan m em leketler çok ge­ niş y crie r kaplam aktaydıA vru pa devletlerinde a rtik ^O sm anlI im paratorlum u y enilerek k en disin ­ den to pra k k o p a r ta b ilir » zihn iy e ti u y anıy or ve a tılm a s ıd ır. O sm anlı T ürkiyesindeki m î hava sayesindedir ki, onyedinci a sırd ak i gerici K a d ııâ d e lile r zihniyeti perde perde geride k alm ış, P a tro na isyanı gibi hâdiselere ra ğ m en , yavaş yavaş taassuptan sıy rılış hâ1 i ve bu sayede yine yavaş yavaş bir küîtU r gelişm esi devam ed eb ilm iştir. M ü­ te a d d it k ü tü p h a n e le r tesisi, m a te m a tik ve tıb sa­ h a sın da on y edin ci asırd an daha bol ve daha değerli eserlerin ortaya k on m ası ve n ihay et m ühendishane-i bahri-i h u m â y u n , m ühendishane-i berri-i h ü m ây u n ve istih k âm o kulu gibi o k u lla rın a çılm a sı, A vru pa dille rin den ge lişm esinin örnek u n u tu lm a m a lıd ır terc üm elere b aşlanm ası k ü ltü r ve m e y v a larıd ır. Y a ln ız şurası ki, İdare ve k ü ltü r sahasındaki bu k ım ıld a n m a pek feyizli o lm a d ığ ı gibi geniş çap­ lı da o lm a m ıştır. Onun için, o n d o k u z u n c u asra giriifrken ve ond ok uzu ncu asır z a rfın d a devlet a d a m ­ ları ta ra fın d a n daha esaslı ve gentş ça p ta hareket vc y apılm ası h a m le le rin on d o k u zun cu asırdaki ge rek m iştir. M aam afıh, ıslahat y e n ilik ve tekam ül? hare ke tle rin ka p ısın ın onsekizinc! asırd ak i idare ve k ü ltü r k ım ıld a n m a s ın a a ç ıld ığ ı u n u tu lm a m a lıd ır , ^ lık adım jJc, teessüsünde, b ilgili devlet a d a m la r ın ın da v ra n ış ve idare ta rzla rın ın da rolü b u lu n a n u m u ­ m ın * V iyan t ö n ü n d e n geriye dö n üş ve n ih ay e t on altı y ıl­ Osm aniı im p a ra to rlu ğ u n d a bir k ü ltü r k ım ıld a n m a s ı v u k u onsekizinci asırda b u lm a k la beraber, bilhassa onsekizinci asrın so n la rın a do ğru bu zih ­ niyet bir u m u m î h ü k ü m şekline b ü rü n ü y o rd u . Karlofça m uahed esin in O sm aniı hetm e? devlet arzu devam ettiğ ind en , me nin y ık ılm ış , b u n u n fet­ yerine devlet a d a m la rın ın z ihn in d e a nc a k harbe g irm e m ek le m ü m k ü n ola bile­ ceğini he saplay an devlet a d a m la rı tiarpten sa k ın ır o lm u ş la rd ır. O nun iç in d ir k i’. 1732 y ılın d a n sonra, elden g itm îş yerleri istird a t veya yeni to p ra k la r za p te tm e k gayesiyle harp a çılm a m ış , ha ttâ bu hâl y a ln ız c a onsekizinci asra da in h is ar etm em iştir. « S ın ırla rd a gerilem e, k ü ltü r sa ha sın da k ım ıl­ d a n m a » de v rin in başlang ıç ve sona eriş tarihlerin e gelince : O sm aniı im p a ra to r lu ğ u n u n , to p ra k k a y b ı­ nı bir m ua hed e reketine gittikçe neticesinde, «m evcudu m u h a fa z a » endişesi yer etm iştir. S ın ır ­ lardak i gerilem eyi, y ani toprak k a y b ın ı ön Iiy e b il­ doğru aleyhine ve zihn iy e ti ders «yeni to p ra k lar k a y ıp la rla k a rş ıla ş ılın c a , zayiatı telafi m eselesinde de tecedd üd e d ü ş ü lm ü ş , 1?3G - 1739 harb i h a riç , bu asırd ak i sair harple rd e siyasî sın ırla rd a gerilem e y ılı bu devrin O sm anlrlarm acı «zayiatı te lS ii etm e» arzusu k aim olm u ştu. L âk in bu arzu ile açılan 1715 - 1718 h a rb i son un da yeni bu h are ke tle r A v ru p a m n k in ın y an ın d a çok bodur k a lm ak ta, aradaki m esafe asrın başından sonuna ilerle n d ik çe verdiği a d a m la rın d a nizam ile resm en başlangrcını k a bul teşkil edişi olan 1689 eder. Yeni bir k u rm ıy a ç a lışa n ü ç ü n c ü S elim , ıslahat h a ­ 1792 de ba ş la d ığ ın a göre; bu ta rih de a çılm a k ta y d ı, ilim sahasın da m uazzam a d ım la r a tı­ lırk en bünyece gelişme y oluna giren A v ru pa dev­ m ezk û r de vrîn sonu o la b ilir. Y a ln ız , bu ta s n if do- letleri, devlet se nra ask e rlik , İdare ve k ü ltü r sahasın da birçok yen ilik ler m ey dan a ge tirilm e kle beraber s ın ırla r d a ­ tirerek idare sini, o rd u su n u , sa n ay iin i geliş­ k uvv e tle niy or, böylece k u v v e t m uvazenesi O sm a n lıla r aleyhine b o zu lm a k ta devam ediyordu. layısiyle, şurası da u n u tu lm a m a lıd ır ki gerilem e d u rm a m ış tır. 2253 kfî 1792 den
ik in c i M u s ta fa 'n ın tuğrası İKİNCİ MUSTAFA ★ Padişahın ciilüsu — Avusturya cephesi vc padişahın seferleri, Zem a olayı — Lehistan, Verirdik, Rus cepheleri, Azak'ın kaybı — Karlofca muahedesi — Edirne vak’ası. ★ Divan- hümâyun __________ iKtsct m i s t a p a ____________ de derhal ikine; toplantısı esnasında Mustafa’nın cülûsuBabası : Dördüncü Mehmed sultan ikinci Ahnu temin etmek üAnnesi ; Em etullah Rabia Gülnûs Sultan med’in vefatını öğ­ zere faaliyete ko­ Doğduğu tarih : 5 haziran 1664 renen Sadrıâzam yulmuş. böylece, Padişah olduğu tarih : 6 şubat 1695 Sürmeli Ali Paşa ohem devlet erkânı­ radan kalkıp kendi I Tahttan indirildiği tarih: 23 ağustos 1703 nın kararı, hem de ölüm ü : 8 ocak 1704 sarayına gittiği sı­ saraydaki bazı şah­ rada Şehzade Mus­ Bilinen zevceleri : Saliha Sultan, sahsusiyetlerin boş dur­ var Sultan, Aiicenab kadın. tafa da padişahın ömanı ası neticesinde Çocukları : Ahmed, Emetullah (Sirke Os­ , lümünü duymuştur. ekberiyet sisteminin man Pasa zevcesi), Ahmed, Em ine (sı­ Tarih-i Raşid’de (C: rası ile Çorlulu A]i Pa^a. Receb Pasa, bir defa daha dü­ İbrahim Pasa, Muhassıl Abdullah Pasa 2, S: 293) kaydedil­ zenli şekilde işle­ »evcesl), Has an, Hüseyin, Rukiye, Zeynep, diğine göre; Şehzade Selim, Safiye (Maktûl-2âde Ali Pasa, Mirmesi sağlanmıştır. ^a Mehmed, Kara Mustafa, Alaylı Hacı Mustafa, ölüm hâdi­ Ebubekir Paşalarla evlenmiştir!, Ayşe ikinci Sultan Mus­ sesini öğrenir öğren­ (Köprülu-zâde Numan, Te2kfreci İbrahim. tafa cülusunu takip Koca Mustafa Paşalarla evlenmiştir). mez saraya gelmesi Mahmud (padişah olmuştur) Atike, Os­ eden günlerde tev­ için derhal sadrıâzaman (padişah olmuştur) îsa, Mehmed, kii Elmas "Mehmed ma haber yollamış, Murad . * Paşa'yı İstanbul’a hattâ bu davetini Veziriazamları ; Sürmeli Ali Paşa — — yolhyarak annesini arka arkaya balta­ 2 mayıs 1695 azil. Elmas Mehmed Pasa ? mayıs 1695 — 11 eylül 16S” sehid. AmcaEdirne’ye getirtti. cılar göndermek su­ iade Hüseyin Paşa 18 eylül 1697 — 4 ey­ Hükümdar eüîûslaretiyle tekrarlamış­ lül 1702 istifa. Daltaban Mustafa Pasa 4 eylül 1702 — 24 ocak 1703 idam. R âm i n m müteakip rast­ tır. Sadrıâzam ve Mehmed Paşa 24 ocak 1?03 — 19/20 ağus­ lanan mühim ma­ tos 1703 Edirne vak'ası sebebiyle kaçıp Şeyhülislâm sara­ -aklanma. ya gelinceye kadar kamlardaki erkân bir taraftan da ye­ değişikliği bunun ni hükümdarın cülus merasiminde otu­ zamanında da az çok vuku buldu, ilk racağı taht hazırlanmıştır. Vaziyetten plânda sadaret kaymakamı Ahmed, ye­ anlaşıldığına göre, İkinci Ahmed’in ve­ niçeri ağası Murad Paşalar ile birinci fatını müteakip, sarayda bazı kimseler m ir ahu r ve darüssaade ağası azledildi. 2254
İN I I E, 1 .WIAVJ Bu değişiklikler sırasında Elmas Meh- mâyun göndererek (Tarih-i Raşid C: 2, med Paşa sadaret kaymakamlığına geti­ S: 298i. zevk-ü safaya düşen padişah­ rildi. Yapılan değişikliklerin en mühim­ ların tebaasının rahat yüzü görmediğini lerinden biri de şeyhülislam Sadık Meh- kaydettikten, ceddi Kanuni Süleyman med Efeııdi’niıı azli (Tarıh-i Raşid C'. 2. gibi ordunun başında sefere çıkmak ar­ S: 312; ile yerine Rumeli kazaskeri zusunda olduğunu beyandan sonra, se Me'nmed Efendi’nin geçirilraesiydi. Sul­ fere çıkmasının mı, Edirne'de kalması­ tan Mustafa. Sadık Mehmed Eiencii'yi. nın mı münasip olacağını devlet erkânı şeyhülislâmlıktan azlettiği günlerde, ile görüşerek kendisine bldirmesini em­ rediyordu, Padişahın şebzâdeliği zama­ bu fermanı üzerine nında hocası olan veziriazam devlet ve sekiz senedir Er­ erkânını toplayıp üç zurum'da ikamete günlük bir müzake­ memur edilmiş bu­ reden sonra, hüküm­ lunan eski şeyhül­ islâmlardan Seyyid darın sefere çıkışı­ Feyzullah E fendi'yi nın çok masrafa mal İstanbul’a davet et­ olacağı neticesine ti, oradan da Edir­ vararak, kendisinin ne'ye getirterek şey­ Edirne’de kalması­ hülislâm yaptı. nın uygun düşeceği­ Harp durumunun ni arzettiyse de Sul­ arzettiği nezaket ve tan Mustafa: hazînenin çektiği pa­ «— Bana ağırlık ra sıkıntısı yüzün­ ve hazine lâzım de­ den İkinci Abmed ğil, mahallinde kuru tahta geçince aske­ ekmek yerim, vü­ re cülûs bahşişi ve­ cudumu din uğruna rilmemişti, Hâzine­ bezi ederim; her ne de sıkıntı yine mev­ denlü meşak arzolııcuttu. Fakat bu de­ nursa sabrü taham­ fa İkinci Alımed’in mül ederim ;hizmet-i cülûsu sırasındaki ibadullah tamama gibi kapıkulu as­ ermeyince seferden keri sefer için yolda dönmeni, e l b e t t e değil, cülusun vâki kendim giderim» olduğu Edirne’de idi. İhtimal bir hâdise­ Diyerek devlet er­ İkinci Mustata nin vukuunu peşi­ kânının kararma uy. (Batılı bir ressamın eserinden) nen Önlemeyi düşü­ madı. Böylece, se­ nen padişah ve dev­ fer hazırlığına giri­ let adamları bu hususta bir tesviye yolu şildi. Kapıkulu süvarilerinin, zamanında buldular. Böylece «cülûs in'amu adı al­ ocaklarında bulunması için her tarafa ctında her ocağa bir miktar para verildi. mirler yazıldı. Sadnâzama yazdığı emir­ Bu ad altında yeniçeri ocağına ifeiyüz de de tekmil kapıkulu sınıflarının disipelli, cebecilere oııbeş, topçulara beş, sipah liıuerine dikkat edilmesini, işe yara­ ve silâhdar ocaklarına onbtşer kese akçe mayan, cenk bilmeyen kimselerle ocak­ (Tarih-i Raşid C: 2, S: 312) verildi. ları doldurmamasını bildirdi. Bu sıkı emirleı- neticesi yapılan hazırlıklar hal­ P a d iş a h ın b iz z a t sefere ç ık m a kın maneviyatını ds kuvvetlendirdi. Ye­ ni padişaha amitle bakan halk onun Vi­ is te ğ i yana bozgunundan beri devam eden mu­ Sultan İkinci Mustafa padişahlığının vaffak iye tsizli kİ eri telâfi edeceğine ina­ üçüncü günü veziriazama bir hatt-ı hü­ nıyordu. 2255
SL'LTA.V M U ST A FA \IN A V U ST U RY A C E P R E SİN E S E F E R L E R İ İkinci Mustafa sefere hareketinden bir müddet önce Sadrıâzam Sürmeli Ali Paşayı azletti. Sadrıâzamın azline Belgrad’a gönderilen binbeşvüz yeniçerinin Cisr-i Mustafa Paşa mevkiine vardıkla­ rı sırada cülûs bahşişi bahanesiyle gü­ rültü eıksrmaiarı sebep oldu. Yapılan tahkike göre; padişahı seferden alıkoy­ mak isteyen sadnâzam bunu tertip et­ miş ve Mühim bir hadise olarak göster­ meye çalışmıştı. Cisr-i Mustafa Paşa ha­ disesinde padişahı sadrıâzam aleyhine iahrik eden adam Seyyid Fevzullah is­ tendi idi. Sadnâzam Ali Paşa Feyzullah Efendi'nia şeyhülislâm yapılacağını sez­ miş ve bur,;! önliyebilmek için İmam Meh.med Erendi'nin şeyhülislâmlık ma­ kamına getirilmesini temin etmişti. Fa­ kat şimdi Feyzullah Efendi Ali Paşaya galebe çalıyor ve Sürmeli Ali Paşa Hasoda köşküne çağrılarak elinden mühr-ü humâyun alınarak (2 mayıs 1965) kapıarasma hapsolunuyordu. Sürmeli Ali Pa­ şa azledilince mühr-ü humâyun sadaret kaymakamı Eimas Mehmed Paşaya ve­ rildi. Bundan yirmi dört gün sonra Seyyia i'eyzLiüah Efendi de meşihata geti­ rildi ve İkinci Mustafa devrinin sonuna kcdaı- süren siyasî faaliyetlerine başlama imkânına kavuşmuş oldu. Padİşah;n iîk seferi, Edirne’den harsken Sultan ikinci Mustafa 30 haziran E.ipvenln Osmaniı ordusu tarafından muhasara ve zaptı (Ricaut’dan) 1695 te Edirne'den hareket etti. Filibe ve Sofya üzerinden ilerliyerek Edirne’­ den ayrılışından kırk gün sonra Belgrad’a vasıi oldu. Buradan sonra ne tarafa ilerleneceğınin tespiti için aktedilen mec­ liste Lipve (J-ippa, Lipava) üzerine gi­ dilmesine karar verildi. Tamşvar (Temeş var) ı almak isteyen AvusturyalIlar bu şehrin kuzey doğusunda Maraş nehri kı­ yısında bulunan Lipve’yi uzun zaman­ dan beri tahkim etmişlerdi. Lipve nin zaptı Lipve'nin zaptına karar verilince, or­ dunun oraya ilerlemesi üzerine düşma­ nın Belgrad'ı muhasara ihtimaline karşı Belgrad istihkâmlarının zayıf yerleri gözden geçirilip takviye edildi. Şehrin muhafızı vezir Koca Cafer Paşanın em­ rine ayrıca ilâve kuvvetler (Tarih-i Raşid C: 2, S: 333) bırakıldı. Bu sırada Tököli İmre'nin Belgrad tarafında kal­ ması mahzurlu addedilerek yirmi adamı ile birlikte İstanbul’a sevkedildi. Ordu kurulan köprülerden 25 ağustosta Pançova tarafına geçti. Temeşvar önünden geçilirken bu ka­ lenin kumandanı Topal Hüseyin Paşa tecrübesine binaen orduya alındı. Önden sevkedilen kuvvet Tısa nehri kıyısında­ ki Ohca palankasını almıştı. 7 eylülde ordu Temeşvar’ı geride bırakarak Lipve’ve doğru ilerlemekteyken Saksonya Prensinin elli altmış bin kişilik bir kuv­ vetle yardıma geleceğine dair Lipve ku­ mandanına mektup yazmış olduğu öğre­ nildi. Sultan İkinci Mustafa’nın emrin­ deki Osmaniı ordusu Lipve (Lippa) ya gelince siper kazmaya lüzum görmeden heyecan içinde derhal hücuma geçti, önce şehrin varoşu, sonra kalesi zaptedildi. Saksonya Prensinin yardıma ge­ leceğine güvenen kale kumandanı şid­ detle karşı koymaya çalıştıysa da kale­ nin asker sivil bütün halkı gibi esir düş­ mekten kurtulamadı. Lippa’da ele geçi­ rilen pek çok ganimet malı, mühimmat ve silâhlar meyanında 39 balyemez ve koloııborna, 5 havan topu ve külliyetli miktarda barut vardı. Fethi müteakip ele geçen zahire ve mühimmat Tamş- 2256
var'a nakledildi. Lippa’mn muhafazası­ nın güçlüğü hesaba katılarak kale ve is­ tihkâmları tahrip edildi. Lugos zaferi I.ippa'nm zaptım ır.ütesiıip Kirim Kanı Hacı Selim Giray da orduya gelmiş bulunuyordu. Bu arada, Temeşvar’m do­ ğu, Lippa'nm güney tarafında olaıı Lu­ gos (Lügcş ı-n zaptına gönderilmiş bu­ lunan Rumeli Beylerbeyi Mahmud Bey­ zade Mahmud Paşa General Veterani em­ rindeki kuvvetlerin kendi üzerine geldi­ ğini, Veterani’nin piyadeden başka yaıı nda or ile* bin kijLil; süvarisi bulun­ duğunu, bu bakımdan süvariye ihtiyacı olduğunu bildiriyordu. Bu haber karşısmca evvelâ Lugos, s;nrp da Lippa’yı kurtarmak niyetiyle Çanad’a kadar gel­ miş olan diğer Avusturya kuvveti üzeri­ ne yürünmesine karar verildi. Neticede erdu eylülde (Tarih-i Haşid C; 2, S: 340) Lippa önünden harekete geçti. Ordu ba­ taklık sahalardan geçtiği için topların nakli hayli güç oldu. Bu arada Belgrad muhafızı Caiz' Paşa’ya Titel’in zaptı için kâfi miktarda kuvvet sevketmesi emrolunmuştu. Cafer Paşa’nın ayırdığı kuv­ vetler Tuna donanması ile işbirliği et­ mek suretiyle Tisa’nın Tuı.a’ya karıştığı yerde bulunan Titel kalesini aldılar. Osmanlı ordusu 21 eylülde Lugos’a üç saatlik mesafeye geldiği zaman Ana­ dolu. Rumeli, Diyarbakır beylerbeyle­ riyle Kınnı süvarileri ileriye gönderildi. Lugos muharebesi diye meşhur olan çar­ pışma ordunun buraya muvasalatının er­ tesi günü olan 22 eylülde cereyan etti. General Veterani Temes ( Tameş) nehri kenarında etrafı bataklık ve ge­ risi ormanlık olan bir sahaya ordugâh kurmuş, zahire ve sair arabaları dizdir­ mek suretiyle de bir barikat meydana getirmişti. Osmanlı ordusu taarruz et­ mek üzereyken Kırım Hanı aldığı emir gereğince Temes nehrinden karşıya ge­ çerek düşmanın bir tarafını çevirmek üzere tertibat aldı. Osmanlı ordusu çok şiddetli şekilde taarruza kalktı. Düşma­ nın attığı top ve tüfenge bakılmıyarak hücum edildi. Muharebenin en şiddetli anında Kırım süvarilerinin geriden taz­ yiki Veterani ordusunun iyice sıkışması­ nı temin etti. Neticede üç saatlik bir çar­ pışma sonunda kat’î bir zafer kazanıldı. Düşman kuvvetlerinin mühim bir kısmı kılıçtan geçirilmiş diğerleri de esir edilmişti. Tarih-i Raşid’e göre, muhare­ bede ölenlere General Veterani de dahi:di. Suâhacr Fmdıkl.lı Mehmed Ağa ise tNusretnâme* sinde; Veterani’nin ya­ ralı olarak bin kişilik maiyetiyle Şebe§ (Sebes) c kaçtığını ve iki saat sonra orad'a öldüğünü bildirir. Avusturya kuv­ vetlerinin mağlûbiyetiyle bütün zahire, ır.ühi'mmai, top ve tüfekleri ele geçiril­ di. Zaîcri "¡."i a’cip Lugos kalesi de hüCı..ıslarla alindi Lugos muharebesi es­ nasında Türki^râKi de Kümeli Beylerbeyisi Mahmud Bev-zâde Mahmud Pa­ şa ile Diyarbakır Beylerbeyisi Şahin Mehmed Psşa şehid düşmüştü. Sultan Mustafa bu değerli kumandanların şehadeti karşısında tezssiiriinii gizleyeme­ mişti. Lugos’un zaptından sonra ordudan bir miktar kuvvet aynlarak Sebes üze­ rine sevkedildi. Buramn dört bin kişilik muhafızı korkularından kaçmış olduğun­ dan rahatça alındı ve içindeki toplara sahih olundu. Sc-bes'te elde edilen on Avusturya ordusu kumandanlar ııdan ge­ neral Yeterini (‘"A Sfagjar Nemzet Tortencte” dan) 2257
altı adet nakışlı top padişahın emriyle İstanbul’a nakledilerek Sarayburnu’rıa konuldu. Veterani’den sonra karar gereğince Çanad’daki Avusturya kumandanı üze­ rine gidilecekti. Fakat Yeterani’nin mağlûbiyetinden cesareti kırılan Sakson­ ya Prensi, emrindeki elli altmış bin kişi­ lik kuvvetiyle Erdel içlerine çekilmiş ol­ duğundan, ordunun avdeti uygun görül­ dü. Böylece 28 eylülde ordu Edirne’ye gitmek üzere harekete geçti. «Nusretnâme» de kaydedildiğine göre, yolda padi­ şaha «Gazi» ünvanı verildi. Eflâk arazi­ sinden ilerlenerek Niğbolu’da Tuna’nm sağ sahiline geçildi. Burada Kırım Hanı ayrılarak memleketine gitti. Sultan Mus­ tafa 1 kasımda Edirne’ye vâs.i t'idu, üç gün sonra Edirne’den de hareketle 18 kasım 1695 te İstanbul’a dâhil oldu. Padişahın ikinci seferi Sultan İkinci Mustafa’nın ilk seferi muvaffakiyetli şekilde neticelenmekle beraber, henüz AvusturyalIlara işgal et­ tikleri yerleri terkettirecek derecede bir darbe indirilmiş değildi. Onun için pa­ dişah ikinci bir sefere daha çıkmak lü ­ zumunu hissetti. 158S baharında yine ha­ zırlıklar yapıldı. Bu defa sefere çıkılır­ ken bazı zengin şahsiyetlere, mühim me­ murlara ve hattâ paraca durumları iyi olan vilâyet ayanlarına masraflarım ken_ dileri görmeleri şartiyle asker tedarik et­ tirilmesi. ayrıca saray bostancı aradan da bin beş yüz kişi seçilerek orduya alınması, gerek malî bakımdan, gerekse insan kaynağı yönünden hayli sıkıntı içinde bulunulduğunu gösterir. Hazırlıklar bitince Sultan Mustafa 20 nisan İ6S6 da Davudpaşa ordugâhın­ dan hareket etti. İstanbul İla Edime arasmdaki mesafe dokuz günde katedildi. Burada bir aydan fazla zaman geçi­ ren padişah nihayet 18 haziranda Edir­ ne’den hareketle kırk gün sonra Belgrada vâsıl oldu. Padişah daha Fdirne doy­ ken Ruslar Azak’ı kuşatmış oldukları ci­ hetle, bu seneki sefer esnasında Kır.m Hanı Selim Gİray’ın yerinde kalması, sa_ dece oğullarından birisiyle bir r-iktar kuvvet göndermesi tensib edilmişti. ikinci Mustafa’nın Belgrad’a geldi­ ği günlerde Saksonya elektörü Friedrich August ve General Heisler (Tarih dergisi No. 13, S: SO) idaresindeki bir Avustur­ ya ordusunun Tamşvar’ı kuşatmaya gel­ diği haber alındı. Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa’nın »Nusretnâme» sindeki kaj’dına göre, bu Avusturya ordusu kırk bin yaya, yirmi bin atlı askerden m ü­ rekkep olup yüzaen fazla da topa sa­ hipti. Bu haberin alınmasını müteakip o tarafa ilerlenmesi kararlaştırıldı. Olasch ( Ulaş ) zaferi Padişah ikinci Mustafa’nın idaresin­ de bulunan ordu, Tuna üzerine daha ön­ ce kurulmuş köprüden Pançova sahrası­ na geçti, skere yirmi günlük (Tarih-i Raşid C: 2, S: 36S) erzak dağıtıldı. Bu sı­ rada AvusturyalIların Tuna donanması­ nın, Tisa’nın Tuna’ya karıştığı sahada bulunan Titel kalesi civarında Osmanlı donanmasına zarar vermeye çalıştığı ha­ ber alındığından, evvelâ o tarafa ilerlen­ di. Tuna kollarından Temes suyu üzeri­ ne tombazlardan iki köprü kurularak ge­ çildi. Sivas Valisi Dursun Mehmed Pa­ şa Çarhacı (öncü) Şam Valisi Osrran Pa­ şa da dümdar (ardcı) idi. Haleb Valisi Cafer Paşa ile Tuna kaptanı Aşçı Meh­ med Paşa’nın gayretleriyle bazı düşman yuvaları ezilip nehir yolu açılıp tehlike­ siz hâle sokuldu. Tisa nehri boyundan Temeşvar isti­ kametine ilerlenmeye başlandığı sırada Kırım Kanınm göndermiş olduğu altı bin Tatar askeri (Tarih dergisi No: 13 Sa: 55) gelerek orduya katıldı. Temeşvar’a giden tek yol olan bataklık bir bo­ ğazdan ilerlenmeye başlandı- Avusturya­ lIlar bu boğazı kapatmaya çalıştılarsa da muvaffak olamıyarak geriye atıldılar. Böylece, dokuz günden beri Tamşvar’ı kuşatmakta olan ve Türk ordusunun gel­ mesi üzerine kuvvetlerinin büyük kısmı­ mı ra muhasaradan çeken AvusturyalI­ larla ilk temas temin edilmiş oldu. Z ik­ redilen boğazın alınması üzerine Avus­ turya ordusu Temeşvar’dan geçip Tisa’ya karışan Beza suyu kenannda Olasch (Olaş, Ulaş) mevkiine çekildi. Osmanlı ordusu AvusturyalIların karşısında mevki aldı. Dört tarafa ara­ balar yerleştirilerek manialar meydana getiriliyordu. Bu tertibatın alındığı 27 a- 2258
gustos 1696 (29 muharrem 1108) gününü Osmaniı ordusu istirahatle geçirmek isti­ yordu. Fakat düşmanın taarruza kalk­ ması üzerine muharebe başladı. Sultan Mustafa alının üzeri.ıde cuay.mn önün­ de duruyor ve etrafına herkesi gayrete getiren emirler veriyordu. Avusturya hü­ cumuna Türkler daha şiddetle mukabe­ lede bulundu. Neticede düşman acı bir mağlûbiyete uğratıldı. AvusturyalIlar on beş bin kişilik kayba uğradı. Maktullere General Heisler ve Caprara da dahildi. Akşam karanlığı basarken muharebe sa­ hasının bir köşesine toplanan düşman birlikleri ertesi gün sabahleyin erkenden gerideki asıl ordugâhlarına çeki'di. m in­ iara karşı sevkedilen ve çoğu süvariler­ den mürekkep takip kuvvetleri tahkim edilmiş düşman ordugâhının içine dalamadıysa da tüfenk, kılıç ve balta ile yapılan çarpışmada hayli düşman askeri öldürüldüğü gibi m ühimm at ve cepha­ ne arabalarımn çoğu zaptedildi. 3 u rruharebede bizim taraftan yeniçeri ağası Balta-zâde Vezir Mahmud Paşa, Sadrıâzam Elmas Mehmed Paşa’nm Temeşvar muhafızı olan kardeşi Vezir Mustafa Pa­ şa şehid düştü. . Olasch muharebesinden sonra ordu 31 ağustosta Temeşvar’a geldi. Buranın muhafızlığına Belgrad muhafızı Koca Cafer Paşa tayin edildi. Rumeli Valisi Arnavut Süleyman Paşa da Rumeli as­ keriyle birlikte onun yanında bırakıldı. Temeşvar’a erzak ve m ühimm at konduk­ tan sonra ordu buradan hareketle Bel­ grad’a geldi. Konya ve Adana Valisi Amca-zâde Hüseyin Paşa Belgrad muha­ fızlığına tayin (Tarih-i Raşid C: 2, S: 381) olunduktan sonra Sultan Mustafa 28 eylülde Belgrad’dan ayrıldı ve 25 ekimde Edirne’ye dâhil oldu. Sultan İkinci Mustafa (Kapıdağlı serisinden) nan Bihke şehrini AvusturyalIlar otuz bir gün süren (Tarih-i Raşid C: 2, S: 401) muhasara esnasında surlarını hayli tahrib etmişlerdi. Bosna Beylerbeyi Meh­ med Paşa’nm Bihke üzerine yürümesi düşmanın kaçmasına sebeb olmuştu. Ordudan önce Belgrad’a gelmesi emrolunan Temeşvar muhafızı Koca Cafer Paşa, bu arada Şebeş palankasını zaptettirmişti. Yine bu arada, İstanbul’da oturan Tököli İmre’nin Şam Valisi Mus­ tafa Paşa ile birlikte orduya gelmesi em­ redilmişti, Gerek bunların gerekse ordu­ ya katılacak sair birliklerin vusulüne kadar Belgrad'da beklenirken Temeşvar kalesine erzak sevkedildi. Padişahın üçüncü seferi ve Zenta yenilgesi Sultan Mustafa AvusturyalIlara kar­ şı üçüncü defa sefere çıkmak üzere ge­ reken hazırlıkları yaptırdı ve 17 hazi­ ran 1697 de Edirne’den hareketle 10 ağustosta Belgrad’a vâsıl oldu. Padişah yolda iken Bihke (Bihaç) kalesinin m u­ hasaradan kurtarıldığını haber aldı.' H ır­ vatistan kırallarının eski merkezi bulu- Girişilecek harekâtın müzakeresi Belgrad’dan ayrılmadan önce, girişi­ lecek harekâtın istikametinin tayini hu­ susunda birisi Sadrısza’n Elmas J.lehmed Paşa’nm, diğeri padişahın huzurunda iki harp meclisi aktedildi. Şüphesiz asıl kararın verilmesine ârril olan top­ lantı padişahın huzuru ile aktedilen top­ lantı oldu. Harp meclisinde e'as müza­ kere mevzuu olan nokta, Tuna’dan Fan2259
çova sahrasına geçilerek Temeşvar tara­ fına mı, yoksa Sava’dan Zemun sahrası­ na geçilerek P. Varadin tarafına mı gi­ dilmesi meselesi idi, Varadin tarafına gi­ dilmesini Amca-zâde Hüseyin, Mısırlızâde İbrahim ve Bostancı Mahmud pa­ şalar; Temeşvar tarafına gidilmesini de Temeşvar muhafızı Koca Cafer ve sadrı âzam Elmas Mehmed paşalar istemek­ teydi. Netice Tuna’dan Pançava sahrası­ na geçilerek Herlenmesi fikri galip geldi. Belgrad harp meclisinden bahseden Osmanlı kaynaklarında, iki görüşün iza­ hı sırasında yekdiğerinden farklı nokta­ lara rastlanır: Tarih-i Raşid’de (C : 2, S: 307-309); sadrıâzamdan şikâyetçi ci­ lan vezirlerin onun kolay bir muvaffa­ kiyet kazanmasını istemediklerinden or­ dunun Tuna’yı geçerek Temeşvar tara­ fına gitmesi tavsiyesinde bulundukları; Defterdar Mehmed Paşa’nın «Zübdetülvekayi» inde (Hamidiye Kütüphanesi nüshası V : 304) , sadrıâzarrla arası açık olan vezirlerin ondan çekindikleri için fikirlerini açıkça söyliyemedikleri; SU lâhdar Fm aıklılı Mehmed Ağa’nm «Nusretnâme» sinde (Veliyüddin Ef. kütüp­ hanesi nüshası V: 250). s a d n â z a A ı kendisininkine mugayir fikir serdedecekleri peşinen baskıya maruz bıraktığı, ayni zamanda P. Varadin’in Girit gibi zaptı güç bir yer olduğu ileri sürülerek Fançova’ya geçilmesinin istendiği ; Tarih Dergisinin ikinci sayısında tetkiki yapı­ lan o devre ait bir risalede de, Koca Cafer Paşa’nın Temsş.’arda yapf.;rd:ğ; binaları padişaha gösterebilmek için o tarafa yürünmesini istediği, Cafer Paşa­ yı çok seven padişahın onun tesiri altın­ da kaldığı ve neticede Cafer Paşa’nın fikrinin galip geldiği kaydedilmektedir. Halbuki bu mecliste Amca-zâde Hüse­ yin Paşa, Pançova tarafından ilerleme­ nin güç ve emniyetsiz olduğunu, zira Tu­ na’dan başka Temes, Bega sularının köp­ rü kurularak geçilmesi icap ettiğini, arazinin bataklık oiduğunu, en nihayet Tisa nehrinin geçilmesinin daha büyük zahmet ve emniyetsizliği göze almayı ge­ rektirdiğini, bunlara mukabil Zemun sahrasının böyle mahzurlar taşımadığını, üstelik nehir donanmasının da ordu için bir emniyet unsuru teşkil edeceğini bil­ dirmişti. Ne yazık ki Amca-zâde’nin fik­ rinin doğruluğu Zenta mağlûbiyetinden sonra anlaşılabildi. Belgrad'dan hareket Derlenecek saha üzerinde karara va_ r iİdik tan sonra Tuna üzerine kurulan köprüden ordu Pançova sahrasına geçti. Temes ve Beka nehirleri de aynı şekil­ de aşıldı. Tisa (Theiss) nehri kenarına gelindiği zaman Avusturya ordusu daha geride ve Tisa boyunda bulunuyordu. Bu sırada Titel muhafazası için yedi sekiz biıı kişilik bir Avusturya kuvveti bıra­ kılmıştı. Sadrıâzam Elmas Mehmed Pa­ şa nehir üzerine köprü kurulmadan ye­ niçeri serdengeçtileri ve donanma levendleri ile karşıya geçti. Üç saatlik m ü . cadeleyi müteakip Avusturya birliğini mağlûb edip geriye atarak Titel’i aldı. Titel kalesi manastırdan bozma olduğun­ dan pek ehemmiyetli de değildi, onun için yıktırıldı. AvusturyalIlar- casuslar vasıtasiyle Ormanlı ordusundaki kumandanlar ara­ sında anlaşmazlıklar olduğunu haber alıyorlard;. Bu haberler onların ümitsiz­ liklerinin ortadan kalkarak cesaret bul­ malarına yol açıyordu. Titel’in alınmasından sonra ordu Kopile (Ccbiie) adası civarında bulun­ maktayken düşman pek uzakta olmadığı gibi vaziyeti kötü ve maneviyatı da bo­ zuktu. Lâkin, Tarih-i Raşid’e (C: 2, S: ■--11: p;öre, veziriazama muarız kumancİR“ lar yüzünden düşmana hücum için tertibat alınmamakla bir fırsat kaçırıl­ mıştır. Kopile civarından hareket edilip Fulvar köprüsü geçildikten sonra, Osmanlı tarihlerinde «Sente» şeklinde kay­ dedilen Zenta şehri yakınına ve Tisa ke­ narına gelindi. Sadrıâzamla kumandan­ lar arasındaki anlaşmazlık yüzünden sağlam ve sebatlı bir istikamet tayin ed il emiyordu. Bir aralık Segedin üzerine gidilmesi kararlaştırıldı. Lâkin biraz sonra bundan vazgeçildi. Padişah Zenta’dan Tisa’ya geçip Temeşvar yoluyla Erdel’e yürümek istemişti. Avusturya or­ dusu kumandanı Prens Ojen (Eugen) evvelâ Segedîn’e gidileceğini öğrenince oraya biraz kuvvet şevketti. Bilâhare y i­ ne casusları vasıtasiyle Tisa’dan geçilip Erdel’e iierleneceğini haber aldı. 2260
Zenta faciası Değerli bir kumandan olan Eugen de Savoie Osmanlı ordusunun son niyetin­ den haberdar olunca, T İsa’nın geçilme­ sinden önce oraya yetişmek istedi ve tam ^eçiş sırasında yakalamaya da muvaffak oldu. Osmanlı ordusu Tisa’nm sol yakası­ na geçerken köprü kurulmuştu. Geçiş sırasında düşman gelince asker korku ve heyecana kapılıp intizamını kaybet­ mişti. Adeta askeri bir can korkusu sar­ mış olduğundan, emir ve kumanda din­ lemeden köprüye koşup bir an evvel öte tarafa aşmaya bakıyordu. Askeri düşman baskısından koruyup geçişi emniyete al­ m ak isteyen sadrıâzam bir m iktar kuv­ vet ayırarak Boşnak Cafer Paşa’nın em­ rine verip karakol hizmetiyle vazifelendirmiştı. Fakat düşmana mukavemetin m üm kün olmadığını gören Cafer Paşa geri kaçarken esir düştü. Ve Prens Öjen tarafından sıkıştırılınca Osmanlı ordusu­ nun durumunu anlatarak padişah ve bir kısım askerin karşıya geçtiğini, bir kıs­ m ının henüz bu tarafta olduğunu ve ağırlıklarm geçirilmesine çalışıldığını an­ lattı. Prens Öjen fevkalâde bir fırsata nail olmuş durumdaydı. Sen-Gotar muhare­ besinde olduğu gibi Osmanlı ordusu teh­ like arzeden en sıkışık halinde yakalan­ mıştı. Hasım taraf için bu bulunmaz fır­ sata ilâveten Prens ö je n müşkül vazi­ yette yakaladığı Osmanlı ordusunun son dum m una ait sağlam bilgiye de sahipti. Bunun için memnun ve kendisinden em in şekilde derhal Osmanlı kuvvetleri üzerine yürüdü. P. Varadin tarafından süratle ilerleyip yol almış bulunan düş­ manın evvelâ yirmi bin kişilik süvari kuvveti gelmişti, piyadeleri onların he­ men arkasmdaydı. Şayet düşman kuv­ vetleri gelir gelmez derhal hücum edil­ miş olsaydı bir sarsıntı meydana getiri­ lebilir, belki de malûm facia vuku bul­ mazdı. .Lâkin kaynakların ifadelerinden anlaşıldığına göre, ordunun bir kısmı karşıya geçti, henüz geçmiyenlerde de birdenbire maneviyat bozulmuş olduğu cihetle, muhtemelen çabucak taarruza kalkacak cesaret kalmamıştı. Osmanlı tarihine Zenta faciası şek­ linde mal olmuş bulunan muharebe 11 Avusturya ordusu kumandanı Prens Eu­ gen de Savoie (Bibliothèque nationale’deki bir estamp’tan) eylül 1697 günü cereyan etti. Prens Öjen’in 60 bin kişilik ordusuyle gelince derhal taarruza geçeceğini ve bilhassa köprüyü tahribe çalışacağını Elmas Meh_ med Paşa ve diğer kumandanlar anla­ mışlardı. Asker intizamını kaybettiğin­ den köprü yıkılmaya meyletmişti. Sadrı âzam evvelâ ağırlıkları geçirip köprüyü kaldırmak ve diğer askerle düşmana kar­ şı koymak istedi. Fakat yeniçeri ağası Mabmud Paşa’nm, arabaların geçişinin sabaha kadar süreceğine dikkati çektik­ ten sonra, askerin çoğunun karşıya geç­ miş olması sebebiyle bu kadar geniş da­ ireyi ihata edecek kadar kuvvet bulun­ madığı, binaenaleyh top ve zahire ara­ balarını çekip köprü başında askeri met­ rise sokalım şeklinde bir tavsiyede b u ­ lunması üzerine müdafaa hattı daraltıl­ mak istendi. Elmas Mehmed Paşa, düş­ man geldiği sırada alelâcele yaptırdığı siperlerden asker ve topları geri çekip daha dar sahalı bir hat tutmak isterken vaziyeti kavrıyamıvan askerler düşman bastı zanniyle paniğe kapılarak köprü ve nehre doğru çekilmeye başladılar. Bu vaziyet karşısında Sadrıâzam ve bir k ı­ sım kumandanlar köprü başına koşup as­ keri siperlere sokmaya çalıştılar. Os2261
manii hatlarında beliren şaşkınlığı sezen düşman, hücumunu yeni metrislere tev­ cih ettiği gibi, ustalıklı manevra ve amansız tüfenk ateşleriyle mevcut sarsın­ tıyı artırmaya muvaffak oldu. Düşmanın kurşun yağmuruna dayanamıyan asker, nehir ve köprüye doğru çekilmekte ve hattâ kaçmakta olduğu için Elmas Mehmed Paşa köprünün iki tombazım kaldırttı. Elinde kılıç olduğu halde kaçan askerin önüne çıkarak, ağır sözler sarfetmek ve hattâ bazılarını yaralamak su­ retiyle kaçanları durdur.: ak istedi. Fa­ kat asker «biz bu halle, i senin tedbir­ sizliğinden düştük» diyerek kendisini parçaladı. Biraz sonra düşman köprü ba­ şını zaptettiği gibi köprüyü de ortasın­ dan ikiye böldü. Artık ordunun geri ta­ rafı da çevrilmiş oluyordu. îş bu dere­ keye vardıktan sonra çember içinde ka­ lanlar döğüşe dögüşe şehid düştüler. Kurtuluş ümidiyle Tisa sularına atlıyanların çoğu da boğuldular. Zeııta önünde bu facia cereyan ederken karşı tarafta; bulunan ordunun büyük kısmı seyirci kalmaktan başka bir şey yapamadı. Böylece Tisa’yı yüzerek geçenlerden başka Zenta tarafındaki asker ve kumandan­ lardan hiç kimse kurtulmadı. Kuman­ danların mühim kısmı sadrıâzamla bir­ likte olduğundan ordunun uğradığı ku­ mandan zayiatı pek ağırdı. Sadrıâzamdan başka Anadolu Valisi Mısırlı-oğlu İbrahim Paşa, Temeşvar muhafızı Koca Cafer Paşa, Adana Valisi Fazlı Paşa, yeniçeri ağası Balta-oğlu Mahmud Paşa, Diyarbakır Valisi Kavukçu İbrahim Pa­ şa, Maraş Valisi Yunus Paşa, Sığala san­ cağı mutasarrıfı Süleyman Paşa, Amas­ ya mutasarrıfı Mahmud Paşa ve daha birkaç beylerbeyi ve sancak beyi, kul kethüdası, zağarcıbaşı, muhzır ağa, ce­ beci ve topçu başılar, elli yedi adet ye­ niçeri çorbacısı, yani bölük kumandanı, yirmiden fazla sipah ve silâhdar serden- AN? Zenta’da köprü-başında cereyan eden muharebenin umumi görünüşü ve beri kıyıdakilerin telâşı (A Magyar Nemzet Törtene'deıı) 2262
geçti ağası, ondan fazla alaybeyı kayıp­ lara dahildi. Zenta’da uğranılan insan kaybına dair eski Osmanlı tarihlerinde kesin bir rakam mevcut değildir. Ancak Tarih-i Ftaşid (C: 2, S: 41.4) de ordunun sekiz­ de birinin mahvolduğunu yazar. Batılı tarihçiler umumiyetle 20 bin kişinin vu­ ruşarak, 10 bin kişinin ise sularda boğu­ la ra k öldüğünü kaydederler. O rdunun durum u ve padişahın Edirne’ye dönmesi Tısa nehrinin karşı tarafına geçen orduda mevcut erkân padişahın etrafın­ da toplanarak vaziyeti görüştü. Anlaşıl­ dığına göre, buradakilerin de rraııeviyatı fazlaca bozulmuştu. Zira, düşmanın köprüyü tamir etmesi ve geçilebilir ha­ le sokması birdenbire m üm kün olamıyacağı halde, yeni bir mağlûbiyetten kor­ kularak derhal Temeşvar’a çekilmeye ka­ rar verildi. Tarih Dergisinin ikinci sayı­ sın da tetkiki yapılan o devre ait bir ri­ saledeki kayda göre, düşmanın köprüyü tamir ederek geceleyin baskın yapaca­ ğından korkanlara padişahın kendisi de dahildi. Bu korku yüzünden top, çadır ve m ühimm at olduğu gibi yerinde bıra­ kılarak geceleyin derhal Temeşvar yolu tutuldu. Ordunun bu şekilde çekilmesi gayet manasız bir hareketti. Ordu efrad. arasında bazı kimselerin düşrranm üç güne kadar bu tarafa geçemiyeceğini tah­ min ederek geri kalıp çadırları yağma ettiğini, hattâ ordu helvacılarından biri­ nin tahin helvası kutularını bir öküz arafcasma yükliyerek üç gün sonra Temesvar'a gelip orduya katıldığını Tarih-i Raşîd'de okumaktayız. Osmanlı ordusu bu şekilde çekilmek­ le beraber muharebede epeyce telefat vermiş olan AvusturyalIlar da kendile­ rinde Türkleri takip ile kale muhasara­ sına girişme kudreti göremediler. Fakat ertesi gün köprüyü tamire başlayıp Türkleriıı bırakıp gittikleri şeyleri zap- Zenta köprü-başında cereyan eden savaştan yakın bir görünüş (Story of the Nations’dan) 2263
tetmekten de geri kalmadılar. Böylece AvusturyalIlar gayet zengin ganimete sahib olmuş bulunuyorlardı. Bunlar: bir­ çok top ve harp malzemesinden başka (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Ta­ rihi C: 3, S: 582) dokuz bin araba, altı bin deve, onbeş bin öküz, yedi bin at, yirmi altı bin gülle, beş yüz küsur bom­ ba, tahminen kırk bin altınlık hüküm ­ dar hâzinesi, üç milyondan fazla altını havi ordu hâzinesi, padişah ailelerine mahsus on sekiz koşulu araba, padişaha mensup on kadın idi. Elmas Mehmed Paşa’m n ölümü dolayısiyle mühr-ü humâyun da düşman eline geçmiş bulunu­ yordu. Tİmî kıyısından harekelinin iercası gecesi Tcmeşvara vâsıl elan Sultan Mustafa on gün kadar burada kaldı. Temeşvar’da mevcut muhafızlara ilâveten mühim miktarda ilâve kuvvet ve bilhas­ sa eyâlet askeri bıraktıktan sonra ordu ile Belgrad'a geçti. Burada da zahire ve asker takviyesi yapmasını müteakip Bel_ grad’dan hareketle Edirne’ye geldi. Bosna - Saraya yapılan hücum Bosna muhafızı Mehmed Paşanın ölüm ü üzerine buradaki levend askerinin disiplininin bozulduğunu öğrenen Avus­ turyalIlar, ekim ayı içinde Bosna’ya ace­ le kuvvet şevkettiler. Bosna arazisinde bazı palankaları yakıp yıkan Avustrrya kuvveti açık bir şehir vaziyeti arzeden Bosna-Saray’a da girerek şehri yağ­ ma ve tahrib ettiler. Padişah bundan ha­ berdar olunca 4500 asker, mühimmat ve erzak şevketti. Bosna Valiliğine Daltaban Mustafa Paşa tayin olundu. RÜS İkinci Mustafa zamanında Avustur­ ya cephesinden sonra ikinci derecede ehemmiyet arzeden cephe Rus cephesi idi. Venedik ve Leh cephelerinde de m ü , cadele durmuş değildi. Venedik cephe­ sinde, ikinci Ahmed devri Venedik cep­ hesi hâdiselerinin sonunda ilâveten k ı­ saca belirtilen şeyler olmuştu. Lehistan cephesindeki durum ise, bir önceki pa­ dişah devrindekinden farklı değildi. Leh­ ler müteaddit defa kuvvet sevketmeieri- Amca-zâde Hüseyin Paşa’nın Sadrıâzam tayin edilmesi Sultan Mustafa Temeşvar’a varınca, şehid düşen Koca Cafer Paşa’d an açılan buranın muhafızlığına Elmas Mehmed Mehmed Paşa’nın kethüdası Abdi Ağaya vezaret tevcihi suretiyle tayin etti. Daha Temeşvar’a varmadan önce de Belgrad muhafızı Amca-zâde Hüseyin Paşa’ya adanı yollıyarak Temeşvar’a çağırttı. Sul­ tan Mustafa, Bclgrad’daki harp meclisin­ de Amca-zâde’nin beyan ettiği mütaleaııın isabetli olduğunu şimdi anlıyordu. Köprülü Mehmed Paşa’nın kardeşi Ha­ şan Ağa’nm oğlu olan Hüseyin Paşa, Köprülü-zâde I'âzıl Ahrred ve Fâzıl Mustafa paşaların sadaretleri devrinde «Amca-zâde» diye anılmaya başlamıştı. Kendisi Temeşvar’a gelince (18 eylül) mühr-ü humâyun teslim edildi. Hüseyin Paşa’nın sadrıâzam tayini üzerine açılan Belgrad muhafızlığına ise Karaman Va­ lisi Bıyıklı Mehmed Paşa getirildi. Amca-zâde Hüseyin Paşa padişahla birlikte Edirne’ye döner dönmez düzgün iş görebilmek için, ilk iş olarak hüküm ­ darın etrafındaki dalkavuk ve hilekâr kimseleri uzaklaştırmaya çalıştı. Bu cüm_ leden olarak, irtikabı ve hükümet işleri­ ne müdahalesi ile nazarı dikkati celbe­ den Küçük Müezzin diye tanınan Ana­ dolu Muhasebecisi MehmeJ Çelebi’yi ve birinci mirahur Ahmed Ağa’yı azlederek Edirne’den İstanbul’a gönderdi. Bu ara­ da kıymetli bir şahsiyet olan Rami Meh­ med Efendi’yi de İstanbul’dan getirterek (Tarih-' Raşid C: 2, S: 431) reisülküttab, akrabasından Kıbleli-zâde Ali Beyi de kapıcılar kethüdası tayin etti. CEPHESİ r.e rağmen Komaniçe’yi ata:ram;şlar, fa­ kat Boğdan’da bazı yerleri işgal edebil­ mişlerdi. 1696 senesinde, Leh cephesi se­ raskeri Yusuf Paşa Kırım hanzâdelerinden Gazi Giray ile birlikte Komanıçe’ye zahire götürmüş, sonra Gazi Giray Le­ histan içerlerine uzanan akın hareketin­ de bulunmuş ve esir ve ganimet alarak geri dönmüştü. 1697 ymnda da Kaplan Giray Komaniçe üzerinden Lehistan’a girmiş, on iki bin kişilik bir Leh kuv­ 2264 #
vetini Furcan manastırı civarında boz­ duktan sonra esir ve ganimetle dönmüş­ tü. Kısacası gerek Venedik, gerekse Leh cephesinde yeni bir gerileme ve tehlike arzeden bir hal vuku bulmamıştır. Fakat Rus cephesi bunlara benzememekteydi. Rusların Osmanlı devletini düşündürecek bir kudret haline gelmiş oldukları Dör­ düncü Mehmed zamanındaki Çehrin se­ feri ile anlaşılmışsa da, o sırada Ruslar mütecaviz durum takınmaktan çekinmiş, lerdi. Şimdi ise, artık o çekingenlikten sıyrıldıkları, ele geçirmek istedikleri şe­ ye kavuşabilmek için mütecaviz duruma geçmekte oldukları görülmektedir. Ger­ çi bu tecavüz işinde Ruslar re’sen karar sahibi değildi, ikinci Süleyman devri va­ kaları meyamnda işaret olunduğu üzere, mukaddes ittifaka dâhil devletlerin tah­ rik ve teşviki onlar üzerinde müessir ol­ maktaydı. ikinci Mustafa zamanındaki Rus tecavüzü de, o ittifak grupuna dâ­ hil olmanın eser ve neticesiydi. Fakat Rusların vaziyeti Osmanlılar için artık «üzerinde dikkat ve hassasiyet gösteril­ mesi gereken bir meseles mahiyetini arzediyordu. Azak sancak beyinden, alınan haber üzerine, Kefe beylerbeyi Murtaza Faşa ile K ın m Hanı Selim Giray’ın oğulla­ rından Kaplan Giray buraya gelmişler­ di, önce surlar dışında mücadele edil­ diyse de düşman askerinin sayıca fev­ kalâde kabarık oluşu yüzünden bilahare kale dahiline girildi, Maamafih, zaman zaman huruç hareketleri yapılarak Huş­ lara ağır zayiat verdiriliyordu. Ruslar Azak’m Kuş kalesi denilen kısmının karşısına bir kule yapıpı toplar yerleş­ tirerek Azak kalesini daha müessir şe­ kilde dövmeye koyuldular. Bu arada Trabzon beylerbeyi Ali Faşa’nın bir m ik­ tar kuvvetle imdada gelmesi kaledekilerin maneviyatlarının takviyesine yaradı. Rusların kabarık sayıları karşısında bir avuç kalan buradaki kahramanlar meta­ netle dayandılar. Nihayet Kırım veliah­ dı Devlet Giray’ın İmdada geleceğini haber almaları üzerine Ruslar çekilmeye karar verdiler. Bu arada ordularında çı­ kan salgın hastalık yüzünden günde beş yüz ölü veriyorlardı. Doksan altı gün­ lük bir muhasaradan sonra buradan çe- Kuşların taarruza seçmesi ve Azak kalesini muhasarası Sultan. Mustafa’nın birinci Avustur­ ya seferine çıktığı 1095 yazında Rusla­ rın büyük kuvvetlerle Osmanlı arazisine hücuma geçtikleri görüldü. Bu hareket, Rusların Karadenize çıkma arzularının da bir ifadesiydi, İkiyüz bin kişiyi aşan ve üç yüz to­ pu bulunan (Tarih-i Raşid C: 2, S: 352) bir Rus ordusu 10 Temmuz 1695 (23 Z il­ kade 110CJ da Azak kalesi yakınına gel­ di. Ruslar ansızın Azak önüne inmeyi tasarlamışlardı. Fakat Azak sancak beyi Mustafa Bey Rusların hazırlıklarından haberdar olunca, bir taraftan Azak kale­ si dışında siperler kazdırırken bir yan­ dan da Kırım hanı vasıtasiyle hüküme­ ti durumdan haberdar etmişti. Azak ya­ kınma gelen bu büyük Rus ordusu Azak sancak beyinin istihbaratının gayet doğru olduğunu gösteriyordu. îkiyüz binlik bu ordu evvelâ denizden onbeş bin kişilik, karadan da altmış bin kişi­ lik öncü kuvveti sevketmişti. Çar Petro da orduda bulunuyordu. Rus 2265 çarı Birinci P e tro ’n u n gençlik devrine ait bir resmi
Rusların Azak muhasarasndan bir gö­ rünüş (Risaiit’ds,îi) kilirken (13 Ekim 1695) bilhassa Kap­ lan Giray’ın taarruzlariyle ayrıca hırpa­ lanmaktan da geri kalmadılar. Ruslar Azak kalesini muhasara et­ tiği zaman Özi boyundaki Doğan-kale’nin muhafızları Azak’a taşınmıştı. Bu­ ranın muhafızsız kaldığını duyan Ruslar 60 bin Barabaş kazağı ve S0 bin Rusian müteşekkil bir orduyu da Özi boyuna göndermişlerdi. Bu kuvvetlerle Doğan kale’yi de aldılar. Bu birinci Azak ku­ şatmasında Rusların zayiatı, Osmanlı kaynaklarına göre elli-altmış bin, Batı­ lı kaynaklara göre 30 bin kadardır, Kuslarm ikinci taarruzu ve Azak kalesinin düşmesi Ruslar. 1695 yılındaki Azak kuşat­ masında ağır zayiata ve muvaffakıyetsizliğe uğramalarına rağmen ümitsizli­ ğe kapılmadılar ve ertesi sene hücumu tazelediler. 1695 - 1696 kışı ve ilkbaha­ rında Don nehri üzerindeki Voronej şeh­ rinde Petro’nun emriyle tersaneler ku­ ruldu. Moskova’dan gemi yapmasını bi­ len yabancı ustalar getirildi. Petro’nun gayet sıkı emir ve takipleriyle civarda­ ki köylüler ağa; kesip tersaneye taş.dı. ustalar da gemileri yaptı. Böylece 1696 ilkbaharında (Akdes Nimet Kura t, Rus­ ya tarihi S; 253) Don nehrinde £0 gemi­ lik bir donanına hazır vaziyete geldi. Bu donanma Ruslar için mühim bir kuvvet âm ili olacaktı. Zira bu sayede Türk ge­ milerinin Azak önüne gelmesini önliyecek, böylece Azak müdafilerinin hem im ­ dat alması daha fazla güçleşecek, hem de kale nehir tarafından da sıkıştırılabilecekti. Ruslar bu derece hazırlık yaparken maalesef Türkler ayni derecede gayret gösteremedi. 1695 muhasarasında Azak surları pek fazla tahribe uğramıştı. Bunların tamirinde ihmal gösterildi. Azak kalesinin tamir ve muhafazasına memur edilen Trabzon valisi Kalaylıkoz Ahmed Paşa’nın firarı (Tarih-i Raşid C: 2, S: 38S) işlerin aksamasında hayli müessir oldu. Gerçi onun firarından sonra kethüdası ayni işle vazifelendiril diyse de artık geç kalınmıştı. Zira, ka­ ra ve nehirden Rus kuvvetleri gelerek Azak kalesi etrafına metrisler kazıp top­ lar yerleştirmeye başlamışlardı. Çar Petro yine Rus ordusu ile beraberdi ve bu defa «topçu» sıfatiyle kale­ nin muhasarasına bizzat iş­ tirak ediyordu. Azak kalesi­ nin müşkül durumda kalmas.ma tesir eden dier âmil, bir sene önceki ağır zayiattan sonra Rusların hemen ertesi yaz tekrar geleceklerinin tahmin edilmemesiydi. Anlaş-.Ian, bu defa haber alma işleri de iyi işlememişti. Ruslar Azak kalesini ikinci defa muhasara ettikle­ ri sırada kaledeki kuvvetler, büyük Rus ordusu karşısında iııanılmıyacak derecede azdı. Halbuki Ruslar geçen yıl
ö z i boylarına hücum ettiril­ miş olan Barabaş kazakları­ nı dahi Azak önüne getir­ mişlerdi. Eus muhasarası başlayınca kaledeki bir avuç insan harap surların gerisine toprak yığarak bunların ar­ kasından mukavemete devam ediyordu. Muhasaranın baş­ lamasından sonra Erzurum valisi Baki Paşa, vezir Ali Paşa, Hazinedar Haşan Paşa imdada geldilerse de düşma­ nın gayet sıkı tertibat alma­ sı sebebiyle içeri giremediler. 3 Haziranda başlıyan muha­ Rus donanmasının Azak muhasarasındaki faaliyeti saraya mukavemet eden ve dört beş yüz kişiden ibaret Don nehrinde daimi şekilde donanma bu­ kalan müdafiler nihayet yardımdan ülundurdular. mitlerini keserek Azak kalesini teslim Azak kalesi elden gidince Rusların ettiler (6 Ağustos 1696 - 7 Muharrem 1108). Azak denizinden Karadenize geçmesine ayni zamanda Kuban nehri vadisinde Azak kalesinin kaybı Türklerde de­ tenditkâr bir durum kazanmalarına m â­ rin bir teessüre, Ruslarda da büyük bir ni olmak isteyen Osmaniı hüküm eti r sevince sebep oldu. Bu muvaffakiyet Kuban nehri ağzında bir kale inşa ettir­ Moskova’da emsali görülmemiş bir coş­ di. Tarih-i Raşid’de (C: 2, S: 398) Açu kunlukla kutlandı. Azak’m kaybı ile kalesi şeklinde kaydedilen 382 zira’ uRuslar Karadeniz'in kilidi sayılan bir zunluğunda 160 zira’ genişliğindeki bu yere sahip oluyor ve Türklerin Karade­ kalenin inşasına Kalmuklar mani olmıniz hâkimiyetinde ilk rahne açılmış bu­ ya çalıştılarsa da püskürtüldüler. Açu lunuyordu. kalesinin inşası ile düşmanın Taman Ruslar Azak kalesini alınca burası­ yarımadası üzer; ilden Kerç yarımadası­ nı iyice tahkim edip içerisine sekiz bin na atlama tehlikesi de az çok önlenmiş kişilik muhafız kuvveti koydular. A yrı­ oluyordu. ca donanma işine ehemmiyet vererek HARBE NİHAYET VERİLMESİ VE KARLOFÇA MUAHEDELERİ Zenta mağlûbiyeti sırasında ordunun sekizde birinin zayi olması ve bir çok değerli kumandanların şehid düşmesi OsmanlIlarda sulh arzusunu kuvvetlen­ dirmişti. Gerçi bu mağlûF.. _ae her şey mahvolmuş değildi. Lâkin 1683 senesin­ den beri yıpranan Osmaniı devleti için Zenta mağlûbiyeti ehemmiyet arzediyordu. Bir çok topraklar elden çıktıktan başka imparatorluğun insan kaynaklan, mâliyesi, iktisadiyatı sarsıntıya uğra­ mıştı. Harbin fena şartlar altında uzun yıllar devamı, mütemadiyen cephelere insan taşınması yüzünden halkın topra­ ğı ekme, vergi verme ve istihsal gücü azalmıştı. Müteaddit defalar «nefir-i âm» tatbiki, yani eli silâh tutanların askere alınması, mevzuubahis iktisadi sıkıntı lara âm il olmakla beraber devletin as ker bulup toplamakta karşılaştığı müş­ külâtı da ifade eden bir hâdiseydi. Esas iş görecek unsurun cephelere taşınması yüzünden geride kalanların gereği ka­ dar istihsalde bulunamam alarma rağ­ men vergi nisbetinin değişmemesi onla­ rın vergi yükü altında ezilmelerine, hattâ bazılarının yerlerini terketmelerine sebep oluyordu. Mütemadi harp masrafları altında ezilen hükümet İse, vergileri tahsilde güçlük çektikten başka para basacak gümüş ve altın bulmakta da güçlük çekiyordu. Bütün bunlara i ­ 2267
lâveten Anadolu ve Irak tarafında âsâyişsizlik, Rumeli tarafında hıristiyan te­ baanın düşmanla işbirliği ve çete faali­ yetleri görülüyordu. İşte bütün bu hal­ ler Osmanlı devletini sulhe temayül et­ tiren sebeplerdi. Harp cephesi çok genişti. Avrupa’­ nın en kalburüstü devletleri imparator­ luk arazisine saldırmakta, muharebe tek bir cephede cereyan etmediğinden m u­ ayyen bir yere muazzam bir kuvvetle yüklenmek de mümkün olmamaktaydı. Düşmanların en kuvvetli olan Avustur­ ya cephesine sadrıâzamlar ve padişah, gittiği halde, dört cephede çarpışıldığı müddetçe Macaristan’ın istirdat edilemiyeceği de Osmanlı devlet adamlarınca anlaşılmış bulunmaktaydı. Osmanlı devlet adamları içinde za­ man zaman sulh arzusu besliyenler ol­ muş, İkinci Süleyman’ın cülusu sırasın­ da da mühim bir sulh teşebbüsü yapıl­ mıştı. O sırada AvusturyalIlar geniş is­ tekler ileri sürmüşler, bu hareketleriyle sulh için içten bir arzu duymadıklarını belli etmişlerdi. Fakat bu defa onlarda ■da sulh arzusu mevcuttu. Venedik h ü ­ kümetinin düşüncesi de onlarınki gibiy­ di. Tabiî bu harp AvusturyalIları da hayli yıpratmıştı. Gerçi 1688 den beri iki cephede harbeden Avusturya 1697 yılında müttefikleri ile birlikte Fransız­ larla Hyswick (Risvik) muahedesini aktetmek suretiyle yalnızca OsmanlIlar­ la harbeder duruma girmişti. Fakat Avusturyayı meşgul eden yeni bir mese­ le vardı. Bu mesele «İspanya veraseti» meselesiydi. Avusturya hükümeti batı sınırında yeni bir harpten çekinerek Os­ manlIlarla sulhe kavuşma arzusu duyar­ ken, İspanya veraseti harbine hazırlanan Fransa ise OsmanlIların harbe devamı­ n ı istiyordu. Bunlara mukabil Avrupa İşlerinde mühim roller oynayan devlet­ lerden İngiltere ve Felemenk de Avru­ p a ’nın doğu ve güney doğu mıntıkasın­ da sulhun teessüsünü arzulamakta idi. Siyasi durum böyleyken, Zenta m ağlû­ biyetinden sonra OsmanlIlardaki sulh arzusunu sezen îstanbuldaki İngiliz el­ çisi Guiliaume Pâget ile Felemenk elçi­ si Coüiers, Sadrıâzam Amca-zâde H ü ­ seyin Paşa’ya sulhe ait eski tekliflerini tekrarlıyarak muharipler arasında sulh için tavassutta bulunabileceklerini lirttiler. be­ Sulhe götüren zeminin hazırlanması Osmanlı basımlarının en başında gelen AvusturyalIlarda da sulh arzusu­ nun belirmesi, sulhe giden zeminin ha­ zırlanmasında kolaylığı sağladı. Tabiatiyle peşinen mühim olan mesele, tarafla­ rın hangi şartlar altında sulhe doğru ilerliyecekleri idi. Amca-zâde Hüseyin Paşa mutavassıt elçiler vasıtasiyle kar­ şı tarafın temayülüne dair bilgi edinin­ ce, Kırım hanının da hazır bulunduğu bir .mecliste meseleyi görüştü. Ondan sonra mutavassıt elçilere Osmanlı devle­ tinin hangi formülle sulhe gidebileceği­ ni bildirdi. Bu formül halihazır duru­ mun kabulünden ibaretti. Osmanlı h ü ­ kümeti, halihazır durumun kabulü for­ mülünü benimsemekle beraber, Erdel’de Osmanlı menfaallannın korunması ve ayrıca bazı arazinin boşaltılması ve ba­ zı kalelerin yıktırılmasını da ileri sürü­ yordu. Bu noktalar Avusturya hüküme­ tine aksettirilince AvusturyalIlar Erdel üzerinde bir hak talebine yanaşmayıp diğer Osmanlı istekleri üzerinde anlaşa­ bileceklerini, ancak sulhun yalnız iki devlet arasında değil müttefiklerini de içine almasını istediler. Bu durumu be­ nimsemek ihtiyacını hisseden Amca-zâde Hüseyin Paşa, mutavassıt elçiler muva­ cehesinde 27 Ocak 1698 de Edirne’de, sulh için ön proje sayılabilecek bir pro­ tokol hazırladı. Amca-zâde Hüseyin Pa­ şa İngiliz ve Felemenk elçilerine sulhe tavassut edebileceklerini bildirdiği sıra­ da Fransız elçisi ayrıca bir tavassut tek­ lifinde bulunarak Lehlileri Avusturyadan ayırıp OsmanlIlarla müstakilen sul­ he götürmek istemişse de bu tavassut nazikâne red olunmuştu. Zira, Osmanlı hükümeti basımları arasında Avusturyayı mihver vaziyetinde görüyordu. Sulh için zemin ve nihayet on pro­ je hazırlanmakla beraber, askeri bakım­ dan uyanık ve hazırlıklı bulunulmaya da dikkat edildi. Bunun için eski yıllar­ dan daha fazla asker toplandı. Sulh, ihtimali dolayısiyle, padişahın sefere çıkmasının lüzumsuz masraf yapılması­ 2268
na âmil olacağı düşüncesiyle ordunun serdarlığına Sadrıâzam Amca-zâde H ü­ seyin Paşa getirildi. Sadnâzam 30 Ma­ yıs 1698 de Edirne'de otağa çıktı. Bir taraftan da sulh işiyle meşgul oldu. Edirne'den hareketinden sonra da ayni sahadaki meşguliyeti devam etti. Ordu Sofya’ya vardığı zaman, Avusturya im ­ paratorunun sulh müzakerelerine katı­ lacak müralıhaslarını tâyin ettiğine dair yazı alınınca, sadrıâzam da Osmanlı m u­ rahhasları işini halletti. 22 Temmuz 1698 de, padişah ikinci Mustafa’nın, sulh gö­ rüşmeleri için kendisine tam selâhiyet verdiğine dair bir ferman aldığı gibi, y i­ ne ayni tarihle Reisülküttab Râmi Meh­ med Efendi’nin başmurahiıas, Divan-ı hümâyûn tercümanlarından Iskerlet-zâde Aleksandr Mavrokordato’nun da ikin­ ci murahhas tâyinine dair buyruldu is­ tihsal etti. Bu tâyinleri müteakip Osmanlı murahhasları yanlarında İngiliz ve Felemenk elçileri bulunduğu halde yola koyuldular. Onların arkasından da or­ du Belgrad’a doğru harekete geçti. Sui.Ii müzakereleri Evvelâ sulh müzakerelerinin yapıla­ cağı yer üzerinde mektuplaşma şeklinde münakaşalar cereyan etti. AvusturyalI­ ların Viyana veya Debreçin’i ileri sür­ melerine mukabil Türkler de Slankamen’i teklif ettiler. Nihayet imparator Leopold ün ileri sürdüğü Karlofça’yı kendi istedikleri yere yakınlığı dolayısiyle Türkler de uygun buldular. Böylece, Sirmiye (Sirsm; arazisnin kuzey sı­ nırında f. V a radın’in yanıbaşında ve Tuna’nm sağ kenarında bulunan Karlofça kasabasında 13 Kasım 16G8 de müza­ kereye başlandı. Bu müzakerelerde Türk heyeti F.eisülküttab Râmi Mehmed Efen­ di ile D.van-ı hümâyûn tercümanların­ dan İskerlet-zâde Aleksandr Mavrokordato'dsn m ü ı e ş e K k i İ G İ . Avıısturj a neyeti, C. d’Acttingen, C. de Schlick, C. Marsigli, Til ve Talman, Lehistan heyeti P. de Possanie Kojeskie Malacowsky, Rus elçisi Boganowitsch Wasnitzinaw, Vene­ dik heyeti Ch. Carlo Ruzzini’den mürek­ kepti. Karlofça konferansı, müzakereler esnasında ekseriyetle Avusturya tarafı- ııı tutuğu açıkça belli olan İngiliz elçi­ si Paget’nin bir nutku ile açıldı. Schilick ve Mavrokordato’nun cevabî nutukların­ dan sonra çalışmalara başlandı. Müzakereler zaman zaman kesintiye uğrıyacak derecede şiddetli şekilde cere­ yan etti. Bu yüzden .müzakereler iki bu­ çuk ay kadar uzadı. Osmanlı başmurahhası Râmi Mehmed Efendi, derin bir vu­ kuf ve kiyasetle müzakerelerde Osman­ lI haklarını korumaya çalıştı. Görüşü­ len meseleleri süra’tle ve derinliğine kavrayışı, karşı tarafın tekliflerine yer ve zamanında mukabil teklifler ileri sür­ mesi, karşı tarafı mahirce ilzam suretiy­ le arkasından kendi görüşlerini ortaya koymasiyle temayüz etti. Ecnebiler üze­ rinde sempatik tesirler de bırakan Râmi Mehmed Efendi sayesinde konferans in­ kıtaa uğramadı. Lehliler tarafından, K ı­ rım akınlarımn durdurulması ve vergi­ nin kaldırılması meselesi üzerinde ısrar­ la durulunca, halli en müşkül mahiyet arzeden bu talep karşısında Râmi Mehmed Efendi sadrıâzamdan yeni selâhi­ yet istemek ihtiyac.ni hissetti. Neticede Avusturya, Venedik ve Lehistan ile 26 Gcal; 1898 (24 Receb 1110) da muahede imzalandı. Rus murahhası Türk taleple­ rini yerine getirmeye yanaşmadığı, ay­ ni zamanda sulh görüşmeleri için fazla bir selâhiyeti olmadığını da ileri sürdü­ ğünden 24 Ocak 1693 da ancak üç yıllık bir mütareke aktedildi. Ksrloîça\ia imzaianamıj-an muahede, ayni r.us heyeti Karlaîja niS ^sereleri"Sen tir görünüş (Rieauf dan) 2269
ile İstanbul’da müzakerelere devam edil­ mek suretiyle 15 Temmuz 1700 de imza­ landı. Avusturya ile muahede Karlofça muahedesinin AvusturyalI­ lar ile aktedilen kısmı yirmi maddeden mürekkeptir. Tcmeşvar eyâleti istisna edılnıek suretiyle Erdei ve Macaristan’ın Avusturya’ya terkedîlişini tespit eden bu muahedenin (Tarilı-i Raşid C: 2, S: 445 460) ihtiva ettiği şartlar şöyle hulâsa olunabilir : 1 — Erdel AvusturyalIlarda kalmak üzere sınırı, Eflak sınırının nihayetinden Maroş nehrine çekilecek bir hat ile hudutlandırılacaktır. 2 — Temeşvar eyâleti (Banat) bü­ tün mülhakatiyle Türklerde kalacak, bu bölümde sınırı kuzeyde Maraş, batıda Tisa ııehri teşkil edecektir. Maroş ve Tisa nehirlerinden nakliyat, balık avı ve sair hususlarda iki taraf da serbest ola­ rak faydalanacaktır. 3 — Tisa’nın batısındaki Başka arazisi Avusturya idaresinde bulunacak­ tır. 4 — Sınırın geri kalan kısmı Titel kalesi önünde başlıyacak, Tisa’m n Tuna’ya karıştığı yerden Boszut (Güneyden gelen Drina’nın biraz doğusunda ve kar­ şı taraftan gelir) suyunun Savaya karış­ tığı yere çekilecek bir hattan sonra Boszut suyunun mecrası takip olunacak, sonra Brod kalesinden itibaren Una su­ yunun Sava’ya karıştığı yere kadar sı­ n ın Sava çizecek. Bosna eyâletinin batı sının da Lna nehrinin mecrası ile çizile­ cek. 5 — îki devlet arasındaki hudut hattında yeni kale yapılmıyacak, 6 — iki taraf da çete faaliyetine m ü­ saade etmıyecek ve yakalananlar ceza­ landırılacak. 7 — Harp esnasında memleketlerin­ den kaçan ve Avusturya idaresine gir­ mek istemeyen Macar ve Erdelliler hu­ dutlardan uzak yerlere iskân edilecek. 8 — Muahedenin tatbikatına dair anlaşmazlıklar zuhur ederse, komisyon­ lar kurularak sulh yoluyle halledilecek. 9 — İki tarafın almış olduğu esirler mutedil fidye bedelleri ödenmek suretiy­ le serbest bırakılacak. 10 — Padişah, katoliklerin âyinleri­ ni serbestçe icra ve kiliselerini tamirle­ rine mâni olnııyacak. 11 — iki tarafın tüccarları evvelce verilen ahidnâmeler gereğince korunanacak, 12 — ik i devlet yekdiğerine büyük elçiler gönderecek ve bu elçiler mera­ simle karşılanacak, elçiler devletlerinin şanına lâyık hediyeler getirecek. 13 — Bu sulh muahedesi yirmi beş sene için aktediimiş olup icabında iki ta­ rafın arzusu ile uzatılabilecektir. Lehistan île muahede \£ı ■tff'&td'ri/V1' ■ % & ..____________________ -J —'«*- Karlofça muahedesinin baştarafı ve Boigrad kadısı ile muhafızının tasdik İşa­ retleri (T.T.K. nun Osmanlı Tarîhi’nden. Yazan; Î. H. Uzurıçarşılı) Karlofça muahedesinin Lehistan ile aktedilen kısmı onbir maddeden ibaret olup, şöyle hulûsa edilebilir. 1 — Osmanlı devleti Podolya ve Uk_ rayna’yı tahliye ve Ukrayna hatmanlığmı lâğvedecektir. Türklerin Kamaniçeyi tahliyesi en geç bu yılın Mayısının onbeşindc bitirilecektir. 2 — Boğdan’ın eski sının iki devlet arasımdaki sınırı meydana getirecektir. 3 —• K m m hanı, kalgay ve nureddini, Boğdan beyi, Osmanlı hudut valisi Lehistan arazisine akın ve tecavüzde bulunmıyacak, muahede hilâfına tecavüz edenler şiddetle cezalandırılacak. 4 — Harp esnasında Boğdan’a gir­ 2270
miş olan Bucak ve sair yerler tatarları eski yurtlarına gönderilecek. 5 — Her iki devlet karşılıklı olarak tüccarları koruyacak, emniyet içinde ti­ caret yapmalarına müsaade edecektir. 6 — Esirler bedelleri ödenmek sure­ tiyle serbest bırakılacak. Leh muahedesinin mühim tarafların­ dan biri, Lehlilerin, her sene K ırım han­ lığına verdikleri verginin kaldırılması­ dır, Bu nokta, muahedenin beşinci mad­ desinde şöyle ifadelendirilmiştir: «Le­ histan eskidenberi müstakil devlet ol­ makla, devle t-i aliyye ve tâbi’i olan tai­ feleri tarafından herhangi bir talepte bulunularak her hangi bir şekilde ren­ cide edilmeye». V enedik ile m uahede Venediklilerle yapılan Karlofça m u­ ahedesi onaltı maddeden ibarettir. Şart­ ları şöyle hulâsa olunabilir: 1 — Mora yarımadası kale, liman, palanka, şehir, göl, dağ ve arazisi ile tamamen Venedik cumhuriyetine terke­ dilmiştir. 2 — Venedikliler işgal etmiş olduk­ ları înebahtı’yı tahliye edecek, Türkler de Preveze kalesini yıkacaktır. 3 — Ayamavra adası ile yanındaki küçük ada Venediklilerin olacaktır. 4 — Korent körfezinden her iki dev­ let de müştereken faydalanacak. 5 — Egine adası Venediklilerde ka­ lacak, Venediklilerin Zanta adası için veregeldikleri vergi de kalkacaktır. 6 — Dalmaçya’da Knin, Sin, Gabelâ, Çeklut (Cyelut), Vergoriçe (Vergarac), Verlice (Verlico), Delovar, Zadvar kaleleri Venediklilerde kalacaktır. 7 — Dubravenedik (Ragüza) beyle­ rinin arazisi Osmanlı toprağı ile çevril­ miş olacak Venediklilere terkedılen yer­ lerin burası ile ittisali bulunmıyacak. 8 — Hudutlarda âsâyişi bozanlar korunup saklanmıyacak cezalandırılmak üzere iade olunacak. 9 — Hudutlarda yeni kale yapılmıyacak. 10 — Venedik tüccarları harpten önce imzalanmış bulunan ticari ahidnâmelerden yine istifade edecek. Rusya ile muahede Rus Çar; Deli Petro’nun gayesi Ka­ radeniz'e açılmaktı, Azak kalesinin işga­ li ile çok büyük bir adım atılmıştı. Fa­ kat henüz Kerç yarımadası Türklerin elindeydi. Karlcfça’da Rus murahhası ile yapılan konuşmada Rami Mehmed Efendi Dniepr (Özi) ağzındaki Tagan (Dağan) kale, Nusret Kirman, Gazi Kir­ man ve Kılburun'un tahliye şartiyle Azak ve etrafının Ruslara bırakılabilece­ ğini bildirmiş, netice sulh muahedesi ye­ rine iki yıllık bir mütareke imzalanma­ sı şeklinde tecelli etmişti. Öteki devlet­ lerle muahedeler imzalanıp da Rusya yalnız kalınca, Çar Petro bu haliyle emellerini tahakkuk ettiremiyeceğini an­ ladığından elçi yollıyarak müzakere ka­ pısını açtı. 17C0 senesinde kendisine m u­ ahede imzalamak üzere selâhiyet verilen Rus elçisi Azak'tan bir kalyon ile İs- - •* 8 î î c «0»> ___________ „_____ »J--P Ç ■ >—•>*j j J jj • * ; -V* x I — * - • ¿¿.¿t • ■â * * •- • ^ s*? »!J -r-" j * • i >>*s) ---e---■ —;.... —t:—' ; ~ r jy -■ ¿X ~ 'X y S İ*'S ijr*~ 'S ıı *'■ IK3,1 Karlofça muahedesinin Temeşvar hududu kısmına ait parçası (T.T.K. nun Osmanlı Tarilıi’nden. Yazan; I.H. üzunçarşılı) 2271
tanbul'a geldi. Yine Râmi Mehmed Efendi ve İskerlet-zâde Aleksandr Mavrokordato’dan mürekkep Türk heyeti ile Ayasofya civarındaki sarayda yapı­ lan müzakereler (Tarih-i Raşid C: 2, S: 485-494} sonunda 15 Temmuz 1700 ta­ rihinde Ruslarla da muahede imzalandı. Ondört maddeden ibaret bu muahede hülâsaten şu şartları ihtiva ediyordu: 1 — ö zi suyu mıntıkasındaki Doğan, Gazi Kirman, Şahin Kirman, Nusret Kirman kaleleri Ruslar tarafından tahli­ ye olunacak ve bunların hisarları yıkıl­ mak şartiyle Türklerde kalacak. 2 — Azak kalesi ve cna tâbi yerler Huşlarda kalacak. 3 — Hudut m m tikalannda yeni ka­ leler inşa edilmiyecek. 4 — Çar’a tâbi Rus ve Kazaklar ge­ rek Kırım gerekse sair Osmanlı arazisi­ ne tecavüzde bulunmıyacak, Kazak şay­ kaları da Karadeniz’e çıkmıyacak. K ı­ rım tatarları da hiç bir suretle Rus ara­ zisine tecavüzde bulunmıyacak, Osman­ lI hükümeti tecavÜ2 ve akınların men'i hakkında Kırım hanına, kalgay, nureddin ve bütün Kırım beylerine sıkı emir­ ler verecek. 5 — Esirler mütekabilen salıverile­ cek, Tatarlarda bulunan esirler de fidye bedelleri ödenerek tedricen serbest bı­ rakılacak. 6 — Rus hükümeti İstanbul’da kapı kethüdası unvanı ile bir küçük elçi bu­ lunduracak, bu elçi diğer daimi elçile­ rin hakkını haiz olacakt.r. K arloîça muahedesinin Osmanlı tarihindeki mevki ve önemi Karloîça muahedesi, Osmanlı devle­ tinin hayatında bir dönüm noktasının tespitine im kân veren bir muahededir. Karloîça muahedesi ile Avrupa devlet­ lerine ilk defa geniş çapta erazi terke­ dilmiştir. Gerçi Osmanlı devleti ilk defn Karloîça ile arazi terletmiyordu. 1612 İstanbul veya Nasuh Paşa muahedesi ile de 1578-1590 fütuhatına ait arazi Iran’r. terkedilmişti. Nasuh Faşa muahe­ desi ile îcrkedilen arazi Karlofça’da el­ den çıkanlar kadar geniş ve Osmanlı idaresinde fazla kalmamış olduğu gibi o tarafta zamanla kayıplar tevali de et­ memiştir. Nasuh Faşa muahedesinde arazi kaybedilmekle beraber bu muahede­ nin İran’ı bir takım maddî ve manevi mükelefiyete tabi tutan tarafı vardı. Karloîça muahedesi, Osmaııiılsrın A v ­ rupa sınırlarında gerilemeye başladıkla­ rının kat’ı delilini teşkil eder. 1600 Zitvatorok muahe­ desi, OsmanlIların AvrupalI­ lara karşı askeri üstünlüğü­ nün sona erdiğini gösterme­ si bakımından ehemmiyet arzeder. Zitvat-rok'tan sonra «Duraklama Devri» ııe belirli şekilde girmiş olan Osmanlılar, siyasî sınırlarda umumi politikayı «mevcudu muha­ faza» esası üzerine tanzim etmekle beraber, bu devrede Girit, Uy vaı*, Podolya ve 'Ukrayna gibi yerler im ­ paratorluğa katılmıştı. Fa­ kat 1535 dan senra bir daha yeni ara~i fethine kat’î şekilde veda edilecektir. Kay­ bedilen yerleri istirdat için, vaki gayretle: Venedik ve Rusya’ya karşı peşinen müs(T. T. K. run Osmanlı Tarihinden. bet netice verecek, Avustur­ Yazan; î- H. Uzunçarşılı) ya karşısında yeni zayiatlgs
karşılaşacaktır. Binaenaleyh. Karlofçn muahedesi, OsmanlIların AvrupalIlar kar­ şısında miiteam z durumdan çıkarak te­ dafüi bir durum takınmalarının kesin başlangıcını teşkil etmektedir. OsmanlI­ lardan arazi koparmanın misalini gör­ müş olan Avrupa devletler: ve bilhassa Avusturya ile Rusya bundan sonra her fırsatta biraz daha toprak koparmayı gaye ittihaz edecekler, Avrupa’nın m ü­ him devletlerinin siyasi ve İktisadî men­ faatleri, zamanla şiddet kesbederek Csmanlı ülkesi üzerinde çarpışmaya bağlı­ yacaktır. İKİNCİ MUSTAFA ZAMANINDA MEMLEKETİN İÇ DURÜMC Muhtelif cephelerde uzun yıllar de­ vam eden harp süresince ağır fedakâr­ lıklara katlanıldığı ve mütemadiyen kan döküldüğü cihetle memleket derin sar­ sıntılara uğramıştı. Çeşitli sahalarda vu­ ku bulan sarsıntıların çoğu harp içeri­ sinde bilfiil tezahür etmişti. Harp bitip de iç meseleler üzerine daha iyi bir şe­ kilde eğilme imkânı buıununca, bilhas­ sa içtimai ve iktisadi bünyenin hayli zedelenmiş olduğu, daha doğrusu, harbin bu sahalarda yıkiCi bir tesir yapmış bu­ lunduğu görüldü. Harbin mağlûbiyetle bitme™ ve kan dökülerek alınmış toprak­ ların yabancılara terki milli izzeti nefsi de yaraladı. Şimdiye kadar hep etrafı­ na hükmetmiş olan Osmanlı devleti, ilk defa hasını lam ım kuvvet üstünlüğünü arazi terki suretiyle kabul ediyordu. Ay­ rıca, bugüne kadar kendilerine ehemmi­ yet verilmiyerek yukardan bakılan dev­ letlere dahil İngiltere ve Felemenk’ten sulhun temin edilebilmesi için mutavas­ sıt rol oynaması m bizzat Osmanlı devle­ ti istemişti. Netice itibariyle eskiye na­ zaran değişen hayli şeyler vardı. Bu de­ ğişikliğin harp dolayısiyle açıkça beli­ ren tarafı, artık kuvvet üstünlüğünün luristiyan Avrupa'ya geçmiş olduğuydu. Harbe nihayet verilip de memleketin iç işleriyle ilgilenme imkânı bulununca, ülkenin emniyeti meselesi üzerinde ilk plânda duruldu. Bu sırada, muktedir ve realiteleri kavnyan bir devlet adamı olan Amca-zâde Hüseyin Paşanın sada­ ret makamında bulunuşu iyi bir isabet teşkil etti. Tevessül olunan tedbirlerden anla-, şıldığıııa göre, Amca-zâde Hüseyin Pa­ şa artık Osmanlı devletinin eskisi gibi fetih ve taarruz harpleri yapamıyacağım sezmiş gibidir. Zira, Karlcfça muahede­ sinden sonra emniyet mülâhazasiyle hu­ dutların takviyesine çalıştığı görülmek­ tedir. Padişah ikinci Mustafa da bu ci­ het üzerinde durduğundan Tuna ve Tisa mıntıkasında Temeşvar ve Belgrad ka­ leleri, Bosna mıntıkasında Bihke (B ihaçj, Turla (Dnıestr) boyunda Hotiıı kaleleri tahkim edildi. Topçu, cebeci, yeniçeri ve yerli gönüllü askerleri konmak sure­ tiyle muhafızlarının miktarı arttırıldı. Ayrıca Azak denizi ağzında Kerç boğa­ zındaki Yenikale’nin tahkimatı arttırıl­ dı, boğazın Kafkasya tarafında kalan kısmında Tem rek mevkiinde yeni bir kale inşa edildi. Daha önce kaydedildi­ ği veçhile, daha harp sona ermeden Kuban nehri ağzında da bir kale yapılmış­ tı. Osmanlılara vergi veren Gürcü bey­ lerinden Açıkbaş, Dadvan, Guril beyle­ rinin Huşlara meyletmemeleri için ken­ dileri okşandığı gibi, bunları kontrol al­ tında bulundurması hususunda Çıldır beylerbeyinin dikkati çekildi. Diğer ta­ raftan bu taraftaki hudut kalelerinin ta­ mirine de tevessül olundu. Bazı eyâletlerdeki şekavet vc serkeşlik hâdiseleri Uzun süren harp esnasında cephele­ re asker bulmak için müteaddit defa «nefir-î ârn» yani eli silâh tutabilecek­ leri cepheye sevk usulü tatbik edildiği, masrafları karşılamak için vergiler ar­ tırıldığı için halk fazlaca mutazarrır ol­ muştu. Nefir-î âm ve fazla vergiler y ü­ zünden bazı köylüler çiftçini çubuğunu bırakarak saruea ve sekban teşkilatına katılıyordu. Bu vaziyet hem ordunun d i­ siplininin bozulmasına tesir ediyor, hem de Anadolu’da köyler tenhalaştığından şakilerin türemesine yol açıyordu. Ana­ dolu’da asayişsizliğin âmili, tabii sade­ ce bu değildi. Harp yüzünden hükümetin eyâletlere gereken alâkayı göstereme­ mesi inzibatsızlık hâdiselerinin mühim 2273
sebeplerindendi. Anadolu böy leyken R u­ meli'de de yer yer âsâyişsizlik ve şeka­ vet hareketleri mevcuttu. Rumelidekilerin esas sebebi, hıristiyan tebaanın düş­ manlar tarafından tahrik edilmesiydi. Daha önce belirtildiği üzere. Köprülü zâde Fazıl Mustafa Faşa, bu tahrikleri iktisadi yoldan, tesirsiz bırakabilmek, ay­ ni zamanda onların harp yükünden m a­ ruz kaldıkları sıkıntıları hafifletebilmek için bazı malî tedbirler almıştı. Karlofça muahedesinin imzasından sonra Ru­ meli’deki hayduk (tıaiduk) larla müca­ dele edildiği gibi sınır bölgelerindeki hıristiyan tebaaya bazı malî ve İktisadî ko­ laylıklar tanındı. 1696 yılında İkinci Mustafa saruca ve sekban teşkilâtının kaldırıldığını, bundan sonra vali ve san­ cak beylerinin kapılarında bu unsurları istihdam etmemelerini tenli İh etmişti. Köylülerin topraklarına dönmelerine te­ sir eden bu tedbirden başka sulhun te­ minini müteakip vergi yükü de hafifle­ tilince, şekâveti doğuran sebepler orta­ dan kaldırılmış oldu. Anadolu ve Rumeli tarafındaki eyâ­ letlerde görülen şeyler harp sıkıntıları ve idari hatalardan doğan ve halk ara­ sından ayrılan şahısların çıkardıkları âsiiik ve eşkiyalık hareketiydi. Halbuki daha uzak eyâletler olan Trablusgarb, Tunus, Cezayir ve Hicaz’da, başta bulu­ nan idarecilerin serkeşlik hareketleri gö­ ze çarpmaktaydı. Bunların dışında bir de Irak’ta Arab aşiretlerinin isyan sure­ tiyle devleti uğraştırdığı görülür. Tunus, Cezayir ve Trablusgaro’m başında bulunan idareciler merkezin emrini pek dinlemez ve serkeşçe davran­ maktan çekinmezlerdi. Bunların en ser­ keşi de Cezayir'di. Cezayir gemicilerini!' İzmir, Foça ve Kuşadasj tarafından as­ ker yazmalarını meneden Sultan Mus­ tafa, gerek bu hususa riayet edilmesi, gerekse Garb ocakları arasındaki müca­ deleye soıı verilmesi hususunda Cezayirdeki dayı, müftü, kadı ve yeniçeri ağa­ sına fermanlar göndermiş (İsmail Hak­ kı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi C: 4, S: 5] fakat bunun pek tesiri olmamıştır. Easra ve Şehrizor’daki hâdiseler Birinci Ahmed devrinden 1670 sene­ sine kadar geçen müddet zarfında Bas­ ra'da zaman zaman bir takım hâdiseler olmuş, sonra yirmi yıl süren bir sükû­ net devri görülmüştü. Fakat devletin ba­ tıda uzun harplerle meşgul olması dolayısiyle eyâletlerle lâyıkı veçhile alâka­ lan ilam ayınca Basra'da yine birtakım sı­ zıltılar görülmeye başlanmıştır. Vali ile Arab aşiretleri arasında anlaşmazlık şek­ linde başlıyan hâdiseler zamanla bu aşi­ retlerin isyanı şekline bürünmüş ve n i­ hayet vali öldürülmüştür, İkinci Musta­ fa’nın saltanatının ilk yılına rastlıyan 1695 senesi yazında Bakka ve Bağdad valilerine bu isyanı bastırmaları için emir ve onunla birlikte para gönde­ rildiği görülmektedir. Müntefik şeyhi Mani’nin hâdiseye karışması işi büyüt­ müş, sonra kardeşi Cafer ile birlikte bir hayli aşiret halkını başlarına toplamala­ rı Basra isyanının çabucak bastırılamıyarak uzamasına âmil olmuştur. Bağdad muhafızı vezir A li Faşa 1697 yazında K urnayı aldıysa da çekingen davrandı­ ğından Basra'yı âsi Arab aşiretlerinden kurtaramadı. Bunun üzerine Ali Faşa azledilerek Bağdad valiliğine Mısır va­ lisi İsmail Paşa tâyin edildi. İsmail Pa­ şa (Tarih-i Raşid C: 2, S: 355, 418, 429, 475, 486) Bağdad’a tâyin olununca ken­ di eyâletinden başka Diyarbekir, Şehrizor, Rakka, Musul tarafından da asker toplıyarak Basra’yı âsilerden kurtarması bildirildi. Lâkin bu arada İran'dan ge­ len bir elçi Basra’nın anahtarım getirdi. Böylece Basra’nın İran işgaline düşmüş olduğu görüldü. Basra’nın sahip değişti­ rir hale bürünmesi, İran nüfuzuna tâbi bataklık bir bölge olan Hüvevza’nın hâ­ kimi Farac-ullah Mani’nin burayı zap­ tetmesi neticesinde vuku buluyordu. Onuıı içindir ki, Basra yüzünden iki dev­ letin münasebeti pek bozulmadı. Basra’da vaziyet böyleyken, Bebe Süleyman namında birinin etrafına bir sürü aşiret halkı toplıyarak Şehrizor ta­ rafında isyan ettiği ve hattâ İran arazi­ sinde de bazı yerleri zaptettiği görüldü. Karlofça muahedesi imzalanıp da suihe kavuşulunca Bağdad valisi Haşan Paşa­ nın seraskerliğinde Bebe Süleyman üze­ rine kuvvet sevkedildi. Haşan Paşa bunjları mağlûp edince Bebe Süleyman, Hakâri ve oradan da Van tarafına kaçarak 2274
,/C.IN I I E, 1 .Wt\V3 izini kaybetti. Maiyeti erkânı yakalana­ rak başlan kesildi. Daltaban Mustafa Paşa Bağdad va­ liliğine tayin edilince, bu tarafı nizama sokmak ve bilhassa Basra işini hallet­ mek üzere esasi: faaliyete geçti. Bunun için merkezin emriyle bir seter hazırlığına girişileli. Birecik tersanesinde irili ufaklı ISO adet nehir vasıtası inşa edil­ di. Daltaban Mustafa Faşa kendi eyâle­ ti askerinden başka Diyarbekir, Kara­ man, Sivas, Haleb, Şehrizor, Amasya ve Birecik askerlerini de alarak Basra'ya doğru (Tarih-i sefer-i Basra, Esat Efen­ di kütüphanesi no: 2062) ilerleyince Arab kabile şevlileri birer birer gelip de­ halet ettiler. Daltaban Mustafa Paşa ön­ ce Kurna’yı ele geçirdi. Basra’daki İran muhafızı Davud Han acele kaçtı ve böylece Basra da alındı (Şubat 1701). Mus­ tafa Paşa Arab şeyhlerinin bazısını af bazısını da cezalandırmak suretiyle yola getirip buraları sükuna kavuşturdu. O n­ dan sonra da beııdler yaptırarak araziyi eskisi gibi ziraat yapılabilir hale soktu. Şerif Said in Mekke emiri tâyini Osmanlı idaresine girdiğinden beri Hicaz mıntıkasına şerif soyundan gelen kimseler emir tâyin edilmekte idi. H ü­ kümet, İslâm m mukaddes beldeleri ve ci_ varında kan dökülmesini istemez, bu yüzden pek muzlar kalmadıkça buraya kuvvet sevketnıezdi. Osmanlı hükümeti­ nin dini duygularla Hicazdaki idareci­ lere karşı böyle müsamahalı davranma­ sına mukabil şerif ailesi arasında geçim­ sizlikler. birbirinin elinden idareyi al­ malar ve kan dökmeler eksik olmazdı. Onvedinci asrın ilk yarısı içinde devlet Irası harpleri, celâli isyanları, asker ayaklanmaları ve nihayet saltanat tebed­ dülleri ile fazlaca meşgul olduğundan Hicaz işleriyle lâyıkı veçhiyle ilgilenemetniş vö umumiyetle idareyi ele geçire­ nin emirliğini tasdik etmişti. Bu devre­ de sık sık Mekke şeriflerinin değiştiği görülmüştür. Yine bu devrede şerifler arasında Cidde’ye hücum ederek bura­ daki sancak beyini öldüren kimseye rast­ lanmıştır. Hükümetin pek çeşitli şeyler­ le meşgul bulunduğu yıllarda Mekke şe­ riflerinin tâyin ve azilleri âdeta Yemen’e gidip dönen paşaların ve Mısır valilerinin tesir ve müdahaleleri ile ya­ pılmıştır. Köprülülerin sadareti devrin­ de Mekke şeriflerinin kavga ve mânâsız hareketlerine meydan verilmemeye ça­ lışılmışsa da Viyana bozgunundan sonra devlet yıpratıcı bir harbe girince Hicaz­ daki işlere pek alâka gösterilememiştir. 1692 yılında ikinci defa Mekke emiri ol­ muş buiunan Şerif Saad, Fazıl Ahmed raşa'nın sadareti devrine rastiıyan ilk emirliği sırasında tüccar eşyalarını so­ yan ve hükümetin gönderdiği sürreyi gasp, Cidde'yi işgal edeıı bir kimse idi. Bu hareketlerinden dolayı azledilmiş oian bu adam çöl arablarından bir hayli kimseye istinat ettiği cihetle, 1692 de ikinci, 1694 de de üçüncü deia olarak şerifliği mecburen tasdik edilmişti. Karloîça muahedesi imzalandığı sı­ rada Mekke emirliğinde Şerif Saad b u ­ lunmaktaydı. Sulh teessüs edip de im ­ paratorluğun her taralında sükûnet y ıl­ ları başladığı zaman şerif Saad da bir hayli yaşlanmış vaziyetteydi. Nihayet şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin oğlu Mustafa Efendi’nin tavvussutu ile <Tarih-i Raşid C: 2, S: 559) Saad’ın yerine oğlu Şerif Said Mekke emiri tâyin edil­ di (Ekim 1702). Eski emir Saad’a Cidde gümrüğünden 20 bin kuruş tekaüdüye bağıandiOsmanlı devleti sulhe kavuşmakla beraber şerif ailesi içindeki ihtiraslar ve emirlik için mücadele huyu ortadan kalk­ mamıştı. Nitekim Said’in yerine geçmek isteyen Şerif Abdülmuhsin bin Ahmed ibıı-i Zevd faaliyete koyuldu. Cidde sancak beyinden de kuvvet almak sure­ tiyle Said’in yerine konmak üzere Mek­ ke'yi işgal ettiyse de, hükümet Şerif Abdülkerim bin Mehmed’i emir yaptı (Temmuz 1704). Bu hareketler sırasın­ da Mekke’den kaçmış olan eski emir Sa­ id’in babası Saad çöl arablarından top­ ladığı kuvvetlerle Mekke’yi işgal etti, ihtiyarlığına rağmen dördüncü defa emirliği elde etmiş duruma gelmiş olan bu adam, Mekke’yi işgalinden onsekiz gün sonra öldüğünden emirlik yine oğ­ luna kalmış oldu. Fakat hükümet bir kaç ay sonra Abdülkerim bin Mehmed'i emirliğe getirdi (1705). 2275
EFLAK VE BOĞDANIN DURUMU Karlofça muahedesi ile meydana ge­ len sınır değişikliği, Eflak ve Boğdan üzerinde şimdi daha başka türlü dikkat gösterilmesini gerektirdi, Osmanlılarm yüksek hâkimiyeti altında bulunan bu haraçgiizar beylikler Karlofça barışından sonra Erdel arazisinden Avusturya ile hem hudut olmuşlardı. Erdel ve Maca­ ristan Osmanh hâk imiy etindeyken Eflak geride kalmakta ve AvusturyalIlar bu­ raya el atip tecavüzde bulunamamak­ taydı. Böyle olduğu halde, bu memleke­ tin voyvodası el altından AvusturyalIm tahrikine maruz kalmakta, hattâ gizliden işbirliğine niyetlendiği zamanlar olmak­ taydı. Avusturya Eflak ile smır hale ge­ lince tahriklerin eskisinden daha mües­ sir neticeler vermesi ve voyvodaların onlara daha çabuk âlet olması ihtimali beliriyordu. Ayrıca, Avusturya tecavüzü takdirinde, ilk plânda müdafaası gere­ ken bir durum hasıl olmuş bulunuyordu. Eflak arazisine düşman ayağı basınca tahrikler ve icabında düşmanla işbirli­ ğine teşebbüs meselesi nezaket arzetmig olacaktı. Boğdaıı’m durumu da Eflak’inki gibi olmakla beraber ondan biraz farklı ta­ rafları da vardı. Boğdan’m evvelce Le­ histan ile sınırı mevcuttu. Lehistan’ın kuvvetli devrinde Boğdan’a karşı Lehis­ tan'ın tecavüzü ve dolayısiyle bir Leh tehlikesi mevzuubahis olabilirdi. Lâkin, Kırım süvarilerinin bir yumruk halin­ de Lehlerin tepelerinde duruşu, Boğdan için bir Leh tehlikesi düşünce hattâ şüp­ hesinin doğmasına meydan vermiyordu. Fazıl Ahmed Paşa’m n sadareti sırasında Podolya arazisi Osmanlı sınırları içine alınınca Lehistan hududu geride kalmış, hattâ bir de Ukrayna haîm anlığmın teş­ kili ile Lehlerin Boğdan’a girebilmeleri imkânı çok daha fazla güçleşmişti. Ne çare ki, Boğdanın emniyeti için pek mühim bir garanti teşkil eden bu du­ rum pek uzun müddet devam edememiş­ tir. Üstelik, Lehler zayıflarken Rusların kuvvetlenmesi, hem de Leh kuvvetiyle kıyaslanamıyacak derecede onlardan üs­ tünlüğe doğru koşmaları Boğdan’m em­ niyetini tehdit edecek başka bir büyük devleti karşımıza çıkarmıştır. Avusturya harbi sırasında Kırım süvarilerinin bir hayli yıpranması, üstelik Karlofça mua­ hedesiyle Lehistan ve Ruslara karşı akınlarm m men’i, Boğdan’a da Eflak ka­ dar İdarî dikkat gösterilmesi lüzumunu ortaya koymuştur. Karlofça muahedesinden sonra Eflak ve Boğdan için bu hakikatla karşılaşılın­ ca, Osmanlı devleti bu memleketlere tâ­ yin edilen voyvodaların seçiminde de­ ğişik bir sisteme gitti. Her iki memle ketin voyvodası da yerli beyler arasın­ dan tâyin edilirdi. Voyvodaların zaman zaman düşman­ la işbirliği etmiş olmalarına yeni ih a ­ netlerin eklendiği görülünce yerli bey­ lerden gelen voyvodalara itimad edile­ medi. Bunun üzerinedir ki, Üçüncü A h ­ med zamanında Eflak ve Boğdan’a İs­ tanbul’daki Fenerli Rum beylerinden voyvoda tâyin edilecek ve bu usul Ro­ manya prensliğinin teşekkülüne kadar sürecektir. AvusturyalIlarla harp başladığı za­ man Eflak voyvodalığında Kostantin Brankoveanu (Costantin Branccveanu) bulunuyordu. Brankoveanu 1690 t a r i h i ­ ne kadar Türk kuvvetleri ve TököIİ £mre ile beraber Erdel tarafında Avustur­ yalIlarla çarpıştı. Ondan sonra muhare­ belere bilfi’il katılmadıysa da hükümete karşı vergi, iaşe temini, kalelerin tamiri gibi mükellefiyetini muntazaman yerine getirdi. Bu arada A v u s t u r y a l I l a r ile de iyi geçinen, hattâ onlara gizliden zahire vermiş olmasına rağmen, mükellefiyet­ lerini ifası dolayısiyle iyi tesir uyandır­ mıştı, Bu yüzden 1703 Mayısında İstan­ bul’a davet edildi. Bu voyvodaya karşı iyi hisler besleyen Sultan İkinci Musta­ fa kendisini kaydı hayat şartı ile voyvo­ da tâyin etti. Avusturya harbi başladığı zaman Boğdan voyvodası Jorj Duka (Gheorghe Duca) idî. Kara Mustafa Paşa’nın emrin­ deki kuvvetler arasında Viyana muhasa­ rasına katılmış olan Duka’dan sonraki voyvoda Kostantin Kantemir (1685 1393) Boğdan’a şöçederek hıristiyanlığı kabul etmiş bulunan bir tatar ailesine mensuptu. Bunun ölümü üzerine daha önceki voyvoda Duka’nın oğlu Kostan-
tin voyvoda yapılmış (1694), iki yıl son­ ra da Kostantin Kantemir’in oğlu Antiyoh Kantemir tâyin edilmiştir. Karlofça muahedesinin imzalanması bu voyvo­ danın zamanına rastlamaktadır- Antiyoh’un bu ilk voyvodalığı 1700 Ağusto­ suna kadar sürmüş, bunu takiben de Kostantin Duka ikinci defa voyvoda ya­ pılmıştır. Edirne vak’asmın dağdağası devam etmekteyken azlolunan Duka’nm yerine hükümet doğrudan doğruya bir kimseyi tâyin etm iverek, Boğdan beyle­ ri arasından bir kişinin seçilmesini iste­ miştir. Boğdan halkı da İstanbul’daki Rum zenginlerinden Mihail Hakoviça’vı seçmiştir. Rakoviça 3 Ekim 1703 te Yalıköşkü’nde padişah tarafından kabul edildikten sonra Boğdan’a gönderilmiş­ tir. K IRIM HADİSELERİ Karlofga muahedesi Kırım için men­ fî ve ağır neticeler verdi. Evvelâ Leh ve Rusların Kırım hanlığına ödedikleri (2126 ve 213S uncu sayfalara bakınız) vergi kalkıyordu. Bu, Kırım hanlığı için mühim bir gelir kaynağının kesilmesiydi. Bundan daha önemli olarak da, ta­ tarların akın ve çapul hareketleri men ediliyordu. Bu men hükmünden ziyana uğnyan ise bizzat K ırım halkıydı. Zira, K ırım lıların geçinme tarzlarında yağma ve çapulun çok mühim hissesi mevcut­ tu. Sulh zamanında yapılan çapullarda ele geçirilen mal ve esirler Kırım ta­ tarı için bir maişet mevzuu teşkil eder­ di. Demekki Karlofça muahedesi Kırım; tatarının pek mühim bir geçim kayna-! ğmı kurutmaktaydı. Sulh zamanında lü ­ zum hissedildikçe akıtı ve çapula çıkıl­ ması Kırım süvarisini iyi binici, hare­ ketli ve cesur yapıyor, hattâ bu hal on­ lar için bir talim yerine de geçiyordu. Akın ve çapulun ortadan kalkmasiyle Kırım süvarisi âtıl kalmaktan dolayı ce­ saret ve atılganlığından da bir şeyler kavbedecekti. Devlet G iray’ın hanlığı ve Gazi G iray isyanı. Kahraman bir kimse olan Hacı Se­ lim Giray 1699 yılı ocak ayı içinde üçiincü defa olarak hanlıktan çekilince, kendisinin de arzusu üzerine oğlu Dev­ let Giray K ırım hanı oldu. Selim Giray­ ın Devlet Giray’dan başka Şahbaz, Ga­ zi, »Saadet ve Kaplan Giray adında ye­ tişkin dört oğlu daha vardı. Cesur ve cenkci bir kimse olan ve Osmanlî hükü­ met erkânınca da sevilip tutulan Şahbaz Giray’ı kendisine rakip gören Devlet G i­ ray bir fırsatını bularak (Tarih-i Raşid C: 2, S: 506) zehirletti. Devlet Giray’ın kendisi de hareketli ve atılgan bir şah­ siyetti. Han olduktan sonra kardeşleri­ nin bîr kısmı ile geçinemedi. Bu geçim­ sizliğin altında daha ziyade Karlofça m u­ ahedesinin ortaya koyduğu yeni şartlar gizliydi. Akının menedilmesi en mühim dâva idi. Onaltı yıllık bir harpten son­ ra sulhe yeni kavuşmuş bulunan Osman­ lI hükümeti akın ve çapulun tekrar bir harbe yol açmasını asla istemiyordu. Vaziyet böyleyken Devlet Giray’m nureddini yani ikinci veliahdı olan Gazi Giray kendisine bağlı bazı nogay beyle­ rinin teşviklerine de kapılarak Lehis­ tan’a akın yapmak istedi. Tarih-i Raşidin kaydına göre bu akını yaptı ve aldığı esir ve ganimetle Bucak’a geldi. Gazi Giray Devlet Giray ile de geçinemiyor ve ona itaatsizlik gösteriyordu. Bu yüz­ den iki taraf çarpışacak hale geldiği sı­ rada ö zi valisi Yusuf Paşa ile Kefe va­ lisi Murtaza Paşa hâdise mahalline gön­ derildi. Nogay beylerine güvenerek Dev­ let Giray’a itaatsizlik eden ve onunla muharebeye kalkan Gazi Giray'ı Osmanîı hükümeti de ayrıca başka yönden suçlu görüyordu. Zira, Lehistan ve Boğdan’da çiftlikler tesis etmiş olan tatar­ ların eski ve asıl yurtları olan Bucak'­ taki Halil Paşa yurduna dönmeleri Kar­ lofça muahedesi şartlarından iken, Ga­ zi Giray muahedenin bu maddesini iki yıîdaıı beri tatbik ettirmiyordu. Onun için, iki kardeşin yekdiğerîyle büyük çap­ ta bir muharebeye girmeleri önlendikten sonra Gazi Giray hanlık vaadi ile Edir­ ne’ye getirilerek kapıarasmda hapsolundu... Sonra da Rodos’a sürgün edil­ di. Bu sırada Devlet Giray’m diğer bîr 2277
kardeşi olan Kaplan Giray da hanın kendisine bir şey yapabileceğinden kcr-' karak İstanbul'a geldiğinden Boğaz hi­ sarında oturması emrolundu. Gazi Giray hâdisesi bu şekilde hal­ ledildikten sonra Devlet Giray hüküme­ tin emrine de uymak suretiyle 3ucak'‘taki nogavlan alarak K ırım ’a götürdü. Halil Paşa yurdunda kalanlar ise, Özi valisi Yusuf Paşa’nın tazyiki karşısında Boğdan ve Lehistan'a tecavüzde bulun­ mamayı (Tarih-i Raşid C: 2. S: 50S), vergilerini muntazaman ödemeyi, sefer­ lerde istendiği miktarda adam vermeyi, Boğdan arazisinde bulunanları da eski yurtları olaıı Halil Paşa yurduna naklet­ meyi kabul ile itaatlarım bildirdiler (Temmuz 1701). K irim hanının muahedeyi ihlâl niyetinden doğun hâdise Tarih-i Raşid (C: 2, S: 565) deki iiade iler *bilcümle tatar aşiret ve kabilele­ ri geçim hususunda ziraat ve ticaretle uğraşmayıp geçim ve kazançları mahza yağma ve çapul olmağla Moskof ve Leh ile Devlet-i aliyyenin musalehalarından o kadar mahzuz olmadılar». Kısacası, çapul ve yağma Kırım tatarı için bir ge­ çim kaynaği teşkil etiiğindeıı, Kariofça muahedesinden halk memnun olmadığı gibi K ırım ’ın idarecileri de memnun kalmadılar. Gazi Giray hâdisesi esna­ sında Lehistan'a yapılan akını tecviz et­ mez görünerek hakiki niyetini gizleyen Devlet Giray, bu defa üstü kapalı hare­ ketler ve bir bahane icadı suretiyle Rus­ ya’ya karşı harekete geçmek istedi. Csmaııh devletini bir emrivaki karşısındp bırakmaya uğraşırken elaltından Sadrıâzam Daltaban Mustafa Paşa ile anlaş­ mıştı. Devlet Giray, Rusya'ya karşı yapı­ lacak hareketi tatarlara geçim malzeme­ si temin etmek için, Daltaban Muştala Paşa da harp fırsatından faydalanarak rakip gördüğü kimseleri padişahın m u ­ hitinden uzaklaştırabilmek için istiyor­ du. Devlet Giray, sadrı âzamdan teşvik mektubu alınca kalgay Saadet Giray'ı mühim miktarda kuvvetle Bucak tara­ fına yolladı. Ondan sonra da Rusların Kırım ’a yakın bir yerde kuvvetli bir ka­ le yaparak içiı:e asker koymuş olduk­ larını. K ırım a tecavüz niyetinde bulun­ dukların; bildirdi. Özi valisi vasıtasıyla gönderilmiş olaıı bu mektup Edirne'ye gelines hanın icraatı şüpheyi ceîbeiti. Zira, şimdiye kadar bir tehlike vukuun­ da vaziyet hükümet merkezine duyurulur ve merkezden alınacak emre göre asker toplanır ve gereken yere sevkcöiiirdi. Halbuki şimdi asker toplanıp sevkedilivor, ondan sonra variyet bildiriliyordu. Bunun için, bir taraftan Kırım hanın­ dan vaziyet tekrar sorulurken, öte yan­ dan da o sırada Edirne'de bulunan Rus elçisine müracaat edildi. Rus elçisi : «— Tatar askeri bizim ile sulhü is­ temezler. Zira onların geçimi çapul ve yağma ile olagelmiştir. Bizim Çarımızın sulhe aykırı işi yoktur ve beni sulhun tekidi için göndermiştir. Kırım'a yak.n olarak inşa edildiğinden bahsedilen ka­ le, Ur-kapı’sından kırk saat uzaklıkta bir yerdedir. Potkalı kazağı bizim dos­ tumuz olduğundan onları muhafaza için bir kale yaptık. Deniz tarafına büyük kalyonlar ve kayıklar indirmişler şek­ lindeki sözlerinin de aslı yoktur. Karp sırasında oniki tane kalyon Azak önüne gönderilmişti, geriye götürmek imkânı bulunamadığından orada kaldılar. Kapıcıbajılariiıızı gönderin, sözümüzün aksı çıkarsa elinizde., im. nasıl bilirseniz Öy­ le yapın. Aza-: ünündeki oniki kalyonu parası iie size satalım!- dedi. Rus elçisinin sözlerine inanıldığı ve zaten alâmetler de elçiyi doğrulayıcı manzara arzettiğinden, Kırım hanına ra ­ hatça verinde oturn-ası ve Saadet Giray’ı da K ırım ’a çağırması hususunda emir gönderildi. Fakat Devlet Ciray bu emri dinlemediğinden Selim Giray Edir­ ne'ye çağrılarak dördüncü defa han tâ­ yin edildi (23 Aralık 1702). Devlet Giray’ın hareketi basit bir küstahlık şeklinden çıkarak bir isyan haline bürünmüş bulunuyordu. Zira Devlet Giray’ın Kırım'dan hareketle Sa­ adet Giray’a iltihak edeceği, şayet Ruslara tecavüzüne izin verilmezse Osman­ lIlara itaattan çıkarak Bucak tatarlarını zorla kendisine bağlayıp Kili ve İsmail taraflarını vuracağı, hattâ Tuna’yı geçe­ rek İstanbul üzerine yürüyeceği hab-r alınmıştı. Bu haberden sonra Özi valisi 2278
Yusuf Paşanın seraskerliğiyle Saadet G i­ ray üzerine kuvvet şevkine teşebbüs edildi. Rumeli eyâleti, Arnavutluk ve Tu­ na boyu taraflarındaki sancakların as­ kerleri de Özi valisinin emrinde birleşe­ cekti. Hattâ bununla da iktifa edilmiyerek İstanbul’dan on oda yeniçeri, bin beş yüz kişilik kalyon levendi Yusuf Paşa­ nın yanına sevkedildiği gibi (Tarih-i Ra­ şid C: 2. S: 570} ayrıca Balkan dağları­ nın ötesinde kalan yerlerden nefîr-ı âm suretiyle asker toplanmasına dair emir çıktı. Sinop. Trabzon ve Giresun kıyıla­ rının muhafazasına dikkat olunması hakkında da bu sahillerdeki vazifelilere emirler gönderildi, tşin gayet geniş çap­ ta tutulması karşısında, tatarlarla değil Ruslarla bozuşulmuş olabileceğine dair İstanbul balkı arasında dedikodular do­ laşmaya başladı. Devlet ve Saadet Giraylara karşı bu hazırlıklar ikmal edilirken, dördüncü defa hanlığa tâyin edilmiş olan Selim Giray da oğullarından Gazi Giray71 kalgay, Kaplan Giray’ı da Nureddin yapa­ rak K ırım ’a gitmek üzere yola çıktı. Ga­ zi ve Kaplan Giraylar babalarından ön­ ce K ırım ’a vasıl oldular. Böylece Dev­ let Giray babasının han tâyin edildiğini, katli hakkında fetva verilmiş olduğunu, ayni zamanda kendisinin güvendiği Sadrıâzam Daltaban Mustafa Paşanın idam edilmiş bulunduğunu öğrenince plânla­ rı alt üst hâle geldi. Etrafındaki kuvvet­ ler dağıldı. Neticede otuz kırk kişilik adamı ile Çerkezistan’a kaçmaktan gayrı çare göremedi. Devlet Giray’ın arkasın­ dan Saadet Giray da Bucak tarafından ayrılarak Çerkezistan’da soluğu aldı. Böylece nazik bir manzara arzeden Dev­ let Giray meselesi hükümetin sıkı dav­ ranması sayesinde kanlı hâdiselere m a­ hal kalmadan atlatılmış oldu. Yine h ü ­ kümetin bu şekildeki davranışı dolayı siyle tatar süvarileri sulh zamanlarında Leh ve Rus topraklarına çapul ve yala­ ma tecavüzünde bulunamadılar. KA RLO FÇA MUAHEDESİNDEN SONRAKİ İSLAH VE DÜZENLEME HAREKETLERİ Onaltı seııe süreıı harp memleketin İktisadî, mali hayatında sarsıntılar, as­ keri nizamlarında mecburî ihlâller mey­ dana getirmişti. Daha önce de yeri gel­ dikçe işaret edildiği veçhile, bu yorup yıpratıcı harbin muazzam masraflarının karşılanabilmesi için zaman zaman ver­ giler artırılmış, bu yüzden halkın sıkın­ tısı da çoğalmıştı. Meselâ 1696 yılında tütün resmi artırılmış, evvelce «Vardar yenicesi» denen tütün nev'inin bir ok­ kasından on akçe, «Kırcaali ve kaba» tâ­ bir edilen nev’inin okkasından dört ak­ çe alınırken, bu defa birincisinden kırk, İkincisinden yirmi akçe (Tarih-i Raşid C: 2, S: 377) alınmaya, tütün tarlaları­ nın beher dönümünden de bir altun ver­ gi tahsil olunmaya başlanmıştı. Hâzine­ ye gelir temin etmek için yapılan bu vergi zammı ertesi yıl kahveye tatbik olunmuştu. İkinci Süleyman zamanında ihdas edilen kahve ve resmi «bid'at-i kahve» adı altında kahvenin beher ok­ kasına beşer akçe daha konmak suretiy­ le arttırılmıştı. Osmanlı imparatorluğu sınırlan da­ hilinde ilk defa ayarı bozuk ve vezni noksan altun Kahire'de darb edilmişti. Harp yüzünden bilhassa Anadolu, İstan­ bul ve Rumeli’de İktisadî şartlar bozu­ lunca açıkgöz tüccarlar İstanbul altununu toplamaya koyulmuş, böylece İstan­ bul piyasasına düşük ayarlı Mısır altunu akmaya başlamıştı. Bu vaziyet kar­ şısında hükümet düşük altunların 110 tanesini 100 altun karşılığında toplata­ rak hicrî 1108 (Milâdî 1696-1697) yılın­ da tam ayarlı ve üzerinde tuğra bulu­ nan «Tarih-i Raşid C: 2, S: 383» altun sikkeler bastırmıştı. Osmanlı imparator­ luğunda ilk tuğralı altun bunlardır. Tuğralı altun darbından sonra gümüş sikkeler de basılmış ve eski kuruş zolota (Tarih-i Raşid’de C: 2, S: 393, zolota tâbiri ilk defa bu münasebetle geç­ mektedir) piyasadan kaldırılarak onun yerini tuğralı yeni kuruş zolotalar al­ mıştı. Karlofça muahedesi akdedilip de harp masrafları ortadan kalkınca sıkıntı için­ de kıvranan halkın huzura kavuşturul­ ması için fazla vergiler kaldırıldığı gibi 2279
o zamana kadar ödenemeyen ve halkın zimmetinde görünen harp tekâlifi affe­ dildi. Zimmet görünen bu tekâlif üçbiıı seksen beş kese (Tarih-i Raşid C: 2, S: 477) tutuyordu. Devr baha, hil'at baha, zahire baha ve sair nam altında vergi toplanmaması için vilâyetlere tebligat yapıldı. Bu fevkalâde ahval vergilerinin kaldırılmasından başka, hududa yakın olmaları ve kısmen harp içinde yaşa­ maları dolay isiyle Tamşvar ve Belgrad eyâletleri hıristiyan halkının 1111 (M i­ lâdi 1099-1700) yılına ait cizyeleri affe­ dildi. Birtakım vergilerin lâğvma rağ­ men, harp masraflarının ortadan kalk­ ması ve tasarruf tedbirleri sayesinde bütçede düzelme teessüs etmekteydi. İs­ tanbul Belediye kütüphanesinde O. 4 numaraya kayıtlı «1110 hicride tanzim olunan varidat ve masarifi umumiye ic­ mal defterimden öğrendiğimize göre, bütçede artık muvazene meydana gelme­ ye başlamıştı. Bütçe muvazene yoluna girince, evvelce yangınla harap olmuş bulunan yeniçeri kışlalarından yetmiş sekiz adet yeniçeri odası inşa ve tamir edilerek bu iş için (Tarih-i Raşid C: 2, S: 482) îkiyüz on iki kese akçe sarfedildi. Ayrıca bazı kalelerin ve Mekke-i Mükerremenin tamiri için para tahsis olunabildi. Bu malî ıslah ve düzenleme hareket­ lerinde Sadrıâzam Amca-zâde Hüseyin Paşa’nın epeyce rolü olmuştu. Harbin durması ile pekçok kimseler köylerine döndüğü, fazla vergiler de kaldırıldığı için bilhassa ticarî hayat canlanmaya başladı. Htikûmet halkın müstakil duru­ ma geçebilmesi için bu tedbirleri alır­ ken gezginci yürük ve kürt aşiretleri­ nin iskânı işini de ele aldı. Harp İçeri­ sinde 1696 yılında Mamalu Türkmenleri Anadolu müfettişi Yusuf Paşa ve Bozok kadısı vasıtasıyle Bozok tarafına, daha bazı aşiretler de (Başvekâlet arşivi Mühimme defteri no: 103 S; 142, no: 112, S: 121, no: 114, S: 127) İçel bölgesine ve Kıbrıs'a yerleştirilmişti. Harpten sonra da yine gezginci aşiretlerin Urfa, Malat­ ya bölgesi ile Antalya, Alâiye ve Manav­ gat tarafına iskân işleriyle meşgul olun­ du. Aşiretlerin bir yere iskânı hem iç­ timai nizamda düzelme, hem de İktisadî hayatta daha faal olmalarını sağlıyor­ du. Rami Mehmed Paşa da sadrıâzamlığı sırasında İktisadî mevzular üzerinde durdu. Bu cümleden olarak Selanik ve Bursa imalathanelerine emir vererek çu­ lla ve ipekli dokutturdu ve bu nevi ku­ maşların Avrupa'dan ithalini m en eti i. Evvelâ bu sanat erbabının mümessille­ rini Edirne'ye çağıran Rami Mehmed Paşa (Tarih-i Kaşiö C: 2, S: 587). bu kumaş nevilerinin ham maddelerini A v­ rupalIların memleketimizden satın alış­ larına dikkati çekti ve memleket ihtiya­ cını içerden karşılıyacak derecede ima­ latta bulunulmasına dair emrini verdi. Askerî sahada düzenlem e Harpten sonra mali ve İktisadî sa­ hadaki ıslah ve düzenleme hareketinden başka askeri sahada da bazı tedbirlere tevessül olundu. Evvelâ kapıkulu aske­ ri ele alındı. Harp dolayısiyle bu sınıf askerîn mevcut kanunlarına pek riayet edilmeden ocağa asker alınmıştı, ih ti­ yaç yüzünden her sınıf halktan «be dergâh* adı ile ocağa asker alınırken bunların ehliyet ve talimli bulunmaları ciheti ister istemez ihmal edilmişti. Ta­ b ii bu hal kapıkulu askerinin kalitesini düşürmüş ve disiplinlerinin bozulmasına âmil olmuştu. Talim sizlik ve disiplinsiz­ liğin mağlûbiyetlerde bir hayli hissesi mevcuttu. İhtiyaç dolayısiyle ocağa pek fazla sayıda insan da kaydedilmişti. Harp durduktan sonra bunların ıslahı cihetine gidilirken evvelâ sayıları azal­ tıldı. 1701 temmuzunda neşredilen bir fermanda (Başvekâlet arşivi Mühimine Defteri no: 111, S: 617); ocağa dışardan adam alınmasının nizamları bozduğuna işaret edildikten sonra bu tarzda asker kaydı menediliyor ve daha bazı sebepler zikredilmek suretiyle ocaktaki asker sa­ yısının azaltıldığı kaydolunuyordu. Bu fermanın neşrinden önce yeniçeri mev­ cudu yetmişbinin üstünde iken tensika­ tı müteakip 34 bine inmiş bulunuyordu. Ayrıca topçu ve cebeciler de azaltıldı. Karlofça muahedesinden önce top atıcı­ ları olan topçu ocağı mevcudu altı bine yakınken muahededen sonra 1250 ye (İ. H. Uzunçarşılı, Kapıkulu ocakları C: 2, S: 22 ve 71) cebeciler de 2400 a indi­ rildi. Uzun süren harp kapıkulu askerin­ 2280
den başka tımarlı sipahi nizamlarının bozulmasına da sebep olmuştu. Bunun için muahedenin aktinden soııra bütüıı tımarların beratları gözden geçirildi. Dirlik kayıtlarındaki hata ve sakatlıklar düzeltildi. Sonra, sipahilerin mutlaka sancaklarında oturmaları ve harp vuku­ unda alaybeyiııin emri altında sefere iş­ tiraklerine, alaybeylerinin de ufak se­ beplerle Umar ve zeametlerde değişik­ lik yapmamalarına dair fermanlar çıka­ rıldı. Bu arada esas mühim ıslah hareketi donanmada yapıldı. Kapıkulu ve tımar­ lı sipahi teşkilâtındaki düzenleme daha ziyade harbin ve ihmal yıllarının mey­ dana getirdiği aksaklıları düzeltme ha­ reketiydi. Halbuki donanmada yapılan şey, sakatlıkları düzeltme sınırını aşarak yeni bir devreye girilişi tespit ediyordu. Bu, donanmada kürekli gemi esas; yeri­ ne kalyon yani yelkenli gemi esasının kabul edilmesini, donanmanın bahriyedeıı yetişme ellerde bulunmasını, terfi ve tekaütlük işlerinin düzenlenmesini müm­ kün kılan donanma kanunnamesinin neş­ redilmiş olması idi. S u lta n İk in c i M u stafa'n ın gençlik d e v ri­ ne a it bu resim b a tılı b ir ressam ta r a ­ fın d a n y a p ılm ıştır Resini evraka tarih atılması Şimdiye kadar merkezden eyâletle­ re gönderilen ferman ve sadrıâzam emirlerine tarih konmakla beraber, eyâ­ let ve sancaklardan gelen vezir, bey­ lerbeyi, sancakbeyi, mütesellim ve sair ümeranın yazılarında tarih konmasına dair kat’i bir usul yoktu. 17G2 yılı Ekim ayında neşredilen bir emirle, bundan böyle resmî evrakın altına mutlaka tarit, atılması ve mahallinin kaydının usul ha­ line getirilmesi tamim olundu. Ş E Y H Ü L İS L Â M F E Y Z U L L A H E F E N D İ N İN T A H A K K Ü M Ü V E E D İR N E V A K A S I Sultan İkinci Mustafa tahta geçişin­ den yüzon gün sonra eski hocası Erzu­ rumlu Seyj'id Feyzullah Efen di’yi şey­ hülislâm yapmıştı. Erzurum’dan getiri­ lerek şeyhülislâm yapılan bu adamın n ü ­ fuzu ilk günlerden beri kendisini his­ settirmekteydi. Feyzullah Efendi’nin kuvvet kazanmasında müsebbib padişa­ hın bizzat kendisiydi. Zira, İkinci Mus­ tafa hocasına karşı derin bir hürmet bes­ lemekte ve onun hemen her arzusunu yerine getirmekteydi. Feyzullah Efendi de hükümdarın hürmet ve sevgisinden kendi namına bol bol faydalanmaktay­ dı. Feyzullah Efendi’nin nüfuzu harp sı­ rasında pek göze batmamaktaydı. F a­ kat Karlofça muahedesi ile sulhe kavu­ şulunca şeyhülislâmın otoritesi her gün biraz daha fazla hissedilmeye başlandı. Maamafih bu sırada sadrıâzam bulunan Amca-zâde Hüseyin Paşa makam ve işi­ nin ehli bir adam olduğu gibi padişah da kendisini sever ve itimad gösterirdi. Onun için Feyzullah Efendi arzu ve kap- 2281
fişlerini tatminde pek fazla ileri gide­ miyor, Amca-zâde de şeyhüsislâmm kudretini bildiğinden onunla çatışmıyacak şekilde idareli davranıyordu. Bu ara­ da çatışmalar; önleyen başka bir şahıs da Kaptan-ı derya Mezomorto Hüseyin Paşa idi. Mahir bir denizci olduğu kadar devlet adamlığındaki ehliyeti ile de göz dolduran Mezomorto Hüseyin Paşa sadnâ/iam ile şeyhülislâm arasında bir tat­ sızlık çıkmasını önlemeyi gözetirdi. Seyvid Feyzullah Efendi, Amca-zâde'nin sadaretinin sonlarına doğru, bil­ hassa kendi yakınlarına yüksek mevki­ ler temininde çok ileri gitmişti. Bu cüm­ leden olarak, daha Önce nakibüleşraflık tevcih ettirmiş olduğu büyük oğlu Fethullah fendi’ye şeyhülislâmlık payesi verdirmiş, ikinci ve üçüncü oğulları Seyyid Mustafa Efendi ile Ahmed Efendi’yi Rumeli kazaskerliği payelerine kadar yükseltmiş, dördüncü oğlu Seyyid Ah­ med Efendi'yi şehüâde hocalığı ile birlik­ te kazaskerliğe çıkartmış, damadı Mirza-zâde Şeyh Mehmed Efendi’yi Rume­ li kazaskerliğine namzed kılmış, amca zadesi Seyyid Dede Efendi’yi de İstan­ bul kadısı ve Rumeli kazaskerliğine yük­ seltmişti. Feyzullah Efendi’nin oğulları vs akrabalarını böyle süı’atle, yükselte­ rek İlmiyenin en büyük makamlarına oturtması terfi bekleyen hak sahipleri­ nin sadece müteessir olmalarını değil infiallerini mucip olmuştu. Hele Fethullah Efendi için, kendisinden sonra şey­ hülislâmlığa geçirilmesine dair sunduğ11 telhis (Tarih-i Raşid C: 2, S: 526) üze­ rine 23 şubat 1702 tarihinde istihsal et tiği hatt-ı hümâyun Osmanlı tarihinde emsali görülmemiş bir hâdise idi. Gerçi vaktiyle Karaçelebi-zâde Abdülâziz Efendi’ye de yazdığı esere rnükâfaten, şey­ hülislâmlık makamını işgal eden bir şa­ hıs mevcutken şeyhülislâmlık pâyesi tev­ cih edilmişse de, mevcut şeyhülislâmdan sonra şeyhülislâm olma imtiyazı bahşe­ dilmemiş ti. Halbuki Fethullah Efendi’ve babasının ölümünden sonra ve padişah sağ olduğu takdirde, yeni bir muameleye lüzum kalmadan şeyhülislâmlığa geçece­ ği kabul ve tasdik olunuyordu. Fethul­ lah Efendi için tanınan imtiyaz misali hâdise İkinci Mustafa devrinden önce görülmediği gibi ondan sonra da bir da­ ha görül miyecektir. Amca-zâde Hüseyin Paşa’nın is t ifa s ı Değerli bir devlet adamı olan Am­ ea-zâde Hüseyin Paşa, onbeş seneden fazla devam eden bir harbe nihayet ver­ miş olması sebebiyle halk tarafından da sevilmekteydi. Harpten sonra gördüğü işlerin bir kısmının muvaffakiyete ulaş­ masında Kaptan-ı derya Mezomorto Hü­ seyin Paşa’nın da hissesi vardı. Mozomorto Hüseyin Paşa, ayni zamanda Şey­ hülislâm Feyzullah Efendi’nin tegallübüne karşı da bir muvazene unsuru vazi­ fesini görüyordu, Mezomorto’nun 1071 temmuzunda ölümünü müteakip Fey­ zullah Efendinin tegallübü artmaya, bu­ nun doğurduğu bir netice olarak da Amca-zâde’nin padişah nezdindeki itiba­ rı azalmaya başladı. Feyzullah Efendi’­ nin tahakkümünün artmakta devam edi­ şi sebebiyle Hüseyin Paşa bir kaç defa sadaretten ayrılmayı arzulamış, lâkin padişah kabul etmemişti. Bu arada Amca-zâde Hüseyin Paşa’nın yeğeni olan birinci m i ra hur Kıbleli-zâde Ali Bey'iıı azil ve arkasından katledilişi sadrıâzamı korkutmuş ve yatağa düşmesine se­ bep olmuştur. Osmanlı kaynakları, Kıbleli-zâde Ali Beyin azil ve idamını pa­ dişahın kardeşi Şehzâde Ahmed ile bazı gizli muhaberatının yakalanmış olmasiyle izah ederlerse de, D. Cantemir «Histoi re de l’Empire Othoman» isimli ese­ rinde (C: 2, S: 258-260), bunu, Azak ve Voronej'de Rusların iki kuvvetli donan­ ma meydana getirdiklerine dair bir ha­ ber alınması üzerine hâdisenin tahkiki­ ne memur edilen Ali Beyin, meseleyi, yeni bir harbe girmeye taraftar bulun­ mayan sadrıâzamın görüşüne uygun tarzda izah etmesi ve bu izahın da hakikatlara tevafuk etmeyişinin biîâhara pa­ dişahça anlaşılmış bulunması şeklînde anlatır. D. Cantemir’in bu şekildeki iza­ hına rağmen Osmanlı kaynaklarının ifa­ delerindeki ittifak ve bilhassa Silâhdar Fmdıklı’h Mehmed Ağa’nın sarayda her işe tam mânasiyle vukuf derecesi gozönüne getirilirse, D. Cantemir’den ziyade Osmanlı kaynaklarının bu meselede da­ ha doğru bilgi verebileceği kendiliğinden anlaşılır. Kıbleli-zâde Ali Bey azilini müteakip Edirne’den İstanbul’a sürgün sonra da 2232
idam edilince sndrıâzam hem kendine bu yüzden bir şey olacağından korktuğu, hem de yeğeninin başına gelenlere üzül­ düğü için hastalanıp yatağa düşmüştü. Yatağa düşmesinin üzerinden kırk elli gün geçince bir iki defa padişaha telhis göndererek sadaretten afiım rica eden Hüseyin Paşa nın dileğini İkinci Mustafa ¡ıJıayet kabul etmişti (4 eylül 1702). İs­ tivasının kabulünden sonra Silivri’deki çiftliğinde oturmasına müsaade olunan Amca-zâde Hüseyin Paşa ayni ay içeri­ sinde ölmüştür. Daltaban Mustafa ve Ram i Melımed Paşa ların sadaretleri Amca-zâde Hüseyin Paşa istifa edin­ ce sadarete getirilecek adamı şeyhülis­ lâm Feyzullah Efendi buldu. Müverrih tiaşid (C: 2, S: 539) bu hususta mevcut havayı âdeta tam mânasiyle aksettirmek istercesine, «şeyhülislâm Esseyid Feyzuliah Eıendi'nin irade-i rr.ahsusaları ile hâlâ Bağdad valisi vezir-i mükerrem Daltaban Mustafa Paşa miihr-ü hümâ­ yûna sahip hale getirildi» der. Şeyhülislâmın kudret derecesini bi­ len Daltaban Mustafa Paşa onun arzu­ sundan hariç bir şey yapmadı ve yapa­ madı. Sadrjâzamin mevcut duruma bo­ yun eğişi yüzünden Feyzullah Efendi'nin tegallübü de artıkça arttı. Daltaban Mustafa Faşa şeyhülislâma karşı o ka­ dar mutavaatkâr davranıyordu ki, bu haliyle mevcut teşrifat kaidelerini bile altüst ediyor, merasimlerde şeyhülislâ­ mın sadrıâzamın solunda gitmesi gere­ kirken mevcut kanun değiştirilerek sadrıâzam onun soluna geçiyordu. Sadrıâzamın şeyhülislâmın muvafakati dışında bir şey yaprrası imkânsız bulunuyordu. Padişahın kendisine beslediği sevgi ve itimadı fazlaca suiistimal eden Feyzullah Efendi hükümet icraatına ait en küçük işlere bile karışıyordu. Bu yüzdendir ki Siiâhdar Fındıkhlı Mehmed Ağa «Nusretııâme» isimli eserinde, Daltaban Mus­ tafa Paşa’nııı sadareti devri için, her iş şeyhülislâmın sözü ile yürüdüğünden vezirlerin sadece adı kalmıştı demekte­ dir. Nihayet, «Kırım hâdiseleri» başlığı­ nı taşıyan kısımda belirttiğimiz veçhile, Devlet Giray isyanı meselesi yüzünden Daltaban Mustafa Paşa azil ve katledil­ di. Silâhdar Fmdıklıh Mehmed Ağa’nın ifadesinden anlaşıldığına göre. Daltaban Mustafa Paşa şeyhülislâmın tahakkümün­ den bıktığı için bu fesat hareketine âlet olmuştu. Onun azlinden sonra sadrıâzam yapılan Rârni Mehmed Paşa da şeyhülis­ lâmın tavsiyesi ile bu makama getirilmiş­ tir. O sırada vezir rütbesinde bile bu­ lunmayan Kami Mehmed Efendi’ye önce kubbe vezirliği tevcih edilmiş, arkasın­ dan da mülır-ü hümâyun verilmiştir. Râmi Mehmed Paşa mührü alırken, şey­ hülislâmın reyinden hariç iş yapmama­ sına dair padişahın talimatı ile karşı­ laşmıştır. İkinci Mustafa ayni sözleri Daltaban Mustafa Paşa’ya da söylemiş olduğu cihetle şeyhülislâmın tahakkü­ münün devam edeceği şüphesizdi. Ancak bunun şiddet derecesi sadrıâzamın şahsi­ yeti ile mütenasiben ya azalacak veya­ hut da çoğalacaktı. Râmi Mehmed Paşa, selefinden daha kültürlü, daha güzel ko­ nuşan ve ondan hayli temkinli olduğu için onun mertebesine düşmedi. Karlofça’da Avrupalı müttefik dev­ letler) e Osmanlı baş murahhası olarak yaptığı müzakerelerde hâdiselerin deri­ nine inmede vukuf ve kabiliyetini isbat etmiş olan jiâmi Mehmed Paşa, sadrıâzam olduktan sonra da kavrayışlı bir kimse bulunduğunu isbatta devam et­ miştir. Muahedenin imzasından sonraki ıslah ve düzenleme hareketinde onun da hissesi vardır. Daha önce işaret edildiği veçhile, Selanik ve Bursa dokumacıları­ na memleket ihtiyacına elverecek mik­ tarda çuha ve ipekli dokunması emrini veren Râmi Mehmed Paşa’dır. Yine sadrıâzamlığı sırasında bir ıslah tedbirine esas teşkil etmek üzere, Kaptanpaşa ile tersane eminini Edirne’ye çağırdığı, ter­ sanenin gelir ve giderlerini iyice incele­ diği (Tanh-i Raşid C: 2, S: 582), bu sa­ yede tasarruf temin ettiği görülmekte­ dir. Ayrıca defterdarlık dairesinde hâzi­ neye ait malların alım ve satımında hile kullanarak fâhiş kârlar temin eden ara­ cıların açıktan elde ettikleri paraları hâ­ zineye aldı. Gürcistan üzerine asker şevki Osmanlı devletine tâbi Gürcü bey­ liklerinden Guril (Goril), Dadyan ve
Açikbaş beyliklerinde son yıllarda bazı nizamsızlıklar göze çarpmaktaydı. Guı-il ve Badyan bayi Mamya, hükümetin Açikbaş beyliğine oturttuğu Simon’u öl­ dürmüştü. Guril ve Dadyan beyinin ka­ bahati bununla da kalmamıştı. Bir kaç yıldan beri cizye vermekten imtina et­ tiği gibi islânıiarla meskûn sahalara te­ cavüzde ( Tarih-i Raşid C: 2, S: 580) da­ hi bulunmuş, buna da ilâveten hüküme­ tin Simoıı’dan sonra Açikbaş beyliğine getirdiği Görgiyi de öldürmüştü. Bu va­ ziyet karşısında Guril bölgesi beylik ha­ linden çıkarılarak veziriazama malikâne olarak veriimiş fakat bunu tanımak is­ temeyen Prens Mamya oraya gelen me­ murları öldürmeye başlamıştı. îşte bu­ nun üzerinedir ki, hükümet buraya as­ ker sevk etmek ihtiyacım hissetmiş ve Köse Halil Paşa Erzurum valiliğine tâyin edilerek Gürcistan’a sevkedilecek kuv­ vetlerin serdarlığıyle de vazifelendirilmiştir. Bu arada Trabzon beylerbeyisi Salih Paşa, Çıldır beylerbeyîsi Ishak Paşa’dan başka bu eyâletler mıntıkasın­ da bulunan ondört sancak beyinin tımar­ lı sipahilerini toplıyarak Erzurum vali­ sinin idaresinde toplanmaları emredilmiş­ tir. Gürcistan'a yürüyecek kuvvetlere il­ tihak etmek üzere İstanbul'da da yeniçe­ ri, topçu ve cebeci ocaklarından adamlar ayrılmıştır. İşte tarihe «birinci Edirne vak’ası® veya *FevzulIalî Efendi vak'ası* diye geçen hâdise, Gürcistan seferi için ayrılan askerden cebecilerin birikmiş maaşlarını almadan sefere gitmıyeceklerini söyliyerek ayaklanmaları üzerine başlamıştır. Maamafih İstanbul’da bir ayaklanma vuku bulmakla beraber Gürcis­ tan işi fazla uzatılmadan Açikbaş beyliği­ ne eski bey Aleksaııdr'm oğlu tâyin edilmek suretiyle hal yoluna sokulmuş­ tur. Edirne vak’asına yol açan ayaklanm anın başlangıcı Edirne vak'asına yol açan cebeci ayaklanması sırasında bilhassa İstanbul’­ da Şeyhülislâm Feyzullah Efendi aley­ hinde bir havanın esmekte olduğu gö­ rülmektedir. Bir defa en mühim ilmiye makamlarının şeyhülislâmın oğulları ve akrabaları arasında paylaşılması ulema sınıfını müteessir ve kırgın hale getir­ miştir Feyzullah Eiendi’nin her işe ka­ rışmasının, en yakın ilgili erkândan gay­ rı kimseler üzerinde de kırıcı ve infial yaratıcı tesirler bıraktığı anlaşılmakta­ dır. Sultan Mustafa'nın tahta geçtiği gün­ den beri, kısa ziyaretler şeklinde İstan­ bul’da kalışiarı hariç hep Edirne’de olurması, yüzünden, İstanbul halkında, şehrin iktisadi ve siyasî bakımdan ikin­ ci plâna düşeceğine dair bir şüphe uyan­ mıştı. İstanbul’da böyle bir havanın mev­ cudiyeti her hangi bir kımıldanışta, elebaş’Iarın arkasına bir hayli adam düş­ mesine yarıyacak bir vasat yaratmış olu­ yordu. Edirne vak’asını geniş şekilde an­ latan bir eser olaıı * Şefikname s de kaydedildiğine (Üniversite kütüphanesi tüıkçe yazmalar kısmına: 1643) göre; ayaklanmaya tekaddüm edeıı günlerde, bir cuma günü Ayasofya cami'inde cuma na­ mazı biter bitmez bir şahıs mimbere fır­ layıp çıkmış ve sancağ-ı şerifi kaparak dışarı çıkmak istediği sırada yakalanmış­ tır. Sorguya çekilen bu adam İstanbul halkının şeyhülislâm ve mensuplarım is­ temediğini söylemiştir. Bunun üzerinedir ki İstanbul'da kendisinden bir adam bu­ lundurmak isteyen Feyzullah Efendi İs­ tanbul kaymakamı Çelebi Yusuf Paşa­ yı azlettirerek kendi damadı Köprülü zâde Abdullah Paşa’vı tâyin ettirmiştir. Tarih-i Raşid’de (C: 2, S: 578) ise; İs­ tanbul’da bazı meclis ve mahfillerde Fey­ zullah Efendi'nin aleyhinde konuşuldu­ ğunu Çelebi Yusuf Paşa’nın bir tahrirat­ la Edirne’ye arzetmesi üzerine kendisi azl olunarak (23 şubat 1703) Abdullah Paşa kaymakam yapılmıştır. Bu iki izah tarzı da İstanbul’da şeyhülislâm aley­ hinde bir cereyanın mevcudiyetini ve buna karşı tedbir ittihazında bulunduğu­ nu tevid etmektedir. Şeyhülislâm Fey­ zullah Elendi bu sırada muarızlarından eski şeyhülislâm imam Mehmed Efendi ile kul kethüdası Çalık Ahmed Ağayı sürgün bulundukları Bursa’dan İstan­ bul'a getirtmiştir. Feyzullah Efendi, ihti­ mal bu hareketiyle muarızlarının gönlü­ nü alarak aleyhindeki havayı dağıtmayı düşünmüştür. Fakat bu iki şahsın, İs­ tanbul’a dönmekle beraber şeyhülislâma muarıîlıklarından bir şey kaybetmedik­ leri görülmektedir, iki muarızı bu şart­ lar altında İstanbul’a dönerken Amca zâde Hüseyin Paşa’nın damadı Sührablı 2284
Ahmed Paşa ile kethüda Mir: Süleyman Ağa'nın İstanbul’a ikamete mecbur edi­ lişi, burada Fevzuilah Efendi aleyhdarlarınm birlikte çalışmalarına imkân ver­ miştir. Bu devri bizzat yaşamış olan meş­ hur müverrih Naima (Tarih-i Naimâ'nm altıncı cildinin sonunda ilâve olarak neş­ redilen «Feymllaf Efendi vakası» S: 17): hâdiselerin patlak vermesinden evvelki günlerde umumi gidişin iyi olmayışım ve bilhassa Feyzullah Efendi’ye kargı duyulan hoşnutsuzluğun tehlike yarat­ maya müsait havası karşısında Feyzul­ lah Efendi'nin durum ve zihniyetini be­ lirten şöyle bir misal zikretmektedir: Bu günlerde bir yakını, vaziyetini düzelt­ mesi için Feyzullah Efendiyi ikaz eder, fakat o: *— Bizim halimiz engin denizlerde fırtınaya tutulmuş gemiye benzer. Ya sâlim bir kıyı, veya kurtulacak bir iiman buluncaya kadar rüzgârın önüne düşüp gitmekten başka çaremiz yoktur; kusur ve alçaklık etmek hasetçilerin galebesine sebeptir: devletten ihtiyari çıkmak, rı­ zamız ile belâya uğramaktır» cevabını verir. Buna karşı muhatabı insanların teh­ likelerden korunabilmek için tedbire ih­ tiyacı bulunduğunu beyandan sonra: «— Gemiye benzetişiniz güzel; lâkin, fırtınaya uğrayan gemiler yelkeni rüzgâ­ ra göre kullanır; iktiza ederse küçük yelken kor v e y a h u t da hiç yelken tak­ maz. Bazan öyle olur ki, selâmete ulaşı­ labilmek için bütün mal ve eşyanın de­ nize atılarak feda edilmesi gerekir» der. Feyzullah Efendi’nin buna cevabı da, kendisini hâdiselerin akışına bırak­ tığını tasdikten ibaret olan «Allah so­ nunu hayır eyleye» cümlesinden ibaret olur. Naimâ’nm zikrettiği bu misalden de sarihçe anlaşılacağı üzere İstanbul'da alevlenmeye müsait bir hava mevcuttu. Yine bu devri bizzat yaşamış olan m ü­ verrihlerden Silâhdar Fmdıldılı Mehmed Ağa'nın iNusretııâmc» sinde kay­ dettiğine göre, Sadrıâzam Rami Mehmed Paşa şeyhülislâmın aleyhine esen hava­ dan bir isyan tahriki suretiyle istifade­ ye çalışmıştır. Râmi Mehmed Paşa’nm sadarete gelmesine sebep olan şahıs Fey­ zullah Efendidir. Mütehakkim şeyhülis­ lâm bu yüzden bütüıı hükümet işlerine müdahale etmekte, hattâ şeyhülislâmdan başka oğulları ve akrabaları da «veziri­ azam kendi çırağımızdır» diyerek müda­ halelerde kendilerine bile pay çıkar­ makta idiler. Bu vaziyetler Râmi Meh­ med Paşa’nın gururuna dokunmakta idi. Silâhdar'ın ifadesinden başka hâdisele­ rin cereyan tarzından da anlaşılacağı üzere Râmi Mehmed Paşa, el altından bir isyan tahriki suretiyle şeyhülislâmın tegallübünden kurtulmak istemiştir. Lâkin hâdise bilâhara öyle bir tarzda inkişaf etmiştir ki, yalnız Feyzullah Efendi değil sadrıâzam ve padişah da mevkilerinden olmuştur. Edime vak’a sına müncer olan hare­ ket Gürcistan seferi için ayrılan bir miktar cebecinin birikmiş ulûfelerini is­ temek üzere yaptıkları toplantı ile baş­ lar. Gürcistan’daki hâdiseler dolayısiyle İstanbul’dan gemi ile dört oda yeniçeri ve ikiyüz nefer cebecinin şevkleri karar­ laştığı sırada, cebeciler kumandanları olan cebeeibaşınm idaresinde odalarında verdikleri karar mucibince ertesi gön 18 temmuz n03 (4 rebiiülevvel 1115) de cebehane yani cephanelikte toplandılar ve: «— Madem ki bizi sefere memur ey­ lediniz, on kist birikmiş maaşlarımızı isteriz. Bize bitmez yerlerden havale ver­ diğiniz için bu kadar zamandır ulufe yüzü görmedik. Padişah hazretleri Edir­ ne’de, kime feryad edelim?» dediler ve daha başka sözler de söyliyerek. gülbank çekip tedahülde kalmış maaşlarını iste­ diler. Bu vaziyet karşısında kendilerine birikmiş maaşlarının bir kısmı verildi, gerisinin de arkalarından gönderileceği söylendiyse de dmlemiyerek Atmeyda'nı'nda toplandılar. Müverrih Naimâ'nm bildirdiğine (Feyzullah Efendi vak’ası S: 19) göre, umumi gidişattan memnun olmayan bir çok kimse bulunduğu cihet­ le, bunu fırsat addederek halktan da bir hayli toplananlar oldu. Hâdisenin inkişaf seyri Cebecilerin ayaklanması üzerine İs­ tanbul kaymakamı Köprülü-zâde Abdul­ lah Paşa cebecibaşı ve sekbanbaşı ile görüştükten sonra durumu Edirne’ye Sadrıâzam Râmi Mehmed Paşa’ya bil-
diıdi. Abdullah Paşa, askere birikmiş maaşlarının tamamının ödenmesi sure­ tiyle şevklerinin uygun olacağı mütaleasını da eklemişti. Tarih-i Raşİd’iıı (C: 3, S: 17} kay­ dına göre. Veziriazam Kâmi Mehmed Pa­ şa. hâdisesinin zuhurundan bir ay önce cebecibaşılık ile çırağ ettiği Bcşnak İb­ rahim Ağayı «cebehaneye ait bazı işle­ rin görülmesi bahanesiyle» İstanbul’a göndermişti. Yine ayni müellifin bildir­ diğine nazaran (C: 2, S: 591), İstanbul’a varıncaya kadar kimsenin bilmemesi için. İbrahim Ağa’yı neiyediliyormuş gi­ bi Edirne'den çıkarmıştı. Demek ki cebecibaşı Boşnak İbrahim Ağa tahrikat için veziriazam tarafından önceden vazi­ felendirilmiş bulunuyordu. Cebeciler ayaklanınca, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi'nin damadı olan İstan­ bul kaymakamı Abdullah Paşa, evvelâ on kist maaşlarına mukabil kendilerine bir miktar para vererek işi kapatmak is­ tediyse de bu yoldaki davranışlarında muvaffakiyet sağîıyamadı. Cebeciler ön­ ce razı olur gibi görünürlerken bilahare alacaklarının tamamının ödenmesinde ayak dirediler. Zaten daha sonra da yeni­ çeri kışlalarının bulunduğu Etmeydanı’na gittiler. Kendilerine katılmayan yeni­ çeriler bunları kışlaya almak istemedilerse de halktan da iltihak edenler bu­ lunduğu cihetle kapılan bilahare açtılar. Bunun üzerine ayaklanan cebecilerin et­ rafındaki topluluk daha da kalabalıklaş­ tı. Feyzullah Efendi'ye karşı duyulan infialden dolayı, İstanbul’da isyanın ko­ laylıkla yayılmasına müsait bir hava mevcutken Abdullah Paşa ile İstanbul kadısı Seyyid Mahmud Efendi'nin bi:' lıaita evvelinden beri dargın olmaları (Tarih-i Raşid C: 3, S: 19) âsilerin işi­ ne yaradı. Seyyid Mahmud Efendi de şeyhülislâmın damadı idi. Fakat hâdise başgösterdiği sırada bu dargınlığı yü­ zünden Abdullah Paşa'nm davetine has­ talık bahanesi ile iştirak etmedi. Abdul­ lah Paşa’nın davetine Seyyid Mahmud Efendi gelmemekle beraber İstanbul’da­ ki devlet erkânı, ulema ve ocak subay­ ları gelmiş bulunuyordu. Sarayda yapı­ lan bu toplantıda, ertesi gün yeniçeri ve bostancıların slâhlandırılması ve san- cağ-ı şerif çıkarılarak isyanın bastırıl­ ması kararlaştı. Lâkin Abdullah Paşa sür'atîi kararlarla çabuk icraatta bulu­ namıyor ve gevşekliği belli oluyordu. Sekbanbaşım n öldürülm esi Heyet o geceyi sarayda geçirdi Yal­ nız heyete dahil şahsiyetlerden sekbanbaşı Hâşim-zâde Murtaza Ağa, bir yan­ gın çıkarırlar korkusu ile kaymakamdan izin alarak Ağa-kapısı’na gitti ve geceyi orada geçirdi. Ertesi gün sabahleyin er­ kenden bütün ocak ağaları ve yeniçeri­ lerle saray kapısı önüne geldi. Lâkin bu sırada saray ağası Osman Ağa yeniçeri­ lerin sarayda yağmaya dalabileceklerindeıı korkarak kapıyı açmadı. Sekbancaşı kapı önünde beklediği için bir hayli zamaıı geçti. Sekbanbaşımn saraya gittiğini Öğre­ nen âsiler ise Ağa-kapısına, yani yeniçe­ ri ağalığı dairesine hücum edip içeri gi­ rerek yağma ettiler. Buranın zindanında bulunan mahpusları da kendilerine ka­ tılmak şartiyle serbest bıraktılar. Böylece âsi kalabalığı biraz daha artmış oldu. Oradan Paşa-kapısına geldikleri zaman buradaki adamlar kapıları kapatıp A b­ dullah Paşa’nm dündenberi saray-ı h ü ­ mâyunda olduğunu söyleyip kendilerini müdafaaya teşebbüs ettiler. Tarih-i Raşid’e (C: 3, S: 20) göre, bu sırada bir ce­ becinin kazara bir kurşun isabetiyle ölüm ü işi birdenbire kızıştırdı. İntikam hırsına kapılan âsiler Abdullah Paşa’nm sarayına girip ellerine geçeni yağmala­ dılar. Burada da muhzır ağa hapsinde olan mahpusları serbest bıraktılar. Sonra oradan kalkıp Topkapı sarayına yürüdü­ ler. Bu sırada saray kapısı önünde bulu­ nan sekbanbaşıyı gördüler. Saray kapı­ sının açılmamasına kızan yeniçeriler, bu defa sekbanbaşıya döııüp «bu hakaret senin yüzündendir» diye söylenip çatar­ larken âsi grupu da karşıdan sökün edince sekbanbaşı şaşırdı. Kendisine kız­ makta olan yeniçerilere güvenemediği, hattâ onların bazılarının âsilere temayül eder gibi olduğunu sezdiğinden Divânyolu’na doğru kaçmaya başladıysa da arkasına düşen âsler tarafından yakalan­ dı. Bu arada bir âsi grupu İstanbul ka­ dısı Seyyid Mahmud Efendi'nin evine
koşarak; adamı alıp getirdi ve sekbanbaşı ile birlikte hapsetti. Ulema sının en gayrımemnun kıs­ mı teşkil ettiğinden ertesi gün âsilere medrese softaları da katıldı. Böylece topluluk daha fazia büyüyünce, âsi ta­ kımı, sekbanbaşıyı bayrağını çıkar diye sıkıştırmaya başladılar. Asilerin kılıç­ la tehditlerine rağmen Sekbanbaşı Hâşim-zâde Murtaza Ağa. küfran-ı ııimet ederek padişaha karşı bayrak çekip is­ yanda bulunanların cezalarının ne ola­ cağım hatırlattıktan sonra, şayet isyan­ dan vazgeçerseniz affınıza kefil olurun1 , dedi. Fakat onun bu sözleri ve daha baş­ ka nasihatları hiç bir tesir icra etmedik­ ten başka adamın üzerine hücum ile öl­ dürdüler (21 temmuz 1703). Asilerin İstanbul’a hâkini olması Sekbanbaşı gözlerinin önünde öldü­ rülünce İstanbul kadısı Seyyid Mahmud Efendi pek fazla korkmuştu. Bu korku­ ya ilâveten bir de ulemanın Atmeydaııı’na çağrılması için sıkıştırılıp tehdit edilince onların sözlerine mutavaat gös­ terdi. BÖylece Mahmud Efendi’den gelen tezkerelerle ulema da Atmeydanına top­ landı. Sekbanbaşımıı Öldürülmesini ve ule­ manın da âsilerin yanında toplanışını haber alan İstanbul kaymakamı A bdul­ lah Paşa gevşek ve korkak davrandı. Bu isyanın bastırılması m üm kün değil, herşey bitmiştir, bizim için yapılacak şey gözden kaybolmaktır tarzında konuşa­ rak, Topkapı sarayında bulunan devlet erkânı ve ulema heyetini dağıttı. Ken­ disi bir köşeye çekilip saklanırken sa­ raydan dağıttığı heyete dahil olanların bazısı onun gibi davrandı, bazısı da sa­ raydan çıktıktan sonra Atmeydanı’ndaki âsilere İltihak etti. Böylece. İstanbul'da âdeta hükümet otoritesi ortadan silinir gibi oldu. Meydan âsilere kalmış vazi­ yetteydi. Eyub türbesindeki sancağ-ı şe­ rifi saraya getirmiş olan bostancı başı da, sancağı almak üzere saraya giren âsile­ re iltihak etti. Bostancıbaşınm iltihakı ile bostancı neferleri de ayni safta yer aldı. Asi kalabalığı fevkalâde büyüdüğü sırada Karakaş Mustafa namındaki bir tımarlı sipahi bunların başına geçti. Şeyhülislâm i'eyzullah Efendi‘nin bir adamı tarafından haksız yere dirliği elin­ den alınmış olan Karakaş Mustafa, ma­ ruz kaldığı haksızlığı düzelttirebilmek için Edirne’ye kadar gidip Divan-ı h ü ­ mâyûna başvurmuş hakkını elde edeme­ den üzüntü içinde memleketine dönmeye mecbur kalmıştı. Yoluna devam etmek üzere Üsküdar'da bulunduğu sırada ce­ beci isyanını haber aldığından geri dö­ nüp İstanbul'a (Tarih-i Raşid C: 3, S: 28) geçti. Cerbezerliği ve güzel konuş­ ması sayesinde birdenbire baş oluverdi. Asiler İstanbul’a hâkim bir otorite haline gelince, mühim mevkilere tâyinler yapmaya başladılar. Evvelâ eski Rume­ li kazaskeri Faşmakçı-zâde Ali Efendi’yi evinden getirterek şeyhülislâm ilân ettiler. Sekbanbaşının öldürülmesinde rol oynayan kul kethüdalığından mazûl Çalık Ahmed Ağa'yı da sekbaııbaşı yap­ tılar Edirne'ye gönderilen mahzar Sözlerini yürütecek kudrette olduk­ larını gören âsi elebaşıları bir araya ge­ lerek bundan sonra yapılacak işi görüş­ tüler. Neticede, bir çok imzalı bir dilek­ çe mahiyetini haiz olan bir mahzar tan­ zim edip Edirne'ye göndermeye karaı verdiler. Bu mahzarda hulâsatan şöyle deniliyordu: «Müftü Esseyd Feyzullah Efendi, ııakibüleşraf Esseyd Fethullah Efendi, sadr-ı Rum Eseyd Mehmed Dede Efen­ di ve sadr-ı Anadolu Esseyd Mustafa Efendi mansıplarından azl olunup, kendi­ leri ile bazı dâvalarımız olmağla cümle­ sinin İstanbul’a yollanması: şevketlü pa­ dişahımızın dahi acilen tahtgâh-ı İstan­ bul'a hareket ve intikal buyurmaları r i­ ca ve niyaz olunur. Bu dileklerimizin ka­ bulüne müsaade-i aliyyeleri erzani buy­ rulur ise ne güzel, yoksa Edirne’ye doğ­ ru ittifaken yürüyeceğimizden asla şüp­ he buyrulmaya». Mahzar hazırlandıktan sonra mev­ cut topluluğa yüksek sesle okundu. Son­ ra orada bulunanlar tarafından imzalan­ dı. Devrin müverrihlerinin belirttikleri veçhile mahzara imza atanlar arasında
belirlilen isteklerin mâııa ve mahiyeti­ ni kavrıyacak insanlar da vardı. Bu iş de bitince yeniçeri, topçu, cebeci, sipah. silâhdar, ehl-i hiref ve sair sınıfları tem­ sil etmek üzere ikişer kişi ayırdılar, bun­ lara dört tane de ulema temsilcisi kattık­ tan sonra, müverrih Silâhdar'a göre 22 temmuz günü ikindi vakti. Kaşid’e göre de 23 temmuzda ellerine * ahzarı vere­ rek Edirne'ye gitmek üzere yola çıkar­ dılar. Asiler mahzarı yolladıktan sonra da boş durcnıyarak mühim makamlara tâ­ yinler yapmakta devam ettiler. Bu cüm­ leden olarak, Amca-zâde Hüseyin Paşa­ nın damadı Alımed Paşa’yı Anadolu h i­ sarındaki yalısmdaıı getirerek İstanbul kaymakamlığına, eski İstanbul kadısı Tevfiki-zâde Mehmed Efendiyi Rumeli, Yahya Efendi’yı de Anadolu kazaskerli­ ğine tâyin ettiler. Bu arada Paşmakcı zâde Ali Efendi âsilerin elinden kurtulup evine gittikten sonra yalandan kendisi­ ni hasta göstererek dışarı çıkmadığından eski şeyhülislâm İmam Mehmed Efend i’yi onun yerine şeyhülislâm yaptılar. Yine bu günlerde Çalık Ahmed Ağayı da sekbanbaşılıktan yeniçeri ağalığına yük­ selttiler. Kalabalığı büyük mikyasta tutmaya çalışan âsiler zaruri ihtiyaç maddesi sa­ tan bakkal, kasap gibi esnaftan gayrisi­ nin dükkânlarını açmalarına müsaade etmediler. Bu yüzden toplanan insanlaı Atmeydanma sığmadığından (Tarih-i Raşid C: 3, S: 35) 26 temmuzda Yenibalıçe çayırına naklettiler. İstanbul'daki isyan karşısında E dir­ ne’de padişah ve lıükûm ct erkânının durum u Harp sırasında pek hareketli görü­ nen ve birbirini takiben üç defa sefere çıkmış olan Sultan İkinci Mustafa Karlofça muahedesinin imzasından sonra ya­ vaş yavaş bu hareketliliği kaybeder gi­ bi görünmekteydi. İstanbul’u tam mânasiyle ihmal etmiş şekilde Edirne’de oturuyordu. Müverrih Silâhdar’m «Nusretnâme® sinde kaydettiğine göre, padi­ şahın Edirne’de ikametine tesir eden şa­ hıs Şeyhülislâm Feyzullah Efendi idi. Burada ulema ve kul taifesinin fesat derdi olmadığını, rahat ve avı bol yer olduğunu söylüyordu. Nitekim Sultan .Mustafa’nın zaman zaman av partileri (Tarih-i Raşid C: 2, S: 522, 549. 560, 563) tertip ettiği görülmekteydi. Son za­ manlarda ise üç paşaya nişanladığı üç kızı için saray hazırlatıp düğün hazırlı­ ğı görmekteydi. işte padişahın durumu böyleyken. Müverrih Raşid’e (C: 3, S: 37) göre, va­ kanın dördüncü günü, Silâhdar’a naza­ ran da altıncı günün gecesinde, Abdul­ lah Paşa'nın çuhadarı vasıtasiyle Feyzuliah Efendı’ye yolladığı mektup neticesin­ de Edirne İstanbul’daki isyandan haber­ dar oldu. Bunun üzerine yeniçeri ağası ve diğer ocak ağaları île sadaret ket­ hüdası şeyhülislâm konağında toplanarak sabaha kadar müzakerede bulundular. Sabaha yakın Sadrıâzam Râmi Mehmed Paşa da gelerek toplantıya katıldı. M ü­ zakereler sonunda, isyanın işlemiş maaş­ ların verilmemesinden doğmuş olduğu neticesine varılarak, kul kethüdası ile otuz kese akçe yola çıkarıldı. Ertesi gün sadrıâzam, şeyhülislâm, Anadolu ve Ru­ meli kazaskerleri, ikinci vezir Enişte Ha­ şan Paşa, yeniçeri ağası, ocak ağaları Rami Mehmed Paşa’nın sarayında topla­ narak meseleyi bir daha müzakere etti­ ler. Fakat kesin bir karara varamadaıı dağıldılar. İstanbul’dan gelen heyete tatbik olunan muamele Şeyhülislâm Feyzullah Efendi bir ta­ raftan toplantılara iştirak ederken, bir taraftan da çuhadarını gizliden İstanbul civarına göndermiş ve bunun vasıtasiyle, ayaklanmanın kendisini, evlâd ve ak­ rabalarını hedef tuttuğunu öğrenmişti. Bundan başka heyetin getirmekte oiduğu mahzarın mahiyetinden de haberdar olduğundan bunun padişaha ulaşmasını istemedi. Bostancıbaşı Ali Ağa’nın em­ rinde dört yüz bostancı neferi şevketti. Bunlar İstanbul heyetini Hafsa’da karşı­ ladılar ve rivayete göre ellerindeki mah­ zarı alıp yaktıktan sonra (Tarih-i Raşid C: 3, S: 43 ve Naimâ, Feyzullah Efendi vak’ası S: 21) kendilerini Eğridere pa­ lankasına sürdüler. Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa’nın «Nusretnâmessi ile 2288
Şefik Efendi’nin «Şefiknâme» sinde; İs­ tanbul’dan gönderilen elçilik heyetinin Edirne’ye yaklaştığı haber alınınca sadnâzam konağında bir toplantı yapıldığım, toplantıda Rami Mehmed 1'aşanm elçilerin bir defa dinlendikten sonra ona göre hareket olunmasını istediği, fa­ kat Feyzullah Eiendi’nin bu şeklin kafiyven aleyhinde bulunarak bostancıları yollattığı yazılıdır. Yiııe mezkûr müellifler yakılan kâğıdın esas mahzar olmadı­ ğını da rivayet halinde kaydederler. Feyzullah Efendi ve oğullarının azil ve sürgün edilmesi , ( Sultan Mustafa kısa bir zaman sonra elçilere tatbik edilen muameleyi duydu­ ğundan sadnâzamı çağırıp böyle davrar.ılmasınm sebebini sordu. Tam fırsatı yakaladığım kestiren Rami Mehmed Paşa : «— Şevketiû Efendim, bana mührü tesiitn ettiğiniz zaman, zinhar şeyhülis­ lâm efendinin reyinden hariç hareket eylemeyiniz diye tenbilı etmiştiniz. Oııun için bu işte de çaresiz ferman-ı hümâyûnunuz üzere muvafakat eyledim*dedi. Bir rivayete göre, bu sırada mevzuubahs mahzarı da padişaha göstermiş­ tir. Sultan Mustafa mes’elenin hakikî veçhesini öğrenince, Feyzullah Efendi ile dört oğlunu azil ve memleketleri olan Erzurv.m’a sürgün edilmelerini emretti. Hâmi Mehmed Paşa, buna dair hatt-ı h ü ­ mâyûnu da alınca yatsıya doğru Fevzullah Efendi'yi tevkif ettirip Edirne'ye oir saat mesafedeki Sabuncu kuvüne gönderdi (30 temmuz 1703). Oradan da Varna'ya sevkediimek üzere yola çıka­ rıldı. Tarih-i Ragid’de (C: 3, S: 44) be­ lirtildiğine göre: Feyzullah Efendinin azline dair hatt-ı hümâyûn çıkınca Râmi Mehmed Paşa, âsilerin İstanbul'da şayhüiislâm yaptığı Paşmakcı-zâda’ye gizli­ den bir tezkere yazarak, matlûbun hasıl olduğu müjdesini vermiştir. Fezvuliah Eiendi’nin Edirne’den uzaklastınİmalarını takip eden gecenin sabahında sadı-iâzam elçilik he;; etini Eğridere'den getirterek gönüllerini aldı. Ve şeyhülislâm ile oğullarının azil ve sür­ gün edilmiş olduklarını, padişahın da ya­ kında İstanbul'a avdet edeceğini, bu va­ ziyet karşısında artık cemiyetin dağıl­ masının icap -ittiğini kendilerine anlattı. İzahatının arkasından da, İstanbul'daki topluluğa hitaben yazılmış bir hatt-ı h ü ­ mâyûn verdi. Bu hatt-ı hümâyûnda : sMuradlarımza müsaade edip müftü eÎendivi dört oğluyle birlikte sürgün, ve m akûl gördüğünüz üzere Esseyid A li Efendiyi şeyhülislâm nasp ve ipka eyle­ dim. Ol tarafta ulemâ efendilerden iki nefer kimesneyi Rumeli ve Anadolu ka­ zaskeri edüp aceleten rikâb-ı hümâyu­ numa göndoresiz. İnşallah-u tealâ acilen iin e m li ve k a n lı hâdiselere sahne o lan E d im e şe h rin in y ü z y ıl ö n c e k i g ö rü n ü şü 2289
şevket ve iclâl ile tahtgâh-ı îstanbui'a gelmek kararımdır. Fakat daha önce ce­ miyetinizi dağıtmız*. Bu hatt-ı hümâyû­ nu heyetle beraber yola yıkan m İra hur Selim Ağa İstanbul’a götürdü. Asilerin durum u Edirne’ye giden elçilere ait İstan­ bul’a akseden, ilk haber bunların Eğridere palankasına sürgün edilişleri oldu. Bu haber İstanbul'daki topluluk üzerin­ de infiale sevkedici bir tesir yaptığın­ dan, Edime üzerine yürünmesi lüzum u­ na kani olmaya başladılar. Elçilere ait ilk haberden sonra, Râmi Mehmed Paşa­ nın Faşmakcı-zâde’ye yazdığı tezkereyi götüren adam vasıtasivle ikinci haber ulaştıysa da, sen bizi iğfal ediyorsun d i­ ye üzerine hücum ettiler. Böylece Râmi Mehmed Paşa hakkında da aleyhte bir hava esmeye başlamış demekti. Bunun arkasından da elçilik heyetiyle birlikte mirahur Selim Ağa geldi. Lâkin, bir de­ fa içlerine şüphe girmiş olduğundan, ya­ pılan şeylerin ve hatt-ı hümâyûnda be­ lirtilen hususların, cemiyetlerini damıta­ bilmek için bir gösterişten ibaret bulun­ duğunu ifade ettik’r. 3u arada Paşmakcı-zâde Ali Efendi’ye şeyhülislâmlık hil’atı giydirilmek üzere gönderilen büyük tezkereci Mus­ tafa Efendi tebdili kıyafetle Edirne-kap ı’dan şehre dahil olurken yakalanınca, İstanbul’daki topluluk İmam Mehmed Efendiyi şeyhülislâm seçmiştir, sadrıâzam kendi işine gelen adamlara mevki temi­ nine bakmasın diyerek Râmi Mehmed Paşa’nın da aleyhine döndüler. Ve Ka­ vanoz (Sührablı) Ahmed Paşayı sadrıâzam yapmayı uygun buldular. Velhasıl Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin tahakkümü ve gerek onun ge­ rekse yakınlarının imtiyazlı ve etrafa hükmedici halleriyle ilgili haksızlıkların yarattığı teessür ve infialden kuvvet alan, Feyzullah Efendi ile yakınlarının bulundukları mevkilerden uzaklaştırıl­ malarını hedef tutar görünen bu ayaklan­ ma, günler geçtikçe mahiyetini değişti­ riyordu. Hakiki hedeften inhiraf edilme­ sinde; yanlış haber almanın, menfaatpe­ rest ve fesatçıların tahriklerinin, toplu­ luk psikolojisinin yarattığı ani tehevvür ve heyecanların da rolü vardı. Padişahın kuvvet toplaması Âslcrin elçilik heyetiyle birlikte İs­ tanbul’a giden ikinci mirahur Selim Ağa, bir yolunu bularak âsilerin elinden kurtulup Edirne’ye döndükten sonra Ikiııci Mustafa kuvvet toplanmasını em ­ retti. Padişah tarafından kabul olunan Selim Ağa, Sultan Mustafa o i/rY ve sadrıâzam Râmi Paga’ya İstanbul’un vaziyetini anlattı. Mahzarlarında kayıtlı istekle­ rinin hepsinin kabulüne rağ­ men Edirne’ye yürüme n i­ yetlerinin kafiliğine dikkati çekince, Sultan Mustafa kuv­ vete müsteniden saltanatını korumak istedi. Asilere üstün gelinebil­ mesi için, hem Edirne’ye kuvvet toplanması, hem de İstanbul yollarının kontrol altına alınması lâzımdı. Tabi’i her ikisinin de temini için derhal faaliyete geçildi. İstanbul’a Anadolu tarafın­ dan asker sokulmasının ön­ S u lta n ik in c i M u stafa s a lta n a tın d a son ih tiş a m lı lenmesi hususunda İzmit, d e v rin i yaşıyaıı E d irn e s a ra y ın ın Bâb-üs-saadesi Mudanya, ve Mihaliç tarafı­ (D r. R ifa t O sm a n Beyden) na (Tarih-i Raşid C: 3, S: 22 9 0
52 ve İ. H, Uzuııçarşılı, OsmanLı Ta­ tün gayretini fazla kuvvet temini nok­ rihi C: 4, S: 32) fermanlar gönderildi. tasına tevcih etmiş bulunuyordu. Padi­ Bursa ve Eskişehir sancakları mutasarrıfı şahın bu gayreti Rumeli tarafında gere­ Hasa» Paşa’ya gönderilen fermanda, ken neticeyi verip Rumeli’den istenen sancaklarının askeriyle Mudanya iskele­ bütüıı kuvvetler geldi ama, Anadolu tasine inmesi ve buradan gerek Humeli ıait böyle olamadı. gerekse İstanbul'a asker geçirttirilmeŞüphesi/; iş sadece kuvvet toplamak­ mesi emredildi. Trakya tarafında ise Ça­ la da bitmiyordu. Ayrıca en mühim me­ talca. Haramideresi. Yapağıcı ve Karıştısele. ayni milletin fertleri olan bu top­ ran'da bulunan bostancı ustalarına da luluğun birbirlerine kılıç çekip çekmıyeellerinden müsaade kâğıdı bulunmıyan cekleri, daha açıkçası padişah uğruna hiç kimsenin İstanbul’a gitmesine müsa­ bunların ciddi şekilde harp edip etmiyeade etmemesi emredildi. Sultan Mustafa cekleri idi. Bu nokta üzerinde ehemmi­ bu fermanları gönderir ve kuvvet topyetle durduğu anlaşılan Sadrıâzam Rami lamıya çalışırken İstanbul’dakiler de Mehmed Paşa evvelâ Edirne’ye gelen mukabil tedbire tevessül etmiş bulunu­ kuvvetlerin büyük küçük bütün kum an­ yorlardı. Nitekim âsilerin İzmit’e sevdanlarını topladı. Selis ve ihatalı konuşkettikieri şahıs buradaki paşayı yakala­ :n asiyle isyanın mahiyetini izah etti. yıp İstanbul’a gönderdi. Mudanya’ya Feyzullah Efendi ve oğullarının işlerin­ memur edilen adam da buraya gelince den uzaklaştırılarak sürgüne gönderilme­ padişaha bağlı kalan paşa kaçtığından lerinden sonra İstanbul’daki topluluğun âsiler Bursa mıntıkasından iki bin kişi­ Edirne’ye yürümelerinin tam bir isyan lik kuvvet topladılar. Sultan Mustafa, olduğunu, binaenaleyh bunlara kılıç çek­ Aydın muhassılı Osman-oğlu Nasuh Pamenin meşru bir vazife bulunduğunu şa’nın onbin tüfenkendaz ile, Anadolu anlattı. Toplantıda bulunanlardan söz­ Valisi Vezir Numan Paşanın da Anado­ lu askeri ile Gelibolu üzerinden geçip lerinin tasvibine dair cevap aldıktan acele Edirne’ye gelmesi (Tarih-i Raşid sonra, padişahın askerlere hitaben yazıl­ C: 3, S: 50) için fermanlar göndermişti. mış hatt-ı hümâyûnunu okudu. Padişa­ hın Iıattı da tasviple karşılanınca (Ta­ Baba-dağı muhafazasında bulunan R u­ rih-i Raşid C: 3, S: 54-55), bir tepsi üze­ meli valisi Hazinedar İbrahim Paşa’mn rine K u ra nı Kerim, ekmek, tuz ve kılıç Rumeli askeri ile. Mahmudbey-oğlu Hükonarak padişaha sadık kalarak âsilerle daverdi Paşa’nın onbin Arnavut askeri harp yapacaklarına dair yemin ettiler. ile Edirne’ye gelmeleri isteniyor, R u­ meli’deki bazı sancak beyle­ rine de ayni tarzda emirler gönderilmiş bulunuyordu. Rumeli'de mevcut Evlâd-ı fatihan, Edime civarında pi­ yade sekban ne varsa hepsi­ nin derlenip toparlanması bildiriliyordu. Defterdar Sarı Mehmed Faşa’nın ül-vekayi, Hamidiye hanesi nüshası S: kaydına göre, Sultan Musta­ fa bayraklar açtırarak yeni sipahi, silâhdar ve serdengeçti kuvvetleri topluyor ve bu hususta gayet acele dav­ ran) İmasını istiyordu. Netice itibariyle, tahtını koruma E d irn e sarayı h a re m dairesinde havuz, M u s ik i kasrı. P ad işa h dairesi ile V alde S u lta n hâzin e s i mevkiinde kalmış olan ikinci Mustafa, bu günlerde bü­ (D r. R ifa t O sm an B ey’den)
M eza morto Hüseyin Paşa ve Donanma kanunnamesi (İlâve : 138 ★ i | Q :iyedinci asır O s m an lı K a p t a n ı der­ y a la rın ın en değerli v»0 m e şh u ru du r. Bu kıym eU i T ü r k denizcisinin aslı h a k k ın ­ da m aalesef kesin b ir bilgiye sahip de­ ğiliz. D. C antem ir, onun MagripLi oldu­ ğ u n u söyler, b u n u n için bazı tarihçiler k endisini Cezayirli M ezom orto H üseyin Pasa şeklinde zikrederler. G ençliğinde k a tılm ış o lduğu îsp an y o llarla cereyan eden b ir m uharebede sekiz on yerinden y a ralan m ış ve ö ld ü ğ ü san ılarak terkedil­ mişse de b ilâlıara y asadığı anlaşılm ıştır, M ezom orto lak abı b u n dan m üteve llittir. Yarı Blü m ân asın a İtaly anca «Mezza m orto» kelimesi ona lu k ab ola ak k alm ış ve bu kelime O s ^ıan lı ta rihlerin de «Mezem orta» şeklinde k ayde dilm iştir. B eylerbeyliğine İsm ail Paşa tâ y in edilmir\ se de halk bundan m e m n u n k a lm a d ığ ın ­ dan H üsey in Paşa m evkiine iade o lu nm u ş­ tur. 1688 de F ransız m a “eşall d'Estrees em rindeki filo ile C eza y ir'i onbeş g ü n m üddetle to p a tutm uşsa Mezomortoııun sarsılmaz m ü dafaası sayesinde çe­ kilm eye m ecbur k a lm ış tır. Mezomorto, ayrıca bu tecavüze cevaben em rindeki korsanlara F ra n sız sa h ille rini ve ticaret ge m ile rin i vur d u rm u ş tu . M ezom orto H üse y in Pas^ı 1689 y ı­ lın da Cezayir beylerbeyliğine i'Evelen Kaptan-ı derya y a p ılm a k istenm işse de, böyle b ir tây in d e n Cezayir d a y ıla rın ın n ü fu z la rın ın k ırıla c a ğ ın ı hesaplıy anlar bu tâyine itira z etm işle rdir. Bu yüzden C ezayir'de bazı k a rış ık lık la r çık m ış ne­ ticede İs ta n b u l’a gelen H üseyin P aşa 1690 da T u na k a p ta n lığ ın a tâ y in edil­ m iş, ay ni sene içinde ünv a m na K arade­ niz k a p ta n lığ ı da e k lenm iştir. 1691 de m ir î kalyonla - k a p ta n lığ ı ile Rodos san­ cağı tcvoih edilm iş, Amea-zâde H üsey in Paşa nın K apta^-ı dery alığı sırasında 1695 y ılın d a k i K o y u n ada ları (Spalmadores) deniz harbinde zaferin kazamlmaL\nda â m il olm uştur. 1 m ayıs 1695 te vezirlikle Kaptan-ı derya olan H üseyin Pi.şa, m e tin k ısm ın ­ da zik re ttiğim iz veçhile, 1695 ey lü lünde M id illi adasınıv Z e y tin b ıırn u önünde 96 s e m ilk V enedik d o n a nm asını m a ğ lû p etm iştir. E rtesi sene V enedik d o n a n m a ­ sını Andros ve Jura. adaları ile A ğ ıib c z adası arasın daki sahada bi.- da h a yenen H üsey in Paşa, buna 5 tem m u z 1697 de Bozcaada civ arın dak i z a ie 'in i eklem iştir. B u n d an üç ay sonra yani 3 ey lül 1697 de A grlbo z c iv arın d ak i Andros adası önün d e Venediklile i b ir daha yenen Hü* şeyin Paşa, 21 eylül 169S de M id illi su­ la* m da h asm :na bir daha h ü cu m etm iş­ t i .. B izim k a y n a k la rım ız a göre b u m u h a ­ rebeyi de H üseyin P a ra kazanm ıştır. Mezomorto (M ezem orta) H üseyin P a­ şa sadece bu m u v afak ıyet ve hizm etle­ riy le kalm am ış, K arlofça m uahe desinin im zalan m asında n sonra, ıslah ve düzen­ lem e hareketlerine gi İşen sadrıâzam Amca-zâde H üsey in Paşa n ın en büyük destek ve y ardım cısı olm u ştu r. M ezom or­ to, O sm an lı d o ııa n m asnm onyedinci asır F azla bilgiye sahip o lm a d ığ ım « gençlik y ılla r ın ı levend ve korsan ola­ ra k geçiren H üsey in Ağa, b ir kaç defa esir düşm üş ve fidye verilerek k u rtu l­ m uştur. B u tan ın m ış k : rsan 1674 sene­ sinden sent a C ezayir'in en n ü fu z lu s im a ­ sı haline gelmeye başlam ıştır, Ö nyedinel asr ın o rtaların d a Cezayirde beylerbeyinin n ü fu z u sarsılm ıştı. 1659 dan itib a re n bey lerbey inin y anın da bir de h a lk ın seçtiği «Ağa» b u lu n m ak tay d ı. 1671 y ılın d a n itibare n ise ağa la rın y eri­ ne «Dayımlar k aim olm uştu* D a y ıla r h a l­ ka istin at edişlerini göztfnünde bulund ır s r a k beylerbeyüerin n ü fu z u n u kır­ m a ya çalışırlard ı. O n u n için Cezayir ve T u nu s 'ta dah il! mücadele eksik olm azdı. Sahillerine s a p ıla n kodsan a k ın la :ın ı ö n ­ lem ek isteyen F ransızlar, C ezayir'deki da­ h ilî m ücadeleden de üm ide kapıla cak 1683 y ılında A m iral D uquesne‘nin em rine v erdikleri do n anm aların ı C ezay ir’e hü­ cum ettirm işlerdi. B u sı:ad a M ezom orto H üseyin A ğayı kendisine rakip gören D a y ı B aba Haşan, başka reislerle bi.< ilk le onu F r a n s iila r a rehin verm işli. F a­ kat Fran sızları k a n d ır a a k k a ıa y a çı­ kan H üsey in Ağa hem d ay ıy ı ö ld ü erek idareyi ele alm ış ve dayı seçile -.k h â ­ kim vaziyete geçmiş, hem de üç buçuk a y lık M r m ücadele sonunda F ra n s ız la ıı Cezayir önünden çekilm eye mecbur bı­ rakm ıştı. B und an sonra. ijohretL d a h a d a a n a r. M ezom orto 1686 y ılın d a Cezayir beyler­ beyi tây in edilm iştir. B ir a ra lık Cezayir 22 92
içindeki b aşarısızlığının sebeplerinin ne­ lerden ibaret b u lu n d u ğ u n u anlam ış ve z am an ın ih tiy a çla rın a cevap verecek bir k an u n n âm e n in esaslarını h a zırlam ak su­ retiyle bahrîye nin ıslah ın ı hedef tKîmustur. 1701 y ılın d a ç ık a rıla n «D on anm a kanunnâmesis. onun eseridir. Y aln ız, k a­ n u n n âm e y i M ezom orto h azırla tm a k la be­ raber, bu arada öld ü ğ ü n d e n , neşri ken­ disinden sonraki Kaptan-ı derya Abdii-lfettah P aşa nın zam anınd a vuku b u lm u ş­ tur. j i i d) K a p ta n paşa deryabeylerJnin herb irin in faaliyetle rini tetk ik ve teftiş ede­ cek, k anu n a riayetsizlikte bu lu n a n la rı önce uyaracak, riay etsizliğe yine de de­ vam edenler olarsa g em ilerini ellerin­ den alıp ehline verecek. K u su r işliyenleri cezalan dırdığı g ibi iy i hizm ette b u lu ­ na n la rı da yerine göre m ü k â fa tla n d ıra ­ cak. e) K a p u d ân e (b irin c i fe n k a m i^ a l o r a m ira l), p a tro n a (fe rik am iral - tüm* a m ir a l), riy ale (liva a m ira l ■ tu ğ a m ira l) deni2cilikte sadakatle h iz rm t edecek, ge­ rek b u n la r gerekse kaptan-ı derya ve sair reisler ö lü m , azli gerektiren cinayet ve hıyanet gibi haller dışın d a vazifele­ rin den uzak la ştırılm ıy a c ak . Avrupa devletleri onaltm cı asır sonlarm dan beri do n an m aların d a kalyon yani y elkenli gem ile i esas tu ttu k la r ı, ihtisasa d ik k a t ettik leri, gerek silâh gerekse ge­ m i personelini zam an ın şartlarına göre geliştirip y etiştirdik leri h alde; O sm anlI­ la r hâ!& k üre kli gem ileri esas tu tm a k ­ tan vazgeçm em işler, denizcilikle ilgisi olm ıy an kim selerden Kaptan-ı derya tây in ederek d s n a n m a n m başına geçirm işler, ih m al ve bazı sakat usuller y üzünd e n do­ nan m an ın b aşarısızlığına sebep olm uş­ lard ı. Gerçi b ir kae defa don anm ada k a l­ yonun esas k ılın m a s ı y o lu n d a harekette bı-unulmuş&a da sonra y in e geriye dö­ n ü lm ü ştü . N ih ay et 1682 de k alyo n esası kabul ediluniş, M ezom orto’n u n k azan d ığı m uharebelerde don anm adaki k a ly o n m ik ­ tarı eh em m iye tli dereceyi bulm u ştu. f) K a p ta n P aşaHm n değişmesi icap ederse, k a p ta n p aşa lık denizcilikten .anlam ıya n kara paşalarına k at'iy y e n verilmiyecek, o sırada kapudâne-i hüm âyun k a p ta n ı k im ise k a p ta n paş?.Iık cna ve­ rilecek, O n dan açılan k a p u d ân e lig e pat­ rona, onun yerine riy ale k ap tanı gele­ cek ve böylece si"ay a riay et edilecektir* Her nasılsa ehliyeti o lm ıy a n b ir kimse kapudâne b u lu n m a k ta ise k ap tan paşalık p a tro n a ve riyaleden hangisi eh liy e tli ise ona verilm ek üzere cüm lenin ittifa k ı ile sa d rıâzam ın rey ve tedbirine arzediîecek. işte M ezom orto H üsey in P a ç a n ın olü m ün den bir ik i ay kadar sonra neşre­ dilen d o n anm a k anu n n âm e sin d e hem ge­ m i nevilerine temas olunuy o r, hem dsnan m ay a denizcilikten a n lam ıy an ların Kaptan-ı derya y a p ılm a la rı önleniyor, hem de k u m an d and an personelin vazife ve d u r u m la r ın a kadar b ir ta k ım esaslar vazediliyordu. P adişah İk in ci Mustafanın bir hatt-ı h ü m â y û n u ile ta k d im olanan ve bas ta ra fın d a do n an m an ın eiıem m iy etine işaret o lunan bu k a n u n n â ­ mede m evcut esaslar şöyle hülâsa edile­ b ilir ; g) R iy ale k a p ta n lığ ı açılınca b ü tü n reis ve k a p ta n lar k ap tan paşanın huzu­ r u n d a to p lan arak bu vazifeye getirilecek şat%u tavsiye edecek. Bu seçmede kıdem ve ehliyet esas alm acak, şayet k ıdem i ilerde olanın ehliyeti m evcut değilse m ü ­ cerret kıdem e itib a r o lu n m ay ıp en e *il kimse seçilerek b u n u n riy ale y apılm ası hususu k a p ta n paşa ta ra fın d a n sadnâzam a arz olunacak. b) K ay tan P aşa (kaptan-ı derya) tek m il dery a beylerinin, k a p ta n la rın ve sair reislerin başıdır. h) H arp sırasında k ap ta n paşalar baştardeye binm eyip b ü y ü k kalyona b i­ necek ve bu n a üç fener ve üç bayrak takacak. K a p ta n p aşanın b in d iğ i kalyon «Bag kapudâne» ism i ile anılacak, asıl kapudâne k a ly o n u n a da «İkinci kapudânes> denecek. K ap tan P aşa sulh zam a­ nında baştardeye binecek. i) M uharebede y a ra la n a n la ra iste­ dik leri yerden vazifeler ile te k a ü tlü k ve­ rilecek. c) D eryabeyleri d o n an m an ın eski em ektarların dan olup salyanelerine göre beşer a ltışar Kat forsa, y ü za llm ışa r ne­ fer cenkçi ve genç levendi b u lu n acak ve m aiyetlerinde deniz ahvaline v âk ıf kap­ tan ve reisler bulunacak. j) A m ira l k ap ta n lard an başka sair k aly o n la rd a n b irin in k a p ta n lığ ı h e r h an­ gi b ir şekilde açılacak olursa, kapudâne-i h ü m â y u n k aly o n u n u n «bas reisi» b u lu n a n kimse açık k alyo n k a p ta n lığ ın a tây in edilecek ve diğer k a ly o n la rın i-e- a) Tersanede m evcut 27 adet kalyon k ırk a çık arılacak ve h e rbirinfn neferleri ve m ü h im m a tı defterde g ö s te rild i# üze­ re tanzim edilecek. 22 93 i j j j
İstanbul’daki kuvvetlerin Edirne'ye hareketi lanmıştı, İstanbul'da bir topluluk mey­ dana gelip sonra bunlar Edirne’ye y ü­ rümeye karar verince meydana çıkmıştı. Kendisi hiiekâr (Tarih-i Raşid C:3. S: 43, 51) ve kurnaz bir adam olduğundan Edirne'ye yürüyen kuvvetlerin işine yarıyacak bir hüviyete sahip demekti. Müverrih Kagid’e göre Edirne’ye y ü­ rüyen İstanbul kuvvetleri: yeniden yazı­ lanlarla birlikte 10 bin yeniçeri, 4400 terakkili (yani evvelce ocağa kayıtlı İken tard edilip tekrar kayıtları yapılan) sipah ve silahdar, 1100 kişi aşağı bölük halkı, 4 binden fazla cebeci, 900 topçu, 300 top arabacısı, 900 kişi İstanbul güm ­ rüğünden onar akçe yevmiye ile yazılan asker, bunlardan başka bir kaç bin kişi­ lik esnaf, ulema, suhte yani medrese ta­ lebesi ile birlikte hepsinin toplamı otuz biııe yakındı. İstanbul kuvvetleri 13 ağustos 1703 te Davudpaşa’dan hareket ettiler. Geç­ tikleri yerlerde halkı kendilerine celbedebilmek için, önlerinde yüksek sesle kur’an okuyan çocuklar yürütülüyordu. Küçükçekmece ve Büyükçekmece üze­ rinden ilerliyerek üç gön sonra Silivri'­ ye vardılar. İstanbul’da toplanan kimseler padi­ şahın arzusu hilâfına Edirne’ye yürüme­ ye, neticede de onu devirmeye karar vermiş olmaları, Edirne’de verilen fetvada ise isilikleri kabul ve ilân edilmiş bu­ lunması bakımından kendilerini «âsî* ke­ limesi île tavsif gerekirse de, İstanbul’­ dan hareketten sonra ilk hedefe nisbetle gayede fazlaca değişiklik meydana geldiği, ayni zamanda sonunda galibiyet de bunlarda kaldığı cihetle, bundan son­ raki durumlarını anlatırken «İstanbul kuvvetleri* tabirini kullanmak daha ye­ rinde olacaktır. Edirne'de hazırlıklar yapıldığı sıra­ da İstanbul'dakiler de 10 ağustos (27 rebiülevvel) ta Davutpaşa’da toplanmış bu­ lunuyorlardı. Burada iiç günlük ikamet­ ler: sırasında Edirne’ye giderken erzak sıkıntısı çekmemek için mavnalar ile Silivri’ye oradan da arabalarla diğer menzillere zahire naklettikleri görülmek­ tedir. Bu arada Nalband-oğlu vezir Ha­ şan Paşayı İstanbul kaymakamı yaptı­ lar. Amca-zâde Hüseyin Paşanın kethü­ dası iken vezaretle Şehrizor valiliğine tayin edilmiş olan Haşan Paşa, Feyzullah Efendinin tesiriyle hakkında idam fermanı çıkmış bir kimse îdi. Kendisini katletmek üzere gelen adamı öldüren Haşan Paşa, bu işi yaptıktan sonra sak- Asi İstanbul kuvvetlerinin Davudpaşa'da topiandıkları günden beri Sul- ¡.eleri de sırasına göre terfi ettirilecek. Reis gediklilerinden sgalma olursa kapud û n e i h ü m â y u n ve sair kalyonlarda olan aylakçılardan (kaly onlarda istiîıdam edilm ek ve m uayyen m ü d d e t hizm et et­ tirilm e k üzere toplanan ücretîl asker) b ilg ili ve reisliğe liy a k a ti olan kim se o mevkie getirilecek. k) Topçu basilik açılır& ı topçular kethüdası topçu bası olacak ve topçu ne­ ferlerinden bir ehliyetlisi de topçu ket­ hüdası yapılacak. 1) D on anm a gedikli sub ay lığın d an birisi açılırsa o gediğe istidat ve liy ak a­ ti olan tây in edilecek ve k aly o n lardaki m uayyen nefer m ik ta r ı azaltılm ayacak; levendlerSn subayı olan kalyon a ğ a la n ve bilhassa başağa olan kimse zaptu rap­ ta m u k te d ir olacak. Bibliyografya : Raşld: tarfh-i Rasid C: I I ve III. Defterdar Mehmed Paşa: Zübdet-ül-vekayi iHamidiye kütüphanesi ııo : 949). Silâhdar Mehmed Ağa: Nusretnâme (Veliyüddîn E fe ndi kütüphanesi no: 2339). Saiiet; Koyun adalar» Önün­ deki deniz harbi ve Sakız'ın kurtarılışı i Talihi Osmani Encümeni mecmuası se­ ne 1326 cüz 3). Silahdar Mehmed Ag.a; Tarih C: II. Aziz Sam İh İlıer: Şimalî Af­ rika'da TÜrkler C: IÏ. Fevzi Kurdoâlu; Türklerin deniz muharebeleri. D. Cante* mir; Histoire de VEmpire Othomam Gram m ont ; Relations entre la France et la régence d'Alger au XVII.. siècle. İs­ mail Hakkı U3unça*rsılı : Osmanlı de\letSnin merkez ve bahriye teşkilâtı. I Üçüncü A hm ed’in tahta geçirilmesine karar verilmesi
tan Mustafa’yı tahtta bırakmak isteme­ dikleri kat’i denecek şekilde belli olmuş gibiydi. Fakat. Silivri’ye gelinceye ka­ dar onun yerine kimin geçirileceği ka­ rara bağlanmamış olmakla beraber, top­ luluğu meydana getirenlerin büyük ço­ ğunluğu İkinci Ahmed'in oğlu Şehzade İbrahim’i istemekteydi. Şehzade İbrahim bu sırada 11 yaşındaydı. Anlaşıldığına göre; bu işe girişmiş bulunanlar teşeb­ büs ettikleri hareketin mahiyeti bakı­ mından bir taraftan gelecekteki günleri için korku duyuyor, bir yandan da k ü ­ çük bir kimsenin hükümdarlığını mühim mevki koparabilmeleri için daha müsa­ it görüyorlardı. Silivri’ye geldikleri zarran yeniçeri ağası Çalık Ahmed Ağa­ nın çadırında yaptıkları toplantıda, Şey­ hülislâm İmam Mehmed Efendi «rahmet­ li efendimin âkil, reşıd, yiğit evlâdı du­ rurken sabinin hilâfeti câiz değildir* d i­ yerek, Şehzade Ahmed’in iclâsmda ayak diredi. Zaten bu hususta ulema ile de gizliden anlaşmıştı. Ayrıca Baltacı Meh­ med Ağa (sonra sadrıâzam) Ahmed le­ hinde bir hayli gayret sarfetti. Neticede Sultan Mustafa'nın kardeşi olan Şehza­ de Ahmed’in hükümdarlığına tarar ve­ rildi. Edirne kuvvetlerinin durum u Sultan İkinci Mustafa topladığı kuv­ vetleri veziriazam Râmi Mehmed Paşa­ nın emrine vermişti. Râmi Mehmed Pa­ şa, İstanbul kuvvetlerinin Davudpaşa’dan hareketinden bir gün önce, maiyeti erkânı ile birlikte, Edirne’de Sulak Çeş­ mesi yanındaki Hacılar mezarlığı civa­ rında verilen ziyafette hazır bulundu. Sonra alay göstererek Buçuk-Tepe’de bulunan padişahın önünden geçti ve yi­ ne ayni gün. İskender-köyü deresine git­ ti. Daha sonra saneağ-ı şerifi de alarak Edirne dışında Kara-bayırlar mevkiinde karargâh kurdu. Edirne müderrisleri, Edirne kadısı Şaban Efendi, Kavukcu-zâde Efendi, Anadolu kazaskeri Yekçeşm Hüseyin Efendi, Rumeli kazaskeri Mahmud Efendi, vezir İbrahim Paşa, Kara­ yılan-oğlu Ali Paşa, Dam ad Haşan Pa­ şa gibi şahsiyetler de beraberindeydı. Karargâhta, İstanbul’dan gelen kuvvet­ lerle çarpışılacağım askere açıklayıp kendilerine teşçi edici sözler söyledi. B u ­ rada bir kaç gün kaldıktan sonra m ai­ yetinde bulunanlarla birlikte Hafsa’ya geldi. İstanbul kuvvetleriyle karşılaşma Edime kuvvetlerinin kumandanlığı­ na tayin edilmiş ıslan Veziriazam Râmi Mehmed Paşa karargâha çıktığı günler­ de, evlâd-ı fatihan denilen yürüklerin kumandanı Haşan Paşayı serasker yapa­ rak ileriye göndermişti. Rumeli valisi İbrahim, Arnavut kuvvetleri kumanda­ nı Hüdaverdi Paşa, Süleyman Paşa ve Edirne Eski cami vaizi Genç Ali Efen­ di ’n in reisliğinde bir grup ulema da ya­ nında olduğu halde 8 bin süvari ile yo­ la çıkan Y ürük Haşan Paşa 17 ağustos (4 rebiülahır) cuma günü Çorlu’ya va­ sıl oldu. Ayni gün Haşan Paşadan bir kaç saat sonra İstanbul kuvvetleri de buraya ulaştılar. Böyleee Edirne ve İstanbul kuvvet­ leri yekdiğeriyle karşılaşmış bulunuyor­ du. Haşan Pa§a İstanbul’dan gelen kuv­ vetlerin muntazam asker olduğunu ve kendisininkinden çokluğunu görünce gö­ zü korktu ve geriye haber yollıyarak sadnâzamdan acele ilâve kuvvet istedi. iki taraf karşı karşıya gelince H a­ şan Paşa maiyetindekilerle kısa bir m ü ­ zakereyi müteakip İstanbul kuvvetleriy­ le görüşmek için Süleyman Paşa ve Genç Ali Efendinin idaresinde bir heyet gön­ derdi. İstanbul’dan gelenlerin âsilikten vazgeçmeleri için nasihatta bulunarak ara bulmak niyetiyle karşıya giden bu he­ yetle, onların veziriâzamı Kavanoz A h ­ med Paşanın çadırında görüşüldü. Edir­ ne kuvvetlerinin heyeti, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’ııin oğullarıyle birlik­ te sürgün edilmiş olduğunu, onların is­ tedikleri şahısların tayinlerinin yapılmış bulunduğunu, cemiyetleri dağılır dağıl­ maz padişahın da İstanbul'a döneceğini (Tarih-i Râşid C: 3, S: 60) beyandan sonra halk arasına girecek düşmanlık duygusundan, böyle ikiye ayrılma hare­ ketlerinden hıristiyan düşmanların fay­ dalanacağını anlattılar. Buna mukabil aldıkları cevap: «Bu kadar topluluğun
ittifakı ile Sultan Mustafa hal’ edilmiş­ tir. Halen padişahımız Sultan Ahmed’dir. Vaziyet böyleyken sizin Sultan Musta­ fa’nın padişahlığını devam sevdasında bulunmanız boşunadır» mealinde sözler­ den ibaret oldu. Edirne heyetinin bütün talakatlerini kullanmalarına rağmen karşılarındakiler kararlarından dönmedik­ leri gibi bu hususa dair yedi adet fetva çıkardılar. Neticede Edirne kuvvetleri kuman­ danı durumu n:aiyeti ile müzakereden sonra İstanbul kuvvetlerinin ibraz etti­ ği fetvaları Edirne'ye yollayıp cevap ge­ linceye kadar burada beklemek istedi. İstanbulluların veziri âzami Kavanoz A h­ med Paga peşinen buna razı olduysa da, bilhassa elebaşı durumumdaki şahsiyetler bu vaziyeti Haşan Paşanın bir hilesine atfederek : «— Haşan Paşa, Edirne'den cevap gelinceye kadar Dizlere karşı bir set va­ zifesi görmek istiyor. Şayet konuşmak irin geldiyse cevap verildi ve işi kalma­ dı; yolumuzdan çekilsin». dediler, kavanoz Ahmed Faşa bur.a göre karşısındakilere haber yollayınca Yürük Haşan Paşa çarpışmaya cesaret edemeyip Karıştıran mevkiine doğru çe­ kildi. Bu gün ilk defa olarak Çorlu’da cuma namazında hutbe üçüncü Ahmed adına okundu. İstanbul kuvvetlerisin Hafsa'ya gelmesi Yörük Haşan Paşa İstanbul kuvveti [erinin Önünden Karıştıran’a çekiline, j onlar rahatça yollarına devam ettiler Bu arada Karıştıran’da ordusundan giz­ lice ayrılan Yürük Haşan Paşa süratle. Hafsa’ya gelerek vaziyeti sadrıâzama an­ lattı. Muharebe etmekten korkmuş olaıi Haşan Paşa, veziriazama ; *— İş bu derekeye vardıktan sonra nasihat belki tesir eder diye beyhude ümitlerle vakit geçirilmemesini bildir* mek için süratle geldim* dedi. Veziria­ zam, kıt’asından İzinsiz ayrılmış olan Haşan Paşayı mes’ul tuttu. Lâkin veziri­ azamın onu mes’ul tutması sözde kal­ maktaydı. Esasen ipin tam manasiyle koptuğunun görülebilmesi için pek az zamanın geçmesi lâzımdı. İkinci Mustafa’nın tahtını kaybetmesi Sadrıâzam Râmi Mehmed Paşa, Yörük Hasaıı Paşa ile son görüşmeyi yapınca vaziyetin vahamet kesbettiğini anlamış­ tı. Bunun için otağına ordu erkânını toplıyarak durumu müzakere etti. Ordu erkânının da sadrıâzam gibi düşündü­ ğü meydana çıkınca, askerin maneviya­ tının yükseltilebilmesi itin padişahın ordu karargâhına getirilmesine karar ve­ rilerek defterdar Mehmed Efendi Edir­ ne’ye gönderildi. Böylece İkinci Must.-.fa 21 ağustosta (S rebiülahır salı) Hafsa’daki ordu karargâh-na gelmiş oldu. Ayni gün İstanbul kuvvetleri de Baba­ eski’ye gelmiş ve iki taraf arasında bir merhalelik mesaie kalmış bulunuyordu. Bugün ikinci Mustafa. Râmi Mehmed Paşa’nm da tensibi ile Yekçeşm Hüse­ yin Efendi’yi şeyhülislâm tâyin etti. Padişahın karargâha gelmesi üzeri­ ne muharebe hazırlıklarına hız verile­ rek siperler kazıidı. Sultan Mustafa as­ kerin Edirne’de yapmış olduğu yemine -adık kalacağını zannediyordu. Görünü­ şe nazaran, bu kanaatta olduğu için Edirne’den kalkıp Hafsa’ya gelmiş bulu­ nuyordu. Bu sırada çuhadarı bulunan müverrih Fmdıklılı Mehmed Ağa, İkin­ ci Mustafa’nın Kaıfsa’ya geldiği zaman, âsilerin, kardeşi Şehzade Ahmed'i h ü ­ kümdar ilân ettiklerini duymuş olduğu­ nu kaydeder. İstanbul kuvvetleri Babaeski’ye gel­ dikleri sırada Edirne kuvvetlerini kan­ dırıp kendi taraflarına çekmenin yolla­ rını araştırmışlar ve bunda da muvaf­ fak olmuşlardı. İki taraf askerlerinin gizliden anlaşmış olmaları tahtı Sultan Mustafa’ya kaybettirdi ama, iş de böy­ lece halledilmiş oldu. İstanbul kuvvetleri bir kişiyi tebdi­ li kıyafetle Hafsa’ya göndermişler, beri tarafın askerleri ise getirilen kâğıdı her­ kesin gözü önünde okuyamıyacakları için güreş tutma bahanesiyle siperlerden uzaklaşıp okuduktan sonra harekete ge­ çiş şeklini de kararlaştırmışlardır. Böy­ lece anlaşmanın hareket şekil ve saatına ait kısmı da aralarında halledilmiş­ tir. Subaylara ve kumandanlara sezdir­ meden durumdan birbirini gizlice haber­ dar eden askerler üzerlerine şüpheyi
İkinci Süleyman, ik in c i Ahmed ve tkinci M ustafa zam anındaki veziriazamlar (İlâ v e : 139) ★ N tŞA lfC * İS M A İL TASA TEKİRDAĞ LI BKKRİ MUSTAFA PA$A İk in c i Süley m an zam anınd a tây in edilen sad rtâza^ıların ilk i olan İsm ail P a­ sa aslen A y aş'lı ve irken T ü r k t ü r . Sa­ rayda tahsil görüp yetişm iştir. Hasoda erkanı arasına dahil olduktan sonra Ç u­ h adarlığa kadar yükseim ig, sonra oradan R um eli beylerbeyliği pâyesi ve ikiy üz akçe yevm iye ile tekaüt e dilm iştir. 1678 senesinde A bdi Paşa İstanbul k aym akam ­ lığ ın a tây in edilince onu a yerine nişancı olmuş» daha sonra da vezirliğe yükseim U ü J Siyavuş P asa'n ın öldürülm esiyle neticelenen ayaklanm a sonunda s a d r a ­ zam lığa ge tirilm iştir (2 m art 16SS), M üverrih SüH hdar'm da beyanı veç­ hile İsm ail Paşa önce y um uşak huylu bir kimse iken s-adrıâzamlıgı sırasında âdeta h u y u değişti. Asker to rb a la rın ın tem izlenm esi onun b urnu n u kabartm ıştı. İsm ail P aşa’n jn s a d n âza m lıg ı tam ik i ay sürm üştür. K endisi sefere çık m ıy arak ye­ ğen Osman Paşa gibi zorbalık tan yetişme bir şahsı serdar tây in etme h atasın­ da bulunm uştur* İsm ail Pasa, m uh aliflerinden şeyhül* islâm Debbag-zâdc M ehm cd E fendi, pa­ dişah hocası Arap-zâde A bdülvahap Efendi ve darüssaade ağasının iş b irliğ i ederek, cenk ahvalinden habersizlik ve garazkârlıkla ith am suretiyle p adişahın gözünden düşürm eleri neticesinde sadrıâz a m iık ta n azledilm işti". İsm ail Paşa sadaretten azlinden sonra K avala kalesi­ ne hapsedilm iş, sonra da Rodos adasına s ü rü lm ü ş tü n Nişancı İsm ail Paşa sadaretten azlin ­ den bir m ü d d e t sonra 1690 nî&anın da R odos'ta idam e d ilm iştir. M üverrih Sİlâ h d a r 'ın an la ttığ ın a göre, K ö p r ü lü aile­ si ile geçim sizliğinin k u rb anı o lm uştu 1'. N işancılığın dan beri K ö p r ü lü ailesini sev­ in iyen ve K öprülü-zâde F azıl M ustafa Paşa’ya husum eti bulunan İsm ail Paşa sadrıâzam olunca F azıl M ustafa P asa'yı GûĞazhisar (Ç anakkale boğazı) muhafızlığ ın d a n H a n y a ’ya sürm üştü, İsm ail P aşa'nın kesilen bası İstan­ b u l'a getirilip vücudu R odos'ta defnedil­ di. Daha ziyade «Bekri» unvanı ile ta* Ilın an M u stafa P aşa yeniçeri ocağından yetişm iştir. D ördün cü M e h m e d in çocuk­ luk devrinde ism i fa^la d uy ulan yeniçeri ucagı ag a.arında n meşhur Eektaş Ağaya hazinedarlık etm iş ûlan M ustafa A ğ a da­ ha sonra çorbacı yaut bölük kum an danı olmuş., zam anla yükselerek 1679 da yeniçe-i afi ası tây in edilm iş, 16S1 de de vezaret tevcih olunm uştur. V iyan a bozgunundan sonra Merzifor1*: K a ra M u stafa Pasa B elg radHda idam olununca, serdarlık yeniçeri ağası vezir Bekri M ustafa P aşa'ya tevdE edilm iştir (G cak 1684). B ekri M ustafa Paşa Avus­ turya cephesi serdarlısını başaracak kı­ ratta bir adam d e lild i. N itek im maâlü p olup düşm anın önü nden çekilmiş, kışlam ak üzere B elgrad’a geldigi zam an serdarlımı üzerinden a lın a rak bu vazife Melek (Şeytan) İbrah im Paşa "ya veril­ m iş kendisi de K a n ije v aliliğine gönde­ rilm işti. K a n ije v aliliğinden sonra 1687 de ik in c i defa yeniçeri a ğa lığ ın a getiril­ m işti, Bu sene içersinde ordu cephede Sarı S üleym an P a ş a y a karşı isyan et­ tiğ i zam an B ekri M ustafa Paşa d a Belg ra d ’a k açm ıştı. İk in c i Süley m an p adi­ şah olduktan sonra Çanakkale boğazında m u h afızltk la vazifelendirilm iş, Nişancı İs­ m ail P aşa n ın azlı üzenine de mühr-ü hü­ m ây û n tevdi edilerek sadrıâzam y ap ıl­ m ıştır. Yeğen Osman P asa’yı serdar tâ y in etme hatasını I eleyen N işancı Israaiî Pa­ şa sadaretten ay rılm a dan önce o nu serdarlık ta n azletmişse de, B ekri M ustafa P a şa 'n ın sadareti sırasında yeğen Osman Paşa zor k u lla n a ra k serdarlı ğı tek rar el­ de etm iştir. B eîgrad ve N lş’in Avusturya işgaline düşm esi B ek ri M ustafa P aşa ’nın sa d n â z a m lıâ ı sırasında vuku bulm uştur. A vusturya k uvvetlerinin b ü tü n h arp bo­ yunca işgallerini en ileri g ö türm ü ş ol­ d uk ları bu devrede, Bekri M ustafa sada­ rette kaldık ça bozuk düzen giden işlerin düzelemiyeceâl k anaati u m u m ile ştiğin ­ den sadaretten azledilerek mühr-ü hümâ- 2297
yun K öprülü m de Fazıl M ustafa P aşay a verilmiştir. Sadaretten akünden sonra lekaüdlükle Malkara'da oturması emrolunan Bek­ ri M ustafa Ba$a azlinden ik i ay sonra M alkara'da aniden vefat etm iştir (ocak 1690 gönlünü alm ıya çalışmıştır. Bu sırada Dördüncü Mehmed'e karsı idareli davran­ mış ve o dunun başında İstanbul'a iler­ lemekte olan eniştesi Siy.avuŞ Paşa ile gizilden mektuplaştığı gibi İstanbul'da da bazt kimselerle anlaşmak suretiyle Dördüncü Mehmed'in hal'i ile İkinci Sü­ leym an’ın padişah yapılmasında m ühim rol oynamıştır. O^du İstanbul’a geldikten pek kısa bir m üddet sonra zorba takım ı edepsizliklere girişmiş olduğu. Fazıl Mustafa Paşa da bunun önlenmesini istedibi eiîıeüe. yeniçeri zorbalarının taz­ yiki fie İstanbul'dan sürgün edilerek uzakLaçtırılmıştır. Bekri Mustafa Paşa Osmanlı tari­ finde ilk defa «Resm-i dühân» denilen iü ıü u vergisini ihdas etmiş, hazine dar­ lığın a çâre olmak üzere evvelce kaldı­ rılm ış olan «H am m r cmaneti»ni yeniden ihdas suretiyle şarap üzerinden vergi ai* dırmış, daha bazı vergilere ilâveler yap­ tırdıktan başka bir de İstanbul'da darp­ hanede bakır para bastırm ıştır. Eski kaynakla" kendisini içkiye düşkün, ka­ lender tabiatlı, cömert ve halim, sclun kimse diye tanıtırlar* KÖPHÜLt'-ZADE F A Z IL PAŞA 1688 m artında Hanya, haziranda Kandfye m uhafızı tâyin edilmiş, yine ayni senenin aralık ayı içinde de Sakız m u­ hafızlığına tebdil olunmuştur. Bekri Mustafa P aşa n ın sadareti sı­ rasında R um eli'nin elden gitme tehlikesi başsösterdîğl sırada, bozuk düzen giden işleri ve cephe vaziyetini ancak Fazıl M ustafa P aşa’ntn düzeltebileceğine karar verilerek Sakız'dan acele Edirne'ye ge­ tirtilerek sadrıâzam yapılmıştır. Faz.l Mustafa Paşa sadrıâzam olun­ ca, metin kısmmda zikrettiğim iz hazı düzeltme hareketlerinden sonra ordunun başına geçerek 1690 yazında N iş ve Beltfrad'ı kurtarm ış ve düşmanı Sava neh­ rinin öte tarafına atmıştır. 1691 ilk ba­ harında Edirne'den tekrar cepheye h a ­ reket et Ligi sırada Ikincî Süleyman ağır hasta bulunduğundan Edirne'de kalan erkâna, padişahın Ölümü halinde yerine İkinci Ahmed’in geçirilmesini sıkı sıkıya tenblh etmişti. Onun E dirne'de^ a y rılı­ şından sekiz gün sonra İkinci Süleyman öimüş ve yerine geçen İkinci Ahmed sa­ daret ve serdarlığım tasdik ettiği cihet­ le Belg ad istikametinde yoluna devam eylemiştir. Bu defaki seferinde 20 ağus­ tos 1691 günü ce~eyan eden Slankamen meydan muharebesinde alnına isabet fi­ den bir kurşunla şehid düşmüş, serda­ rın şeh adet inin orduda çabucak duyul­ ması bozguna sebebiyet vermişti-'. Fazıl Mustafa Paşa nın cesedi aramalara rağ­ men bulunamam ıştır. Fazı] Mustafa Pasa'm n sadareti iki seneden az sürmekle beraber esaslı şey­ ler yapm ıştır. AvusturyalIları Sava'nm Ötesine atmış, m ali düzeltme hareketle­ rinde (2225 inci sayfaya bakınız) bulun­ muştur. Ayrıca, devlet erkânının bay­ ramlarda siydiye* adı ile padiraha he­ diye verme usûlünün kalkmasına yol aç­ mıştır. Kendisi bilgili, mütaleayı sever MI'8TAFA K öp rülü Mehmed Paşa nın küçük oâlu olan Fazıl Mustafa 1637 senesinde V eîirkÖ pni kasabasında doğm uş ve a£abeys i ile birlikte medrese tahsili yapmış­ tır. Babasının sadareti zamanında zea metle dergâh-ı 511 müteferrikaları arasın­ da bulunan Fazıl M ustafa bu arada oku­ yarak bilgisini arttırmaya çalışmaktan ge i kalmam ıştır. Eniştesi Merzitonlu K ara Mustafa Paşa'nm delâleti ile 29 haziran. 1680 de divana yedin d vezir olarak g lnen Fazıl Mustafa Pasa ertesi sene altıncı vezirli­ ğe yükselmiştir. Osmanlı-Avusturya harbi bağladı#] sırada dördüncü vezir ola“ak Edirne kaym akam lığına bırakılan Fazıl Mustafa Paşa daha sonra jVlğöoJu sanca­ ğının da ilhakiyle Sîlistre (Özi) valili­ ğe tâyin edilmiştij . MerzJfonlu Kara Mustafa Paşa'nm idam ından son-a Özİ m uhafızlığından merkeze kubbe vezirli­ ğine alınm ıştır (m art 2684). Bundan iki üç ay sonra K ilis ve Ayaz sancakları arpalık verilerek tekaüt edilmişti”. 1685 son baharında Sakız m uhafızlığına gön­ derildiği görülen Fazıl Mustafa Pa?a'nın vazifesi 16S6 şubatında Bûgaz hisarı (Ça­ nakkale boğazı) m uhafızlığına tahvil olunm uştur. 1687 yılında Avusturya cep­ hesindeki ordu ayaklanarak İstanbul'a ilerlemeye başladığı sırada Fazıl Musta­ fa Pasa Boğaz m uhafızlığından İstanbul'a getirilerek sadaret kaymakamı yapılmış­ tır. T ahtı yüzünden telaşa kapılmış olan Dördüncü Mehmed eskiden y aptığı ha­ karetler sebebiyle Fazıl Mustafa Paşa'nm 2298 5
Sadareti sırasında azlettirip sürgüne yolladığı kimseleri, buna ait fermanı alir almaz arabaya koyarak menfasına yolladığı, ayni zamanda azlonunan kuzlar ağasım saraydan aldırm ak üzere yolla­ dığı arabaya kendisi bindirilerek sürgün edildiği cihetle «Arabacı» Unvanı ile de anılm aktadır. bir kimseydi. Süîeymaniye ile Vefa ara­ sımdaki konağının yanında bir kütüpha­ ne yaptırm ıştı. Zam anın âlim leri bu k ü tünhaneden istifade ederlerdi. Hadis ve lûgal ilimlerinde kuvvetli olduğu müverrihlerce söylenen Fa2il Mustafa Pa$a babası gibi müstebit değildi. O ğulların­ dan Num an, Esad ve Abdullah Paşalar arassndı Num an Paça üçün cü Ahmed zam anında veziriazam olmuştur. Kızı Lübabe hanım Basra valist A îi Paşa ile evlenmiştir, Kadı Ali Paşa sürgünde iken, E d ir­ ne'ye gelen bir adam padişaha bir k â ğ ıt sunarak, bozuk giden işlerin ancak K a­ dı Alı Paşa tarafından düzeltilebileceğini söylemesi, hilekâr tanınan sabık sad^ n âza m ın bir fitne hazırlaması İhtimalin­ den çekinilerek idam ına fetva çıkarılm ış ve 21 nisan 1693 te hüküm Rodos'ta ic"a edilmiştir. K A D I <Arabacı! ALİ PAŞA , Aslen O h rilid lr. Medrese tahsili yap­ m ıştır. Gençliğinde bir hayli yıllar im am lık etmiş, hu sebeple bir aralık Ali Hoca diye tanınm ıştır. Daha sonra bazı nahiyelerde kadı naipliği yapm ıştır. Ken­ disinin sonradan «Kadı Ali Paça» diye anılması bundan ileri gelmektedir. Bir aralık Koca H alil Pasa’ya, daha sonra da B ibadag ı m uhafızı iken KoprÜJÜ-zflde Fazıl Mustafa Paşa'ya kethüda ol­ muştur, Aslen bir İlmiye mensubu oldu­ ğu halde 1689 kasımında yeniçeri ağası tâyin edilmiş, bir y ıl sonra da vezaretle rik â b ı hüm âyun kaym akam lığına getirilmiştir. Fazıl Mustafa Pasa'nm sehadeti üzerine de sadrıâzam olmuştur (31 ağus­ tos 1691). İkinci Ahmed'İn kendisinin tâ­ yin e tliği ilk sadrıâzam budu“. HACI i Ç a lık ) -ALÎ P A Ş A Merzlfonlu Kara Mustafa P a şan ın yetiştirmesi olan Hacı Ali Paşa efendisi gtbi M erzlfunludur, Kara Mustafa Pasa ' n m sadareti sırasında kapıcılar kethüdatıgı yapmıştır. O nun ölüm ünden sonra hacca ¿itmiş, 1685 yılında İse çavusbaşı olmuştur, 1686 da vezirlikle Sakız m u h a­ fızı tâyin edilen Hacı Ali Pasa 168S yılı sonlarında Kandiye valiliğine gönderil­ miştir. 1690 da Erzurum valisi olarak gördüğumüz Hacı Ali Paşa bu arada bir ta­ raftan da Anadolu’dan cepheye asker sevkl i?inl idare etmiştir, E rzurum vali­ liğinden sonra bir aralık İstanbul kay­ m akam lığında da bulunmuş* bunun ar­ kasında» da Diyarbakır valiliğine gönde­ rilm iştir. H er gittiği yerde doğruluk ve dürüstlüğü ile temayüz eden H acı Ali Pasa, D iyarbakır valiliğine giderken 0ranm halkına yük olmaması için mer­ kezden kendisine maaş tahsisini şart koş­ muştur. K adı Alî Paşa, sadrıâzam olduktan sonra cephcye gitmemek için tü rlü ba­ haneler tcad etmek suretiyle merkezde kalmıştır. Serdarlık meziyetlerinden za­ ten m ahrum olan bu hilekâr adam, za­ m anının m üverrihlerinin tâbiriyle «gasb-ı emval» yani mal müsaderesi ve <mefy-i rical» yanı işine geîmiyen erkânı sürdür­ mek suretiyle mevkiinde kalmaya çalış­ mıştır. Yalancı ve garazkâr da olan K a ­ dı A li Paşa bazı kimseleri rüşvetle elde eder, icabında bunları sürgüne gönderteccği şahıslar için bir destek ve silâh olarak kullanırdı. Bu kötü hallerinden dolayı devrinin müverrihlerince «Koca MekkSr* yani ihtiyar düzenbaz ve «Kelb-i akûr* yani azgın, kuduz köpek diye vasîfLandırılan Kadı Ali Paşa kızlar ağası Süleyman Ağayı azlettirebilmek için bir iitne tertip etmiş. Süleyman A ğanın azli ile neticelenen bu sahte fitne sırasında ikinci Ahmed taht endişesine (Silâhdar tarihi C. 2, S: 626-634) düşm üştür. Bu­ nun tertipli bir hareket olduğunu öğre­ nen padişah nihayet kendisini azlederek Rodos'a sürdürm üştür. İkinci Ahmed Kadı Ali Paşa’y ı az­ lettiği zaman, daha önce de sadarete ge­ tirmeyi düşündüğü Hacı A li P aşayı mühr-ü h üm âyunu teslim etmek üzere D iyarbakır'dan Edirne’ye getirtmiştir. Hacı Ali Paşa sadarete davetinin kırk birinci günü Edirne'ye muvasalat etmiş­ tir (7 mayıs 1692). Ç a lık Ali Paşa diye de anılan yeni sadrıâzam, usûl gereğince alayla E d im e ­ ye girerken İkinci Ahmed de tebdil kıya­ fetle şehri dolaşmaktaydı. Bu arada sadrıâzam m şehre giriş olayını da seyret­ mişti. Çalık Ali Paşa ise başlamasından iki 2299
! ı j ı ay kadar sonra serdar sıiatiyle Av usturya cephesine gitmiş, etrafındaki erkânm da kararı ile daha ziyade Belgrad kalesinin tam ir ve tahkim ini temin eyle­ mişti:. Padişah yine bir sun tebdil gezer­ ken vergilerden dolayı halkın defterdar­ dan şikâyetçi olduğunu öğrendi. Daha sarayına gitmeden defte-darı azletmesi için veziriazama haber yolladı. Padişa­ hın azlini em “etliği defterdar Canibi Ahmed Efendi dürüst ve temiz bir adamdı. Onan İçin sadnâzam padişahın em rini yeıine getirmemiş, ikinci fermanına da mukavemet etmiş i i, Nihayet üçüncüsînde Canibi Ahmed Efen d i‘yi azil ve y e li­ ne başkasını tâyin ettikten sonra kalkjp sa/aya gitmiş, defterdarı müdafaa ile hakkm daki sözlerin aslı bulunm adığını, defterdarın mv&takllen l$ görmediğini, onun icraatında kendi em irlerinin esas teşkil eylediğini beyan etmiştir. Bunun üzerine padişah : ] İ I j ( «— Ben zâlim i hariçte ararken meger zâlim sen imişsin- E m rim i tutmayan şahıs bana vekil olamaz» ı Diyerek nı&hrü alm ıştır. Böylece iki dürüst adam suçsuz yere mevkilerlnden uzakiaşur ılmıştır, Hacı Ali P aşa’n m yerine tâyin edilen sadrıâzam Bozoklu Mustafa Pasa1 onun affı için padişaha ricada bulunmuş, bu münasebetle huzura çıkarıldıgıada, ikinci Ahmed hatasını itiraf ed.r tarzda konuşarak kendisini istediği yerin valiliğine gönde^eceâni söylemiş, fakat Hacı Alî Paşa padişaha teşekkürle vr.zife istememiştir. Sadaretten bu sekli­ de ayrılan Hacı Ali Paşa tekaüden bir müddet Bursa'da oturmuş, 1698 yılında Kandiye muhafızı iken Ölmüştür. j B O Z O K L ir M U ST AFA I l j j \ «— Vallahilazim billahilke'*im ikinizi de Öldürürüm» Deyince sadareti kabul l!e raührü al(in ilir ¿27 ma~t 1693). Bozoklu Mustafa Paşa’siı* sadnâzam lığı bir sene sürmüş­ tür. Zu ,v a û a serdar sı fa tiyle Avusturya cephesine gitm iş, Erdel'e yürüm ek ister­ ken Belgr.-'d'ın muhasaraya maruz kaldı* İ m i görerek o tarafa teveccüh etmiş ve şehri muhasaradan kurta diktan sonra E dirne’ye dtfnmüştar. Bozoklu Mustafa Pasa ava düşkün bir kimse idi, Bir giin padişaha, sadrıâzamm devlet işlerini ihm al ettiği, kendi keyfi için ava çıktığı yolunda şikâyette bulun­ muşlardı. Bu şikâyet -zerine tebdili kıya­ fetle kantroie çıkan padişah Bozoklu Mustafa P a şa y ı hakikaten ava çıkarken görmüş ve bunun üzerine sadrazam lıktan azletmiştlr* Sadaretten azlinden sonra malı da nTJsaüe.’e edilen Bozoklu Mustafa Paşa T'abîusgam valiliğine gönderilmiştir. 1kinci defa yapmış olduğu bu valilisinin arkasından da 1698 mayısında sadaret kaym akam lığına getirilmişti'-. Bu vazife­ deyken aralık 1698 de nüzû l isabetiyle öl­ m üştür, ö ld ü ğ ü sırada seleü Hacı Ali Paga gibi altm ış yaşlarındaydı. K abri Edlrne de Üç şe~efeli cami'i mezarlıgmdadır. PASA B ıy ıklı nâm ı ile de anılan Mustafa Paça, unvanından da anlaşılacağı üzere aslen Bozok iVozgat) ludur. Sarayda terbiye görüp yetişmiştir. Burada silâhd arlığa kadar yükselmiş., d ah sonra da vezirlikle kaptan-ı derya tâyin edilmiş­ tir. 1681 yılı bağlarından İtibaren iki sene süren kaptan-ı deryalığının arkasın­ dan valiliklere tâyin olunmuştur. S an Süleyman Paşa’nm Lehistan cephesi ser­ darlımı sırasında onun emrindeki valiler meyamnda bu eephede bulunmuş. 1684 y ılında Leh kıralı Jan Sobieskj'yi Kamar:içe hududunun dışına çıkmaya m ;cbur bırakan Türk kuvvetlerine kumanda et­ miştir. 1685 te S a 'ı Süleyman Paşa sa­ daret kaym akam lığıyla Lehistan cephe­ sinden ayrılınca bu kısmın serdarlıgma Bozoklu Mustafa Pasa getirilm iştir. 1630 senesine kadar Lehistan cephesi serda~Iıâıtıda bulunmuş, sonra Şam valiliğine tâ­ yin edilmiştir. 1691 de Trablusşam vali­ si olarak gördüğüm üz Bozoklu Mustafa Paça bir sene sonra kubbe vezirliğiyle me~keze alınm ıştır. Divanda ikinci vezir­ ken Hacı Ali Paça’nın yerine sadrıâzam tâyin edilmiştir. İkinci Ahmed, Hacı Ali Paşa yı azledip mühr-ü hüm ây unu ken­ disine vermek üzere B o zo k îu yu huzuru­ na çağırdığı zaman, m ü hrün tekrar Hacı Ali P aşaya tevdii ricasında bulununca; padifah : I S t B m İ ALÎ FAŞA ikinci Ahm ed'In son, İkinci Mustafanın ilk sadrıâzamı olan Sürmeli Ali Paşa Dlm etoka’Iıdır. Sokullu zâdelerden İbra­ him Han kethüdası Osman A&a tarafın­ dan yetiştirilmiştir. Gertçliftinde küçük vazifelerde bulunmuş, bilahare arpa em in­ lis i yaymış, 1688 senesinde tersane emin- 2300 j , ı
cömert, aeki. süs, kadın ve içkiye düş­ kündü. İlgine tâyin edilmişi i". Bsylece bir takım m ali vazifeler ifa ederek bu meslekte bilgi ve tecrübe sabiti olan Sürmeli Aîl Efendi 16S8 yıl t sonunda deîterdarlıSa getirilmiş bir sene sonra da bu vazlieden azl olY,nmuştur. M aam afih onun nlkbet yılı uzun sürmemi* leâO da rikâb-ı hümayunda defterdar vekili olarak E dir­ ne'de kalmış. 1691 de ise İkinci defa bas? d e fle ri ar olmuştu’-. Defterdarlığı sırasın­ da vezirlik pAyesi de verilmiş» fakat yine ayr.i sene iç!nde K ıbrıs valilisine tâyin olunm uştur. Daha K ıbrıs'a \armadan va­ zifesi Trablussam valiliğine tebdil edildi­ ğinden. K ıb m yerine Ti ablussam'a. git­ m iştik Trablusşam valisi bulunduğu srada Bozokîu Mustafa Pas®-’yı azleden İkinci Ahmed, Sürmeli Alî Paşa yı sadarete da­ vet j Emiştir, Sürmeli Ali Paşa, tayinin­ den kırk gün sonra Edirne'ye g“1-?rck vazifeye başlamıştı;. Buraya mv:v -¡.kı­ tından bir müddet sonra Avusturya coshesi serdar! tfcı::ı ila etmek üzere Edl ne­ den yola çıkmıştır. Sürmeli Ali Paşa İGS-İ alustosunda Varadln kalesini kuşatmışa da. şiddetli yaftmuılar yüzünden metris­ ler ba_ıml?mıyacak derecede su baskını­ na uğramış bulunduğundan muhasarayı kaldırmış, önce Belgrad'a obadan da E* dlrne’ye dönmüştür. Bu arada İkinci Ah med ölmüş, yeni padişah ikinci Mustafa Ali Caşa'yı sadrazamlıkta ipka etmigîi.- KlMAS MKHMEI1 PASA . ı Ctilüsunun hem-ın akatinda sefare ç kmaya karar veren İkinci Mustafa bu hu­ susta hazırlıklar yapılmasın» emretmiştir. Sürmeli Ali Pata, sefe-e çıkışının fazla masrafı icat) ettireceğini söyliyerek pa­ dişahı u sefere çıkmamasını arzulaınıssa da ik in c i Mustafa niyetinden geriye dönme­ ni istir. Belfîrad'a gönderilmek üzere gön­ derilen bin beşyüz yenice' inin Clsri Müstafa Fasa’da eülûs bahşişi bahanesiyle paLirtı çıkarmaları, sadrazamın padl&a.hı se£e~üen alıkoymak İçin b i' tertibi o:du£ u anlaşıldığından sadaretten azlotunup kapı araşma hapsedilmişti-. Kendisi ha­ pisken hesaplan tetkik edilmiş vc miriye 3l3 bin, m uhtelif sahislara 87.700 kuruş borcu çıkm ış buııa m ukabil müsadere edi­ len malı 104.ÛÎ1 kuruş tutm uştu". Bîr gemi reisinin oğlu olup. Kasta­ m onu'nun Cide kazasının Hoşalay (Mesedj nahiyesinde dünyaya gelmiştir. Gençli­ ğinde başkapıkv.lu Mehmed A*a nın m ü­ hürdarı olmuş vc Mehmed Aga Trab!uşam valilisine tayin edildiği zaman onun­ la beraber gitmiştir. Yakışıklılığından dolayı «Elmasa unvanı ile anılan bu gen­ cin fevkalâde güzelliğini duyan D ördün­ cü Mehmed kendisini İstanbul’a getirte­ rek hazine odasına kaydettirmistlr (1Ö7S). Ktsa bir zaman sonra hasodaya alınan Elmas Mehmed artık sür'atle te’ ii etme­ ye başlamış önce çuhadar, daha son"a rjkâbdar olmuştur. Bu terfileri zekâsı sayesinde bak eden Elmas Mehmed Afia 163" de İkinci Süleyman'a sllâhdar olm u i. müteakiben m ir iâl emli öe (36S8) yükseltilmiş, bir m üddet sonra da bey­ le bey ilk pâyesi ile nişancı olmuştur. Niaucı iken 1609 da vezaret tebdil edil­ m iş i İkinci Mustafa Sürmeli A li Paga’yı azledil, tice gene ve cevval Elmas Meh­ med Paha yı sadrıâzam yapmıştır. Elmas Mehmed Pasa, İSîîncı M ustafa'nın çıktığı üç seie"e de katılm ıştır. Zenta bozgunun­ da askerin Tuna’n ın karşı tarafına geç­ mesini önlemek üzre ileri a tıldığ ı sırada;, bu felâkete sebep sensin diyen askeTÎer tarafından parçalanmıştır. Ö lüm ünde otuz altı yaşında bulunan Eimas Mehmed Paşa zeki ve cevvaldi. Yalnız çabuk yükseldiği için şım arıklık addedilecek hareketlerde bulunur ve et­ rafına sert muamele ederdi. Bu sebeple vezirler arasında onu çekemeyen ve m u­ vaffakiyetini Istemiyenler va”dı. ; j Azlinden sonra Çeşme'ye süngün edi­ len Ali menfasına yaklaşmışken seriye çağrılm ış ve 18 mayıs IfîâS te E dirne’de idam edilm iştir. Bu sırada yaşı elliyi geç­ miş bulunmaktaydı. Gözlerimin sürmeli ol' masından veya sürme çekme İtiyadından dolayı «Sürmeli» namı ile anılan AH Pasa 2301 AMCA ZADE lîCSEYtS PAÇA K öprülü Mehmed P a ş a n ın kardeşi Haşan Ağa'm n oğuludur, Gençliği İstan­ bul'da ve Bulgaristan'da Pravadi kasaba­ sının Kozluca köyündeki babasınjn çiftli­ ğinde göçmirtir. Faz:l Ahmed Paça’ tim sadareti sırasında «Amca-zâde» diye anıl­ dığı için tarihe de bu Unvanla malolmusta1*. Maamafih 16S3 senesi başlarında ciıun, Yeğen Hüseyin Bey (Sflâhdar tarihi : 2. S j. 10) şeklinde atıılısma da şahit olunm aktadır. HUseyin Bey, Kara Mustafa Paşa nın maiyetinde Viyana seferine iştirak etmiş.
i bozgunu m ü te a k ip K ara M u stafa Paşa a ^lc dilince, gözden düsen ve n ik b e le u ğ ­ rayan K ö p r ü lü ailesi fertleri m e yan ında Yeğen H üseyin Bey de te v k ii olunm uş, m a a m afih bu işten çab uk ve ucuz k u rtu ­ lacak 1684 şu b a îı başında Sehrizor va­ liliğ in e tây in edilm işti". S e h ıiz o r'd a pek fazla k a lm ıy a n H üse y in P aşa G elibolu civarındaki Ç ardak m u h a fız lığ ın a gönde­ rilm iş, 1689 nisa n ın d a da vezaretle Boğazhısar (S e d d ülb ah ir) m u h a fız lığ ı tevcih olunm uştur. 1691 m a y ısın d a İsta n b u l k aym akam ı y apılm ışsa da k a y m a k a m lık ­ ta u zun tu tu lm a y ıp boğaz m u h a fız lığ ın a iade edilm iştir. 1694 senesi so n b ah a rına k a d a r B oğaz­ lı işar m u h a fız lığ ın d a kalan H üsey in P a ­ şa, bu y ılın a ra lık ay ın d a Kaptan-ı der­ ya tây in e d ilm iştir. M ısırlızâd e İb rah im P a şa ’m n seraskerliği ile y apılan h arekât sonunda Sakız adası V enediklilerden k u r­ tarılınca» Kaptan-ı d e ry a lık M ezom orto H üsey in Paşa ya verilm iş, Amca-zâde de Sakız m u h a fız lığ ın a tâ y in o lunm u ştur. B urada fazla k a lm ıy a n Amcâ-zâde 1695 k a sım ında A dana v aliliğin e naklolunmuştur* A dana valisi sıfatiy le A v u stu ry a cep* hesine gönderilm iş olan Amca-zâde H üse­ y in Paça 1697 y azında B elgrad m u h a fız ı olarak g örün m e k te d ir. O bu vazifedeyken İkin ci M ustafa üçüncü seferine çık m ıştır. B elg rad'da aktediien harp m eclîsinde sadrıâ z a m İle Tem eşvar m u h a fız ın ın fik rin in aksine m ü talea serdeden H üse y in P a şa ’* n ın g örü şü n ü n d o ğ ru lu ğ u Z enta m a ğ lû ­ biyetinden sonra an laşılm ış ve İk in c i M ustafa k endisin i sadrıâzam y apm ıştır. K arlo fça m uahedesi Amca-zâde H üse­ y in Paşa n ın sadareti sırasında aktedilm iştir. M uahedenin im zasından son^a. as­ kerî, malı, id a ri sahada ıslah çalışm ala­ rın d a d irayet gösterm iş, suihü k o ru m a ­ ya ehem miyet vermiş, şe y h ülislâm ın m ü ­ dahalelerine m ukavem e t ey lem iştir. N i­ hayet onun m ü d a h a le le rin in üzerine teka­ ü tlü ğ ü n ü İsliy e:ek S iliv ri'd e k i çiftü ğ in e çe k ilm iş in . Buraya gelişinden 15 gttn sonra 23 ağustos 1702 do ölm ü ştü r. Ce­ nazesi İsta nbu l'da Saraçhane-başı'nda ha­ z ırla tm ış o ldu ğu türbeye defnedilm işU r. H alep li M ustafa N aim â E fendi m eş­ hur ta r ih in i onun em riy le yazm ış vo cna ith a f etm iştir, D A L T A B A N M C S T A F A PAŞA | M a n a stır'd a d ü n yay a gelm iştir. A l­ m an tarihçisi H a m m er, onu n S ı'P a s lın ­ dan g e ldiğini söyler. E ski veziriazam lar­ dan K ara İb ra h im P aşanın y etiştirm esi­ dir. Cebecibaşılığa tay in inden sonra h a y a ­ tin i ta k ip e d e b ild iğ im iz D altab an M ustafa Afta, KÖprülü-zâde F a z ıl M ustafa P aşa Slankarnen de şehadetiyle neticelenen se­ ferine çık m a k üzereyken İs ta n b u l’dan üç bin cebeci ile gelerek (15 haziran 1691) orduya k a tılm ış tı. O n u n orduya katılmasıncîan b ir h a fta sonra azledildig i (silâhdar ta lih i C :2, S : 508, 510) g ö rü lm e k te ­ dir. 1692 senesinde yeniçeri a ğ a lığ ın a geLi İlmiş olan M ustafa A ğ a y a biîâ h a ra vezaret tevcih edilm iş, b ir a ralık da Babada ğ ı m u h a fız lığ ın a y o lla nm ıştır. 1696 da D iy ar b.akî" valisi b u lu n a n D alta b a n M us­ tafa Paşa, A v u stu ry a seferine çıkan ik in c i M u s tafa’y ı S ofya'da selâm lam ış, bu sıra­ da p adişahın iltifa tın a m a 2h a r o ld u ğ u halde arka sında n z u lm ü nd e n şikâyet e d il­ diğinden m uhakem esi y apılm ış ve k a tli­ ne fe m â n çıkmıştı»*. Sadrazam E lm as Mehmed P a şanın ricası sayesinde öldürülm iy ere k m a lı m üsadere ve vezirliği k ald ırılıp B osna'da P utiçel p alankasına sürülm üştü r. 1697 de A v u stu ry alıla * B osna’yı iş­ gal e ttik le ri sırada D a ltab an M ustafa P aşanın vezareti iade ve bu cephenin se­ raskerliğine m e m u r edilm iş, b ir h a y li uğraşm ala sonunda cephede vaziyeti ol­ dukça düzeltince 1698 kasım ında R a ¿ika valilisine- gönd erilm iştir. H akka v a l.si iken B asra’ daki isyancılara karşı serask erllk vazifesiyle h a rekâta memu** e dil­ m işti?. D a lta b a n M u stafa P a ş a 'n ın bu"ada k a za n d ığ ı m u v a ffak iy e t veziriâzamlığ a tay inine â m il olm u ştu r. D altab a n M u stafa P a şa n ın sadareti Ş ey h ülislâm F ey zu llah E fe n d in in ta­ h a k k ü m ü n ü n son haddine- ç ık tığ ı de\re­ ye rastlar. B ir k u kla gj'oi şeyhülislâm ın her d ediğini yapan M u sta fa P a ra, Fey­ zullah E fe ndi ve b ü y ü k o ğlu n a karşı d a l­ k a v u k lu ğ u fevkalâde İleri g ö türm ü ştü r. Şey hülislâm a karşı böyle dav ranm akla beraber bir ta ra fta n da onun ta h a k k ü ­ m ü n d e n k u rtu lm a k istediğinden K ır ım h a n ın ı ta h rik etm iş tir. Fitnesi m e ydana çıkınca sadaretten azil ve üç g ü n sonra d.a k atlo lu n m u ştu r. M em leketin d u ru m u n a , zam anın siy a­ setine vâkıf, te d b irli bîr idare adam ı olan Amca-zâde H üsey in P aşanın Saraçhaneb a ş ı'n ö a m ektep, medrese, k ütü p h a n e , mes­ elâ ve sebili vard ır. Boğaziçinde A nadolu hisarı ile K an lıca arasında b u lu n an y a­ lısı bu gün de ay aktad ır. Bu y alı İstan­ b u l'u n en eski ahşap binasıdır. 2302 j
D a lta b a n M ustafa P aşanın kuman* d a n lık kabiliy eti iy i o lm a kla beraber, d ev rin in m ü ve rrih le rinin bild ird iğ in e gi> re. tab an haşin sert ve ağzı bozuktu. D evlet adam ı ve idareci o larak ehliyet­ sizliğine eski tarihç ile r m ü tte fik tir. kaybetm işlerdir. Bu vak*anın sonunda evvele E dirne'de İk in c i Bayezid evkafı k âtib i Çinicizâde A hm ed E fe ndinin evin­ de, sonra da Is t a n b u ld a E y u p ’ta ken­ disine a lt R a m i ç iftliğ in d e saklanm ış, kendisini a rıy a n la r b ir t ü l l ü b u la m a m ış ­ la rd ır. . D ö rt yüz seneden beri vezirlerin, bas­ la rın a s iy d ik le ri *mücevveze> denilen serpuş b u n u n sadaretinde değiştirilerek *k allav i s isim li k av u k g iy ilm iştir. Ve­ zinlerin dîvan erkânından farklı olm aları fik r in i savunan D a lta b a n M ustafa Paşa bu g ö rü sü n ü padişaha a.zederek işin k anu n laşm as ın ı sağlamıştı:-. r î Am î m e îo ie d E d irn e \ak‘asın m üzerinden dört a y lık zam an seçip de tehlike tam manaslyle zal! olunca, Fey zullah E fe n d î’yi devirm ek için iş b irliğ in d e b u lu n m u ş ol­ duğu {S îlâhdar FmctıhUU M ehm ed A âa «N’usretnam e», ü n iv e rsite k ütüp h anesi nüshası S : 496 j ş im d ik i sadrazam H a ­ şan P asa’ya haber göndererek a ffın ı tem in etm iş ve böylece K ıb rıs v a liliğine ta­ y in o lu nm u ştu r. 1704 te M ıs ır valiliğine nakledilen R â m i M ehm ed Paşa burada bir bu çu k sene k alm ış, M ısır h a lk ın ın ketıdisini istememesi sebebiyle azledile­ pasa O sm an lı s ad rs zâm larm ın değerlilerin­ den biri o ian R am i M ehm ed Paşa. E* y u r ta N işancı m ahallesinde otu an Ha^ san Aga ad ın d a bir ih tis a p terazicisinin oAlu idi. T ah silin i y a p tık ta n sonra reis kalem i denilen re is ü lk ü tta b lık dairesine g irm iştir. B u rad a çalışırken b ir taraftan da zam an ın en k ıy m e tli şâirlerinden olan N âb i ve S a m i'n in m eclisle’ ine d e ­ vam ederek benliğin de m evcut sanat ka­ b iliyetini geliştirm iştir. S a i" N â b in in him ayesi ve zekâsı İle reis kalem inde yükselm eye başlıy an R â m i M ehm ed Efendi derece derece ilerüyerek 1S94 te re isülk üttab o lm u ştu “. Sadrazam E lm as M ehm ed Paşa ile geçînem edlginden b ir a ra lık r e is ü lk ü tta b lık ta n azledil m i ;se de. o nun Zenta harbinde ö lü m ü n ü m ü te ak ip ş ey h ülislâm F ey zu llah E fe n d in in ricası ile eski vazifesine iade edilm iştir. rek. M ısır h a lk ın d an a ld ığ ı bore p a ra la r y üzünden bir hayli eziyete de m a ru z b ı­ rak ılm ış. sonra Rodos kalesine hapsedil­ m iştir (tem m uz 170?). R â m î M ehm ed P a ­ şay ı böyle tazyiklere m a ru z b ıra k tıra n şahıs Ç o rlu lu A lî Paşa idi. R a m i M eh­ m ed P aşa n ın Ç o rlu lu ile Ötedenberi (î. H . UzunçarşıIİH O sm a n lı ta r ih i C: I V / I I . S : 263? arası iy i d e ğ ild i ve sad razam lığı sıvasında eski k ır g ın lığ ın ın acısın: £ik arm ay a çalışıyordu. N ih a yet 1708 şu ba­ tın d a R â m i M ehm ed P a şan ın G ir it ’te Û rabosa kasabasında oturm asına d a ir bir ferm an çıkm ışsa da bu ferm an yerine vasıl olm adan R â m i M ehm ed P aşa R o ­ dos'ta ö lm ü ştü r. ; R â m i Mehmed Paşa zarif, n ük ted an, bilgili, h a zır cevap, ay ni z am anda k uv­ vetli b ir şairdi. Çağdaş m ü e llifle r k e n d i­ K a rlo iç a m uahedesine O sm an lı ba§m urafıhası olarak k a tıla n R a m i M ehm ed E le n d i keskin zekâsı, derin v u k u fu ile m ü zakereleri çok iy i İdare etm iştir. Karlofca m uahe desinde ki hizm eti padişahça ta k d ir o lu n a ra k kendisine vezaret tek lif edilmişse de o r e is ü lk ü tta b lık ta k alm ay ı tercih etm işti”. D altab an Mustaf.a Paşan m sadareti sırasında kubbe vezirliğine getirilm iş* onu n azli üzerine de sadra* z â m y a p ılm ıştır. sini bu yönleriyle h ay lî m ethetm ekle be­ raber h a n s ve vefasız o ld u ğ u n u da ilâ ­ ve ederle.’. E y u p ’u n üstünde ç iftliğ in in b u lu n d u ğ u yer b u g ü n onun adını taşı­ maktadır* B ib liy o g ra fy a : R a ş id ; T a ıih , C : 1, 2, 3, S îlâ h d a r F m d ık lılı M ehm ed A ğ a; S ilâh da r ta "ih i C: 1 ve 2. S îlâ h d a r Fınd ık lılı M ehm ed A g a ; N usretnâm e ( ü n i ­ versite k ütüphanesi T ürkçe y azm alar k ısm ı n o : 5983}. Şefik E fe n d i; Sefiknâ* me (Ü niversite k ütüp h anesi T ürkçe yaz­ m a lar kısm ı no: 1643). D efterda r S arı M ehm ed Paşa: Zübdet-ül-vekayE (Nuruosm aniye k ütüp h anesi no: 3122). Osmanzâde T a ib ; H adikatülvüze ra. Ayvansaray İı H ü se y in : H a d i kat ülcevam i. İsm ail H a k k ı U z u n ç a rs ılı; O sm anlı ta r ih i C : i n / 2 ve IV /2 . İs lâ m Ansiklopedisi. R 6m i M ehm ed P aşan m sadareti yedi ay kadar sü rm ü ştü r. Zeki ve m u k te d ir bix~ devlet, ad am ı o lm a k la beraber şeyhü­ lislâm fe y z u lla h E fendi "nin ta h a k k ü ­ m ü n d e n âdeta eli ayağı bağlanan R â m i M ehm ed P a ra ; bu h alden k u rtu lab ilm e k için e laltuıd an cebecileri ta h rik etm iş, neti ce ta h m in edem ediği bir sekle bü­ rünerek E dirn e v a k a s ı denen hailede hem kendisi hem de padişah m evkilerini 2303 1
çekmemek için akşam ortalık kararıncaya kadar siper kazmakta devam et­ mişlerdir. Sultan Mustafa akşam namazır.ı kıldıktan biraz sonra taht üzerinde otu­ rup kahve içmekteyken askerlerin ya; İım ateş biçiminde tüfek seslerini duy­ muştur. Bu sesler parola icabı hareket vaktinin geldiğini işaret eden seslerdir. Ortalık karardıktan sonıa ıslık ve dü­ düklerle birbirlerini haberdar eden as­ kerler tüfeklerini hep birden ateşlemiş ondan sonra da İstanbul kuvvetlerine il­ tihak etmek üzere Babaeski'ye çekilip gitmişlerdir. Durumun vahametini gören Sadrıâ2am Râmi Mehmed Paşa padişahı ha­ berdar ettikten sonra Edirne’ye gitti ve saklandı. Askerin çekilip gitmesi üzeri­ ne devlet erkânı şaşkına dönmüş ve herkes kendi başının ç-aresine bakmaya başlamıştı. Bu arada Sultan Mustafa’nın j anına geien bazı kimseler: *— Kul taifesi vefadarlık etmeyip hainlik edip yüz döndürdüler, gelen as­ kere İltihak ettiler. Bundan soııra bu­ rada durmakta fayda yok, Edirne’ye teşrif buyurun, bakalım ahval yarm ne gösterir» dediler. Bunun üzerine derhal yola çıkan Sultan Mustafa Edin? e sarayına dahil olurken kendisini karşılayan annesinin elini Öptükten sonra: <— Kul beni tahttan indirmiş, yeri­ me karındaşım Sultan Ahmed’i padişah eylemiş, Allah mübarek eyliye, evlâdlarım ve hassaten cariyelerim kendisine Allah emaneti olsun» demiştir. Kuvvetler birleştikten sonra 22 ağustos 1703 (9 rebüülahır 1115) çarşam­ ba günü evvelâ Hafsa karargâhını ele geçirdiler ve oradan da doğruca Edir­ ne’ye geldiler. Böylece îkinci Mustafa’­ nın tahtan indirilip Üçüncü Ahmed’in hükümdarlık makamına oturması kesin­ leşmiş oldu. Naimâ’nın kaydına nazaran, hâdiseler nezaket kesbedince suikasta uğramaktan çekinen Şehzade Ahmed, adamları vasıtasiyie zırh temin edip giy­ miş ve yanma bazı silâhlar da almıştı. Feyzullah Efendi hâdisesi bir aydan fazla devam etmekle beraber İkinci Mustafa kardeşini ortadan kaldırma n i­ yetiyle en ufak bir teşebbüste dahi bu­ lunmamıştır. Esasen, Silâhdar’ın kaydı­ na göre, Hafsa’dan Edirne’ye dönünce kardeşi Ahmed’in bulunduğu uzletgâha kendiliğinden çekilmiştir. İkinci M ustafa’n ın hususiyetleri Dördüncü Mehmed'in oğlu olan tkinci Mustafa’nın saltanatı sekiz buçuk yıl sürmüştür. Tahttan indirildiği sırada kırk yaşında bulunuyordu. D. Cantemir, İkinci Mustafa'yı orta boylu, kısa boyun­ lu, kızıl ve seyrek sakallı, heybetli bir adam diye tavsif eder. Hes;am Levnî’nin onu tasvir eden resminde de İkinci Mustafa’nın bu hususiyetleri seçilebil­ mektedir. Tahta geçtiği zaman hareketli dav­ ranmış, bu yüzden halk uezdinde mağlû­ biyetlerin acısını çıkaracağı, harı;; l_himize çevireceği ümidi uyanmışsa da Zenta mağlûbiyetinden sonra, hem harp acısı hem de ikinci Mustafa’nın hare­ ketliliğini terkeder gibi görünmesi yü­ zünden bu ümit kırılmıştır. Sulhe ka­ vuşulmasını müteakip av, edebiyat ve hattatlığa da epeyce zaman ayırmıştır. Amca-zâde Hüseyin ve Râmi Mehmed Paşa gibi kıymetli kimseleri sadnâzamlığa tâyini onun iyi adam seçme kabili­ yetinde olduğunu gösterir. Yalnız hoca­ sı Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’ye ver­ diği fazla sevgi ve itibar en n i’niyet ken­ disinin felâketini mucip olmuştur. İkinci Mustafa halim ve selim, hak­ şinas, sür’ati intikal sahibi idi. Kültürü oldukça kuvvetliydi. Edebiyatla meşgul olmuş ve güzel şiirler yazmıştır. Şiirde önce «Meftuni» daha sonra -İkbali» mahlasını yani takma adını kullanmış­ tır. Hattatlık ile de uğraşarak sülüs, ne­ sih ve celi yazıda maharet göstermiştir. Silâhdar Fmdıklılı Mehmed Ağa’yı za­ manının vak’alarmı yazmaya memur etmiş, o da ıNusretnâme* isimli eserini meydana getirmiştir. Güzel sanatlardan edebiyat ve ha ttali ğa karşı alâka göste­ ren ikinci Mustafa ayni zamanda iyi si­ lâh kullanırdı, bilhassa okuçulukta ma­ hirdi. Feyzullah Efendi’ye fazla mevki vermesinden gayrı şahsen pek kusuru görünmezken tahttan indirilmiş olması kendisini pek üzmüş, bu yüzden niha­ yet yatağa düşmüş, gerek üzüntüsünün yarattığı sarsıntı, gerekse mesane has­ talığının verdiği ıstırapla hal'inden beş 2304
ay sonra ölmüştür. Oğullarından Mahmud ve Osman padişah olmuşlardır. Feyzullah Efendi’nin sonu İkinci Mustafa devrini kaparken, bu padişahın tahtını kaybetmesine sebep olmuş bulunan. Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin sonunun da burada _ üçüncü Ahmed’in hükümdar tanınmasından son­ ra öldürülmesine rağmen - belirtilmesi şüphesiz daha isabetli olacaktır. Daha önce zikredildiği veçhile, İs­ tanbul’dan gelen elçilik heyetinin Eğridere palankasına sürgün edilmesinden sonra Şeyhülislâm Feyzullah Efendi İkiııci Mustafa tarafından mecburcu azlolunmuş, memleketi olan Erzurum’a sürgün edilmek üzere dört oğlu ile bir­ likte Varna’ya gönderilmişti. Feyzullah Efendi Varna’dan gemiye bindirilecek ve Trabzon üzerinden Erzurum’a geçilecek­ ti. Feyxullah Efendi’ye fazla itibar gös­ termesi yüzünden İstanbul’da bir ayak­ lanma meydana gelmesi ve ufukta teh­ likeler belirmesine rağmen, ikinci Mus­ tafa şeyhülislâma karşı zaaf göstermek­ te devam etmiştir. Bunun, hocasına kar­ şı haddinden fazla sevgi ve hürmetinden ileri geldiği muhakkaktır. Nitekim, Silâhdar’ın «Nusretnâmessi ile, Şefik Efendi’nin «Şefiknâme» isimli eserlerin­ de dercedildiği veçhile, İkinci Mustafa hocasının gönlünü almak için bir hatt-ı hümâyûn gönderdiği gibi yolda bir fe­ nalık yapılmaması için de elli kişi tah­ sis ettirmişti. Bu sırada Sadnâzam Ra­ mi Mehmed Paşa da dört araba yiyecek, içecek ve elbise yollamıştı. Rami Mehmed Paşa’nın bu şekildeki davranışı yn bir kurnazlık taktiği veyahut da insani tarafının kuvvetliliği icabıydı. Hâdiselerin inkişaf seyrinden sezildiğine göre, îstanbul’dakiler, şeyhülis­ lâma yollanan hatt-ı hümâyundan ha­ berdar olmuşlardı. Onun içindir ki, halk arasında Feyzullah Efendi’nin azlinin bir gösterişten ibaret olduğu dedikodu­ su çıkmıştı. Varna’ya gönderilen hatt-ı hümâyûndan haberdar olunmasa bile, Feyzullah Elendi’nin azlini müteakip hemence bu makama başkasının tâyin edilmemesi, dedikodu sınırını aşacak bir Sultan İkinci Mustafa’nın bir minyatürü i Top kapı Sarayı Müzesinden) hususiyet arzetmekteydi. Bu hal, yâni şeyhülislâmlık makamının münhalliği bir iki gün değil üç hafta sürmüştür. Zira İkinci Mustafa’nın ancak Hafsa'daki ordu karargâhına geldiği gün YekçeşTi Hüseyin Efcndi’yİ şeyhülislâm tâ­ yin ettiği görülmektedir. İstanbul âsileri, Feyzullah Efendi'nin Varna’dan Trabzon’a scvkedileceğini haber alınca, âsilerden bazıları ken­ disini yakalamak için yollu gemiler ile faaliyete geçtiler. Bu yöndeki faaliyet neticesinde Varna ve Balçık limanlan âsiler tarafından tutulmuştu. Esasen, âsiler Varna’yı kontrol altına almak üzere faaliyete koyuldukları sırada Fey­ zullah Efendi henüz Varna’ya varmamış, ancak adamları vasıtasiyle Varna’dan gemi tedarikine teşebbüs edilmişti. İs­ tanbul âsileri, Feyzullah Efendi’nin Var­ na’ya gidiş tarzından çok daha fazla sür’atli davranmış bulunmalılar ki, Var­ na limanını kontrol altına aldıktan baş­ ka şehir halkına da tesir ettikleri açıkça 2305
belli olmaktadır. Zira, Feyzullah Efendi ve okullarının kaçırılmaması için Varna halkının silâhlanıp tedbir aldığı görül­ mektedir. Varna'da durumun kendisi için teh­ like arzeder şekle bürünmesi üzerine Feyzullah Efendi, Râmi Mehmed Paşa'ya gizlice mektup yazarak yardım rica etmiştir. Sadrı âzam bu mektubu padi­ şaha arzederek şeyhülislâmın Ağriboz’a nakli için ferman istihsal etmiştir. İs­ mail Hakkı Uzunçarşılı’nın (Osrcıanlı ta­ rihi C: 4, S: 39) beyanı veçhile, Râmi Mehmed Paşa, sabık şeyhülislâmı Ağrıboz’da ikamet için davet bahanesiyle Edirne’ye celbetmek niyetiyle böyle bir lıatt-ı hümâyûn istihsal etmiş olabilir. Fakat onun şeyhülislâmdan kurtulabil­ mek için bu isyanı peşinen tahrik etmiş olduğuna dair müverrih Silâhdar’m ifa­ desi gözönüne getirilirse, hâdise çok na­ zik safhaya girdiği sırada bile Feyzullah Efendi’niıı sadrıâzama mektup yazışının ve bilhassa sadrıâzamın onu Ağriboz’a nakil için ferman istihsal edişinin sebe­ bini izah hayli güçleşmektedir. Ağriboz’a nakline dair fermanın çık­ masından sonra Feyzullah Efendi Fravad i’ye gitmiştir. Kendisi burada iken İs­ tanbul'dan 300 nefer ile gelen bir yeni­ çeri çorbacısı yani bölük Kumandanı şehrin kadısından Feyzullah Efendi’yi is ■ temiştir. Fakat kadı, elinde onun Ağritaoz'a nakline dair ferman bulunduğun­ dan bahisle İstanbul'a götürülmesine imkân vermemiştir. Feyzullah Efendi Pravadi’den ayrıldıktan sonra Çenke Balkanı üzerinden geçerek îslimiye'ye gelmiş, buradan itibaren yolculuğunu biraz daha hızlandırmıştır. Bunun üze­ rine yine yoluna devam eden Feyzullah Efendi Eskizağra ve Çırpan kasabaları­ nı geçip Salihler menziline vardığı za­ man dergâh-ı âli kapıcıbaşılarından Pa­ şa Hüseyin Ağa ile iki bostancı neferi de buraya gelmişlerdir. Bunlar Üçüncü Ahmed’in padişah yapıldığını söylemiş­ ler Feyzullah Efendi ile oğullarının Edirne’ye şevklerine dair fermanı göster­ mişlerdir. Böylece yine yoluna devam ettirilmek üzere harekete geçirilen Fey­ zullah Efendi ertesi gün Cisri Mustafa Paşa mevkiindeki köprüye geldiği sıra­ da Edirne’den gelen Karakaş Mustafa ve Durcan Ahmed karşılarına çıkıp ağ­ za alınmıyatak küfürlerle hakarete baş­ ladılar. Daha sonra kendisini ve oğul­ larım çırılçıplak denecek şekilde soya­ rak bu halde Edirne’ye getirip yeniçeri ağası hapsine koydular. Burada m alının yerini söyletebilmek için üç güç üç ge­ ce Feyzullah Efendi ve oğullarını türlü işkenceye tâbi tuttular. Hiçbirinin de ağızlarından söz alamayınca Edirne zın- İkinei Mustafa (1695 - 1703) zamanındaki hükümdarlar (İlâve : 140) A vusturya : B irin ci ___ L eopold P ap a la r: O n ik in c i Inosan Onbirincd K le m a n 1700 __ —^ ■ İngiltere: 1702, K ıraliçe F ran sa: üçüncü A nna Glyom 1702 __ O n d örd ün e ü İsp a n y a ; İ k in c i Ş arl 1700 __ . P o rte k iz: İk in c i P iy er R u s y a : B ü y ü k PeLro İsveç: O n b irîn ci Sari O nikJnci Sari 1697 __ . . P ru s y a : B irin ci F re d e rik 1 7 0 1 ______> (löSS dön beri P ru sy a 'n ın başında b u lu ­ nan Frederik 1701 ta rihin e kad ar Brandeburg elektörü İd î). . Lut ___ _ 1596, L e h istan: Ja n Sübieskl İk in c i F re d e rik O güst 1697 __ Beşinci F ilip -__ ^ îra n ; Şah H üse y in —» ■ __ _____ * * B u h ara h a n la r ı: S ubhaıı K u lu 1702, B irinci U bey dııllah 1702 __ . 1700, H in d istan T ü rk -M oğol rı : E vrenk Zlb _____ ^ . ^ __ __ 17ÛÖr „ —►■ _ 1657, h ü k ü m d a r la ­ F a s : E b u n n a sr M öviay İsm a il 2306 -__ . __
damna atarak burada da işkence ettiler. Fakat yine bir şey söyletemediler. Feyzullah Efendi ve oğullarının idam lanm m üm kün kılabilmek için il­ miye mesleğinden çıkarmak gayesiyle kendisini Kandiye, oğulu Fethullah Efendi'yi de Alacahisar sancak beyliğine tâyin ettiler. Kâğıt üzerindeki emirler­ le bu tebdili yaptıktan sonra Şeyhülis­ lâm İmam Mehmed Efendi’den Feyzul­ lah Efendi’nin idamı hakında fetva alıp bunu bütün ulemaya da imza ettirdiler. Bu iş de bittikten sonra zindandan çıkarıp bir^hamal beygirine bindirip Bit­ pazarı’na getirdiler (3 eylül 1703 - 21 rebüülahır 115), «Din ve devlete hıya­ net eden m üftünün hâli buduw sözleri ile beygirden yuvarladıktan sonra öl­ dürdüler. Sonra ayaklarına bir ip geçi­ rip b£.|ını sakalından ayağına bağladı­ lar. Cç yüz kadar hıristiyana bu ipi zor­ la tutturup, önlerinde ellerinde kandil­ ler taşıyan ve günlük yakan papaslar olduğu halde cesedi bir buçuk saatlik yerden sürükleterek yeniçeri ordugâhı­ 2307 na getirtiler. Şahsına ve cesedine bu de­ rece hakaret yetişmiyormus gibi cesedin başını gövdesinden ayırıp gövdeyi Tunca’ya attılar. Başı bir mızrak ucuna ta­ kıp bütün ordugâhı dolaştırdılar: son­ ra bu başı da Tunca’ya fırlattılar. Böylece İkinci Mustafa'nın çok sevip hür­ met ettiği hocasının sonu bu derece fe­ ci ve çirkin bir muameleye maruz kal­ dı. Feyzullah Efendi, katledilen şeyhül­ islâmların üçüncüsü ve sonuncusudur. Feyzullah Efendi’nin öldürülmesinden sonra oğulları ve yakınları bostancı ha­ sekilerinin nezareti altında zincire vu­ rulmuş olarak İstanbul’a getirip Yedikule zindanına atılmıştır. İçlerinden yal­ nız Fethullah Efendi idam edilip diğer­ leri Kıbrıs’a sürülmüştür. Feyzullah Efendi şeyhülislâmlığı sı­ rasında iC am i’-ür-riyaseteyns- ünvanı ile de anılır. Ona bu ünvanm verilmesi padişah hocalığı ile şeyhülislâmlığı nef­ sinde ceme tmes inden ileri gelir.
O m fE D İM l ASIRDA İLİM VE SANAT HAYATİ, İKTİSAUİ DÜRÜM Asra U m u m î Bir Bakış Bundan önceki siyasi tarih bölüm ün, de belirtildiği veçhile, on yedinci asır, Osmanlı devletinin hayatında bir * Du­ raklama d ev ri» dir. Asrın ikitıci yarısın­ da bazı yerler ele geçirilmekle beraber, devletin esas gayreti umumiyetle mevcut toprakların muhafazası hususuna tevcih edilmiştir. Bir sürü iç isyanlar, gocuk, hat­ tâ deli padişahlar, bir kısmı beceriksiz, bazıları ahlâksız vezir ve idareciler, sa­ ray kadınlarının, saray ve ocak ağaları­ nın tegallüpleri, pek uzun süren harpler hep bu asırda görülür. İşte bütün bu h â­ dise ve meseleler Osmanlı cemiyet niza­ mına, ilim ve sanat hayatına sarsıcı te­ sirler icra etmiştir. Gerek cemiyet ve idare hayatındaki dalgalanmalar, gerek­ se AvrupalIlar gibi bir fikir ve sanat ronesansı yapılmaması, on yedinci asırda yalnızca siyasî sınırlar bakımından de­ ğil, ilim hayatı bakımından da bir du­ raklama devri yaşanmasına âm il olmuş­ tur. Yine siyasi tarih kısmında belirtil­ diği veçhile, bu asırda Osmanlı devletinin çeşitli sahalarında bozulmalar vuku bul­ muştur. Osmanlı ilim adamlarının yetiş­ me sahası olan medrese de buna dâhil­ dir. Medrese teşkilâtı on altıncı asrın so­ nuna kadar az çok intizamım muhafaza etmiş, fakat on yedinci asırda intizamın bozulması sebebiyle müderrislik itibarî bir mahiyet almaya yüz tutmuştur. Tesir ve iltimaslarla, müderrisliğe lâyık olmıyanlara müderrislik tevcih edilmesi med­ reselerin kalitesinin düğmesine tesir etti. Ayrıca iİmı kifayeti bulunmıyan bir m ü ­ derris, esas kabiliyetli ve hak sahibi kim ­ se yerinde sayarken, daha yüksek dere­ celi bir medresenin müderrisliğine bile getirildi. Veyahut da bazan, derecesi m u­ ayyen bir medresenin müderrisi, fiiliyat­ ta yerinde kalmakla beraber, daha üstün bir medreseye geçirilmiş addedildi. Med­ reselerin derecesi daha on yedinci asra girilmeden ( üçüncü ciltte 1546-1551 inci sayfalara bakınız ) önce düşmüştü. Nite­ 2308
kim, Koçi Bey meşhur risalesinde bu hu­ susu etrafüca anlattıktan sonra «1003 Ç 5594/1595 ) tarihine gelinceye kadar salın muidleriniıı ( müderris yardımcısı, zamanımızdaki doçentlere karşılık tutu­ labilir ) şimdiki müderrisler kadar iti­ barı vardı s demek suretile iki devri m u­ kayese ederken bir de maddî ölçü ver­ mektedir. Koçi Bey, medreselerin ve dolayısile ilim adamlarının kalitesinin düş­ mesine, rüşvet mukabili veya iltimasla, ehil olmıvan kimselere müderrislik ve sair ilmiye makamlarının tevcih edilmiş olmasını sebep gösterdiği gibi, ilmiye mensuplarının çabuk çabuk azlinin onla­ rı hakikati gizlemeye, rahat çalışamamıya ve dalkavukluğa tenezzüle sevkettiğine de parmak basmaktadır. Ders verilip bilgi edinilen yerler esas itibariyle medreselerdi. Maamafih cami­ lerde de ders verilirdi. Camilerde okut­ turulmak üzere ihdas olunan derslere « dersiye » denilirdi. Medreselerde oldu­ ğu gibi cami derslerinin de dereceleri vardı. Cami derslerine daha ziyade med­ rese talebesi olımyan kimseler devam ederdi. Saray hizmetlilerinden bazı kimse, lerin de bu dersleri takib ettiği görülür­ dü, Dersiye yâni cami derslerinden baş­ ka va'zların da Öğretici tarafları vardı. Cami vaizleri tarikat şeyhleri ile müder­ rislerden seçilirdi. Bunlarda da bir dere­ ce mevzuubahisti. En büyük vâizlik mer­ tebesi Ayasofya vaizliği i d i ; bunu Sultanahmed, Süleymaniye, Bayezid ve Fa­ tih camilerinin kürsü şeyhleri takib ederdi. On yedinci asırda kürsü vâizleri arasında bazı kimseler mevzuu pek da­ ğıtmışlar, hattâ bu yüzden hayli m üna­ zaralara sebep ( bu ciltte 2045-2051 inci sayfalara b a k ın ız) olmuşlardır. Münaza­ alara sebep olanlar Kadı-zadeliler diye meşhur olan vâızlar grupudur. Kadı-zâSelilerin münakaşa mevzularının ( sayfa 2047 ) gözden geçirilmesi, on yedinci asır ortasında ne müthiş bir ilim buhranı çekildiğini ifadeye kâfidir. Mutaassıp zihniyet, İlmî gelişmeyi sadece birkaç se­ ne için durdurmakla kalmamış, cemiye­ tin İlmî telâkkilerinde derin yaralar bı­ rakmıştır. İlimde taassup yalnızca Kadızâdeliler’in görüşü de değildir. Bu düşün­ ce tâ on altıncı asrın sonlarında başlamış, fakat Kadı-zâdeliler ile bu hususta en ifrat dereceye varılmıştır. Zaten on ye­ dinci asırda Osmanlı medreselerinde makulât yani aklın uygun kıldığı, akıl yoluyle edinilen ilimlerin değil de menkulât yani ağızdan ağıza edinilen neviden bilgilerin öğretimi esas teşkil ediyordu. Menkıılât nevinden bilgilerin en başında hadis ve tefsir geliyordu. Üçüncü cildimizde medreseler bah­ sinde işaret edildiği veçhile, Süleymaniye medreseleri tabip, cerrah ve mühendis yetiştirmek gayesiyle kurulduğu cihetle, tıb ve matematik fakülteleri mesabesindeydi. Lâkin, Kâtib Çelebi’den öğrendi­ ğimize g ö re; on yedinci asırda müsbet ilim ler ve felsefe medreselerde okutul­ maktan kaldırılır gibi oldu. Esasen, Kadı-zadelüer grupunun, müsbet ilimlerin ve bu meyanda matematiğin tahsilinin menolunmasmdan bahsettiği bir devirde, şüphesiz müsbet ilimler sahasında kalite­ li adam yetişemez ve bu yolda ilerleme kaydedilemezdi. Kâtib Çelebi’nin « Mizan-ül-hak fi ihtiyar-ül-ahak s isimli ese­ rinde, ifrat dereccde zeki olduğunu söy­ lediği oğlu ile diğer bir talebesinin Ali Kuşçu’nun « Muhammediye s- isimli he­ saba dair risalesini şerhettîklerini zikredişiııe bakarak, müsbet ilimlerin müdafii ve Batı ilm inin takdirkârı olan Kâtib Çelebi’nin bile, Ali Kuşçu’nun hesap k i­ tabını şerh ile meşgul olduğu, dolayısiyle bu asırda eskiye nisbetle ileri gidilmek şurada dursun on beşinci asrın adamı olan Ali Kuşçu’nun tahliliyle uğraşıldığı­ nı göstermektedir. Devrinin taassubun­ dan acı acı şikâyet eden Kâtib Çelebi, bu şikâyetlerini ve müsbet ilimlerin m ü­ dafaasını ihtiva eden « Mizan-til-hak » isimli eserinde ( S : 9 ) ; herhangi bir şe­ yin aslını bilmeyen kimselerin hiçbir tet_ kik yapmadan sadece red ve inkâr yo­ lunu tercih ettiklerini; yeri göğü bilmez cahillerin âlim geçindiğini, Osmanlı dev­ letinin başlangıcından Kanuni devrine kadar müsbet ilimler ile şeriat ilim leri­ ni nefsinde cemedenlerin kıymet taşıdık­ larını, fakat durumun şimdi öyle olma­ dığını ; Fatih medresesinde « Mevâkıf şerhi * ile t Haşiye-i tecrid » okutulması bu medresenin vakfı icabından iken, bilâhara bunların felsefiyattır diye kaldı­ rılıp yerlerine « Hidaye s ve « Ekmel » dersleri konduğunu, fakat şimdi hidaye
ve ekmel’in bile kalmadığını beyandan sonra : « bu yüzden suk-ı ilme kesad ge­ lip ehli inkıraza karib olmağla bazı ke­ narda Ekrad diyarında yer yer kanun üzere şugleden t a l i p l e r i n müptedileri Rum ’a gelip azim tafra satar oldular » de­ mektedir. Osmanh medreselerini on yedinci asırda bu hale düşüren en baş âmilin, ta­ assup ve devlet nizamlarındaki bozukluk­ ların buraya da sirayetinden ibaret bu­ lunduğu şüphesizdir. Taassubun dar çer­ çevesi içine sıkışan, kalitesiz elemanlar elinde bulunan medreselerden kıymeti yüksek bir âlimin yetişmiyeceği muhak­ kaktır. On yedinci asrın en kıymetli ilim adamı olan Kâtib Çelebi’nin, içinde ya­ şadığı muhitin zihniyetinden daha ser­ best bir düşünceye sahib bulunmasını, onun medreseden yetişmemiş olmasında ve kendi gayreti neticesi Batı ilmi ile te­ masa gelmesinde aramalıdır. Kâtib Çe­ lebi bir tarafa bırakılacak olursa on ye­ dinci asır kalem sahiplerinin eserlerinin çoğunun biyografik kitaplar olduğu gö­ rülür. I — İL İM H A Y A T I On yedinci asrın umumi veçhesini belirttikten sonra şimdi muhtelif ilim kollarının durumunu ve eser meydana getiren kimseleri gözden geçirelim. 1 _ DtNÎ. HUKUKİ VE AHLÂKİ SA­ HADA ESER Y A Z A N L A R : On yedinci asrın eser sahiplerinin ekserisi daha önceki asırlarda olduğu gi­ bi yalnız bir ilim dalında değil, birkaç ilim ve bilgi dalında kalem oynatmışlar­ dır. Hem bir ilim adamı, hem de edebi şahsiyet sayılan kimseler de mevcuttur. Bu asrın ilim adamlarının en meşhurları olan Nev’i-zâde A t â i , Sarı Abdullah Efendi, Kâtib Çelebi, Hicri A li Efendi. Hezarfen Hüseyin Efendi, Müneccimbaşı Ahmed Dede gibi kimselerin eserlerinin bazıları dinî, hukukî veya ahlâki mevzu­ ları içine almaktadır. Bunlardan başka selâtin camilerinin kürsü vâizi veya tari­ kat şeyhi olan şahısların mühimlerinden Üsküdari Aziz Mahmud Hüdai, Sivasi Abdülmecid Şeyhî, Abdülahad Nuri, Cer. rah Şeyhi İbrahim Efendilerin eserleri ise hep diııî, hukukî ve ahlâkî mevzular ihtiva etmektedir, Maamafih bu meşavih arasında şiir yazmış, yani edebi sahada kalem oynatmış kimseler de vardır. Kâtib Ç elebi: On yedinci asrın en büyük ve eıı değerli ilim adamı olan Kâ­ tib Çelebi daha ziyade bibliyografik, ta­ rihî ve coğrafi-sahada eser vermekle' be­ raber dinî ve ahlâkî mevzularda kalem oynatmaktan da geri durmamıştır. Meselâ « İlham-ül-mukaddes fi feyz-ül - akdes » isimli eserinde, namaz ve oruç vakitleri­ nin tayinini coğrafî açıdan incelemekte­ dir. « Recm-ül-recm bi’l-sim ve’l-cim » adlı eserinde garip fıkıh meselelerini, mûdil ve acayip fetvaları bir araya top­ lamıştır. Kâtib Çelebi’nin dini mevzularla ilgili bu eserlerinden başka bir de Beyzavî tefsirinin şerhine dair eseri olduğu­ nu « Mîzan-ül-hak » isimli risalesinden öğreniyoruz. ( Kâtib Çelebi hakkında da­ ha fa2İa bilgi için 1899 uncu sayfadaki ilâveye bakınız ) . San Abdullah Efendi : Eserlerinin en m tüı imm i beş ciltlik Mesnevi şerhi olan Sarı Abdullah Efendi İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası, Tunus hüküm , darları soyundan olup İstanbul’a gelip yerleşmiş Seyyid Mehmed bin İbrahim’­ dir. Birinci Ahmed, İkinci Osman ve Dör­ düncü Murad zamanlarında iki defa sadrıâzamlıkta bulunmuş olan Halil Paşa, Abdullah Efendi’yi himaye ederek onun yetişmesine müessir olmuştur. Tezkirecilik, reisülküttablık, cizye muhasebecili­ ği, piyade mukabeleciliği gibi devlet hiz­ metlerinde bulunmuş olan Abdullah Efendi daha sonra memuriyetten çekilerek evinde ilim ve ibadetle meşgul olmuştur. 1660 yılında ölünce Topkapı mezarlığına defnedilmiştir. Kendisini himaye eden H alil Paşa’nın tesiri ile Şeyh Aziz Mah­ mud Hüdai Efendiye intisab etmiş olan Sarı Abdullah Efendi dinî, edebi, tasav­ vuf!, ahlâkî ve siyasî eserlerile dikkati çeken kıymetli bir şahsiyettir, s Cevâhir-i bevâhir-i Mesnevi » adlı beş ciltlik Mes­ nevi şerhinden başka, yine bunun gibi tasavvuf! bir eseri de « Semerat-ül-fuad fi’lmebde-i ve‘l-meSd s adlı beş bölüm­ lük türkçe kitabıdır, « Nesayih-ül-mülûks> adlı türkçe eserini Dördüncü Meh-
med’e takdim etmiştir. Dinî ve tasavvufî bir eseri de Muhiddin-i Arabi'nin « Fusûs-ül-hikem * in şerhidir. Mensubu bu­ lunduğu Melâmiye tarikatine dair başka bir eseri ile, reisülküttablığı zamanında yazdığı « Düsturül-iıışa » ismindeki eseri d< ferman, mektup ve beratları muhtevi oJjp edebi, nev'e dâhil edilecek hususi­ yeti haizdir. Taşköprülü-zâde Mehmed Kemalüddin Efendi ( ölümü 1621 ) , babasının « Mıftah-üs-saâde ve Misbah-us-seyâde » ismindeki çeşitli ilimlerin mevzularını ta­ nıtan eserini « Mevzuat-ül-ulûm » adı ile türkçeye çevirmiştir. Taşköprülü-zâde'nin daha başka telif ve tercümeleri de vardır. BosnalI Musa bin Menmea'm muhte­ lif eserleri arasında Dördüncü Murad’a ithaf ettiği « El-cevahir-ül-muzic fi'l-ahkâm’is-sultaniye » adlı ahlâkî kitabı m ü ­ himdir. Yine bu asrın ilim adamları arasın­ da « Fevâid-i hakaniye » adlı telifi, « Tefsir-i K a d î» nin evveline ait haşiyesi m ü­ him olan Sadreddin Mehmed Efendi zik­ re değer bir şahsiyettir. İlim adamları ta­ rafından tkülliyat-ı Ebül-beka » diye ta­ nınan meşhur arapça lügatin sahibi Ke­ feli Ebül-beka Eyub bin Musa ( ölümü 1682 ) da bu asrın kıymetli âlimlerindendir. On yedinci asır şeyhülislâmları ara­ sında bu sahada zikre değer eser sahibi olanlar Bâli-zâde Mustafa Efendi ( ölü­ mü 1661 ) , Bolevi ( Bolulu ) Mustafa Efendi ( ölümü 1675 ) , Bursalı F.siı-î Meh­ med Efendi ( ölümü 1681 ) , AnkaralI Mehmed Emin Efendi ( ölümü 1687 ) , Debbağ-zâde Mehmed Efendi, Erzurumlu Seyyid Feyzullah Efendi ( ölümü 1703 ) gibi kimselerdir. Hibrî Ali Efendi : Kütahya’da dün­ yaya gelmiş olan Hibrî A li Efendi, doğ­ duğu yerde tahsil gördükten sonra mem­ leketin muhtelif yerlerini dolaşmış ve 1669 tarihinden sonra Ağriboz adasının güney ucundaki Kızılhisar kasabasında ölmüştür. Fıkıh sahasında derin bilgiye sahib olan Hibrî’nin en meşhur eseri «Hadikat-ül-fukaha» adlı telifidir. Ayrıca ke­ lâm ilmine dair t Minhâc-ı Muhammedi » , feraize dair « Feraizül-Hibri» , akaide dair « Münyetüs-salihin * isimli eserleri vardı. Hibrî kenefi yazdığı bu üç eserin tercüme ve şerhlerini de yapmıştır. Bülbül-zâde Hibrî Ali Efendi’nin daha baş­ ka eserleri de mevcuttur. Bu âlimlerden başka on yedinci as­ rın meşhur şevlilerinden olan Aziz Mahmud Hüdaî Efendinin, bir kısmı arabca yirmiden fazla eseri mevcuttur. 1628 se­ nesinde 92 yaşında iken ölen Aziz Mahniu d Hüdaî Efendi Bayram iy ye tar ikati­ nin Celvetiyye kolundan olup zamanın­ da pek fazla hürmet görmüştür. * Tariknâme s ve « Necat-ül-ferik » isimli eser­ leri basılmıştır. Aziz Mahmud Hüdaî'nin ölümünden sonra İstanbul’un en büyük şeyhi duru­ munu ihraz etmiş olan Sivasî Abdülmecid Efendi ( ölümü 1639 ) elliden fazla eseri olan bir kimsedir. Mutaassıp Kadızâdeliler grupu ile mücadelesi meşhur­ dur. İyi bir tahsil görmüş ve Fatih, Bayezid ve Ayasofya camilerinde kürsü şeyh­ liği etmiş olan Abdülahad Nuri Efendi ( ölümü 1651) nin otuz kadar eseri var­ dır. En mühimmi « Mir’at-ül-vücud ve Mirkat-üş-şühûd » adım taşır. Galata Mevlevihanesi şeyhi Ankara­ lI İsmail Rüsuhi Efendi ( ölümü 1631 ) nin «Hüccet-üs-sema» adlı sofiyane eseri ile daha bazı telifleri ve bir Mesnevi şerhi mevcuttur. 2 — TARİHLE İLGİLİ MÜVERRİHLER : ESERLER VE On yedinci asırda tarihle ilgili eser­ ler oldukça boldur : Müsbet ilimlere de­ ğer verlmediği cihetle bu devrin kalem sahiplerinin bir kısmı tarih ve biyografya ile ilgili eser yazmaya daha çok heves et­ mişlerdir. Yaşadıkları devrin hâdiselerini kaleme alanlar olduğu gibi, kendilerin­ den önceki devirlerin tarihini yazanlar, derlemeler yapanlar da mevcuttur. Şehnamecilik bu asırda da vardır. Resmî ta­ rih yazıcılığı olan < Vak’anüvislik » de bu asırda ihdas edilmiştir. a) On yedinci asırda yazılmış umu­ mi ve hususi tarih mahiyetini taşıyan eserlerle müellifleri şunlardır : Ramazan-zâde Mehmed Kudsi : 1554 te Merzifon'da doğmuş ,on sene sonra İs­ tanbul’a gelerek tahsilini tamamlamış o­ 2311
ziz Efendi’ııin bu iki eseri de basılmış­ tır. Ayrıca Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın Revan ve Bağdad seferlerinden bahseden e Zafername » ve bir peygam­ berler tarihi olan a Mir’at-üs-safa » adlı eserleri vardır. lan Ramazan-zâde müderrislik ve kadı­ lıklarda bulunmuştur. Ölüm ü 1622 yılın ­ dadır. t M ir’at-i K â in a t» adlı eseri h il­ katten başlar, K anunî’nin son zamanına kadar geçen vak’aları ihtiva eder. Peçevi İbrahim Efendi : Macaristanda Peçey ( Pe’cs ) şehrinde 1574 yılında doğmuş, 1651 de Budin’de ölmüştür. Çe­ şitli vazifelerde bulunan, birçok seferle­ re katılan İbrahim Efendi, Peçevî tarihi diye maruf eserini Bosna defterdarı iken kaleme almıştır. Peçevî İbrahim Efendi 1520 den 1639 yılma kadar olan vakaları yazmış, 1651 senesine kadar gelen kısmı ise Temeşvar defterdarı Mustafa bin Ahmed ilâve etmiştir. 1866 yılında İstan­ bul’da iki cilt halinde basılmış olan Pe­ çevi tarihi kıymetli bir eserdir. On yedinci asırda tarihî eser yazan­ lardan birisi de meşhur Kâtib Çelebi’dir. 1899 uncu sayfadaki 121 numaralı ilâve­ de Kâtib Çelebi’nin tarihi eserlerinin isimleri kaydedilmiştir. Mustafa Naima Efendi tarihini yazarken Kâtib Çelebi’nin * Fezleke » -sinden de faydalanmıştır. Karaçelebi-zâde Abdülâziz Efendi : Kazasker Karaçelebi-zâde Hüsameddin Efendi’nin oğlu olan Abdülâziz Efendi 1593 te İstanbul’da doğmuştur. Esaslı bir tahsil görmüş olan Abdülâziz Efendi 1633 te İstanbul kadısı iken, şehir iaşesindeki darlık meselesi yüzünden azil ve boğula­ rak denize atılması için Dördüncü Murad emir vermişse de, rica üzerine K ıb ­ rıs’a sürülmekle iktifa edilmiş, bir m üd­ det sonra da affa uğramıştır. Sultan İb­ rahim’i tahttan indirenler arasında baş rolü oynamıştır. Tarihi eserlerinin en meşhuru olan * Havzatülebrar » ı Dördün­ cü Mehmed’e takdim ettiği zaman kendi­ sine şeyhülislâmlık pâyesi tevcih edilmiş, daha sonra da beş ay kadar şeyhülislâm­ lıkta bulunmuştur. Şeyhülislâmlıktan az­ linden sonra Sakız’a sürülen Abdülâziz Efendi bilâhara Bursa’da ikamete memur edilmiş ve 1657 aralık ayında Bursa’da ölmüştür. « Ravzatülebrar» adlı tarihi hilkatten 1648 senesine kadar vak’alardan bahseden bir Osmanlı tarihidir. B ur­ sa’da ikameti sırasında buna bir de 1657 senesine kadar gelen zeyl yazmıştır. İk in, ci önemli eseri Kanunî Süleyman devrini anlatan « Süleymanname » sidir. AbdüLâ- Solak-zâde Mehmed Hemdemî : İs­ tanbul’da doğmuş, 1650 ile 1658 yılları arasında ölmüştür. Eseri « Solak-zâde Ta­ rihi » diye maruf olup, hilkatten 1648 se­ nesine kadar bir Osmanlı tarihidir. Solak-zâde’nin lisanı sade olup eseri basıl­ mıştır. Müneccimbaşı Ahmed Dede : 1631 senesinde dünyaya gelmiştir. Babası Kon­ ya Ereğlisi halkından iken Selânik’e ge­ lip yerleşmiş olan Lutfullah adlı bir k im ­ sedir. Bir miktar tahsilden sonra Selânikte Mevlevi tekkesine intisab etmiş, son­ ra İstanbul’a gelerek tahsilini ilerletmiş­ tir. Bu arada astronomi ve astroloji öğ­ rendiğinden, hocası olan Müneccimbaşı Mehmed Efendı’nin ölüm ü üzerine 1667 de müneccimbaşı olmuştur. Müneccimbaşı Ahmed Dede 1701 de Mekke’de ölmüş­ tür. Ahmed Dede’nin çeşitli ilim kolların­ da eserleri vardır. Dinî eserlerinin yanın­ da tarihe, astronomiye, matematiğe, tıb­ ba, musikiye dair de eserleri mevcuttur. Eserlerini türkçe, arapça veya farsça yaz­ mıştır. « Risale-i musikiye » si musikiye, « Talihat alâ U klidiss geometriye, «Vesiletül-vüsûl» mantığa ait eserleridir. Dini ilimlere ait birkaç tefsir kitabı var­ dır. Kendisini asıl tanıtan eseri ise « Camiüd-düvel» adlı umumi tarihidir. Camiüd-düvel’in İslâm tarihi kısmı m uhta­ sardır. Osmanlı tarihi kısmı 1672 yılına kadardır. Eser arapça yazılmıştır. Şair Nedim tarafından muhtasar şekilde türkçeye çevrilmiş ve basılmıştır. Haşan Bey-zâde : Reisülküttab K ü ­ çük Haşan Bey’in oğludur. İslâm. Ansik­ lopedisindeki biyografisinde adının A h­ med olduğu kabul edilmektedir. Divan-ı humâyun kâtipliklerinde ve muhtelif eyaletlerin defterdarlıklarında bulunmuş­ tur. ölü m ü n ü n 1636 yılında vukuu m u h ­ temeldir. Esas şöhreti -t Haşan Bey-zâde ta rih i» diye anılan eserindendir. Haşan Bey-zâde tarihinin bazı nüshaları 1ö2û senesine, bazıları da 1635 senesine kadar gelen vakaları ihtiva etmektedir. Haşan 2312
Bey-zâde tarihi iki kısma ayrılır, İlk kıs­ mı Tacüt-tevarih’in hulâsasıdır. Fakat Üçüncü Mehmed devrinden itibaren ik in ­ ci kısmı müellifin yaşadığı ve şahidi ol­ duğu hâdiseleri nakletmesi bakımından önemli ve kıymetlidir. Bu eser Naima’nın kaynaklanndandır. Solak-zâde Mehmed Hemdemî’nin de isim zikretmeden bundan bolca faydalandığı anlaşılmakta­ dır. Haşan Bey-zâde’nin tarihî eserleri meyamnda bir de « Kanıje fetihnâmesi » vardır. 1640 senesinde ölmüş olan Edirneli Hacı Mehmed Efendi’nin « Nuhbetül-Tevarih vel A h bar» adlı eseri umumi bir İslâm tarihi olup, Osmanlı tarihi kısmı müellifin yaşadığı devre kadar gelir. Mehmed Efendi’nin « Tuhfetüs Sukûk » adlı bir eseri daha vardır. Nuhbetüttevarih basılmıştır. Yeniçeri Solak Hüseyin Tûgi’nin îkinci Osman vakasından bahseden « tbretnüm a» adlı eseri 43 sayılı Belleten de neşredilmiştir. Divan kâtiplerinden Vecihi ( ölümü 1670 ) nin 1637 ile 1661 ta­ rihleri arasındaki vakayii ihtiva eden bir eseri vardır. Vecihi Tarihi. Naimâ’nın kaynaklanndandır. Rodosî-zâde Abdullah'ın 1100 (M : 1688/1689 ) den 1106 ( M : 1694/1695 ) senesine kadar vakalar ıihtiva eden bir Osmanlı tarihi vardır. Şarihii’I-mennar-zâde Ahmed Efendi: Amasyalı Bayram-zâde A bdullah Efen­ di’nin oğlu olan Şarihül’mennar-zâde, muhtelif medreselerde ders vermiş ve Davutpaşa medresesinde müderris iken 1657 de ölmüştür. Yazdığı tarihi ölüm ün­ den bir sene öncesine kadar gelen vaka­ ları ihtiva eder. Bu eser Naimâ’nm en mühim kaynaklanndandır. Reis ülkü 11âb Bosnalı Hüseyin Efen­ di (ölümü 1644) nin türkçe « Bedayiülv ekayi» adlı umumi tarihi ile Karaman­ lı Ahmed bin Yusuf ( ölümü 1610 ) un « Ahbar-üd-düvel ve âsar-ül-üvel» adlı arapça devletler tarihi de bu asırda kale­ me alınmış eserlerdendir. Hüseyin Efen­ di ayrıca Bedre ddin Haşan Çelebi’nin arapça peygamberler ve halifeler tarihini de türkçeye çevirmiştir. Köprülü-zâde Fazıl Ahmed Paşa’nm m ühürdarlığını yapmış olan Haşan Ağa da efendisinin 2313 emriyle ve kendisine teslim edilen vesi­ kalara istinaden 1658 den 1663 yılına ka­ dar olan devrin tarihini yazmıştır. Eser, mühürdar tarihi diye maruf bulunan « Cevahir üt-tevarih» tir. Sayılan bu eserlerden başka muayyen bir vakayı, bir yerin fethini anlatan hususi tarihlerle, bir devri hulâsa eden daha bir takım küçük tarihi eserler de mevcuttur. b) Osmanlı devleti teşkilâtı ile il­ gili eserler : Nasıl umumi veya hususi tarih sahi­ bi müelliflerin başka ilim kollarında eserleri varsa, teşkilâta dair eserleri bu­ lunanların bir kısmı da böyledir. Teşkilât mecmualarının bazılarının sahipleri ise meçhuldür. Abdurrahman Abdi Paşa gibi ilk vakaııüvis ile Hezarfen Hüseyin Efendi gibi çeşitli ilim kollarında kitapları bulunan kimselerin de teşkilâta dair eserleri mevcuttur, Abdurrahman Abdi Paşa : İstanbul da dünyaya gelmiş ve enderunda yetiş­ miştir. Sakız muhafızı iken 1692 de öl­ müştür. Abdi Paşa ilk vakanüvis yani resmî tarihçidir. Bu sıfatla yazdığı eseri 1648 ile 1682 yılları arasındaki vakaları ihtiva eder. Nişancı Abdurrahman Paşa tarihi diye de tanınan eserinin asıl adı «Vekayinâme» dir. Abdi Paşa’m n ikin­ ci mühim tarihî eseri teşrifat ve teşkilâ­ ta ait kanunnamesidir. 3u eseri « Tevkii Abdurrahman Paşa Kanunnâm esi» adı altında Millî Tetebbular mecmuasında neşredilmiştir. Hezarfen Hüseyin Efendi : Aslen tstanköylü olup İstanbul’da tahsil etmiştir. Kıymetli bir âlim olan Hüseyin Efendi 1691 de ölmüştür. Çeşitli ilim kolunda kitapları vardır. Bu cümleden olarak : ta­ savvufa dair *Muhâsinül-kelâm» ve «Şer_ hül-lem’a» , ahlâka dair <t Risale-i hükmiyye» , tıbba dair « Lisan-ül-etibba » , « Tuhfetül-eribi’n-nâfia » ve « Fihrişülervan » adlı üç eseri, ayrıca « Tercüme-i lûgat-i H indi » ismi ile H int lügatlerinin türkçe ve farsça tercümcsi mevcuttur. Hüseyin Efendi’nin tarihî eserlerinin bi­ risi umumi tarih çeşidine, diğeri de teş­ kilât nev’ine dahildir. «Tenkihül-tevarih» adını taşıyan umumi tarihi eserlerinin en mühimmidir. Bu eserde hıristiyan dev­
letlerinin târihine ait k ısım lar A vrupa ta. O n yedinci asırda biyografik tipte erihlerinden tercüme edilmiştir, Hüseyin ser meydana getirmiş şahısların en m ü ­ Efendi'sıin t Kanunnam e-i S ultan M eh­ him m i Nev’i-zâde A ta î’dir. A sıl adı Atamed » ismi ile tanınan teşkilâta dair eullah olup Nev’i-zâde Yahya Efendi’nin seri 1669 yılında kaleme alınm ış olup oğludur. 1582 y ılınd a doğmuş, tahsilini asıl adı * Telhis-ül-beyan fi kavanin-i ikm alden sonra m üderrislik ve daha çok Sultan M e h m e d » ismi ile tanınan teş­ k ad ılık larda bulunm uştur. 1635 senesin­ k ilâta dair eseri 1669 yılınd a kaleme ade İstanbul'da ölm üştür, A tâi, âlim ve lm m ış olup asıl adı <t Telhis-ül-beyan fi şair bir kimse olup, divanı ve m uhtelif kavanin-i ÂI-i Osm andır » . O n üç fasıl eserleri vardır. F akat eserlerinin en meş­ üzerine tertiplenmiş olan bu eser Fran­ h u ru Taşköprülü-zâde’nin t Şakayık-ı sızca ve İ talyaricaya da tercüme edil­ Num aniye * sine yaptığı zeyldir. Nev’imiştir. zâde'niıı bu zeylinin adı « Hadayikul-hakayık fi tekmilet-iş-şakayık » tır. ŞakaO n yedinci asırda kaleme alınm ış vık-ı Osmaniye’n in kalm ış olduğu 1557 teşkilâta ait eserlerin en m üh im m i A ynî y ılınd an bağlıyarak 1634 y ılına kadar y a­ Ali- Efendi’n in « Kavanin-i A l-i Osman şamış âlim ve şeyhlerin biyografilerini der mezamin-i defter-i divan » adlı k a­ kaydetmiştir. Nev’i-zâde'nin bu zeylinde nunnam esidir. A y nî A li’n in bu kan u nn a­ 777 âlim ve 181 şeyhin biyografisi m ev­ mesi 1280 ( M : 1864 ) y ılınd a basılm ıştır. cuttur. A tâi’den sonra Uşşakî-zâde Şeyhi A ynı m üellifin « Kanun-u O s m a n i» , Mehmed Efendi de 1634 ten 1717 ye k a ­ « Kavanin-i m e â d in » ve * Kanun-u dar bir zeyl yapacak ve bu zeylinin adı­ Mali-i M ısır » adlı kanunnam eleri de var­ nı « Vekayi-ül-fuzâlâ » koyacaktır. Ge­ dır. Kanun-u O sm anî’de cürüm ve cina­ rek Şakayık-ı N um aniye’n in Edirneli yet rüsum ları ile tım ar ve reaya işleri Mecdi Efendi tarafından yapılan tercü­ ele alınm ıştır. mesi, gerekse A tâ fn in zeyli basılmıştır. A yni asrın teşkilâta ait eser yazan Baldır-zâde Mehmed Efendi ( ölüm ü şahsiyetlerinden birisi de ıeisülküttab v e 1650 ) bu tip eserin m ah a llî bir çeşidini nişancılık etmiş olan Öm er A v n i Efendi meydana getirm iştir. Memleketi olan ■( ölüm ü 1652 ) dir. Kabataş'ta set üstün ­ Bursa’da medfun âlim , şeyh ve şairlerin de kendi adı ile anılan ahşap çatılı ca­ biyografilerini ihtiva eden eserine « Ravm iin yaptırıcısı olan Öm er A v n i Efen­ za-i Evliya » adını vermiştir. di’nin eseri <sMuhtasar Kanun-u Osmani mefhum-u defter-i hakani * ad ını taşı­ Cafer Çelebi adında b irin in Sultanm aktadır. Bu kanunnam e 59 sayılı Belleahmed camii m im arı Sedefkâr Mehmed ten’dc neşredilmiştir. Ağa :un m im arlık, sedefkârlık ve muskişinaslığından bahseden t Risale-i M im a­ On yedinci asırda yazılm ış teşkilâta riye » si ile Nakkaş S âi’nin M im ar S i­ ait birkaç eserin de yazarı belli değildir. n an ’ın ağzından kaleme aldığı « TezkiAskerî teşkilâtı ihtiva eden ve bu asır­ ret-ül-bünyan » isim li eseri de bir nevi daki bozukluğun sebeplerini inceleyen biyografik teliflerdir. ■ t Kitab-ı Müstetab t adlı kitap ile t K a ­ vanin-i Osmaııî ve Rabıta-i Asitane » ve «K avanin- i Y eniçeriyanî- isim li eserle­ 3 — C O Ğ R A F Y A İL E İL G İL İ E S E R ­ rin bilhassa kaydı gerekir. LER ; c) Biyografi ile ilg ili eserler : Bu çeşide sokabileceğimiz eserler arasında birçok âlim ve şeyhin, şairlerin veya m üh im bir ik i şahsın hayatından bahseden eserler de vardır. Şairlerin ha­ yatından bahseden eserlerin, bir nevi edebiyat tarihi şeklinde m ütalaası m ü m ­ k ün olduğundan burada diğerlerini zik ­ redeceğiz. On yedinci asırda K âtib Çelebi saye­ sinde coğrafya sahasında ehemmiyetli sa­ yılacak bir adım atılm ış ve bilhassa Batı ilm i ile temas kurulm uştur. Gerçi, coğrafy a’da Batı ilm i ile temas on altıncı as­ rın sonlarında tesis edilmiş görünür. L â ­ k in K âtib Çelebi ile bu husus daha sıkı şekle girm iştir denebilir. Meselâ, 1583 yılınd a Ü çüncü M urad’a « Tarih-i Hind-i G arbi * adlı bir eser takdim edilmiştir. 2314
A m erika hakkında bilgi vereıı ve eski coğrafya ile kozmoğrafyaya ait m alûm atı da ihtiva eden bu eserin yazarının ismi meselesi karışık ve ihtilâflıdır. Zira, Bavezid U m um i K itap lığın da 4969 num ara­ ya « Kitab-ı iklim -i cedid » adı ile ka­ yıtlı nüshada yazarı E m ir Mehmed bili Em ir Hasan-ül-Suûdî olarak, Süleymanive Esad Efendi kitaplığında 2201 n u ­ maraya « Tarih-i Hind-i garbi vüsemma bi hadis-i nev » adı ile k ayıtlı nüs­ hada ise, m üe llifin adı Mehmed bin Y u ­ suf Herev t diye yazılıdır. Bu nüsha vasıtasiyle m üellifin Herat'lı olduğu görül­ mektedir. Bu asır İbrahim M üteferrika tarafından m üe llif ismi söylenmeden re­ sim li olarak basılmıştır. üç ü n c ü M urad zam anında, önce arapça sonra Türkçe yazılıp Sadrıâzam So'kullu Mehmed Paşa'ya takdim edilen bir coğrafi eser vardır. M ahm ud bin A li Sipahi-zâde ( ölüm ü 1588 ) tarafından y a­ zılmış olan ( A. A dnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim S : 77 ) bu k itab ın adı * Evzah-ul-mesâlik ilâ marifet-il-memâl i k » tir. Eserin m üellifi kitabını yazar­ ken istifade ettiği Doğu kaynaklarının isim lerini de kaydetmektedir. On altıncı asrın sonlarında 1597 yılınd a kaleme alm m ış bir coğrafi eser de Mehmed bin Öm er Bavezid bin A şıkan « Menazır-ı avalim » adlı kitabıdır. Bu k itabın yazarı olan  şık ( ölüm ü 1600 ) da İslâm coğ­ rafyacılarının eserlerinden faydalanm ış­ tır. Menazır-ı avalim 1den İstanbul k ü ­ tüphanelerinde birkaç nüsha mevcuttur. O n altıncı asırda tercüme edilmeye başlanmış olan bir coğrafi eserin tam am ­ lanması on yedinci asırda Rodosî-zâde Mehmed Efendiye nasib olmuştur. Bu eser, K azvinî’nin * Acaibül m ahlûkat ve garaibül m evcudat» adlı kitabıdır. On a l ­ tıncı asırda tercümeye başlayan şahıs ise Şehzâde M ustafa'nın hocası S üruri Efend i’dir. Şehzadenin katli ile bu iş yarıda kalınca Rodosi-zâde tercümeyi tamamla., yıp 1685 te D ördüncü M ehm ed’e takdim etmiştir. O n yedinci asırda kaleme alınan coğrafî eserlerin en ehem miyetlileri Kâtib Çelebi’ninkiierdir. K âtib Çelebi’n m tam rnânasiyle coğrafi ik i eseri vardır. Bunlardan birisi « Cihannüm a » , diğeri de t Levâmi-ün-nur fi zulmat-i Atlas M i­ nör * dur. K âtib Çelebi. İkincisinde B a­ tılı coğrafyacıların eserlerinden de fay­ dalanmıştır, İstanbul kütüphanelerinde bundan m uhtelif nüshalar mevcuttur. C i­ hannüm a. İbrahim M üteferrika m atbaa­ sında 1832 tarihinde basılmıştır. K âtib Çelebi, eserinin mukaddimesinde de be­ lirttiğ i üzere Cihannüm a'yı bir um um i coğrafya olarak tasarlamışsa da kitap ek­ sik kalm ıştır. Cihannüm a'da Osmanlı İm ­ paratorluğu sınırları içinde kalan toprak, lara ait kıym etli m alûm at mevcuttur. K â­ tib Çelebi’n in coğrafyaya ait ikinci eseri <• Atlas M iııo r » un tercümesidir. Atl.-s M iııor’u, asien Fransız iken islâmiyeti kabul etmiş lâtinceye de v âk ıf Şeyh Meh­ med İhlâsi Efendi tercüme suretiyle tak­ rir etmiş, K âtib Çelebi de bunu ■ * Levâmi-un-nıır fi zumat-ı Atlas M in ö r » adı ile kaleme almıştır. Böylece K âtib Çelebi, Atlas Minor'u tercüme etmek. C ihannüm a'da Batı eser­ lerinden istifade ve nakiller yapm ak su­ retiyle Osm anlı İm paratorluğunda yeni bir çığır açma yoluna girmiştir. Gerçi, Batı eserlerinden istifade ve tercüme su­ retiyle ilk A vrupai eser olarak daha yu­ karda zikrettiğim iz « Tarih-i Hind-i Gar ­ bi * meydana getirilmişse de. K âtib Çe lebi bunu daha genişletip esaslandırmış ve arkasından takib edilebilecek bir yol kurm uştur denebilir. Zaten, K âtib Çelebi'n in bir hayli bolca olan eserleriyle Türk k ültürün e yaptığı hizm etin yanın­ da. diğer ehemm iyetli tarafı da Batı il­ m i ile sıkı sayılacak bir temasa geçmiş olmasıdır. O n yedinci asırda K âtib Çelebi gibi B atılıların eserlerinden tercüme yapan bir şahıs da Ebu Bekir Demışkî'dir. Şam_ lı Ebu Bekir Efendi, Joan Bleau'nun « A t ­ las M ajör» adlı on bir ciltlik coğrafî ese­ rim altı cilt halinde tercüme etmiştir. Bu tercüme, tarih-i Hind-i G arbi tercüme­ sinde olduğu gibi birkaç türlü isim le n ­ dirilm iştir. Ebu Bekir Efendi bunu *Nusret-ül-islâm ves-sürûr fi tahrir-i Atlas-ı Macar» veya «Tercüme-i Coğrafyay-ı Kebir* diye isim lendirm iştir. Sarıâzam K öprülü-zâde Fazıl Ahm ed Paşa tarafın ­ dan him aye edilen bir kimse olan Ebu Bekir Efendi tercümeye 1675 te başlamış ve 1685 te ik m al etmiştir. A. A dnan Adıvar, «Osmanlı Türklerinde ilim » adlı k i­ 2315
tabında (sayfa 135) b u n u n tam tercüme olm adığını, araya bir takım k arıştırm a­ lar yap ıld ığını belirtm ektedir. O n yedinci asırda meydana getirilen coğrafî eserler arasında E vliya Çelebi'nin ( 2086 ncı sayfada 130 n um aralı ilâveye bakım ız) seyahatnamesi de vardır. tTarilı-i seyyah s adı ile de anılan, bu on ciltlik b ü y ü k eser adından da anlaşılaca­ ğı üzere m ü e llifin uzun seyahatinin n o t­ larıdır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde birçok şehir ve m em leketin topografya, folklor, etnik durum u, tasvirî şekilde de olsa nüfus ve iktisadi vaziyetine, tarihî coğrafyasına dair m üh im m alûm at v ar­ dır. tik ve astronomiye ait eserleri bulunan bu üç kişinin bile, çağdaşı olan A v ru pa’­ nın m ühim m atem atikçilerinin yanında zayıfça k ald ık la rın ı belirtm ek, İlm î bir hakikatin ifadesidir. Bizde taassup y ü ­ zünden m üsbet ilim le r ilerleme kaydede­ mezken A vrupada bu sahada b ü y ü k ile r­ lemeler kaydedilm ekte. Galile, Dekart ve Nevton, Kepler gibi otoriteler yetişm ek­ teydi. O n altıncı asrın adamı olan b ü ­ y ük astronom K opernikin ( ölüm ü 1543 ) güneş sistemine dair ortaya koyduğu ye­ ni hakikatler "bile, m uhtem elen ilk defa Ş am lı Ebu B ekir E fen di'nin Atlas M inör tercümesi ile Türkiye’ye girm iş oldu. 5 — TIB VE T IB B İ E S E R L E R : 4 — M A T E M A T İK VE A S T R O N O M İ : Müsbet ilim le r sahasında on altıncı asrın sonlarında görülen düşüş on ye­ dinci asırda daha da fazlalaşmıştır. Onun için bu asırda m atem atik sahasında u ğ ­ raşan adam hem az olmuş, hem de tabiatiyle az eser verilm iştir. Müsbet ilim le ­ rin, bu arada bilhassa m atem atiğin bu hale düşm esinin en b ü y ü k âm ili daha ön ­ ce de söylendiği gibi taassuptur. On yedinci asırda m atem atik ve as­ tronomiye ait zikre değer eser verebilen ik i üç kişiden fazla değildir. Bunlar, Diyarbakırlı M olla Mehmed Çelebi, K âtib Çelebi’nin talebelerinden M ustafa bin Y usuf ve Tekirdağlı Kâtib-zâde M usta­ fa bin M ehm ed’dir. D iyarbakırlı Molla Mehmed Çelebi ( ölü m ü 1655 ) D ördüncü M urad’ın emriyle « Es’ile » adlı bir eser yazm ıştır. Bu eser yalnızca m atem atik kon u larını ihtiva etmeyip bu nun yanında astronomi, geometriden başka hadis, tef­ sir, m antık, m eâni ve kelâm konularına girecek kısım lar da bir hay li yer tutar. M olla Mehmed Çelebi’nin bu eseri k e n ­ disinden sonra gelen ulem a tarafından şerhedilmiştir. K âtib Çelebi'nin talebesi Mustafa bin Y usuf’un eserinin adı « Maden-ül-esrar f i iLm’il-hisab » dır. Kâtibzâde M ustafa bin M ehm ed’in eserleri (î. H. Uzunçarşılı, Osm anlı tarihi C: 3/2 S: 517) İse, « Risaletül-usturlab » , « Ravzatü'l-ehbab fi şerh-i hulâsati’l- h isab » , « H ediyyetü’l-âmil fîm a yeteallaku b i’rru b 'ilk âm il * dir. Oıı yedinci asırda yetişmiş m atem a­ On yedinci asırda Osm anlı medre-, selerinde müsbet ilim le r sahasında bir düşüş görülm ekle beraber,, insan hayatı ile ilgisi dolayısiyle ister istemez tıbbi sahada b ir h a y li uğraşanlar çıkm ış ve m atem atik ile kıyaslanam ıyacak derecede fazlaca eser verilm iştir. M atem atik, as­ tronom i ve fizik în yanında tıbb ın epeyce fark lılık arzetmesinin sebebini, saray he­ k im liğ i ile Osm anlı hastanelerinin m ev­ cudiyetine ve bu müesseselerin tabipleri çalışmaya sevkedişiııe bağlam akta hatâ olmasa gerektir. Bu asırda zikre değer tıb b î eser ve­ renlerden Bey-zâde M ehmed bin İbrahim ( ölü m ü 1629 ) arapça « Ravzatü'l-esha ve D evhatü’l-elba *■ ad lı bir sağlık korum a kitabı yazm ıştır. A ynı şahsın b ir de «M u ­ sannif s isim li tıbb î eseri m evcuttur. Larende ( K aram an ) li Siyahi-zâde D er­ viş adında b ir şahıs da « Lûgat-ı müşkilât-ı ecza s ismi ile tıbbî bir lü g a t m ey­ dana getirmiştir. Bu kitap ta eczaların türkçe. arapça, farsça, rum ca ve berbe­ rice adları verilm ektedir. A y n i şahıs bir de « Mecmau’t-tıb * ad lı m anzum b ir eser yazm ıştır. 1616 da kaleme alınm ış olan bu k itab ın diğer b ir adı da e Terceme-i M olla S iyalıî m üntehabı ihtiyarat~ı şifa der beyan-ı ilm -i tıb s dır. Eserde bazı hastalık m evzuları ile birlik te ( A . A d ­ nan Adı var, Osm anlı Türklerinde ilim S: 100) ilâçların tariflerine de yer v eril­ m iştir. On yedinci asırda yazılm ış tıbb î eserlerin en m ü h im m i D ördüncü M urad’ın
hekimbaşı la rm dan E m ir Çelebi ta ra fın ­ dan m eydana getirilm iştir. M ısır'da tah­ sil etmiş ve M ısır Kalavan hastanesinde başhekim lik yapmış olan E m îr Çelebi bilâhara İstanbul’a gelerek hekim başı o l­ m uştur. A fyon ku lla nd ığ ı padişaha fitle ­ nerek ölüm üne sebeb olunan (bu ciltte 1937 inci sayfaya ba k ın ız ) bu kıym etli hekim in meşhur k itab ın ın adı « Errnıûzec-üt-tıb » dır. E m îr Çelebi’n in 1624 te Kaptan-i derya Receb Paşa nam ına k a ­ leme alm ış olduğu bu m ü h im eserde ij İyen yani sağlık korum a bahislerinden sonra ilâç ve hastalıklar ayrı ayrı tarif edilmekte,' b ir hekim in hem kendi tecrü­ besi. hem de kendisinden önceki hekim ■ lerin eserlerinden edineceği bilgiye gö­ re ilâçları kullanm ası lüzu m u b e lirtil­ m ektedir. E m ir Çelebi bilhassa hekim le­ rin m utlaka teşrih ( a n a to m i) öğrenme ­ leri gerektiğini söylemekte, hele harpte bulunan hekim lerin ölen askerlerin ce setleri üzerinde teşrih bilgisi edinmele rin i, şayet buna im k ân bulunm azsa m ay­ m u n lar ve dom uzlar üzerinde teşrih ya­ pılm asını ısrarla ifade etmektedir. Em îr Çelebi’n in bu m üh im eserinden başka « Garaib-ül-hikem » ve « Neticetii't-tıb » adlı ik i tıb b î kitabı daha vardır. E m îr Çelebi’n in ölüm ünd en sonra hekim başılığa getirilm iş olan Zeynelâbidin bin H a lil’in de oldukça önem li sayı­ lan bir eseri vardır. Zeynelâbidin Efendi « Ş ifa u ’l-fuad lî hazreti S u lta n M urad » isim li ijiy e n ik k ita b ın ı hekim başı olm a­ dan önce 1627 de yazm ıştır. Bu kitapta daha ziyade yemek, içm ek ve giym ek m e­ seleleri sağlık korum a açısından incelen­ m iştir. Yine D ördüncü M urad devrinin hekim lerinden Ş irv an lı Şemseddin İtakî de « Teşrih-ül ebdan ve terceman-ı k ib a . le-i feylesofân * ad lı güzel resmli tıbbî bir eser yazm ıştır. A srın ilk yarısında tıbb î eser yazanlardan b iri de İb n Şerif diye tanınan şahıstır. İbn Şerif 1626 da beş fasıl üzerine yazm ış olduğu tıbbî eserine « Yadigâr-ı ibn-i Şerif » adını ver­ m iştir. K avalalı A b d ü lh a lim bin A b d u l­ lah 1655 te «İhtisâr-ı ta k v im i’I-ebdan s , Cerrah M ehmed bin M urad 1670 te «Şifâ ü ’n-nas ve d e f il-emraz s> , M ehm ed bin A li de 1691 de * Terceme-i Cedide fi Havassi’I-müfrede » adlı tıb b î k itap ların ı yazm ışlardır. M ehmed bin A li’n in eseri bilâhare basılm ıştır. O n yedinci asırda kaleme alınm ış tıbb î eserlerin m ühim lerinden biri de Haleb'li S alih bin N asrullah’ııı «Gavetü’l-be_ yan fi tedbir-i beden-il-insan » adlı k ita . bıdır. İbn-i Sellum diye tanınan S alih bin Nasrulıah ( ö lü m ü 1670 ) Dördüncü Meh_ m e d in hekim başılarındandır. S alih bin K asrullah Sayetü'l - beyan’ı Dördüncü M ehm ed’e takdim ettiği zaman padişah bundan m em nun olarak m üe llifine sa­ m ur k ürk giydirm iştir. A y n i m üe llifin « G ayetü’l-itkan fi tedbir-i beden-il-in­ san » ve « Gaye f i’t-tıb s- adlı arapça iki m üh im eseri daha vardır, Gayetü’l-beyan ve G ayetü’l-itkan’ın türkçe tercümeleri de m evcuttur. A. A dnan A d ı var, Osm anii Türklerinde ilim adlı eserinde S alih bin N asrullah'ın eserleri hak k ınd a tahlilî b il­ gi vermektedir. D ördüncü M ehmed zam anındaki has­ sa hekim lerinden Hayatî-zâde M ustafa Fevzi E fendi’n in «Resaii-ül-müşfiye fi emraz-il müşkile» adlı beş risaleden m ü ­ rekkep eseri t Risale-i hamse-i H ayatî » adı ile tanınm ıştır. H ayatî-zâde'nin ese­ rinde lâtin hekim lerinden üç k işinin is­ minden. bahsedilmektedir. B u bakım dan onun B atılı hekim lerin eserlerinden fay­ dalandığı anlaşılm aktadır. Şakayık zey­ linde Mustafa Fevzi E fendi’nin Museviden dönm e olduğu bahsedildiğine göre, kendisinin b ir B atı dili bilmesi m uhte­ meldir. D ört defa hekim başılık etmiş ve 1649 da ölm üş olan Sakızlı îsa bin A li’n in de « N izam ü’l-edviye s-, « Devaü’I-emraz , « M ü fr e d a t» ve göz hastalıklarına dair * Tezkeretü'l-kehhalin » adlı eserleri var­ dır. B un lar arasında en m üh im ve ta n ın ­ m ışı « N işam ü’î-edviye » dir. O n yedinci asrın dikkate değer he­ kim lerinden birisi de Mehmed b in Ahm ed bin İbrahîm dir. Edirne ve İstanbul’­ da tahsil edip yetişmiş olan bu adam bîr ara lık seyahatle H indistan’a gitm iş ve orada T ürk _ Moğol hük ü m d arı Ş ah Ci ■ h an 'ın on sene hususi k âtipliğinde b u ­ lu n d u k ta n sonra T ürkiye’ye dönm üştür. B u zatın «K am usü’I-Etibba ve Namıısü'lelifba » adı ile b ir telifi ve « Tercüme-i m ualecat bi-ibn-i Baytar $ adı ile İbn-i B aytar’dan, « B ür’ü ’s-saa» adı ile Ebu Bekir-i R azi’den tercümesi vardır. İstanbul’da Süleym anıye darüşgifası
hekim lerinden K ütah y alı Antned bin Be(ölüm ü 1698) i n «Cami f i i l m i ' I _ bay­ tara» adlı tıbbi bir eseri vardır. ş ir Bu devre ait tıb bahsini kapam adan önce 1679 da A nadolu'dan gelen bir çi­ çek aşıcısının İstanbul'da çocuklara çi­ çek aşısı tatbik etmiş olduğunu tarih­ lerden öğrendiğim izi kaydetm eliyiz. Türkiyedeki Ing iliz elçisinin zevcesi Madam Montegü 1717 de çiçek aşısını m ektup­ ları ile A vrupalIlara tanıtacaktır. Yine tıb ile ilg ili bir nokta olarak Evliya Çelebi’nin (Seyahatnam e C: I ’ S: 531) Onyedinci asırda İstanbul’da ye­ di yüz tabib dü k kân ı ile bin tabib old u­ ğunu söylemesi pek dikkate değer bir meseledir. E vliya Çelebi’n in bu hususta m üb alâğalı davrandığı anlaşılm aktadır. Zira, Başvekâlet arşivinde bir vesikada (M ühim m e defteri no: 111, S: 4 ve Ahm ed Refik, H icri on ikinci asırda İstan­ bul hayatı S: 28) 1699 senesinde İstan­ bul, Üsküdar, Galata, Tophane ve K a ­ sım paşa’da im tih anları yap ılıp ehliyet­ name alan beş serbest tabib ile 21 tabib dü k k ân ı ve yine im tih anları yapılm ış olan 28 cerrah île 27 cerrah d ü k k ân ın ın m evcudiyetini öğrenmekteyiz. Ü çüncü M urad devrinde Türkiye’ye gelerek «Histoire du serail et de la cours isim li bir eser yazm ış olan Michel Baudier o sıra­ da Osm anlı m em leketinde 89 hastane b u ­ lu nd u ğu n u bildirir. D ük k ân larda serbest çalışan cerrah, tabip ve kehhal (göz hekim i) lerdcn baş­ ka saraya bağlı olanlar da vardı. Ocak 1953 tarihli «Tarih vesikaları» m ecm ua­ sında, Rıl'kı M elûl Meriç tarafından Baş­ vekâlet arşivindeki mevacib defterlerin­ den aynen nakledilerek neşredilen cer­ rah ve kehhallerin isim listesinden 1040, 1041, 1043, 1047, 1059, 1060, 1063, 1065, 1066, 1081, 1099, 1101, 1102, 1103 senele­ rindeki cerrah ve kehhaller ile b u n ların çırak ve m üteferrikalarının hem isim hem de m ik tarlarım öğrenmekteyiz. M e­ selâ 1047 (M ilâdi: 1637/1638) y ılınd a 28 tane cerrah ve kehhal, 7 tane bun ların şakirdi, 7 tane de m üteferrika ismi, 1081 (M : 1670/1671) y ılınd a 24 cerrah ve keh­ hal, 3 şakirt, 18 tane de bunlara bağlı m üteferrikanın ism i geçmektedir. II — S A N A T , M İ M A R L IK M Aİ M ÜESSESELER VE İÇ T İ­ Osm anlı devletinin siyasî hayatı ba­ kım ından onyedinci asrın bir duraklam a devri teşkil ettiği m alûm dur. Uzun sü­ ren isyan ve harplerin bir devletin ik ti­ sadi hayatında sarsıntılar tevlit edeceği, bu İktisadî sarsıntıların da memleketin, san’at hay atının bazı kollarında b irta­ kım izler veya verim i azaltıcı haller m ey­ dana getirmesi elbette m üm k ün d ür. N i­ tekim, devletin iktisadi sıkıntı çektiği yıllarda im ar hareketi hayli azalmış, m i­ m arî ile ilg ili san’at kollarında da san’atkârlar bol eser verme im k ân ın ı b u la ­ m am ışlardır, M aam afih uzun harp ve is­ yanlara rağmen Osm anlı m em leketlerin­ de san’at hayatında oldukça canlılık m ü ­ şahede edilmekte, im paratorluğun siyasî yükselmesi durm akla beraber, meselâ edebî sahada tabii bir gelişme göze çarp­ m aktadır. I — E D E B İY A T Onyedinci asırda edebi faaliyetler im paratorluğun siyasî ve İçtim aî d u ru ­ m u ile ayarlı yürüm em iştir. Siyasî ha­ diseler kısm ında izah ettiğim iz veçhile, onyedinci asrın bilhassa ilk yarısı b irb i­ rini takip eden isyanlar, bunları insafsıztenkil hareketleri, hük üm e t idaresinde b ir kısım devşirme vezirlerin rüşvet, il ­ timas ve cinayetleri ile doludur. B ir çok kimseler edebiyat için «edebiyat, fik ri ve bilhassa esef, sevinç gibi hissi tarafla­ rı aksettirmesi dolayısiyle cemiyetin ifa ­ desidir» derler. Bu söz um um iyetle doğ­ ru olm akla beraber, onyedinci asrın ilk yarısındaki O sm anlı edebiyatı için hak i­ kati pek ifade etmemektedir. Z ira Os­ m anlI devletinin siyasî ve içtim ai haya­ tında derin sarsıntı ve buhranlar m ev­ cut olduğu halde, edebî m ahsuller âde­ ta bu durum dan müteessir olm am ış g ib i­ dir. N itekim N e f l’n in kasidelerinde bir Önceki asır yaşam akta devam ediliyormuşcasına yine haşmet hâkim b u lu n m a k ­ ta, Ş eyhülislâm Y ahya E fendî’n in gazel­ lerinde, şiir söylediği devrin tü rlü a h lâ k ­ sızlıklarla dolu dağdağalı hayatı değil de, zengin b ir his ve hayal âlem in in m ahsu­ lü halinde rindane terennüm ler, zarafet
ve şuhluğun süzgecinden dökülen kelim e ve hisler yer alm ıştır. Bu ik i bü y ük üstaddan başka diğer şairlerde de ayni d u ­ rum müşahede edilir. Ancak asrın ik in ­ ci yarısında yaşayıp eser vermiş şairler­ de kudret ve azamet ifade eden çoşkun heyecanlar yerine bedbinliğe kaçan his­ lerin epeyce akislerine rastlanır. Bu d u ­ rum a göre : Onyedinci asırda Osm anlı edebiyatının, cemiyet hadiseleriyle atbaşı beraber gitm ediği, asrın ilk yarısında eski azamet devrinin ruhlardaki teressübatının devam ını gösteren izlerin h â ­ kim bulunduğu, ancak asrın ikinci y arı­ sında bu izlerin zayıfladığı neticesine varm akta hata olmasa gerekir. H is ve heyecanların, yaşanılan dev­ rin siyasî ve içtim a! tarafını aksettirip ettirm ediği meselesi bir tarafa b ır a k ıl­ m ak suretiyle, onyedinci asır edebiyatı­ n ın u m u m i veçhesi için söylenecek söz, tabii gelişm enin gayet belirli şekilde de­ vam ettiği merkezindedir. Onyedinci asırda bir önceki asra nisbetle türkçenin hâkim iyet sahası bir hayli genişlemiştir. K ır ım ’dan Kahire'ye, Bağdat ve Basra'­ dan Bosna’ya kadar uzanan sahana k i m üh im merkezlerde Türkçe giirler yazan bir çok şairler yetişm iştir. Bosna, A rn a ­ v u tluk ve M or a'da İslâmiyet! k abul et­ m iş yerli halk arasında, medrese tahsili görenlerin ve bu arada Türk edebiyatiy­ le meşgul olanların yetişmesi, Türkçenin güzel işaretidir. Türkçenin, yerli halkı bak ım ın dan Türk olm ıyan sahalarda d a ­ ha kuvvetli yerleşmesi meselesinden baş­ ka, bu asrın lehine kaydedilecek m ühim noktalardan birisi de; şairlerin iyiden iyiye îra n tesirinden sıyrılarak daha m üstakil şahsiyet kazanm aları ve bu ba­ kım d an daha m illî hâle gelmeleridir. Medreseler, Bosna’dan Peşte’ye, K ahire’den K ırım 'a kadar yalnızca dini k ü ltürü değil, türk d il ve edebiyatının da y a y ıl­ masına â m il olmuştur. Gerçi onyedinci asırda .Ibn-i K em al ve Ebussuud Efendi derecesinde Kuvvetli bir d in î ilim ler â li­ m i yetişmemişse de bilhassa bibliyograf­ ya ve coğrafyada b ü y ü k kıym et ifade eden eserlerin sahibi K âtib Çelebi gibi bir âlim in yetişmesi bu asır için en büyük kazançtır. Nef’İ, N âbi ve Şeyhül­ islâm Yahya Efendi gibi şahıslar K lâsik divan şiirinin tek âm ül seyrinde üst k a t­ la r a yücelm iş iri y ıldızlar gibidir. Bu üç kıym et ve daha bazı kimseler sayesinde onyedinci klâsik Türk nazm ının onaltmcı asra nazaran teknik ahenk ve zarafet ba k ım ın d an daha çok güzelleştiği ve b i­ raz daha ileri seviyeye yükseldiği görü­ lür. Evvelce kaside ve gazelde îran şair­ leri örnek tutulurken, artık Türk şairleri îraıı şairlerine değer vermemekte, h a t­ ta onlara üstün lük iddia eylemektedir; sadece mesnevi tarzında îra n edebiya­ tın ın üstü n lü ğ ü kabul edilip onlarla re­ kabete çalışılm aktadır. Bu asırda örnek ve m evzularda m illilik aşikârdır. Zira artık Türk şairleri İranlIları değil B âk i ve F u zulî gibi kim seleri örnek tutmakta; Leylâ ve Mecnun, Y usuf ve Züleyha ne­ vinden ira ııi tip li m evzulara pek itibar gSstermiyerek daha yerli ve daha o riji­ nal m evzuları işlemekten zevk duym ak­ tadır. Böylece, geçen asırlarda pek re­ vaçta olan İran’dan tercüme ve adaptas­ yon usulü yerine, yerli zevk ve m evzu­ ları hakim iyet kurar hale gelmiştir. K u v ­ vetli k ü ltü rü ile şair Nabî, asrın ikinci yarism da bir «tefekkür edebiyatı» çığrı açmış ve bu yol da Türk şiiri için ayrıca bir tek âm ül hadisesi teşkil etmiştir. O nyedinci asır halk edebiyatı ba k ı­ m ın d an pek dikkate değer bir hususiyet arzeder. Tereddütsüzce söylenebilir ki, bu asır halk edebiyatı için bir «altın dev_ ri» olmuştur. Zira, Gevheri, Â şık Öm er ve Karacaoğlaıı gibi en kuvvetli h alk şa­ irleri bu asırda yetiştiği gibi, gerek b u n ­ lar gerekse diğer halk şairleri sayesin­ de halk şiirinin nazım şekilleri artık iy i­ ce teşekkül etmiş oluyordu. Böylece halk şiirinde de k lâsik lik m eydana gelmiş bu ­ lunuyordu. Onyedinci asırda nesirde de pek be­ lir li bir gelişme m evcuttur. Nesirdeki ge­ lişmeyi ifade edecek eserler şüphesiz bol şekilde tarih, coğrafya, biyografi ve seyahatnâm e nevilerinde verilm iştir. Nes­ rin bu gelişmesinin yanında, o devir için «artistik nesir* addedilecek b ir tip var­ d ır ki, bunda bol farisî ve arabî kelim e­ ler k u llanarak cüm leleri süsleme gayre­ ti göze çarpar. Süslü yazma endişesinden dolayı cümlelerin lüzu m u nd an çok fazla uzadığı, yazarının kelim e oyunu y ü z ü n ­ den bazan h a k ik i m anâ ve m aksadın a n ­ laşılm asında güçlük çekildiği görülür. 2319
Böyle sadelikten fazlaca uzaklaşmış n e­ sir tip in in bazaıı tarih sahasına tatbik edildiği bile vakidir. Meslâ Karaçelebizâde A bdülaziz E fen di’n in tarihî eserle­ ri böyledir. Asrın edebî çehresinin anahatlarım bövlece çizdikten sonra şim di şahıslar ve eserlerini tanıyalım : Nef’i : O n y ediııci asn n en büyük şa­ iri olan Nef’i, ayni zam anda b ü tü n Osm anlı divan şiirinde parlayan birkaç b ü ­ yük yıldızdan bir tanesidir. Kelim eleri ustaca seçen, şiirlerinde ahenk ve v u zu ­ ha ince dikkatler sarfeden N ef’î zengin m uhayyilesi, ve yaratıcı kabiliyeti saye­ sinde, divan şiirin in kaside tarzında üstadlık tahtına oturm uş bir san’atkârdır. Bu büyük şair hakında 1902 inci sayfa­ daki 121 n um aralı ilâvede bilgi verildiği cihetle burada kendisine kısaca temas edilm iştir. Şeyhülislâm Yahya: Onyedinci asrın ve hatta divan şiirin in üstadlarm dan olan Şeyhülislâm Yahya Efendi, yüksek m evki sahibi devlet adam lığı ile san’atk ârlığı, yekdiğerini zedelemeden nefsin­ de cemetmiş b ir kimsedir. Yahya 1552 senesinde İstanbul’da doğmuştur. A n k a ­ ralI Bayram-zâde Şeyhülislâm Zekeriya E fendi’n in oğludur. Tahsilini ikm alden sonra m üderrislik, k a d ılık etmiş, R um e­ li kazaskeri iken Hoca-zâde Esad E fen ­ din in şe y h ülislâm lık tan . çekilmesi üzeri­ ne 1622 de şeyhülislâm olm uştur. Üç de­ fada 18 sene 2 ay 12 gün şeyhülislâm lık etmiş ve bu vazifedeyken 27 şubat 1644 tarihinde ölm üştür. K azaskerlik ve bilhassa şeyhülislâm ­ lığ ı sırasında zam anının en n üfu slu şah­ siyeti halinde göze çarpm akla beraber kendisini her sınıf halka rahatça sevdir­ miştir. Zam anında devlet icraatında f i ­ kirlerinden istifade edilm ekle beraber on u n asıl şöhreti şairliğindedir. D evrinin en büyük üstadı k abul edilen, m ütead­ dit şiirlerinde kendini öven N e fî bile Yahya E fendi’ye hürm et göstermiştir. Mütevazı, nüktedan, rindmeşrep ve sevim li b ir şahsiyete m alik olan şeyhü­ lislâm Y ahya E fendi’n in san’a tk ârlık ta ­ rafı çok kuvvetliydi. Zengin b ir his ve ha yal âlem in in sahibi bulu n an Y ahya gazel tarzında üstadlık m evkiine yükselm iş bir san'atkârdır. Onsekizinei asrın bü y ük şa_ iri Nedim : N e fî vadî-i kasâid’de suhan-perdâzdır O lm az am ma gazelde B âk i v ü Yahya gibi Mısraı ile onun gazel tarzındadaki büyiik m evkiine işaret eder. H akikaten B âki ile te k âm ü lü n ü n yüksek m erhale­ sine ulaşan gazel Yahya’n ın dilinde g ü ­ zelleşip zarifleşm iştir. Yahya E fen di’nin bazı kasideleri ve 77 beyitten m üteşek­ k il k üçük b ir sakinâm esi de vardır. D i­ vanı 1918 senesinde basılm ıştır. N âbî: Bu asrın diğer bü y ük bir şa­ iri de N âb i’dir. Esas itibariyle asrın İk in ­ ci yarısının adam ı olan N âb i’n in asıl adı Yusuf olup doğum tarih i k at’i olarak b e l. Ii değildir. K endisi U rfa’lı olup tahsilini de orada yapm ış ve D ördüncü Sultan M ehmed zam anında İstanbul’a gelerek M uhasip M ustafa Paşa’n ın himayesine girm iş ve onun y ard ım ların ı görm üştür. Daha sonraları Baltacı M ehm ed Paşa’n m him ayesini görm üş olan N âb î 1712 y ılın ­ da ölm üştür. K ab ri Ü sküdar’da Karacaahmed m ezarlığındadır. Nâbî, Arab ve Fars dille rin i çok iyi bilen, ayni zam anda devrin ilim lerine v u ­ k u fu olan kim seydi. O n u n içind ir k i şiir­ lerinde derin k ü ltü r ü n ü n izleri çabucak belli olur. F ik ir ve his unsurlarını yuğurarak nazm ını şekillendirm iş olan N âbî’n in eserlerinde hassasiyet ve lirizm den ziyade tefekkür kokar. N itekim N âb î üe bir tefekkür edebiyatı cereyanı m eyda­ na gelmiştir. Fakat N âb i’yi tak lit sure­ tiyle bu cereyana kapılan lar kültürce on u n kadar kuvvetli olm adıklarından, ba­ zıları kuru tekrarlardan ibaret m azm un ­ lar m eydana getirm ekten daha ileri gide­ m emiştir. N âb î çok değişik konular üze­ rinde kalem oynatm ış bir şairdir. Fakat ondaki teknik kuvveti, kusursuz b ir l i ­ san ile üstün ifade kabiliyeti sayesinde değişik konular bile onun kalem inde iyi işlenmiş ve güzelleşmiştir. N âb î’n in ta ­ rih bak ım ın dan önem li bir hususiyeti, yaşadığı devrin hadiseleriyle ilgilenm iş ve b ir kısım şiirlerinde devrinin ahlâk i sarsıntısını aksettirmiş olm asıdır. A s n n ilk yarısındaki şairler daha bozuk bir idareye şahit oldukları, ahlâk sızlığ ın da­ ha k ötü örneklerini gördükleri halde, şiirlerinde bu vaziyetin akislerini verme­ 2320
yip haşmet devri yaşamyormıışçasına te­ rennüm lerde bulunm uşlardı. Nâbi, farsça şiirler de söylemiştir. Fakat bun ların m ik tarı fazla değildir. Ka_ sidelerini, türkçe ve farsça gazellerini, tevhit ve na’atlarını, çeşitli hâdiseler için düşürdüğü tarihleri, mesnevilerini ih ti­ va eden büyük bir divanı mevcuttur. N â ­ bi divanı basılm ıştır. Şairin ayrıca « Tuhfet'ül-harem eyn» , oğluna nasihatlerini ihtiva eden « Hayriye-i N â b i» , mesne­ vilerden m ürekkep * Hayr-âbâd » , Veysî’n in « S iy e r » ine zeyl olarak yazdığı * Zeyl-i Siyer-i Veysî » , Dördüncü Mehmed’in çocuklarına yaptırdığı sünnet d ü ğün ü için yazdığı şiirlerden mürekkep t Surnâm e » , m anzum ve m ensur parça­ lar ihtiva eden « Gazânâme » , m ek tupla­ rını, resmi ve hususi yazılarını ihtiva eden <s M ü n ş a t» adlı eserleri mevcuttur. Nev’î-zâde A tâ i : TaşkÖprülü-zâde’nin « Şakayık-ı N u m ân iy e » sine yazdığı zeyl ile meşhur olan ve daha y u k a rı­ larda kendisinden bahsettiğim iz Nev’î-zâ­ de A tâi, ayni zamanda kıym etli b ir şa­ irdi. A tâi, mesnevi tarzının bu asırdaki en kudretli m üm essilidir. İran şairlerini taklid etmemeyi bir iftih ar vesilesi ola­ rak ileri süren A tâî, zam an zaman İran şairlerine rekabet maksadı taşıdığını be­ yandan geri durm am ıştır. Buna rağmen, t S a k in â m e » adlı eserinin t Sebeb-i nazm-ı Sakinâm e » bölüm ünde, Türk şa­ irle rinin kaside ve gazel vadisinde İran şairlerini geride bırak tık larını, yalnız mesnevi tarzında İran lıla rm hâlâ daha ileride bu lu n d u k ların ı itiraf eder. Atâi'n in divanından başka edebi eserleri « H a m s e » , mesnevilerden m ürekkep « Nehat-ül-esrar » , destan, hikâye menkabe ve sohbetlerden ibaret « Sohbet-ülebkâr » , c Feft H an » ve « Alem-nümfi » adlı kitaplardır. Bu birinci sınıf şahsiyetlerden başka on yedinci asırda yetişmiş daha birçok edebî değerler mevcuttur. Bu şairlerin b ir kısm ı kaside, bir kısm ı gazel, bazı­ ları da mesnevi tarzında daha fazla m u ­ vaffak olm uşlardır. Şeyhülislâm Bahai, N âili K adim ve Azmi-zâde H âletî de as­ rın değerli ve kudretli şairlerindendir. Meşhur Hoca Sadeddin E fendi’n in torunu olan ve D ördüncü Mehmed zam anında iki defa şeyhülislâm lık m akam ım işgal etmiş bulunan Bahai Efendi ( 1601 yılında doğ. m uş 1654 yılınd a ölm üştür ) zarif ve âşı­ kane gazelleriyle tanınm ış ve çağdaşları üzerinde kuvvetli tesirler bırakm ış bir şairdir. Asıl adı Mustafa olan N âili K a­ dim ( ö lü m ü 1666 ) yüksek mevkilere ge­ çememiş, öm rün ü kâtipliklerde geçirmiş bir kimsedir. Fakat edebi sahada daha hayatta inen büyük şöhret kazanmış, et­ rafında birçok şakirt ve takdirkârlar top lanm ıştır. N â ilî’nin, Tanzimattan sonra yetişen Hersekli A rif H ikm et ve Leskofçalı G alip gibi kimseler üzerinde bile bü y ük tesirleri sezilir. Gazel tarzının bu kudretli şairinin, lisana hâkim iyeti, üslû­ b unun kusursuzluğu, zarif ruhu gazelle­ rinde kolaylıkla belli olur. N âili’nin d i­ van ın ın gazellerini ihtiva eden kısm ı ba­ sılm ıştır. Bunlardan başka on yedinci asırda yetişmiş ve yaşamış diğer şairler meyan ın d a Neşâtı, Vecdi, Rizâi, Fasih, Sâbit, Fehim, Çevri, R âm i Mehmed Paşa, Allâme Şeyhî Efendi, Sabuhî, Kaf-zâde N adi­ ri, H âletî, Gani-zâde Nâdiri, Sabrî, N iya. zi-i Mısrî gibi kimseler görülmektedir. Bu şairlerden Azmi-zâde H âlet i 1569 da İstanbul’da doğmuş, İlmiyeden yetişerek m üderrislik ve kadılıklarda bulunm uş­ tur. En son vazifesi R um eli kazaskerliği­ dir. Azmi-zâde H âletî ( ölüm ü 1630 ) b il­ hassa rubaileri ile m eşhurdur. K ıym etli bir şair olan H âle tî’n in ayrıca b ir de « M ü n şe a t» ı vardır, Dukakin-zadelerden şair Ahmed Be­ yin torunu olan Fasih’in asıl adı Ahmed olup kendisi bir mevlevî şeyhidir. Fasih Ahm ed Dede ( Ölümü 1699 ) gazel ve mesnevi şeyhi olan Neşâtî de gazel tar­ zında m uvaffak olmuş şairlerdendir. Sefine-i M evleviye’de Neşatî ( ölüm ü 1674 ) n in asıl adının Süleym an, Rıza tezkiresi ile Esrar Dede tezkiresinde de Ahmed olduğu bildirilm ektedir. Bu asırdaki b ’ ş k a b ir mevlevî şeyhi şair de Sabuhî A h­ m ed Dededir. Sabuhî, bu asrın meşhurla­ rından Nef’î, N â ili ve Fehim ’in yetişme­ lerinde hayli müessir olmuş bir kimsedir. N ef'î'nin şahsiyetinin teşekkülünde Saib 'in m ühim tesiri olmuş ve ayni şahıs daha başka kimseler üzerinde de n üfu z tesis etmiştir. Kaside sahasının en m u ­ vaffak üstadı Nef’î’n in takdirine mazhar olm uş şairlerden Sabri ( ölüm ü 1640 ) , 2321
Cevrî İbrahim Çelebi ( ölüm ü 1655 ) ile onun hasmı vaziyetindeki Kaf-zâde Fa­ izi de kaside tarzında v arlık ve maharet göstermişlerdir. On yedinci asır şairleri arasında ga­ zel tarzında hoş akisler bırakabilen h ü ­ ner sahipleri m eyanm da K ütah yalı M ah­ vı A hm ed Efendi ( ölü m ü 1645 ) , İstan­ bullu Boğuk-zâde A b d ü lb ak i Vecdî ( öIü m ü 1661 ) , Mezakî Süleym an Efendi ( ölüm ü 1675 ) gibi şahıslar da vardır. N âb î'n in açtığı tefekkür edebiyatı çığrında yürüyenlerden S abit de kıym et­ li bir şairdi. Nâbî, kendisinden biraz genç olan bu çağdaşını sevip takdir etmiştir. O n yedinci asır sonundaki şairler arasın­ da N âb i’den sonra en çok takdir toplayan şair halinde göze çarpan Sâbit, N c f î’nin takdirkârlarm dan olm akla beraber ne ga­ zel, ne de kaside vâdisinde onun tesiri altında kalm amış, başka şairleri de tak li­ de yeltenmemiştir. Eserlerinde m ahalli hayatı aksettirmeye çalışm ıştır. S âbit’in « Gazanâme » adlı b ir de m anzum tarihi vardır. Kaside, gazel tarzında gayet güzel örnekler vermiş olan Kaf-zâde Faizi, Gani-zâde N âd iri ve Riyazi gibi şairler bu asrın k alburüstü kıym etlerindendir. Gani-zâde N âd iri ( ölüm ü 1626 ) , Sultan İkinci Osm an’ın emriyle Ü çüncü Mehmed ve B irinci Ahm ed devirlerini anlatan bir şehname de yazm ıştır. Gani-zâde’nin * M i’raciye » si bu asırda meydana geti­ rilen m iraciyelerin en güzelidir. Bu saydığım ız şairlerden başka oıı yedinci asırda yaşamış daha başka şair­ ler varsa da, kendileri pek ehem m iyetli değildirler. Divan şiiri hakkında bu bilgiyi ver­ dikten sonra, şüphesiz halk edebiyatına da kısaca göz atm ak gerekir. Zira, on yedinci asırda halk şiiri fevkalâde bol­ luk ve olgunluğa kavuşmuş, böylece halk edebiyatının « altın çağı » meydana gel­ m iştir. H alk edebiyatının, ellerinde telli sazlarla dolaşan halk şairleri ve tekkeler­ de halka hitab eden şiirler söyleyen k im ­ seler vasıtasiyle y ürü y üp geliştiği m a­ lûm dur. Tekkelerde söylenen şiirlerle ta­ savvuf! halk edebiyatı doğmuş, saz şair­ leri vasıtasiyle de türkü, koşma ve des­ tanlar gelişmiştir. Meselâ halk edebiyatı­ n ın on beşinci asırdaki eıı fazla tanınan ik i şahsiyeti olan Hacı Bayram Veli ile Eşref-oğlu R ûm î birer tekke ve tarikat adam ıdır. O n altıncı asrın tekke şairle­ rinden sayılan Pir S ultan A bdal aynı za­ m anda bu asırda yaşamış halk şairleri­ nin en kuvvetlisidir. A y nı asrın diğer önem li halk şairleri K u l Mehmed, Öksüz Ali, Hayali ve K öro ğlu ’dur. On yedinci asra ulaşıldığı zam an halk şairlerinin daha kuvvetlileri yetişmiştir. Bu ağırdakiler tekkeden ziyade, hudut boylarının, harb sahalarının, A nadolu yay lalarının sesini aksettirdiklerine göre, yetiştikleri sahaların da buraları olması lâzım gelir. H alk şairleri arasında aruzu bilen ve bu vezinle şiir söyleyenler varsa da eıı çok k ulla n ıla n ı hece veznidir. O n ye­ dinci asır halk şairlerinin en şöhretlile­ ri Gevheri, Â şık Ö m er ve Karacaoğlan’dır. Ayrıca K ayıkçı K u l M ustafa, Kuloğlu, K âtibi, Â şık H alil, Âşık B enli A li, K u l Deveci, Gazi Âşık, Demirci-oğlu, Âşık Haşan isim lerinde halk şairleri v ar­ dır. H alk şairleri m üh im mevkilere geç­ m ediği, halk ın arasında dolaştığı, siyasî hâdiselere karışm adığı iğin hayatları h a k ­ kında bilgilerim iz yok denecek kadar k ıt . tır. Esasen onların hayatlarına dair bilgi daha ziyade kendi şiirlerinden çık a rıl­ m aktadır. O n yedinci aşırın edebî nesrine ge­ lince : O n altıncı asır edebî nesrinde g it­ tikçe kuvvet kazanm ış olan halk ın ko­ nuştuğu dilden uzaklaşarak süslü ve ağ­ dalı yazı yazm a cereyanı, bu asır edebî nesircilerinin elinde son haddine varm ış­ tır. Şekil düşkünü, müselsel ibare m erak­ lısı nesircilerin .elinde bazı eserlerin d ili yalnız halkın değil bir kısım aydınların da anlayamayacağı şekle bürünm üştür. Bereket versin ki tarihî, coğrafî, biyogra­ fik eserlerle seyahatnâm e ve şuara tez­ kiresi ( edebiyat tarih i ) yazanlar bu ce­ reyana kendilerini um um iyetle kaptırm am ışlardır. Arapça ve farsça kelim elerle dolu uzun ifadelerden m ürekkep süslü edebî nesir şeklini tatbik edenler m eyanında Nergisi ( ölüm ü 1634 ) , Veysî ( ölüm ü 1627 ) , Okçu-zâde Mehmed Şahi, Karaçelebi-zâde A b d ü lâzi 2 Efendi ve Masraf-
zâde Şefik Efendi vardır. K âtib Çelebi, Fezleke'sinde ( C : 2, S : 127 ) Okçu-zâde içiıı Taci-zâde’den sonra yetişen m ün şi­ lerin en kuvvetlisi h ük m ü n ü verir. Asıl adı : Üveys olan Veysi ayni zamanda ga­ zel tarzında şiirler de yazmıştır, e Siyer » adlı eseri meşhur olup ayrıca e Hâbnâmc-i Yeysi » , « Şehadetname-i Veysi s ve « M ünşeat s> adlı eserleri vardır. Nerglsî’nin asıl adı Mehmed'dir. Beş risaleden m ürekkep « Hamse s si ile m ek tu pların ­ dan m ürekkep « M ünşeat » ı mevcuttur. B ir nevi edebiyat tarihi demek olan şuara tezkiresi sahipleri m eyanm da ise Riyazi. Kafzâde Faizi. Rıza ve bir de Nev‘i-zâde A tâi sayılabilir. A tâi'n ııı Şabayık-ı >lumaniye zeyli yalnızca bir şuara tezkiresi m ahiyetinde olm ayıp daha önce de be lirtildiği üzere âlim ve şair­ lerin biyografilerini ihtiva etmektedir. aksettiren bir halk musikisi de var ol­ m akta devam etmiştir. O n yedinci asırda kaleme alınm ış ta_ rihi eserlerin bazılarında, tercüme-i hal kitaplarında bu asırda m usiki ile meşgul olmuş kimselere dair bir hayii bilgi edinm ektaviz. B unların bir kısm ının h a ­ nende, bazılarının da bestekâr old u kla­ rın ı yine ayni eserlerden öğrenmekteyiz. Bestelenen eserlerin güfteleri ve m ak a m , ların ın nev’ine dair sağlam bilginiz m ev­ cutsa da. ses kısm ı doğru olarak zam a­ nım ıza intikal edememiştir. Boğdan V oy­ vodası Costautin Cantem ir'in oğlu olup İstanbul'da uzun m üddet oturan D im itri Cantem ir'in harf ve rakam lardan m üre k ­ kep bir nota meydana getirmesi, e K itab ilm -ül-musiki alâ vech-ül hurufat » adlı eserini İkinci A hm ed’e takdim i de bu aşı­ ra rastlar. R iyazî’n in «Riyazuşşuaras adlı ese­ rinde on beşinci asırdan kendi zam anı­ na kadar gelen şairler mevcuttur. R i­ yazi ( ölü m ü 1644 ) divan sahibi ise de en çok bu tezkiresi ile meşhurdur. Yine d i­ van sahibi b ir şair olan Kaf-zâde Faizi ( ölü m ü 1621 ) n in tezkiresinin adı * Züb_ det-ül-eş’a r » dır. Beş yüz kadar şaire ait seçmeler ve hayatlarına dair bilgiler bulunan F aizi tezkiresi çok önem li adde­ dilir. 2 — M U S İK Î ü ç ü n c ü cildin 1568 inci sayfasında Türk m usikisinin on altıncı asrın sonla­ rına kadar gelen durum una dair um um i bilgi vermiş, bu arada m usiki âletlerin­ den de bahsetmiştik. Üçüncü cildde kısa şekilde'ta rif olunan m usiki âletlerinin on yedinci asırda da kullanılm asına devam edilm iştir. Bu asırda m usik in in gelişmesi daha düzenli ve belirli bir hal alm ıştır. Türk m usikisinin gelişmesinde tek­ kelerin pek bü y ük rolü olmuştur. M usiki ve tekke deyince tab ii ilk plânda akla M evlevi tekkeleri gelecektir. Gerçi mevlev üik te n başka bazı tarikatlerde de z ik ­ redilmesi, n a ’at-ı şerif, İlâhi, tevsih okunm asınm m usik i ile ilgisi mevcutsa da, sanat olarak m usik in in tekâm ülüne ze­ m in hazırlayan tarikat m evlevîliktir. S a­ ray ve tekkeler daha ince bir gelişmeyi hazırlarken halk ın ses ve hakiki zevkini D im itr i C a n te m ir M usikîm izin gelişmesinde m evlevi tekkeleri ile sarayın büyük rolü olm uş­ tur 1 ı-kke m usikisi daha ziyade d in i m u ­ siki m ahiyetini haizse de burada m usiki bilgi ve terbiyesini alan kimseler tekke dışında lad in i sahada da çalışm alar ve buna göre besteler de yapm ışlardır. M u ­ sikiyi seven padişahlar geldikçe m usiki sanatkârları ve eserleri de çoğalmıştır. O n yedinci asır padişahları arasında D ör­ düncü M urad ve D ördüncü M ehmed m u ­ sikiyi seven ve ehemmiyet veren kim se­ lerdi. Bu asırda. Batı m usikisi âletlerin­ den kem an henüz taam m üm etmemiş o l­ m akla beraber D ördüncü M ehmed zam a­ n ında sarayda cariyelere keman meşkeden ( Başvekâlet arşivi, İbn-ül E m in tas­ n ifi saray vesikaları No: 681, 877, 878, 1001 ) üstadlara rastlanmak ta dır. Bu ve­ sikalarda keman öğretm eni olarak Haşan ve Ahm ed Çelebi diye T ürk İsmine rast-
ianması, kem anın pek taam ınüm etme­ mesine rağmen Türkler tarafından be­ nim sendiğini gösterir. Esasen K an u n î’nin meşhur veziri âzam larm dan M akbul f M aktul ) İbrahim Paşa’m n gençliğinde Manisa’da d u l bir kad ın ın yanında b u ­ lunduğu sırada keman çaldığına dair mevcut bilgi, kem anın on altıncı asrın ilk yansında A nadolu’da dahi bu lu n ab il­ diğine işarettir. D ördündü M urad m usikiden zevk a l­ dığı cihetle sarayda m usiki toplulukları yapılırdı. Evliya Çelebi’n in ( Seyahatna­ me C : 1, S : 248, 257 ) bildirdiğine göre ; D ördüncü M urad cumartesi gecelerini ha­ nende ve sazendeleri dinlemekle geçirir­ di. Bu devirde saraydaki m usiki hocası Derviş Öm er idi. Beşiktaş mevlevihanesi şeyhi Yusuf Çengî Dede ise şeyhül-edvar yani m usik in in en büyük üstadı sayılı­ yordu. H âfız K um ral Mehmed Efen­ di, Derviş Sadaî, Koca Osm an Efendi ve A m a Fedaî adlarındaki kimseler D ördün­ cü M urad devrinin m usiki üstadları ad­ dedilmekteydi. O n yedinci asrın ilk yarısında dinî besteleri ile en fazla şöhret kazananlar Koğacı-zâde Şeyh Mehmed, Bezci-zâde M uhyiddin ve Z âk irî Haşan idiler. Koğacı-zâde Şeyh M ehm ed (ölüm ü 1617) H a l­ veti tarikatına mensuptu. Nev’i-zâde Atâî, Şakayık zeylinde ( sayfa 622 ) onun h ak ­ kında « fenni m usikide üstad olup oku­ nan zikirlerin ekserisi bunun eseridir» der, Zâkİri Haşan ( ölüm ü 1622 ) da yine bir tekke mensubu olduğundan besteleri dinî ve tekke m usikisi sahasına girer. On yedinci asrın meşhur Celvetiye Şeyhi Aziz M ahm ud H üdaİ’n in zâkirbaşısı Şaban Dede t ölüm ü 1650 ) de kendi şeyhinin eserlerini besteliyordu. Birinci Ahm ed devrinin meşhur ve­ zirlerinden Nasuh Paşa’n ın oğlu Öm er Bey ( ölüm ü 1657 ) , lad in i m ahiyette eserleri de bulunan G ülşenı Derviş Sadayi < ölüm ü 1620 } de bu asrın bestekârlarındandır. O n yedinci asrın tezkire ve b i­ yografi yazarları M evlevî Yusuf Dede ( ölüm ü 1609 ) y i asrın en m uktedir ney­ zeni olarak gösterir ve kendisini pek m et­ hederler. Ney ve çenk çalm akta usta olan Yusuf Dede bu yüzden « Çengî Y u ­ suf Dede s- diye şöhret bulm uştur. A srın ikinci varışındaki bestekârlar meyanında K üçük İm am diye tanınan Mehmed ( ölüm ü 1674 ) , Halvetiye ta r i­ katı mensuplarından Ünım i Sinan-zâde Haşan ( ölü m ü 1677 ) , Mevlevi Köçek Derviş M ustafa ( ölü m ü 1688 ) , Nane A h ­ med Çelebi ( ölü m ü 1686 ) , Sütçü-zâde H âfız A b d ü llâ tif (veya A li) (ölüm ü 1691 ) , îmam-zâde Hafız Post, Bursalı Havyar-zâde Hüseyin ( ölüm ü 1704 ) dir. Sadeddin Nüzhet E rgun ( Türk Musikisi Antolojisi S : 38 ) K üçük İm am diye m a ­ ruf Mehmed’in beş yüzden fazla bestesi olduğunu, bun ların çoğunun ladini eser­ lerden meydana geldiğini bildirm ektedir. Türk m usikisi tarihi üzerinde kıym etli tetkikleriyle tanınan H üseyin Sadeddin Arel (T ü r k lü k mecmuası No: 12, S: 347) de Köçek Derviş M ustafa’yı Türk m u si­ kisinin en büyük değerlerinden biri ola­ rak tanıtm aktadır. Şeyhülislâm Esad Efendi'nin « E trabü’l-âsar s mda, on ye­ dinci asır sonlarındaki saray hanende bağılarından Taşçı-zâde Receb Çelebi ( ölü m ü 1692 ) n in bini mütecaviz murabba, nakış ve şarkı bestesi olduğu bild irilm e k ­ tedir. On yedinci asrın en kudretli beste­ kâr ve m usikişinası H afız Post’tur. Asıl adı Mehmed olan H afız Post’un hayatı hakkında maalesef fazla bir bilgiye sa­ hip değiliz. Ona H âfız Post denmesinin sebebi, rivayete g ö r e ; vücudunun fazla k ıllı olmasından, ikinci bir rivayete n a ­ zaran da her g ittiği yere k oltuğunun al­ tında bir post ile giderek m eclisin en ge­ risine bu postu serip üzerine oturm asın­ dan dolayıdır. Ş air N a ilî’n in him ayesin­ de yetişen H afız Post’un m usikideki ho­ cası Kasımpaşalı Osm an’dır. Hafız Post, K ırım Ham Selim G iray’m , birçok dev­ let ricalinin ve nihayet D ördüncü Sultan Mehmed’in iltifa tın a nail olmuştur. Esad Efendi’nin E trabü’l-âsar’m a göre 1101 ( M : 1689/1690 j de, Safavî ve S alim tez­ kirelerine göre 1105 i M :1693/1694 ) te ölmüştür. H attatlık tarafı da bulunan H afız Post en k üçük ve sade türkülerden başlıyarak en ağır parçalara varıncaya kadar Türk m usikisinin her dalında bes­ teler meydana getirmiştir. E trabü’l-âsar’_ da ; nakış, m urabba ve şarkı halinde b i­ ne yakın bestesi olduğu söylenmekle be­ raber zam anım ıza unutulm adan intikal edebilen ancak on sekiz parçadan (Sa-
ceddin Nükhet Ergun, Türk M usikîsi A n . tolojisi C: 1, S: 49) ibarettir. Türk m u ­ sikisinin en b ü y ü k değerlerinden olan Mevlevi Itri Mustafa Efendi de on. ye­ dinci asrın ik inci yansınd a yetişmiş ve m usikideki kudretini göstermiştir. A n ­ cak kendisi 1711 veya 1712 de ölm üş ol­ duğundan on sekizinci asır kısm ında on­ dan bahsedilecektir. de m ühim ve değerli hattatlardandır. Derviş Ali, sülüs ve nesihte bir de­ vir açarcasına Şeyh H am dullah m ektebi­ ni ileri götürüşü ile nazarı dikkati celbeder. Teııekeci-zâde İbrahim Efendi ( ö lü ­ m ü 1683 ) Yeni caminin yazılarını, Ayasofya camiindeki Allah, M uhammed ve ilk dört halifenin isim levhalarım yazmış olan sanatkârdır. Pek çok mushaf, en’anm, k ıt’a vesa­ ire yazmış olan, kıym etli hattat Derviş A li’n in en meşhur talebesi İsta n b u llu H afız Osman’dır. « Ahkâm -ı şıtte » veya « şeş kalem » denilen altı tarz yazıda Şeyh H am dullah’tan sonra gelen hattatlar ara­ sında en fazla m uvaffakiyet gösteren H a­ fız Osm an’dır. Hafız Osm an (ölüm ü 1698) yirm i m ushsf yazmış ve k ırk y ıl yazı meşk etmiş, yani yazı hocalığı yapmıştır. Bu asırda sülüs ve nesih yazı sahasında birer kıym et olarak tezahür etmiş diğer hattatlar Suyolcu-zâde E yüplü Mustafa E fendi ( ölüm ü 1686 ) , A ğakapıh İsmail Efendi ( ölüm ü 1706 ) , Nefes-zâde Seyyid İsm ail Efendi ( ölüm ü 1679 ) dir. Osm anlIlarda on altıncı asrın ilk y a ­ rısında * tâlik s yazı yazanlar varsa da çok değlidi. Tâlik yazı on altıncı asrın ikinci yarısında rağbet görmeye başla­ dıysa da gelişmesi pek ağır yürüdü. On yedinci asırda Buharalı Seyyid A b d u l­ lah’ın İstanbul’a gelmesinden sonra tâlik yazının heveslileri çoğaldı. Derviş Abdi diye tanınan bu B uharalı Hattat İstan­ bul’da talebeler yetiştirdi. Böylece tâlik 3 — Y A Z I VE H A T T A T LA R : Türk yazar ve hattatları elinde yazı geçen asra nazaran daha da güzelleşmiş ve kıym etli hattatlar yetişmiştir. Devlet ricali, şair, ve ilim adam larından bir kıs­ m ın ın güzel yazıdan hoşlanması, hattâ bazılarının bizzat bu yolda meşguliyet göstermesi, yazının güzelleşmesi yolun­ daki gayretlerin canlı kalm asına, ayın ¡samanda hattatların cemiyet içinde itibar görmesine âm il olm uştur. M ühim m im ari eserlerinin ortaya konm ası ise, hattatla­ ra sanat değerlerini gösterebilmeleri için daha geniş im k ân lar hazırlam ıştır. Tabii asrın ilk yarısı, m im ari ile ilgili im kânlar bakım ından daha m üsait bir durum arzeder. Ü çüncü cildin 1572 inci sayfasında, yazıda Türk sanat zevkinin tezahürünü sağlayan Şeyh H am dullah’ın sülüs ve ne_ sİh yazıda koyduğu esasların son zam an­ lara kadar devam ettiği, onun Ölümünden sonra meşk ve icazet vermede Dede Ç e­ lebi kolu ile K arahisarî kolunun m eyda­ na geldiği belirtilm işti. İşte on yedinci asırda Şeyh H am ­ dullah m ektebi bu ik i kol h a . linde yaşamakta devam et­ miş ve bu asırda yetişen h a t­ tatlar «sülüss ve «-nesih* ya­ zıyı ileri götürm üşlerdir. O n yedinci asır hattatla­ rından D iyarbakır’lı Kasım Gubari (ö lüm ü 1624) S u l­ tan A hm ed cam iinin yazı­ ların ı yazmıştır. Üsküdarı Haşan bin Ham za (ölüm ü 1614) da Üsküdar Toptaşı’ndaki Eski Valide cam iinin celî yazılarını yazm ıştır. B u ­ nun talebelerinden E rzu­ rum lu H alid (ölüm ü 1630) ile T ıflı Ahm ed Efendi H a fız O s m a n ’ın 2325 bir yazısı
yazı hattatları içinde de kıym etli sanat­ kârlar meydana çıktı. Tâlik yazı hattat­ larının bu asırdaki m eşhurlan Cevrî İb ­ rahim E fendi ( ölüm ü 1655 ) . Dursun-zâde A bdullah Fevzi ( ölüm ü 1610 ) , Şey­ hülislâm Tulumcu-zâde Abdurrahman Efendi ( ölüm ü 1670 ) , T ıflî Ahmed Efendi ( ölüm ü 1660 ) , ayni zamanda şair ve ressam olan Dukakin-zâde Derviş A h ­ med Fasih ( Ölümü 1699 ) Amasyalı Şeyh Sunu İlah ( ölüm ü 1684 ) tır. Ahkâm-ı sille diye anılan altı çeşit yazıyı teşkil eden « sülüs, nesih, m u hak ­ kak, reyhanı, tevhi’, rik ’a * ya bazıları i t â lik » i de ilâve etmek suretiyle k a­ lem sayısını, yani yazı çeşidini yediye çı­ karırlar. Hemen her yazı tipinin biraz değişik­ liğe uğram ış şekilleri de vardır ki bunlara «kırma» tâbir edilir. Meselâ sülüs k ırm a­ sı, tâlik kırm ası gibi. Osm anlı im parator­ lu ğ u n u n resmî işlerin­ de bir çeşit yazı k u lla­ nılm ayıp, m uayyen ba­ zı çeşitler m uayyen iş. lerde k u llanılırdı. O n altıncı asrın son­ larına doğru h attatla­ rı tanıtan ve onların hayatlarından bahseden eserler yazılm aya baş­ lanm ıştır. M üverrih Ali’nin hattatlardan, re­ sim, tezhib ve mücellitlerden bahseden «Menakıb-ı Hünerveran » adlı eseri bu vadideki kitapların on altıncı a~ sır sonundaki en m ü ­ him örneğidir. Tâlik yazı yazmaya merakı olan D ördüncü Murad, devrinin hattalarından Nefes-zâde K âtib İb ­ rahim Efendi’ye bu h u ­ susa dair bir kitap yaz­ m asını emretmiş, o da «Bülzâr-ı savâb» adlı risalesini meydana ge­ tirm iştir. Yine bu asrın hattatlarından Tokatlı Ahmed (Ölüm ü 1681 de «Araisü’l-yat» adlı bir eser kaleme alm ış­ tır: Hat nevileri : 1 — K ûfi, 2 — Sülüs, 3 — Nesih, 4 — 4 — RESİM VE Reyhanl, 5 — M uhakkak, 6 — Tevki’, 7 — ince tevki’, N A K IŞ : 8 — Talik, 9 — İnce Talik, 10 — Divanî, 11 — Celî Divanî, 12 — R ık ’a, 13 — tcaze (Bu tablo son devir O ıı yedinci asırda hattatlarından A. K âm il A kdik’in eseridir) da nakkaş ve res- 2326
samlar yetişmekte devam etmiştir. Musavvir diye anılan ressamlar bu asırda da Batı’daki resim tekniği ile değil m in ya­ tür esasları dahilinde çalışıp eser vermişdir. H attatlara ve hayatlarına dair geniş bilgilerim iz olduğu halde hayatlarını sırf nakkaş ve ressamlıkla doldurmuş, m ü ­ him siyasi bir hâdiseye karışmamış sa­ natkârlarım ız hakkında kifayetli bilgiye sahip değiliz. Bunutı sebebi, nakkaş ve m usavvirlerin hayatlarına, şahsiyet ve eserlerine dair kitaplar yazılm am ış olm a­ sıdır. Nakkaş ve ressamların bazılarının şairlik, şeyhlik, hattatlık, musikişinaslık tarafları da varsa, veyahut da herhangi bir m ühim siyasi hâdiseye karışmışlarsa kendilerinden bu vesile ile bahsedildi­ ğinden varlıklarından haberdar olmakta, pek azını da imzaları vasıtasile tanım ak­ tayız. İşte bu sebepler yüzündendir ki, Avrupa müzelerine in tik al edenler bir ta, rafa, Topkapı sarayı ile İstanbul'un bazı kütüphanelerindeki eserlerin ciltleri ara­ sında 15 bin kadar m inyatür resim b u ­ lunduğu halde, bunları meydana getiren sanatkârların pek azının hüviyetine dair kifayetli sayılamıyacak m alûm ata ancak sahibiz. On altıncı asırda olduğu gibi oıı ye­ dinci asırda da gerek saraya bağlı, ge­ rekse saray dışında serbest çalışan n a k ­ kaşlar vardı. Hüküm ete bağlı nakkaşla­ rın çalıştığı yer Sultanahm ed’de Aslanhane civarında idi. Nakkaşbaşı kârhanesi denilen bu yer bir takım kârgir hücreler toplulu ğu halindeydi. Ü çüncü cildin 1272 ve 1576 ncı sayfalarında ismi zikredilen şair Mustafa Sâi ( ölüm ü 1596 ) aynî za­ m anda nakkaştı. M im ar Sinan’ın biyogra­ fisinden bahseden « Tezkeretül-bünyan $ adlı eseri ile meşhur olan S âi’nin çağda­ şı olan başka nakkaş ve ressamlar da vardı. Bu arada isim lerini tespit edebil­ diklerim iz Nakkaş Haşan Paşa, Kalender ve Nakşî’dir. B irinci Ahmed zamanında kısa bir m üddet sadaret k aym akam lığın­ da bulunm uş olan Nakkaş Haşan Paşa, Üçüncü Mehmed zam anında ( O rhan Burian, B abıâli nezdinde üçüncü Ingiliz elçi­ si Lello’nun m uhtırası S: 72 ) saray n ak ­ kaşı idi. Sultan ü çü n cü M ehmed’in Eğri fetihnamesindeki dört m inyatür ( Ernst Diez - Oktay Aslanapa, T ürk sanatı S: 276) Nakkaş Haşan P aşanındır. Doğum ve ölüm tarihleri belli olmayan, on a ltın ­ cı asrın sonlan ile on yedinci asrın baş­ larında yaşadığı anlaşılan ressam Nakşî’nin asıl adı Ahmed M ustafa’dır. Dr. A. Süheyl Ü n ver, ressam Nakşî’ye ait ese­ rinde bu sanatkârı daha ziyade on ye­ dinci asır adamı olarak kab ul eder. Taşköprülü-zâde’nin < Şakayık-ı Numaniye » sinin tercümesindeki 19 adet m inyatür tarzı resim Nakşî tarafından yapılm ıştır. Birinci Ahmed için hazırlanan « Falna­ me » deki resimler « K ale n d e r» in elin­ den çıkm ıştır. Bu asrın şair, hattat ve m usikişinaslarından Dukakin-zâde Fasih A hm ed’in ressamlık tarafı da vardır. Şahabeddin T'zluk tarafından yazılm ış olan s M evlâna’m n ressam ları» adlı eserde, Mevlevi Fasih A hm ed’in de ressamlık ta^ rafına temas edilmekte ve îb n ü l Em in M ahm ud Kem al’in kütüphanesindeki bir eserden naklen meszkûr şahsın bir kalyon resmi verilmektedir. Yine ayni kitapta Fasih A hm ed’in resimde Fennî Ahmed Dede'nin yetiştirmesi olduğu söylenmek­ te kendisini yetiştiren Fennî gibi portre ve duvar resimleri yapmış olduğu b ild i­ rilmektedir. Fasih Ahmed gibi bir mevlevî şeyhi olan Fennî Mehmed Dede ( ölü m ü 1708 ) de devrin usta rcssamlarındandı. Rum elihisarfnda oturan Fenni Mehmed Dede burada bir köşk yap tır­ mıştı. Bu köşkün duvarları Kara Cafer adında bir ressamın freskleriyle süslen­ mişti. O n yedinci asrın mevlevi ressamları m eyanında Esedi ve Solak-zâdo Miskalî Bihzad da meşhurdur. Asıl adı Asarı olan Esedi pek çok aslan resmi yaptığı için bu mahlası almıştır. M iskalî Bihzad ( ölü m ü 1653 ) hayvan resimleri ve m uha­ rebe sahneleri resmetmekte mahirdi. M iskalî Bihzad, m üverrih Soiak-zâde Mehmed H em dem î’n in ressam olarak ta­ şıdığı adıdır. Bir de kendisi gibi m uha­ rebe sahnesi resimleri yapan arkadaşı Tiryaki Osman Çelebi vardır. Bunlardan başka Dördüncü Mehmed zam anında Edirne’de yaşamış Â bi isim li bir Türk res­ samla Fajia ( A. Süheyl Ünver, Ressam Nakşî hayatı ve eserleri S: 19-22 ) adlı bir yabancı ressamın da ismine rastla­ maktayız. O n yedinci asırda yaşamış nak­ kaş ve ressamlar sadece bunlar değildir. İsim lerini saydıklarım ız herhangi b ir se­ beple adları bazı eserlere intikal etmiş kimselerdir. Şayet bu asırlara ait ehli hi-
ref defterleri tetkik edilirse hem de ulûfeye müstahak birçok sanatkâra rastla­ nır. Esasen devamlı şekilde vazife gören m iri nakkaşları vardı. M iri nakkaşların b ir kısmı vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, tım ar ve zeamet sahiplerinin beratlarını nakışlarla süslerlerdi. M iri ressamlar Sultanahm ed’deki kârhanelerinde, hususi ressamlar da şehrin m uhtelif yerlerinde bulunan dükkânlarında çalışırlardı. Ev­ liya Çelebi kendi yaşadığı devirde İstan­ b u l’da ( Seyahatname C: 1, S: 440 ) dört resimci dü kkânânda k ırk tane ressam ve nakkaş çalıştığını bildirmektedir. O n yedinci asırda güzel ciltler ve k i­ tapların baş ve kenarlarını süsleme sana­ tı olan m üzehhiplik sahasında ince eserler meydana getirilmesine devam edilmiştir. Ciltlerde kapağın dış ve biraz da iç yüzü süslenirdi. Ortada « şemse» denilen yuvarlak veya oval bir m adal­ yon, köşelerde de * köşebent » denilen süsler yapılırdı. Kapaktaki süsleme kom_ pozisyona ve m otifler iç taraftaki tezhip­ le benzerlik arzeder ve um um i ahengin teessüsüne pek dikkat edilirdi. Şemsele­ rin ik i ucu uzatılarak süsleme yapılırsa böylelerine « Salbekli şem se» denilirdi. Cilt kapaklarında m ukavva üzerine keçi derisinden sahtiyan bazan da kumaş ge­ çirilir, kapak süsü bunun üstüne oyma, kabartm a veya renkli tezyinat halinde iş­ lenirdi. Ciltlerde yer alan motifler, ne­ batî ve çiçek m otifleri idi. Tezhip sanatı on yedinci asrın sonla­ rına doğru eski hız ve güzelliğini kay­ betmeye başlamıştır. Bu asrın hattatla­ rından Derviş A li’nin yazılarının tezhibini Sürahi Mustafa Efendi, Çinici-zâde A b ­ durrahm an Efendi’ninkileri Baruthaneli A bdullah Çelebi, Hafız Osm an Efendininkilerini de birader-zâdesi olan Bayram pa­ şa türbedarı Hafız Mehmed Çelebi yap­ mıştır. O n yedinci asrın diğer m ühim m üzehhipleri A bdullah Efendi, Yenibahçeli K ara M ahm ud, Beyazî Mustafa Efendi, fnadiyeli İm am, A ntalyalı A li, K am bur Haşan Çelebi isimlerindeki şa­ hıslardır. 5 — M İM A R Î : On altıncı asrm sonlarına doğru İda­ rî sistemde aksaklıklar başgöstermekle beraber, on yedinci asra girilirken haşmet ve kudret um um i havada yine de h â­ kimdi. Bozulmağa doğru giden daha z i­ yade idare ve devlet idaresi ahlâkıydı. Fakat Osmanlı cemiyetinde, istilâ devri­ n in insan benliğinde yarattığı büyüklük ve kudret atmosferi yaşamakta berde­ vamdı. İstanbul yine, Basra'dan B udin’in ilerisine, K ırım ’dan Fas sınırına kadar uzaııan topraklara hükm eden devletin merkeziydi. Bu kadar geniş sahada yaşıyan büyük değerler yine İstanbul’a ko­ şup geliyor, bu geniş toprakların fik ri­ yatı yine İstanbul’dan besleniyordu. On u n içindir ki, A nadolu’da b irbirini ta­ kiben isyanlar vuku bulmasına, cephe­ lerde eskisi gibi süratli zaferler kazanılamamasına rağmen, Osmanlı sanatkârı gö­ rüş, düşünüş ve yaratma hususunda haş­ met devrinin havasından, tabii bir tekâ­ m ü l neticesinde ulaştığı üslûptan çabu­ cak sıyrılıverecek değildi. Esasen cemi­ yette haşmet devrinin malzemesi de mevcud olmakta devam ediyordu. İşte bu ha­ va ve üslûbun yaşaması, insan ve madde halinde malzemenin mevcudiyeti sayesin­ dedir ki, m ali im kânlar elverdiği zaman on yedinci asırda da haşmet ve güzelliğin ifadesi olan m im ari eserler meydana ge­ tirilmiştir. Yaltıız, siyasî hadiseler kıs­ m ında görüldüğü üzere, bu asırda devlet dağdağalı meselelerle uğraştığı, zaman zaman şiddetli m alî sık ın tılar çekildiği için meydana getirilen m im arî eserlerin sayısı bir Önceki asırdakine nisbetle bir hayli azdır. üçü ncü cildin 1576 ve m üteakip say­ falarında m im arim izde klâsik üslûbun doğması ve gelişmesi hakkında bilgi ve­ rilmişti. K lâsik üslûbun gelişip yücelme­ sinde eşsiz emekleri geçen dâhi m im ar Sinan 1536 dan 1587 yılm a kadar devam eden yarım asırlık m im arlığı zam anında bir hayli de adam yetiştirmişti. Onun sağlığında b ilfiil yanında çalışmış olan­ lardan m im arbaşılık edenler olmuştur. Sinan’dan sonra M im ar Davud on sene m im arbaşılık etmiş, onu 1598 de Dalgıç A hm ed Ağa takib eylemiş, Dalgıç Ahmed’in arkasından da S edefkâr Mehmed Ağa mimarbaşı tayin edilmiştir. Tophane çeşmesi (1611) , İstavroz mescidi (1612), Tersane kasrı (1613) onun m im arbaşılığı devrinin yapılarıdır. M im ar Mehmed Ağayı ebedileştiren ve ctıun ne büyük bir
değer olduğunu ortaya koyan eser şüp­ hesiz Sultanahmed camiidir. A li Em irî kitaplığında 93 numaraya kayıtlı * M im ar Mehmed Ağa ve Risale-i Mimariye » adlı ve Cafer Çelebi tarafın­ dan kaleme alınm ış mecmuada kaydedil­ diğine göre ; Mehmed Ağa Hicrî 970 yı­ lında İstanbul’a devşirme acemi oğlanı olarak gelmiş, bir sene sonra Hasbahçe'ye alınmıştı. Mehmed Ağa burada önce m usiki öğrenmeğe başlamış, fakat m usi­ kinin çalgıcılık olduğuna dair kendisine telkinlerde bulunulm ası üzerine m im a rlı­ ğa meylederek Hasbahçede verilen hen­ dese derslerini takibe başlamıştır. H en­ dese dersinin verildiği kârhanedeki üstadlar, aradan bir m üddet geçtikten son­ ra ders veren hocaya : t—■ işbu ferzend senin tahkikatını pesend kılıp sedefkârlık ve m im arlık sa­ natlarına arzumend oldu » demişlerdir. Sedefkârlık ve m im arlığa istidadı olduğu anlaşılan, ayni zamanda bu yol­ da fevkalâde gayret sarfettiğinde şüphe bulunm ayan Mehmed Ağa, seçtiği mesle­ ğinde ilerlemek üzere çalışmalara devam etmiş ve Sinan da dâhil olduğu halde devrin mühendis ve m im arlarından ders görmüştür. Mezkur risalede beyan olun­ duğuna göre, Mehmed Ağa sedef işleri yaparken M im ar Sinan : *■ — Aferin kalfa, bi nazir iş işlemiş­ sin, şimdi bu senin işini işler adam yok­ tur. » G ibi sözler söyliyerek onu sedefkârlıkta ilerlemeye teşvik eylemiştir. Bir gün padişah ü çü n cü M urad’a takdim edilmek üzere bir şey yapması tavsiye­ sinde bulunmuş, o da geometrik desenli b ir Kur'an rahlesi hazırlamıştır. Risale­ deki ifade ile : « Mehmed Ağa m erhum Koca Ağa S i. nan’ın pend-ü nasihasiti üzere ilm-i hen­ desede olan eşkâl-i m akbule ve adla’: bir birine mevsûle ile rahl uslübunda tuhfe-i rüzgâr makulesi bir tilâvet iskemlesi işleyüp 998 ( M: 1589/1590 ) senesinde pad işaha» sunmuştur. Sedefkârlıktaki mahareti dolayısiyle ¿Sedefkâr» kelim e­ si bir ünvan halinde ism inin yanm a yer­ leşen Mehmed Ağa sarayda bu sahada yetişirken kendisinden önce mimarbaşılık m akam ını işgal eden Dalgıç Ahmed Ağa ile birlikte sedefkârlardan Ahmed Usta ( İsmail Ünal, Güzel Sanatlar mec­ muası sene 1939 S: 137-139) adında b i­ rinden ders görmüştür. İşle böylece hem sedefkârlık hem de m im arlık öğrenmiş olan Mehmed Ağa, Dalgıç Ahmed'den sonra mimarbaşı ol­ muştur. O nun bu vazifeye 1014 ( M ilâdi : 1605 - 1606 ) yılınd a ( Tarih Dergisi No: 13. S: 78 ) tayin edilmiş olduğu anlaşıl­ maktadır. Birinci Sultan Ahmed, Zitvatorok muahedesi akdedilip de sulhe kavuşulun­ ca bir cami yaptırm ak istemiştir. Padişah evvelâ Em inönünde inşaatı yarım kalmış camii tam am latm ayı düşünmüş, sonra bundan vazgeçmiştir. Yeni yaptıracağı ca­ m in in yeri hususunda en nihayet Atmeydanı’nm kıble tarafı üzerinde karar k ı­ lınm ıştır. Bunun üzerinedir ki, o sırada bu sahada mevcut Ahmed Paşa sarayı, Sokullu sarayı, aslanhane, m iri ambarı ve bazı dükkânlar parası ödenerek is­ tim lâk edilmiştir. Cafer Çelebi’nin yukarıda adı zik­ redilen risalesinde belirtildiğine göre, M im ar Mehmed Ağa yapacağı binanın re­ sim ve plânını çizerek inşaata başlıyacağı zaman padişaha göstermiştir. 8 ekim 1609 ( 9 receb 1018 ) da caminin temel a t­ ma merasimi yapılm ıştır. Padişahın vur­ duğu ilk kazma ile işe başlanmış ve S u l­ tan Ahmed terleyinceye kadar temel kaz, m ıştır. Bu merasim esnasında Sadrı âzam Kuyucu Murad Paşa, Şeyhülislâm Hoca Sadeddin-zâde Mehmed Efendi ve Şey Ü sküdari Aziz M ahmud Hüdai Efendi de temel kazısına iştirak etmişlerdir. Cami inşaatı bitince 9 Haziran 1617 de ibadete açılmış, kasrı hum âyun, hastane, türbe, mektep, sebil, odalar, dükkânlar ve han­ dan ibaret etrafındaki inşaat da ayni se­ nenin kasım ayında sona ermiştir. Sul­ tanahm et camii inşaatı için 1811 yük 2944 akçe ( Süleymaniye camiindö 597 yük 60180 akçe ) sarf edilmiştir. SuLtanahmed camii bir esas kubbeyi destekleyen dört yarım kubbe ve köşe­ lerde dört küçük kubbeden meydana ge­ tirilm iş âlıenkli, güzel ve olgun bir eser­ dir. İstanbul’daki büyük camilerin iki gruba ayrıldığı görülür. Bir büyük kub­ be ile ik i yarım kubbeden ibaret grupta Bayezid ve Süleymaniye camileri; bir 2329
büyük kubbe ile dört yarım kubbeden ibaret grupta da Şehzade, Sultanahmed. Yenieami ve Fatih camileri vardır. Bir merkezî kubbe ile ona destek olan dört yarım kubbe şeklini öııce M imar Sinan Şehzade Camiinde tatbik etmekle bera­ ber. Sedefkâr Melımed Ağa Sultanahmed camiinde bunu daha da geliştirmiştir. Sümaııiye kubbesini tutan menşuri payeler yerine Sultanahmed kubbesi yuvarlak ve iri bir sütün manzarası verilen payeler ( pilpaye ) üzerine oturtulmuştur. Bu pa­ yeler halk dilinde fil ayağı diye a n ıl­ maktadır. Şehzâde camii payelerinin yal­ nız üst kısmında bulunan yivlemeler bu­ rada en alttan başlıyarak görünüşe hafiflik kazandırır. Bunun için Sultanahmed payeleri Şehzâde cam ¡minkinden daha kaim olduğu halde göze ağırlık vermez. Sultanahmed camiinin orta kubbesi dört muazzam sivri kemerle pandandifier üzerine oturmaktadır, yarım kubbeleri ta­ şıyan kemerler de sivridir. Buna karşılık bütün pencereler yuvarlak kemerli olup böylece iki kemer şekli ahenkli bir ter­ kibe kavuşturulmuştur. Duvarlar cazip bir çini dekoru ile süslenmiştir. Çiniler­ de hâkim renk koyu ve açık mavidir. Topkapı sarayı binalarında mevcut çini­ lerden sonra en zengin çini koleksiyonu burada mevcuttur. Tarihî kayıtlara göre 20143 parça çini sarfedilmiştir. 60 - 70 türlü çini kompozisyonu görülür. Sultanahmed camii 54 x 72 ölçüsü ile ( Süleymaniye 63x69 ) İstanbul’un en büyük camiidir. Bu eserde mekân ahengi, büyüklük, ihtişam ve süsleme birbirine mezcedilerek bir m im ari âbidesi meyda­ na getirilmiştir. Ernst Diez, bu cami ( Türk sanatı S: 161 ) için : « İstanbul’un en büyük camii olan Sultanahmed camii mekân tesiri bakı­ m ından Süleymanij'e camiine âdeta mey. dan okumaktadır. « Mekân tesiri bakım ından hem Ayasofya’yı hem de Süleymaniye’yi geri bı­ rakan, İstanbul’un en büyük ve en ifa­ deli mekân eseri olan bu yapı tamamıyle B ir asır evvel S ultan ahm e d C a m i’in in iç avlusu (B a rtle tt’ten)
lerinden birisi de Emiııönü'ndeki Yeni camidir. Hacım bakım ından Süleymaniye ve Sultanahmed" den biraz küçükse de klasik üsluptaki yedi büyük âbide­ m izin arasında sayılır. Yeni cami'nin in ­ şa işi maccralı olmuş, onaltmcı asrın sonlarında başlandığı halde onyedinci as­ rın ikinci yarısı içinde bitirilmiştir. Ca­ m inin, temellerim atan ilk m im arı Dsvud Ağa, inşaatı bitiren son m im arı da Mustafa Ağadır. M imar Davud Ağa, Koca Sinan’ın am eli ve nazari derslerinden istifade eden, hasbahçedeki m imarî mektebinden yetişme bir şahsiyettir 1573 te suyolu nazır: sıfatiyle resmen Sinan'la birlikte çalışmıştır. 1582 de suyolu nazırlığından ayrılmış, Sinan’ın ölüm ü üzerine de m i­ marbaşı olmuştur. Çarşamba’da Kızlarağası Mehmed Ağa camii (1585) ve Sarayburnu’nda İncili Köşk ile Sepetçiler Sultanahmed camii fazla ışıklı ou 1 köşkü, Çarşı kapı'da Sinan Paşa medre­ camidir. Cami bu haliyle uhrevî bir m is­ sesi ve türbesi onun eseridir. tisizmden ziyade ferah ve aydınlık bir üçüncü Mehmed’in annesi Safiye sofada duyulan dünyevi duygular uyan­ Sultan bir cami yaptırm ak kararını ve­ dırır gibidir. E. Mamboury bu noktaya rince inşaat için Bahçekapı tarafı seçil­ temasında: *Cami içine ışık 260 pence­ miş ve inşaat hududu içinde bulunan bir reden girmekte ise de bunların onsekikilise, b ir sinagog ve yahudi evleri is­ zinci asra kadar baki kalm ış olan renk­ tim lâk edilmiştir. li camların zamanla vuku bulan tam ir­ Caminin temeli 23 ağustos 1597 (10 lerde maalesef değiştirilmiş olmasından­ muharrem 1006) de yapılmıştır. Arazi dır. Bugün mevcut olan âdi ve renksiz m ünhat ve dolma olduğundan temeller­ camlardan öyle şiddetli bir ziya mebzuden su çıkmıştır. Müverrih Selânikî’ye len nüfuz etmektedir ki, vaktiyle hafif göre; gece gündüz tulumbalarla bir de­ bir loşluk içinde görünen çinilerle ha­ ğirmen döndürecek kadar su boşaltılm ış­ lıların letafeti tamamen zayi olmuştur. tır. Bu vaziyet karşısında M imar Davut Cami ihtişam hususunda kazandığını sa­ Ağa, Sinan’ın B üyük Çekmece köprüsün­ m im iyet ve istiğrak cihetinden kaybet­ de yaptığı gibi büyük kazıklar çaktırıp miştir. Bir derecede ki bir ibadetgâhm başlarını kurşun başlıklarla birleştirdik­ dahilinden ziyade geniş bir sarayın bü­ ten sonra temel taşlarını bunların üze­ yük ve mutantan bir dairesi tesirini ver­ rine oturtmuştur. Abdulkadir Efendi’nin mektedir» demekte. Ernst Diez ise ay­ «Vekavi-i tarihiye» sinde (Sayfa: 40 ni mevzuda: «Eseri yaratan Sedefkâr 44) belirtildiğine göre: caminin duvar­ Mehmed Ağa gerçi Sinan’ın bir plânını ları yerden bir zira’ (75.8 santimetre) ele almış ve dış görünüşte de eski gele­ yükseldiği sırada Ramazan münasebetiy­ neğe uymuş ise de cam inin içi, m uaz­ le inşaat m ahallinde kandiller yakılm ış­ zam yuvarlak payeler, bol m iktarda ka­ tır. Fakat bu arada M imar Davud Ağa lem işleri ve çini kaplamalar, sayısız veba salgınında ölm üştür (1007 - m ilâdi pencerelerden giren bol ışıkla Sinan ca­ 1598/1599). Bunun üzerine yeni M im ar­ m ilerinin m istik atmosferinden tamamiybaşı Dalgıç Ahmed Ağa cami inşaatına le ayrı bir tesir bırakıyor ve Arseven’in nezaretle de vazifelendirilmiştir. 1603 te doğru olarak belirttiği gibi camiden çok Üçüncü Mehmed’in ölmesi ve annesi bir sarayı andırıyor* mütaleasında b u ­ Safiye Sultan'm Eskisaray’a nakledilm e­ lunmaktadır. si (1603) üzerine inşaat durmuş, aradan uzun yıllar geçtiğinden yahudi evleri Onyedinci asrın m ühim m im ari eser­ merkezi dört yarım kubbe sisteminin bir tek eksenli ik i yarım kubbe sistemine üstünlüğünü isbat etmektedir. » diyor. Osmanlı eseri büyük camileri Ayasofya ile mukayese eden ayni m üellif, bu bahsi de şöyle bağlam aktadır : « Mukayeseli saııat tarihi müşahede­ leri ile Osmanlı camilerinin heyecan ve­ ren büyüklüğü ve yüksek sanat üstün lü­ ğü hiçbir zaman azalmış olmaz. Ayasofva gibi bunlar da yapı tekniğinin birer ha­ ritası olan yüzyıllar boyunca İstanbul’u altüst eden yer sarsıntılarına m uvaffaki­ yetle karşı koymuşlardır. Yeryüzünün bütün kültürlü milletleri içinde yalnız Türkler Ayasofyanm çok hayranlık uyandıran kubbe sistemini ele almak, on­ dan varyanslar çıkarmak ve nihayet ö l­ çü itibariyle onu aşmak cesaretini göster, mişlerdir » . 2331
c iva n kaplam ış ve etraf mezbelelik ha­ lin i alm ıştır. Nihayet aradan yarım asır geçtikten sonra D ördüncü Mehmecf'in annesi Hatice Turhan S ultan'm bir cami yaptırm a arzusunda bulunm ası inşaatın yeniden ele alınm asına âm il olmuştur. Netice itibariyle, 22 tem m uz 1661 (25 zilkade 1071) de duvarlardan bir sıra taş sökülm ek suretiyle (Silâhdar tarihi C: 1, S: 218) inşaata yeniden başlanm ış­ tır. Bu cam inin m im arlığın a Mimarbaşı Mustafa Ağa m em ur edilmiştir. Her tü r­ lü inşaat bittikten sonra, Silâhdar tari­ hindeki (C: 1 ,S: 390) kayda göre, 20 rebiülahır 1076 (30 ekim 1665) da pad i­ şahın huzuru ile açılışı yapılm ıştır. B u ­ na m ukabil cam inin üzerindeki tarihin 1074 oluşunu, inşaatın bu y ıl içinde b it­ tiği, açılış töreninin ise, ik i sene son­ ra yapılm ış bulu n du ğu şeklinde izah ge­ rekir. Yenicam inin inşasına üç bin sek­ sen kese akçe sarfedilm iştir ki. bu o za­ m anın ölçü ve rayicine göre bir buçuk m ilyon kuruş eder. C am inin b ü tün ya- B ag dad k ö ş k ü n ü n iç in d e n b ir g ö rü n ü ş zıları hattat Tenekeci-zâde İbrahim Efendi’nindir. Yenicam i de S inan'ın Şehzâde, Sedefkâr Mehmed A ğa’n ın Sultanahm ed’i gi­ bi bir büyük kubbe ile bunu tu tan dört yarım kubbeden m ürekkeptir. Yalnız büyük kubbe diğer Örneklerden daha siv­ ridir. Bu hal, dış görünüşü itibariyle âbidenin ehramiyetinde biraz keskinleşme tesiri bırakm aktadır. Nitekim b u duru­ m u klâsik nizam ın zayıflayışı şeklinde tefsir edenler vardır. Cam inin tam ve yarım kubbeleri kemerlerden sonra istâ lâ k titli bir silmeyi m üteakip inşa edil­ miştir. Bu şekilde geniş ve süslü silme başka hiç bir camide m evcut değildir. Bu cami de çinilerle süslüdür. Yenicami de diğer örneklerde oldu­ ğu gibi bir takım yapılar topluluğunun arasındadır. Bu arada cam inin doğu k ö­ şesinde kemer üzerindeki H ü n k âr kasrı­ n ın iç tezyinatı dikkate değer. Cami ile beraber yapılan diğer binalar Darülkurra (iş bankasının yerinde id i), sıbyan mektebi. Valide türbesi, Mısırçarşısı, se­ bil ve m uvakkıthanedir. B ugün Mısırçarşısı diye anılan çarşı M ısır'dan ve M ısır yoluyle Yemen ve H indistan’dan getirilen şeker, baharat, pam uk gibi eş­ yan ın satılm asına tahsis edilm işti. Bu satıştan elde edilen para cam inin vak ıf gelirlerine dahildi. Yenicam i’n in son m i­ m arı Mustafa A ğ a’nın yaptığı binalar» dan biri de Davutpaşa kasrıdır. Bu kasrın inşaatına Yenicam i’n in açılış töreninin yapıldığı 1665 y ılınd a başlanm ıştır. M i­ m ar Mustafa Ağa Boğaz hisarlarının (Çanakkale boğazı) da m im arıdır. H isar­ ların inşaatına 1659 ağustosunda başlan­ m ış 1661 tem m uzunda bitirilm iştir. Onyedinci asırda yapılm ış dikkate değer binalar arasında Topkapı sarayın­ daki Bağdad ve Revan köşklerini de zik ­ retmek lâzım dır. Bu köşkler M im arbaşı Haşan A ğa’n ın eseridir. Bunlardan b il­ hassa Bağdad köşkü m u htelif T ürk sa­ nat şubelerine ait örnekler ihtiva eden bir eserdir. M im arî bakım dan dikkati çeken Bağdad köşkünün, büyük kubbeli salon ve bunu çeviren haçvari dört k ı­ sa kollu plânı, Ç in ili köşkte başlıyan m e­ k ân gelişmesinin b ir (O k tay Aslanapa, T ürk sanatı S: 184) devamı olup, A v ru ­ pa’da rönesanstan baroka olan gelişme­ yi andıran bir tesir bırakm aktadır. 2332 I
M üh im m im ari eserleri vesilesiyle isim lerini zikrettiğim iz mim arbaşılardan başka bu asrın diğer m im arb aşılan M i­ m ar K asım Ağa, (1640 - 1644), M imar İsmail Ağa (1391), M im ar Meluned Ağa (1697), M im ar Elhac H üseyin (Ahmed Eefik, Türk m im arları S: 72) Ağadır. Bu vesile ile şunu da söylemek lâzım dır ki, devlet emrinde çalışan m im ar ve m ü ­ hendisler sadece bu şahsiyetlerden ib a­ ret değildi. Ser m imaran-ı hassa denilen m im arbaşılar diğer b ü tü ıı m im ar ve m ü ­ hendislerin başı ve âm iriydi. Nitekim. Tarih dergisinin 13 üncü sayısında «D al­ gıç Ahm ed Paşa» başlıklı, 5-6 ıncı sayı­ sında «Osm anlı m im ari tarihinin arşiv kaynakları» başlıklı, A rkitekt Mecm ua­ sının 12 inci sayısında «Hassa m im arla­ rı» başlıklı tetkik yazılarında arşiv ve­ sikalarından çıkarılm ış bir sürü m im ar ve m ühendis ismi sıralanmıştır. îstanbuldaki m im arlardan başka vilâyet ve san­ caklarda da m im arbaşı ve m im arlar v ar­ dı. Meselâ 1592-1593 yıllarında Trablusşam vilâyetinde Osman adlı bir m im ar, Hacı Hüseyin Ağa adm da da bir başmim ar görüyoruz. 6 — ÇİN İ, SE D E F VE O Y M A C IL IK Türk çiniciliğinin onaltıncı asır son­ larına kadar gelen duru m u n a dair ü ç ü n ­ cü cildin 1580 inci sayfasında um um î bilgi verilm işti. Burada da onyedinci asırdaki vaziyet anlatılacaktır. Türk çiniciliği onyedinci asırda da güzel eserler vermekte devam etti. Çe­ şitli m im ari eserlerimizde mevcut örnek­ lerle çiniciliğim izin ilerleme durum unu olduğu gibi gerilemesini de tespit etme­ m iz m ü m k ün olm aktadır. Onyedinci as­ rın başında çinicilikte bir sarsıntı dev­ rin in atlatıldığı anlaşılm aktadır. Bu sar­ sıntın ın daha ziyade teknik cihete in h i­ sar ettiğini gösterecek taraflar m evcut­ tur. Zira bu yıllarda yapılan çinilerde terkibin k alıp basmaya m eylettiği, renk­ lerde birbirine karışm alar v uku bulduğu (Feyzullah Dayıgil, İslâm ansiklopedisi çini maddesi ve V ak ıflar dergisi sayı 2, S: 224) görülm ektedir. M aam afih, asrın başlarında çini sanatkârının yaratma ka­ biliyetinin devam ettiği Sultanahm ed camiinde m evcut çinilerdeki çeşitli k o m ­ pozisyonlarla belli olm aktadır. Asrın or­ talarına doğru çinicilikte son bir yüksel­ me noktasına daha ulaşılm ıştır. Bağdad köşkü, Topkapı sarayındaki sürnıet oda­ sı, Ü sküdar’da Kösem S ultan ’ın yap tır­ mış olduğu Ç in ili camideki örnekler b u ­ n u n delilidir. Bu devrede yapılan çin i­ lerde imza ve tarihe de rastlanmak tadır. M otif ba kım ından daha önceki devirden şiddetle ayrılan nokta ise, Mekke ve Medine tasvirlerine rastlanmasıdır. As­ rın ikinci yarısında 1668 den sonra k a li­ tede düşme vuku bulduğu açıkea belli olm aktadır. Bu devrin çinilerine harem dairesinde bir yangından sonra kanulan çiniler örnektir. Onsekizinci asra g irilir­ ken çinicilik can çekişmeye başlamıştır. Üsküdar’da Yeni-valde camii çinileri böyle bir devrin eseridir. Topkapı sara­ yında 1719 da yapılan ü çü n cü Ahmed k ütüphanesinin çinileri Boğaziçinde K a­ ra Mustafa Paşa yalısından sökülerek getirilm iş şeylerdir. Osm anlı çinilerinin im al yeri, daha önce de be lirtildiği üzere İznik ve K ü ­ tahya’dır, Bilhassa İznik pek m ühim dir. Başvekâlet arşivinde mevcut (M ühim m e defteri sene 1016, no: 76, S: 118) bir ya­ zıdan anlaşıldığına göre; çini im alâtında k u lla nılan toprak Kütahya'da çini ve fincan işleyen ustalar vasıtasiyle Afyonkarahisar civarından tem in olunup îzn ik ’e gönderilmekteydi. İznik çinilerinin O n y e d in c i asırd a A n a d o lu m a m u lâ tı bîr tabak 2333
en fazla sarf edildiği yer İstanbul’du. Ç i­ nilerle süslenecek bir bina inşaatına g i­ rişilince Izn ik ’e çini ısm arlam rdı. Sultanatımed ve Yeniteami inşa edilirken çi­ nileri İznik’e ısm arlanm ıştı. Yenicami'deki yazıların hattatı Tenekeci-zâde İb ­ rahim Efendi İznik'e kadar giderek (Müstakim-zâde Sadeddin. T uhfetü’l-hattatin, S: 48) Ç in i üzerine yazılacak yazılar; bizzat orada tespit etmişti. İstanbul’da saray ile ilg ili b ir iş için çiniye ihtiyaç duyuldu m u İznik kadısına hüküm ler gönderilirdi. Meselâ D ördüncü ile n m e d Davud Paşa kasrım yaptırırken İznik kadısına Ağustos 1665 tarihiyle şu yazı yazılm ıştı: «Asitâne-i saadetimde b iifi’il m im arbaşı olan M ustafa zide meeduhu arzuhal idüp bizzat Cenab-ı devletmeabirci için Davudpaşa bahçesinde müceddedeıı odalar ve ham am bina olunm ak ferm anım olmağla zikrolunan odalar ve ham am binası için ziyadesiyle kâşi lâ ­ zım ve m üh im olmağa taht-ı kazanda kâşi işleyen üstadları cem idüp lâzım S ulta r.a h m e d C a m l’in d e k i nefis ç in i p a ­ n o la rd a n b iri gelen boya ve sair m üh im m a tı tedarik ve kâşileri İşlettirüp Asitâne-i saadetim­ den varan kâşicibaşı Mustafa'ya akçesiy­ le verdirüp b ir gün m ukaddem Asitâne-i saadetime irsal idesin*. İznik çinileri harice de satılıyordu. Tüccarlar İznik’te çini yaptırıp harice sevdediyorlardı. T ürk çiniciliğinin en güzel örneklerini verdiği onaltıncı asrın ikinci yarısında İstanbul’da çini ihtiyacı da pek fazlaydı. Bu sebeple S in an ’ın ha­ lefi olan M im ar Davud Ağa divana m ü ­ racaat ederek m iriye ait çiniler tamam olm adan harice çini satılm am ası için (Ahm ed Refik, Türk m im arları S: 66 ) İznik kâşicibaşısına şiddetli hük üm le r göndertmişti. İzn ik ’te m u htelif çini im alathanele­ ri mevcuttu. B un lar zam an zaman aza­ lıp çoğalmıştı. E vliya Çelebi buna işaret olarak (Seyahatname C: 3, S: 8 ) İznik kâşi (çini) kârhaneleri (im alâthane) hakkında şöyle diyor: «Dokuz yerde üstad kâşi kârhaneleri vardır. Asrı Ahmed Han-ı evvel’de üç yüz kârhane imiş. Ş im d i viran olm uştur. îzn ik ’in kâşiden kâseleri, tabakları, ib rikleri değerlidir. Diyar-ı O sm ani’de ne kadar m ünakkaş ksşili ayna var ise, kâşileri, hep bu İz­ nik şehrinde işlenmiştir.* Türklerin eski b ir sanatı olan ağaç ve taş oym acılığında onvedinci asırda da güzel eserler m eydana getirilm iştir. Ağaç oym acılıkla beraber y ürü tülen süsle­ yici sanatlardan biri de sedefçiliktir. Se­ def ya kakm a ve yahut da yapıştırm a suretiyle yapılır. Sedef, sıcak m em leket­ ler denizlerinde yaşıyan istiridyelerin kabuğudur. K ab u klar ham madde olarak getirilir ve m emlekette işlenirdi. Sedefk ârlık ince m arangozlukla çok sıkı ilg i­ lidir. Sedefkârm önce ince m arangozlu­ ğu öğrenmesi gerekir. Sedef işçiliği ya­ panlar um um iyetle fildişi işçiliği de ya­ pabilirlerdi. Sedeften iğnelik, çerçeve, kalem, k a­ şık, bıçak sapı gibi m üstakil eşya y a p ıl­ m akla beraber daha ziyade ağaç üzerine süs yapmada kullanılm ıştır. Zaten esas kıym etlisi de budur. Sedefle rahle, k ü r ­ sü, çekmece, eyer takım ı, ud, tam bur, silâh nevinden eşyalar süslendiği gibi evlerde, saray, cami ve türbelerde kapı, pencere ve dolap gibi parçaları da süs­ lenm iştir. 2334
Türklerde sedefçiliğin hatıgi devirde başladîğına dair kesiti bilgiler (İsmail Gııal, Türklerde sedefçilik, Güzel Sanat­ lar dergisi No: 6 ) mevcut değildir. Z a ­ m anım ıza in tik al eden eserlerin en es­ k ile ri onbeşinci asırdandır. O naltm cı asırda sedefçiliğe a it hem m addî eser­ ler, hem de yazılı bilgiler çoğalmıştır, Türk sedefçiliği onaltm cı asrın son­ ları ile onyedinci asrın başlarında pek güzel ve pek nefis eserler ortaya koy­ m uştur. S ultanahm ed camii gibi m uhte­ şem b ir pırlanta âbide meydana getirmiş olan büyük M im ar Mehmed Ağa ayni za­ m anda iistad bir sedefçi idi. Tarihe Sedefkâr Mehmed Ağa diye geçen bu m i­ m arım ız kendisini sarayda evvelâ sedefkârlıkta tanıtm ıştı. M im ar Dalgıç Ağa (Paşa) da k ıym etli b ir sedefkârclır. Dalgıç A hm ed’in yaptığı eserlerden Çize­ rinde imzası bulunanlar Ü çüncü M urad türbesinin kapısı ile Türk ve İslâm eserleri m üzesinde bulu n an bir cüz m u ­ hafazasıdır. Türbe kapısının sedefleri dökülm üştür. Sedefkârlıkta fevkalâde usta olan M im ar Mehmed A ğ a ’dan kalm a b ir eser bu g ün gösterilemiyorsa da yazılı kaynak­ larda onun bu husustaki m uvaffakiyete ve uyandırdığı hayranlığa dair bilgiler mevcuttur. O n y e d in c i a sırd a ç in i ve s e d e fin süsle­ mede k u lla n ılm a s ın a engüzel örn e k Topk a p ı s a ra y ın d a k i çeşm eli s o fa d ır m al müessese sayılan tarafları üçüncü eildde izah edilmiş, lıattâ um um un isti­ fadesine hizmet gayesiyle inşa olunm a­ ları bak ım ın dan çeşme, sebil, k öprü gibi şeylerin de bu sınıfa ithallerinin m ü m ­ kün olduğu belirtilm işti. Onyedinci asırda da bu gibi müesseselerin k u ru lm a ­ sına ve u m u m u n faydalanm asını hedef M üh im binalarım ızda ve m üzeleri­ mizde Türk sedefçiliğinin saırat d u ru ­ m u n u gösteren bir çok örnekler m ev­ cuttur. Onyedinci asır sedefçiliğinin p a r­ çalarını ihtiva eden yapılar arasında Sultanahm ed camii, Yenicam i (Valde cam i’i), Topkapı sarayında Birinci Ahmed kütüphanesi, Bağdad ve Revan köşkleri, Valde Sultan dairesi, Çeşmeli sofa, ocak­ lı sofa m ühim dir. M üzelerim izdeki m ü ­ him eşyalar arasında ise, üzerinde «Amel-i Mehmed-i bevvabî yazısı bulunan 1025 (M: 1616) tarihli K u r’an m ahfaza­ sı, A rife tahtı ismi ile de anılan Birinci A hm ed tahtı, D ördüncü Mehm ed’e atfe­ dilen saltanat k ayığı sanat değerleri üs­ tü n olan m ühim eserlerdir. 7 — İÇ T İM A Î M Ü E S S E SE L E R Mektep, cami, imaret, medrese, has­ tane, kervansaray, kütüphanelerin içti- 2335 O n y e d iiîc i a s ırd a ki sedef iş ç iliğ in in za ­ r if ö rn e k le rin d e n b ir sandukce
tutan yapıların inşasına devam edilm iş­ tir, Böylece gerek İstanbul’da gerekse Anadolu ve R um eli’n in m uhtelif şehir ve kasabalarında yeni tesisler yükselm iş­ tir. Tabi’i b u tesislerin arasında birinci m evkii işgal eden camilerdir. Böyle şey­ lerin meydana getirilmesi m alî im kanlar­ la sıkı sıkıya ilg ili bulunduğundan on­ yedinci asır eserlerinin onaltıncı asır eserleri derecesinde sayıca bol olmadığı görülmektedir. Y alnız on yedinci asırda um um a mahsus kütüphanelerin biraz daha tekâm ülüne şahit olunur. Umuma mahsus kütüphaneler on altıncı asırm sonlarında (ü ç ü n c ü ciltte 1586 ncı say­ faya bakınız) kurulm aya başlanmıştı. Sultanahm ed ve Yenicami yapıldığı za­ man cami dolaplarına kitaplar konulm uş­ tur. Ü çüncü Ahm ed bilâhara Yenicamideki k itap lığı genişletecektir, . Um um i kütüphane meydana getirme zihniyetinin on yedinci asırdaki tekâm ülüne en g ü ­ zel örnek K öprülü kütüphanesidir. K öp ­ rü lü Meiımed Paşa Divanyolu'nda türbe­ sinin yanında bir um um i kütüphane meydana getirerek buraya herkesin isti­ fade edebilmesi için pek n âdir eserler koydurmuştu. O ğlu Fazıl Ahmed Paşa ayni yere kıym etli kitaplar nakletmek suretiyle kütüphaneyi kitapça zenginleştirmiştir. Yine bu aileden Fazıl Mustafa Paşa Süleym aniye’deki konağı yanında. Amca-zâde Hüseyin Paşa da Saraçhanebaşı’ndaki medresesi yanında herkesin istifadesine açık kütüphaneler meydana getirmişlerdir. Osm anlı İçtimaî müesseselerinin va­ k ıf işleriyle sıkı alâkasının bulunm ası, bunların çoğunun b ilfiil v ak ıf müessesesine dâh il olması bakım ından v ak ıf işle­ rine kısaca göz atmak uygun olacaktır. V akıf, dini müesseselere, yoksul ve kimsesizlere yardım gibi İnsanî bir d ü ­ şünceden doğmuştur. Zam anla gelişen bu İslâmî müessese, büyük ulem alar ve da­ ha sonra fık ıh ulem asının elinde devrin ihtiyaçlarına göre ayarlanmaya çalışıl­ m ıştır. Böylece, İslâm memleketlerinde uzun asırlar boyunca ehemmiyeti ve y a ­ yılm a sahası artarak İçtimaî ve iktisadi hayat üzerinde derin tesirler yaratan d i­ n î - huk uk i bir müessese olarak inkişaf ve bozulması da o cemiyetin yürüyüş tar­ zını takib etmiştir. Esasında ulvî, İnsanî hislerin eseri olan vak ıf müessesesi, bu hususiyetini kaybetmediğine işaret sayıla­ cak bazı hukuki usuller İhdas olunm ak su­ retiyle suiistim al edilmiştir. Şeriat esas­ ları dahilinde h u k u k î form üllerle kamüfle edilen suiistimaller on altıncı asrın ikinci yarısından itibaren artmaya baş­ lamıştır. Bu suiistimallere hatalı icraatlariyle bizzat âm il olan hüküm darlar vardır. Suiistim aller «aile vakıfları» te­ sislerin çok defa bariz bir şekil alm ış­ tır. Üçüncü cildde « Toprak idare siste­ m i s başlığını taşıyan kısım da izah et­ tiğim iz veçhile, m iri arazi has, zeamet ve tım ar halinde a y rılır ve hizm et m u k a­ bilinde vazife sahiplerine tahsis edilirdi. Bu tahsisin mülkiyete taallûku yoktu. D irlik sahibi vazifeden atılır veya ö lü r­ se o dirlik başkasına verilirdi. Padişahla­ rın, m îrî araziyi herhangi bir kimseye tem lik etme yâni m ülk olarak verme selâhiyetleri de vardı. Şeriat hüküm lerine uygun cereyan etmesi gereken bu tem ­ liklerde K an u n î’ye kadar olan padişahlar k ıb k ırk yararcasına d ik katli davranm ış­ lar ve kolay kolay temlike yanaşm am ış­ lardı. Kendilerine arazi tem liki ricasın­ da bulunan m ukarriplerine Yavuz Selim; « C ülûsum un başında A li Paşa’ya bazı kariyeler tem lik etmiştim, kılıç erlerine mahsus olan bir şeyi başkalarına tahsis ettiğim için h â lâ nadim im a cevabını ver­ mişti. Zam anın câri huk u k i esaslarına gö­ re padişahlar hazine nam ına bir kim se­ nin m alını müsadere edebüirlerdi, îşte böyle bir tehlikeyi peşinen önlemeyi hesaplıyan kimseler aile vakıfları meydana getirirlerdi. Aile vakfı zümresinden ad­ dedilen vakıflar, kısmen hayır gayesini gözetmekle beraber büyük nisbette aile­ nin istifadesini hedef tutardı. Bu çeşit vakıflarda vakıf m ütevellilerine büyük m eblâğlar ayrılırdı. Birçok vakıflarda, vergi m uafiyeti de vardı. Vakfın, d ik k a ­ ti en çok çeken huk uk î taraflarından b i­ ri müsadere edilememesiydi. Böylece, kendisine arazi tem lik edilen bir kimse şayet gayri sam im i niyetli ise, b u tem ­ likten bir aile vakfı meydana getirirdi. Bu çeşit vakıflarla devlet hem tım ar arazisinden, hem onunla birlikte tım arlı sipahiden, hem de çok defa vergiden y a ­ na zarara uğrardı.
□emek ki, geniş ve bol temlikler, hişer'iyeli vakıflara yol açmış oluyor­ Bu temlik ve v ak ıf işine parmak ba­ Koçi Bey meşhur risalesinde şöyle : t K a n u n î Süleym an, kerime-i mükerremelerı M ihrim ah Sultanı Rüşt em Paşa’ya verip veziriâzam eyledi. Kemali mertebe nazarları olm ağın m uradına m ü ­ saade eyleyip ecdadı zam anında fetholunmuş memleketten ol kadar karyeler tem ­ lik eyledi ki, m ü lû k i tavâiften bîr padi­ şaha hazine olmağa kifayet ederdi. A n ­ lar dahi bazı hayrat yapıp evlâdına vakfeylediler. H âlâ beher sene ol evkaftan yüz yük kadar akçe gelir. O l m akûle, sul­ tanlar fevt oldukta havassı miriye a lın ır­ ken sonra gelenler dahi vakfetmeğe baş­ ladı. H ilâfı ger’ sarfı beytulm âli müslim in olan bu haslar zâyi ve telef oldu. Sevab itikadına vebale girdile r» . le-i du. san der Meseleyi hu k u k i cephesinden ziyade reel ve İktisadî yönünden ele alan Koçi Bey, memleketin, bu tarzdaki vakıf bol­ luğundan zarara uğradığına parmak ba­ sarken vakıfların hakiki gayesinde in h i­ raf husule gelmiş olduğunu da ifade et­ miş oluyordu. Bizim m aksadım ız vakıf müessesesinin iyi ve fena noktalarım elbette m ü ­ nakaşa etmek değildir. Bu mevzu şim di­ ye kadar bir hayli m ünakaşa edilmiştir. Esas söylemek istediğimiz şey ; iyi ve faydalı tarafları çok olan bu müessesenin, on yedinci asırda da suiistim al edil­ mesine devam olunduğu, bundan, da t ı­ mar sisteminin ve ha i:inenin zarara u ğ­ radığıdır. I I I — İ K T İS A D İ D U R U M Osmanlı İm paratorluğu 1683 Viyana bozgununa kadar genişlemesinin en son haddini bulm uştu. İstilâ devri on altıncı asır sonlarında nihayete ermekle bera­ ber, on yedinci asrın ikinci yarısında bazı yerler daha im paratorluk toprakla­ rına ilâve edilmişti. Geniş imparatorluk toprakları içinde; Yemen ve M ısır gibi sıcak memleket m ahsulleri yetiştiren yer­ ler, A nadolu ve Rum eli gibi ziraat saha­ ları, Avrupa ve Doğu İle ticaret yapacak lim anlar, geniş ülk en in çeşitli yerlerinde demir, bakır, kurşun vesaire gibi m aden­ ler mevcuttu. Binaanaleyh, imparatorluk topraklan kendine yetecek, yâni dışarıya m uhtaç olmıyacak İktisadî unsurlara sa­ hip bulunuyordu. M alûm olduğu üzere, İspanyol ve Portekizlilerin coğrafî keşifleri on be­ şinci asrın sonlarında başlamış, bu keşif­ lerin iktisadi neticeleri ise on altnıcı asırda süratle kendisini göstermişti. R ö­ nesans: m üteakip fikir, sanat ve nihayet ilim gelişmesi yoluna giren Avrupa'da, bir de coğrafî keşiflerin doğurduğu ik ­ tisadi ve ticari canlılık eklenince: onla­ rın Osm anlı im paratorluğu karşısındaki durum ları iktisadi yönden üstünlüğe doğ­ ru ilerleyen bir veçheye bürünm üştü. A vrupanın gemici devletleri, sömürülecek topraklara, bol maden ve ham madde ya­ taklarına kavuşurken, Osmanlı İm para­ torluğu sadece, iktisadi servet yenilikle­ ri getirmeyen bölgede hudutlarını geniş­ letmekten başka bir şey yapmış olm u­ yordu. Demek ki, on beşinci asır ortala­ rından itibaren im paratorluğun b ir ilâ bir buçuk asır devam eden. İktisadî ge­ lişmesi, daha ziyade sınırların genişle­ mesinin, m untazam idarenin ve disiplin­ li çalışm anın eseriydi. On altıncı asrın ortalarına kadar Osm anlı imparatorluğu, Avrupa için, hem bir ham madde hem de m am ul şeyler kaynağı idi. M alların bir kısm ı Doğulu tüccarlar tarafından ge­ tirilen şeylerdi. Suriye ve M ısır lim an la­ rı aynı zamanda bir transit sahası m an ­ zarası da aiu-zediyordu. Zira, Doğulu tüc­ carların getirdikleri m alların bir kısmı buralardan A vrupalIlara satılırdı. Coğrafî keşifler A vrupa iktisadiyatı­ na hareket ve inkişaf sağlamış ve A v ru ­ palIlar zenginleşmişti. Osm anlı lim anla­ rına gelen Avrupa tüccarı altın ve gü­ müş para ile ticaret yapıyor böylece Türkiyede kıym etli maden çoğalmış oluyor­ du. Buna m ukabil İran ve H in t’ten ge­ len Doğulu tüccarlar hemen hemen d a i­ ma m al getirip satıyor ve sattıklarının karşılığında bir şey almadan altın ve g ü ­ m üş toplayıp gidiyordu. Böylece A vrupa­ lIlardan gelen altın ve güm üş doğuya ak­ m ış oluyordu. H üküm et on altıncı asrın ikinci yarısında bunun farkına vararak kıym etli m adenlerin dışarı çıkm asını ön­ lemek için tedbirler almaya çalıştı. On yedinci asrın ilk yarısı içinde bu tedbir­ 2337
ler daha da sıkılaştırüdı. L âkin, D o ğu lu ­ larla ticaretin, k arşılıklı m al m übadele­ sinden ziyade para ve m al mübadelesi m ahiyetini arzetmesi bu tedbirlerin le h i­ m ize netice vermesini im kânsızlaştırıyor­ du. Ayrıca işin içine kaçakçılık da gir­ mekteydi. A vrupada fik ri ve İlm î gelişme ile birlikte ticaret de gelişiyor, b ü y ü k ser­ maye sahiplerinin ortaya çıkması sanayi­ leşmeye doğru tabii bir cereyan do ğu ru ­ yordu. A v rupalI sermayedarlar daha on altıncı a s n n ortalarm dn itibaren ilim ve tecrübeyi sanayie tatbik edebilmek üze­ re adım lar atm ışlardı. H albuki Osm anlı sanayii görmeğe, am eli denemelere, korporasyonvari teşkilâta bağlı olm akta ber­ devamdı. O n altıcı asrın sonundaki uzun harpler ve nihayet A nadoludaki isyanlar Osm anlı im paratorluğunda İktisadî sar­ sıntılar m eydana getirm işti. İşte bu dev­ rede A vrupa sanayii Osm anlı sanayiini geçme mecrasına girdi ve zaman ilerle­ dikçe, arada yavaş yavaş bir mesafe te­ şekkül etti. B una rağmen asrın sonlarına kadar A v ru p a’ya pek m uhtaç olunm adı. D urum a böylece u m u m i b ir bakış yaptıktan sonra, on altıncı asır m üstakil b ir başlık altında daha önce ele a lın m a ­ dığı (birinci ciltte 602, ikinci cilite 654 üncü sayfalara bakınız) cihetle, bu asır­ la birlikte on yedinci asırdaki maden, sa­ n ay i ve ticareti topluca inceliyelim. 1 — M A D E N L E R VE İŞ LE N M E Sİ O n altı ve on yedinci asırlarda A n a ­ dolu ve R u m e lin in m u h te lif yerlerinde bulu n an çeşitli m adenlerin işletildiğini görmekteyiz. Bu m aden yatakları arasın­ da on altıncı asırdan önce işletilmeye başlanmış olanlar da vardı. Mevzuumuza d âh il cn altıncı ve on yedinci asırlar­ da işletilen maden ocaklarından Anadolu tarafın d a; Foça, K ütahya (Şaphane), Ulubat, Ş arkî Karahisar’da şap madeni, Foça şaplarını m uayyen b ir vergi ile Cenevizler işletirler (İ.H. Uzunçarşılı, Os­ manlI tarihi C: 2, S: 6*76) ve Kütahya şapları da B üyük Menderes nehri ile Ege denizine işletilirdi. Şarkî Karahisar şap m adeni pek uzun m üddet işletilen madenlere dahildir, R um eli israfında G üm ülcine’den de şap çıkarılırdı. Önem li m adenlerden bakır, demir, kurgun, güm üş de m u h te lif yerlerde ç ı­ karılm aktaydı. A m asya’n ın Gümüşhacıkövünde güm üş, K üre ’de bakır, B ilecik’­ te dem ir m adenî on beşinci asırda bile iş­ letiliyordu. K üre ve Bilecik m adenleri oıı altı ve on yedinci asırlarda en faal ocaklardandı. Bilecik m adeninden çıkarı­ lan dem irlerin m üh im k ısm ından çık a rıl­ dığı m ahalde top yuv arlağı (Ahm ed Re­ fik, Osm anlı Devrinde T ürkiye M aden­ leri S: 1-4) yap ılırdı. O n altıncı asırda R um eli tarafında Koçaııya’da kurşun, Novaberda (Nevabrda) da güm üş çık a rılır­ dı. Novaberda’da darphane de mevcuttu. 3urada İkinci M urad, Fatih, İkinci Bayezid, Yavuz Selim, K an unî, İkinci Se­ lim gümüş, Ü çüncü M urad altın ve g ü ­ m üş sikke kestirm işti. K oçanya k urşu n ­ ları da m ahallinde işlenerek tüfek k u r­ şunu haline getirilirdi. H a k âri’de k ü k ü rt ç ık arılır ve bunlar V an üzerinden Trab­ zon’a sevkedilirdi. M ü h im madenlerden birisi de K iğ ı dem ir m adenidir. K iğ ı’ya gönderilen 1572 tarih li bir hük üm d e K i­ ğı sancağı dahilinde ik i yerde (Ahm ed Refik, Türkiye M adenleri S: 15) demir çık arıld ığı zikredilm ektedir. O n yedinci asırda K iğ ı dem irleri İstanbul’a da sev­ kedilirdi. A nadolu tarafında m üh im m a­ denlerden biri de G üm üşhane’deki g ü ­ m üş ve ba k ır ocağıdır. Güm üşhane m a ­ deni on yedinci asır sonları ile on seki­ zinci asırda pek faaldi. İzm ir y a k ın ın d a­ ki N if (Kem alpaşa) de Ü çüncü M urad zam anında güm üş ve kurşun, İnegöl’de 1620 yılınd a güm üş, K ağızm an ’da 1688 de bakır bulunduğuna, İktisadî g ö rüldüğü takdirde işletilm elerine dair Divan-ı h ü ­ m âyûn yazılarına rastlanm aktadır. R um eli tarafında Güney S ırbistan’da­ ki Novaberde güm üş m adeninden başka ik inci m üh im güm üş yatağı Selanik civa­ rında Sidre Kapsi ve ayrıca K ıratova’da idi. K ıratova’da ikinci Bayezid, Yavuz, K anunî ve İkinci Selim güm üş sikke kes­ tirm işti. K ıratav a’yı gören E vliya Çele­ bi ( Seyâhatnam e C: 1, S: 563 ) burada­ k i darphanenin m u attal durduğunu, m a­ deninin ise peyderpey işlediğini söyler. Sidre Kapsi m adeni evvelce epeyce m ü d ­ det işletilm iş sonra m u attal kalm ıştı. B u ­ rası 1700 y ılınd a tekrar işletilmeye (A h ­ med Refik, Türkiye m adenleri S: 46) başlanmıştır. Rum eli’deki m adenlerin en mühim le-
» rinden biri Sam akov demir m adeni idî. Evliya Çelebi (Seyahatname C: 6. S: 128; buradaki ocaklarda dem irin işlenişini şöyle an latır ; «Bu diyarı Sam akov deni­ len. ateşi Nem rud yakan k örüğ ün ü on âdem çekemez. Su değirm eni körüğü çe­ kerek ateşi yakar. F il gövdesi kadar deT m ir örsler üzere akik-i yemenî gibi k ır ­ m ızı dem irleri sendan üzre koyup camus kellesi kadar çekiçleri ile ve yine san’atIi su dolapları vasıtasiyle k ırm ızı demire u rduklarında zemin-i âsüm anı titretirler. Serikârda ancak ik i üstad örsü üzre do­ lap île birer ikişer kantar koyup çeküp urm aktadır. Her urm akta dem ir uzayıp çubuk oldukta yine bir san’at ile çark dolabın suyunu keserek şeb-ü rûz böyle kâr-ı ru zik âr iderler. Her sene buradan S elânik benderi vasıtasiyle cem’i O sm an­ lI ülkesine sekiz bin araba kadar demir gider » . O n altıncı asır sonlarında Bosna'da K am engrad’da da demir bulunm uş ve is­ tihsaline başlanm ıştı. M uhte lif yerlerde çıkarılan m aden­ ler arasında güherçile bilhassa dikkati çekmektedir. B arut im alinde k ullanılan güherçile A nadolu tarafında Niğde. Lârende ( K aram an ) , Erciş, Van, Kayseri ile Maraş arasındaki A kdağ, Kayseri’nin M acun karyesi, N iğde’ye tâbi Kenise k a r­ yesinde ; R um eli tarafında ise Şehirköyü, Tem eşvar, Selânik, Koçana, Ü sküp’te ç ı­ karılm aktaydı. Güherçilelerin bazılarını istihsal sahalarında, bacıları civarların­ daki b ir şehirde barut yapım ında k u lla n ı­ lır, m ühim b ir kısm ı da ayni gaye île İstanbul’a gönderilirdi. Meselâ Erciş ve Van’da çıkarılan güherçile Erciş’te işle­ n ip (Ahm ed Refik, Türkiye Madenleri S: 13) elde olunan barut Trabzon’a veya sair ihtiyaç m ahallerine sevkolunurdu. G ü ­ herçilelerin en çok işlenip barut haline getirildiği yer İstanbul’du. İstanbul’da b aru t yapılan birkaç yer vardı. M uzaffer Erdoğan’ın İstanbul baruthanelerine ait bir tetkik yazısında (İstanbul E nstitüsü Derneği Sayı: 2, Sayfa: 115) Atm eydam , K âğıthane, Şehrem ini, B akırköyü ve n i­ hayet Ü çüncü Selim zam anında Yarımburgaz m ağaraları civarında ku ru lan Azadlı baruthanelerinin du ru m ları İncelen­ m ektedir. İk in ci Bayezid zam anında k u ­ rulduğu anlaşılan A tm eydam baruthane­ si civarındaki d ö rt m ahallenin yanm ası­ na sebeb olduğu için uzun devam etme­ m iştir. 1688 de ku ru lan Şehremini ba­ ruthanesi de on sene sonra muazzam bir yangına sebebiyet verdiği için ortadan kalkm ıştır. K âğıthane baruthanesi İk in ­ ci Bayezid zam anında kurulm uş, Sultan İbrahim devrinin sonlarnıa kadar devam etmiştir. Bakırköy baruthanesi Şehremini baruthanesinin yanması üzerine aynı yıl içinde kurulm uş, 1726 da b ir yangın ne­ ticesi bü y ük zarara uğramışsa da sonra yine faaliyetine devam etmiştir. Güherçilenın böyle işlenmesi gibi istihsal olu­ nan diğer madenler de tam am en m em le­ ket içinde işlenir, askeri ve sivil ihtiyaç­ ları karşılayacak her türlü eşya ve m alze. me meydana getirilirdi. 2 — D O K U M A S A N A Y İİ M adeni malzeme ve eşya ihtiyacını kendi toprakları dahilinde temin edip yapan Osm anlı İm paratorluğunda bilhas­ sa on altıncı asırda iyi bir dokum a sana­ yii de mevcuttu. A d i bezlerden kadife ve yüksek kaliteli ipeklilere varıncaya k a ­ dar çeşitli kumaş dokunurdu. Tabii bu sa­ nayi el sanayii şeklindeydi. A nkara ve çevresinde dokunan « saf » ve « m u hay­ yer » denilen kumaş pek meşhurdu. On dördüncü asırdan beri dokunduğunu b il­ diğim iz soflar on yedinci asırda da şöh­ retini m uhafaza ediyordu. Sofun alıcısı pek çoktu. Memleketin pek çok yerinde sof bulm ak m üm k ün dü. Zira, ecnebiler, Türk, hıristiyan ve yahudi tüccarlar A n ­ kara’ya kadar gelir ( İ. H, Uzunçarşılı, Os­ m anlI Tarihî C: 3/2 S: 511) saf ve m u ­ hayyer alırlardı. Ankara sofu İstanbul’­ da E ng ürü hanında satılırdı. Sofların, donluk ( elbiselik ) menevişli, nakışlı, k ırm ızı donluk, fıstık î yeşil donluk, ko­ yu menevişli, şali, cübbelik, şalvarlık ol­ m ak üzere birtakım çeşitleri vardı. K u ­ maş dokum a merkezleri arasında Bursa ve Bilecik de önem li bir yer işgal etmek­ teydi. Bursa ve B ilecik’te kadife, ipekli döşemelik ve y astıklık -s çatma » 1ar do­ kunurdu. Çatm a k um aşlarının boyları 14 zira", enleri 1 1/4 endaze, yataklık çat­ m alar 2 endaze uzunluğunda 1 1/4 enda­ ze ( Bursa şer’iye sicilleri No: 259, S: 122 ) eninde olurdu. Bu kum aşlarla bir­ likte Bursa’m n kadifeciliği de pek meş­ hurdu. Bursa’da dokunan kum aşlar için 2339
pamuk ipliği başka yem en temin edilir, ipekçilik bu çevrede bizzat yapılırdı. Bursada dokunan lâ l kadifenin İtalyan kadifesinden üstün olduğunu söyleyen Evliya Çelebi (Seyahatnâme C: 2. S: 36; Bursa kumaşçılığı ve kumaş çeşitlerine dair bilgi de verir. Bursa alacası, peştemal. elvan renk, nefti, m avi bez, çeşitli renkte kemha denilen havsız kadife, k u t­ ru denilen pam uklu ipek kumaş, çeşitli renkte kadifeler Bursa kumaşlarına da­ hildi. Dokumada kullanılan iplikler de Bursa’da dokunurdu. Dokum acılık gibi boyacılık da ziyadesiyle gelişmişti, ü ç ü n ­ cü Murad zamanında Türkiye’ye gelen Harbom e adındaki Ing iliz elçisine T ürki­ ye’de dokunan kum aşların boyanmasında kullanılan maddelerin neler olduğunun, boyacılıkta ve dokum acılıkta tatbik olu­ nan tekniğin öğrenilmesi, hattâ ipekli ve yün lü kumaşları boyamakta usta iki k işi­ nin (Ham ıt Dereli. Kıraiiçe Elizabeth devrinde Türkler ve Îngilizîer S: 85) İngiltereye gönderilmesinin temini gibi va­ zifenin de verilmesi dokuma ve boyacı­ lıktaki ileri durum u gösterecek bir m i­ saldir. Bursa’da simli yani gümüş sırma çekilmiş kumaşlar da yapılırdı. A ltın ve güm üş çekilmiş kumaşlara a arşın * de­ nirdi. İstanbul’da güm üş ve sırma işliyenler topluca bir yerde çalışırlar ve ça­ lıştıkları yere « sim keşhane» denirdi. Gerek Bursa, gerekse sair yerlerdeki k u ­ maş dokuyucuları meslek teşekkülü ha­ linde teşkilâta bağlı olup, muayyen ölçü ve kaliteye uygun iş yaparlardı. Bunların üzerinde hüküm etin kontrolü de mevcut­ tu. Kaliteyi düşürenler, ölçüleri değişti­ remezlerdi. On altıncı asır sonlarına k a­ dar dürüst bir san’at ahlâkı ile çalışan dokumacılar ihtikâr ve hile denilen şeyi bilmezlerdi. Ne yazık ki on yedinci asır başlarında ahlâk bozukluğu sanat erbabı­ na da sirayet etti. Bursa’da ilk hileler bu sanat erbabı arasına bazı yahudilerin karışmasiyle on altıncı asırda belirdi. Fa­ kat henüz hile ve ihtikâra alışmamış olan esnaf büyük bir kalabalık halinde m ah­ kemeye baş vurarak (Bursa şer’iye sicil­ leri No: 230, S: 97 ve No: 253. S: 207) yahudilerin bu işten uzaklaştırılm asını tem in ettiler. Kumaş dokumasında olduğu gibi Edirne ve İstanbul’da kürkçü esnafı da sıkı kaidelere tâbi idi. Meselâ seksen samurdan, bir samur kürk, yetmiş va­ şaktan bir kakum kürk, iki yüz sincap­ tan bir sincap kürk yapılması lâzımdı. Şayet bu ölçüye riayet etmiyenler olu r­ sa (M ühim m e defteri sene 1106, No: 106, S: 8 ve sene 1112. No: 111, S: 308) şikâ­ yete uğrar ve ceza görürdü. Kumaş dokuma merkezleri arasında Şam, Trabzon ve Selanik de m ühim m ev­ kileri olan yerlerdi, Şam kumaşları b il­ hassa on altıncı asırda meşhurdu. Şam ’­ da diba denilen ipekli kumaş. Bursa ve Bilecik’te dokunan k u tni denilen pamuk karıştırılm ış ipek kumaş dokunur ve b u ­ ranın m alları Kutni-i Şamı adı ile anı­ lırdı. Trabzon bezleri de meşhurdu. Se­ lanik’te bilhassa çuha ve keçe dokunur­ du. Selânik’in üzerinde arslan resmi b u ­ lunan keçe seccadeleri meşhurdu. Y eni­ çerilerin giyiminde kullanılm ak üzere Selanik ve çevresindeki köylerde mevcut tezgâhlara her yıl muayyen m iktarda ya­ pağı verilip yün kumaş dokutulurdu. O n altıncı asrın sonundaki uzun harpler ve bilhassa Celâli isyanları ziraî hayata olduğu gibi sanayie de zarar ver­ mişti. Meselâ birçok sermaye ve sanat erbabının İran seferinde ölmesi y üzü n ­ den 1587 yılınd a Bursa’da 46 tezgâhlı bir dokuma atelyesinin bir tezgâhlık dükkân şekline düştüğünü, Mustafa A b d ü llâtif adlı şahsın 40 tezgâhlı, Ömer Mehmed adlı şahsın 20 tezgâhlı, Hüseyin adlı şah­ sın 15 tezgâhlı atelyelerinin büsbütün ortadan kalk tığ ım Bursa şer’iye sicille­ rinden (Sicil No: 171, S: 291) öğrenmek­ teyiz. 1582 senesinde yapılan sünnet d ü ğü­ nünde saraya getirilen hediyeler arasın­ da kumaşlara ait liste hem kum aşların adına, hem de dokundukları yere dair fik ir vermektedir. Saraya takdim edilen hediye olduğuna göre, bunların aynı za­ manda kıym etli çeşide dâhil kumaşlar da olması lâzım gelir. Listede şu isimler vardır : Serengi İstanbul, Kutni-i Bağdad, Dibay-ı Şam, Seraser-i İstanbul, Şahi Beneki İstanbul, Beneki Bursa, Çatma-i İstanbul, Beneki İstanbul, Kemhayı Bursa, Kemhayı Hasanpaşa, Kemhayı Şam, Atlası Sakız, Beneki Amasya, K u t­ ni-i Şam, Şerengı Bursa, Mukaddemi Şam, M ukaddem i Derviş Paşa, M ukad­ demi Haşan Paşa, Seraser, altın ve gümüş telle dokunan pek kıym etli bir kumaş olup hil'atlerde kullanılırdı. Seraser’in de
bir takım cinsleri vardı. Zerbeft de k ıy ­ m etli bir kumaş olup bazı m otifleri altın tel île dokunan, bir kadife idi. Buna al­ tınlı kadife, müzehhep kemha adları da verilirdi. Piba, Şam ’da dokunan ipekli bîr kumaşın adı olmakla beraber bu cins k u ­ maş İstanbul’da da dokunur ve İstanbul dibası diye anılırdı. Müzelerimizde mev­ cut kumaş örnekleri otı beşinci asırdan bu tarafa kum aşlarım ızın kalite, renk ve m otifleri hakkında bir fikir verebilmek­ tedir. On yedinci asırda kum aşçılıkta hile­ ye teşebbüs edenlere rastlanmaktaydı. Hile babında eskiden beri kullanılan, ve tedariki daha kolay «bakkam» boya «lök» ve «gövezs boya yerine daha ucuz kullanm aya kalkanlar, çatmaların en ve boylarından kısanlar, örgüsünü seyrekleş, t irenler görülmekle beraber sıkı tedbir ve takiplerle umumiyetle bunun yaygın hale gelmesinin önüne geçilmiştir. Bu asır kumaşları güzel ve cana yakındır. Mo_ tiflerde prapanlıkla ciddiyet, asaletle g ü ­ zellik mezcedilmiş gibidir. Asrın ortaları­ na doğru düz ve sade kumaşların gittikçe yayılıp (Oktay Aslanapa. Türk Sanatı S: 264) arttığı anlaşılmaktadır. 1640 tarihli bir kanunname bu sırada m ühim kumaş dokuma merkezleri ile renk, cins ve m o­ tifler hakkında bir fik ir (Tahsin Öz, Türk Kumaş ve Kadifeleri I, II) vermektedir. Bu kanunnameden o sırada en fazla k u ­ maş dokunan yerin İstanbul olduğu, son­ ra Bursa, Haleb, Şam, Menemen ve Sa­ kız'ın önem li bir merkez teşkil ettiği an­ laşılmaktadır. Avrupa'da ticaret ve gemiciliğin ge­ lişmesi on altıncı asrın ortalarından it i­ baren Osmanlı hüküm etinin nazarı dik ­ katini çekmesini gerektiren bir istikamet almaktaydı. Ticaret ve gemicilik sanayiin kalkınm asına yol açmıştı. A vrupanm atelye ve tezgâhları her yıl biraz daha ço­ ğalıyor ve ham madde ihtiyacı genişledi­ ğinden Osmanlı lim anlarından m al alm a­ ya gelen gemilerin m iktarı artıyordu. A v ­ rupalI tüccar pamuk, pamuk ipliği, bal­ m um u, deri gibi maddeleri topluyordu. Türkiyede mevcut kanun ve nizam lara göre sanat erbabı işlediği m alın eninin, boyunu, kalitesini değiştiremez; gerek müstahsil, gerekse esnaf narktan fazlaya satamazdı. Halbuki A vrupalı tüccar İş­ lenmemiş ve yarı işlenmiş m alı rahatça Onyedinci asır osmanlı işlemeciliğine bir örnek piyasadan toplıyabiliyordu. Bizde el emeği ucuz olduğundan Avrupalı tücca­ ra bunlar zaten pahalı gelmiyordu. Böylece Türk sermayedarın ve esnafın Av­ rupalI alıcı ile rekabet edememesi me­ selesi ortaya çıkm akta demekti. 1563 se­ nesinde hüküm et Ege dokumacılarına 150 bin yelken bezi ısmarladığı zaman, esnaf bu hususları izah etmek suretiyle böyle b ir taahhüde giremiyeceklerini (Bergama D ö rd ü n c ü M u ra d ’a a it bu ipek ka fta n a a ltın sim le b u lu t ve ciııte m aniler işle n ­ m iştir. B u n a M iin a k k a ş k e m h a denir 2341
bezzazlarının şikâyeti, Gediz Dergisi S a­ y ı: 46 - Manisa H alkevi neşriyatı - ) b il­ dirm işti. Bu vaziyet karşısında pam uk ve pam uk ip liğin in dışarıya satılması mene­ dildi. O n yedinci asra girilince Avrupan ın iktisaden gelişmesi Türkiye iğin y a ­ kında yeni yeni meseleler doğacağına d a ­ ir işaretler vermeye başladı. Meşhur A n ­ kara soflarını evvelden beri pek iyi tan ı­ yan A vrupalIlar bu çeşit kumaşı kendi­ leri yapmak üzere A nkara pazarlarından sof ip liğ i almaya başladılar. Kendi tez­ gâhlarının ham madde sizlik teıı durma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu se­ zen şehir halkı 1615 senesinde durum un ciddiyetini topluca (A nkara seriye sicili No: 15, S: 223) İstanbul’a aksettirdiler. Tabii bunun üzerine tiftik ve sof ipliği satışı menedildi. tırılm ası meselesi de vardı. İngilizler bu husustaki çalışm alarında m uvaffakiyet sağlamış olm alılar k i on yedinci asrın başlarından itibaren İstanbul g ü m rü ğ ü n ­ de sık sık Londra tabir edilen İngiliz çuhaları görülmeye başladı ve fazla za­ m an geçmeden Londra çuhası T ürkiye’de iyice tanınır bir m eta oldu. Bu ve buna benzer şeyler elbette Türk sanayii için en büyük tehlike çanının çalması de­ mekti. Bu bahsi bitirm eden halıcılığa da şüphesiz bir m iktarcık temasta bulunm ak gerekir. Zira, m ahiyeti bakım ından h a lı­ cılık dokuma sanayiinin hususi bir şu­ besidir. D ünya m üzelerindeki halı örnek­ leri, resim ve yazı halindeki kaynaklar göstermektedir ki, h alıcılık T ürklerin çok eski bir sanatıdır. A ğ ır ve kıym etli k u ­ 1583 te İstanbul'a gelen İngiliz elçisi maşlarda olduğu gibi iyi cins halılarda Harborne’a verilen talim at arasında İnda Türk zevk ve işçiliği renk, m otif ve gilîz çuhalarının Türkiye’de satışının arkompozisyon topluluğu halinde halıya bir güzel sanat eseri değeri kazandırm ıştır. Bu, elbette asırlar boyu, süren bir ünsiyetin ve dürüst bir sanat ah lâk ın ın n eti­ cesidir. Başından beri halı sanatı tarihi sıkı sıkıya Türklere (O ktay Aslanapa, Türk Sanatı S: 242) bağlıdır. O n birinci asırdan itibaren halı sanatı, devam lı ola­ rak Selçuklu T ürklerinin hâkim iyetiyle ve onlarla birlikte O rta Asyadan Batıya doğru yayılm ıştır. 1271 - 1272 y ılınd a Çin'e kadar gitm iş olan meşhur seyyah Marko Polo. Konya ve K aram an’da d ü n ­ yanın en güzel ve en iyi cins halılarının y ap ıld ığını söyler. Geometrik m otiflerin hâkim bu lu n duğu Selçuklu halıcılığı Os­ m anlIlara geçip devam etmiş, renk ve m o­ tif olarak «Bergama halıları» denilen grupta Selçuklu geleneği on yedinci asırda da yaşamıştır. Türk halıcılığı on altı ve on yedinci asırlarda en iyi ve en güzel örneklerini vermiştir. Bu asırlar zarfında renk ve de. şenlerdeki hususiyetler muayyen mıntakalarda dokunan halılarda yaşatılarak, o yerin adı ile anılan örnekler doğmuştur. Bu devirde en güzel ve en iyi halılar Uşakta dokunmuştur. Ayrıca Gördes, K ula, Milâs, Lâdik. Bergama güzel ve iyi halıların yapıldığı yerlerdir. Dünyaca meşhur Türk halıları gerek elçiler vasıtasivle hüküm darlara, sair m üh im dev­ O n y e d in c i aşıra a it b ir O s m a ıılı ha lıs ı let erkânına sunulan kıym etli hediyeler 2342
olarak, gerekse ticarî yolla Avrupa sa­ raylarına, zenginlerin evlerine bolca in ­ tik al etmiştir. 3 — İÇ VE D IŞ TİCARET Osmanlı im paratorluğunun um um î bünyesi esas itibariyle zirai ekonomiye istinad etmekteydi. Zaten, Osmanlı İm ­ paratorluğunun yükselme ve duraklam a devirlerine isabet eden devrede Avrupa halk ının geçim kaynağının esasını da zi­ raat teşkil etmekteydi. Ancak on altıncı asrın ortalarından itibaren A vrupa'nın önem li devletlerinde ticarî zenginlik yoluyle sanayi gelişmesine doğru bir yol açılm ış ve bu yolda adım adım yürünmeye başlanm ıştı. Avrupa böyle hayırlı bir değişikliğe yönelmekteyken Osm anlı İm_ paratorluğu aynı bünyeyi muhafaza ediyordu. T ım ar sistemi, ziraati teşvik eden, dirlik sahalarının ekilip işlenen toprak­ lar halinde bulunm asına âm il olan bir sistemdi. Buna rağmen, istihsal edilen hububat um um iyetle kendi ihtiyacım ıza ancak yetmekteydi. Gerçi zaman zaman az m iktarda hububat ihraç edildiğini gös­ teren delillere rastlanmaktaysada, Osmanlı İm paratorluğu m untazam an hububat ih_ rac eden b ir devlet değildi. İm paratorlu­ ğun hemen her tarafında hububat ziraati y ap ıld ığı cihetle, İstanbul, Edirne ve da­ ha birkaç büyük şehir müstesna, bir t i­ caret metaı olarak hububat fazla yer de ğiştirmezdi. İç ticarette, istihsal mıntakasının epeyce uzaklarına kadar gö türü­ len şeyler b ir kısım giyim eşyası ile, m a­ denî şeyler ve ithal m alları idi. H üküm et bilhassa dış ticarette kon­ trollü davranır, halk ın yiyecek, giyecek ve sair ihtiyaçlarım muvazeneli tutmaya dikkat ederdi. Sanat erbabı ise, daha ö n ­ ce de işaret edildiği veçhile, hüküm etin kontrolüne tabi idi. Evvelâ her sanat er­ babının kendisine göre b ir teşkilâtı m ev­ cuttu. Bu teşkilâtta esnaf şeyhi, esnaf kethüdası, yiğitbaşı ve ehli hibre nam ı altında sanat işlerini düzenleyip kontrol eden kimseler vardı. Bu heyetin vazifesi de h ük üm e tin tasdikinden geçerdi. H ü ­ küm et herhangi bir sanat şubesinde çalı­ şanlardan b ir şey istiyeceği 2aman istek­ lerini bu heyete bildirirdi. Sanat erbabı­ nın alıp satacağı m alları hüküm et fiyat listesine tâbi tutardı. Bu fiyatların dışı­ na çıkılam azdı. M am ul hale getirilen m al­ lar ile b ir kısım," gıda maddeleri için narh sistemi cari demekti. O 11 yedinci asırda gıda m addeleri üzerindeki narhın zaman zaman k aldırılıp fiyatların ser­ best bırak ıld ığın a dair bilgi mevcutsa da, m am ul hale getirilen m ailar arasında b il, hassa giyim eşyası için böyle bir örneğe rastlanılm am aktadır. H üküm et esnafın alıp satacağı eşya­ ya fiyat k o ıd u ğ u , istihsal edilecek şe­ yin norm unu tespit ettiği gibi, esnaf teş­ k ilâtları vasıtasiyle bir çırağın kalfa, k alfanın usta olmasını da kayıt ve m e­ rasime tâbi tutardı. Esnaf teşkilâtlarının m uvafakatlerini alm adan her isteyen k al­ falıktan (M ühim ine defteri 47, S: 7) us­ talığa geçemiyeceşi gibi, m üstakil ve ye­ ni b ir dükkân da açamazdı. Bu sistem, iyi kalitede ve ucuz m al yapılm ası için şüphesiz faydalı oluyordu. Lâkin, A v ru ­ pa’da sanayiin ilerlemesi ve Türk pazar­ larından ham madde çekmeye başlam a­ ları, daha sonra da piyasamıza m am ul m al sürmeye girişmeleri ürerine, devrin icaplarına uydurulm ası gereken eli kolu fazlaca bağlı b ir sistem şekline b ü rü n ­ müştür. Osmanlı İm paratorluğu yükselme devrinde her türlü ihtiyacını kendi ü l­ kesi dahilinde tem in edebilen bir devlet­ ti. Harice pek m uhtaç değildi. Onun için dışardan alm an şeyler pek fazla sayıl­ mazdı. O n yedinci asırda da vaziyet nisbeten böyle devam etmekle beraber ithal ve ihraç m addelerinin m iktarlarında de­ ğişiklikler v uku buldu. Osm anlIlarla ticari münasebeti en es­ k i olan devlet V enediklilerdi. Daha son­ ra Fransa, İngiltere ve Felem enkin de ticari münasebeti çoğaldı. Kuzey tarafta Lehlilerle de ticarî faaliyet ehemmiyetli idi. B unun yanında b ir de Rusya belirdi. On altıncı asırda ithal m allarının m ühim kısmı Venedik’ten gelir, bunu Lehistan ve Floransa takib ederdi. On yedinci as­ rın başlarından itibaren Ingiltere ve Rusya’dan gelen m alların m ik tarı da a rt­ tı. Ayrıca Doğu memleketlerinden ithalât yapılıyordu. V enedikliler Türkiye’ye çu­ ha, sarı teneke, üstübeç, kâğıt, cam, sır­ ça, boya, sülyen, zeybak, bak ır tel, İğne, ayna gibi şeyler satıyordu. Lehistan ve
Rusyadan kürk ve balık dişi, Floran sa’dan filordin denilen çuha alınm aktaydı. İngiliz tüccarları Londra çuhası getirip satıyor, İran ve H in d tüccarları da baha­ rat, bir m iktar da kıym etli kumaş geti­ riyorlardı. İngiliz, Hind, Floransa ve Iran Tüccarlarının getirdikleri kumaşlar m uhtaç olduğum uz bir madde olm ayıp ticarî münasebet icabı ¿■elen şeylerdi. B il­ hassa îngilizler Türkiye’ye çuha sokmak için çok gayret sarf ediyor, hattâ bu faa­ liyete on yedinci asırda Îngilizler in ken­ dilerinden başka Venedik ve Felemenk tüccarları da iştirak ediyordu. Bilhassa S ultan İbrahim devrinde Rus ve Leh tüc_ carlarından pek fazla kürk ithal edilmişti. Türkiye’de dokunan ipekli kum aşla­ rın ipekleri memleket dahilinden istihsal olunurdu. L âk in 1646 yılınd a örücü esna­ fın ın bir şikâyetinden bu sırada mem le­ ket dışından ipek alınm aya başlanm ış ol­ duğu anlaşılm aktadır. Ö rüc ü esnafı mevzuubahis şikâyetinde (I. H. Uzunçarşılı, Osm anlı Tarihi C: 3/2 S: 576 ) , kemha denilen havsız kadife aslında yerli b ü ­ k ülm üş ipekten dokunurken, şimdi b ü ­ külm em iş Acem ipeği, Bec ( Viyana ) ipe­ ği ve Mora ipeğinden dokunm akta oldu­ ğunu, bu vaziyetin kaliteyi düşürmesi se­ bebiyle yine yerli b ü k ülm üş ipekle do­ kunm asını istemekte idiler. Bu şikâyet ipek gelen yerlerin İran, Avusturya ve Mora olduğunu göstermektedir. Osm anlı İm paratorluğunun sattığı m allar şunlardı : Y ü n ve y ü n lü kum aş­ lar, halı, pam uk ve pam uklu dokumalar, yapağı, tiftik yünü, tiftik yününden m a ­ m ul dokum alar, ipek ve ipekli kumaşlar, mazı, şap. deri, sahtiyan; zamk, k u ru üzüm, balm um u, donyağı gibi şeylerdi. Pek seyrek olarak Venediklilere zahire satışı yapıldığı da olurdu. ihraç m alları arasında bu maddeler görülmekle beraber hük ü m e t zaman za­ m an sıkıntısı hissedilen şeylerin ihracını meneder, hattâ, böyle kararlardan kapi­ tülâsyon verilen m emleketleri (Başbakan lık arşisi, M ühim m e defteri 10, S: 223) bile hariç tutm azdı. İktisadi vaziyetin iyi göründüğü kanunî devrinde dahi ihracı m enedilen maddelere ait em im âm eler neşredilmiştir. Mevzuubahis devirde pa­ m uk ve pam uk ipliği, balm um u, donyağı, deri, sahtiyan ve kurşunun frenklere sa­ tışı yasak edilmiştir. Yine on altıncı a­ sırda 1590 y ılın d a verilen bir yasak em ­ rinde yukarda savılan maddelerden baş­ ka yün, koyun derisi, silâh, barut, at, hububat, zift gibi maddeler de vardır. D ikkat edilirse bu tarih İran harplerinin son senesine rastlam aktadır. H üküm et, m al ihracı işinde m em le­ ketin dahilî ihtiyacının karşılanması işini öıı plânda tutar, fazlalarının satılmasını arzu ederdi. Meselâ 1573 yılında maden çıkarılan yerlerin (M ühim m e defteri 23, S: 95) kadılarına gönderilen bir h ü k ü m ­ de : i Firengistana m aâd inden hayli k u r­ şun alıp gittikleri istimâ olundu ; ba l­ m um u ve sahtiyan ve penbe ( pam uk ) ve yapağıdan gayri bir metâ verilmeye deyu emrim sâdır olup bu babda gereği gibi mukavyed olup kurşun, çıkan m â ­ denin üzerine varıp yılda her m aâdinden ne kadar kurşun hâsıl olur alelinfirad defter edip bir suretin dergâh-ı muallâma gönderesin. D arülharbe kurşun g it­ mekten hazer eyliyesin. B alm um u ve sah, tiyan ve penbe ve yapağıdan gayri bir nesne verildiğine rızay-ı şerifim yok­ tur s denilmektedir. Bu hüküm de ihracı serbest olduğu bildirilen maddeler on se­ ne önce yazılm ış b ir hüküm de (M ü h im ­ me defteri 6, S: 107) menedilmiş m ad­ deler m eyanındaydı. On altıncı asrın ikinci yarısında gön, sahtiyan, balm um u, pam uk ve pam uk ip liğin in ihracı bazan serbest olduğu bildirilen maddeler on sede zahire, at, silâh, barut ve kurşunun dışarı satılm am asına her zaman önem verilm iştir. M ühim m e defterlerinde bu hususa dair m üteaddit hüküm lere rastlanm aktadır. Meselâ 1702 senesinde ya­ zılan ( Ahmed Refik, H icrî O n ikinci Asırda İstanbul H ayatı S: 36) yazılan bir hüküm de barut, gülle, ok ve yay ve sair harp malzemesinin dışarıya satılm am ası­ na dair evvelce defaatle em ir verilmiş olduğu, bu hususta asla ihm al gösteril­ memesi gerektiği beyan edildikten son­ ra buğday, arpa ve darının ihracının es­ kisi gibi yasak olduğu da belirtilm ek­ tedir. Osm anlı İm paratorluğu sınırları da­ hilinde tüccarların rahatlık ve emniyet içinde ticaret yapm alarına çok dikkat oIunurdu. A hidnâm eli devletlerin tüccar­ ları lim anlara m allarını getirir, kanun ve emirnamelerde yazılı güm rük resmini ödedikten sonra m alını o lim anda veyahut
t da vekilleri vasıtasiyle sevkettikleri baş­ ka bir yerde satarlardı. Ahidnâm eli dev­ letlerin tüccar eşyasına harp zam anında bile el sürülm ediğine dair Batıl, t a r i h i ­ lerin eserlerinde zikredilm iş örnekler mevcuttur. Şayet herhangi bir şekilde yabancı tüccarlara zarar verenler olursa böylelerinin yakalanıp cezalandırılm aları için ilgililere emirler verilirdi. Meselâ 1597 yılınd a İstanbul kaym akam ı ve k ap­ tan pahaya gönderilm iş b ir hüküm den (Ahm ed Refik. On ikinci Asırda İstanbul H ayatı S: 26) aldığım ız şu cümleler, bu hususa dair fik ir verici bir örnek teşkil edebilir : « G alata’da Ingilterelûden bazı b a ■ zirgânları levendat taifesi rencide eyle­ dikleri mesmuu hum âyunum olmuştur. Bu fesadı edenler eşeddi ukubete m üs­ tahak olmuştur. K ıralı m üşarünileyhim kadim den bab-ı saadetimize olan sada­ kat ve ihlâsına binaen, tüccar âdemlerin hilafı ahidnâme-i hum âyun rencide o lu n ­ duğuna kat'a rîzay-ı hum âyunum olmamağla, im di siz kî veziri m üşarünileyhim siniz emri şerifim vardığı gibi bu husus­ ta kemayenbaği tekayyüd ve ihtim am dan ve bundan esbah levendattan bu fesadı edenler kim ler ise ahz ve saire mücib-i İbret için haklarından gelesiz » . L im anlara getirilen yabancı tüccar m allarından kanunlar çerçevesi da h ilin ­ de güm rük resmi alınırdı. G üm rük res­ mi, ticaret eşyasının nev'iııe göre tespit edilen ölçü dahilinde tahsil olunurdu. Bu ölçü kum aşlar için muayyen uzunluğu olan pastav ( top ) , kürklerde deste, m a­ denlerde kantar, pam uk ve deri gibi şey­ lerde denk gibi şeylerdi. İngiliz, Fransız, Venedik, Felemenk tüccarları İstanbul ve Akdeniz lim anları, Leh ve Ruslar İstanbul ve Kefe lim anla­ rı vasıtasiyle alış veriş ederlerdi. Ingilizlerin en çok ticaret yaptıkları lim an ve şehirler İstanbul, îzm ari, Selanik, İs­ kenderun, Halep, Trablusşsm, Kıbrıs idi Fransızlar İstanbul, İzmir, Trablusşam, İskenderiye, Halep yoluyle iş yaparlardı. Felemenkliler İstanbul, Kefe, Trabzon, İskenderiye, Halep, Güm ülcüne, Venedik­ liler İstanbul, Selânik, İzmir, Kıbrıs, H a ­ lep, Trablusşam, İskenderiye, Kahire, Mo­ ra kıyıları, M idilli, Ege sahilinde B urha­ niye yanında Kemer şehir ve lim anları vasıtasiyle alışveriş yaparlardı.
BİBLİYOGRAFYA AHMED MUHTAR : Sen Gotar'da Osmanlı -ırdusu, İstanbul 1326. AHMED (Haşan Bey-zâde) : Haşan beyzade tarihi, Ragıb Faşa kütüphanesi no: 987. AHMED REFİK : Sultan Murad-ı Rabiiıı hatt-ı hümâyunları (Tarihi Osmani Encümeni mecmuası sayı : 39). AHMED REFİK : Hicrî onikinci asırda İs­ tanbul hayatı, İstanbul 1930. AHM ED R E F İK : Türk Mimarları, İstanbul 1937, AHMED REFİK : Köprülüler, İstanbul 1331. AHMED REFİK : Felâket seneleri, İstan­ bul 1332. AKDES NİMET KURAT ; Rusya tarihi, Anka­ ra 1948. ÂLİ : Künhü’I-ahbar (basılmamış kısmı), Hamıdiye kütüphanesi no: 914. ÂLÎ : Mer.akıb-ı Hünerveran, İstanbul 1928, ALI ENVER : Semahâne-i Edeb, İstanbul 1306. ALİ SAÎM ÜLGEN : Yeni Cami (Vakıflar dergisi sayı : 2, Ankara 1942). ANTOINE GALLAND (NAHIT SIRRI ORİK) : İstanbul’a ait günlük hatıralar. Ankara 1949. B A R O N D E T E ST A : Recueil des traités de la porto Ottoman avec les puissances étrangères, Paris 1931. BEHÇET! : Silsiletü 1-asaiiyye fi devlct-ihakaniyeti'I-Osmanîye, Köprülü kütüphanesi no: 212 . CELÂL ESAD : Türk sanatı, İstanbul 1926. CEVDET (AHMED CEVDET PASA) : Tarih-i Cevdet c: 1. İstanbul 1309. CEVAT ÜSTÜN : 1683 Viyana Seferi. Anka­ ra 1941. ÇAĞATAY ULUÇAY : Sultan İbrahim deli mi hasta mıydı (Tarih Dünyası mecmuası no : 6 -17). D. C A N T E M lR : H istoire de J'Empi.-e Oîtoman, Paris 1743. ERNST DlEZ - OKTAY ASLANAFA : Türk Sanatı, İstanbul 1955. ESAD EFENDİ (SEYHÜLÎSLÂM) : Etrabüi-Âsar; (Veled Çelebi tarafından Mektep mecmuasında J311 yılında kısaltılarak neşredil­ miştir). ESRAR DEDE : Esrar Dede tezkeresi Üni­ versite Kütüphanesi Türkçe yazmalar kısmı no: 89. EVLİYA ÇELEBİ : Seyahatname, İstanbul 1314-1938 (Metinde temas edilen ciltler). FAHRİ Ç, DERÎN : ikinci Mustafa'ya dair bir risale (Tarih Dergisi sayı: 13, İstanbul 1958). FAİK RESAD: Eslâf, İstanbul 1312. FEYZULLAH DAYIGİL : İstanbul Çinile­ rinde lâle (Vakıflar dergisi sayı 1 ve 2). GRAMMONT (H. D. de) : Relation entre la Franee et regence d'Alger au XVIII. siecle, Alger JSSO. HALİL EDIIE.M : Düvel-i Islâmiye. İstan­ bul 1927. HALİL EDHEM : Er vah-1 Nakşiye kolleksiyonu, İstanbul 1S24. HAŞAN ESİRİ : Miyar, üd. düvel ve Mlsbarü'l-milel (Tarihi Osmanî Encümeni mecmuası sene: 3). HALIM GİRAY : Gülbün-i Hânan, İstan­ bul 1327. HÜSEYİN SADEDDİN AREL : Türk Musi­ kisi kimindir, Türklük mecmuası 1-15). HAŞAN ÇELEBİ (KINALI-ZÂDE) : Şuara tezkeresi, Ntıruosmaniye kütüphanesi no: 3716. HAMMER (M. ATÂ) : Devleti Osmaniye tarihi c: 11, İstanbul 1947. HACI ABD ÜLGAFFA R : Umdetü’t-tevarih, İstanbul 1343. HÜSEYİN AYVANSARAYI : Hadikatü'l cevami, İstanbul 1281. KASAN AĞA : Cevahlr-üt-tevarih, Süieymaniye kütüphanesi Esad Efendi kitapları no : 2242. HRAND D. ANDREASYAN - FAHRİ Ç. DERİN : Çınar Vak:ası, İstanbul Enstitüsü dergisi sayı: 3 İstanbul 1957, İSMAİL HAKKI UZUNÇARŞILI : Osmanlı tarihî c 3/1 Ankara 1951. İSMAİL HAKKI UZUNÇARŞILI : Osmanlı tarihi c: 3/2, Arkara 1954. İSMAİL HÂM1 DANIŞMEND. Osmanlı Ta­ rihi kronolojisi o: 3, İstanbul 1950. İSMAİL HAKKI UZUNÇARŞILI : Ekos Barckay’ın Erdel kırallığına tâyini (Belleten sayı: 27). İSMAİL HAKKI UZUNÇARŞILI : Barciay Akos'un Erdel kırallığına alt bazı orijinal vesi­ kalar (Tarih Dergisi sayı: 7). İSMAİL ÜNAL : Türklerde sedefçilik (Gü­ zel Sanatlar Dergisi sayı: 6). İBRAHİM SIRRI : Tarih-1 Sultan Mustafa Han-ı Sâni, Reşid Efendikütüphanesi no: 992. KÂTtB ÇELEBİ : Mizan-Ul-hak fi ihtiyarü’l-ahak, İstanbul 1280 . KÂTÎB ÇELEBİ : Düstürü’l-amel li islahi’l-halel, İstanbul 1280. KİSBl MUSTAFA : Tarih-i İbretnümayı Devlet, Millet kütüphanesi no: 484. KOCİ BEY RİSALESİ : (Ali Kemali Aksüt nesri) İstanbul 1039, MEHMED HALİFE : Tarih-İ Gılmanî, İs­ tanbul 1340.
M A R Q U IS D E B O N N A C : M ém oire histoire sur İ Am bassade de France, P aris 389^. M E H M E D A TÂ : E nderun ta r ih i, İstanbul 1231 - 1292, M E H M E D P A ^A [D E F T E R D A R } : ZübdetiVl-Vekayi, H am idly e kütüp h anesi n o : 949, M* BELİN (M, ZİYA) : Türkiye iktisadi tarihi, İsta n b u l 1931. M A D A M E D E G O M E Z : H iSioire d 'Osman, Paris İ734. M U ST A F A N U R Î FA SA N e tây jcü'l'v uku at, İsta nbu l 1327* M U S T A F A S A F İ: Z üöd e tu t-tcvarih, Veliüddin. E fe ndi k ütüphanesi n o : 2428. M* Z IY A : İsta n b u l ve B oğaziçi, İstanbul 192S. MEHMED A R lF : İk in ci Viyana Seferi hak kın da (T arih i Osmaflf E ncüm eni mecmuası sene: S). M E H M E D E M ÎN B ÎN F A Z L U L L A H HAMEV I : Hu.tâsatU'1-eser fi teracim-f a y ân ’ il k a rn ı i hadi ager, K ahire 1284. M U ZA FFE R . E R D O Ğ A N : Arşiv vesikaları m ı yöre İsta nbul baruthaneleri, i İstanbul E n stitü­ sü dergisi sayı: 2, İsta n b u l 1956). M U Z A F F E R E R D O Ğ A N : O sm aulı m im ari tarihin in arşivi kayn akları, (T a rih Dergisi sa­ y ı: 5-6 İstanbul 1952). M Ü ST A K 1M 2À D E S A D E D D İN : Devhatü L rtıeşayih. MUSTAFA NAlMÂ : Feyzullah Efendi vak­ ası. (Naima tarihinin 1283 tab'ına İlâve)* M Ü STAKÎM -ZÂDE S A D E D D İN ; T uh fetü 1 - h a tta tin , İs ta n b u l 1928. M E H M E D T A H İR (BursaİJ) : O sm anlI m ü ­ ellifleri, Istan b u l 1333 - 1342. M E H M E D S Ü R E Y Y A : Sicill-i Osm ani, Is ­ ta n b ıü 1308*1311. M U H A M M E D B İN M U H A M M E D -Ü L RÜ-MI: Tarih-ı Âl-i O sm an3 L a la İsm ail E le n d i k ü tü p ­ hanesi no: 30. N A 2 M İZ Â D E İsta nbu l 1143. M U R T A ZA : G ü lle n i huleia, NEFEZ-ZADE : Gülzâr-ı sevab {Güzel Sa­ na tla r Akadem isi n e şriy atından ). OK T A Y A S L A N A P A : M acaristan da T ürk âbideleri (T arih Dergisi Sayı t 2, İstanbul 19501. O R H A N S A İK G Ö K Y A Y : K â tib Çelebi (T a rih Dergisi no: 11-12). OKTAY A S L A N A P A : G sm anh devrinde K ü ta h y a Ç inileri, İsta nbu l 1949. Ö M E R A V N l : Kanun-ı O sm ani m e fh u m u defter*! hakanî (59 say ılı Belleten de neşredil­ m iştir). R A U F Y E K T A : T ü rk sazları (M illî Tetebb u ia r mecmuası sayı: 4-5). E AS İ D : Tarih-î R asidH Is ta n b u l 12S2. R A M IZ E F E N D İ : R a m iz tezkeresi, M illet k ütüphanesi n o : 762, R İY A Z İ : Riyazi Tezkeresi. Üniversite k ü ­ tüphanesi H alis E fe ndi k ita p la rı no: 3409, RiCAUT : Histoire de 1 éta t prêsani de VEm pire Ottoman, Paris 1Ğ70. SADEDDİN NÜZHET ERGUN - Tiirk mu* sikïsi antolojisi,. İstanbul 1943. SALİH ZEKİ : Asâr-ı * bakiye, İstanbul 132S. SAFFET : Koyun adaları önündeki deniz harbi ve Sakız'ın kurtarılışı (Tarjh-i Osmani Encümeni mecmuası sene 1326). SAINT*PRIEST : Mémoires sur r Ambassa­ de de France en Turquie, Paris 1877. SÁLÍM : şuara Tezkeresi, İstanbul 1310. SELANİK! MUSTAFA : Tarih. İstanbul 1281 (basılmamış kısmı F.sad Etendi kitaplımı no: 2259). SOLAK HÜSEYİN TUĞ t : Ihretnünıa (43 sayılı Belletende Mithad Serio&lu neşri). SİLÂHDAR FIND ïK LILI MEHMED AÜA (HALİFE) : Siiâhdar tarihi, İstanbul IÖ28. SİLÂH DAR. FINDIKLILI MEHMED AĞA : Nusretnâme Vellyüddîn Efendi kütüphanesi no: 2469, SÜHEYL ÜNVER : Süsleme sanatları ba­ kımından Topkapt sarayı i Güzel Sanatlar Dergi­ si no: 6) + S. TAKATS (SADRETTÍN KARATAY) : Ma­ caristan Türk âleminden çiziciler. Ankara 1958. SÜHEYL UNVER : Ressam Nakşı ve Ha yatı, İstanbul 1943. SÜHEYL ÜNVER : Ressam Levnî hayatı ve eserleri, İstanbul 1949. SÜHEYL ÜN VER : DörĞüneü Mosrad’ın Revan seferi kronolojisi (Belleten sayı 56 da neşredilmiştir). ŞAHABEDDİN AKALIN : Mima" Dalgıç Ahmed Paşa (Tarih Dergisi Sayı 13. İstanbul 195S). -Ç A H A B E D D ÎN U Z L U K : M evlâna n ın sam ları (K onya H alkevi neşriyatı). Res­ ŞEYHİ MEHMED (USSAKÎ-2ÀDE) : Vekayiü.'1-iuzalà. Nuruosmaniye kütüphanesi no: 3312 ve 3313, ŞEFİK EFENDİ : Şefîknâme. Üniversite kütüphanesi Türkçe yazmalar kısmı no: 5983. TAHSİN ÖZ : Türk kumaş ve kadifeleri; İstanbul 1946 ve İstanbul 1951, TAVERNIER ; Nouvelle relation de l ’inté­ rieur du Serrail du Grand Seigneur. Paris 1675. TAHSİN ÛZ : Sultan Ahmed cami inin tezyini hususiyetleri (Vakıflar dergisi sayı: 2 Ankara 1942). TELHİS MECMUASI : Millet kütüphanesi no: 502. VECİHİ : Vedhi Tarihi, Hamidiye kütüp­ hanesi XLo: 917. YAHYA EFENDİ : Vaka-I Sultan Osman, Halet Elendi kütüphanesi no: 611. ZINK E IS EN : Geschichte des Osnıanlschen Reiches in Europa, Hamburg 1840.
BU DÖRDÜNCÜ CİLDE AİT YANLIŞ — DOĞRU CETVELİ SAYFA SÜ T U N SA T IR 1S12 1 1 1 1 2 13 32 34 34 2 11 İS İ 8 IS IS ISIS 1818 1818 1854 1869 18S1 1894 1900 2 2 1 2 1 1 1 2 1 2 2 2 2 1951 1 2 2 2 2 2 2 2 2 2 1953 1953 1961 1666 1968 1969 1987 1930 1990 1990 2013 2014 2043 2047 2047 2070 2071 2072 2074 2085 2111 2115 2123 2164 21Î5 2175 2178 2179 2179 2180 2180 21S0 7 orta sütun 1910 1917 1923 1927 1923 1933 1941 1951 2000 2 orta sütun 1 1 2 1 1 1 2 2 2 1 1 1 2 1 2 2 2 2 2 1 1 2 10 40 başlık 53 33 5-S 23 24 46 41 aJttan 12 10 22 2 40 13 a ltta n 1 2 18 2-3 14 27 başlıkta 22-23 22 42 35 37 39 6 20 36 40 5 16 48 33 8 8 31 32 9 13 14 22 5 Y A M . IŞ DOĞRU akan tarihînde tarihlerin de sıra la n ır «döndürm esi» kelim esi ile arasına «bazıların] denize gücendirm eleri R u h iy e Topal avucundaki Bağda <1. «A tlas ¿tfajor&undan v erilm işti D iyarbck lr valisi ve gecen ta rih i ile tarihlerin den sıralan abilir « b a z ıla rın ı da» kelim eleri a ttırm a sı» ibaresi girecek. g ücendirm esi R ukİy e D am ad av u cu ndak ini B ogdan eserinden bahsedilm işti «bu kelim eler kalkacak* 200 2000 fethinden <s " o '’ kelim esi rerektir gılnân i u fu k ta fethini m üteakip kalkacak» «Ahm et R efik » ile girecek. şüphe haca-i sultanı istik ra ■'la S: 38 H üseyin onu n itirazda bulunarak huzura k ürk ler em tina suit im allerine 27 ey lül d e f in e Şerîhülmenar-zade alarak kaydedip Avrupa gerektir G ılm artî ufak da <*S: 71» arasına «T ü rk m im a rla rı» hile hoca-i su lta nî istik ra rlı C: 4 Yusuf onu İtiraz eyliyerek h u zu ru na k ü rk le r ve em tina izah suiistim alle rine 30 ekim d e f in i S a rih ü lm e n a r^ â d c olarak kaydedilip A vrupa da ifade tedbirler sın ıfla r tarihte Yanaş tavsiye 16S3 o lay ların sadrıâzam davetle tedb irleri sın ıfla rd a k i m ü fritle r tarihe Yanoş tasfiye 1663 alay ların sad riâzam ın davetle em ri kalas y üz taarru z Sobieski M a ro sin i’nin M a ra s in i’n in M aroSinî kalan on taarruza SobieskVnin M o ro sm i’nin M orasinT nin M orosîni 2348
S A Y FA S tT U X 21S2 2182 1 1 ci 1 2183 21S7 2197 2207 2226 2226 2230 2237 2245 2245 2251 2252 2256 2258 1 2 1 2 2 2 2 2 2 2 SATIR 2 DOĞRU K arintos K oH ntos sütun dak i son satırdan sonra 2 inci sü tu n d a k i 3 ünc ü satır gelecek. 47 33 6 46 21 40 23 9 4 S 29 başlık başlık Y A N LIŞ 6 1 15 <dle» ve «çarp ışm alar» kelim eleri arasına «Anadolu a ra ­ sındaki su la rd a dolağip» cüm lesi girecek. ona ana Şikîüf. Şiklaş ayagiyle ayağım ızla 1S9Û 1360 1690 1960 nüftız nüfus ahp Olup Pançevo Pançeva ve ya M a' rt-oSull a rın ın H a'ö- üâu llan rtm (G erileme D ev ri) yerine « S ın ırla rd a gerileme, k ü ltü ’ sahasında k ım ıld a n m a devri» şeklinde değişecek. cephesine cep resine askere skero 2339
Dördüncü Cildin Fihristi B İR İN Ct M U ST A F A (ilk saltanatı) 1*9S — i:9 7 İK İN C İ O SM A N 1198 _ 1825 İkinci Osm an'ın tahta geçişi 1798. — K ırım kaçması 1799. şehzadesinin Yedikuleden 1615 - 1613 Osnıanlı - İra n h a r b i : 1800 - 1804, ö k ü z Mehmed Paşa'nm İran seferine hareketi 1800. — 1616 senesi iıarckâtı 1800. — Revan muhasarası 1801. — H alil Paşa'nm serdarlığı 1802. — Serav muharebe ve muahedesi 1802. Lehliler ile Iıarp : 1804 _ 1813. Şehzade M ehm ed'in öldürülm esi 1805. — İkinci Osm an’ın H otin seferi 1806. — Padişahın İstanbul’dan hareketi 1807. — O rdunun H otin Önlerine muvasalatı 1809. — H otin önündeki çarpışm alar 1809. — T ürklerin m üteaddit u m um î h ü ­ cumda bulunm aları 1810. — Osm anlı - Leh sulhü 1812. — Padişahın İstan­ bul'a dönüşü. D ahilî durum ve Sultan Osm an’ın talıttan in d ir ilm e s i: 1813 - 1825. ikinci Osm an'ın Türk kızları ile evlenmesi 1814, — İkinci Osm an’ın ıslahat f i­ kirleri ve ak ıl hocalarınnı zihniyetleri 1814. — Sultan. Osm an v ak ’asma tekaddüm eden günler 1816. — Padişahın rüyası 1817. — Hoca Esad E fendi'ııin fet­ vası 1818. — Askerlerin ayaklanm asının u m u m i sebepleri 1818. — K ap ık u lu as­ kerlerinin Atm eydanında toplanm ası 1818. — Şeyhülislâm a yapılan müracaat 1819. — A silerin Hoca Öm er E fendi ve Sadriâzam ın konağına gitm eleri 1819. — Padişahın hacdan vazgeçmesi 1819. — A yaklanm anın ik inci günü 1820. ■ — Ulema heyetinin padişah ile görüşmesi 1820. — Â silerin saraya girmesi 1821. — Sultan M ustafa’n ın mahbesinden çıkarılm ası 1823. — D ilâver Paşa’n m ö ld ü r ü l­ mesi 1823. — S ultan M ustafa’n ın Orta eami’ine n ak li 1824. B İ R İN C İ M U S T A F A (İk in c i s a lta n a tı) 182e — 1853 Birinci M ustafa’n ın tahta geçişi 1826. — S ultan Osman’ın Ağa - kapısına s ığ ın ­ ması 1826. — Davud Paşa’n m Sadrıâzam tayin edilmesi 1828. — Veziriâzam Ohr ili H üseyin Paşa’n m öldürülm esi 1828. — S ultan O sm an'ın O rta camiine ge­ tirilm esi 1825. — S ultan Osm an’ın Y edikule’de öldürülm esi 1882. — Yeni tâ ­ yinler ve cülus bahşişi 1834. — H ük üm e t ve İstanbul'un um u m î du ru m u 1835. — Şehzadelere suikast rivayeti 1835. — Veziriâzam D avud Paşa’n m azli 1886. — Mere Hüseyin ve Lefkeli M ustafa Paşa’la rm Sadrıâzam lıkları 1836. — G ürcü M ehmed Paşa’n m sadareti 1837. — Bazı valilerin durum u ve Abaza M ehmed Paşa 1838. — S ultan Osm an’ın katillerinin idam ları 1841. — Mere H üseyin Paga'nın ikinci sadareti 1843. — F atih cami’inde Ulema ayaklanm ası 1849.— Mere H üseyin Paşa’n m azli 1851. — B irinci M ustafa’n ın lıa l’i 1852. 2350
D Ö R D Ü N C Ü M L’ R A D 185i — 1951 S ultan M urad 'ın cülusu 1854. — Kemankeş A li Paşa'nm bazı kimseleri suçlan­ dırması 1S55. Anadolu ahvali ve Abaza M ehmed Paşa is y a n ı: 1856 — 1864 Abaza Mehmed Paga'ııın yeniçeri kethüdasına m ektubu 1856. — Çerkeş Mehmed Paşa'm n serdarlığı 1857. — Cennetoğiu isyanı 1859. — Abaza Mehmed Paşa'nm ik in ci isyanı 1859, — Abaza’n ın baskınla kazandığı m uvaffakiyet 186Û. — H a lil Paşa’nın E rzurum ’u muhasarası 1861. — Husrev Paşa’n ın serdarlığı 1862. — Abaza’n ın teslim olması 1863. — Abaza’n ın îran şahma m üracaatının neticesi 1864. Bağdad hâd iseleri: 1864 — 1869 Bekir Subaşı’n ın Bağdad’a hâkim olması 1864. — H afız Ahm ed Paga’m n Bekir Subaşı’ya karşı serdarlığı 1865. — Hafız A hm ed Paşa’n ın B ağdad’ı nıuhasaarsı 1S66. — Bekir Subaşı’ya Bağdad v aliliği verilmesi 1868. D ö rd ü n c ü M u ra d ’ın s a lta n a tın ın ilk on senesinde İs ta n b u l ve A n a d o lu a h v a li : 1869 — 1883 t K apık u lu askerinin mevacib yüzünden ayaklanm ası 1371. — Husrev Paşa'nm azline yeniçerilerin m uhalefeti 1871. — Sipahi zorbalarının A nadolu'daki fa a li­ yetleri 1871. — K a p ık u lu askerlerinin İstanbul'a dönmesi 1872. — Recep Paşa’m n tah riki ile çıkan ayaklanm a 1873. — S ultan M urad’ın ayak divanı yapmaya mecbur kalm ası 1874. — H af:z A hm ed Paşa’n ın âsiler tarafından parçalanması i 875. — Receb Paşa’n ın sadrıâzam tayin edilmesi 1876. — Husrev Paşa'nm id a­ mı 1877. — K a p ık u lu n u n ikinci ayaklanm ası 1878. — S ipahi zorbalarının Sultan M urad’ı hal’ etmek istemeleri 188. —■Sipah zorbalarının soygun ve rezaletleri 1881. S u lta n M u r a d ’ın d u ru m a h a k im o lm a s ı : 1882 - 1894. Receb Paşa’n m idam ı 1883. — Zorbaların son k ım ıld anışı 1884. — Sinanpaşa köş­ k ü toplantısı 1834. — S ultan M urad’ın temizleme hareketine girişmesi 1886. — îlyas Paşa’n m m ağlûbiyeti ve İstanbul'da idam olunm ası 1888. — İdam ların ço­ ğalması 1889. — R um M ehm ed’in öldürülm esi 1890. — İznik kadısı ve Şeyhülis­ lâm H üseyin E fendi’n in k atli 1890, -— Boğdan voyvodasının idam ı 1894. Y e m e n ve C e be li L ü n a n ’d a k i had ise ler : 1894 - 1898. Yem endeki hadiseler 1895. — Cebeli L üb nan ’daki hadiseler 1896. K ır ın ı H a n lığ ı ih t ilâ f ı ve s ilâ h lı çatışm a 1898 - 1906 Canbey G iray’m tekrar han yapılm ası istenmesi 1898. — Kaptan-ı derya Receb Paşa’n m K ır ım ’a yollanm ası 1904. — Mehmed G iray'm K efe’y i işgâl etmesi 1904. — Mehmed G iray’m H an’lıkta bırakılm ası 1905. — Mehmed G iray’ın şım arık lı­ ğı ve Şahin G iray’ın zu lm ü 1905. — K antem ir Paşa’n ın Ş ahin G iray ile m u h a­ rebesi 1905. — Canbey G iray’ın tekrar h an tayin edilmesi 1906. — M ehmed ve Şahin G iray’ların K ırım 'a hücum ları 1906. K a z a k te c a v ü zle ri ve S u îta n M u ra d ’ın L e h is ta n seferine h a z ır lık la r ı : 1907 - 1910. İstanbul’a gelen Rus ve Leh Elçileri 1907. — Lehlilerin Boğdan ve E flak’a teca­ vüzleri 1907. — K azakların Boğaziçi’ne yaptıkları akın 1907. — Karadeniz’de Kara - H arm an muharebesi 1908. — ö z i suyu üzerinde kale inşa edilmesi 1908. — Leh k ira lın ın anlaşma yapm ak için m üracaatı 1908 — Abaza Mehmed Paşs'- 2351
m ıı Kamaniçe şehri önüne kadar ilerlemesi 1909. — S ultan M urad’ın Leh seferi hazırlığı için İstanbul’da;! hareketi 1909. 1623 - 1634 Osmanlı - İran harbi : 1910 - 1920 Şah Abbas'ın B a ğ d a d i muhasara etmesi 1810. — İra n lıla r’ın Bağdad’a girmesi 1911. — Bekir Paşa ve B ağdadklârm başına gelenler 1911. — M usul ve K erkük tarafının işgali 1912. — Karcı kay K s n ’ın Gürcistan’a gönderilm esi 1912. — H a ­ fız Ahm ed P aşa n ın serdarlığı 1913, — Hafız Ahmed Faşa’n m Bağdad m uhasa­ rası 1913. — Şah Abbas’ın Bağdad yakınlarına gelmesi 1914. — Şah ile yapılan muharebe 1915. — Şahın müzakere yoluvle anlaşmak istemesi 1915. — Askerin isyanı ve Bağdad m uhasarasının kaldırılm ası 1916. — H afız Ahm ed Paşa’nm Sadrıâzam lıktan azli 1916. — Husrev Fasa’n ın İraıı serdarlığı 1916. — Kerbelâ civarının zaptı 1917. — Hüsrev Faşa’n ın H emedan’a yürüm esi 1918. — Dergüzin ’den Bağdad’a dönüş 1918. — Hüsrev Paşa’m n Bağdad muhasarası 1918. — îra n lıla rın Şehri zor, Dertenk ve K İlle’yi zaptetmesi 1919. — Hüsrev Paşa’n ın azli 1920. — Tabanı - Yassı Mehmed Paşa’n ın İran seferi serdarlığı 1920. Sultan M urad’ın Revan seferi : 1921 - 1929 Sultan M urad’ın İstanbul’dan hareketi 1921. — İdam olunan kimseler 1921. — Sadrıfizamm orduya iltih ak ı 1922. — Revan seferindeki ordunun insan sayısı 1923. — O rd u n u n Revan önüne gelmesi 1923. — R evan’ın muhasarası ve zaptı 1923. — Sultan M urad’ın Tebriz'e girişi 1926. — Şehzade Bavezid ve Süleym an’ın öldürülm esi 1927. — S ultan M urad’ın İstanbul’a dönüşü 1927. — Revan’m el­ den çıkması 1928. — Erdelan vak'ası 1928. Azak kalesi, Erdel ve A rn av u tluk ta cereyan eden hadiseler ; 1935 - 1951 Azak hadiseleri 1929. — Erdel hadiseleri 1931, — Bosna ve A rn av u tlu k ’taki hadişeler 1933. Sultan M urad’m Bağdad seferi 1935 - 1951 Şehzade K asım 'ın öldürülm esi 1935. —■S ultan M urad’m İstanbul’dan hareketi 1936. — Sakarya Şeyhi diye tanınan şahsın idam ı 1936. -— Mevlfinâ ahfadından Bekir Çelebi’n in sürgün edilmesi 1937. ■ —■O rd unun H alep’e ulaşması 1937. — H ekim başı E m ir Çelebi’yi ölüm e götüren ceza 1937. — Bayram Paşa’m n ölüm ü 1938. — Trablusşam'da M ütegallibe Seyfoğlu'nun öldürülm esi 1941. — Tebriz tarafına yapılan akın hareketleri 1942. — Bağdad’ın m uhasarası 1942. — Tayyar Mehmed Paşa'nın şehid düşmesi 1943. — Bağdad’m teslim olması 1944. —> S u l­ tan M urad’ın B ağdad’tan ayrılması 1946. — Şah S afi’ye gönderilen m ektup 1946. ■ —■R um iye Şeyhi’n in idam ı 1947. — Sultan M urad’ın İstanbul’a dönmesi 1947. — Osm anlı-îran sulhü 1947. — Kasr-ı Ş irin muahedesi 1948. —■ Veziri, âzam larm İstanbul’a dönüşü 1950. — S ultan M urad'ın ölüm ü 1950. S U L T A M İ B R A H İM 1952 — 1999 Sultan İbrahim ’in cülusu 1952. S u lta n İb r a h im 'in s a lta n a tın ın K e m an k e ş K a ra M u s ta fa P aşa’n ın sadareti z a m a ­ n ın a ra s tlıy a n k ıs m ı : 1954 - 1962 S ilâhdar M ustafa Paşa’n ın İstanbul’dan uzaklaştırılm ası 1954. — V eziriazam ın m alî ve idari tedbirleri 1955. — V eziriâzam m İranlılara karşı siyaseti 1956. — Em irgûne-oğlu’n u n id a m ı 1956. — Azak kalesinin istirdadı 1956. — S ilâhdaı Mustafa Paşa’n ın k a tli 1957. — N usuh Paşa-zâde’n in itaatsizliği ve idam ı 1957. — Sadrıâzam m Cinci Hoca ve Yusuf Paşa aleyhindeki plânı 1960. — Kemankeş K ara M ustafa Paşa’n m k atli 1961. 2352 A t
G irit adası fethi için OsmanU - Venedik harbi : 1962 - 1976 Onyedinci yüzy ıl bağlarında Venedik - Osm anlI münasebetleri 1962. — D örd ün ­ cü M urad zam anındaki Venedik m ünasebeti 1963. — Venediklilerle harbe sebep oían lıadıse 1964. — H arbîn bağlaması 1964. — H an ya’n ın zapt: 1967. — Venedik donanm asının faaliyeti 1968. — Yusuf Paşa'nm İstanbul’a dönmesi 1968. — Ser­ dar Y usuf Paşa'nm idam ı 1968. — Deli H üseyin Paşa’n m H anya m uhafızlığı 1970. — V enediklilerin Çanakkale boğazı önündeki faaliyetleri 1970. — Suda kalesi­ nin muhasarası 1971. — Kaptan-ı deryaların durum u 1972. — Kandiye m u h a­ sarası 1973. — H üseyin Paşa’m ıı m üşkül durum da kalm ası 1975, — Venedik har­ bin in G irit dışında kalan cephesi 1975. Sultaıı İb rahim ’in saltanatının K ara M ustafa Paşa’n m ölüm ünden sonraki kıs­ m ı : 1976- 1999. S ultan İb rahim ’in hastalığı 1984. — Sadrıâzam Salih Paşa’n ın idam ı 1986. — S u l­ tan İbrahim ve saray k ad ın ları 1987. — S ultan İb rahim ’in Sam ur m erakı 1990. — Sadrazam A hm ed Paşa'nm padişahın suistim âlierine vasıtalığı 1990. — Varvar A li Paşa isyanj 1991. — Sadrıâzam m ocak ağalarına karşı m uam ele ve niyetleri 1993. — O caklı ve ulem anın yap tıkları toplantı neticesinde padişah’ın hal’i 1994. — Ahm ed Paşa ve R um eli kazaskerlerinin öldürülm esi 1995. — Sultan İbrahim ’­ in îıal’i 1996. —■D ördüncü M ehm ed’in cülûsu ve S ultan İb rahim ’e hal’in in teb­ liği 1997. D ÖRDÜNCÜ MEHM ED 2000 — 2201 Dördüncü M ehm ed’in cülûsu 2000. — S u lta n İb rahim ’in öldürülm esi 2002. IR48 - 1656 y ılları arasında devlet idaresi ve İstanbul a h v a li: 2005 - 2044 Sofu M ehm ed Paşa’n m tasarruf tedbirleri ve S ipahi ocağı ile ilg ili icraatı 2005. —. S ultanahm ed c a m fi v ak ’ası 2006. — Ocak ağalarının tegallübü 2008. — Kara M urad Paşa’n ın sadrıâzam lığ; 2009. — Melek Ahm ed Paşa'nm sadareti ve m alı durum 2010, — Esnaf ayaklanm ası 2012. — V eziriâzam m değiştirilmesi 2013. — Ocak ağalarının baskıyı artırm aları 2014. — Valide sultanlar rekabeti ve padi­ şaha suikast teşebbüsü 2016. — Kösem S u lta n ’ın öldürülm esi 2016. — Kösem S u lta n ’ın öldürülm esi hadisesi karşısında sadrıâzam 2018. — Ocak a ğ alan tegallü b ü n ü n sona ermesi 2018. — Veziriâzam Siyavuş Paşa’n m azli 2020. —. Tarlıoncu A hm ed Paşa’n m sadrıâzam lığa tayini 2021. — Tarhoncu Ahm ed Paşa’n m sadrıâzam lığı ve icraatı 2022. — Tarhoncu A hm ed Paşa'nm k atli 2025. — Derviş Mehmed Paşa’n ın sadrıâzam lığı 2025. — Valide S u lta n ın evlendirilip saraydan u zaklaştırılm asını istiyen şeyh 2C26. — K ızla r ağasının padişaha hükm etm esi 2026. — İbşir Paşa’n m sadrıâzam tayin edilmesi 2027. — H ük üm e t buh ranı ve İbşir Paşa’n m İstanbul’a gelmesi 2023. — M orali M ustafa Paşa’n m sadrıâzam olm ak için uğraşması 2028. — Defterdar M ustafa Paşa'nm k atli 2029. — Kara M urad Paşa’n m tahriki neticesi v uku bulan ayaklanm a 2030. — M urad Paşa’nm sebep olduğu m alî ve askerî hercümerç 2031. — S üleym an Paşa’n ın sadrıâzamlığı ve m ali sık ın tın ın devam ı 2031. — Zurnazen M ustafa Paşa’n m dört saatlik sadareti 2032. — A tm eydanı veya Ç ınar vakası (V ak ’a-i vakvâkiye) 2033, — Sjyavuş Paşa’n m sadrıâzam tayin edilmesi 2035. — S ipah ağalarının tegallübü ve b u n ların sonu 2036. — Bazı m üh im m em uriyetlerde yapılan değişiklikler 2038. — D onanm anın m ağlubiyeti ve boğazın kapanm ası 2039, — V enediklilerin Boz­ caada ve L im n i’yi zaptetmesi 2040. — Sadrıâzam Buynu-Eğri (yaralı) Mehmed 2353
T A R IH V E M i Paşa’n ın İstanbul’a gelişi 2040. — Şeyhülislâm Mesud Efendi ve Şehzade Süley­ m an’ın iclası meselesi 2042. — Vaziyetin n azikliği ve Boynu-yaralı’n ın aczi 2043. Ş eyh ve v â ız la rın d u ru m la rı, v â ız la r ın te sir ve h ü k ü m e t işlerine m ü d a h a le le r i: 2044 - 2051 Onyedinci asrın ilk yarısında önem li tarikatlar 2045. — Onyedinci asrın ilk ya­ n sın d a k i m ühim m utasavvıflar 2045. — D ar görülüş vâizlar 2046. — Kadı-zâde’n in m ünakaşa ettiği meseleler 2047. — K adızâdeliler ve saray erkânı 2047. — Ü stüvanî M ehmed Efendi 2048. — Kadı-zâdelilerin tekkelere tecavüze yelten­ meleri 2048. — K adı-zâdelilerin rüşvet alm aları ve hük üm e t işlerine m üdahale­ leri 2049. — Kadı-zâdelilerin fesat çıkarm ak istemeleri 2049. — Kadı-zâdelilerin zihniyetlerindeki geriliğin ve ahlâk larınd ak i d ü şük lüğü n derecesi 2050. Şeyh ve v â ız la rın d u ru m la rı, v â ız la rın tesir ve h ü k ü m e t işle rin e m ü d a h a le le ri : 2044 - 2051 Onyedinci asrın ilk yansında önem li tarikatlar 2045. — Onyedinci asrın ilk y a ­ rısındaki m üh im m utasavvıflar 2045. — Dar görüşlü vâizlar 2046. — Kadı-zâde’n in m ünakaşa ettiği meseleler 2047. — Kadı-zâdelller ve saray erkânı 2047. — Ü stüvanî M ehm ed E fendi 2048. — K adı-zâdelilerin tekkelere tecavüze yelten­ m eleri 2048. — Kadı-zâdelilerin rüşvet alm aları ve hük üm e t işlerine m üdahale­ leri 2049. — K adı-zâdelilerin fesat çıkarm ak istemeleri 2049. — Kadı-zâdelilerin zihniyetlerindeki geriliğin ve ahlâklarındaki düşük lüğü n derecesi 2050. 1648 - 1656 y ılla r ı arasında A nadolu'daki hâd ise le r : 2051 - 2064 Haydar-oğlu 2052. — Katırcı-oğlu 2053. — G ürcü A bdülnebi 2054. — Abaza H a ­ şan Paşa 2056. — İbşir Paşa ve Abaza Haşan 2058. — İbşir Paşa ve Abaza Hasan A nkara önünde 2059. — İbşir Paşa ve Abaza Haşan cem iyetinin dağılması 2060. — İbşir Paşa’n m ikinci defa muhalefete teşebbüsü 2060. — Şeydi Ahmed Paşa ve K ü r t Mehmed hâdiseleri 2061. — Van, Basra ve Habeş hâdiseleri 2063. K ö p r ü lü Mehmed Paşa’m n sadareti : 2064 _ 2076 S adrıâzam lığa tâyini 2065. — K öprülii'nün sadaretinin ilk ayları 2070. — Şeydi Ahm ed Paşa’n m sadrıâzam olm ak istemesi 2070. — S ipahi isyanı 2071. — Bazı tâyinler ve K ö p rü lü ’nün sadaretten çekilmek istemesi 2072. — Şeyh Selim ’in katli 2073. — R um patriğin in asılması 2074. — İdam ı emredilen K ara Mustafa Paşa’n ın kaçıp saklanması 2074, — K ö p rü lü ’y ü sadrıâzam lıktan uzaklaştırm ak isteyen ocak ağası 2075. K ö p r ü lü M e h m e d P aşa’n m E rde l S e fe ri ve m ü c a d e le n in neticesi : 2076 - 2089 İkinci Rakoczi’n in ihtiras ve itaatsizliği 2076. — K ırım H an ın ın Rakoczi üzerine yürüm esi 2077. — Padişahın Edirne’ye hareketi 2078. — E flâk ve Boğdan voy­ vodalarının değiştirilm esi 2078. — K ö p rü lü ’ye suikast niyeti ve sadrıâzam m yap­ tırdığı idam lar 2079. — K öp rü lü ’n ü n Erdel seferine çıkması 2080. — Ekoş Barçkay’m Erdel K ıra lı tây in edilmesi 2081. — Şeydi A hm ed Paşa’n ın ik inci Rakoczi ile muharebeleri 2081. — Köse A li Paşa’nın. Erdel ser d arlığı 2084. — Kemeny Yanos 2084. — Şeydi Ahmed Paşa’n ın idam ı 2088. — A paffy M ihaly’in Erdel K ıra llığ m a tâyini 2089. A b aza H aşan Paşa isy an ı ve K ö p r ü lü ’n ü n y a p tırd ığ ı i d a m l a r : 2089 - 2097 İsyanın sebebi ve peşinen arzettiği şekil 2090. — Âsilerin padişaha haber gön­ dermesi 2090. — Â silerin Bursa’ya girmesi 2091. — Padişah’m âsilere sert ce­ vabı 2091. — Sadrıâzam m vaziyetten haberdar edilmesi 2091. — Padişah ve K öp ­ r ü lü ’n ü n m üşk ül durum ları 2092. — Üsküdar ve civarında alm an tebdirler 2092. — H a lk ın hissiyatı ve S adn âzam ın acele İstanbul’a çağırılm ası 2093. — Ayak 2354 c
divaın ve padişahın İstanbul'a gelmesi 2093. — Padişahın Üsküdar'a geçmesi 2094. — K ö p ıü lü ’n ün öldürttüğü, sipahiler 2094. — Murtaza Paşa'ıım Ilgın ci­ varında Abaza'ya yenilmesi 2094. — Abaza ve sair âsi reislerinin öldürülmesi 2095. — Antalya'da Körbev hâdisesi 2096. — Şam ’da Yer!i-kulu hadisesi 2096. — M üfettiş İsm ail P a şa n ın A nadolu'daki teftiş ve idam ları 2096. — M ısır’da Çerce Beyinin çıkardığı hâdise 2094. — Fazıl Ahm ed Faşa’n m sadrıâ 2am olması 20S7. Venedik Harbi ve G irit'in zaptı : 2098 — 2111 Kalyon inşası meselesi 2098. — Venedik balyosunun hapsi 2098. — Kaptan-ı der­ ya Voyııuk Ahm ed Paşa’ın n Suda lim anı önünde şehadeti 2099. — Boğazın tek­ rar kapatılm ası 2093. — Ksptan-ı Derya Ilüsam Bey-zâde A li Paşa'nm faaliyeti 2099. — S ulh teşebbüsü 2100. — Kaptan-ı derya Kara Murad Paşa’n m faaliyeti 2100. — M ustafa Paşa’n m Kaptan-ı deryalığı 2100. — 1048 - 1656 y ılla n arasında G irit’de Deli H üseyin Paşa’ııın durum u 2100. — G irit’te Hüseyin Paşa aleyhinde askerin tahriki 2101. — Hüseyin Paşa'nm şöhretinin İstanbul’da kıskanılm ası 2101. - H üseyin Paşa’n m düşm anı büyük zayiata uğratması 2102. — G irit’teki askerin sıkıntıya m aruz kalması 2102. — K ö p rü lü Mehmed Paşa’nm Çanakkale Boğazı harekâtı 2102, — Boğaz önünde cereyan eden muharebe 2103. — K ö p ­ r ü lü ’nün taltif ve idam ları 2103. — Bozcaada ve Lim ni adalarının istirdadı 2104. — G irit Serdarı Deli Hüseyin Paşa’n m k atli 2105. — Sadrıâzam Fazıl Ahmed Paşa’n ın G irit seferine çıkması 2106. — Fazıl Ahmed Paşa’n m Kandive m uhasa­ rası 2106. —• Osmanlı - Venedik sulhu 2110. 16G3 - 1664 Osm anlı _ Avusturya harbi : 2111 - 2121 Fazıl A hm ed Paşa'nm Edirne’den hareketi 2112. — Uy var üzerine yürünmesine karar verilmesi 2112. — U yvar muhasarası ve zaptı 2113. — Neograd ve Nytra kalelerinin zaptı ve sadrıâzam m Belgrad’da kışlaması 2115. — AvusturyalIların kış taarruzunun öefedilmesi 2116. — Z erinvar’ın zaptı ve kalesinin yıkılm ası 2117. — S ulh muahedesinin hazırlanm ası 2118. — Sen Gotar muharebesi 2119. — Vaşvar muahedesi 2121 . Dördüncü Melım ed’ln birinci ve ikinci Lehistan seferi : 2121 - 2132 D ördüncü M ehmed’in Edirne'den hareketi 2122. — Kam aniçe’n in zaptı 2125. — Lehlerin hük üm e t m erkezinin boşaltılması 2126. — Bucaş muahedesi 2126. — Padişahın Edirne’ye avdeti 2126. — Lehlerin muahede şartlarını yerine getirm e­ mesi 2126. — Padişahın ikinci defa Leh seferine çıkması 2127. — Lehlerin ta­ arruza geçmesi 2127. — L ehlilerin H o tin ’i zaptetmesi 2127. — H otin’in istirdadı ve padişahın U krayna’ya girmesi 2128. — 1675 ve 1676 yıllarınd ak i harekât 2129. — Osm anlı _ Leh sulbün ün kesinleşmesi 2130. — M erzifonlu Kara Mustafa Paşa’n ın sadareti 2131, — Edirne sarayının genişletilmesi 2131. Ruslarla harp ve Çehrin seferi : 2131 - 2139 Podolya’n m zaptı hadisesi karşısında Huşların tak ınd ığı tavır 2132. — Osmanlı devletinin Dorosenko’yu H atm anlıktan azli 2133. — Şeytan İbrahim Paşa’nın Çehrin seferi 2133. — Sadrıâzam m sefere çıkması için karar verilmesi 2134. — Rus elçisi ve çardan gelen m ektup 2134. — Padişahın ve Sadrıâzam Merzifonlu ’n uıı İstanbuldan hareketi 2135. — Çehrin muhasarası 2135. — Mevzi harbinin nazik durum lar arzetmesi 2136. — Muhasaraya devam olunması 2136. — Ç ehrin'İn zaptı 2137. — Rus ordusunun çekilmesi ve T ürklerin tak ib i 2137. — Osm anlı ordu­ sunun geri dönmesi 2138. — S ulh muahedesinin akdi 2139. 2355
Avusturya idaresindeki Macaristan arazisi ve Tököli İmre meselesi, Osm anlIların Avusturya seferi : 2139 - 2146, Tököli İmre 2141. — Orta Macar halkının Türklere m üracaatı 2141. — Tököli'n in Osm anlı himayesine girmesi 2141 —- T ökcli’n in AvusturyalIlara karşı m ü ­ tecaviz tavır takınm ası 2142. — Avusturya ile harbin başlaması 2142. — Avusturyanın durum u 2143. — A vusturyanın son gayretleri 2144. — Avusturya'nın m ü t­ tefikler araması 2144. — Osmanlı ordusunun harekete geçmesi 2146. Vİyaııa m uhasarası: 2146 - 2164 A vusturyalIların plânları 2148. — Ra ab suyunun geçilmesi 2149. — Viyana ya yürünm eğinin padişaha arzı 2150. — Osmanlı ordusunun m iktarı 2150. — A vus­ turyalIların son tedbirleri 2151, — M uhasaranın başlaması 2152. — M uhasara m u ­ harebeleri 2153. — Viyana dışındaki harekât 2155. — B udin valisi İbrahim Paşa’n ın çağırılması 2156. — Düşm anın Tuna’y ı geçmesi 2156. — K ırım H anı'm n ihaneti 2156, — H arp meclisinde alm an karar 2158. — Viyana muharebesi 2158. — İbrahim Paşa'nın idam ı 2160. — O rdu efradının derlenip toparlanması 2161. — K ırım H an ın ın azli 2161. — Ciğerdelen kalesinin düğmesi 2162. — Esztergcm’un düşmesi 2162. — Kara Mustafa Paşa’n ın idamı 2163. Viyana bozgunundan sonra Avusturya cephesi : 2164 - 2175 Vişegrad ve Vayçen kalelerinin düşmesi 2164. — A kkilise muharebesi 2167. — A vusturyalIların B udin muhasarası 2167. — Serdar Mustafa Paşa’n ın B udin'iıı imdadına gelmesi 2167. ■ — Düşm anın teslim teklifinin reddi 2168. — A vusturyalI­ ların um um i hücum larının defedilmesi 2168, — A vusturyalIların B udin m uhasa­ rasını kaldırması 2169. — Melek İbrahim Paşa'nın serdarlığı 2170. — U yvar’ın düşmesi 2170, — Avusturya cephesi serdarının katli ve sadrıâzam ın azli 2170. — A vusturyalIların B ud in ’i zaptetmesi 2171. — Macaristan’da birçok kalenin elden çıkması 2173. — Şikloş bozgunu 2174. — O rdunun isyanı ve İstanbul üzerine y ü ­ rüyüşü 2174. £ Lehistan cephesi : 2175 - 2179 Barabaş kazaklarının tecavüzü 2176. Sarı Süleyman Paşa’n ın Lehistan Cephe­ si serdarlığına tayini 2176. — Subieskini’nin niyetleri ve taarruza geçişi 2177. — Selim Giray’m n utk u 2178. — Sobieski’nin zayiata uğrayarak geri çekilmesi 2178. — Lehlerin ikinci taarruzu 2178. — Lehlerin Kam aniçe’yi muhasarası 2179. Venedik cephesi: 2179 - 2184 Venediklilerin tecavüze başlamaları 2180. — Venediklilerin A y ara a vr a adasmı zaptetmesi 2180, — M ora’da isyan ve Preveze’nin düşmesi 2180. — Bosna ve A driyatik k ıyılarındaki çarpışmalar 2181. — Mora’daki muharebeler ve yarım ­ adanın elden çıkması 2181. — İnebahtı ve A tina’nın düşmesi 2184. Harp esnasında memleketin um um î durum u ve padişahın hal’i : 2184 - 2201 Asayişsizlik hâdiseleri 2185. — M ali durum 2185. — İdarî durum 2186. — P adi­ şahın hal’i 2187. — Cephedeki askerin İstanbul’daki ulema ile padişahın aleyhin­ de anlaşması 2188. — Padişahın orduyu geri çevirebilmek için çırpınm ası 2189. __ Padişahın avcılığa tövbe etmesi 2198. — Pazıl Mustafa Paşa’n ın durum u k u r­ nazca idare etmesi 2198. — O rdu’nun S iliv ri’ye gelmesi ve hal’in tahakkuku 2198. İK ÎN C t S Ü L E Y M A N 2202 - 2233 Padişahın tahta geçişi 2202. — S adnâzam ve ordunun İstanbul’a girmesi 2203. — K apık ulu askerinin zorbalık ve edebsizlikleri 2204. — H alktan para toplanma- 2356 j
sı 2205. — A yaklanm anın tekerrürü 2205. —■Fazıl M ustafa Paşa'nın sürgüıı edil­ mesine dair padişahın hatt-ı hum âyunu 2206, — Yeniçeri ağasının öldürülmesi 2206. — Sadrıâzam Siyavuş Paga'ııın k a tlı 2207. — Y ağlıkçı Em ir’in sancağı me­ selesi ve zorbaların ortadan kaldırılm ası 2208. V e n ed ik c e p h e s i : 2210 - 2213 Venediklilerin Ağriboz muhasarası 2210. — A n ıa v u t kuvvetlerinin ihaneti. — Kalenin sıkıştırılm ası 2212. — M uhasaranın kaldırılm ası 2212. — Dalmaçya ve A rnavutluk k ıy ıla rın ın durum u 2213, — B ene işe kalesinin Venedikliler tara­ lın d a n zaptı 2213. — Avlonya hadisesi 2213. Le histan c e p h e s i : 2213 - 2214 Azamet G iray'm m uvaffakiyeti 2214. — L ehlilerin sulh teşebbüsü 2214. R u s la rın K ır ım 'a ta arru zu : 2215 - 2216 R usların K ırım üzerine yürüm esi 2215. Avusturya cephesi: 2216 - 2233 Szolnok. Eğri, Lipve, îstolni - Belgrad’ın düşman eline geçmesi 2216. — Yeğen Osman Paşa'nın serdar tayin edilmesi 2216. — S adn âzam ın azli ve Yeğen Osman Paşa’n ın zorla serdarlığı elde etmesi 2217. — Belgrad’ın elden gitmesi 2218. — Osmanlı hük üm e tin in sulh için elçi yollaması 2220. — Tökoli Imre 2221. — J\efir-i âm yazılması 2221. — K ırım Hanı Selim Giray 2221. — Yeğen Osman Paşa’n ın öldürülm esi 2222. — Arab Receb Paşa'nın serdarlığı 2223. — Niş’in düş­ mesi ve padişahın Edirne’ye dönmesi 2223. — A vusturyalIların V id in 'v e Üsküp’e girmesi 2224. — Köprülü-zâde Fazıl Mustafa Paşa’nın sadrıâzam tâyin i 2224. — Selim Giray ve Koca H alil Paşa’n ın muharebeleri 2226. — K an ije’n in düşman eline geçmesi 2226. — Fazıl Mustafa Paşa’n ın serdarlığı 2226. — Belgrad’m is­ tirdadı 2227. — İstirdat sahasının Ösek’e kadar genişletilmesi 2227. — Padişahın ve sadnâzam ın İstanbul’a dönmeleri 2228. — Erdel harekâtı 2229. — Selim Girav’m hanlıktan feragati 2230. — Fazıl M ustafa Paşa’n ın m alî tedbir ve ıslahatı 2230. — Fazıl Mustafa Paşa’n ın ikinci serdarlığı 2231. — ik inci Süleym an’ın Edirne’ye götürülmesi ve ölüm ü 2231. İK İN ^ t AHM ED 2234 - 3251 İkinci A hm ed’in tahta geçişi 2234. A v u stu ry a cephesi : 2235 - 2245 Slankamen muharebesi 2235. — O rd unun Belgrad’a çekilmesi 2238. — Avustur­ yalIların Lipve’yi kuşatması 2238. — H alil Paşa’n ın serdarlığı 2238. — Avustur­ yalIların Varat muhasarası 2239. — Saadet G iray’ın azli 2240. — Topal Hüseyin Paşa’n ın serdarlığı 2240. — Tökeli Imre’n in Edirne’ye getirilmesi 2240. — Sadrıâzam K adı A li Paşa’n ın azli 2240. — İngiliz ve Felemenk hüküm etinin sulh tavassutları 2241. — Belgrad kalesinin tam ir ve tahk im i 2241. — M üttefiklerin sulh için ileri sürdükleri şartlar 2242. :— Bozoklu M ustafa Paşa’n ın sadareti 2242. — AvusturyalIların Belgrad muhasarasını çözüp çekilmeleri 2243. — Sürm eli A li Paşa'nın sadareti ve Petervaradin muhasarası 2244. Lehistan cephesi : 2245 -2246 V e n ed ik c e p h e s i : 2246 - 2251 Yunanistan cephesi 2246. — G irit’te cereyan eden çarpışm alar 2246. — Bosna ve Hersek cephesi 2248. — V enediklilerin Sakız adasını işgâl etmesi 2249. — Sakız’ın istirdadı 2251. — İkinci Ahmed’in ölüm ü 2251. S ın ır la r d a gerilem e, k ü lt ü r sahasında k ım ıld a n m a d e v r i: 2252 - 2253 2357
İK İN C İ M UST AFA 2254 - 2307 İkinci M ustafa’n ın tahta geçişi 2254. — Padişahın bizzat sefere çıkma isteği 2255. Suttan M ustafa'nın Avusturya cephesine seferleri : 2256 - 2264 Fadişaim ı ilk seferi, Edirne’den hareketi 2256. — L ipve'niıı zaptı 2256. — Lugos zaferi 2257. — Padişahın ikinci seferi 2258. — Olasch (Ulaş) zaferi 2258. — Pa­ dişahın üçüncü seferi ve Zenta yenilgesi 2259. — Girişilecek harekâtın m üzake­ resi. 2259. — Belgrad’daıı hareket 2260. — Zenta faciası 2261. — O rdunun d u ru ­ m u ve padişahın Edirne’ye dönmesi 2263. — Bosna - Saraya yapılan hücum 2264, Amca-zâde H üseyin Paşa’n ın saârıâzam tayin edilmesi 2240. Rus cephesi : 2264 - 2267 R usların taarruza geçmesi va Azak kalesinin muhasarası 2295. — R usların ik in ­ ci taarruzu ve Azak kalesinin düşmesi £266. Harbe nihayet verilmesi ve Karlofça muahedeler! : 2267 - 2273 Sulhe götüren zem inin hazırlanm ası 2268. — S u lh m üzakereleri 2269. — A v u stu r­ ya ile muahede 2270. —- Venedik ile muahede 2271. — Rusya ile muahede 2271. — Karlofça muahedesinin O sm anh tarihindeki m evki ve önem i 2272. İkinci Mustafa zam anında m em leketin iç durum u : 2273 - 2275 Bazı eyâletlerdeki şekâvet ve serkeşlik hadiseleri 2273. —■Bosna ve Şehrizor’ddfki hadiseler 2274. — Şerif Said'in Mekke erairi tayini 2275. E fîâk ve Boğdan’ın durum u 2278 - 2277 K ırım hadiseleri : 2277 - 2279 Devlet G iray’m h an lığı ve Gazi G iray isyanı 2277. —. K ırım han ının muahedeyi ih lâl niyetinden doğan hadise 2278. Karlofça m uahedesinden sonra ıslah ve düzenleme hareketleri : 2379 - 2281 Askeri sahada düzenleme 2280. — Resmi evraka tarih atılm ası 2281. Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’n in tahakk üm ü ve Fdirne vak’as: : 2281 - 2307 Amca-zâde Hüseyin Paşa’nın istifası 2282. — D altaban Mustafa ve R aini Melımed Paşa’ların sadaretleri 2283. — Gürcistan üzerine asker şevki 2283. —■ Edirne vak'asına yol açan ayaklanm anın başlangıcı 2284. —■Hâdiselerin inkişaf seyri 2285. — Sekbanbaşm m öldürülm esi 2286. — Asilerin İstanbul’a hâkim olması 2287. — Edirne’ye gönderilen m azhar 2287. — İstanbul’daki isyan kargısında E d ir­ ne’de padişah ve hüküm et erkânının du rum u 2288. — İstanbul’dan gelen heyete tatbik olunan m uamele 2288. — Feyzullah Efendi ve oğu lların ın azil ve sürgün edilmesi 2289. — A silerin durum u 2290. — Padişahın kuvvet toplaması 2290. — İstanbul’daki kuvvetlerin Edirne’ye hareketi 2294. — Ü çüncü A hm ed’in tahta geçirilmesine karar verilmesi 2294. — Edirne kuvvetlerinin durum u 22S5. —■ İstanbul kuvvetleriyle karşılaşma 2235. — İstanbul kuvvetlerinin Hafsa’ya gel­ mesi 2236. — İkinci M ustafa’n ın tahtını kaybetmesi 2296. — İkinci M ustafa’nın hususiyetleri 2304. — Feyzullah E feııdi’nin sonu 2305. I. Onvedinci Asırda İlim ve Sanat Hayatı, İktisadî D urum 2308 - 2345 Asra U m um î Bir Bakış : 230S - 2310 İlim hayatı: 2310 - 2318 1 — D inî, h u k u k î ve içtim ai sahada eser yazanlar 2310. — 2 — Tarihle il­ gili eserler ve m üverrihleri 2311, —. 3 — Coğrafî eserler 2314. — 4 — Mate­ m atik ve astronomi 2316. — S— Tıb ve tıbb î eserler 2316. 23 38
II. S a n a t, m im arlık ve İçtim aî müesseseler; 2318 - 2337. 1 — Edebiyat 2318. — 2 — M usikî 2323. — 3 — Yazı ve hattatlar 2325. — 4 — Resim ve nakış 2326. — 5 — M im arî 2328. — 6 — Çini, sedef ve oymacılık 2333. — 7 — İçtim ai müesseseler 2335. III. iktisadi durum : 2337 - 2345. 1 — M adenler ve işlenmesi 2338. — 2 — D okum a sanayii 2339. — 3 — îç ve dış ticaret 2342. Bibliyografya : 2346 - 2347. Doğru yanlış c e d v e li: 2348 - 2349. DÖRDÜNCÜ CİLDE AİT İLÂVELER 110 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 Sayfası Adı No. su Ş iddetli kış yüzünden İstanbul Boğazı’n ın donması ik inci Osman (1618-1622) zam anındaki hük üm d arlar ik in c i Osm an ve B irinci M ustafa zam anındaki veziriâzam lar B irinci M ustafa’n ın ikinci saltanatı (1622 - 1623) zam anın­ daki hük üm d arlar. S ultan M urad’ın kahvehaneleri kapattırıp tü tü n ü yasak et­ mesi. D ördüncü M urad devrinin önem li sim alarından: K âtib Çele. bi, Koçi Bey, Nef’i D ördüncü M urad’ın şahsiyeti Dördüncü M urad zam anındaki (1623 - 1640) hüküm darlar G irit'in T ürk idaresinden önceki devrinin tarihçesi D ördüncü M urad ve Sultan İbrahim zam anındaki veziriâ­ zamlar. Sultan İbrahim (1040 - 1648) zam anındaki hüküm darlar Cinci Hoca Tarhoncu A hm ed Paşa bütçesi K ö p rü lü M ehm ed Paşa E v liya Çelebi Köprülü-zâde Fazıl Aiım ed Paşa Dördüncü M ehm ed’in sefere çık ışın ın b ir yabancı ta ra fın ­ dan tasviri. M erzifonlu K ara M ustafa Paşa D ördüncü M ehm ed zam anındaki veziriâzam lar D ördüncü M ehm ed (1648 -1687) zam anındaki hüküm darlar. İkinci Süleym an (1687 - 1691) zam anındaki hük üm d arlar İk in ci A h m e d (1691 - 1695) zam anındaki hük ü m d arlar Mezomorto Hüseyin Paşa ve donanma kanunnam esi İkinci Süleym an, İkinci Ahm ed ve İkinci M ustafa zam anın­ daki veziriâzam lar ik in c i M ustafa zam anındaki (1695 - 1703) hük üm d arlar ★ ★ 2359 ★ 1822 1824 1844 1852 1892 1899 1939 1950 1965 1977 1998 2003 2023 2067 2086 2107 2123 2165 2190 2200 2232 2249 2292 2297 2344
BİR KOLAYLIK OLMAK ÜZERE If II VE III. ÜNCÜ CİLTLERİN KISALTILMIŞ FİHRİSTİNİ VERİYORUZ. (Not: Bu kısaltılm ış fihristleri eser tamam lanınca norm al olarak ayrıca vereceğiz)
C ilt: I Kısaltılm ış Fihrist S A YFA 5 — 39 O S M A N L I T A R İH ÎN E G tR ÎŞ T ürklerin anavatanı ve göçleri 5 — 6 Türklerin İsiâmiveti kabulden ev elki devletleri ve batıya yürüyüşleri ................................... 6 - 12 M üslüm an Türk devletleri 12 - 13 Büyük Selçuklu devleti ... . 13 - 15 Anadolu Selçukluları 15 - 17 Anadolu Beylikleri ................ 18 - 25 Selçuklularla Beylikler devrinin Ö n Asya'daki medeniyeti . 26 H açlı Seferleri 27 ■ 29 Osm anh Devleti kurulurken Bizans'ın vaziyeti 30 - 32 O sm anlılarm aslı ........................................................... ................... 33 - 36 37 - 38 K uruluş devri (1299- 1453) ................................................................. OSM A N G A Z İ ........................................................................................... 40 - 67 Osman Bey’in aşiret reisi olması ................................................... 40 - 43 Osman Bey’in istiklâli meselesi ........................................................... 43 - 54 Bursa kuşatması ve zaptı ................................................................... 54 ■ 63 ORHAN GAZİ ................................................................................... 68 ■ 97 ■ 72 Orhan Gazi’nin hüküm darlığa geçişi ........................................ . 68 O rhan Gazi’nin Anadolu harekâtı ................................................... 72 - 76 O rhan Gazi zam anında Osm anlı Bizans münasebetleri ........... 76 - 82 - 92 82 Türklerin Rumeli'ye geçmesi ■ 97 92 O rhan Gazi zam anında İlk teşkilâtlanm a ................................... ■143 M U RA D H Ü D A V E N D ÎG Â R ........................................................... 98 ■ 99 M urad’ın tahta geçmesi ................................................................... 98 ■117 Balkan fütuhatı ................... ............................................................ 99 117 ■119 M urad zam anında askeri ve idari teşkilâtın geliştirilm esi ........... Balkan harekâtına devam .........., .................................................... 119 ■ 129 İlk Osm anlı - K aram an harbi ................................................... • 130 129 Ploşnik bozgunu ve bu bozgun üzerine kurulan Balkan ittifakı 133 130 143 K-osova m eydan muharebesi ........................................................... 133 Y IL D IR IM B A Y E Z İD ..................................T ........................... 144 ■ ■2U Bayezîd’in cülusu ................................................................................ 144 • 146 Batı Anadolu B eyliklerinin zaptı ................................................... 149 146 Y ıld ırım Bayeziö ve Bizanslılar ................ .................................. 149 • 152 R u m e li’de fetih ve akın hareketleri ........................................... 152 ■ 157 Y ıld ırım Bayezid’in ikinci Anadolu harekâtı ................................... 157 ■ 161 Niğbolu harbi arifesinde Avrupa devletleri ................................... 161 ■ 165 Niğbolu m eydan muharebesi ... :.................................................. 165 ■ 175 İstanbul’un üçüncü ve dördüncü muhasaraları ........................... 175 - 181 Doğu’dan gelen tehlike ................................................................... 181 - 195 Ankara muharebesinden evvelki safha ........................................... 195 - 197 Ankara muharebesi ........................................................................... 197 - 206 Bayezid’in şahsiyeti ........................................................................... 206 - 211 FETRET D E V R İ (1402 - 1413) ................................... ................... 212 237 Fetret devrinin başlaması ................................................................... 212 218 Şehzadeler mücadeleye başlarken Rum eli ................................... 218 - 219 2361
SAYFA — 220 — 221 — 223 Şehzadeler mücadelesi başlarken Anadolu ........................................... îsa ve Musa Çelebi'Ier mücadelesi ........................................................... Mehmed Çelebi'nin Bursa'yı alması ... ........................................... E m ir Süleym an’ın mücadeleye başlaması R um eli’de M usa'nın h ük ü m d arlığı .......... ........................................... ÇELEBİ M EHM ED ........................................ ......................................... Çelebi M ehmed’in hük ü m d arlığı ........................................................... Karam anoğlu M ehm ed Bey’iıı Bursa'yı muhasarası ......... ................. V enediklilerle ilk deniz harbi ................................................................... Çelebi Mehmed zam anında Eflak, Boğdan ve A rnavutluk ........... O sm aıılılar ve C andaroğullan ................................................................... Sam avnalı Şeyh Bedrettin hâdisesi ... ................................................... Mustafa Çelebi Gailesi ................................................................................... Çelebi M ehm ed'in ölüm ü ........................................................................... 219 220 221 224 232 238 238 242 244 246 248 253 257 258 İK İN C İ M U R A D ........................................................................................... İkinci M u r a d ın hük ü m d arlığı vc M ustafa Çelebi meselesi ........... İstanbul’un muhasarası ................................................................................... Candaroğlu îsfendiyar Bev’Ie mücadele ........................................... Rum eli hâdiseleri ........................................................................................... İzm iroğlu Cüneyt Bey’in ortadan kaldırılm ası ... ,.......................... İkinci M urad zamanında Karam anoğullan ........................................... Germiyan toprağının Osm aıılılara bağışlanması ................................... Sırbistan ve G üvercinlik kalesi meselesi ........................................... Selanik ve Y anya'nm fethi ........................................................................... Eflâk, Sırbistan ve Bizans hâdiseleri .................................................. ¡kinci M urad zam anında Macaristan ................................................... K aram anoğltı'nun tecavüzü ........................................................................... Osm anlı devletinde buhran ................................................................... Segediıı muahedesi ................................................................................... Varna muharebesi ........................ ............... ;......................................... Sultan M urad’ın Edirne'ye dâveti ve ikinci saltanatı meselesi ........... Sultan M urad’ın Mora seferi ................................................................... Sultan M urad’ın A rn av u tlu k seferi ........................................................ . İkinci Kosova m eydan muharebesi ........................................................... Sultan M urad’ın şahsiyet ve karakteri ................................................... 266 266 273 277 278 281 285 288 289 291 293 298 307 308 319 319 333 337 340 342 345 K U R U L U Ş D E V R İN İN SO N U N A K A D A R O S M A N L I DEVLET İ TEŞ­ K İL Â T I VE M Ü ES S E SE L E R İ VE İÇ T İM A İ H A Y A T I ................... 354 383 354 354 356 357 360 363 363 371 360 356 357 360 363 373 371 373 375 I — O S M A N L I S A R A Y I T EŞK İL Â T I ........................................... 1 — Bursa ve Edirne Sarayları ................................................... 2 — Osmanlı hanedanı ve OsmanlIlarda veraset usulü ........... 3 — Osm anlı padişahları ve şehzadeleri ................................... I I — O S M A N L I İD A R E T E Ş K İL A T I ................................................... I I I — O S M A N L I A S K E R Î T EŞK İL Â T I ............................................... 1 — K ara ordusu ........................................................................... 2 — Deniz kuvvetleri ................................................................... IV — EYÂ LE T T EŞK İL Â T I ................................................................. V — İL İM VE F İK İR H A Y A T I, İÇT İM A İ M Ü ESSE SE LE R V E H A L ­ K IN Y A Ş A Y IŞ I ................................................................................... 2362 374 232 — 237 265 — 242 — 244 246 248 253 257 25S 265 353 — 273 — — — — — — — — — — — — — — — — — — 277 278 281 285 288 289 291 293 298 307 308 312 333 333 337 340 342 345 353 375 — 378
K U R U LU Ş D E V R İN D E İM A R F A A L İY E T İ ........................................... Y Ü K S E L M E D E V R İ (1453 -1579) ........................................................... İK İN C İ M E H M E D (FA TİH ) ................................................................... fkînci M ehmed’in tahta geçmesi ........................................................... Sultan M ehm ed’in K aram an seferi ........................................................... ......................... ................... İstanbul’un fethi için hazırlıklar Muhasara ve fetih ........................................................................................... Fatih’in Sırbistan seferleri ................................................................ .......... Mora seferleri ........................................................... ................................ Arnavutluğun işgal ve ilhakı ................................................................... Bosna’nın zaptı ve Hersek’in tabiiyet altına alınması .................. Osm anlı denizciliğindeki gelişme ve Fatih’in Ege denizi siyaseti İsfendiyar O ğ u lla n B eyliğinin zaptı ................ .......................................... Trabzon Rum im paratorluğunun ortadan kaldırılm ası ........................... Fatih devrinde Osmanls - Macar münasebetleri .................................. Osmanlı - Venedik mücadelesi ......... ......................................................... Boğdan meselesi ve Fatih’in Boğdan seferi ... ................................... Osm anlı - Karam an münasebetleri ve K aram an B eyliğinin yıkılm ası Osm anlı - A kkoyunlu münasebetleri ve O tlukbeli savaşı .................. Kuzey Karadeniz Ceneviz kolonilerinin zaptı ve K ırım ’ın Osmanlı himayesine girmesi ........................................................................................... Rodos şövalyeleri ile harpler ................................................................... İtalya istilâsının başlaması ........................................ . ......................... Osmanlı - M ısır münasebetleri ve D ulkadir B eyliği meselesi ........... Fatih'in son seferi ve ölü m ü ................................................................... Fatih zam anında ilim ve k ü ltü r ................................................................... Fatih devrinde m alî ve İktisadî durum ................................................... SAYFA 379 - 380 ;181 - 383 384 - 605 384 __ 389 389 — 3S2 392 — 417 417 — 470 470 — 478 478 — 484 484 — 494 494 — 500 500 — 507 507 510 510 - 516 516 — 526 526 — 542 542 — 546 546 — 553 553 — 561 566 573 573 — 581 581 — 586 586 — 591 591 — 592 592 — 602 602 — 605 BİRİNCİ CİLDE AİT İLÂVELER 1 2 3 4 5 6 7 3 9 10 11 12 13 14 15 16 Oğuz Destanı ........................................................................................................... S elçukluların Osm an’ı Uc Bey’i tanıyan 1284 tarihli ilk menşuru ... Osman G azi’nin, hizmetleri üzerine, sahası büyütülen sancak beyliğine getirilişine ve beylik alâm etleri yollanışm a dair Selçukluların 1289 ta­ rihli ikinci m enşuru ..........., .......................................................................... Selçuklu hük üm d arlarınd an Osman Bey’e gelen 1289 tarihli ikinci menşurun metni ........................... ... .............................................................. Osman Gazî’ye devlet reisi olarak biat edilmesi ................................... Osmanlı Devleti 1299 da kuruldu. Fakat istiklâl tarihi nedir? ........... Osman Gazi’n în rüyası ve B âlâ H âtûnla izdivacı ................................... Bilecik vak’ası ................................................................................................... Osman Bey’in ilk iptidaî devlet teşkilâtı ve ilk kanunu ................... Osman oğullarından ilk katledilen Şehzade D ündar Bey vak’ası ........... Osman G azfn in eşkâli, şahsiyeti, Orhan Gazi’ye vasiyeti ................... Osman Gazi (1299 _ 1324) zam anındaki diğer hüküm darlar ........... Osmanlı Devleti’n in teşekkülü sıralarında A nadolu’da batm î cereyanlar Tuğ ........................................................................... ........................................... Tuğra ................................................................................................................... OsmanlIlarda Sultan t â b i r i ................................................................................... 2363 9 44 45 47 49 51 55 57 59 61 62 63 64 67 70 73
No. su A dı Sayfası • 17 Han, padişah tâbirleri ..........................................................ı ................. ... 76 18 Türklerde gazilik iinvanı ........................ ................................................. . ... 77 ................................................... 78 19 Osmatılı tarih in in bazı meşhur sim alar: 20 O sm anlIların R um eli’ye geçişleri ................................................................... 85 21 İlk akçe .................................................................................................. , ............ 89 22 O rhan Bey’in eşkâli, şahsiyeti ........................................................................... 91 23 O riıan Gazi (1324 - 1360) zam anındaki diğer hüküm darlar ................... 96 24 Osmanlı T ürkieri ile M ısır M em lûkleri arasında ilk resmi temas ... 102 25 Osm anlı payitahtları ............................................................................................ 104 26 Bursa Sarayı ........................... ' ........................................................................... 108 ......... ................................. 111 27 Edirne Sarayları: Eski Saray (Saray -1 A tik ) 28 Şehzade Y ıld ırım Bayezid'in evlendirilmesi ... ............................................ 124 29 Birinci M urad’ın eşkâli, hususiyetleri .................................. ; .................... 137 30 Birinci M urad (1360 - 1389) zam anındaki diğer hük üm d arlar ........... 138 31 Bire Doğan! ........................................................................................................... 171 32 Y ıld ırım Bayezid ile Korkusuz Ja n ........................................ .................. 174 33 T im ur ile Y ıld ır ım ’m m ektuplaşm aları ................................................... 189 34 Y ıld ırım Bayezid ve sefaheti ........................................................................... 203 35 Em ir Sultan ............................................................................................................ 205 36 Y ıld ırım Bayezid, eşkâl ve şahsiyeti ........................................................... 207 209 37 Y ıld ırım Bayezid (1389 - 1402) zam anındaki diğer hüküm d arlar ........... 38 E m ir Süleym an’a ait vesikalar ... *................................ . ............................ 229 39 Y ıld ırım 'ın Musa adında kaç şehzadesi vardı? ........................................... 236 40 A vrupa’ya giden ilk Osm anlı elçisi ........................................................... 246 41 M emlûk Devleti ile ilk münasebetler ve gönderilen surra ................ .251 42 Sadrıâzam, Veziriâzam ................... ........................................................... 259 263 43 Çelebi Mehmed (1402 - 1421) zam anındaki diğer h ü k ü m d arlar ........... 44 Çelebi Sultan Mehmed, eşkâl şahsiyeti ........................................................... 264 45 Edirne Sarayları ................... .................................................................. . ... 283 46 Osmanlı İm paratorluğunda merasim. K ılıç Alayı ................................... 295 47 Osm anlIlarda «Çelebi» lik ................................................................................... 301 48 OsmanlIlarda sancak ve bayrak ................................................................... 309 49 D ivân ........................................................... ................................................... 321 50 Sultan İkinci M urad’m eşkâl ve şahsiyeti ................................................... 347 51 Sultan İkinci M urad’ın (1421 _ 1451) zamanında diğer hüküm darlar 350 52 Kuruluş devrinin sonuna kadar askerî ve m ülk î kıyafetler ................... 367 □3 K uruluş devrinin sonuna kadar T ürk ordusunda silâhlar .................... 370 54 Fatih’in annesi................. ............................................... ................................... 387 Fetih Hâdisi Şerifi ........................................................................................... 393 56 İstanbul başka m illetler tarafından kaç muhasara gördü? ................... 400 57 Osmanlı ordusunda top ................................................................................... 407 58 İstanbul surları ........................................... .................................................... 418 59 Osm anlılar İstanbul’u kaç defa muhasara ettiler? ................................... 447 60 İstanbul m uhasarasının kronolojisi ................................................................... 459 61 İstanbul’u n fetihten sonraki im ar ve iskânı ........................................... 487 62 F atih’in kanunnâm esi ................................................................... ................... 495 63 F atih’in külliyesi ............................................................................................ 534 64 Fatih Mehmed kaç m emleket zaptetmiştir? ................................................... 582 65 F atih’in şahsiyeti .................................................................................................... 596 66 Fatih Mehmed (1444, 1451 - 1481) zam anındaki diğer h ü k ü m d arlar ... 603 2364 / S?
C : II. İK İN C İ B A Y E Z İD * ^ Kısaltılm ış Fihrist SAYFA ........................................................................................... .. 612 — 715 Bayezid’in ranta geçmesi ........................................................................... .. 612 Cem S ultan hâdisesi ................................................................................... ..615 Boğdan Seferi ................................................................................................... ..641 M em lûklerle münasebet ve mücadele ................................................... ..645 E ndülüs M üslü m a nların ın yardım talebi ........................................... ...661 ik in c i Bayezid zam anında Türk denizciliğinin gelişmesi .....................672 Osm anlı - Venedik savağı ........................................................................... ..675 Osm anlı Iran münasebeti ........................................................................... .. 688 S ultan Bayezid’in şehzadeleri ................................................................... ..697 ik in ci Bayezid devrinde ilim ve k ü ltü r ......................................................710 — — — — — — — — ■ — — 615 641 645 661 672 675 B İR İN C İ S E L İM (YA V U Z ) ................................................................... .. 716 Yavuz S eli m 'in cülûsu, kardeşlerini ve yeğenlerini öldürtm esi .............716 İlk Osm anlı - Safevi çarpışması ................................................................... ..723 D u lk ad ır beyliği topraklarının ilhakı ................................................... ..739 Doğu ve Güney-Doğu A nad olu’nun ilha kı ........................................... ..742 ........... ..147 Osm anlı M em lûk münasebetleri ve Yavuz’un M ısır seferi Bozok’lu Celâl isyanı ................................................................................... ..777 Yavuz Selim zam anında Osm anlı denizciliği ... ................................... ..778 Yavuz Selim ’in ölü m ü ........................................................... ■.................... .. 784 — — — — — — — — — 789 723 739 742 747 777 778 784 789 688 697 710 715 B İR İN C İ S Ü L E Y M A N (K A N U N İ) ........................................................... .. 790 — 1182 K an u n i’n in tahta geçişi ... ................................................................... .. 790 — 792 Canberdi G azali isyanı ...................................................................................... 792 — 794 Belgrad’ın zaptı .............................................................................................. 794 — 800 Rodos adasının zaptı ................................................................................... ..800 — 810 M ısır hâdiseleri ..............................................................................................810 — 816 Osm anlı - Macar münasebetleri ve Mohaç muharebesinden Viyana m uhasarasına kadar Macaristan hâdiseleri ........................................... .. 816 — 835 K a n u n î’n in ik inci Macaristan seferi ve V iyana muhasarası ............. 835 — 848 K an u n î’n in M acaristan’a üçüncü girişi ve A lm an seferi ..................... 848 — 863 A nad olu’da isyan hâdiseleri ................................ .......................................... .. 865 — 872 Irakeyn Seferi ................................................................................................... .. 872 — 887 K an u n î’n in İran’a ikinci seferi ........................................................... .. 887 — 897 Nahcivan seferi ........................................................... ........................... .. 897 — 909 Boğdan seferi .................................................................................. . ... 909 — 912 K an u nî devrinde Türk denizciliği ve Barbaros H ayrettin ......................912 — 925 Barbaros H ayrettin Paşa’nın ilk seferi ................... ..............................925 — 937 Preveze muharebesi ................................................ .................................. .. 937 — 948 İspanyollarla mücadele ve Fransızlara yapılan yardım ......................948 — 958 Osm anlı - Fransız m ünasebetleri ........... ........................................ ..... 958 — 969 Turgud Reis’in deniz savaşları ................................................................... ...969 — 981 Cerbe savaşı ........................................................................................... ...981 — 987 M alta muhasarası ............................................................................ '..............987 — 995 K ızıldeniz donanması ve H ind seferleri ........................................... ...995 — 1008 1533 den 1562 ye kadar Osm anlı - A vusturya münasebetleri ..............1008— 1013 K anunî Süleym an’ın 1541 Macaristan seferi ....................................... ...1013— 1037 2365 1
1543 Macaristan seferi .......................................................................... Erdel meselesi .................................................................................................. Osm anlılarm yükselme devrinde AvrupalIlara üstünlüklerinin se­ bepleri .......................................................................................................... Osm aıılılarm yükselme devrinde Avrupa ve Asya devletleri .......... K anunî’n în şehzadeleri .......................................................................... K anuni devrinde im paratorluğun idari durum u ................................... K ırım H anlığı .......................................................................................... Mekke-i Mükerreme E m irliği .................................................................. Eflak .................................................................................................................. Boğdan ................................................................................................. Erdel .................................................................................................................. K an u nî’m n son seferi ve ölüm ü .......................................................... 1020— 1037 1037— 1061 1061— 1065 1066— 1109 1109— 1139 1139— 1142 1142— 1150 1150— 1151 1152— 1156 1157— 1153 1153— 1159 1159— 1182 İKİNCİ CİLDE AİT İLÂVELER No. 67 6o 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 Sayfası sıı Adı 661 F atih'in ölüm sebebi neydi? ........................................................ 637 Cem'in. şairliği 654 Fatih ve İkinci Bayezid zam anındaki İktisadî ve ticarî durum 656 Fatih ve İkinci Bayezid zamanındaki veziriâzamlar ........... 667 îlk Osmanlı - Rus münasebeti .................................................. 700 Akıncılar .......................................................................................... 714 İkinci Bayezid zamanındaki hüküm darlar ........................... 720 Galata Sarayı .......................................... ................................... 748 Mem lükler .......................................................................................... 767 Emanat-ı Mübareke ........... ........................................................... ........... 773 H alifelik ......................................................................... ........... Yavuz Selim zam anındaki meşhur âlimlerden - Zem billi A li Cemali 780 Efendi .................................................................................................. 782 K anunî Süleym an’ın kanunnamesinde Yavu^ S elim ’in tesir ve hissesi 788 ................ .................. Yavuz Selim zam anındaki hüküm darlar 809 Yavuz Selim ve K anunu zam anındaki meşhur alimlerden: İbn-i Kemal Fransa kralı Frangois ile annesinin padişaha m ektupları ve K anunî’820 nin cevabı ......................................... .......................................... 870 Kaabız meselesi ................................................................................ . 888 İbrahim Paşa ....................................................... ",......................... Sultan Süleyman kanunnamesi .................................................. 892 898 F j z ü Iİ ......................................................................................................................... 920 Barbaros H ayrettin Paşa .................................................................. 964 Kapitülasyonlar .................................................................................. 970 Turgud Reis .......................................................................................... 1024 Ltitfi Paşa ........................................................ ........................... Yavuz Selim ve K anunî Süleyman zamanındaki veziriâzamlar 1031 K a n u n în in oğullarının sünnet düğünleri ................................... 1101 Rüstern Paşa .......................... ... ,,, ... ... ,,, ........... 1107 Hurrem S ultan . ... . *............................................... 1116 Şehzade Bayezid’in ve manzum af talebi ................................... 1124 K an unî Süleym an'ın şahsiyeti .................................................. 1176 K an unî Süleym an zam anındaki hüküm darlar ........................... 1179 2366
C : I II . Kısaltılm ış Fihrist SAYFA İK İN Cİ SE LİM .............................................................................................1188— 1285 S elim 'in tahta geçmesi ve ordunun İstanbul’a dönmesi 1188— 1200 Avusturya ile sulh muahedesi ..................................................................... 1200— 1203 İran elçisinin tebrik ziyareti .................................................................. ...1203— 1205 Basra, Yemen isyanları ve K ızıldeniz donanması 1205— 1213 İkinci Selim zam anında Osm anlı donanması ..................................... 1213— 1215 K ıbrıs’ın zaptı .............................................................................................1215— 1235 İnebahtı muharebesi ..............................................................................1235— 1250 K ılıç (Uluç) A li Paşa’nııı kaptan-ı deryalığı .................. .................. 1250—1255 Tunus’un zaptı .......................................................................... ...................1255—1261 Süveyş ve Don _ Yolga kanalları meselesi .................................. ... 1261—1276 Selim zam anında Efiak, Boğdan ve Erdel ................... ................. ..... 1276— 1285. Ü ÇÜN C Ü M URAD .......................................... .......................... ...1286— 1403 üçüncü M urad’ın tahta geçmesi 1286— 1290 Fas’ta Osmanlı nüfuzu ..............................................................................1290— 1302 Lehistan’da k ıral seçimi meselesi .................................................. ...........1302— 1307 S o k u llu M e hm ed 8 Paşa’n m ö lü m ü ... ..........................................................1307— 1313 İran harbi .......................................................................................................... ...1313— 1365 Üçüncü M urad zamanında Avrupa ve Asya devletleriyle münasebetler 1366— 1398 üçüncü M urad zam anında dahili durum .......................................... ...1398— 1403 Y ÜK SELİŞTEN G E R İL E M E DEV Rİ SO N U N A K A D A R O S M A N L I DEVLETİ T EŞK İL Â T I VE M Ü E S S E SE L E R ! VE İÇT İM A Î H A Y A T I 1404— 1587 I OSM ANLI SA RA YI T E Ş K İL Â T I 1404— 1442 T opkapı .S arayı .............................................. T opkapı S ara y ın d a o tu ra n la r ve v a zife lile r O s m a n lIla rd a sa lta n at u s u lü .................... S a lta n a tla ilg ili m erasim ve alâm e tle r I I — İD A R E VE M A L İY E 1 — D iv a n ’ı H ü m a y u n 2 — V e ziria za m lar ve 3 — M a liy e te ş k ilâ tı III — A SK ERİ T E Ş K İL Â T 1405— 1416 1416— 1434 1434— 1437 1437— 1442 T E Ş K İL Â T I 1443— 1462 .................... Paşakapısı .................... 1443— 1451 1451— 1455 1455— 1462 .................... 1 — O s m a n lı kara ordusu 2 — O s m a n lı d e n iz ord usu 1463— 1527 ............ ............ IV — E Y 4.LET T E Ş K İL Â T I V E T O P R A K İ D A R E S İS T E M İ 1464— 1511 1511— 1527 . 1528— 1544 1 — B eylerbeyiler ve eyaletler ........................................... 2 — T oprak id are sistem i .................................................... 1528— 1536 1536— 1544 V — İL İM V E S A N A T H A Y A T I, İÇ T İM A Î M Ü E S S E S E L E R 1545— 1587 1 — M edreseler ............................................................... ... . 2 — O n a ltm c ı asırda ilim h a y a tı .................................. 3 — Y ü k selm e d e v rin d e san’at. m im a r lık ve İç tim a î müesseseler 1546— 1551 1551— 1564 1564— 1587 2367
j j D C RA K LA M A DEVRİ SAYFA .......................................................................................1588— 1589 c Ü CÜ N CÜ M E H M E D ....................................' ( p j j, iv j E j j Padişahın tahta geçmesi ............................................................................ ...1590— 1&93 1593 - 160S Osmanlı - Avusturya harbi .................................................... ...1593— 1622 Üçüncü M ehmed’in Eğri Seferi .......................................................................1622— 1628 Haçova meydan muharebesi .......................................................................1628— 1638 Haçova muharebesinden sonraki harp harekâtı .......................................1638— 1652 K anije fethi ve m üdafası ...............................................................................1652’— 1674 Celâli is y a n la r ı........................................................... ........................... ...........1674— 1633 İstanbul’da Sipahi isyanı ...............................................................................1638— 1633 Ü çüncü Mehmed zam anında A vrupa devletleri ile münasebet ... 1688— 1696 Ü çüncü Mehmed zam anında dahili durum .............................................. 1697— 1703 t BİR İN C İ A H M E D î 0 0 fi u 7 7 7 7 7' 7 7 T. 81 ........................................................................................... 1704— 1788 Birinci Ahm ed'in cülusu ........................................................................... Avusturya harbinin devamı ve Zitvatorok muahedesi ................... 1603 - 1612 Osmanlı - Iran harbi ........................................................... Celâli isyanları ........................................................................................... Denizlerdeki hâdiseler ........................... ................................................... Erde! hâdiseleri ........................................................................................... Avusturya ile münasebetler ve Zitvatorok muahedesinin tâdili Lehistan iie münasebetler ve imzalanan muahede ........................... Sultan Ahm ed’in şahsiyeti ve ölüm ü ................. ................................. 1704— 1708 1709--1722 1723--1740 1740--1759 1759--1766 1766--1771 1771--1774 1774— 1786 1786--1788 Ü Ç Ü N C Ü C İ L D E A İT İ L Â V E L E R No. su 8: 98 99 8: 8‘ 100 101 102 3 3i 8i 87 88 89 90 9! 9i 9: 9i 9f 9( S'ı - ..................................... ...159ü— 1703 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 Adı Savfası Baki ......................................................................................................... Eski ve Ortaçağda Kıbrıs ................................................................. Yasef Nasi ........... ........................ ......................................................... M imar Sinan ................................... ................................................. İkinci Selim’in içkiye düşkünlüğü .................................................. İkinci Selim (1566-1574) zam anındaki hüküm darlar ................. Sokullu Mehmed Paşa ......................................................................... Gürcistan ve Gürcüler .......................................................................... M ısır’dan hediye gelen taht ................................................................. K ılıç A li Paşa ........................................................... .......................... K apıkulu Süvarilerinin Divan-ı H üm ayûn’u basarak kelle istemeleri üç ü n cü M urad zamanında Osm anlı Sarayı ................................. Üçüncü M urad zam anındaki veziriâzam lar ................................. Üçüncü M urad (1574 - 1595) zam anındaki hüküm darlar ......... Safiye Sultan ......................................................................................... Üçüncü Mehmed (1595-1603) zam anındaki hüküm darlar ........... ü ç ü n c ü Mehmed ve Birinci Ahmed zam anındaki veziriâzamlar Birinci Ahmed (1603 - 1617) zamanındaki hüküm darlar ........... 2368 1198 1216 1222 1272 1279 1284 1309 1322 1337 1351 1379 1383 1388 1402 1690 1702 1776 1787